Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Muaviye Kimdir? (4 Kullanıcı)

  • Konuyu başlatan kerrar11
  • Başlangıç tarihi
K

kerrar11

Muaviye, Ebu Süfyan'ın oğludur.

Ebu Süfyan, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) azılı düşmanlarından olup küfür ordularının reisiydi.
Mekke fethi sırasında, tepesinde kılıcı gördüğü ve canını kurtarmak için başka çare kalmadığı için kelime-i şehadet getirmiş olduğu halde kimi safdiller onu Müslüman bilmektedir halâ.
Ebu Süfyan İslam'a ve Hz. Resulullah'a (s.a.a) olan nefret ve düşmanlığını mezara kadar sürdürmüş, oğlu Muaviye'yle onun oğlu Yezid'e de bu nefret ve kini aktarmıştır.
Bir gün Hz. Resulullah (s.a.a) bir grup ashabıyla giderken uzaktan Ebu Süfyan'ın bir binek üzerinde geldiğini gördü, Muaviye hayvanın yularını tutmuştu, Yezid de arkadan hayvanı dehlemedeydi. Allah'ın Resulü (s.a.a) elini göğe kaldırıp "Ya Rabbi!" buyurdu, "Her üçünü de rahmetinden uzak tut!"
İslam tarihinde hiçbir Müslümanın unutamayacağı en çirkin isim ve en iğrenç karakterlerden biri olan Hind, Muaviye'nin anasıdır.
Evet, Muaviye'nin babası Ebu Süfyan, anası Hind'dir!..
Hind, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) pek sevdiği amcası Hz. Hamza'yı (r.a) şehid etmek için bir terörist kiralamış ve bu kiralık katilin eliyle o yüce insanı şehid ettikten sonra mübarek na'şının yanına gelip ciğerlerini sökmüş ve bizzat katilin şaşkın bakışları arasında hayvanca bir hırsla şehidin ciğerlerini defalarca ısırmış, parçalamıştı!..
Buna rağmen cesedi bırakmamış, parmaklarını kesip gerdanlık yaparak boynuna asmıştır.
Hind'in ölünceye kadar bir hazine gibi koruduğu - ve İslam'ı kabul etmiş gibi göründükten sonra gizlice saklamaya devam ettiği- ve her fırsatta oğullarıyla torunlarına gösterip onlara kin ve nefret aşıladığı "parmak kemikler gerdanığı" budur...
Bir gün Muaviye'ye "Seni Hz. Resulullah (s.a.a) çağırıyor" dediler.
Onu çağıran adam bir süre sonra yanlız dönerek Hz. Resulullah'a (s.a.a) "Yemek yediğimi ve gelemeyeceğimi söyleyin" dediğini aktardı.
Hazret, peşine adam gönderip tekrar çağırttı.
Muaviye bu kez de aynı cevabı gönderdi ve Hz. Resulullah'la (s.a.a) görüşmektense yemek yemeyi tercih etti.
Üçüncü kez çağrıldığında da aynı mesajı gönderince Hz. Resulullah (s.a.a) pek rahatsız oldu, elini semaya kaldırıp "İnşaallah hiç doymaz..." buyurdu.
Tarih kaynaklarında Muaviye'nin çok fazla yemek yediği ve "yedikçe acıkıyorum", dediği ve bir türlü doymak bilmediği kayıtlıdır. Muaviye'nin sofradan çekildiğinde genellikle şu cümleyi söylediği meşhurdur: "Yemek yemekten yoruldum, ama doymadım!"..
Muaviye, Allah Resulü'nün (s.a.a) bedduasını alan sayılı insanlardan biridir.
Muaviye, birçok "ilk" e de imza atan bir isimdir.
İktidara geçtiğinde ve hilafet adına saltanat kurup tahta oturduğunda ilk işi İslam hükümlerini ayaklar altına alıp "geçmiş atalarının örf ve geleneklerine göre" davranmak oldu!

Şarap içti.

İpek elbise giydi.

Altın ve gümüş yemek servisleri kullandı.

Gınâ -haram çalgıları içeren müzik- meclisleri tertipletti, bu meclislere katıldı.

İslam fıkhına aykırı, yargılamada bulundu; şeriate aykırı hükümler verdi.

Hırsızı cezalandırmadı.

İslam tarihinde "Müslüman" adıyla yağma ve çapulculuğu başlatan ilk isim oldu.

Siyasi çıkarlar elde etmek için komplolar kurdu.

Osman'ın faziletleri ve Hz. Ali'nin (a.s) kınanacak vasıfları olduğuna dair hadisler uydurttu ve bunun için yüklüce paralar harcadı!

Sahabeye sebbettirmek (küfrettirme) bid'atini ilk başlatan da yine o oldu. Hükmü altındaki camilerin imam ve vaizlerine ferman gönderip minberde Hz. Ali'ye (a.s) lanet okutturdu ve nice Müslüman'ın yıllarca bu lanete "amin" diye bağırmasına ve Ali düşmanlığının yayılmasına neden oldu*

Çarşamba günü, Cuma namazı kıldırdı.

İslam düşmanlığı doruğa ulaştı.

İslam halifesine karşı tuğyan etti.

Hz. Ali şiasını bulduğu yerde öldürttü.

Şia olan aşiret ve kabileleri çocukları ve kadınlarıyla birlikte topluca katliam ettirdi.

Baskı, zulüm, işkence, şantaj, sabotaj, terör, yıldırma, dehşet, hakların çiğnenmesi...vb. uygulamalar Muaviye saltanatının en belirgin özelliklerindendi.

Kimsenin Muaviye'yi eleştirmeye veya ona itirazda bulunmaya cür'eti yoktu.

Muaciye'yi eleştirmeye veya onun icraatlarına itiraz etmeye kalkışanlar ya acımasızca terör ediliyor, ya da tutuklanarak işkence altında öldürülüyordu.

Hocr'le adamlarına Muaviye'nin neler yaptığını yazmak bile zordur...

Muaviye hepsini hepsini öldürttü.

Amr bin Hımak'ın boynunu vurdurdu.

Şam, o günlerde bir ülkeydi...

Şam fetholunduğunda oraya önce Ebu Ubeyde vali olarak gönderilmiş, ama çok geçmeden bu vali vebaya yakalanarak ölmüş ve 2. halife Ömer; Muaviye'nin kardeşi olan Yezid bin Ebu Süfyan'ı Şam valiliğine atamıştı

Emeviler ve Ebusüfyanoğullarının İslam tarihinde resmen devlet görevine getirilmesi bu tarihe rastlar...

Emevilere iktidar kapısı 2. halife döneminde açılmıştır.

Yezid öldüğünde her ne hikmetse halife Şam valiliğini tekrar Emevilere bıraktı ve ölen Yezid'in yerine kardeşi Muaviye atandı!

Böylece Şam'ın yönetimi bir hanedana bırakılmış oluyordu!..

Burada, birilerinin diyet borcunun ödenmekte olduğunu sezmek hiç de zor değildir...

İkinci halife, neden Yezid bin Ebu Süfyan'ı Şam valiliğine atamıştı sahi?

Ondan sonra Muaviye'yi ataması neyle açıklanabilir?

Dahası...

İkinci halifenin, kendisinden sonra ancak Osman'ın halife olarak belirlenebileceğinin apaçık belli olduğu "özel olarak terkibi tertiplenmiş bir şûrâyla" Osman'ın halifeliğini garantilemiş olması neyle açıklanabilir sahi?

O merhaleye kadar Haşimoğullarından olan hiçkimseye, hatta bir tek Haşimiye bile önemli makamlardan hiçbirinin verilmemesi ve Hâşîmîlerin iktidardan önemle de uzak tutulması da "basit bir tesadüf" müdür gerçekten?"

Ve... Sorulmaması ötedenberi âdet haline getirilmiş, ve cevabı hep ört-bas edilmeye çalışılmış daha nice sorular...

Yaradan'ın biricik sevgilisi Habib-i Hûdâ Hz. Resul-ü Ekrem'in (s.a.a) sünnet ve emirlerinin bunca çiğnenip onun soyuna onca kinle davranıldığını ve Allah'ın peygamberinin sarih emirlerine rağmen, tam tersi cihette şahsi görüş ve politikaların yürürlüğe konulup dayatılmış olduğunu görüp de "neden?" diye sormamak mümkün müdür sahi?

Bir gün Muaviye minberde hutbe okurken bir Müslüman kılıcını çekip tekbir getirerek minbere doğru atıldı. Muaviye'nin özel koruma muhafızları vardı; bu Müslümanı hemen yakalayıp sorguladılar:

- Bu eyleme neden giriştin? Kimin emriyle yaptın bunu?!

- Peygamberin emriyle! O büyük peygamberin "Muaviye'nin emîr olduğunu görürseniz kalçasını kılıçla parçalayın!" buyurduğuna bizzat şahid oldum ben!

- Onu emirliğe kimin atadığını biliyor musun?

- Hayır.

- Halife Ömer atadı onu!

- Öyleyse Ömer haklıdır, duydum ve itaat ettim!!!

İslam kaynaklarında buörnekler pek çoktur...

Şam emirliği, Muaviye için halifeliğe tırmanmaya yetecek kadar güçlü bir merdivendi.

Muaviye'nin Şam emiri olmasına yardım edildi...

Ve böylece Hz. Peygamber-i Ekren'in (s.a.a) minberine kadar tırmanması sağlandı...

Hz. Resulullah'ın (s.a.a) minberinde hutbe okumakla meşgul olduğu bir gündü... Abdullah bin Mesud cemaatin arasında ayağa kalkıp "Hz. Resulullah (s.a.a)" dedi, "muaviye'yi benim minberimde görürseniz hemen öldürün!"...

