Mirzabeyoğlu Davası
Av. Ali Rıza Yaman
Mirzabeyoğlu Davası'nın 'Niçin'i
'Modern hukuk'un bürokratize olma hâline dair asgari bir malûmatımız yoksa, Kafka'nın meşhur eseri Dava'dan pek bir şey anlamayız.
Hukukun 'ahlâk'a, ahlâkın 'vicdan'a, vicdanın 'değer'e, değerin insan 'ben'ine taalluk eden yönüne ilişkin en ufak bir fikrimiz yoksa şayet, Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sının bizde hiç bir karşılığı olmayacaktır.
Hukuk ve toplum vicdanı, toplum vicdanı ve aydın, aydın ve fikir namusu, fikir namusu ve mesuliyet, mesuliyet ve zamana şahidlik arasındaki derin münasebetlerin mahiyetini idrak edecek malzemeden yoksunsak, E. Zola ile birlikte daha bir meşhur olan ve adetâ onunla özdeşleşen Dreyfus Davası'nın niçin meşhur olduğunu anlamada ciddi sorunlar yaşamamız kaçınılmazdır.
Psiko-politik saldırıya, onun fikrî alt yapısına, temel stratejisine, saldırıda vasıta rolü oynayan medyaya, medyanın -her türden ve geniş anlamıyla- enstürmanlarına, bu enstürmanların kullanılmasına en elverişli ortam olan şeklî demokratik sisteme, bu sistemin manipülasyon rejimi olmasına, hukukun da bu süreçte nasıl işlediğine dair en ufak bir fikrimiz yoksa, Rosenbergler Davası 'davalardan bir dava'dan başka bir şey değildir.
Siyasî, adlî, hukukî, ahlâkî, içtimaî, vicdanî, felsefî, mantıkî başta olmak üzere birçok alana taalluk eden Mirzabeyoğlu Davası'nın şumüllüğüne ilişkin bir fikir sahibi olmak için birbirinden bağımsız ve o nisbette de birbiriyle ilintili olan bu alanlardan en azından birine dair asgari de olsa bir malûmat sahibi olmak gerekir.
Mirzabeyoğlu Davası'nı anlamada bize önemli bir argüman sunması açısından Bernard Lewis'in şu tesbiti dikkate değerdir:
“Bizim Jüdeo-Hıristiyan mirasımıza, seküler varlığımıza ve her ikisinin dünya çapında yayılışına karşı kesinlikle eski bir rakibin (İslâm'ın) tarihî tepkisi karşısındayız.”(1)
B. Lewis tarafından 'tarihî tepki' şeklinde tavsif edilen husus; I. Irak Saldırısı'na karşı duran fikir ve hareketlerdir.
Dünya çapında yayılan Batı'nın I. Irak Saldırısı ile birlikte bir kez daha ve vahşice hedef aldığı insan; değerleri gerçekleştiren bir varlıktır.
İnsanın 'değer'i gerçekleştirme kudreti; onu diğer mahlûklardan ayıran hususiyetinden, 'şuur'undan gelir.
Bu şuur sayesindedir ki, hayvanlar gibi 'çevre'de, çevrenin içinde yaşamaz.
O, 'çevre'yi değiştirerek, dönüştürerek, imâr ederek 'dünya'sını kurar.
Bu imar faaliyeti; insanın 'dil'i sayesinde, 'dil'i aracılığıyla, 'dil'i vesilesiyle gerçekleşir.
'Dil'; insanın hem dünyasıdır, hem de dünyasını imâr etmenin vesilesidir.
Bu vesileye yapıştığı ve onunla bilgilenip eşya ve hâdiseleri teshir ettiği nisbette hürriyetine erer.
Hürriyetine erdiği nisbette de mükellefiyetini yerini getirir, varoluşunu gerçekleştirir.
Varoluş; zorunluluktur.
Hayvan var olmakla varolur, ama insan var olmakla varolmaz.
Gerçekleşmesi gereken varoluş; bir tarz, bir ahlâktır.
Son 500 yılın câri olan varoluş ve hayat tarzı; Batıcı karakterlidir.
Fikirleri, meseleyi ele alış tarzları ve felsefeleri ile modern hayat/varoluş tarzının kurucu babaları olarak görülebilecek olan Bacon ve Descartes'ın hedefleri son kertede aynıdır: Dünya hâkimiyeti.
Bu hâkimiyet; bilginin, bilimin sadece bir konusu ve de unsuru olması, 'teknik'e indirgenmesi, teknoloji hâline gelmesi, böylece 'dış dünya'yı dönüştürerek, dünyevîleşmesi sayesinde gerçekleşir.
