1. Nefis "kendi kendinin farkında olan, ben idrakine sahip şuurlu zat"tır.
2. Nefis dilde ve vahiyde çok anlamlı bir kelime olarak kullanılmıştır.
3. Buna bağlı olarak, İslâm bilgi sistemlerinin nefis telakkileri farklılık arz eder ve bu telakkilerin tümünün ortak paydası da değişken ve halden hale giren bir nefis tanımıdır.
4. Nefis sahibi varlıklar bilinçli varlıklardır, nefis bilinçle ilgilidir.
5. Bilinç nereye yönelirse, nefis aynasında o görünür. İmana yönelirse Rahman, inkâra yönelirse Şeytan görünür.
Bu özet ışığında, "nefis terbiyesi" kavramı nasıl anlaşılmalıdır?
Öncelikle "nefis terbiyesinden" söz etmek, elbette maddi insandan değil "manevi insandan" söz etmektir. Ne var ki, insanda yer alan manevi fakültelerden sadece birinin terbiyesinden değil, top yekun "insan terbiyesinden" söz etmektir. Çünkü nefis "ben"e ait her bir fakülteyi kapsar.
Bu anlamda nefis terbiyesi, nefsin bilinçle "olmazsa olmaz" ilişkisinden dolayı, akıl terbiyesidir. Kur'an aklı kalbin bir faaliyeti olarak alır ve "akleden kalp" ifadesini kullanır. Buradaki kalp de "kan pompası" değil, Kaf 37'nin de açıkça ifade ettiği gibi, tabir caizse manevi bedene başkent olan manevi kalptir. Efendimiz, "kalp" kelimesini manevi kalbin yerine istiare yaparak kullandığı o meşhur hadislerinde, "Bedende bir et parçası vardır ki, o bozulursa bütün beden bozulur, o düzelirse bütün beden düzelir" buyurur.
Madem "akleden kalbe" manevi bedenin başkenti dedik, şöyle bir benzetme yapabiliriz: İnsan ülkesinin başkenti olan kalp kimin iktidarındaysa, bu ülkenin taşrasını oluşturan göz kulak, dil dudak, el ayak hep o başkente bağlı olarak çalışır. Taşranın kalitesini merkez belirler. Başkentteki kötü yönetim bütün ülkeye yansır. Sevaplar, imanın iktidarına sağlanmış bir lojistik destek, günahlar şeytanın iktidarına sağlanmış bir lojistik destektirler.
İman da, şeytan da o başkente göz diker. O başkentte imanın iktidarı, bedenin tüm taşrasına yansır. Göz hakkı görür, kulak hakkı ve hayrı işitir, dil hakkı ve hayrı söyler, el hak için kalkar, ayak istikamet üzre yürür. Yine akıl, bir kararda durmayan kalbi Allah'ın dediği istikamete bağlar.
Kalp başkentinde şeytanın iktidarı, bütün bunları tersine çevirir. Kalbi şeytana kaptırmış bir "nefs/ben/zat", şeytanın yörüngesine girmiş ve onun uydusu olmuştur: "Kim O Sonsuz Rahmet Sahibi'nin vahyine karşı kör davranırsa, onun şeytanı (olmuş) bir türün yörüngesine sokarız da, kendisi onun uydusu haline gelir." (43: 36).
"Nefis terbiyesi" adı altında, "terbiyeli şiş kebap", "terbiyeli köfte", "terbiyeli dolma" türü, kışkırtılarak azmanlaşmış bir nefis elde etmek istemiyorsak, bu terbiyenin kurallarını, âlemlerin terbiyecisi olan Rabbu'l-'Alemîn'den sormak zorundayız. Hiç, "yaratan bilmez mi"? Nefsi o yarattı. Yarattığının en güzel nasıl terbiye edileceğini de, o bilir. Yukarıdaki ayet işte bu gerçeği, vahyin merkezinde yer almadığı bir terbiye sürecinin, bırakın terbiye etmeyi, şeytana uydu yetiştirmekle sonuçlanacağını söylüyor.
"Terbiye" etmek, bu kalıbın dildeki özelliği gereği, "bir şeyi basit halinden alıp, aşama aşama potansiyel olarak barındırdığı kemaline doğru yüceltmektir". Burada terbiyesinden söz edilen insandır. İnsan terbiyesinden söz etmek için, insanı tanımak gerek. Kişinin kendi terbiyesinden söz edebilmesi için de, kendini bilmesi, tanıması gerek.
Nefis terbiyesinden söz ederken yine istiareye başvurmak zorundayız: Çift kutupluluk mahlukatın yasasıdır. İnsan benliği de bu yasaya tabidir. Yaratıcı yasası gereği, insanın içine bir pozitif, bir de negatif kutup koymuştur. Biri faz, biri nötr. Biri ışık hattını, diğeri toprak hattını temsil eder. Bu kutuplar, suladıkça gelişme potansiyeli taşır. Kişi hangisini sularsa, oradaki tohum büyüyüp serpilir. Negatif kutbu sulayan, sonunda Cehennem ağacı olan "Zakkum"unu büyütür, pozitif kutbu sulayan Cennet ağacı olan "Tuba"sını büyütür. Tercih insanındır; irade var olduğu sürece mazeret yoktur.
En garantili terbiye Rabb'in terbiyesidir; akıllı olan "nefs", O'nun terbiyesine baş koyar.
Alıntı