İktidar, Muaviye'nin biricik aşkıydı, onun için devlet vesile değil, bizzat gayeydi!..
Kufe şehrini ele geçirdiği gün minbere çıkıp Kufe halkına hitaben şöyle diyordu: "Yemin ederim ki ben namaz için savaşmadım sizinle; oruç, zekat veya hacc ibadeti rahatça uygulansın diye de savaşmadım!.. Siz bütün bu ibadetleri yerine getiriyordunuz zaten. Ben, sadece sizin başınıza geçebilmek için savaştım sizinle!"
Minberlerde, vaaz ve hutbelerde Hz. Ali'ye (a.s) lanet ve bedduada bulunulması bid'atini koyan kimse de Muaviye oldu.
Hz. Ali'ye (a.s) sebbettirirken, aslında kimi sebbediyor, kime karşı nefretini kusuyordu Muaviye?..
O tarihten itibaren sahabeye sebbetmek Müslümanlar arasında gayet normal karşılanır olmuştur.
Bu iğrenç bid'atin de temelini atma şerefi (!) yine Muaviye'ye aittir!
Bir gün Muğiyre bin Şu'be Muaviye'ye "Yeter artık!"dedi, "Resulullah'ın soyu olan Haşimoğullarına yaptıkların yeter! Artık onlar, kendilerinden korkmana neden olacak kadar güç ve nüfuz sahibi değil ki!"
Muaviye nefret dolu bakışlarını uzaklara dikerek "Neler söylüyorsun sen?!" diye çıkıştı Muğiyre'ye "Haşimoğullarından olan o adam (Hz. Resulullah (s.a.a) için Muaviye'nin kullandığı tabir daha ağır, ancak bu kadarını yazabiliyorum ben -Mütercim) öyle bir şey yapmış ki hergün beş kez onun adı Allah'ın adıyla birlikte bütün Müslümanlarca anılmada!.. Muğıyre! Bu ismi mezara gömmekten başka çare yok, anlıyor musun?!"
Olanca zekâ, kin ve nefretine rağmen Muaviye o yüce ismi mezara gömemedi; bilakis, Hz. Resulullah (s.a.a) ve onun ailesine beslediği o kinle birlikte kendisi gömüldü mezara. O Hazret'in ismi ise her geçen gün daha bir parlayarak güneş misali insanlık ufuklarını aydınlatıyor halâ...
"Allah, nurunu tamamlayacaktır; kafirler istemese de..."
Muaviye, İslam devleti adına küfürle uzlaşan bir küfür devletine * resmen eğilerek ona haraç veren ilk Müslüman yöneticidir...
Bu korkunç zillet ve bu büyük bid'atin ise bir tek nedeni vardı: İslamla savaşabilmek!.. Ali'yle (a.s) savaşırken, Romalıların kendisine saldıramayacağından emin olmak!..
Muaviye, Yezid'i kendi veliahdi olarak ilan etmek istiyor, ama İmam Hasan (a.s) hayatta olduğu sürece Müslüman halkın önemli bir çoğunluğunun böyle bir zilleti kabule yanaşmayacağını biliyordu.
İmam'ın eşi Cude binti Eş'as'a yüz bin dinar göndererek "İmam Hasan'ı zehirleyebilirse, onu oğlu Yezid'e nikahlayacağını ve Yezid'den doğacak çocuğunu tahta oturtacağı"nı vaadetti.

Eş'as'ın kızı, Muaviye'nin gönderdiği özel hazırlanmış zehiri İmam Hasan'ın (a.s) su içtiği testiye dökerek Peygamber çiçeğini şehid etti.

Yezid'in veliahdlığı ancak Hz. İmam Hasan'ın (a.s) şehadetiyle; tahta oturup dilediğince hüküm sürmesi de ancak Hz. İmam Hüseyin'in (a.s) şehadetiyle mümkün olmuştur.
Tarihte, Yezid'in iktidarından daha siyah ve aşağılık bir iktidar görülmemiştir.
Muaviye iyice hastalanmış, öleceğini anladığı günlerden birinde şu şiiri söylemişti:
"İktidarı ele geçirmeseydim keşke
Keşke zevkle tepinmeseydim keyif otlaklarında.
Keşke mezara giderken insanların saygı gösterdiği
Bir hırka bir hurma'lık bir derviş gibi olsaydım ben de!"
Evet, ölüm meleği göğsüne konduğunda "keşke şöyle yapsaydım, keşke şöyle yapmasaydım" diyen pek çok insan vardır.
Ölüm anında mutluluk duyan insanlarsa pek azdır.
Muaviye o "pek çok"lardan, Hz. Ali (a.s) ise "pek az"larındandır tarihin...
Muaviye'nin hastalığı giderek ağırlaşıyor, ölüme adım adım yürüdüğünü görüyordu artık. Son günlerinde Muaviye'nin şuurunu yitirdiği kayıtlıdır. Aklını yitirdiğine delalet eden saçma sorular sormaya, anlamsız şeyle söylemeye başlamıştı. Onun bu hali kızını pek üzüyordu, ağlamakta, figanlar etmekteydi.
Muaviye öldüğünde Yezid Şam'da değildi.
Muaviye'nin ölüm haberini Zehhak bin Kays duyuracak ve onun cenaze namazını da yine zehhak kıldıracaktı!
Mekke fethedildiği sırada Muaviye Yemen'deydi. Babası Ebu Süfyan'ın korkudan Müslüman olduğunu duyunca Yemen'den yazdığı bir mektupta şiir ve nesir diliyle onu kınıyor ve Müslüman olduğu için babasını alaya alıyordu. Kendisi o lahzaya kadar müşrik ve kafir olarak kalmıştı.
Muaviye Mekke'ye döndüğünde Mekke Müslümanların elindeydi artık! Müşrik olan Muaviye, sığınacak kimse bulamayınca Medine'ye gidip Hz. Peygamber'in (s.a.a) amcası Abbas'ın ayaklarına kapandı ve sözle İslam'ı kabul ettiğini söyledi.
Abbas, onun için Hz. Peygamber'e (s.a.a) aracılıkta bulunup şefaatini istedi, bu istek kabul edildi ve Muaviye öldürülmekten kurtulmuş oldu.
Muaviye'nin ne zaman, hangi şartlarda ve nasıl Müslüman olduğu başlıbaşına ilginç ve ibret verici bir tarih kesitidir.
Muaviye beklemiş ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hastalanması ve vefat edeceğinin tahmin edilmesi üzerine Müslüman olduğunu ilan etmiştir.
Yani Hz. Resulullah'ın (s.a.a) rıhletinden birkaç ay önce Müslüman olmuştur Muaviye! Bu nedenle de o Hazret'in yanında bulunmamıştır pek...
Kimilerinin zannettiği gibi Muaviye senelerce Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hizmetinde bulunmuş değildir asla!
Bu doğrultuda uydurulan hadislerin çoğu da, bizzat Muaviye'nin saltanatı zamanında ve onun altın keseleri sayesinde uydurulmuş olup Muaviye tarafından tezgahlanan propagandaların bir parçasıdır sadece.

Bir Alman bilim adamının Şeyh Muhammed Abduh'a "Muaviye, İslam'a fûtuhat kapılarını kapadı" dediği bilinmektedir.
Bu yerinde, ama başka nedenlere dayalı bir tespittir aslında.
Muaviye, İslam tarihinde dâhili savaşları başlatan ve bu çirkin bida'ti koyan insandır. Muaviye, kafirlere karşı çekilen kılıcı Müslümanlara karşı kullandırtmasaydı, dahili savaşlar değil, fütuhat sürecekti elbette!
Bunun yegane sebebi ise Muaviye'nin Müslümanlara "emir" olması bedbahtlığıdır!
İslam peygamberinin (s.a.a) hak vasisi de onunla uğraşmak zorunda kalmaz, iktidarının bütün zaman ve imkanlarını Muaviye'nin oyunlarını bozup onun saldırgan ordularının tecavüzlerine karşı koymaya harcamak mecburiyetinde olmazdı.
Dost görünümlü düşmanla savaşmak düşman görünümlü düşmanla savaşmaktan elbette ki daha zordur.
Evet, İslam ve insanlık tarihinin en yalın hakikatlerinden biridir bu:
Şam valisi Muaviye olmasaydı...
Daha yerinde bir deyişle Muaviye Şam valisi olmasaydı Müslümanlar yıllarca dahili savaşlara girip birbirini kırmakla meşgul olmayacak, bunun yerine İslamı bütün dünyaya yayacaklardı. O günlerde zaten hızla ilerleyip yayılmakta olan İslam bütün insanlığı kurtaracak, küfrün bedbahtlığına gömülen bir tek insan kalmayacaktı bugün!

Zulüm ve haksızlığın kökü kazınmış, adalet güneşi bütün insanlığın iliklerini ısıtmış olacaktı bugün...
Şam valisi olmasa, müminlerin emiri Hz. Ali (a.s) şehid edilmeyecekti.
Şam valisi olmasa Hz. Hasan (a.s) şehid düşmeyecekti.
Şam valisi olmasa Hz. Hüseyin (a.s) şehid olmayacaktı...
Hatta hiçbir mazlum, bir zalim tarafından öldürülemeyecekti artık.
Çünkü adalet egemen olduğu bir dünyada zalimin zulmedecek gücü kalır mı?
Mahrumiyet ve yoksulluk ortadan kalkar, yoksul kimse bulunmazdı o zaman...
Yeşil saraylarda yutulan ve sahabe olarak geçinenlerin -öldükleri zaman- zulalarından çıkarılan ve ancak baltayla kırılıp parçalanabilen külçe altınlar, İslam ümmetinin yoksullarına harcansa ve o muazzam servetler Ali'nin (a.s) adaletiyle kullanılmış olsaydı Müslümanlar içinde bir tek fakir insan kalır mıydı sahi?
Parası olmadığı için evlenemeyen genç kalır mıydı?
Muaviye Şam valisi olmasa kimsenin burnu dahi kanamaz, Yezid halife olmaz, İbni Ziyad, Şimr, Sa'doğlu Ömer...vb'leri olmaz bu kaatiller ve hainler bunca katliam ve cinayet işleyemezdi.
Muaviye'nin İslama soktuğu bid'atlerden biri de cebriye ve kadercilik ekolünü Müslümanlar arasında yaymasıdır. İşlediği zulümleri "kader" telakki ettirebilmek ve Müslümanları her vak'a karşısında salt teslimiyete yöneltmek için yapmıştı bunu. Böylece kimse onun icraatlarına karşı çıkmayacak ve iktidarı güvencede olacaktı!
Muaviye'nin üç günlük iktidar için İslama soktuğu bu bid'at, İslam ümmetine çok pahalıya mal olmuş, bugün bile çoğu Müslümanlar bu belaya müptelâ olmaktan kurtulamamıştır!
Yezid'in Kufe valisi İbni Ziyad'la Hz. İmam Hüseyin'in (a.s) biricik yâdigarı İmam Seccad Zeyn'ul Âbidin hazretleri (a.s) arasında geçen konuşma ve bu konuşma sırasında İbni Ziyad'ın söyledikleri, söz konusu bid'at konusunda yeterince bilgi vermektedir zaten...
 