'Dış dünyayı dünyevîleştirme'; salt dünyevîleşme, yani 'bu dünya'dan ibaret olarak algılanır ve 'müteal olan', 'bu dünya'dan Batı eliyle dehlenmek istenir.
Batı'da bütün bunlar olur, varlık, 'bu dünya'dan ibaret bilinir ve her şey 'bu dünya' uğruna dünyevîleşirken, günümüzde eski bir rakip olarak görülen İslâm dünyasının ekabiri; 'müteal olan'ın 'bu dünya'dan dehlendiğini fark edemeyecek kadar kibirli, şaşkın, bıkkın ve âcizdir.
Kibir, şaşkınlık, bıkkınlık, âcizlik ve 'ben'ini teklif iradesinden yoksunluk yüzündendir ki; dünya tarihinde belki hiç olmayan bir şey olmuş, bilgi ve ona atfedilen değer, herşeyin belirleyeni hâline gelmiştir.
'Bilgi'ye atfedilen 'değer'in, Batılı değerler skalasına göre değerlendirilmesiyle birlikte, Batı Avrupa'nın kendi gerçekliği âlemşümûl bir gerçeklik hâlini almış, Batıcı hayat tarzı her yerde hâkim olmaya başlamıştır.
Özellikle son yüzyılda Anglo-Sakson kültür tarafından dikte edilen Batıcı hayat tarzına mukabil bir hayat tarzı teklif etmek; insanlığın selâmeti açısından zorunludur.
Bu zorunluluk, bu olması gereken; çilesi çekilmemiş doğruların başına çöküp, bütün yanlışları o doğruya tahvil etmek suretiyle gerçekleşmeyeceğine göre?
O zaman yapılması gereken bellidir:
Batı'nın epistemesine rağmen şekillenen, onu hedef alan, onu aşan, onu mahkûm eden, bütün bunları yaparken de onun verilerini kendi benine aplike edebilen bir dünya görüşünü inşâ edip, meseleler içinde, çözüm sadedinde ve devletlik çapta teklif etmek.
Peki bu o kadar kolay mıdır?
Hiç kolay değildir.
O kadar zordur ki, bu zoru başarmak için “'has oda sırrı'na bitişik bir hüviyetin sahibi”gibi tarihte görülmeyen bir sıfatın taşıyıcısı olmak gerekir.
Ki, o mütefekkirin gelmesi için tam 500 yıl beklendi.
Beklenen, iş ve eseriyle gelmiş, 'ben'ini meseleler içinde, çözüm sadedinde ve devletlik çapta teklif etmişse yapılması gereken nedir?
Yapılması gereken bellidir:
'Beklenen'e nisbetle bir iş ve eser üzerinde olmak.
Ama bu öyle olmamış, en mücerret meselelerin en katı müşahhasta tecelli etmesi gibi, İslâm- Türk tarihinin tefekkür zafiyeti, Mahir (S.) isimli bir poliste son derece kanlı-canlı bir şekilde tecelli etmiş, beklenen Fikirci mahkûm edilmiştir.
P.ç Mahir'in beklenen Fikirci'nin karşısında kanlı-canlı tecelli ettiği tarihle, B. Lewis'in; 'Batıcı hayat tarzının dünya çapında ve hızla yayılışına karşı koyma tarihi' olması hasebiyle üzerinde durduğu tarih aynıdır: 1991.
B.Lewis ve hempaları; Batıcı hayat tarzına, o hayat tarzının mücessem ifadesi olan devletlere evvel emirde sahici, şümullü ve devletlik çapta bir fikirle karşı koyulması gerektiğini bilmiyor değildi.
Aynı şekilde, S. Mirzabeyoğlu gibi bir fikircinin nasıl mahkûm edilmesi gerektiğini de çok iyi biliyorlardı.
Göz hasmını tanıdı, kan, nefret ve gözyaşıyla malûl ve maruf olan Batıcı hayat tarzına nasıl, niçin ve ne ile karşı olunacağını teklifiyle birlikte ortaya koyan S. Mirzabeyoğlu'nun üzerine I. Irak Saldırısı'nın hemen ardından P.ç Mahir'i yollayarak operasyonunu yaptı, Mirzabeyoğlu'na günlerce işkence etti ve zaten varolan tecrit duvarına kısa bir zamanda birçok kat çıktı.
Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşlarına aylarca işkence eden ve teşkilâtta P.ç Mahir olarak anılan şahsın hazırladığı fezlekeler, mahkeme ve medya da dahil olmak üzere, birçok mahfilde aynen kabul görmüş, bu saçmalığı kabul etmeyenler ise sindirilmek istenmiş ve Batıcı hayat tarzına mukabil bir hayat tarzı olan S. Mirzabeyoğlu fikrinden dolayı idam cezası almıştır.