ALI72

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Nis 2012
Mesajlar
219
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
51
Bu yaziya bir gerek yoktu bir risale kadarda yazi yazmissin.Bu yazi insanlari ona karsi sogutur sende insanlari hz. muaviye´ye karsi böyle mi olmasini mi istiyorsun bu yaziyi neden acip bir eklemektesin bir amacin mi var bu konuda senin niyyeti suanda merak etmekteyim.Rica etsem bu konuda bana bir yazarmisin bir aciklama yaparsan sevinirim böyle olursa ayni zamanda bunuda bir bilmis olacagim insallah.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
yazı çok uzun olduğu için okuyamadım
ama çok başka biliyorum ama yine elimden geldikçe kısa kısa yazacam
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Hz. Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hz.Muaviye’ye bıraktı. Onu halife olmaya layık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı. Onunla harp ederdi. Hz. Hasan, layık olmayan birine hilafeti bıraktı, demek, Hz. Hasan’ı kötülemek olur. (H.S. Vesikaları)

Hadis imamlarından İbni Asakir bildiriyor ki:
Resulullah, Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!) buyurdu.

Hz. Ali, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) hadis-i şerifini hatırlasaydım, Muaviye ile savaşmazdım buyurdu. İmam-ı Beyheki de diyor ki: Hz. Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, (Ümmetimden bazıları, Eshabımı kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye)
 

ALI72

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Nis 2012
Mesajlar
219
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
51
Eline saglik güzel bir paylasim yapmissin sen sag ol Behiye kardesim.
 
K

kerrar11

Bu yaziya bir gerek yoktu bir risale kadarda yazi yazmissin.Bu yazi insanlari ona karsi sogutur sende insanlari hz. muaviye´ye karsi böyle mi olmasini mi istiyorsun bu yaziyi neden acip bir eklemektesin bir amacin mi var bu konuda senin niyyeti suanda merak etmekteyim.Rica etsem bu konuda bana bir yazarmisin bir aciklama yaparsan sevinirim böyle olursa ayni zamanda bunuda bir bilmis olacagim insallah.

muaviyenin yaptıklarını anlatıyorum.Bundan maksatım muaviyenin gerçek yüzünü tanımanızdır.
 
K

kerrar11

Hz. Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hz.Muaviye’ye bıraktı. Onu halife olmaya layık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı. Onunla harp ederdi. Hz. Hasan, layık olmayan birine hilafeti bıraktı, demek, Hz. Hasan’ı kötülemek olur. (H.S. Vesikaları)

Hadis imamlarından İbni Asakir bildiriyor ki:
Resulullah, Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!) buyurdu.

Hz. Ali, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) hadis-i şerifini hatırlasaydım, Muaviye ile savaşmazdım buyurdu. İmam-ı Beyheki de diyor ki: Hz. Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, (Ümmetimden bazıları, Eshabımı kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye)

Hz. Hasan a.s ın muaviye ile anlaşmasının sebepleri:

Dünya liderleri ve büyükleri vaziyet ve şartları, amaç ve görüşlerinin tersine görünce, iki yol ayrımında kendilerine daha az zararlı olan yolu seçmeye çalışırlar. Bu, siyasi ve sosyal hesaplarda temel bir ilkedir.
İmam Hasan (a.s) da buna binaen üstün hedeflerini mümkün olduğu yere kadar nispeten temin etmeye çalışıyordu.

Bu nedenle Muâviye ile uzlaşma zorunda kalınca, birinci maddede olduğu gibi Kur’ân kanunları ve Peygamber (s.a.a)’in yöntemiyle İslam toplumunu yönetmesini şart koşarak yönetimi kendisine bıraktı. Açıktır ki, İmam’ın düşüncesi sadece iktidarı ele geçirmek ve İslam hükümeti kurmak değildi, asıl hedefi; toplumda İslam kanunlarını korumak ve toplumun bu kanunlara göre yönetilmesiydi. Eğer Muâviye bu şekilde yönetseydi, yine de bir yere kadar (İmam Hasan’ın) asıl hedefi temin edilmiş olurdu.

Ayrıca, ikinci madde gereğince, Muâviye’nin ölümünden sonra Hasan bin Ali (A.S) özgürce İslam toplumunun liderliğini üstlenebilirdi. Muâviye’nin, İmam’dan 30 yaş büyük olmasına[1] ve yaşlılık dönemini geçirmekte olmasına binaen, normal şartlarda ömrünün çok daha uzun olacağına pek fazla ümit yoktu. Buna göre; bu şart normal şartlar dahilinde ne kadar İslam ve Müslümanlar’ın yararınaydı, açıklığa kavuşmaktadır.
Diğer maddeler de kendi başlarına ehemmiyete haizdirler. Çünkü Emire’l-Müminin (a.s)’a Cuma namazında ve diğer namazlar kılınıyorken utanmazca küfür ve sebbedildiği ve bu işin bir bidat olarak toplumda kökleştiği, hazretlerinin Şiaları, sevenleri ve Peygamber ailesi efradı her yerde takip edilip tehdit ve işkence edildiği bir sırada, böyle zor şartların hüküm sürdüğü bir halde, Muâviye’den böyle bir taahhüt almanın değeri inkar edilemez.


KUFE’DE TOPLANTI

Barış anlaşması yapıldıktan sonra taraflar birlikleriyle birlikte Kufe’ye gelerek şehrin büyük camisinde toplandılar. Tarafların liderlerinin, halkın huzurunda yapacakları konuşmalarla anlaşma maddelerinin teyit edileceği, hiçbir kuşku ve tereddüt bırakılmayacağı bekleniyordu.
Bu beklenti yersiz değildi. Konuşma yapılması barış programının bir parçasıydı. Bu nedenle Muâviye minbere çıkıp bir hutbe okudu. Ama hutbesinde, sadece barış maddelerine bağlı kalacağını tekit etmemekle kalmayıp, küçümseyici bir tavır ve hakaret dolu sözlerle şöyle dedi:
“Ben sizinle, namaz kılıp haccedesiniz ve zekat veresiniz diye savaşmadım! Çünkü bunları yapacağınızı biliyorum; sizinle bana itaat edesiniz ve size hükümet edeyim diye savaştım.”
Sonra:
“Biliniz ki, Hasan b. Ali ile yapmış olduğun anlaşma ve şartlar ayaklarımın altındadır ve hiçbir değeri yoktur.”[2]
Böylece Muâviye tüm taahhütlerini ayakları altına alıp anlaşma konusunu açıkça ihlal etmiştir.


MUÂVİYE’NİN İŞLEDİĞİ CİNAYETLER

Muâviye bu politikasını ilan ettikten sonra, eski tutumunu değiştirmediği bir yana, baskılarını daha da şiddetlendirdi ve cinayetlerini daha da artırdı.
O, Emire’l-Müminin (a.s)’ın mukaddes şahsiyetine hakaret etme bidatını öncekinden daha çok yaygınlaştırdı. Ali Şiaları ve vefalı dostlarına dünyayı daha da dar etti. “Huce b. Adiyy” gibi büyük şahsiyetleri ve İslam ricalini katletti. Ali (a.s)’ın izleyicilerine işkence verip öldürtmeyi ve daha çok baskı uygulamayı giderek artırdı. Öyle ki Şiiler genellikle ya hapiste, ya sürgünde veyahut ev ve ailelerinden uzakta baskı ve zulüm altında yaşıyorlardı.
Muâviye, sadece Ali (a.s) ve taraftarlarının saygı ve haklarını korumamakla, bu maddeye uymamakla kalmayıp “Darabecurd” vergisine ait maddeyi de ihlal etmiştir.
Taberi bu konuda şöyle yazmaktadır:
“Basra halkı, Darabecurd vergisini vermeyip, bu mal Beytü’l-Mal’a dolayısıyla bize aittirler dediler.”[3]
İbni Esir de şöyle yazıyor:
“Basra halkı, Muâviye’nin emriyle Darabecürd vergisi vermeyip imtina ettiler.”[4]

HALKIN BİLİNÇLİLİĞİ

Peşpeşe yapılan savaşlar sebebiyle oldukça yorgun ve bitkin düşen, Muâviye unsurlarının aldatıcı vaatler vererek yaptıkları kötü propagandaların etkisinde kalan, reislerini izleyerek barışa ümit bağlayan halk uyanık ve bilinçli olmalıydı. Savaş sonuçlarına dayanamayacaklarını belirtirlerken, Muâviye’nin, aldatıcı vaatlerine kanmak ve reislerini körükörüne izlemekle nasıl bir yanılgıya kapıldıklarının farkına varmalıydılar. Bu da ancak, yaptıklarının tehlikeli ve uğursuz sonuçlarını ve etkilerini görmeleriyle mümkündü.
Ayrıca Müslümanlar pratikte Emevi hükümetinin asıl çehresini, Emevi hükümetinin uyguladığı baskı, zulüm, mahrumiyet rejimini anlamalıydılar.

Gerçekte, İmam Hasan (a.s) ve samimi dostlarının tarihin o hassas döneminde yapmaları gereken şey; bu gerçekleri tüm çıplaklığı ile halkın gözleri önüne sermek suretiyle akıllarının ve düşüncelerinin bu acı gerçekleri idrak etmelerini sağlamak ve Emevi hükümetine karşı ayaklanmaya hazırlamaktı.
Buna göre İmam Hasan (a.s)’ın barış yapması omuzlarındaki sorumluluktan kurtulmak için değildi, aksine mücadeleyi başka bir alanda başlatmak içindi.
Nitekim barış anlaşmasından sonra vukubulan olaylar bu hususa yardımcı olarak Iraklıları şiddetle sarsmıştır.

Taberi şöyle yazıyor:
“... Muâviye (ateşkesten sonra) “Nuhayle” (Kufe yakınlarındaki bir yer)de karargah kurdu. Bu sırada Muâviye’ye isyan eden bir grup Havaric Kufe şehrine girdi. Muâviye üzerlerine Şamlılardan oluşan bir askeri birlik gönderdi. Havaric bu birliği yenerek etkisiz hale getirdi. Bunun üzerine Muâviye; Kufe halkına, Havaric’i ezmelerini emretti, eğer Havaric’le savaşmazlarsa güvende olmayacaklarını da bildirdi.”[5]
Böylece, Emire’l-Müminin ve İmam Hasan ile birlikte olup savaşmaya hazır olmayan Kufeliler, ortak düşmanları Muâviye tarafından, Havariç ile savaşmak zorunda kaldılar! Bu da, Muâviye hükümetinde, arzuladıkları barış ve asayişe hiçbir zaman ulaşamayacaklarını göstermiştir.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Sulhü’l-Hasan âl-i Yasin, S.27-28.

[2] - Şerh-i Nehcü’l-Belağa, İbni Ebi’l-Halid, C.16, S.15.
- Makatikü’t-Talibin, Ebu’l-Ferec İsfehani, Necef Baskısı, 1385 H., S.45.
- el-İrşad, Şeyh Müfid orijinali S.191, Türkçesi 1996 İstanbul Baskısı.
- Ebu’l-Fereci Muâviye’nin bu hutbeyi Kufe’ye girmeden söylediğini kaydetmektedir.

[3] M. b. Carir Taberi; Tarihü’l-Ümemi ve’l-Müluk, Beyrut Baskısı. C.6, S.95.

[4] İbni Esir, el-Kamil-ü fi’t-Tarih, Beyrut Baskısı, C.3, S.405. Belazeri bunu şöyle kaydetmiştir:
“Muâviye, Basra valisine halkı Hasan b. Ali aleyhine kışkırtmasını emretti o da öyle yaptı ve sonuçta halk (Darabecurd) vergisini vermeyip bu mal Beytü’l-Mal’a aittir. Neden onu başkalarına verelim, dediler.” Ensabü’l-Eşraf, Tah. Şeyh Muhammed Bagır Mahmudi, 1397 H., S.47.

[5] Tarihü’l-Ümemi ve’l-Müluk, Taberi, Beyrut Baskısı, C.6, S.95.
 
K

kerrar11

Hz. Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hz.Muaviye’ye bıraktı. Onu halife olmaya layık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı. Onunla harp ederdi. Hz. Hasan, layık olmayan birine hilafeti bıraktı, demek, Hz. Hasan’ı kötülemek olur. (H.S. Vesikaları)

Hadis imamlarından İbni Asakir bildiriyor ki:
Resulullah, Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!) buyurdu.

Hz. Ali, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) hadis-i şerifini hatırlasaydım, Muaviye ile savaşmazdım buyurdu. İmam-ı Beyheki de diyor ki: Hz. Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, (Ümmetimden bazıları, Eshabımı kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye)

hz Hasan a.s ın ordusundaki komutanlar şamın altınlarıyla kandırıldı. ve peygamberin s.a.v ciğer paresini tek bıraktılar. Başka çaresi kalmadığı için bu anlaşmayı yapmak zorunda kaldı. bu anlaşmanın şartlarnıda yukarıya yazdım.
 
K

kerrar11

Muaviye'nin kendi hükümeti boyunca işlediği korkunç cinayetlerden bîri de Rasulullan (s.a.a.)'in reyhanesi olan İmam Hasan Mücteba (a.s.)'ı şehit etmesi idi. Bu facianın izleri açıkça tarihte görülmektedir. Bu cinayet şöyle gerçekleşti. Muaviye haince bir komplo düzenleyerek ve Aş'as b. Kays'ın kızı (o hazretin karısı) gibi fasit bir aletten yararlan*makla imamı zehirliyerek şehit etti. Böylece siyasi hayatı boyunca şeytanî, ahit bozucu, ikiyüzlülük ve nifak çehresini defalarca gösteren Muaviye'nin iç yüzü bu cinayeti işlemekle her zamankinden daha açık bir şekilde herkesin gözleri önünde sergilendi.



Tarih, bu mevzuu yeterince isbat etmiştir64. Taberi, İmam Mücteba (a s.)'a defalarca zehir yedirildiğini, her defasında kurtulduğunu ve nitekim son defasında ciğeri parçalanarak bu parçaların ağzından gelip böylece dünyadan göçtüğünü" Ümmü Bekr bint-i Musavverden nakletmiştir66.



Buna rağmen herhangi bir delille Beni Ümeyye'yi savunma kastı olan İbn-i Haldun gibi mutaassıp kimseler bu vakanın temelsiz ve zayıf olduğunu niteleyerek şöyle yazıyor:



"Hasan b. Ali (a.s.)'ın Muaviye eliyle zehirlendiği hakkın*da nakledilen rivayeti şia uydurmuştur ve haşa bu, Muaviye-'den beklenemez."66. Haliyle bu söz, İbn-i Haldun'un Mua*viye gibi mübhem ve çirkin bir çehreyi savunmakla İslam ta*rihinin -mefhumunu değiştiren bir takım özel din anlayış ve eğilimlerinden kaynaklanmıştır.



O hazretin defin merasimindeki mazlumiyeti daha çok dikkat çekmektedir. Ehl-i beyt, İmam Hasan (a.s.)'ın kendi vasiyeti gereğince, o hazreti peygamberin mezarı yanında defnetmek istedikleri zaman; Beni Ümeyye'den bir grubu peygamberin hanımı Ayşe ilebirtikte buna karşı çıktılar67. Bu sırada Mervan b. Hakem bu fitnecilerin arasından kalkıp "Os*man Baki'in en uzak bir yerinde defnedilmişken Hasan b. Ali (a.s.)'ın Rasulullah (s.a.a.)'in evinde defnedilmesine izin vere*ceğimi mi sanıyorsunuz?" dedi.



Fitneyi yaratan, katırının üstünde miras yoluyla eve sahip olduğunu iddia ederek canı pahasına bile olsa İmamın, Rasulullah (s.a.a.)'in kabrinin yaranda defnedilmesine engel olacağını bildiriyordu, oysa ki Mervan'ın kendiside



"Biz peygamberler miras bırakmayız" hadisini nakleden*lerden biriydi. -Üzücü bir öyküsü olan- bu çekişmeden son*ra nitekim mazlum şehidi Baki'de toprağa gömdüler. İmamın şehadeti muhtemelen,Hicri 49 ve 51 yıllan arasında gerçek*leşti. Rasulullah (s.a.a.)'in bu reyhanesinin mateminde, bize gelip yetişen rivayetlere göre çoğusu ensarın evlatlarından olan Medine halkı yas tutup Medine'nin pazarlarını tatil etti*ler68. Taberi'nin naklettiğine göre Beni Haşim kadınları bir ay yas tuttular ve bir yıl kadar da süslenmekten sakındılar.


Taberi'nin İmam Bakır (a.s.^dan naklettiğine göre halk yedi gün Hasan b. Ali (a.s.)'a ağlayıp pazarları açmadılar89. İmam Mücteba (a.s.)'ın Baki'de toprağa verilmesi merasiminde bir iğnenin yere düşmeyecek kadar kalabalık halk topluluğunun olduğunu söyleyen yine Taberi'nin kendisidir.



Ömer b. Beşir Hamdani şöyle diyor: "İshak'tan halk ne zaman zelil oldular diye sorunca "İmam Hasan (a.s.)'ın şahadetinden, Ziyad'ın (Muaviye ile kardeşlik) nasebi iddia edildikten ve Hücr b. Adiy öldürüldükten sonra cevabını verdi."70








61) el-Kamil-u fi Züefair' Rical (Ibn-i Adiy), c: 3, s: 1187.

62) et-Tarih-ul KebMBuhari), c: 8, c:(407.,

63) Rabi'ul-Ebrar (zimahşeri), c: 1. s: 722.

64) Muruc-uz Zeheb (Mas'ûdi). c: 2, s: 50/el-lstiâb (ibn-u Abd-il Birr). c: 1, s: 389/Makatil-ut Talibin (İsfahanı) s: 48-49/Müstedrek (Hakim-i Nişabûri), c: 3, s: 173 ve 176/Ensab-ul Eşraf (Belazeri), c: 2, s: 55-68/ibn-i Eb-il Hadid, c: 16, s: 11/Tezkiret-ül Havas (Ibn-ul Cüzi) s: 11.

65) el-Muntahab min Zeyl-il Mûzîl (Taberi), s: 514-Mısır Dar-ul Maarif basımı.

66) el-lber (Iber-i Haldun), c: 2, s: 187.,

67) Makatil-ut Talibin, (Isfahani), s: 49/el-menakib (İbn-i Şehrâşub), C. 2, s: 175

68) Müstedrek (Hakim-i Nişaburi), c: 3, s: 173.