Av. Ali Rıza Yaman
Mirzabeyoğlu Davası'nın 'Niçin'i
'Modern hukuk'un bürokratize olma hâline dair asgari bir malûmatımız yoksa, Kafka'nın meşhur eseri Dava'dan pek bir şey anlamayız.
Hukukun 'ahlâk'a, ahlâkın 'vicdan'a, vicdanın 'değer'e, değerin insan 'ben'ine taalluk eden yönüne ilişkin en ufak bir fikrimiz yoksa şayet, Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sının bizde hiç bir karşılığı olmayacaktır.
Hukuk ve toplum vicdanı, toplum vicdanı ve aydın, aydın ve fikir namusu, fikir namusu ve mesuliyet, mesuliyet ve zamana şahidlik arasındaki derin münasebetlerin mahiyetini idrak edecek malzemeden yoksunsak, E. Zola ile birlikte daha bir meşhur olan ve adetâ onunla özdeşleşen Dreyfus Davası'nın niçin meşhur olduğunu anlamada ciddi sorunlar yaşamamız kaçınılmazdır.
Psiko-politik saldırıya, onun fikrî alt yapısına, temel stratejisine, saldırıda vasıta rolü oynayan medyaya, medyanın -her türden ve geniş anlamıyla- enstürmanlarına, bu enstürmanların kullanılmasına en elverişli ortam olan şeklî demokratik sisteme, bu sistemin manipülasyon rejimi olmasına, hukukun da bu süreçte nasıl işlediğine dair en ufak bir fikrimiz yoksa, Rosenbergler Davası 'davalardan bir dava'dan başka bir şey değildir.
Siyasî, adlî, hukukî, ahlâkî, içtimaî, vicdanî, felsefî, mantıkî başta olmak üzere birçok alana taalluk eden Mirzabeyoğlu Davası'nın şumüllüğüne ilişkin bir fikir sahibi olmak için birbirinden bağımsız ve o nisbette de birbiriyle ilintili olan bu alanlardan en azından birine dair asgari de olsa bir malûmat sahibi olmak gerekir.
Mirzabeyoğlu Davası'nı anlamada bize önemli bir argüman sunması açısından Bernard Lewis'in şu tesbiti dikkate değerdir:
“Bizim Jüdeo-Hıristiyan mirasımıza, seküler varlığımıza ve her ikisinin dünya çapında yayılışına karşı kesinlikle eski bir rakibin (İslâm'ın) tarihî tepkisi karşısındayız.”(1)
B. Lewis tarafından 'tarihî tepki' şeklinde tavsif edilen husus; I. Irak Saldırısı'na karşı duran fikir ve hareketlerdir.
Dünya çapında yayılan Batı'nın I. Irak Saldırısı ile birlikte bir kez daha ve vahşice hedef aldığı insan; değerleri gerçekleştiren bir varlıktır.
İnsanın 'değer'i gerçekleştirme kudreti; onu diğer mahlûklardan ayıran hususiyetinden, 'şuur'undan gelir.
Bu şuur sayesindedir ki, hayvanlar gibi 'çevre'de, çevrenin içinde yaşamaz.
O, 'çevre'yi değiştirerek, dönüştürerek, imâr ederek 'dünya'sını kurar.
Bu imar faaliyeti; insanın 'dil'i sayesinde, 'dil'i aracılığıyla, 'dil'i vesilesiyle gerçekleşir.
'Dil'; insanın hem dünyasıdır, hem de dünyasını imâr etmenin vesilesidir.
Bu vesileye yapıştığı ve onunla bilgilenip eşya ve hâdiseleri teshir ettiği nisbette hürriyetine erer.
Hürriyetine erdiği nisbette de mükellefiyetini yerini getirir, varoluşunu gerçekleştirir.
Varoluş; zorunluluktur.
Hayvan var olmakla varolur, ama insan var olmakla varolmaz.
Gerçekleşmesi gereken varoluş; bir tarz, bir ahlâktır.
Son 500 yılın câri olan varoluş ve hayat tarzı; Batıcı karakterlidir.
Fikirleri, meseleyi ele alış tarzları ve felsefeleri ile modern hayat/varoluş tarzının kurucu babaları olarak görülebilecek olan Bacon ve Descartes'ın hedefleri son kertede aynıdır: Dünya hâkimiyeti.
Bu hâkimiyet; bilginin, bilimin sadece bir konusu ve de unsuru olması, 'teknik'e indirgenmesi, teknoloji hâline gelmesi, böylece 'dış dünya'yı dönüştürerek, dünyevîleşmesi sayesinde gerçekleşir.