69) el-Muntahab min Zeyl-il Mûzîl. s: 514.

70) Makatil-ut Talibin (İsfahani), s: 50.
 
K

kerrar11

İbn-i Abbas'ın Muaviye İle Tartışması

Muaviye, Medine'de bulunduğu günlerde şehrin bazı yerlerini gezerken, Abdullah b. Abbas'ın da içlerinde oturmuş olduğu Kereyş'ten bir grupla karşılaştı. İbn-i Abbas hariç orada bulunanların hepsi Muaviye'ye saygı için yerlerinden kalktılar. Muaviye, İbn-i Abbas'ın ona ihtiram göstermemesinden rahatsız olarak şöyle dedi: "Ey İbn-i Abbas! Senin bu saygısızlığın, Sıffin savaşından dolayı kalbinizdeki kinin göstergesidir. Ey İbn-i Abbas! Amcam oğlu Osman, mazlum olarak öldürüldü (Siffin savaşı işte bundan dolayı idi)."
İbn-i Abbas: "Ömer b. Hattab da mazlum olarak öldürüldü. O halde onun mazlumiyetini telafi etmek için hilafeti oğluna teslim et!"
Muaviye: "Ömer'i müşrik birisi öldürdü."
İbn-i Abbas: "Osman'ı kim öldürdü?"
Muaviye: "Onu maalesef Müslümanlar öldürdü."
İbn-i Abbas: "Bu sözün sana bir cevap olup Osman'ın kanını da zayi etmektedir. Zira eğer Müslümanlar onu öldürmüşlerse, galiba onun kanının dökülmesini helal ve meşru bilmişlerdir."
Muaviye: "Ey İbn-i Abbas! Bizim, son günlerde İslam memleketinin her tarafına bildiriler yayınlayarak Ali'nin faziletlerinin anılmasını yasakladığımızı biliyor musun? Senin de artık susarak onun fazileti hakkında bir şey söylememen gerekir."
İbn-i Abbas: "Muaviye! Sen bizi, (Ali'nin faziletlerinin kendisinde yansıdığı) Kur'ân'ı okumaktan mı men ediyorsun?"
Muaviye: "Hayır, Kur'ân okuyabilirsiniz."
İbn-i Abbas: "Kur'ân'ın tefsiri nasıl; onu da okuyabilir miyiz?"
Muaviye: "Kur'ân'ı tefsir ve tevil etmemelisiniz."
İbn-i Abbas: "Sen Kur'ân'ın zahirini okumamızı ama ALLAH'ın isteği olan mana ve kavramından gafil olmamızı mı istiyorsun?"
Muaviye: "Evet, sadece Kur'ân'ın zahiriyle yetininiz."
İbn-i Abbas: "Acaba Kur'ân'ın zahirini okumak mı bize gereklidir, yoksa onun manasına göre amel etmek mi?"
Muaviye: "Onun manasına göre amel etmek daha önemlidir."
İbn-i Abbas: "Kur'ân'ın manasını idrak etmeden onunla nasıl amel edebiliriz."
Muaviye: "Kur'ân'ın tevil ve tefsirini, sen ve senin ailen gibi tefsir ve tevil etmeyen kimselerden öğrenmen gerekir."
İbn-i Abbas: "Evet, bizim ailemizde nazil olan Kur'ân'ın tefsirini, Âl-i Ebi Süfyan, Yahudi ve Hıristiyanlardan öğrenmemiz gerekirmiş!"
Muaviye: "Bizi Yahudi ve Hıristiyanlarla aynı sıraya mı koyuyorsun?"
İbn-i Abbas: "ALLAH'a andolsun ki, sen Müslümanları Kur'ân yoluyla ALLAH'a tapmaktan menettiğin ve Kur'ân'ın emir ve nehyini, helal ve haramını, nasih ve mensuhunu, âmm ve hassını, muhkem ve müteşabihini anlamalarını yasakladığın andan itibaren seni Yahudi ve Hıristiyanlarla aynı mesabede gördüm. Zira Müslümanlar bu kavramlardan gaflet ederlerse, helaket, dalalet ve şaşkınlık içerisinde kalırlar.
Muaviye: "İstediğiniz kadar Kur'ân okuyunuz ama sizin aileniz hakkında olan Kur'ân ayetleri ve Peygamberin hadislerinden söz etmeyiniz."
İbn-i Abbas: "Onlar ALLAH'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Oysa ALLAH, kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile."(2)
Muaviye: "Ey İbn-i Abbas! Sözü kısa kes ve sus. Eğer tahammül edemiyorsan, o zaman gizli konuş ve sözün başkalarına ulaşmasın."
Muaviye oturduğu eve döndüğünde, İbn-i Abbas'ın kalbini elde etmek ve onun Beni Ümeyye'ye karşı muhalefet ve nefretini azaltmak için ona beş bin dirhem(3) gönderdi."(4)


Ziyad'ın Kufe Valiliğine Atanması

Süleym b. Kays şöyle diyor: Muaviye bu tarihten itibaren, Ehl-i Beyt ve taraftarlarından bir ismin bile baki kalmayacağına mutmain olana dek Hz. Ali (a.s)'ın şiilerine baskıyı artırmayı ve onları işkence ve eziyetlere tabi tutmayı kararlaştırdı. Bu baskı ve işkencelerde Kûfe halkının musibet, bedbahtlık ve zavallılıkları herkesten daha çoktu. Çünkü Hz. Ali (a.s)'ın Kûfe'deki şiaları diğer yerlere oranla daha fazla olduğundan dolayı Ebu Süfyan'ın oğlunun oraya olan baskısı da diğer yerlerden daha fazla idi. İşte bundan dolayı Kûfe'nin hükümet ve valiliğini Ziyad b. Sumeyye'ye verdi, Basra'yı da ona ilave etti.
Ziyad da, Muaviye'nin bu muhabbet ve fevkalâde lütfü karşısında, Hz. Ali (a.s)'ın şiilerini ortadan kaldırmada kusur etmedi. Şiileri gördüğü yerde öldürdü. Böylece Hz. Ali (a.s)'ın şiilerinin kalbinde büyük bir korku ve dehşet yarattı. Onların el ve ayaklarını kesiyor, gözlerini ise çanağından çıkarıyordu. Bu cinayetler neticesinde Hz. Ali (a.s)'ın şiileri Irak'tan firar edip uzak yerlere dağıldılar ve kendi inançlarını halktan saklamaya çalıştılar. Velhasıl Kûfe'de meşhur ve tanınmış şiilerden hiç kimse baki kalmadı.

Muaviye'nin Genelgeleri

Süleym b. Kays şöyle diyor:
"Ebu Süfyan'ın oğlu Muaviye, valilerine şöyle emretti: Ali'nin evlatları ve şiilerinin tanıklığı kabul edilmemelidir. Bulunduğunuz yerlerde Osman'ın mensupları ve taraftarlarından veya onun fazilet ve menkıbelerini nakleden kimselerden biri bulunduğunda resmi yerlerde ihtiram ve ikram görmeleri hususunda ihmalkârlık yapılmamalıdır. Osman'ın menkıbe ve faziletlerine dair nakledilen sözler, nakledenin hususiyetleriyle birlikte Şam'da Muaviye'nin sarayına bildirilmelidir.
Valiler bu emirlere göre hareket ettiler. Osman'ın faziletlerinden bir cümle bile nakleden kimseler hakkında dosyalar tuttular, onlara birçok hak ve imtiyazlar tanıdılar. Bu durum Osman'ın hakkında birçok şeyin nakledilmesine sebep oldu. Çünkü bu çeşit hadisleri nakleden kimseler, Muaviye'nin özel bağış, hediye ve mükâfatlarından yararlanıyorlardı.
Muaviye'nin bu bağışları, bahşişleri ve valilerin teşvikleri neticesinde, bütün İslam şehirlerinde hadis uydurmak yaygınlaştı. Kim olursa olsun, Osman'ın fazileti hakkında Muaviye'nin valilerinin yanında hadis naklettiği zaman sözü hemen kayıtsız şartsız kabul ediliyor, adı mükâfat ve bağış defterine kaydediliyordu ve başkaları hakkında şefaati (aracılığı) de kesinlikle reddedilmiyordu."
Süleym b. Kays sözünün devamında şöyle diyor:
"Muaviye, Osman'ın hakkında bir müddet hadis nakledildikten sonra valilerine şöyle yazdı: "Osman hakkında çok hadisler nakledildi, ülkenin her tarafına yeterince ulaştı, bu genelge ulaşır ulaşmaz halkı, sahabenin ve iki halifenin (Ebu Bekir ve Ömer) faziletleri hakkında hadis nakletmeye ve "Ebu Turab" (Hz. Ali a.s)'ın hakkında nakledilen her hadis ve faziletin bir benzerini, sahabenin hakkında da vazetmeye (uydurmaya) davet edin. Bu iş benim hoşnutluğuma, gözümün aydınlanmasına, "Ebu Turab" ve şiilerinin ezilmesine sebep olacaktır."
Bu mektubun metni halka okundu ve onun içeriği halkın arasında yayılınca sahabelerin menkıbe ve faziletleri, hakkında uyduruk ve hakikatlerden uzak çok sözler nakledildi. Halk bu sözleri nakletmekte çok ciddiyet ve gayret gösterdi; öyle ki bu uyduruk faziletleri minberlerde ve namaz hutbelerinde insanlara okudular ve Müslümanlara, onları çocuklarına öğretmeleri için tavsiyede bulundular. Bu faziletler, Kur'ân ayetleri gibi çocuklara ezberletilmeye çalışılıyordu. Hatta kızlara, kadınlara ve kölelere bile bunlar öğretildi. Bir müddet de böyle geçti.
Süleym b. Kays daha sonra şöyle diyor:
Muaviye ve uşaklarının iki halife ve sahabenin faziletleri hakkında hadis uydurma hususundaki tutumundan bir müddet geçtikten sonra Muaviye, valiler ve uşaklarına şu içerikte üçüncü bir genelge çıkardı: "Dikkatli olun, kim ki Ali ve ailesinin dostluğuyla itham edilir ve bu ithama da en küçük bir delil bulunursa, onun ismini hukuk ve meziyetler divanından silin ve payını beyt'ul-maldan kesin."
Muaviye bu genelgenin ardından, şu içerikte diğer bir genelge de yayımladı: "Ali hanedanının dostluğuyla suçlanan herkesi baskı altına alın, diğerlerine ibret olması için de evini başına yıkın."
Süleym b. Kays sonra şöyle ekliyor:
"Irak halkı, özellikle de Kûfe halkı (ömürlerinde) bundan daha büyük bir musibet görmediler; çünkü Hz. Ali (a.s)'ın şiaları, bu emir gereğince valilerin ağır baskıları ve sert davranışları sebebiyle büyük bir korku içerisinde yaşıyorlardı; hatta bazen, Ali (a.s)'ın şialarından bazıları birbirlerinin evlerine gittiklerinde, köle ve hizmetçilerinin korkusundan misafirlerine bir söz söyleyemiyorlardı; ancak hizmetçilerine yemin ettirdikten ve onlardan söz aldıktan sonra sözlerini söyleyebiliyorlardı. İşte böylece Ali ve hanedanını yeren (birçok) uyduruk hadisler ortaya çıkmış oldu. Muhaddisler, kadılar ve valiler de bu uyduruk hadislere uydular. Bu İlahi imtihanda herkesten daha bedbaht olanlar da riyakâr ve imanları zayıf olan muhaddislerdi; çünkü onlar zalim yöneticilere yakınlaşmak ve dünya malına kavuşmak için hadis uyduruyorlardı. Bir süre geçtikten sonra bu yalan ve uydurma hadisler, yalan ve iftiradan münezzeh olan dindar ve takvalı insanların da eline ulaştı. Onlar da saflıklarından dolayı bu hadisleri hüsn-ü zanla kabul edip başkalarına naklettiler, ki eğer hadislerin batıl ve uydurma olduğunu bilselerdi kesinlikle onları nakletmezlerdi."(5)

Sonra Süleym b. Kays şöyle diyor:
"Bu baskı, sıkıntı ve zulüm böylece devam etti. Ama Hasan b. Ali (a.s)'ın şahadetinden sonra(6) durum daha da kötüleşti, bela ve musibetler daha da arttı. ALLAH'ın dostları daima korku ve dehşet içerisinde yaşıyorlardı; çünkü onlar ya öldürülüyorlardı veya şehir ve diyarlarından uzak yerlerde gizli bir şekilde yaşamak zorunda kalıyorlardı. Ama onların bu durumlarına karşın ALLAH düşmanları her yönden serbest idiler; istedikleri zulmü yapıyor ve diledikleri bid'ati icat ediyorlardı.
Süleym sözünün devamında şöyle diyor:
İşte böyle bir durumda ve Muaviye'nin ölümünden iki yıl önce(7) Hüseyin b. Ali (a.s), Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Cafer'le birlikte bir hac seferi yaptı ve Mekke'de Benihaşim'in erkek ve kadınlarına ve bir grup Ensar'a davet çağrısında bulundu ve onların hepsini, Resulullah (s.a.a)'in sahabesini, tabiinden olan sadık ve dürüst kişileri Minâ'da teşkil olacak olan toplantıya katılmaları için davet etmekle görevlendirdi.
Davet edilenlerin sayıları bini aşıyordu,( bunlar Minâ'da İmam (a.s)'ın çadırında toplanınca, İmam (a.s) sohbet etmeye başladı ve ALLAH'a hamd-u sena ettikten sonra şöyle buyurdu:
"Siz, bu azgın zorbanın (Muaviye'nin) bize ve şiilerimize reva gördüğü cinayetlerden haberdarsınız, onun yaptığı zulümlere şahitsiniz. Şimdi ben (babam hakkında) bazı sözler söyleyeceğim. Eğer doğru ise tasdik edin, doğru değilse kabul etmeyin. Sözümü dinleyin, onları yazın ve hatırlatmalarımı da unutmayın; kendi şehir ve diyarlarınıza döndüğünüzde öğrendiğiniz şeyleri kendi kabilelerinize, güvendiğiniz aşiretlerinize, itimat ettiğiniz dost ve tanıdıklarınıza anlatın; çünkü ben bu dinin saptırılmasından ve hakkın yok olmasından korkuyorum. Fakat kâfirler hoşlanmasa da ALLAH kendi nurunu tamamlayacaktır."
Süleym diyor ki: İmam Hüseyin (a.s) konuşmasını bitirdikten sonra da: "ALLAH aşkına, bu seferden döndükten sonra benim sözlerimi güvendiğiniz kişilere ulaştırın" diye tekitte bulundu.
Bu esnada İmam (a.s) minberden aşağı indi ve toplantıya katılanlar da onun sözlerini halka ulaştırma azmiyle dağıldılar.

Süleym b. Kays Kimdir?