'Dış dünyayı dünyevîleştirme'; salt dünyevîleşme, yani 'bu dünya'dan ibaret olarak algılanır ve 'müteal olan', 'bu dünya'dan Batı eliyle dehlenmek istenir.
Batı'da bütün bunlar olur, varlık, 'bu dünya'dan ibaret bilinir ve her şey 'bu dünya' uğruna dünyevîleşirken, günümüzde eski bir rakip olarak görülen İslâm dünyasının ekabiri; 'müteal olan'ın 'bu dünya'dan dehlendiğini fark edemeyecek kadar kibirli, şaşkın, bıkkın ve âcizdir.
Kibir, şaşkınlık, bıkkınlık, âcizlik ve 'ben'ini teklif iradesinden yoksunluk yüzündendir ki; dünya tarihinde belki hiç olmayan bir şey olmuş, bilgi ve ona atfedilen değer, herşeyin belirleyeni hâline gelmiştir.
'Bilgi'ye atfedilen 'değer'in, Batılı değerler skalasına göre değerlendirilmesiyle birlikte, Batı Avrupa'nın kendi gerçekliği âlemşümûl bir gerçeklik hâlini almış, Batıcı hayat tarzı her yerde hâkim olmaya başlamıştır.
Özellikle son yüzyılda Anglo-Sakson kültür tarafından dikte edilen Batıcı hayat tarzına mukabil bir hayat tarzı teklif etmek; insanlığın selâmeti açısından zorunludur.
Bu zorunluluk, bu olması gereken; çilesi çekilmemiş doğruların başına çöküp, bütün yanlışları o doğruya tahvil etmek suretiyle gerçekleşmeyeceğine göre?
O zaman yapılması gereken bellidir:
Batı'nın epistemesine rağmen şekillenen, onu hedef alan, onu aşan, onu mahkûm eden, bütün bunları yaparken de onun verilerini kendi benine aplike edebilen bir dünya görüşünü inşâ edip, meseleler içinde, çözüm sadedinde ve devletlik çapta teklif etmek.
Peki bu o kadar kolay mıdır?
Hiç kolay değildir.
O kadar zordur ki, bu zoru başarmak için “'has oda sırrı'na bitişik bir hüviyetin sahibi”gibi tarihte görülmeyen bir sıfatın taşıyıcısı olmak gerekir.
Ki, o mütefekkirin gelmesi için tam 500 yıl beklendi.
Beklenen, iş ve eseriyle gelmiş, 'ben'ini meseleler içinde, çözüm sadedinde ve devletlik çapta teklif etmişse yapılması gereken nedir?
Yapılması gereken bellidir:
'Beklenen'e nisbetle bir iş ve eser üzerinde olmak.
Ama bu öyle olmamış, en mücerret meselelerin en katı müşahhasta tecelli etmesi gibi, İslâm- Türk tarihinin tefekkür zafiyeti, Mahir (S.) isimli bir poliste son derece kanlı-canlı bir şekilde tecelli etmiş, beklenen Fikirci mahkûm edilmiştir.
P.ç Mahir'in beklenen Fikirci'nin karşısında kanlı-canlı tecelli ettiği tarihle, B. Lewis'in; 'Batıcı hayat tarzının dünya çapında ve hızla yayılışına karşı koyma tarihi' olması hasebiyle üzerinde durduğu tarih aynıdır: 1991.
B.Lewis ve hempaları; Batıcı hayat tarzına, o hayat tarzının mücessem ifadesi olan devletlere evvel emirde sahici, şümullü ve devletlik çapta bir fikirle karşı koyulması gerektiğini bilmiyor değildi.
Aynı şekilde, S. Mirzabeyoğlu gibi bir fikircinin nasıl mahkûm edilmesi gerektiğini de çok iyi biliyorlardı.
Göz hasmını tanıdı, kan, nefret ve gözyaşıyla malûl ve maruf olan Batıcı hayat tarzına nasıl, niçin ve ne ile karşı olunacağını teklifiyle birlikte ortaya koyan S. Mirzabeyoğlu'nun üzerine I. Irak Saldırısı'nın hemen ardından P.ç Mahir'i yollayarak operasyonunu yaptı, Mirzabeyoğlu'na günlerce işkence etti ve zaten varolan tecrit duvarına kısa bir zamanda birçok kat çıktı.
Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşlarına aylarca işkence eden ve teşkilâtta P.ç Mahir olarak anılan şahsın hazırladığı fezlekeler, mahkeme ve medya da dahil olmak üzere, birçok mahfilde aynen kabul görmüş, bu saçmalığı kabul etmeyenler ise sindirilmek istenmiş ve Batıcı hayat tarzına mukabil bir hayat tarzı olan S. Mirzabeyoğlu fikrinden dolayı idam cezası almıştır.