Mübarek ismi "Süleym", lakabı "Hilalî", künyesi ise "Ebu Sadık" olan Süleym b. Kays Kufeli'dir. Süleym b. Kays, hadis ravilerinden ve Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'ın özel ashabından ve o hazretin emrinde Sıffîn savaşına katılan kimselerdendir.
Süleym b. Kays-i Hilalî, Hz. Ali (a.s)'dan ilave İmam Hasan-ı Mücteba (a.s)'dan İmam MUHAMMED Bâkır (a.s)'a kadar Ehl-i Beyt İmamlarından dört tanesini de görmüştür. Emir'ul-Muminin Ali (a.s)'ın özel Şiileri gibi, o da Haccac b. Yusuf tarafından aranınca kendi şehir ve bölgesinden firar ederek Eban b. Ayyaş'a sığınmıştır. Onun evinde bir müddet gizi yaşadıktan sonra hicretin 90. yılında dünyadan göç etmiştir.
Rical alimleri Süleym b. Kays'ı, manevî şahsiyetlerden, Ehl-i Beyt dostlarından ve birinci sınıf ravilerden biri olarak tanıtmışlardır. O, rivayet ettiği hadisleri ya direkt olarak Ehlibeyt İmamlarından veya Selman, Ebuzer ve Mikdad gibi özel şahsiyetlerden almıştır.
Onun kitabı, Şia aleminde ilk telif olan(9) ve asırlar boyunca alim ve muhaddislerin istifade ettikleri kaynak kitaplardan sayılmaktadır. Bu kitap, Süleym b. Kays'ın ölüm vakti Eban b. Ayyaş'a teslim edilen ve metni ise Eban vesilesiyle İmam Seccad (a.s)'ın huzurunda okunan ve İmam (a.s) tarafından teyit edilen kitabın aynısıdır. İmam (a.s), o kitabın hadisleri hakkında şöyle buyurmuştur: "Süleym rahmetullahi aleyh, doğru söylemiştir; bunlar, bizim bildiğimiz sözlerdir."
Süleym b. Kays'ın hadisleri, Kütüb-ü Erbea'da(10) ve diğer güvenilir kaynak kitaplarda nakledilmiştir. Her ne kadar Süleym'in şahsiyeti ve onun kitabının önemi hakkında konuşmak müstakil ve geniş bir bahis gerektirse de biz bazı rical alimleri ve muhaddislerin, hakkındaki söz ve teyitlerini özetle nakletmekle yetiniyoruz:
1- Büyük muhaddis Ahmed b. MUHAMMED-i Berkî(11) (Ö:274) şöyle diyor: "Süleym b. Kays, Emir'ul-Muminin Ali (a.s)'ın ashabının(12) evliyalarındandır."(13)
2- Sikat'ul-İslam Kuleynî (Ö:328) "Kafi" adlı kitabının çeşitli bablarında(14) Süleym b. Kays'tan, itikat ve ahkamla ilgili birçok hadis nakletmektedir. Önemli olan bir nükte de şu ki, merhum Kuleynî, Süleym'in rivayetlerini, birkaç bab hariç kitabının diğer bütün bablarının evvelinde getirmiştir. Bunun kendisi de, onun rivayetlerinin diğer rivayetlerden daha çok bu büyük muhaddisin dikkatini çektiğini gösteren diğer bir delildir. Çünkü merhum Kuleynî'nin, "Kafi" kitabının bablarından her birinin ileriye alınıp geriye atılmasındaki ölçü ve metod, senet açısından sağlamlıkları ve metindeki açık ifadeleri olmuştur. İşte bu yüzden görüyoruz ki, Kafi kitabının son bablarında yer alan bazı rivayetler müphem ve mücmeldirler; bundan dolayı onların tefsir ve izah edilmeleri gerekir.
3- "Gaybet-i Nu'manî" kitabının sahibi muhaddis Muhammd b. İbrahim-i Nu'manî(15) (Ö:385), Süleym b. Kays'ın kitabından birçok rivayet naklettikten sonra şöyle diyor: "Şia alimleri ve muhaddislerinin, Süleym b. Kays'ın kitabının en büyük ve en eski kaynaklardan biri olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Geçmiş alim ve muhaddislerimiz onun sözlerini nakletmişlerdir. Zira o kitapta mevcut olan bütün hadisler, ya müstakimen Resulullah (s.a.a)'den veya Emir-ul Müminin Hz. Ali (a.s)'dan veya Selman, Ebuzer ve Mikdad gibi Resulullah (s.a.a)'i ve Emir-ul Müminin Ali (a.s)'ı görüp de onlardan hadis öğrenen kimselerden alınmıştır."
Yine şöyle vurguluyor: "Süleym b. Kays'ın kitabı, Şia'nın güvenilir kaynaklarındandır. Şia alimleri sürekli olarak onun kitabının sözlerinden yararlanmaktadırlar"(16)
4- Şeyh'ut-Taife (diye lakap almış olan) Şeyh Tusî (Ö:460) şöyle diyor: "Künyesi Ebu Sadık olan Süleym b. Kays-i Hilalî'nin (çok değerli) bir kitabı vardır..."
Daha sonra Eban b. Ayyaş ve İbrahim-i Yemani tarikiyle Süleym b. Kays'a ulaşan hadis senedinin silsilesini nakletmektedir.(17)
5- Allame Hillî (Ö:726) şöyle diyor: "Süleym b. Kays-i Hilalî'ye gelince; Keşşî, ondan pek çok hadisler nakletmiştir ki bunun kendisi, onun şahsiyetinin büyüklüğü ve kitabının sıhhatine bir delildir.(18)
6- Uzman muhaddis Şeyh Hürr-i Amilî (Ö:1104), Allame Hillî'nin, Süleym'in şahsiyetinin teyidi ve kitabının sağlıklı oluşu hakkındaki sözünü ve Berkî'nin, "Süleym, Emir'ul-Müminin Ali (a.s)'ın ashabının evliyalarındandı" şeklindeki ifadesini naklettikten sonra: "Kaza babında, Süleym'in kitabının İmam Seccad (a.s)'a gösterildiğine değindik" diyor.
7- Allame Meclisi de şöyle diyor: "Süleym b. Kays'ın kitabı son derece meşhurdur. Bazıları onu zayıf göstermeye çalışmışsa da gerçek şudur ki, söz konusu kitap güvenilir usul ve kaynak kitaplardandır."(19)
Diğer bir yerde de, söz konusu kitabın sened silsilesinin iki yolla Süleym b. Kays'a ulaştığını, Süleym vesilesiyle onun intikal niteliğini (ölüm anında Eban b. Ayyaş'a teslim ettiğini) ve Eban vasıtasıyla da onun İmam Seccad (s.a)'a gösterildiğini Süleym'in kitabının önsözünde yer alan aynı tafsilatla beyan etmektedir.(20)
____________________
Kaynakça ve açıklamalar:
1 - Abdullah b. Abbas; Resulullah (s.a.a)'in ashabından ve Emir'ul-Muminin Ali (a.s)'ın muhlis ve özel yaren ve öğrencilerindendi. Onun ilmi şahsiyeti ve İmam Ali (a.s)'a karşı olan sevgisi Ehl-i Sünnet ve Şia arasında meşhurdur. O, Emir'ul-Muminin Ali (a.s)'ın savaşlarına katılmış ve O Hazret tarafından önemli sorumluluklar üstlenmiştir. İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s)'ın da yakın ve samimi yarenlerinden sayılmaktadır. İbn-i Abbas, hicretin 68. yılında vefat etmiştir. Onun biyografisini okumak isteyenler Tenkıyh'ul-Mekal, Mucem-u Rical'il-Hadis, Usd'ul-Ğabe, el-İsabe ve diğer rical kitaplarına bakabilirler.
2 - Saf/8.
3 - Bir nakle göre yüz bin dirhem göndermiş.
4 - Gerçi tarihçiler, Muaviye'nin Medine'de birkaç gün kalmasını ve bu şehrin ileri gelenleriyle görüşmesini normal bir olay olarak nakletmişlerdir. Ama onun sonraki karar ve teşebbüslerinin, ciddi ve aşırı bir şekilde İslam topraklarında icra olması, bu meselenin önceden düzenlenmiş bir program olduğunu göstermektedir. O bu hareketiyle, Sıffin savaşı, Hz. Ali'nin şahadeti, İmam Hasan'ın sulhu ve bu üç önemli olayın doğurduğu siyasi ve içtimai neticelerden sonra Müslümanların düşüncelerinin ne olduğunu öğrenmek istemiştir. Muaviye bu hareketinde, vahşet ve baskı oluşturmakla, geniş çapta kültürel ve propaganda yoluyla Ehl-i Beyt'in aleyhinde bir çalışma başlatmasını gerekli görmüştür.
5 - Kitab-ı Süleym b. Kays, Dar'ul-İslamiyye baskısı, s. 206; Şerh-i İbn-i Ebi'l-Hadid, c. 11, s. 44, 46.
6 - Hicretin 50. yılında.
7 - Süleym b. Kays'ın kitabının bazı nüshalarında "bir yıl", bazı nüshalarında ise "iki yıl" zikredilmiştir. Ama İhticac kitabının metninde iki yıl nakledilmiştir.
8 - Tabersi, o toplantıya katılanların bin kişiden fazla olduğunu yazıyor (ekser min elf recul).
9 - İlk telif olan kitap "Sünen-i İbn-i Ebi Rafi"dir; ikinci telif olan kitap ise "Kitab-ı Süleym b. Kays"dır.
10 - Şia'nın dört kaynak ve güvenilir kitaplarına "Kütüb-ü Erbaa" denmektedir. Nitekim Ehl-i Sünnet'in de sahih ve güvenilir bildikleri kitaplara "Kütüb'üs- Sitte" denmektedir. Bu dört kitap şunlardır: "Kafi", "Tehzib", "İstibsar" ve "Men la Yehzuruh'ul-Fakih". (Çev.)
11 - Berkî; İmam Cevad (a.s)'la İmam Hâdi (a.s)'ın ashabından ve güvenilir muhaddislerdendir. Sened silsilesinde "Kafi" kitabından 800'den fazla hadis yer almıştır. Birçok kitaplar telif etmiştir; onlardan biri de defalarca basılmış olan "Mehasin" kitabıdır.
12 - Emir'ul-Muminin Ali (a.s)'ın özel ashabı, kendilerine bırakılan bir takım vazifelerden ve o Hazretle yakın bir irtibat içerisinde olduklarından dolayı özel unvanlarla lâkaplanmışlardır. Örneğin: Şurtat'ul-Hamis, Havariyyun, Esfiyâ', Evliyâ'... Tenkıh'ul-Mekal kitabının önsözünün 12. faydasına müracaat edilsin.
13 - Vesail'uş-Şia, c. 20, s. 210; Tenkîh'ul-Mekal, c. 1, s. 198; Mu'cem-u Rical'il-Hadis, c. 8, s. 217.
14 - Örneğin: "İsti'mal'ul-İlm", "el-Müstekil-u bi-İlmihi", "İhtilaf'ul-Hadis", "Ma Câe fi'l-İsna Aşer", "en-Nass-u ale'l-Hüseyin -a.s-", "el-Fey'u ve'l-Enfal", "Deaim'ul-Kufr" ve diğer bablarda.
15 - Ebu Abdullah MUHAMMED b. İbrahim-i Nu'manî; dördüncü asırdaki Şia alimlerinin en büyük muhaddislerinden olup Kuleyni ile aynı asırda yaşamıştır. Birçok hadisleri Kuleyni'den öğrenmiş ve bir takım hadisleri de onun yanında okumuştur. Nu'mani, fıkıh, tefsir ve kelam (akait) dalında birçok kitaplar telif etmiştir. "el-Gaybet" adlı kitabı da bu kitaplardan biridir.
16 - Kitab'ul-Gaybe, s. 102. Mektebet'us-Saduk baskısı, Tahran
17 - Fihrist-i Şeyh Tusî, s. 81, Seyyid MUHAMMED Sadık-i Bahr'il-Ulum'un mukaddimesiyle, Mürtezaviyye matbaası, Necef.
18 - Rical-i Allame Hillî, s. 83, Seyyid MUHAMMED Sadık-i Bahr'il-Ulum'un mukaddimesiyle, Haydariye matbaası, Necef.
19 - Bihar'ul-Envar, c. 1, s. 32.
20 - Bihar'ul-Envar, c. 1, s. 76-79. Bizim yararlandığımız mevcut nüsha, Allame Meclisi'nin beyan ettiği aynı mukaddime ve senetlerle birlikte olan nüshadır. Bu nüsha, Şeyh Hürr-i Amilî'nin elinde olan ve onun da Hicri 1087'de kendi mübarek yazısıyla haşiye yazdığı nüshadan alınmış ve Dar'ul-Kutub'il-İslamiyye yayın evinde Necef baskısı üzerinden
 

ALI72

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Nis 2012
Mesajlar
219
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
51
muaviyenin yaptıklarını anlatıyorum.Bundan maksatım muaviyenin gerçek yüzünü tanımanızdır.
Böyle yazmakla neye varacaksin bu sanada kimseyede bir hayir getirmez sende suanda bir abes isle istigal etmektesin birak bu bir bos is degil onu karalamak onu gözden düsermek icin sende ugrasma.Hz.muaviye tanimak icin bu konuda kitablar okumak gerekir onada dahil olsun kac kitab kaleme alinmistir.Birde onun hakkinda tarih kitablarinda bu konuda yeterli bir malumat verilip islenmistir.Senin muaviye dedigin kisi de bir imamdir istersen sen kabul et istersen kabulda etme.Sonra büyük insanlari zikir ederken su bu diye hitab etmemek gerekir herhangi bir insandan bahis etmiyorsun öyle direk isim söylemekte hos bir sey degildir adab olarak uygun düsmez.
 
K

kerrar11

Böyle yazmakla neye varacaksin bu sanada kimseyede bir hayir getirmez sende suanda bir abes isle istigal etmektesin birak bu bir bos is degil onu karalamak onu gözden düsermek icin sende ugrasma.Hz.muaviye tanimak icin bu konuda kitablar okumak gerekir onada dahil olsun kac kitab kaleme alinmistir.Birde onun hakkinda tarih kitablarinda bu konuda yeterli bir malumat verilip islenmistir.Senin muaviye dedigin kisi de bir imamdir istersen sen kabul et istersen kabulda etme.Sonra büyük insanlari zikir ederken su bu diye hitab etmemek gerekir herhangi bir insandan bahis etmiyorsun öyle direk isim söylemekte hos bir sey degildir adab olarak uygun düsmez.

muaviye dediğin kişi onbinlerce müslümanın ölümüne sebep olan , İmam Ali a.s karşı sıffında savaşan ve burada amr bin asın hileleri ve imamın ordusundaki cahillerin sayesinde onun elinden kurtulmuş, İmam Ali a.s kaşrı savaşan müşriğin kafirin önde gidenidir. ben biliyorumki muaviye cehennem kuyusundan kalkıp gelse ve size ben cehennemliğim dese siz gene inanamassınız. Allah insana iki kalp vermemişki dost ile düşman bir arada olsun.Allah sizleri sevdiklerinizle haşr etsin inşallah. muaviye nin yaptıkları anlatmakla bitmez . yezid gibi bir lanetiyi kendi yerine bırakmış ve kerbela olayı meydana gelmiştir. ki o yezidki şarapla banyo yapan, zinakar,melunun biriydi.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Hz. Muaviye (ra) H. 60 yılında (diğer bir rivayette H. 50 yılında ) vefat etmiştir. Hz. Muaviye (ra) İslam’ın seçime dayalı hilafet sistemini saltanata çevirmekle tenkid edilmiştir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, Hz. Muaviye (ra) de bir sahabedir ve Resulüllahın (asm) hiçbir ayrım yapmadan bütün ashabını (temize çıkarmış) hangisi olursa olsun dil uzatanı lanet etmiştir. Bütün Ehl-i sünnet uleması, bunu mühim bir esas olarak kabul etmiştir.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Ayrıca, o zamanda olan olaylarda kaderin payını da ihmal etmemek gerekir. Resulüllah (asm), sahih hadis kitaplarının ifadesi ile, Hz. Muaviye (ra) hakkında hayır dua etmiş ve Hz. Ömer (ra)’den bir rivayette Hz. Muaviye (ra) için “Allah’ım, onunla (insanlara) hidayetini ulaştır.” diye dua ettiğini bildirmektedir. (Tirmizi Menakıb hadis no:3842)
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Peygamberimizin (asm),


“Yâ Rabbi, onu doğru yolda bulundur ve başkalarını da doğru yola götürücü kıl.” ve


“Yâ Rabbi! Muâviye’ye yazı ve kitab öğret, onu azabından koru.”


“Yâ Rabbi! Onu memleketlere hakim kıl.” duâlarıyla şereflenmiştir.
 
K

kerrar11

Peygamberimizin (asm),


“Yâ Rabbi, onu doğru yolda bulundur ve başkalarını da doğru yola götürücü kıl.” ve


“Yâ Rabbi! Muâviye’ye yazı ve kitab öğret, onu azabından koru.”


“Yâ Rabbi! Onu memleketlere hakim kıl.” duâlarıyla şereflenmiştir.

Ammar bin Yasir in şehit edilmesi olayını bilirmisin

Ammâr, doksan yaşını aşmış bir ihtiyardı. Ammâr, Hz.Peygamber’in vefâtından sonra, Hz. Ali’ye uyan dört kişiden biriydi. Ammâr, Bedir savaşında da bulunmuş ve sahabedendi.
Ammâr; SIFFIN SAVAŞINDA “Bugün, bu savaştan üstün bir ibadet bulsaydım onunla meşgul olurdum” diyordu.
Ammâr bu arada hem düşmana hücum etmekte, hem de;
“Rabbim uludur, gerçektir, gerçeği söylemiştir. Rabbim sen benim şehit olmamı yakınlaştır; şehit olarak ölmeyi çok isterim ben, çok severim ben” demekte ve “Nerde Rabbinin râzılığını dileyen? Nerde malından oğlundan geçip, Allah râzılığını isteyen? Cennete, cennete” diye halkı savaşa teşvik ediyordu.
Savaşırken Utbe oğlu Haşim’e rastladı; “Hadi Haşim, anam babam fedâ olsun sana; hadi, hücum et düşmana” dedi.
Sonunda Ammâr savaş meydanında savaşırken bir fırsatını bulup onu yaraladılar, yere düştü. İbn-i Cevn, mübarek başını kesip Muâviye’ye götürdü. Amr oradaydı, o bile dayanamadı, çünkü Hz. Peygamber’den; “Ammâr’ı öldüreni cehennemle müjdelerim” ve “Öldürenlere cehennemle müjde olsun” hadislerini duymuştu.
Muâviye:
Kurnazlık ve hilede Şeytan’ı bile geçebilecek Muaviye: “Onu biz öldürmedik ki” dedi; “Onu buraya getiren Ali öldürdü.”
Bu sözü duyan Hz. Ali;
“O halde” buyurmuştu; “Hz. Hamza’yı da Uhud savaşına götüren Hz. Muhammed, hâşâ öldürdü.”
Ammâr’ın şehâdeti gerçeği meydana çıkarmıştı; Muâviye ve kendisine uyanlar isyancılardı. Bu yaşanılan olaylar üzerine Hz. Ali taraftarlarının mânevî kuvveti arttı, karşısındakiler de şaşkına döndüler.
 
K

kerrar11

dediğim gibi yukarıda yazmış olduğunuz cümleler ümeyye oğullarının yalanlarından başka birşey değil. ön yargısız ve taassupsuz araştırdığınızda bunu göreceksiniz.

tabi suç sizde değil. çünkü böyle öğretildi ama huccet tamamdır ve araştırmanız gerekir.
 
K

kerrar11

Hasan Basri: "Muaviye dört şey yaptı ki, bunların her biri onun katli için yeterliydi" der ve şöyle açıklar:

1- Sahabe arasında liyakatli, yetenekli ve dürüst insanlar varken sefih ve düşüncesiz insanları Müslüman halkın başına musallat etti.

2- Sürekli sarhoş olan, ipek elbiseler giyip def ve tanbur çalan oğlu Yezid'i halifelik makamına oturttu.

3- Ziyad'ı kendi kardeşi olarak ilan etti. Oysaki Muaviye'nin babası Ziyad'ın annesiyle zinada bulunmuştu ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a) sarih buyruğu gereğince, "zina yoluyla akrabalık bağının oluşmayacağı" bilinmekteydi.

4- Müslümanlar arasında takva ve inkılâbiliğiyle tanınan Hucr bin Adiyy (r.a) ile arkadaşlarını öldürttü.

Resail'ul Cahız, Mısır bâs.1352 h. s.294 ve Risale'ti Fi Beni Ümeyye ve Risalei en Niza ve t Tehasum, Makrizi,1368 h. Necef, s.65.
 
K

kerrar11

İmam Nesai Emir-ül Mu’minin Ali (a.s) hakkındaki “Hasais-u Emir-il Mu’minin Ali” isimli eserini kaleme aldıktan sonra, bir ara Şam’a uğruyor. Şam özellikle o günlerde Ehl-i Beyt düşmanlarının cirit attığı, Muâviye ve Yezîd dostlarının yuvalandığı bir yer. Şamlılar adamı sıkıştırıyor ve Ali’nin faziletinde kitap yazıyorsun da Muaviye’nin hakkında neden yazmıyorsun? Bize Muâviye’nin faziletlerine dair hadis oku!!!” diyorlar. en-Nesâî “Muâviye başa-baş kurtarmaya razı değil mi ki; bir de faziletinden bahsedelim!?” Ha onun hakkında bir hadis biliyorum isterseniz söyleyeyim:

Abdullah İbn-i Abbas'tan şöyle nakledilmiştir: "Ben, çocukluk dönemimde bir gün sokakta çocuklarla oynarken, ALLAH Resulü'nün (s.a.a) oradan geçtiğini görünce, kaçıp bir duvarın arkasına saklandım. Ama Resulullah, benim yanıma gelerek, muhabbetle elini sırtıma vurarak bana, "Abdullah! Git Muaviye'yi benim yanıma çağır!" buyurdu. Ben (gidip) geldim ve onun yemek yediğini söyledim. Yine, git Muaviye'yi çağır, buyurdu. Ben yine (gidip) geri döndüm ve "O yemek yiyor." dedim. (Bilahare, iki defa çağrılmasına rağmen yemeği bahane ederek gelmeyen Muaviye hakkında) ALLAH Resulü şöyle buyurdu: "ALLAH onun karnını duyurmasın!"

(Sahih-i Müslim, C.8, İyilik ve İhsan Kitabı, "Hak Etmediği Halde Resulullah'ın Lanetlediği Kimse..." Babı, Müsned-i Ebi Davud, C.11, S.359)

Nesai bunu deyince hep birden üzerine saldırıyorlar. Orada en-Nesâî’yi çok feci bir biçimde dövüyorlar ve hayalarını tekmeliyorlar! Bu dayağın etkisiyle rahatsızlanan Nesai, Filistin’in Ramle kentine kaldırılıyor ve orada vefat ediyor. (el-Hamevî,V,282; el-Münâvî,I,25; Kâtip Çelebi, Keşf’uz-Zunun:I,706)

Nesâî bununla da kurtulamıyor. Kaleme aldığı el-Hasâis dolayısıyla, sonradan “Şiîlikle” suçlanıyor! Onu suçlayanların başında İbn-i Teymiyye geliyor! (el-Minhâc:IV,99) Maksat belli: Hz. Ali hakkında rivâyet ettiği hadislerden kuşku duyulmasını sağlamak, okuyucuların kalplerine şüphe sokmak!
 
K

kerrar11

Muaviye, Hz. Resulullah (s.a.a)'ın, "Ammar'ı zalim ve yoldan çıkmış bir güruh öldürecek" demesine rağmen Ammar'ı öldürtmüş ve onun kesik başını kendisine getiren iki Şamlıya iki kese altın vermiştir. Bu sırada Muaviye, yaptığından memnun ve mutlu olduğunu da ifade etmişti...

İslam Medeniyet Tarihi. c.4, s.87.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt