Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

<<Mezhepsizler (1 Kullanıcı)

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35


AHMET GÜRTAŞ'A AÇIK MEKTUP


Ahmet Gürtaş isimli birisi tarafından yazılan Abduh gibi masonu, Reşit Rıza gibi mezhepsizi öven ve adına da MEZHEPSİZLİK YAYGARASI verilen bir kitap elimize geçti. Bu kitapta bâtılın nasıl övüldüğünü, hakkın nasıl katledildiğini vesikaları ile gözler önüne sermek istiyoruz. Vesikaların klişelerini yapmak pahalıya mal oluyor. Bizim de o kadar paramız yok. Vehhâbiler yardım etmiyor bize. Mez-hepsizlere ulufe olarak dağıttıkları petrolden bir miktar bir varil olsun, Ehl-i sünnetin müdafiîlerine vermiyorlar.

Konya'dan Ahmet Gürtaş isimli birisi çıkmış, Türkiye'de mezhepsizliğin bulunmadığını, mezhepsizlik var diyenlerin bir menfaat peşinde koştuklarını iddia ediyor. Vehhâbîler Türkiye'de vehhâbîliğin bulunmadığını, bulunsa bile vehhâbiliğin sünnî bir mezhep olduğunu, komünistler de, Türkiye'de komünistliğin bulunmadığını, bulunsa bile bunların hak, adalet, eşitlik için çalıştıklarını söylüyorlar. Ahmet Gürtaş'ın Arabça öğretmeni olmasını nazar-ı itibare alarak kendi ifadelerine uygun bir lisan ile yazdıklarının ne kadar tehlikeli olduğunu gözler önüne sermek istiyoruz),

Bay Gürtaş,

Türkiye'de mezhepsizliğin bulunmadığını isbat edemiyen fakat kanıtlayan (!) 90 sayfalık bir yapıtınız elimize geçti.

Hatalarınızı ve hakkı insaf ölçüleri içinde göstermek istiyoruz. Eğer hakkı kabul ederseniz daima yanınızda olacağımızı beyan ve taahhüt etmek istiyoruz. Yok yine masonları ve mezhepsizleri müdafaa etmekte israr ederseniz Ehl-i sünnet âlimlerinden nakil yaparak hakkı yazmakta kararlı olduğumuzu belirtmek isteriz.

MEZHEPSİZLİK YAYGARASI'
nda, «Mezhepsizlik kelimesini paravana yaparak, çeşitli menfaatler ve değişik hedefler peşinde koşan bir takım kimselerin» bulunduğunu iddia ediyorsunuz, hiç bir delil yazmadan böyle konuşmanız müslümanlığa uygun mudur? Biz, Vehhâbilerin Türkiye'deki mezhepsizlere yardım ettiğini söylüyorsak elimizde belgelerimiz vardır. Bunların bir tanesi Vehhâbi M. Abdulvehhab tarafından yazılan kitapların Ankara'da bir matbaada basılmasıdır. Bu kitabların ücretsiz dağıtılmasıdır.

Çeşitli menfaatler iftirasına delil olarak D. Ali Kayapınar Hoca'nın kitabının maliyetinin beş lira olduğunu, otuz liraya satıldığını söylüyorsunuz. (Mezhepsizlik Yaygarası S. 66)

300 sayfa civarındaki bu kitaba 30 lira koymak fazla bir ücret gibi gelmektedir. 90 sayfa civarında bulunan, yani D. Ali Hoca'nın kitabının üçte birisi kadar bir hacimde bulunan yapıtınız da 10 liradır. Karaman'ın bütün kitapları da aynı ölçü içindedir.

Gürtaş'ın mantığı ile çıkıp da D. Ali Hoca maddî menfaat için kitap neşrettiği gibi, Gürtaş da, Karaman da maddî menfaat için kitap neşrediyor diyemeyiz. Mücerret maddî menfaat için dinîmizin lehine veya aleyhine kitap neşredilmesini düşünmek mantıksızlık olur. Dinîmizin aleyhine kitap yazan birisine, yazdığı kitabın on misli fazla ücret verilse, lehine yaz denilse hiç kabul eder mi? Tersine Dinîmizin lehine yazan birisine milyonlar, milyarlar verilse kabul edip de dinîmizin aleyhine yazabilir mi? Size milyonlar teklif etsek, mason Abduh'un, mezhepsiz İbni Teymiye'nin, Şiî Şevkâni'nin, hain Efgani'nin aleyhine bir kitap yazar mısınız? Dört hak mezhebden birine bağlanmamanın küfür olduğunu söyleyebilir misiniz? Mümkün müdür? Ancak eyyamcı insanlar maddî menfaat için çalışırlar. Herkes ideolojisinin emrindedir. Biz ise Ehl-i sünnet velcemaatın emrindeyiz.

Sizin 100 sayfalık bir kitaba 10 lira koymanız, D. Ali Hoca'nın 300 sayfalık kitabına 30 lira koyması fazla bir ücret değildir. Biz bu işlerle meşgul olduğumuz için biliyoruz.

Eğer iddianızda israr ederseniz, sizin ve Karaman'ın kitapları da aynı ücretle satılmaktadır. D. Ali Hoca'yı böyle basit bir sebeple maddî menfaat temini ile suçlamanız hiç uygun olmadı.

Takdim yazısının 6. sayfasında şöyle diyorsunuz :

«Sevilen bir kimsenin fikirlerini peşinen ve olduğu gibi kabul etmeyi, sevilmîyenlerinkini de reddetmeyi doğru bir yol olarak görmüyoruz. Sözü, söyleyenine göre değil, hak olup olmadığına göre değerlendirmek gerektiğine inanıyoruz.»

Oku Dergisinin 152. sayısında Karaman da tıpkı sizin gibi şöyle diyor:

«Bir fikrî söyleyenin, şöhret, diploma ve mevkiîne göre değil, dayanak ve deliline bakarak değerlendirin, kabul veya reddedin.»

Karaman'ın bu hükmüne karşı şöyle bir soru sormuştuk :

«Bir fikrî söyleyenden maksadınız, mezheb İmâmları ve müctehidler değil midir? Evet derseniz, mezhepdeki hükümlere şüphe ile bakıp kitab ve sünnetten delil aramaya müctehid olmayan gençleri nasıl teşvik edersiniz?

Hayır derseniz, neden bir fikrî söyleyenin sözünü mezhep hükümlerine vurmak suretiyle kabul veya reddedin, demiyorsunuz?»

Bunları Dergimizin 25. sayısında yazmıştık. Sorumuzun devamında kitap ve sünnete el uzatmanın, uzatılan el kadar din meydâna geleceğini orada izah etmiştik.

Bu soruyu Karaman'a sorduk sükûtu tercih etmek mecburiyetinde kalmıştı. Fakat siz sükût etmez de D. Ali Hoca'ya verilen cevap gibi MEZHEPSİZLİK YAYGARASI gibi inciler döktürürseniz kimliğiniz daha çok açığa çıkar.

Sevilen kimseden maksadınız kimdir? Ya dinde sözü senet olan kimsedir veya bizler gibi mukalliddir. Mukallidin kendi başına fikrî olmaz. O ancak tâbi olduğu mezhebin hükümlerini nakletmek mecburiyetindedir. Bu bakımdan kastınız mukallid olmasa gerektir. Maksadınız müctehid ise, onun ictihadlarının bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek olmaz.

Dört hak mezhepden birisine bağlı olan her sünnî kimse, sevdiği kimsenin, mezhebindeki müctehidlerin, tercih veya temyiz erbabının fikirlerini peşinen ve olduğu gibi kabul etmek mecburiyetindedir. Abduh ve Efgani gibi mezhepsiz masonları ise peşinen ve olduğu gibi reddetmek mecburiyetindeyiz. Belki aklınız sıra mason Efgani hiç hak söylemez mi diye bir sual sorabilirsiniz. Söyleyebilir. Fakat biz hakkı onun kitaplarından değil de, İbni Abidinden, Durerden, Gurerden öğreniriz. Üç-beş hak söylemesi, mezhepsizliğini kabul etmemize, kitaplarını okumamıza sebep olmamalıdır.

MEZHEPSİZLİK KELİMESİ

Bay Gürtaş, S. 10 da diyorsunuz ki:

«MEZHEP, itikadda veya amelde herhangi bir müctehid imâmın görüşlerinden meydana gelen yol demektir.»

Müctehid imâmın görüşü olmaz, içtihâdı olur. Görüşle ictihad aynı şey değildir. Müctehidin içtihâdı din demektir. Müctehidin helâl dediğini helâl, harâm dediğini harâm kabul etmek mecburiyetindeyiz. Müctehid imâmların hataları da bizim için hüccettir.

Yukarıdaki mezhep tarifinin sonunda «Fakat bu kelimenin Türkçemizde ifade ettiği mânâlar arasında din de vardır.» diyorsunuz. Doğrudur. Ehl-i sünnet âlimleri mezhebi din olarak görmüşlerdir. Bir mezhebe bağlanmamayı ilhad olarak, küfür olarak, dinsizlik olarak kabul etmişlerdir. Fakat kelimesi ile, aslı böyledir, fakat Türkçemizde din anlamına da geliyor demek ne demektir? Bir mezhebe bağlanmamak dinsizlik demek değildir, fakat Türkçemizde mezhebe bağlanmamak dinsizlik demektir mi diyorsunuz? Daha aşağılarda bunun böyle olduğunu açıklıyorsunuz ve:

«Kitabın ismi, mezhepsizlik olarak değil de, bir mezhebe bağlanmamak seklinde tercüme edilseydi» diyerek bir mezhebe bağlanmamakla mezhepsizliği ayrı olarak kabul ediyorsunuz. Bir mezhebe bağlanmamayı mezhepsizlikten hafif görüyorsunuz veya bir mezhebe bağlanmamayı suç kabul etmiyorsunuz.

Ehl-i sünnet âlimi Z. Kevseri «Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür.» buyuruyor, İmâm-ı Rabbânî hazretleri ise bir mezhebe bağlanmamayı ilhad kabul ediyor.

Siz, mevcut dört hak mezhebden birisine bağlanmamayı iyi mi görüyorsunuz, kötü mü görüyorsunuz?

S. 12'de Türkiye'de «Ne mezhepsizlik kelimesinin Türkçedeki mânâsına, ne de ilmî ve ıstılahî manasına uygün düşecek herhangi bir cereyan mevcut değildir;» diyorsunuz.

Mezhepsizlik kelimesinin Türkçe'de dinsizlik manasına geldiğini siz söylüyorsunuz, hemen arkasından kalkıp Türkiye'de dinsiz yok diyorsunuz, bu kadar tenakuza düşmeniz ne ile izah edilebilir?

Kelimenin ikinci manası olarak bir mezhebe bağlanmama hareketi de yoktur, diyorsunuz. Dört hak mezhebin haricindeki bir mezhebe bağlanma hareketini tasvip yok demek istiyorsunuz.

Karaman'ın «Vehhâbilik sünnî bir mezheptir.» dediğini dergimizin 29. sayısında vesikasıyla göstermiştik.

Bir mezhebe bağlanmama hareketinin sizin MEZHEPSİZLİK YAYGARASI isimli küçük yapıtınızda da bulunduğunu yeri gelince açıklayacağız inşaallah.

İlmî tenkidden bahsediyorsunuz, fakat kendinîz sathî meseleleri yanlış gibi gösteriyorsunuz. Neymiş efendim, feraset değil de firâset yazılmalıymış. Arapça firâset kelimesi, Türkçede feraset olarak kullanılmaktadır. Kelime, imlâ hatâsı değil de din hatâsı var mıdır, mühim olan budur. Yarın bizi tenkid etmeye kalkarken de, Hayrettin değil Hayreddin diyeceksiniz belki. Matbaa hatalarımızı da eklerseniz gayet ilmî bir cevap (!) olur.

İlmî bir tenkidmiş gibi kitaba verilen isim üzerinde duruyorsunuz. Siz kitaba verilen asıl isim yerine başka isim verilmesine gerçekten kızar mısınız? D. Ali Kayapınar Hoca'ya kızdığınıza göre, bu da din gayretinizden geldiğine göre, kitaba asıl isminden başka isim verenlere de kızarsınız demektir.

Kitabın asıl ismi, size göre «BİR MEZHEBE BAĞLANMAMAK, İslâm Dinîni tehdit eden en tehlikeli bir bid'attir.» D. Ali Hocaya göre ise «MEZHEPSİZLİK, İslâm Dinîni tehdit eden en korkunç bir fitnedir» Biz tercüme etseydik. MEZHEPSİZLİK DİNSİZLİKTİR diye tercüme ederdik. Neden mi? İzah edelim. Reşit Rıza isimli Abduhcu mezhepsizin kitabının asıl ismi, «İslahatçı ile Taklîtçinin konuşması» veya «Muslih ile Mukallidin konuşması» dır. Fakat A. Hamdi Akseki gençliğinde, toyluğunda bu kitaba MEZAHİBİN TELFIKI VE İSLÂM'IN BİR NOKTAYA CEM'İ ismini veriyor. Karaman da sadeleştirirken bu kitaba İSLÂM'DA BİRLİK VE FIKIH MEZHEPLERİ ismini veriyor. Kendi gözündeki merteği görmeyip elin gözündeki çöpü görmek diye buna derler. Siz Karaman'in'gözündeki kirişi, hezeni, yontulmamış tomruğu görmüyorsunuz da D. Ali Hoca'nın gözündeki çöpü görebiliyorsunuz? Sîz hipermetrop diye bir hastalık duydunuz mu?

Siz asıl isme bu kadar bağlısınız da niçin Karamanı veya A. Hamdi Akseki'nin toyluğunu tenkid etmiyorsunuz? Neymiş de D. Ali Hoca bir mezhebi bulunmamak ifadesini MEZHEPSİZLİK olarak tercüme etmiş, ne oldu yaranıza mı dokundu? Ne alınıyorsunuz? Bir mezhebi bulunmamak demek, mezhepsizlik demektir. Nasıl dinî bulunmamak dinsizlik ise, mezhebi bulunmamak da mezhepsizliktir. Neymiş de Tehlikeli yerine korkunç kelimesi yazılmış. Bid'at yerine fitne yazılmış. N'olmuş yazıldıysa? Dinî bir hatâ mı edilmiş? Biz yazsaydık, daha önce dediğimiz gibi MEZHEPSİZLİK DİNSİZLİKTİR diye tercüme ederdik. Biz kitabın ismini değiştirdik diye bize kızardınız ama nedense kitabın ismini değiştiren Karaman'a kızmazsınız? Bu da sizin samimiyet derecenizi göstermiyor mu?

Tenkid etmek için tenkid edilse, sizin o kitabı tercüme etmenizde de hatâ bulunur. Kayapınar gibi siz de İslâm şeriatı kelimesini, İslâm dinî olarak tercüme etmişsiniz. Diyeceksiniz ki din şeriat, şeriat din demektir. Mezhebi bulunmamak da mezhepsizlik demektir. Böyle basit tenkidler üzerinde durmak uygun olmaz.




devamı var
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Tenkid olarak, KÜRRAS kelimesinin özel isim gibi büyük harfle yazılmasıymış. Size göre bir kitap ismi olan Kürras kelimesi küçük harfle yazılmalıdır. Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan Yeni İmlâ Kılavuzunun XVI. sayfasında kitap isimlerinin büyük harflerle yazılacağı belirtilmektedir. Ve şu misâl verilmektedir: Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu. Bu kitap isminde yağmur ve yağmak kelimeleri özel isim olmadıkları halde büyük harfle yazılması kaideye bağlanmıştır. Fakat biz bununla beraber Türk Dil Kurumunun imlâsına uymak mecburiyetinde değiliz. Meselâ âhiret kelimesini ahret olarak yazmıştır. Hesabımıza gelmeyen imlaları kullanmamaktayız. Türk Dil Kurumu bizim için hüccet değildir. Kayapınar Hoca doğru olarak Kürras kelimesini yazmıştır. Velevki küçük harfle yanlış olarak yazsaydı ne çıkardı? Dinî bir hatâ mı? Mesele bir kelimenin büyük veya küçük yazılması değil, dinî bir hatânın bulunup bulunmamasıdır, imlâ yanlış olunca mânâ da yanlış oluyorsa o zaman imlâyı düzeltmek gerekir.

İmlâ hatasına kadar düşmeniz tenkide mucip bir şey bulamadığınıza delil değil midir?

Zuhr-u âhir mevzuuna bilâhare dokunmak üzere yapıtınızın sayfalarını çeviriyoruz.

S. 32 de garip bir sualiniz var. Reşit Rıza'nın mezhepsizlik zehirini akıttığı kitabını toyluğunda yazan A. Hamdi Akseki niçin tenkid edilmiyormuş.

Akseki o kitabı gençliğinde tercüme etmişti. Kitap İslâmî harflerle yazılmıştır, mevcudu da kalmadığı için okuyup zehirlenme durumu çok az olacağından kapanmış bir fitneyi alevlendirmemek için Akseki tenkid edilmemiştir. Sonra Akseki hüccet midir? Akseki yaşasa ve o fikirleri savunsa idi, elbette tenkidi vacip olurdu. Bazıları Akseki'nin tövbe ettiğini söylemektedirler. Bizce bu meçhuldür. Tövbe etmişse kurtulmuştur. Etmemişse cezasını çekecektir. Mesele Akseki meselesi değildir. Kitapta mezhepsizlik propagandası var mıdır, yok mudur? Olduğunu 25. sayımızda ve 29. sayımızda isbat ettik.

İkinci garip sualiniz de neden bu kitabın Diyanetçe basılmasına izin veren selefi meşrepli üç kişi tenkid edilmemektedir. Kitap iyi ise büyük sevap onu sadeleştirenedir. Bilâhare o kitaba hizmeti geçen diğerlerinedir. Kötü ise vaziyet yine bunun aksinedir. Başta sadeleştiren olmak üzere her ne suretle olursa olsun o kitabın neşri için yardım edenleredir. Tenkid edilmedi diye o üç zevat bu mes'uliyetten kurtuldular mı?

S. 33 de apaçık bir demagoji yapıyorsunuz. Ve diyorsunuz ki: Büyük ihtimalle, Hayrettin Karaman İmam-Hatipli olduğu için suçlu sayılmaktadır.

D. Ali Hoca İmâm-Hatipli değil midir? Mezhepsizliğe karşı çıkanlar İmâm-Hatipli değil midir? Mezhepsizliğe karşı çıkan Davudoğlu Hoca birkaç mezhepsizin hocası değil midir? Millî FİKİR'de mezhepsizlik mevzuunda yazı yazan arkadaşlar İmâm-Hatipli değil midir?

İmâm-Hatib'e birkaç mezhepsiz sızmışsa, bizim mektep diye susmak mı gerekir, yoksa onu teşhir edip bu pisliği temizlemek mi gerekir?

Bugüne kadar bizdendir, diyerek sustuğumuzdan bu felâketler başımıza gelmedi mi? Mezhepsizlik hareketi kimden ve nereden gelirse gelsin onlarla gereken mücadeleyi yapmak boynumuzun borcudur.

Kitap hakkında bazı zevatın görüşleri diye bir başlık atmışsınız. Her nedense kitap aleyhinde yazan Davudoğlu gibi hocalardan hiç bahsetmemişsiniz. Başta Süleyman Ateş olmak üzere iki kişiden bahsediyorsunuz. Kitabı tenkid eden A. Fikrî Yavuz hocadan hiç bahsetmiyorsunuz. Şunlar da bu kitabın aleyhindedir niçin demiyorsunuz? S. 27 de «Bu görev ilim ister, araştırma ister, dürüstlük ister, peşin fikir ve hükümlerden uzak olmak ister.» diyen siz değil miydiniz? Tarafsızlık bu mudur? Kitabın leh ve aleyhinde kimler yazıp çizmişse bunların meşhurlarını olsun yazmalıydınız. Sizin yapıtınızı okuyan, bu kitabın aleyhinde kimse yokmuş birkaç art niyetli kimseler bu işi büyütüyormuş gibi bir fikre sahip olur.

Neymiş efendim, bu kitaba sadece Süleymancılar karşı çıkıyormuş. Hangi hizbe dahil olursa olsun bu kitaba bütün Ehl-i sünnete mensup herkes karşı çıkmaktadır. Enver Baytan Hoca, İlâhiyatçı yazar Ahmed Selâmi, Sadrettin Yüksel Hoca, Sadık Albayrak ve daha birçok İmâm-Hatipli bu kitaba karşı çıkmaktadır.

Fakat Mezhepsizler hâlâ âyet-i kerîmeyi, hadîs-i şerîfi okuyup mana veriyorlar. Naklî esas almıyorlar. Hangi grup olursa olsun, ehl-i sünnete uymayan tarafları olursa onu tenkid ediyoruz. Zünnar kuşanan bir hoca vardı. Tenkid ettik, elhamdülillah zünnarını kesti. Mezhepsizler de mezhepsizliklerini terk ederlerse memnun oluruz.

Kitabın okunmasında mahzur görmeyen üç kişiden biri olan Süleyman Ateş hakkında bir kaç kelime konuşmak istiyoruz. Siyasî polemiğe girmemek için veya siyasî bir hava vermemek için bugüne kadar Süleyman Ateş’i detaylı bir şekilde tenkid etmedik. Tenkid edilmesi gereken zevatlardan birisi de odur. Süleyman Ateş:

1- Karaman gibi İbn-i Teymiyeyi büyük bir ilim olarak bilmekte ve bazı ictihadî hatalarının bulunduğunu söylemektedir. İctihadi hata olamıyacağını 25. sayımızda izah etmiştik, içtihâdı hata olur, fakat bu kat’i olarak bilinemediği için ictihadî hata denemez.

2 - Harâm olan altın yüzüğe (alyansa) Karaman gibi cevaz vermiştir.

3 - İnsanların maymundan veya maymunların insanlardan gelebileceğini söylemiştir.

4 - Kur'anda EVRİM TEORİSİ olduğunu söylemiştir. Hâşâ Kur'ân-ı Kerîm'de teori bulunmaz.

5 - Mason Abduh gibi, düsuk faizlere cevaz vermiştir.

6 - Vahdet-i vücudun Hint ve Yunan felsefesinden dinîmize girdiğini söylemiştir, yazmıştır.


Bunların bir kısmı RAPOR 3 de vesikaları ile birlikte neşredilmiştir.

Bu ve bunun gibi şahıslardan mı delil getiriyorsunuz? Siz bu kişileri seviyorsunuz, kişi sevdiği ile beraberdir Siz ibni Teymiyeci, Abduhcu kimseleri nasıl seviyorsunuz, hayret ediyoruz. Biziın dinî ölçümüz şudur: Allah dostları ile dost, Allah düşmanları ile düşman... Allahü teâlâ'nın harâm kıldığı faizi helâl sayan Abduh nasıl sevilir? Allahü teâlâ'ya cihet isnat eden İbni Teymiyye nasıl sevilir?

Mezhepsizlikle ilgili veya büyük bir mezhepsizi öven bir kitabın İmâm-Hatibe girmesini önlemek o yuvaya iyilik midir, kötülük müdür?

Abduhcu Mehmet Sofuoğlu tarafından yazılan ve İmâm-Hatiplerde ders kitabı olarak okutulan TEFSİR DERSLERİ isimli kitapta mason Abduh övülmekte faize cevazı da yazılmakta, Kur'ân'a maklûk deyişi de zilkredilmekte, sonunda bunlar mühim değil der gibi, «Bu gibi büyükler hakkında cahiller tarafından iftiralar reva görülmekte olduğundan bunun hakkında da yürütülmesine taaccüp edilmez.» denilmektedir. S. 443

Abduh'un faize cevaz verdiğini hem kendisi söylüyor, Kur'ana mahlûk deyişini hem kendisi yazıyor. Biz de söylersek, iftiracı ve cahil oluyormuşuz öyle mi Bay Gürtaş? Mason Abduhu kötüleyenleri siz de mi cahillikle ve müfterilikle suçluyorsunuz? Zannımıza göre siz de suçluyorsunuz. Zira kitabınızda takdim kısmında okumama hastalığından bahsederek «İşte yalancılara, iftiracılara ve tertipçilere cesaret veren de bu umumî hastalıktır», diyorsunuz. Yâlan söyleyen kim? İftira eden kim? Ortada yok. Karanlığa habire taş atılıyor. Eğer yalan ve iftiradan Kürras kelimesi, feraset kelimesi gibi basit ibareleri kasdediyorsanız hiç uygun olmaz.

KİTABIN ÇOK KISA BiR ÖZETİ, ismiyle bir başlık atmışsınız. S. 37 Bakalım ne yazmışsınız? Müctehidlerin, İslâm'ın iki ana kaynağı olan Kitab ve Sünnetten istifade ederek ve hükümleri doğrudan doğruya bu iki kaynaktan aldıklarını yazıyorsunuz. Yani Reşit Rıza böyle dedi demek istiyorsunuz. Haydi mezhepsiz Reşit Rıza İCMA'yı inkâr ettiği için yazmadı, siz niçin yazmıyorsunuz'? İcmâyi inkâr küfür değil midir? Müçtehidler İCMA'dan da almışlardır.

Bakalım S. 38 de Reşit Rıza'nın ağzından neler yazıyorsunuz?

«Asırlardır Kitâb ve Sünnet terkedilmiş ve sadece dört mezhep imâmının ictihadları ile dinî müşkiller halledilmeye çalışılmıştır. Mezhep imâmlarının görüşlerinden faydalanılmakla beraber, şartlar ve ihtiyaçlar gerektiriyorsa, Kitabdan, Sünnetten ve müctehid imâmlarımızın bu iki kaynaktan istifade ederek ortaya koydukları hükümlerden faydalanmak suretiyle İslâm'ı hayatımızın her safhasına uygulamalıyız.»

Evet nokta ve virgülüne kadar aynen aldık.

Sadece dört mezhep imâmının ictihadları ile amel edildiği için asırlardır kitab ve sünnet terk edilmiş. Evet Gürtaş, mezhepsiz Reşit Rıza'nın İslâm âlimlerine yaptığı bu iftirayı nasıl karşılıyorsunuz? Mezhep hükümleriyle amel etmek Kitap ve sünneti terk etmek midir?

Reşit Rıza ne diyor? İslâm'ı hayatımızın her safhasına uygulayalım. Yani diyor ki dört mezhebin hükümleriyle amel edilince İslâm hayatımızın her safhasına uygulanmaz. Dört mezhebin hükümleri eksiktir. Öyle demiyor mu Gürtaş?

Reşit Rıza daha ne diyor? Kitab ve Sünnetten faydalanarak bu işi yapalım. Yani biz de mezhep imâmları gibi ictihad edelim diyor. Yine de hiç İcmâdan bahsetmiyor mezhepsiz Reşit Rıza.

Son paragrafı da aynen alıyoruz :

«Yapılacak ıslâhatta bütün mezheplerin görüşlerinden faydalanmak ve tek mezhebe saplanıp kalmamak gerekir.» S. 39

Mezheplerin görüşleri olmaz, hükümleri olur. Tek mezhebe bağlanmak, saplanıp kalmak tabiriyle ifade edilmekte ve tek mezhebe bağlılık ayıplanmaktadır. Öyle değil mi Bay Gürtaş?

Son paragrafa devam ediyoruz :

«İslâm dinî, kıyamete kadar bakî bir din olduğu halde, herhangi bir devirde müslümanların, yeni durum ve ihtiyaçlar karşısında sadece geçmişte yapılan ictihadları taklîd ederek, müşkillerini dînin iki kaynağından alacakları hükümlerle çözmemeleri ve böylece bir çıkmaza sürüklenmeleri kendilerini sorumlu kılar.» S. 39

Dört mezhebde halledilmemiş, yeni durum ve ihtiyaçlar nedir? Geçmişte yapılan ictihad demekle ne denmek isteniyor? Eski imâmlar bugünkü çağdaki durumları ne bilsinler mi denmek isteniyor? Hak olan dört mezhebin hükümleriyle amel edilirse çıkmaza sürüklenirmiş. insan.

Ehl-i sünnet âlimleri hükümler koymuşlardır. Haraç olunca hak olan diğer dört mezhebden birisiyle amel etmek caizdir. Her mezhebden kolaya gelen hükümleri toplamak yani telfık ise bâtıldır. Tabiî mezhep taklîd etmenin de bazı şartları vardır. Herkes rastgele mezhep taklîd edemez. Dînin iki kaynağı tabiri kullanılmakta yine icmâdan, kıyastan bahsedilmemektedir.

KÜÇÜK BİR KARŞILAŞTIRMA başlığı altında bir başlık atarak şöyle diyorsunuz :

«İşte ana hatları ile kitabın hülâsası budur. Bu fikirler içerisinde, mezhepsizlik kokusu taşıyabilecek durumda olanı, dört mezhepten birine bağlanıp diğerlerinden istifadeyi terk etmeyi kınayan fikirlerdir. Acaba, Türkiye'deki mezhepsizliğe ilâç olarak tercüme edilen eserde bu konuda sayın yazar El Bûti ne düşünmektedir?» S. 39

Reşit Rıza'nın kitabında dört hak mezhebden birine bağlanmak tabiri asla geçmemektedir. Halbuki Gürtaş siz, dört mezhepten birine bağlanıp diğerlerinden istifade etmemek kınanmakta diyorsunuz. Yazar Reşit Rıza, bir mezhebe bağlanmayı caiz görmemektedir.

Reşit Rıza'nın kitabında S. 169 da şöyle bir ifade var.

«Adam Muhammedî olmayı bırakıyor da Hanefî veya Şafiî oluyor.»

Bildiğiniz gibi Muhammedî olmamak küfürdür. Mezhepsiz Reşit Rıza Hanefî ve Şafiîleri Muhammedî olmamakla suçluyor. Daha nasıl mezhepsiz olur?

Bir mezhebi taklîd eden kâfir olur diyen ve ölüleri taklîd etmenin caiz olmadığında icmâ vardır, gibi hezeyanlar savuran şiîlerin mezhepsizlerinden olan M. Sevkani'ye 175. sayfada «Mutlak bir müctehiddir, mezhebi bilinen mezheplerin en kuvvetlisi, sözü de en sağlamıdır.» demektedir, mezhepsiz Reşit Rıza.

O Reşit Rıza ki, Şakkulkamer mucizesini inkâr ettiği, Musa aleyhisselâma kâhin dediği Din Tahripçileri isimli eserde mevcuttur.

Nasıl olur da siz bu mezhepsizi S. 30 da son asır Mısır âlimlerinden merhum diyerek övebilirsiniz?

«Mezhepsizliğe ilâç olarak tercüme edilen eser» demekle mezhepsizlik aleyhine yazılan kitap için alaylı bir ifade kullanıyorsunuz. O kitap acaba size niçin dokunuyor?

Bütün bâtıl cereyanlar aleyhine kitaplar yazılsa, komünistler, Siyonistler, Hıristiyanlar, Yahudiler, masonlar, vehhâbiler, Kadiyaniler, sapık tarikatlar vesaire aleyhine kitaplar yazılsa biz hiç alınmayız ve Komünistlik yaygarası diye yapıtlar yazmayız.

Kayapınar Hoca'nın kitabında komünist mi olun denmiş. Dinînizi mi terk edin denmiş, mezhepsiz olun mu denmiş, ne demiş de bu kadar kızıp kitap yazıyorsunuz?

Madem Karaman'ı bu kadar müdafaa ediyorsunuz. Buyurun ona sorduğumuz bütün sualleri size de soruyoruz 25, 29 ve 30. sayılardaki suallerimizi cevaplandırmanızı istiyoruz. Cevaplarınızı dergimizde neşretmek üzere bekliyoruz.



DEVAMI VAR
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Diyanetçe neşredilen Mezhepsiz Reşit Rıza'nın kitabında, S. 21 de. İnanç itibariyle birbirine muhalif olan ehl-i sünnet ile Şia âlimleri arasında tam bir anlaşma vücuda getirilmekten bahsediliyor. Hiç Şia ile ehl-i sünnet uzlaşır mı? Şia ehl-i sünnet olmadıkça zerre taviz verilmez. Mezhepsiz Reşit Rıza'nın ne yapmak istediği gizil değildir. Onu sevenlerinki de gizli değildir. Hak olan dört mezhebi kaldırmak. 21. sayfadaki Şia ile anlaşma ne demek? Bu aual A. Fikrî Yavuz tarafından Karaman'a sorulmuşsa da Karaman cevap vermekten kaçınmıştır. Madem Karaman'a sorulan sualler size de dokunuyor. O halde buyurun yazdıklarımıza ve Karaman'a yazdıklarımıza cevap verin. Karaman cevap veremediği gibi sizde cevap veremezsiniz.

Size sual, dinîmiz noksan mıydı ki? Abduh gibi masonlar, Reşit Rıza gibi mezhepsizler dinîmize ne katkıda bulunmuşlardır? Nedir bunların peşinden gitmek? Reşit Rıza'nın kitabını tercüme edene kadar, Ehl-i sünnet âlimi Müceddid-i Elfi Sani Imâm-ı Rabbânî Ahmed-i Farukî Serhendi hazretlerinin birkaç cildden müteşekkil mektubâtını tercüme etseniz nasıl olur?

NAKİLLERDE YAPILAN TAHRİFAT başlığı altında bakalım ne diyorsunuz? S. 48 de Belge 5 diye gösterdiğiniz aslına uygundur. Sadeleştiren tarafından iki çizgi arasına Allah'ın korudukları müstesna ifadesi yerleştirilmiştir. Sadeleştiren daha bunun gibi tercümeye birçok ilâveler yapmıştır. Sadeleştirenin yaptığı ilâveler ekleme ve çıkarmalar suç olmuyor da D. Ali Hoca'nın aslına uygun naklî suç oluyor. Biz Karaman'ın sadeleştirdiği kitabı tenkid etmiyoruz. Akseki'nin tercüme ettiği kitabı tenkid ediyoruz, Bunun bir ucu da Karaman'a dokunuyormuş, öteki ucu size dokunuyormuş, orası bizi ilgilendirmez.

Zaten tefrika içinde yaşayan fertlerin imanı da yok demektir ya. Sadeleştiren tarafından fertlerden sonra Allah’ın korudukları müstesna ibaresi eklenmiştir. D. Ali Hoca da aslına sadık kalarak bunu ilâve etmemiş. Edip etmemesi bir şey ifade etmez ki. Kitabı bir bütün olarak düşünürsek yazarın tefrikadan muradı dört hak mezhebin mevcudiyetidir. Yazar bundan rahatsız olmaktadır. Yazar diyor ki mezhepler bulunduğu müddetçe, mukallidlerin imanı yoktur. Sadeleştiren bu ifadeyi hafifletmek için Allah'ın korudukları müstesna ibaresini eklemiş.

Biz de şöyle bir cümle kullansak ne dersiniz?

Zuhr-u ahiri kılmayanların -Allah'ın korudukları müstesna- imanı da yok demektir ya.

Başka bir cümle :

Takkesiz namaz kılanların -Allah'ın korudukları müstesna- zaten imanları yok demektir ya.

Allah'ın korudukları ibaresi bu cümleleri hafifletmiyor. Zaten Allahü teâlâ'nın korudukları her zaman müstesnadır. Allahü teâlâ'nın izni olmadan kimse kurtulamaz.

Bunu tahrifat olarak göstermeniz şaşkınlık alâmetidir. Türkiye'de mezhepsizliğin olmadığını nasıl isbat edelim diyerek noktaya virgüle kadar hata aramaya başlamışsınız.

Belge 7 diye sunduğunuz yazı da aynı telâşın mahsûlüdür. Şöyle ki, din vâz'ı (Şâri) kelimesinden Allah kelimesi yazılmıştır. Bilindiği gibi din vâz'ı yalnız Allahü teâlâ'dır. Hadîs-i şerîfler Allahü teâlâ'nın emirlerinin açıklanmasidir.

Keza müctehid imâmların ictihadları da Kitâb ve Sünnetin şerhi durumundadır. Şu halde şâri başta Allahü teâlâ oluyor. Sonra Kâinatın Efendisi, sonra da Müctehid imâmlar. Müctehid imâmların koyduğu hükümler Allahü teâlâ'nın koyduğu hükümler gibidir. Onların harâm kıldığı harâmdır, helâl kıldıkları helâldir.

Türkiye'de hangi mezhepsiz yaptığı amellerin Kitab ve Sünnetten delilini bilmektedir?

Din vâz'ı zannetmesinler ne demektir? Din koyucusu zannetmesinler demek değil midir? Elbette müctehid imâmlar din vâz'ıdırlar. İşte mezhepsiz Reşit Rıza bunu kabul etmemektedir, acaba siz kabul ediyor musunuz? Şâri kelimesini Allah veya Peygamber olarak izah edilse manâda ne değişme olur?

S. 50 de din vâz'ından kasıt Peygamber aleyhisselâm olduğunu yazıyorsunuz. Diyelim ki sizin dediğiniz gibidir, peki bir kimsenin kendini Peygamber zannetmesi, Allah zannetmesi gibi küfür değil midir? Şâri kelimesinden sonra, Allah veya Peygamber konulmuş olmasında manâ bakımından ifade ettiği hüküm bakımından acaba bir değişiklik olur mu? Olmadığına göre nedir sizdeki bu telâş?

Evet tahrifata üç tane misal verdiniz hiç birisi görüldüğü gibi tahrifatla alâkası yoktur.

Size soruyoruz, Reşit Rıza dört hak mezhepten birisine mensup mudur? İtikadda ehl-i sünnet midir, yoksa Selefî midir? Bugünkü Selefîlik İbn-i Teymiyye'nin yoludur. Dört hak mezhebi kabul etmeyen mezhepsizlerin yoludur. Selef-i sâlihîn başka, Selefîlik başkadır.

Merak ettiğimiz husus şudur, mezhebi olmayan bir Reşit Rıza'yı acaba niçin müdafaa edersiniz?

S. 53 de mütercim tarafından yazılan 21-22. sayfalardan nakil yapmışsınız. Aynı sayfalardan nakil yaparak Karaman'a sual sorduk tabiî tıss, cevap yok.

Aynı sayfadan Karaman'a sormadığımız bir suali de size soralım S. 53 de mütercim diyor ki:

«Madem ki, mezhep imâmları hakkında HEPSİ RESULÜLLAHTAN ALMIŞTIR diyoruz o halde ümmetin iyilik ve menfaati nerede ise onu almamız lâzımdır.»

Alttaki satırlarda da izah edildiği gibi, şu mezhepteki şu hüküm ümmetin menfaatinedir. Öteki mezhepteki şu hüküm ümmetin iyiliğini emretmektedir, onu alalım. Şu ümmetin iyiliğine değildir, onu atalım, öteki bugünün şartlarına uymaz, bunu kaldıralım. Evet böyle bir harekete mezhepsizlik denir. Fıkhî tabiri buna TELFIK denir ki bu da icma-i ümmet ile bâtıldır.

Vesikası Karaman'a verdiğimiz cevapta vardır. Bir mezhepteki bir insan zorluk olmadıkça başka mezhebin hükmü ile amel ederse mülhid olacağını ikinci binin yenileyicisi İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mebde ve Mead risalesinde bildirmektedirler.

Mezheplerdeki bir hükmün iyi veya ümmetin menfaatina .uygun olup olmadığını, kimler tayin ve tesbit edecektir? Dört mezhebin dört büyük imâmını kimler imtihan edecek ve şu içtihâdın ümmetin menfaatına uygun değildir diyecektir?

Karaman bu sualin cevabını ZARURİ CEVAP isimli broşüründe açıklamış. Ve şöyle diyor Karaman : Tavaf esnasında çok kalabalık oluyor. Kadınlar erkeklere dokunuyor, Şafiî mezhebinde ise kadına dokununca abdest bozulur. Burada Hanefiyi taklîd etmekte ümmetin menfaati vardır. Bu mealde bir ifadesi vardır.

Sonra ilâve ediyor. «Şafiî mezhebinde mahreme dokununca da abdest bozulur» diyor. Karaman Şiî Şevkâni ve mason Abduhun kitapları ile fazla meşgul olduğu için mahrem kadınların Şafiîde abdesti bozmayacağını öğrenmeye vakit bulamamış, kafadan atıvermiş, tutmazsa ne olacak? Hiç içtihâdı hata der geçer gider. Halbuki bunun vebali büyüktür.


Devamı var
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Karaman kadın erkek karışık tavaf yapılamıyacağını da bilememektedir. Bir insan sadece mahremleri ile ve bir de helâli ile tavaf edebilir ancak. Başka kadınlarla sıkışık durması, onlara dokunması harâmdır. Günahların en büyüğü camide, Kâbe'de işlenen günâhlardır. Bu bakımdan tenha vakit olmadıkça kadınlar tavaf edemez. Fıkıhta kaide vardır. Mezhepsizlere fıkıh senet olmaz ya onlar Kitap ve Sünnetten delil isterler ya biz yine fıkıhtan misal verelim. Harâmla farz çarpışınca, yani bir farzı harâm işlemek suretiyle yapmak mecburiyeti doğunca, o farz yapılmaz. Bir kadın da harâm işleyerek hac farizasını yapamaz. Hanefide bir kadın mahremsiz olarak ve kocası olmadan Hacca gidemez. Hacca gitmesi farzdır, fakat mahremsiz gitmesi harâm olduğu için harâm işleyerek Hacca gidemez.

Mütercim, 21. sayfadaki ifadeleri için tövbe etmemişse ve affa da uğramamışsa İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin buyurduğu gibi mülhid olmuş olur. Biz mezhepsizler gibi kafadan hüküm vermiyoruz, senet âlimlerden nakil yapıyoruz.

S. 57 de Mütercim Mezhepsiz Reşit Rıza'nın dinî ıslâhattaki maksadını anlatmaktadır. Şöyle diyormuş Reşit Rıza :

«Dinî ıslâhattan maksadımız, dinî korumak, müslümanların din ile amel etmelerini ve bir gaye etrafında toplanmalarını sağlamaktır.»

Siz de bu cümleleri iyi bir şeymiş gibi yapıtınıza almışsınız. Reşit Rıza'nın ne demek istediği gizli değildir. Bir insan bir mezhebe bağlı olup onun hükümleriyle amel ederse dîni korumuş, din ile amel etmiş ve bir gaye etrafında toplanmış olmaz mı?

Mezhepsizin maksadı, mezhepler birleşirse, ona göre İslâm bir noktaya cem edilmiş olur ve bir gaye etrafında toplanılmış olur. Dört mezhep bulunduğu müddetçe bir gaye etrafında toplanmak mümkün müdür? O halde mezhepleri birleştirelim, telfık yapalım. Zaten bunu Karaman da yapmak istediğini alenen açıklamıştır. Şu mezhebin şurası islâm'ın rûhuna daha uygundur, diyerek mezhep imâmlarını kontrol durumuna geçmiştir. İnanmayan bir mezhepsiz çıkarsa, bizzat Karaman tarafından yazılan ZARURİ CEVAP isimli broşürü okuyabilirler.

TERCÜME HATALARI başlığı altında bakalım neler yazmışsınız?

Bid'at yerine fitne demenin hatâ olduğunu söylüyorsunuz. Kelime olarak hatâ olabilir. Mezhepsizlik bid'atindeki mânâ bakımından fitne kelimesi çok uygundur. Sayın el-Bûti mezhepsizliği bid'at olarak göstermiş, biz ise mezhepsizliği büyük ve korkunç bir fitne olarak görüyoruz. Acaba siz nasıl görüyorsunuz ki? Kitaptaki her bid'at fitne olarak yazılmamış ki, sadece baştaki ifade öyle yazılmış ki bu da maksada uygundur. Daha önce de dediğimiz gibi Muslih ile mukallidin konuşması ismi iki defa isim değiştirdiği halde ona bir şey yok, okul arkadışınız mezhepsizliği kurcaladığı için kitabının her harfinde hata aramaya başlamışsınız. Bir kitabın ismini değiştirmek Abduhu sevenlere göre yanlış olmuyor da sevmeyenlere göre yanlış mı oluyor? Lütfen cevap verin.

Neymiş efendim, edillâ yerine dilâ olarak tercüme edilmiş, mezhepsiz Reşit Rıza'nın Muslih ile Mukallidi tercüme edilirken birçok hatâlar yapılmış, bunu, Sadreddin Yüksel Hoca vesikaları ile açıklamıştır. Bunları görmeyip de D. Ali Hoca'ya yüklenmenizin sebebini anlıyamadık. D. Ali Hoca'nın tercüme hatâsı acaba Karaman'ın abdestin bozulmadığı halde bozulacağını söylemesi kadar büyük hatâ mıdır? Fıkhî bir mevzudaki hata, konuşmadaki hata gibi midir? Hakkı taşıyıcı, hakka götürücü yerine, hakkı taşıyan kovalar demek büyük bir hatâ mıdır? Böyle demekle dinîmize ne noksanlık gelir? Ama Karaman'ın söylediği şekilde hareket edilirse dinîmize noksanlık gelir, İmâm-ı Şafiî gibi büyük bir âlimin içtihâdı mülga duruma düşer. Tarafsızlık her iki taraftaki hatayı da görebilmektir.

Tercüme hatalarından kasıt, mütercimin fazla bir Arabca bilmediğini ima etmek demektir. Diyelim ki, mütercim hiç Arabca bilmiyor. Onun tercüme ettiği eserde sizin alıp veremediğiniz nedir? Türkiye'de tek komünist olsa, komünizm aleyhine kitap yazılsa, bu kitap aleyhine neşre girmek hangi müslüman için uygun olur?

Türkiye'de tek mezhepsiz olsa, mezhepsizlik aleyhine kitap yazılsa bu kitap takdire mi vesile olmalıdır, yoksa tenkide mi? Siz niçin takdir yerine tenkid ediyorsunuz? Kitapta hatâlar bulunabilir. EL-BÛTÎ'nin de hatası olabilir.

A. Fikrî Yavuz, Karaman'a bir reddiye yazmış, bizce hatalı olan yerlerini gösterdik ama Yavuz'un bu hareketinden memnun olduk. Siz gerçekten mezhepsizliğe karşı iseniz, D. Ali Hoca'nın teşebbüsünden memnun olmanız gerekirdi.

S. 64 te şöyle yazıyorsunuz:

«Hem bu eserin, hem de bu eserin reddiye olarak yazıldığı risâlenin dilimize kazandırılmasının faydalı olacağına da inanıyorum.)»

Mezhepsizlik lehinde yazılmış bir kitap ile buna yazılmış reddiye, tersine mezhepsizlik aleyhine yazılmış bir kitap ile bunun aleyhine yazılmış bir reddiye düşünün. İkisinin de faydalı olması mümkün müdür? Biri hakkı, diğeri bâtılı anlatmaktadır. Hakkı anlatanda hata varsa düzeltilir. Bâtılı anlatanın içinde doğru varsa da muteber olmaz. Karl Marks, Şevkâni, Abduh gibi bâtıl kimselerin sözleri arasında da doğru bulunabilir. Ama doğru onların kitaplarından öğrenilmez. Doğru mukallid için tek hatası olmayan mezhep imâmlarından, veya mezhepdeki müctehidlerden öğrenilir. Mezhep imâmlarının neden tek hatası bulunmadığı Karaman'a verdiğimiz cevapta mevcuttur.

Yine S. 64 te diyorsunuz ki: «İfrata varan tarafları iyi ayıklanabilirse her iki kitabın bir çok faydalar ihtiva ettiği de muhakkaktır.»

İfrat ve tefrîti kim neye göre ayıklıyabilir? Elimizde bir ölçü olması lâzımdır. Bize göre o ölçü ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleridir. Size göre ise Kitab ve Sünnettir, öyle değil mi? O kitaba el atıldığı için 72 sapık mezhep meydana gelmedi mi? Bir şeyin doğru veya yanlış olduğunu hak olan mezhebimize göre ölçmek şart değil mi?

İçinde ifrat olan kitap okunabilir mi? Okunabilirse kim okuyabilir? İfrat ve tefriti ayıklıyabilmek için, kitap yazandan üstün bilgiye sahip olmak lâzımdır. İfrat ve tefritleri de yine ehl-i sünnet âlimlerinin ölçülerine göre, bu ifrattır, bu tefrittir demek lâzımdır. Abduha göre ifrattır, Efganiye göre tefrittir. Veya Kitaba ve Sünnete göre ifrattır veya tefrittir demeye hakkımız yoktur. Kendi bilgimize göre yazmaya ise hiç hakkımız yoktur.

İçinde ifrat ve tefriti bulunan kitabı okumak gerekir mi? Size göre gerekiyor ve faydalı oluyor. Bize göre ise uygun değildir. Niçin? O kitaptaki ifrat ve tefritleri bilebiliyorsak zaten o kitabı okumaya ihtiyacımız yoktur. Bilemiyorsak maazallah sapıtıp gideriz. Böyle içinde hata olan kitapları nasıl tavsiye edersiniz? İçinde hata olan kitap okunmaz. Ancak reddiye yazmak için okunur. Faydalanmak için okunmaz. Müctehid olan İslâm âlimlerinin kitaplarında tek hataları yoktur. Neden olmadığı Karaman'a verdiğimiz cevapta mevcuttur. Size kopya verelim, onlar da insan onlar da hata edebilir diyerek Karaman gibi apaçık bir hatanın içine düşmemenizi tavsiye ederiz.



devamı var
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
YAYGARANIN HEDEFLERİ bölümünde neler diyorsunuz?

Falanca demek mezunlarından birkaç kişi, bu kitap zararlı değildir demiş, bu kitap zararlı olmadığına göre bu kitap aleyhinde yazıp çizenlerin gizli bir maksatları bulunmuş olmalıdır. Oh ne âlâ hem savcı, hem hâkim durumundasınız. Kitabın içinde suç bulunmadığını siz ve arkadaşlarınız söylüyor. Buna göre kararı da siz veriyorsunuz. Biz içinde azim hataların bulunduğunu isbât ediyoruz. Bizimki nazar-ı itibare alınmıyor, kendi fikrînize göre karar veriyorsunuz.

Neymiş efendim, Süleymancıların imam-hatip düşmanlığından ileri gelen bir hareketmiş. Karaman bir ibni Abidinî tercüme etse acaba onu da tenkid ederler mi? Samimiyet burada belli olur. Mısır'lı mezhepsizlerin kitapları değil de Ehl-i sünnete mensup fakihlerin kitapları tercüme edilse acaba ona da karşı gelirler mi? Karaman'ın hemen hemen bütün kitaplarında kaynak olarak İbni Teymiyye yer almaktadır. İbni Teymiyye gibi bir mezhepsizin kitaplarından nakil yapılmasa dînimiz noksan mı olur? Hâşâ dinimizde noksan vardı da İbni Teymiyye ve mezhepsiz talebeleri mi tamamladı?

Yaygaranın hedefleri arasında ikinci sebep olarak kitaptan para kazanmak düşünüldüğünü söylüyorsunuz. Bunun cevabını daha önce vermiştik.

Belge 12 de, S. 68 de belirttiğiniz hususlar da bir gerçeği gizlemektedir.

Şurası bir gerçektir. Her fikir sahipleri kendi taraftarlarının işbaşında bulunmalarını isterler ve ellerinden gelen gayretleri gösterirler. Her çeşit hileye başvururlar, hile yaparken hilelerini de kanuna uydurmaya çalışırlar.

Bunun apaçık bir misalini biz verelim. Aydın Fikirler Kulübünü ehl-i sünnet taraftarlarının elinde tutabilmek için, bizi destekleyen ne kadar adam varsa onların hepsini üye kaydettik. Meseleyi kendilerine anlattık. Böylece Aydın Fikirler Kulübünün idaresini elimize geçirdik. Bunu yaparken de kanuna uygun yaptık. Mezhepsizler kendi açılarından bizi tenkid etmeye hakları vardır. İşbaşlarına kendi adamlarınızı getirdiniz diyebilirler. Biz bu hareketimizin dinimize ve kanunlara uygun olduğunu biliyoruz. Bu bakımdan başkalarının tenkidi mühim değildir.

Şu da bir gerçektir ki, selefî meşrepti bir çok öğretmen, asistan imtihanı kazanmıştır, kazandırılmıştır, mezhepsizliğe reddiye yazanlar, kazandırılmamıştır. Bu işlerde kanuna uydurulmuştur. Kanunen bir şey demeye hakkımız yoktur. Ancak gerçekleri gizlemek de size fayda sağlamaz. Solcu bir bilirkişinin müslüman için verdiği bir raporla, sağcı bir ehl-i vukufun verdiği rapor arasında şüphesiz oldukça fark bulunur. Siz ne kadar gizlerseniz gizleyin, selefî meşreplilerin imtihanları kazandığı veya kazandırıldığı ve bu işlerin kanuna da uydurulduğu bir gerçektir. Çorum'dan bile Karaman taraftarı ve Hazret-i Muaviye radiyallahü anh'a düşman olan kişiler imtihanı kazanarak gittiler. Bu gerçeği D. Ali Hoca'nın yazmış olması bir suç mudur? Türkiye'de ne dolapların çevirildiğini biz biliriz, siz de bilirsiniz, bu bakımdan bize de mi lolo?

Gördüğünüz gibi şaşkınlık içinde neleri tenkid edeceğinizi şaşırıyorsunuz.

D. Ali Hocanın haklı bir tenkidini adetâ belge olarak önümüze sunmuşsunuz.

Şu bir gerçektir ki bazı müesseseler bazı fikrîyata mensup kişilerin elindedir. Meselâ Ziraat Mühendisleri odası sağcıların elindedir. Ziraatçılar Cemiyeti solcuların elindedir. Her iki grupta kanuna uydurup o makama geldiler. Siz o köşeleri tutarsınız da biz boş mu dururuz, biz de gücümüzün yettiği köşeleri tutarız. Bunu siz gizliyorsunuz ama biz gizlemiyoruz, çünkü mızrak çuvala sığmaz, güneş balçıkla sıvanmaz. Selefî meşrepliler teşkilâtı ele geçirmedi deseniz kim inanır? Böyle basit meseleleri kitaba yazmaya değmezdi. Anlaşılan kitabın tesirini yok etmek için elinizden gelen her çareye başvurmuşsunuz.

Yaygaranın hedefleri bölümünün üçüncü maddesinde MTTB ve Milli FİKİR'in D. Ali Hocanın kitabını tavsiye ettiği için işin içinde maddî ve siyasî menfaat aramanız tamamen bir iftira ve yalandır. Isbat edemediğiniz müddetçe müfteri olarak tarihe geçeceksiniz.

MTTB Kocaeli teşkilâtı tarafından çıkarılan Kaynaklara DÖNÜŞ isimli gazete İmâm-Hatip öğrencileri tarafından organize edilmektedir. D. Ali Hoca'nın kitabını tavsiye eden yazar Ali Nar ise bir İmâm-Hatip öğretmenidir.

S. 72de şöyle bir hükme varıyorsunuz:

«Bu yayınlar açıkça göstermektedir ki, mezhepsizlik meselesi, dinî ve ilmî olmaktan uzak, sadece maddî ve bu meyanda siyasî menfaatler uğruna körüklenen bir iftira ve yakıştırmadan ibarettir.»

Bay Gürtaş, cümlenizi aynen aldık. Bu hükmünüz, Kaynaklara DÖNÜŞ Gazetesi Ve Millî FİKİR ile ilgilidir. Çünkü onlardan bahsettikten sonra bu hükme varıyorsunuz.

Önce şunu söyleyelim ki gerek Kaynaklara DÖNÜŞ ve gerekse Millî FİKİR, kanunen siyaset yapmayan bir teşekkülün yayın vasıtasıdır. Buna rağmen MTTB ve Aydın Fikirler Kulübünün tamamen siyasetle uğraştığını kabul etsek bile mezhepsizliği tenkid etmemizde maddî ve siyasî menfaat neresindedir? Kime ne iftira etmişiz, bunu açıklamazsanız müfteri olduğunuzu neşretmeye devamda kararlıyız. Gerek Aydın Fikirlerin ve gerekse MTTB'nin kâr gayesi yoktur. Maddî menfaat söz konusu edilemez. Gelirleri derneğe aittir. Şahıslar bundan istifade edemez. Hattâ yazarları ücretsiz çalışmaktadır. Gürtaş, bu bakımdan bizlere yaptığınız çirkin bir iftiradır.

Batı hayranları daima dinîn ilimden, irfandan ayrı olduğunu iddia ederler. Bunun için dinî ve ilmî derler. Halbuki din, kâinatı kaplamıştır. Bâtı hayranlarının anladığı şekilde dinî ve ilmî demek dînin mahiyetinden habersiz olmayı gerektirir. Dinîn içine ilim, edebiyat, fen, yani aklî ve naklî bilgiler girer. Din bütün ilimlerin başıdır. Bu bakımdan dinî ve ilmî tabirini kullanmanız uygun değildir. Bir sohbet toplantısı başlığı altında S. 73 de Karaman'ın sabır ve dirâyeti sayesinde hiç bir sorunun cevapsız kalmadığını ve hiç bir olay çıkmadan sohbetin sona erdirildiğinden bahsediyorsunuz. Ne saklayalım, okuyunca güldük. Zira biz de Aydın Fikirlerde sohbet toplantıları yaparız, her soruyu cevaplandırır, hadisesiz dağılırız. Bu bir marifet değildir ki onu âleme duyuralım.

Karaman her ne kadar sizin arkadaşınız ise de bizim de hemşerimiz olur. Biliriz onu. İşine gelmeyen suallere cevap vermez. Çorum'da Hazret-i Muaviye radiyallahü anh hakkındaki bir Hoca Efendinin sualini cevapsız bırakmıştır. Keza A. Fikrî Yavuz tarafından sorulan Şia ile Ehl-i sünnet nasıl birleşir sualini cevapsız bırakmıştır. Keza bizim yüzlerce ciddî suallerimizi cevapsız bırakmıştır. Bir toplantıda yapılan bir konuşmanın meziyet gibi gösterilmesinden ne fayda bekleniyor ki?

S. 47 de Karaman'ın mezhebinin itikadda Mâturidî, amelde ise Hanefî olduğu zikredilmektedir. 25. sayımızda mezhebinin Hanefî olmadığını vesikalarla isbat eyledik. Bilindiği gibi amelde dört hak mezhep vardır. İtikadda tek hak mezhep vardır. Ona Ehl-i Sünnet velcemaat denir. İmâm-ı Mâturidi ve İmâm-ı Eş'ari itikad İmâmlarımızdandır. İtikadda ayrılık olmaz. İ. Mâturidi ile İ. Eş'ari arasında cüz'i bir ayrılık vardır ki Ehl-i sünnet âlimleri bu kadarına müsaade etmişlerdir. Hiç bir kitapta benim itikadda mezhebim Mâtûridi denmez. Hep Ehl-i sünnet velcemaat olarak geçer.


devamı var
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Bir talebenin bilmeyerek veya yanlışlıkla İmâm-ı Azam'ın, İmâm-ı Şafiî'den sonra geldiğini söylediğini yazıyorsunuz. Biz orada değildik söylemiş olabilir, demek ki gençlere ilmîhal bilgileri bile doğru dürüst öğretilmediği halde müctehid gibi ahkâm kesmeleri öğretiliyor. Kim öğretiyormuş diye sormanıza lüzum yok, 25. sayımızda vesikası vardır. Aynı gençlere Karaman, Kitab ve Sünnetten hüküm çıkarmalarını tavsiye etmektedir.

O gencin sorduğu sualde İmâm-ı A'zamla, İmâm-ı Şafiî yer değiştirseydi ki murat da öyle idi, cevabı nasıl verilmiştir, onu yazmamışsınız. İsimler yer değiştirerek aynı suali size soruyoruz.

Bir gencin bazı cümleleri kırparak aldığını söylediğiniz satırları aynen alıyoruz: S. 74 ve 75 de şöyle yazıyorsunuz:

«Nesil Dergisinin üçüncü sayısının 14-15 sayfalarında yer alan bu cümleleri hep birlikte okuyalım:

«İbn Hazm, İbn Teymiyye, Muhammed b. Abdülvehhab gibi âlimler, vehhâbiler, Kadızadeliler gibi gruplar müslümanları sünnet yolunda birleştirmek ve bid'atleri ortadan kaldırmak için mücadele bayrağını açmışlardır. Ancak mücadele usûlleri çok sert ve kırıcı olduğu için müsbet netice alamamış, bid'atçîlerin taassubunu körüklemiş, birleştirme yerine ayrılmalara, sünnete bağlamak yerine ondan uzaklaşmalara sebep olmuşlardır.

«Demek ki bu bir grup genç, cümleleri baştan sondan kırparak manayı bir kuşa çevirme ve böylece suçlu duruma düşürülen hasma yüklenme taktiğinde yetiştirilerek oraya gönderilmişlerdir.»

Gürtaş, cümleleri aynen aldık mı? Yapıtınızı elinize alıp bir kontrol edin. Ondan sonra da bizi dinleyin.

İlkönce burada bir su-i zan vardır. Gençleri oraya birisinin gönderdiği zannı. Su-i zan harâm değil midir? Sonra cümleleri kırpma mevzuu da enteresandır. Kırpmaya lüzum yok ki... O satırlar tamamen ehl-i sünnete aykırıdır. Şöyle ki, orada sayılan üç kişinin hiç birisi ehl-i sünnet değildir. Bu üç kişiyle vehhâbiler müslümanları sünnet yolunda değil, bid'at yolunda birleştirmek için çalışmışlardır. Vehhâbiliğin zındıklık olduğu delil olarak bize sunduğunuz Nimet-i İslâm kitabında yazılıdır. Kendinizin delil olarak sunduğu kitabı kabul etmezseniz artık size ne diyebiliriz? Böylece de samimiyet durumunuz tescillenmiş olur. Hiç zındıklar sünnet yolunda çalışır mı? Bu kadar gaflet ve dalâlet olur mu? İbni Teymiyye'nin ehl-i sünnet olmadığını 25. sayımızda bildirmiştik. İbn-i Teymiyye gibi bir sapık nasıl olur da sünnet yolunda çalışır, mezhepsizlik bid'atini ilk çıkaran İbni Teymiyye nasıl olur da bid'atle savaşır? İbni Teymiyye'nin cihete kail olması, arşın nev'an kıdemine kani bulunması sünnet midir, bid'at midir? Muhiddin-i Arabi hazretleri gibi tasavvuf büyüklerine kâfir damgasını vurması sünnet midir, bid'at midir? İbni Hazm da onun yolundan giden selefiyeci bir sapıktır. Bu üç sapık nasıl olur da sapıklıkları zikredilmeden sünnete çalıştıkları iddia edilebilir? Haydi Karaman bu üç sapığı sevdiği için ve kitablarına onlardan delil getirdiği için bu üç sapığı övebilir. Fakat siz ne diye bunların bu sapıklıklarını hiç görmek istemiyorsunuz? Muhalfarz Rıza-i ilâhi için Karaman'a avukatlık yaptığınızı kabul ederek soruyoruz, bu üç sapık bize ne vermiş de hep bunlardan bahsediyorsunuz?

S. 76 da şöyle bir temennide bulunuyorsunuz:

«Temenni ederiz ki gerçekler anlatılınca, araştırılıp ortaya çıkarılınca kimse hatada israr etmesin ve bu gençler güçlerini, kendilerini yanlış yollara sevkederek çeşitli menfaatler sağlamaya çalışanları doğru yola sokmak için sarfetsinler.»

Evet aynı temenniyi biz yapıyoruz. Vehhâbiliğin, yukarıda bildirilen üç sapığın yolları bellidir, tek cümle ile bunlar sapıktır. Artık bunlar bize hüccet olarak gösterilmemelidir. Bilmediğinizi kabul ederek gerçekleri size anlattık, inşaallah bundan sonra Abduhları, İbni Teymiyyeleri sevenleri değil de dört hak mezhebi kabul edip, onlardan birisine ittiba edenleri müdafaa edersiniz.

Çorum'da Karaman'ı sevenler Eshâb-ı kirâma düşmandırlar. Bilhassa Hazret-i Muaviye radiyallahü anh'ı sevmezler, acaba siz sever misiniz?

S. 77de NETİCE bölümünde şöyle diyorsunuz:

«Türkiye'de mezhepsizlik denebilecek herhangi bir fikir ve cereyan mevcut değildir.»

Şu anda elimizde «Modern Problemler Karşısında İslâm Hukuku» isimli bir kitapçık var. Yazarları ne idüğü bellisiz veya ne idüğü belli üç kişi ile diğer yazar ve mütercimi Hayrettin Karaman'dır.

Mahmasânî tarafından yazılan ve Karaman tarafından tercüme edilip piyasaya sürülen bölümünü birlikte inceleyelim. S. 46'da Geri kalış sebepleri ve çareler gösterilmektedir. Neymiş bunlar, niçin geri kalmışız, eller aya giderken biz niçin yaya kalmışız ve çaresi ne imiş öğrenelim.

Mahmasânî isimli mezhepsiz diyor ki, ictihad kapısı kapatıldı, ilim ihmal edildi ve geri kaldık.

S. 447 de Sünnî fukahanın ictihad kapısının kapanmasında ittifak yani İCMA ettikleri ve dört hak mezheple iktifa ettiklerini yana yakıla yazdıktan sonra, Şiî âlimleri ile meşhur mezhepsizlerden İbni Teymiyye, talebesi İbnül kayyim, mason Abduh, İngiliz casusu mason ve mezhepsiz Efgani ve zındık olduğu sizin bize tavsiye ettiğiniz Hacı Zihni Efendi tarafından belgelenen Muhammed b. Abdulvehhab gibi sapıklar ictihad kapısının kapanma işine itiraz etmişler. Mezhepsiz Mahmasânî bu sapıklara MÜCEDDİD ünvanını yakıştırmış.

Evet içlerinde tek ehl-i sünnet âlimi yok, bu sapıklara nasıl MÜCEDDİD denir? Ve bu kitap nasıl olur da Türkiyede serbestçe piyasada satılır da siz Mezhepsiz olmadığınızı iddia ettiğiniz halde böyle bir kitaba karşı çıkmazsınız da mezhepsizlik aleyhindeki bir kitaba saldırırsınız? Bu kitapda bu sapık kimseler Müceddid olarak gençliğin önüne seriliyor. İmâm-ı Rabbânî gibi bir MÜCEDDİD tavsiye edilmiyor da mason oldukları kat'i olarak bilinen ve hattâ Karaman tarafından da itiraf edilen bu kimseler ve zındıklık olduğu belli olan vehhâbiliğin kurucusu M. B. Abdulvehhab nasıl müceddid olarak gösterilir? Bu sapıklar mezheplere düşmandır. Bunlar mezhepsizdir. Bunların reklâmının yapılması mezhepsizlik değil de nedir? Ortaya çıkan şahıslar Mevdûdî gibi BEN MEZHEPSİZİM diye mi çıksınlar? Komünist bile ben komünistim diye ortaya çıkmıyor. Kalleş mezhepsizler, mezhepsiz olduklarını itiraf etmekten çekiniyorlar. Fakat İslâm'ın bir noktaya cem'i diye dört mezhebi telfık etmek istiyorlar, birleştirmek istiyorlar. Bunlar mezhepsizlik değil de nedir? Karaman'ın sadeleştirdiği kitabın asıl adı, yani mütercim tarafından konulan adı neydi? MEZAHİBİN TELFIKI VE İSLÂM'IN BİR NOKTAYA CEM'İ değil miydi? Bu ne demektir? Mezhepleri telfık ederek İslâm'ı bir noktaya cem edelim demek değil midir? Sırf böyle bir isim Türkiye'de mezhepsizliğin bulunduğuna delil teşkil etmez mi?

Karaman kurnazlık ederek kitabın ismini değiştirerek «İslâm'da Birlik ve Fıkıh Mezhepleri» adını koyuyor.


devamı var
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
O zamanki toy mütercim A. Hamdi Akseki, mezhepsizlik hastalığına şiddetli bir şekilde yakalandığı için, mezheplerin dört tane oluşunu dağınıklık kabul ediyor telfık ederek bir noktaya cem etmek istediğini alenen söylüyor ve kitaba bu ismi veriyor. Karaman kurnaz olduğu için bunu biraz kamufle etmeyi düşünüyor aynı manayı başka taraftan söylüyor. İslâm'ın bir noktaya cem'i demiyor da İslâm'da birlik diyor. Sanki dört hak mezhep olunca birlik olmuyormuş. İsrarla dört hak mezhep tabirini kullanmaktan çekiniyor ve Fıkıh mezhepleri tabirini kullanıyor. Niçin dört hak mezhep tabirini kullanmıyor, Karaman'a göre başka hak mezhep de mi var diye düşündük. Baktık ki Karamam zındıklık olduğu ehl-i ilimce ve Hacı Zihni Efendi tarafından açıklanan vehhâbiliğe sünnî mezhep demesin mi?

Size soruyorum, zındıklığa sünnî bir mezhep diyen kimsenin fıkıhtaki yeri nedir? «Küfre rıza küfür» düsturunu kabul ediyor musunuz? Muhiddin Arabi gibi tasavvuf büyüklerine KÂFİR demekten çekinmeyen İbni Teymiyye'ye Mutlak müctehid diyen Karaman'ın durumu nedir?

Soruyoruz size, zındıklık olan vehhâbiliği sünnî bir mezhep olarak takdim ve tavsiye etmekle avukatlığını yaptığınız arkadaşınız ne beklemektedir? Vehhâbilikle bir ilgisi yoksa Hacı Zihni Efendinin dediği gibi zındıklığını niçin söylemiyor? Bir yerden korkusu mu var yoksa? Zındıklığa Sünnîlik demek veya Sünnîliğe zındıklık demek küfür değil midir? Sünnî âlimler yani ehl-i sünnet âlimleri dururken bu mezhepsizleri, zındıkları, masonları, Abdülhamid Han hazretlerine pusu kuran Efgani isimli mason köpeğini takdim etmekte ne fayda umuyorsunuz? Dinîmize bunlar ne ilâve etmişlerdir? Niçin hep bu mezhepsizlerden nakil yapıyorsunuz? Bu mezhepsizlerin kitaplarını tercüme etmekle neye hizmet ettiğinizi gizlemeden açıklamanızı istiyoruz. Böyle mezhepsizlerin kitaplarını tercüme etmekle ehl-i sünnet âlimleri unutturulmak mı isteniyor? Neden bir Kuduri tercüme edilmez de Mezhepsiz Mahmâsânî'nin saçmaları tercüme edilir? Bu sualler yeni sorulmuyor, fakat Karaman işine gelen kimselere ve işine gelen suallere cevap vermekle yetinmiştir. Karaman cevap vermeye mecbur değildir. Siz de mecbur değilsiniz. Ancak dinîmizi içten yıkmaya çalışan vehhâbi ve mason uşaklarını tesbit etmek için bu suallerin mutlaka cevaplandırılması gerekir. Böylece sizin de samimiyetsiz olup olmadığınız meydana çıkar.

Karaman'ın tercüme ettiği kitapta Mezhepsiz Mahmasânî ne diyor, Şiî âlimleri ile müceddid âlimler diyor. Şiî âlimleri bize hüccet midir? Akseki'nin toyluğunda söylediği gibi Şiîlerle ehl-i sünnet birleştirilmek mi isteniyor? Mezhepler telfık edilirse, bu arada Şiîlerin görüşleri de alınır, mezhepsizlere göre İslâm bir noktaya cem edilmiş olur. Gürtaş siz de mi böyle düşünüyorsunuz? Düşünmüyorsanız niçin Türkiye'de serbestçe satılan ve Şiî âlimlerini hüccet gibi gösteren bu kitaba reaksiyon göstermediniz de mezhepsizler aleyhine neşredilen bir kitaba cevap vermeye kalktınız? Samimi insan Şiîleri tenkid eder, ehl-i sünnet olan, ehl-i sünnet olmayanı tenkid eder. Siz ise Şiîleri hüccet gibi gösteren bu kitabı değil de mezhepsiz-ligi tenkid eden bir kitaba reddiye yazmaktaki maksadınız nedir?

Birisi çıksa Ahmet Gürtaş komünistliği yaymaya çalışıyor dese ve bu hususta bir de kitap yazsa. Sizin yapacağınız iş, «komünistlik kötüdür, liderleri kötüdür, benim komünistlikle ilgim yok» demeniz gerekmez mi? Türkiye'de komünist yok derseniz, söylendiğine göre Rusya'da varmış, derseniz ve hiç bir komünist lideri kötülemezseniz o zaman sizin komünist olduğunuzdan haklı olarak şüphe etmemiz gerekmez mi? Siz çıktınız, Türkiye'de mezhepsizlik hareketi yoktur, söylendiğine göre Suriye'de varmış. Ve hiç bir mezhepsiz lideri tenkid etmiyorsunuz. Hal böyle olunca bizim aklımıza bazı sualler gelmez mi? Bu adam vehhâbiliği niçin kötülemiyor, hattâ müdafaa ediyor. Arkadaşınız Sünnî mezhep diyor siz de arkadaşınızı müdafaa etmekle vehhâbiliği müdafaa etmiş olmuyor musunuz? Kısaca siz de mezhepsiz değil misiniz?

Eğer siz mezhepsizliğe samimi olarak karşı iseniz, mezhepsizliğin liderleri aleyhine yazı yazmanız lâzımdır. İslâm Enstitüsü mezunu Sayın Sadık Albayrak nasıl Efgani köpeği hakkında yazı yazmışsa ve Peygamberlik sanatlardan bir san'attır dediğini ve böylece küfre düştüğünü isbat etmişse, birkaç mezhepsiz aleyhine de siz yazın. Karaman'ın tercüme ettiği Mahmasânî'nin kitabına reddiye yazın, Şiîler bize hüccet olamaz deyin. Zındıklık tarikatının kurucusu M. Abdülvehhab bize hüccet olamaz deyin. Mason Abduh'la, Şiî Şevkâni bize delil olamaz deyin. İslâm'da mezhepler yok, dört hak mezhep var deyin. Ehl-i sünnet âlimleri varken bize Efganiler ve İbnülkayyimler lâzım değildir deyin. Böylece samimiyetsiz ve mezhepsiz olmadığınız meydana çıkar. Aksi halde mezhepsiz olduğunuz vesikalanır. Kadromuzda mevcut İmâm-Hatip öğretmenlerini ikna için mezhepleri birleştirmek, mezhepleri telfık etmek, kolayına gelen hükümleri almak isteyenlere karşı yazı yazmanızı istiyoruz. İslâm Enstitüsünün muhterem hocası D. Ali Hocaya karşı yaptığınız hakaretlere karşı tövbe ederseniz ve mezhepsizler aleyhine yazı yazarsanız o zaman sizin mezhepsizliğe karşı olduğunuzu isbat etmiş olursunuz. Aksi halde mezhepsizliğiniz belli olur.

Şimdi Modern Problemler Karşısında İslâm Hukukunun 47. sayfasını birlikte okuyalım :

«Sünnî fukaha ictihad kapısının kapatılmasında ve bundan böyle Hanefî, Maliki, Şafiî ve Hanbeli'den ibaret olan dört mezhep ile iktifa edilmesine ittifak eylemişlerdir. Bunun neticesi İslâm düşüncesinin duraklamasından, hukukta ve diğer İslâmî ve Arabi ilimlerde taklîd ve saplantının yayılmasından ibaret olmuştur.

Şiî âlimler ile İbn Teymiyye, «İ'lâmü'l Muvakkiin isimli kitabında İbulkayyim el Cevziyye gibi önceki bazı sünnî âlimler, ictihad kapısının kapatılmasını kabul etmemekle isabet eylemişlerdir. Son asırlarda bunlara Muhammed b. Abdulvahhab, Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh gibi müceddid âlimler de katılmışlardır.»

Şu kadar yerdeki hataların hangi birini sayalım? Mahmasânî dört mezhep üzerinde ittifak hasıl olduğunu bizzat kendisi söylüyor, hem de bu ittifakı kınıyor. Halbuki bu ümmetin âlimleri yanlış bir şey üzerinde, hata üzerinde, bâtıl üzerinde ittifak etmiyeceklerine dair Hadîs-i şerîf vardır.

Mahmasânî İslâm düşüncesi tabirini kullanmış. Gürtaş bu mezhepsize de ki, «bre mezhepsiz İslâm düşüncesi olmaz, İslâm dinî veya İslâm şeriatı olur» de. Düşünce insan mahsulüdür. İslâm ise insan mahsulü değil, ilâhi bir dindir de. Bunun gibi piyasaya sürülen İslâm düşüncesi, faiz nazariyesi, İslâm nazariyesi gibi dinde şüpheyi gerektirici terimleri yazan Abduh'un tilmizlerine gerekli cevabı vermenizi istiyoruz.

Görüldüğü gibi bütün mezhepsizler ictihad kapısına toslamaktadırlar. İctihad edebilmek için müctehid olmak lâzım, müctehidin vasıfları da belli olduğuna göre, asrımız da müctehid de bulunmadığına göre ne diye durmadan bu kapı zorlanır? Dört mezhebde bulunmayan, ihtiyaç duyulan ne var da onun içtihâdını yapacaksınız, mezhepsizlere soruverin Bay Gürtaş? Hattâ söyleyin onlara bu kapıyı Millî FİKİR camiası olarak onlara açtık, girebilirlerse buyursun girsinler, yeni mezhepler kursunlar, ancak bizim hak olan dört mezhebimize dokunmasınlar, birleştirmesinler, telfık yapmasınlar. İnsanın maymundan veya maymunun insandan geldiğini mi söyleyecekler, zuhru âhiri mi kıldırmayacaklar ne yapacaklarsa yapsınlar, fakat İslâm adına Hanefi mezhebi adına bu cinâyetleri işlemesinler.


devamı var
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Mezhepsiz Mahmasânî sünnî yani ehl-i sünnet âlimlerine olan itimadı sarsmak için Kütüb-i sitteden olan, Kur'ân-ı kerîm'den sonra en kıymetli kitap olduğunda ittifak edilen Buhârî ve Müslimde mevzu hadîs olduğunu söyleyecek kadar ileri gidiyor. Ve bu kitap da Türkiye'de basılabiliyor. Ve bu kitabı Gürtaş nedense tenkid etmiyor, müslümanlar gelin de siz hayretler içerisinde kalmayın.

Mezhepsizlerin uğraştıkları konular arasında ve belki de başında gelen konulardan birisi de mevzu hadîs meselesidir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında zaten mevzu hadîs olmaz. Mezhepsizler işlerine gelmeyen hadîs-i şerîflere hemen mevzu damgasını vurmuşlar, böylece hem o hadîs-i şerîfin hükmünden kurtulmak istemişler, hem de o hadîs-i şerîfi nakleden âlimi bilgisizlikle suçlamak istemişlerdir. Mezhepsizlere sorun, sizin kitaplarınızda mevzu hadîs var mıdır? deyin yok diyecekler, fakat ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında çoktur diyecekler.

Karaman'a bile bu suali sorabilirsiniz. Kendi kitaplarında mevzu hadîs olmadığını fakat, sözü hüccet olan İmâm-ı Gazâli'nin İhya'sında dolu mevzu hadîs bulunduğunu çekinmeden söyleyebilir. Hattâ en kıymetli tefsir olan Beydavî'de bile mevzu hadîs olduğunu söyleyebilir. İmâm-Hatip okullarında okutulan ve Karaman tarafından yazılan Hadîs Usûlü kitabında bu söyleyeceklerini daha önceden yazmıştır. Ama şimdi tövbe etmişse, hiç bir ehl-i sünnet büyüğünün kitabında mevzu hadîs olamaz diyorsa, o zaman onu tebrik ederiz.

Mezhepsiz Mahmasânî, Aslı olmayan Naslara Tutunmak başlığı altında bakalım ne diyor:

«İbn Teymiyye, Muhammed Abduh gibi müceddid âlimler bu üzücü duruma karşı ayaklanmış, din ve akıl prensiplerinin ışığı altında hadîsleri ayıklamış, hattâ BUHARÎ ve MÜSLİM hadîslerinden birkaçını dahi tenkid etmişlerdir.» S. 51

Karaman bu ifadelerden sonra dip nota inmemizi emir buyuruyorlar. Dipnota iniyoruz. Orada aynı hususun, M. Râşid Rida (Yani şu bizim bildiğimiz mezhepsiz Reşit Rıza) tarafından yazılan Mecelletül Menar zikredilmektedir. Bilindiği gibi meyhaneci şahidi bozacıdan getirirmiş.

Mezhepsiz Mahmasânî iftirasını öyle başıboş bırakır mı? Al sana bir misal diyerek Acve hurması ile ilgili hadîs-i şerîfi naklettikten sonra şöyle diyor:

«Bu hadîsin sahih (Hazret-i Peygambere ait) olması mümkün değildir. Çünkü ilme ve realiteye aykırıdır.» S. 52

Hemen altta ise şu hükmü koyuyor: «İhmal ve hata veya uydurma ve iftira yolu ile sünnete katılan binlerce benzerinden bu bir örnektir.» S. 52

Bu hadîsin sahih olması mezhepsize göre neden mümkün değilmiş? Çünkü ilme ve realiteye aykırı imiş. Bre mezhepsiz senin ilim dediğin nedir? Realite dediğin nedir? Hadîs-i şerîften üstün ilim ve realite olur mu? Sonra ilim ve realiteye aykırı olduğunu kim söylüyor,mezhepsiz Mahmasânî ve diğer mezhepsizler. Peki bu mezhepsizler mi bir hadîs-i şerîfin mevzu olduğunu bilir, yoksa Imâm-ı Buhârî mî? Mezhepsizdeki akıl ve fikir kadar İmâm-ı Buhârî'de akıl ve fikir yok mudur? Kütüb-i sitteye böylece gölge düşürmek istiyor aklınca mezhepsiz. Bir mezhepsizin böyle bir fikir serdetmesi normaldir. Ancak böyle bir sapığın kitabı nasıl tercüme edilip de ortaya sürülür? Bu işten daha vahimi de Gürtaş'ın bu kitabı görmemesidir veya görüp de tenkid etmemesidir.

Mevzu hadîsler Buhârî ve Müslime nasıl geçmiş? İhmal ve hata ile, daha başka, uydurma ve iftira yolu ile,evet bu iftiralar mübarek muhaddisleredir, hay dilin kurusun mezhepsiz Mahmasânî.

Evet Gürtaş, mezhepsizler işte böylece Kütüb-i Sitteye olan itimadı kaldırmak ve islâm âlimlerine olan bağlılığı koparmak istiyorlar. Derhal vazife başına gelmenizi ve bu mezhepsizlere hadlerini bildirmenizi istiyoruz. O zaman sizin mezhepsizliğe karşı olduğunuzu öğrenmiş olacağız. Siz de o zaman Türkiye'de mezhepsizliğin hangi merhaleye ulaştığını acı acı göreceksiniz.

İşin enteresan noktasından birisi de şu. Karaman bakıyor, İmâm-ı Buhârî gibi sözü senet, naklî senet bir âlimin sahih bir hadîs-i şerîfine Mahmasânî mevzu diyor. Karaman hemen bir dipnot açıyor. Şarih Ayni'nin kaydettiğine göre bu hadis mevzu değilmiş. Sonra Karaman müctehid gibi bir hüküm koyuyor ve şöyle diyor:

«Senedi sahih olan bir hadîs hakkında ASILSIZ diyebilmek için bütün te'vil kapılarının kapalı olması gerekir.» S. 52 Dipnot.

Karaman bu sözüyle ne demek istiyor? Mahmasânî'ye diyor ki «Senedi sahih olduğunu biliyordun, hadîsi te'vil etme imkânı da vardı. Suç üstü yakalandın. Bir daha Buharî'ye dil uzatırken bu hususa dikkat et»

Peki bu sözle bize ne demek istiyor? İsterse senedi sahih olsun, isterse Buharî'de bulunsun eğer o hadîsi te'vil edemezsek o hadîs mevzudur. Böyle demiyor mu? Kitap elimizde vesika olarak duruyor.. Karaman'ın verdiği ölçüye göre Mezhepsiz Mahmasânî te'vil edemiyor ve MEVZU damgasını basıyor. Karaman'ın ölçüsüne göre hareket edilince bu feci durum ortaya çıkıyor, değil mi Gürtaş?

Gelin birlikte bir daha Karaman'a ait kaideyi okuyalım: «Senedi sahih olan bir hadis hakkında ASILSIZ diyebilmek için bütün te'vil kapılarının kapalı olması gerekir.»

Mahmasânî de bu ölçüyü eline almış, önce senedine bakmış, senedi sahih,.fakat buna nasıl mevzu diyelim de , te'vil etmeye çalışmış te'vil de edememiş, öyle ise hadîs ilme ve realiteye aykırı olduğu icin mevzudur demiş . Senedi sahih olan hadise Mahmasânî veya bir başkası te'vil edemedi diye mevzu denir mi? Biz birçok hadîs-i te’vil edemiyoruz, Te'vil edemedik diye hemen mevzu damgasını mı basalım Mahmasânî gibi. Sahih bir hadise mevzu dendi mi din yıkıldı demektir. Şükür mezhepsizlere halkımız inanmadığı için, eski veya eskimez kitaplara bağlı kaldığı için bazı hükümler hâlâ ayaktadır. Bununla beraber mezhepsizlerin tesiri altında kalarak birçok bid'atler de işlenmektedir. Meselâ başı açık namaz kılmak, kolları açık namaz kılmak, teganni île Kur’ân-ı kerîm okumak gibi.

Yeri değil ama aklımıza gelmişken şunu da yazalım. Feraset kelimesine Arablar firaset der demiştiniz. Türkler de firaset anlamındaki kelimeye feraset diyorlar. Biliyorsunuz eskimez yazı ile ve eskiden günde beş vakit kıldığımız ibadete NEMAZ denirdi. Şimdi ise siz NAMAZ olarak yazmışsınız, biz de nemaz olarak yazıyoruz. Saadet kelimesi şad ile yazılarak saadet deniyor. Biz de sizi nemazı niçin namaz yazdınız diye tenkid mi edelim? Yapılan hata dine zarar vermezse tenkide değmez. Ama siz büyük harf olmuş diye bile tenkid ediyorsunuz. Bu din gayretinden midir, yoksa D. Ali Hoca'ya olan herhangi bir garazınızdan mıdır? Mahmasânî'nin yazısını okumaya devam ediyoruz:

«Birden fazla mezhebin zikredilen iyi tarafları yanında bazı fena neticeleri de olmuştur.» S. 61

Dört hak mezhebden birisine bağlı olan bir kimse hiç böyle konuşur mu? Hiç hak olan mezhebin fena neticesi olur mu? Merak ettik bu fena netice ne diye. Kör mezhepçilik ve bunun neticesi olan çekişme, düşmanlık ve nefretmiş. Sonra durduk ve düşündük, hangi hak mezhep birbiriyle düşmanlık yapmış diye. Biraz alt tarafı okuyunca anladık. Sünnîler ile şiîlermiş. Şiîler de hak mezhepler sınıfına sokulmuş, Karaman buraya bir dipnot bile inmeye lüzum görmemiş. Şiîler ile sünnîlerin birbirlerine düşman olması tabiîdir dememiş. Ve kitabı piyasaya sürmüş ve bu kitap Gürtaş tarafından tenkid edilmemiş. Hayret değil mi? Rafîzilerle Sünnîler dövüştü diye veya iki hak mezhep mensupları birbirleriyle dövüştüler diye mezhepleri mi kaldıralım? Mezhepsizlerin nedir dertleri? Mezheplerin birbirleriyle savaştıklarını durmadan yazarlar. Gayeniz nedir, tarihte olmamış ama, olmuş farzedin, ne olacak savaş olduysa? Mezhepleri kaldırınca muratlarına erecekler mi acaba?

Gerçi mezhepsizler oldukça muratlarına erdiler. Halkımızın kaçta kaçı doğru dürüst mezhebini bilmektedir?

Mahmasânî'nin yazılarını okumaya devam ediyoruz. Geri kalış sebeplerimiz sıralanırken altıncı sebep olarak din ile dünya işlerini birbirine karıştırmamız geri kalmamıza sebep olmuş. Laik olalım diyecek de mezhepsiz dili varmamış söylemeye.

Bu bölümde din ile dünyanın birleştirildiğinden yakınılmaktadır ve şöyle demektedir: «Fakat bazı Fakihler hâkim bulunan cahilî âdetlerin tesiri altında da kalarak bu eksik adımda durmuşlar, diyanetin gerektirdiği yerlerde kazaen de hüküm vermemişlerdir.” S. 66


devamı var
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Fakihlerin cahilî âdetlerin tesiri altında kaldığı iftirası yapıldıktan sonra S. 67’de bunlara misal veriyor ve diyor ki:

«Böylece meselâ yabancı dil öğrenmek, kaşıkla yemek, önlük veya serpuş giymek fer'i ve dünyevî işler için harâm fetvası vermişlerdir?»

Serpuş ve zünnar hakkında fetvalar vardır. Fakat diğerleri hakkında kim fetva vermiş? Kim harâm demiş, bu ne biçim iftiradır ki isim verilmeden fetva verilmiş diyerek geçiliyor. İşte İslâm âlimlerine böyle iftira ediyorlar. Zünnar da bir kuşaktır, mezhepsize göre dünyaya ait bir iştir ama onu kuşanan kâfir olur. Mezhepsizler ekseriya zünnar veya zünnarın kardeşini kuşandıkları için verilen fetvalara kızıyorlar.

S. 67de Peygamber aleyhisselâm'ın din ve ahlâk ile ilgili emirlerinin müslümanları bağladığı, fer'i olan dünya hayatına ait olanlar, rey yolunda söylediklerine gelince bunlara uymanın zarurî olmadığı belirtiliyor. Ve bu kitap da piyasaya sürülüyor ve Gürtaş tarafından da tenkid edilmîyor, hayret doğrusu.

Dünyadaki işlere ait emirlerin yapılmasının zarurî olmadığına delil olarak bir İslâm âliminden nakil getirilmiyor tâ hadîs-i şerîfe el uzatılıyor. Hurma ile ilgili hadîs-i şerîfe. Halbuki o hadîs-i şerîf İslâm âlimlerince başka türlü açıklanmıştır. Bunu ilk sayımızda neşretmiştik. S. 68 de de aynı hezeyan savurulmakta, hâşâ, insanlar dünya işlerini Peygamber aleyhisselâmdan iyi bildiği alenen yazılmaktadır. Ve bu kitap da Gürtaş tarafından tenkid edilmemektedir, hayret doğrusu.

Mezhepsizler Peygamber aleyhisselâmın dünya işlerinde hâşâ yanıldığını söylemekte ne faide umuyorlar ki? El cevap insanları dinden soğutmak...

Mezhepsizlerin dediği gibi gerçekten dünya işleri ile âhiret işleri birbirinden ayrı mıdır? Evet kelime olarak dünya âhiretten ayrıdır. Dünya âhiretin tarlasıdır. Dünyada yaptığımız her işten sorumluyuz. Âhireti kazanmak için yaşamaya ihtiyaç vardır. Yaşamak için ziraata, ticarete, düşmana karşı kuvvet hazırlamaya, her türlü teknik bilgiye v.s.'ye ihtiyaç vardır. Şu halde atomu bulmak için çalışmak âhiret için çalışmaktır. Bir kâfirin atomu bulmak için çalışması ile bir müslümanın atomu bulmak için çalışması bir değildir. Hattâ iki müslümanın atomu bulmak için çalışması da bir değildir. Yalnız rıza-i ilâhi için çalışanlar âhiret için çalışmış olurlar. Ziraatla meşgul olup bol mahsul alıp o mahsulü Rabbimizin gösterdiği yolda harcamak niyetiyle, yani sırf rıza-i ilâhi için çalışmak dünya işi değildir, âhiret işidir. Bir insanın hanımı ile yatması bile âhiret işidir. Müslüman için dünya işi diye bir şey yok, hepsi âhiret işidir. Rıza-i ilâhi için mezhepsizlere reddiye yazmak Âhiret işidir ve günümüzün cihadıdır. Fakat mezhepsizlik aleyhine yazılmış bir kitaba reddiye yazmayı düşünmek bile dünya işidir. Dünyaya ait işlerden sorumluyuz.

Peygamber aleyhisselâm da bir insandı, fakat âlemlere rahmet olan bir insandı, bir büyük Peygamberdi. Dünya işlerini de o bizden iyi bilirdi.

Burada mühim bir noktayı yazmakta faide görüyoruz. Belki bilmezsiniz, mezhepsizlerin lideri, uzun zaman Kastamonu'da ikâmet etmiş, fotörüne zünnar takan birisiymiş. Bu zat, Peygamber aleyhisselâmın günah işlediğini iddia etmektedir. Ona bağlı olan bütün mezhepsizler istisnasız Peygamber aleyhisselâmın günah işlediğini söylerler. Halbuki Peygamberlerin ismet sıfatı vardır. Bu hususta icma vardır. Kıyas-ı fukaha vardır. Fakat mezhepsizlere göre delil, âyet-i kerîme olduğu için hemen açarlar Feth sûresinin ikinci âyet-i kerîmesini okurlar, oradaki ZENB kelimesini delil olarak gösterirler. Bizim için delil, âyet-i kerîme olamıyacağı için ancak kıyas-ı fukaha olacağı için onların gösterdikleri delile itibar etmeyiz. Halbuki âyet-i kerime'de Peygamber aleyhisselâma hitaben «SENİN GEÇMİŞ VE GELECEK GÜNAHLARIN AFFEDİLDİ» buyurulmaktadır. Mezhepsizler diyor ki, günah işlemiş ki günahları affedilmiş, işlemeseydi hiç aftan bahsedilir miydi? Sonra gelecekte de işleyecek ki gelecekteki günahtan bahsediliyor. Evet mezhepsizler böyle diyor. Kıyas-ı fukahayı bilmesek mezhepsizler bizi kandırabilir. Çoklarını da kandırıyorlar zaten. Ehl-i sünnet âlimleri ve müfessirleri oradaki ifadeyi geçmişte ve gelecekte günah işleme durumu kaldırılmıştır gibi bir mânâ ile te'vil etmişlerdir. Kendilerine selefiye diyen mezhepsizler, ehl-i sünneti te'vilci olarak gِstermekte ve onlara te'vilciler diye hakaret etmektedirler. Fuat Kavukçu'nun KELÂM kitabı tenkid edilirken bunu vesikalandıracağız inşaallahü teâlâ.

Gürtaş, S. 72 de MTTB ve Aydın Fikirlerin yayın organlarından pasajlar sunduktan sonra mezhepsizlik meselesinin dinî ve ilmî olmadığını, maddî ve siyasî menfaatler uğruna yapıldığını belirtmişsiniz. Bir kere din ile ilim ayrı şeyler değildir. Bilhassa Batı hayranları, din ile ilmî, dünya işi ile âhiret işini ayrı ayrı telâkki ederler. Bize öyle bir ilim söyleyebilir misiniz ki, din ile müsbet veya menfi yönden alâkası bulunmasın? Mümkün değildir. Din bütün ilimleri ihtiva eder.

Mezhepsizlik meselesinin dinî olmayışını söylüyorsunuz ki bu hareketiniz ya büyük bir gafletin eseridir veya hâdiseleri yüzde yüz ters gösterme gayreti içindesiniz. Adam faizi helâl kabul ediyor, teselsül'ün butlanına muhalif mu'cizeleri inkâr veya te'vil ediyor. Kur’ân-ı kerîm'i mahlûk kabul ediyor, üstelik mason olan Abduh isimli mezhepsizi mutlak müctehid olarak takdim ve tavsiye ediyor.

Bu dinî bir mesele midir yoksa, dinî ilgilendirmez mi?

İbni Teymiyye'nin ise başta cihete kail oluşu ile birlikte çeşitli bid'at ve sapıklıkları mevcuttur. Bu mezhepsiz de mutlak müctehid olarak takdim ve tavsiye edilmektedir. Sizce bu mesele de dinî bir mesele değil midir?

Bir mezhebi tâklid etmenin küfür olduğunu söyleyecek kadar alçalan ölüleri tâklid etmenin caiz olmadığını söyleyen takıyye yapan Şiî Şevkâni mutlak müctehid olarak takdim ve tavsiye edilmektedir. Bu da sizce dinî bir mesele değil midir?

Mezhepsiz Reşit Rıza'nın kitabında mütercim tarafından ehl-i sünnet ile Şia arasında bir anlaşma vücuda getirilmesi istenmektedir. Bu da sizce dinî bir mesele değildir.

Hacı Zihni Efendinin zındıklık dediği ve ehl-i sünnet âlimlerinin çeşitli reddiyeler yazdığı vehhâbiliğe, sünnî bir mezhep deniyor. Dört sünnî mezhepten sonra beşinci bir mezhep ihdas ediliyor ve bu da dinî olmuyor Bay Gürtaş 'a göre.

Yusuf-i Nebhani hazretleri «bugün için ictihad yapmak isteyenin ya aklı noksandır veya dinî.» diye buyururken dört mezhebin halledemediği bir mesele varmış gibi Karaman çıkıyor, sosyoloji ve psikoloji mütehassıslarının da katılacağı bir İCTİHAD ŞURASI'ndan bahsediyor. Bunlar dinî mes'ele değildir Gürtaş'a göre.

25. sayımızda bildirdiğimiz gibi, müctehid bulunmadığı için ictihad kapısının kapalı olduğunu söyleyen bir çok ehl-i sünnet âlimi isim isim sayıldıktan sonra Karaman tarafından bu mübarek âlimler, cahillik, müteassıplık ve basiretsizlikle itham edilmektedir. Buna rağmen Bay Gürtaş böyle bir kitabı ya görmek istemiyor veya aynı fikirdedir. Yoksa bunlar dinî bir mesele değil midir Bay Gürtaş?

Karaman Büyük Gazeteye gönderdiği ZARURİ AÇIKLAMA isimli yazısında bir mezhebe bağlı kalmayı caiz görüyor. Tefsir-i Mazhari'de «Dört mezhepden ayrılmak şeriattan ayrılmak olur.» buyurulmaktadır. Karaman ise bir mezhebe bağlı kalmamayı da caiz görüyor. Halbuki dört hak mezhebden birisine bağlanmak şarttır. Başka bir mezhebe geçmesi zaruret olursa geçer, yani ona bağlanır... Bir mezhebe bağlı kalmayı veya kalmamayı caiz görmek mezhepsizlik değil midir? Mezhebe bağlanmak veya bağlanmamak yoksa size göre dinî bir mesele değil midir? İmâm-ı Rabbânî hazretleri de mezhebden çıkmanın ilhad olduğunu bildiriyor. Dinden çıkmak dinî bir mesele değil midir?

Karaman çıkıyor «Evlilik dinî bir akit değildir» diyor. Siz de mezhebe bağlanmamayı, mezhepleri telfik etmeyi dinî bir mesele olarak görmüyor musunuz yoksa?

Başta Hazret-i Muaviye radiyallahü anh olmak üzere Eshâb-i kirâm'a, hattâ aşere-i mübeşşere'ye dil uzatılıyor. Misal olarak İhsan Oğuz tarafından yazılan kitaplar ile Fuat Kavukçu tarafından yazılan kitapları gösterebiliriz.

Karaman çıkıyor, «Tek mezhebe bağlı kalmayanı zemmeden selef-i salihini zemmetmiş olur» diyor. Alenen tek mezhebe bağlanmamayı caiz görüyor, bizim gibi dört hak mezhebden birisine bağlanmayı müdafaa edenleri de selef-i salihini zemmetmekle suçluyor. Bunlar mezhepsizlik değil midir, bunlar dinî bir mesele değil midir? Bu suallerin hemen hepsi Karaman'a sorulmuş, üzerine basa basa bunlar mezhepsizlik değil mi denmiş, fakat cevap yok. Fakat siz diyorsunuz ki o her soruyu cevaplandırmıştır.

Karaman durmadan mezhepçi olmak yerine İslâmcı olmayı tavsiye ediyor. Acaba mezhepçi olmak, dört hak mezhebden birisine bağlanmak İslâmcı olmak değil mi? Mezhepleri kaldırarak İslâmcı olmak tâbiri mezhepsizliğin daniskasıdır. Soruyoruz size, millet dört hak mezhebden birisine bağlanmakla Karaman'a göre İslâmcı olamıyor. Size göre de olamıyor mu? Bir mezhebe bağlanmanın ne zararı olur? Bugün hak mezheplerden birisine mensup olan bir kimse, diğerini kötülüyor mu? Kötüleniş olsa bile bu dinîmize aykırıdır. Nasıl herhangi bir günahı işleyen zemmedildiği gibi bu da zemmedilir. Fakat bir Hanefî, hâşâ Hanbeli'yi kötülese mezhepleri kaldırmak mı gerekir? Başka birisi de kızsa Efgani gibi «İslâm dinî terakkiye manidir.» dese müslümanlığı kaldırmak mı icap edecek?

Karaman çıkıyor, Türk milleti asırlardır Mâtûridi kaldığı için vehhâbi olamazmış. Bu bakımdan vehhâbiliği kötülemeye değmezmiş. Asırlardır komünist olmayan milletimiz, komünistliği kabul etmeyeceği için komünistliği kötülemeyin demekten farksızdır bu cümle. Biz vehhabilik ve mezhepsizlik aleyhine yazınca size ne oluyor, Vehhâbilerle bir ilişkiniz mi var yoksa? Bir münasebetiniz yoksa ne diye vehhâbîlik aleyhindeki neşriyata kızıyorsunuz? Vehhâbî olmak veya olmamak dinî bir mesele değil mi yoksa?

Mezhepsiz Reşit Rıza'mn kitabının mütercimi Akseki, dört mezhebin hükümlerinden süzülmüş bir kitap telifi istiyor. Böyle bir kitapla amel eden kimse hangi mezhebden olur? Lütfen söyleyin Gürtaş? Hiç bir mezhebden olmaz, mezhepsiz olur. İşte Akseki Hoca'nın toyluğunda tercüme ettiği bu kitap halkın mezhepsiz olmasını teşvik ediyor. Mezhepleri telfık edelim diyor, böylece İslâm'ı bir noktaya cem etmiş oluruz diyor. Bu hareket mezhepsizlik değil de Hanefi veya Şafiî olmak mıdır? Bir de Türkiye'de mezhepsizlik yok diye gözümüze baka baka yalan söylüyorsunuz, hem de bu meseleler dinî değildir diyorsunuz. Bunlar dinî mesele değilse dinî mesele nedir, onu bildirin. Bildirmezseniz mezhepsiz olduğunuz apaçık meydana çıkacaktır.
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Mezhepsiz İbni Teymiyye, özürsüz kılınmayan namazların kazasının olamıyacağını söylüyor, Karaman bize yazdığı mektupta -ki mektup hâlâ elimizdedir.- İbni Teymiyye'nin fikirlerini savunuyor. Ehl-i sünnet âlimleri de İTTİFAKLA özürlü, özürsüz kılınmayan namazların kazası da farzdır diyorlar, icmaya aykırı hareket ediliyor, bunlar mezhepsizlik değil midir? İbni Teymiyye'nin veya Karaman'in sözü hüccet midir? Siz amel edebilirsiniz, fakat bize nasıl tavsiye edersiniz? Yoksa bunlar dinî bir mesele değil midir?

Yine Ahmet Hamdi Akseki, toyluğunda mezhepsizlik kitabına yazdığı önsözde «Hiç olmazsa dört mezhep üzerine fetva verilmelidir.» diyor. Dikkat ettiniz mi, hiç olmazsa tabirini kullanıyor. Yani dört hak mezhepden başka hak olan mezhep de varmış. Karaman bunu düşünmüş hak olan, sünnî olan beşinci mezhep hangisi olabilir diye, bulmuş, Vehhâbilik diye kitabına yazmış. A. Hamdi Akseki toyluğunda böyle mezhepsizce konuştu diye bâtıl olan sözlerini de mi kabul edeceğiz?

Karaman'ın kitaplarını önünüze alın, bunun gibi binlerce mevzu vardır. Her biri saymakla tükenmez. Yoksa bunlar dinî değil midir?

Mezhepsizliğe karşı çıkanların siyasî bir menfaatları olduğunu söylemiştiniz. Açık konuşun hangi partiye hizmet edenler mezhepsizliğe karşı çıkıyor?

MSP'nin yayın organı durumunda olan Millî Gazete'de, 10.9.1977 tarihli nüshasında «Yüksek İslâm Enstitülerinde Mezhepsizlik cereyanı infiale yol açtı.» başlığı altında mezhepsizlik anlatılmaktadır. Mezhepsizlik cereyanının Tayyar Altıkulaç tarafından destek gördüğü de yazıda belirtilmektedir. Ayrıca bu gazetede çeşitli yazarlar, bilhassa Yüksek İslâm Enstitüsü mezunu olan Sayın Sadık Albayrak günlerce mezhepsizlik mevzuunda yazı yazmıştır. Bu gazetenin neşriyatına bakacak olursak, MSP mezhepsizliğe karşıdır.

Mezhepsizlik mevzuunda daha teferruatlı olarak SABAH Gazetesi de neşriyat yapmaktadır. Sabah Gazetesi ise bilindiği gibi daha çok AP ve MHP taraflısıdır. Sabah Gazetesini ölçü olarak alırsak mezhepsizliğe karşı çıkanlar AP ve MHP'liler oluyor.

Mezhepsizlik mevzuunda her sayısında neşriyat yapan Büyük Gazete var. Bilindiği gibi bu gazete partilerüstü neşriyat yapmaktadır. Hiç bir partinin meddahlığını yapmamaktadır. Bu hareket iyidir veya kötüdür orası ayrı bir mevzu. Bu Büyük Gazete ölçü olarak alınırsa müstakiller mezhepsizliğin aleyhindedir.

Sebil Gazetesinde ilâhiyatçı yazar Ahmed Selâmi mezhepsizlikle mücadele etmektedir. Ahmed Selâmi tanıdığımız kadarı ile MSP'ye meyyal olmakla birlikte müstakil bir şahsiyettir. Dinîni partiden üstün tutan bir kimsedir. Şahsiyetli muharrir, Ahmed Selâmi, MSP'nin İzmir adayı Süleyman Karagülle aleyhine epey yazı yazmıştır. Karagülle ne demişti? Çok şey demişti. Bizce en mühimi «Ebu Hanife ile görüşüm ayrı olursa kendi görüşümü tercih ederim.» sözüydü. Şu halde Ahmed Selâmi ölçü olarak alınırsa müstakil şahsiyetler mezhepsizliğin aleyhindedir, hükmüne varırız.

Millî FİKİR'in eski Neşriyat Müdürü bilindiği gibi iki devredir MSP'nin Ankara milletvekili adayıdır. Bununla beraber, dergi MSP'nin yayın organı gibi değil, partilerüstü neşriyat yapmaktadır.

Mezhepsizlik aleyhine çalışan daha başka AP'li veya MHP'li olanlar mevcuttur.

Şu halde mezhepsizlikle kim mücadele ediyor denilirse, yalnız ehl-i sünnet velcemaat mezhebine tavizsiz bağlananlar diye cevap vermek mümkündür. Şimdi Gürtaş'a soruyoruz, mezhepsizlikle mücadeleyi siyasî bir partiye hizmet olarak nasıl söyleyebilirsiniz. Bu çirkin bir iftira olmaz mı?

Mezhepsizlikle uğraşan size sayısız isim sayabiliriz, Bütün bu insanlar ve bu mevzuuda yapılan neşriyatlar hayalî midir. Boşa mı kurşun sıkıyorlar? Bu kadar müslümana yaygara yapıyorlar, mezhepsizlik diye bir şey yok nasıl dersiniz? Vicdanınız hiç mi titremiyor? Yoksa vicdan denen şey sizde yok mu? Siyasî menfaat dediniz tutmadı, dinî değildir dediniz iddianızı çürüttük elhamdülillah. Maddî menfaat dediniz o hiç tutmadı. Bu hususta yeni iftiralarınızı bekliyoruz. Dünyada bir ehl-i sünnet devleti olsa, belki oradan yardım gördüğümüzü bile söylemeniz mümkün görünüyor. Düşünüyoruz başka ne iftira yapabilir diye. Ha İmâm-Hatip düşmanlığı dediniz, İmâm-Hatip öğretmenlerinin mezhepsizlikle mücadele ettiğini isbat ettik. Bakalım başka ne iftira yapacaksınız?

Bir iftira daha vardı. Süleymancılar mezhepsizliğin aleyhinde diyordunuz. Sadece Süleymancılar değil, nurcular da aleyhindedir. İctihad risalesinde mezhepsizlik aleyhine epey malumat vardır. Yeni Asya'nın Süleymancılıkla ilgisi var mıdır? Yoktur. Millî Gazete mensupları mezhepsizliğin aleyhindedir. Hiç birisinin Süleymancılıkla alâkaları yoktur. Büyük Gazete mensuplarının Süleymancılıkla alâkaları yoktur. Bizim ise hiç bir hiziple alâkamız yoktur. Ehl-i sünneti müdafaa eden herkesin yanındayız. Hem Davudoğlu Hoca'nın yanındayız, hem D. Ali Hoca'nın yanındayız. Hem Enver Baytan Hoca'nın yanındayız. Ehl-i sünneti müdafaa edenlerin kul ve kölesi oluruz. Dinîmizi içten sinsice yıkmak isteyenlerin de düşmanıyız. Kısaca biz hakkın dostu, bâtılın düşmanıyız. Ölçüsü böyle olanların yanındayız. Müctehidlik taslayanlarm değil, naklî esas alanların yanındayız. İmâm-Hatip neslini mezhepsiz yapmak isteyenlerin karşısındayız.

S. 35 de Kitap Hakkında Bazı Zevatın Görüşleri, başlığı altında mezhepsizlik kitabını tavsiye edenleri yazıyorsunuz da niçin aleyhinde olanları yazmıyorsunuz? Hem de dürüst hareket ettiğinizi nasıl söyleyebiliyorsunuz. Biz mertçe yazıyoruz. Mezhepsizlik kitabının lehinde ve aleyhinde zevat vardır. Biz aleyhinde olanları takdir ediyoruz. Yoksa aleyhinde olan Davudoğlu gibi İslâm Enstitüsünde hocalık ve müdürlük yapmış kıymetli bir kimseyi ehil görmüyor musunuz? Bizim gibi açık ve samimi yazın. Şunu hatırlatalım ki, Türkiye'de mezhepsizlik fitnesi söndürülmezse, şahıs şahıs tesbit edip teşhir etmek kararındayız. Allahü teâlâ doğruların yardımcısıdır.
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Şu anda Diyanet Dergisinin 12. cilt ve 6. sayısı elimizdedir. Karaman'ın Edebiyat Yolcusunu Uğurlarken başlıklı bir yazısı var. Bu derginin 359. sayfasında şöyle yazmaktadır Karaman :

«İbn-i Teymiyye'yi red ve bu itikadı müdafaa için yazılmış kitapların sonuncularından biri de M. Zâhid el-Kevseri'nin (v. 1371-1951) Muhiqqut-taqavvul fî meseletit-tevessül isimli eseridir. Müellif bu eserde öncekilerin yazdığını hulâsa etmiştir. Buna göre cumhurun delillerini şöyle özetlemek mümkündür.»

Daha aşağılarda âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden beş tane delil sıralanmış, bununla tevessülün caiz olduğunu ve selef-i salihînin lüzumu halinde tevessül ettikleri belgelenmiştir.

Bilindiği gibi M. Zâhid el-kevserî ehl-i sünnet itikadında bir âlimdir. Dikkat edilmişse, «el-Kevserî öncekilerin yazdığını hülâsa etmiştir.» ibaresi kullanılmıştır. Zımnen kötülenmekte, kendisi bir delil ortaya sürmüyor, eski âlimlerden nakil yapıyor demek istediği açıktır. Karaman'ı şahsen tanıdığımız için bunu iyi biliyoruz. Ömer Nasuhi Bilmen için de «O klâsik adamdır, nakilcidir» diyerek adetâ kötülemek istemişti. Halbuki el-Kevserî'nin hareketi ehl-i sünnete uygundur. Naklî esas alması methe lâyıktır. Ehl-i sünnet âlimleri hep naklî esas almışlardır, kendilerinden bir şey ilâve etmemişlerdir. Müctehid olanlar ise elbette ictihadlarını bildirmişlerdir. Karaman, bizzat kendisi, tevessülün caiz ve lüzumu halinde islâm âlimlerinin tevessül ettiklerini belgelemektedir. Bu arada cumhurun delillerini de sayıyor. Karaman'a size göre cumhur ne diye sorduk. Bu soruyu kaza namazları mevzuunda sormuştuk. Ve bizdeki mektupta belgesi var. «Cumhur, İslâm âlimlerinin ekseriyetidir» diye cevap vermişti. Kaza namazı mevzuunda cumhura muhalif olan âlimler hangisi diye sual etmiştik. İbni Teymiyye ve Şevkâni gibi mezıhepsizleri saymıştı. Şu halde cumhura muhalif tek ehl-i sünnet âlimi söylememiştir. Söyledikleri de âlim, ama mezhepsiz âlim. Bu ümmetin âlimlerinin dalâlet üzerinde ittifak etmiyecekleri Hadîs-i şerîfle bildirildiği halde tevessül mevzuu hâlâ niçin kurcalanır?

Evet Karaman NETİCE yazısında bakalım ne diyor:

«İbn Teymiyye -biraz da muasırlarının davranışları sebebiyle- bu meselede ifrata düşmüştür. Tevhid inancını korumak gibi iyi ve yüce bir niyeti vardır, bununla me'cur olabilir.» S. 360

İkinci paragrafına geçmeden önce birkaç kelime yazalım. İbni Teymiyye'nin ifrata düştüğü bizzat Karaman tarafından açıklanmaktadır. Niçin ifrata düşmüş? Alt tarafta gelecek, muasırları sert ve insafsız davranmış. Onun için ifrata düşmüş. Birincisi itikadda ayrılık olmaz. Ehl-i sünnet itikadı bir bütün halindedir. İmâm-ı Mâtûridi ile İmâm-ı Eş'arî arasındaki ufak ayrılıktan başkasının küfür olduğu ehl-i sünnet âlimlerince bildirilmiştir. İsterseniz vesikasını bulabiliriz. Belki siz Kitap ve Sünnetten delil isteyeceksiniz. O zaman bulamayız. Bizim sahamız Kitab ve Sünnet değil, İslâm âlimlerinin Kitab ve Sünnetten çıkardıkları hükümlerdir.

Netice yazısında Karaman ne diyor? İbni Teymiyye'nin tevhid inancını korumak gibi yüce bir niyeti vardı, bununla ecir kazanabilir.

Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine göre, harâm ve küfürde niyete bakılmaz. Niyetin iyi olması harâmı ve küfrü mübah kılmaz. Hattâ Karaman'ın dediği gibi ecir kazanamaz. Bunu bir misalle açıklamakta faide vardır. Mezhepsizin birisi, bir kâfir kızını müslüman etmek gibi yüce bir niyeti bulunsa, bu niyetini gerçekleştirmek için kâfir kızı ile zina etse, yüce bir niyeti vardı diye zina mübah olmaz. Zina sadece harâmdır, itikadı ilgilendirmez, İbni Teymiye'ninkiler ise itikadı ilgilendirir, iman ve küfür meselesidir. Gürtaş siz de Karaman gibi mi düşünüyorsunuz?

Yazıya devam ediyoruz:

«Onun (İbni Teymiye'nin) karşısındakiler de zaman zaman sert ve insafsız davranmışlar, neticede islâm'ın menettiği tefrika doğmuştur.» S. 360

O'nun karşısındakilerden maksat, ehl-i sünnet âlimleridir. Hangi ehl-i sünnet âlimi sert ve insafsız davranmış? Ehl-i sünnet âlimlerini insafsızlıkla suçlamak ehl-i sünnete uygun mudur? Karaman hiç İbn-i Teymiyye için insafsız tâbirini kullanmış mıdır? İbni Teymiyye'ye senin yaptığın müslümanlığa aykırıdır, demişlerse bu insafsızlık mı olur? cevap bekliyoruz Gürtaş. Neden Karaman değil de. Gürtaş? Karaman cevap vermiyor, avukatından bekliyoruz. Aslında avukatlığını yapmasa bile yine Gürtaş'tan bekliyoruz. Çünkü Türkiye'de böyle bir mesele yoktur. Dinî mesele yok, siyasî mesele vardır diyor da ondan. Tevessül dinî bir mesele değil midir yoksa?

Ne diyordu Karaman, İbni Teymiyye'yi insafsızca tenkid ettiklerinden tefrika doğmuştur. Ehl-i sünnetin içinde tefrika yoktur. Onun haricinde 72 sapık fırka, yani tefrika vardır. İbn-i Teymiyye'yi tenkid ettiler diye tefrika doğdu demek çok acaiptir.

Sonra İbni Teymiyye âlim değil midir, muasırları insafsız davrandı diye -tabii bu tabir Karaman'a aittir- İbni Teymiyye'nin muasırları, muhalifleri, muarızları kızdırdı diye ifrata düşmesi, sapıtması uygun bir hareket midir? Meselâ biz bu yazılarımızla Karaman'ı çileden çıkarmış olsak, Karaman'ın çıkıp da «Ne demek istiyorsunuz elbette mezhepsizim» mi demesi gerekir? Derse bu hareketini hoş mu karşılamak lâzım? Belki hoş karşılayanlar çıkabilir. İbni Teymiyye'nin sapıklıkları hoş karşılandığına göre ve hattâ suçu muasırlarına, muarızlarına atıldığına göre, bu hareket de hoş karşılanabilir. Evet Gürtaş, kabahat İbni Teymiyye'de mi, yoksa hâşâ ona insafsızca davranan ehl-i sünnet âlimlerinde mi?

Karaman'ın gösterdiği vesikalara göre tevessül caiz ve vakidir, mubahtır, helâldir. Helâla Harâm demek, hattâ şirk ve küfür demek nedir? Evet İbn-i Teymiyye isimli mezhepsiz Tevessüle şirk ve küfür damgasını vurmuştur, tıpkı vehhâbiler gibi. Zaten İbni Teymiyye ile vehhâbiler arasında çok az fark vardır. İbni Teymiyye tevessüle ne zaman şirk ve küfürdür demiş diye bir sual sormayın. Aynı derginin 358. sayfasında bizzat Karaman tarafından açıklanmaktadır. Peki Karaman sevdiği İbni Teymiyye'nin bu suçunu nasıl açıklamıştır? O açıklamasa biz açıklayacağız, onun için açıklamak mecburiyetinde kalmıştır.

Yeni gözümüze çarptı, S. 359da cumhurdan maksadın, ekseriyet olduğu bu dergide de yazılmaktadır. Karaman tarafından Netice yazısında Karaman, ehl-i sünnet âlimlerinin hükmünü değil de kendi hükmünü koyuyor:

«Ölüler ile tevessülün lüzum ve zaruretine dair bir nass yoktur. Bunu inkâr eden ehl-i sünnet camiasından çıkmaz.» S. 360

Her şeyde acaba niçin nass aranır? Cumhurun kavli kâfi değil midir? İbni Teymiyye tevessülü inkâr ile kalmamış, harâm, şirk ve küfür olduğunu söylemiştir. Bunun fıkıhtaki hükmü nedir? Bilindiği gibi kabirleri ziyaret sünnettir. Bir kimse çıksa vehhâbiler gibi kabir ziyareti şirktir, küfürdür dese, fıkıhta hükmü nedir? Kitab ve Sünnete göre değil, fıkha göre hükmünü söyleyin.

İkinci madde olarak Karaman, «Tevessül edenler de kınanamaz.» demektedir. Şu ifadenin çirkinliğini görüyorsunuz! Cumhur bir hüküm üzerinde karar kılıyor. Karaman, bu karar için kınanamaz tabirini kullanabiliyor. Aslında bu, şu ibadeti yapanlar kınanamaz der gibi bir hükümdür. Ehl-i sünnet âlimlerinin böyle bir hükmü için siz de kınanamaz tabirini kullanır mısınız Gürtaş? Yoksa bunlar dinî bir mesele değil midir? Siyasî bir mesele midir? Biz cumhurun hükmünü müdafaa ederken siyasî bir gayemiz mi var acaba? Soru işareti koyduğumuz bütün suallerimizin cevabını istiyoruz. Karaman gibi işinize gelenleri cevaplandırmaya kalkmayın lütfen, işinize gelenlerden maksat tevili mümkün olanlar demektir. Bunu demek istiyorduk diye te'vil edilebilir. Te'vil edilemeyenleri de cevaplandırmanızı istiyoruz.

Karaman, Netice yazısında son hükmünü koyuyor. İbni Teymiyye ve Vehhâbiler gibi tevessülü küfür sayanlar, şirk sayanlar kınanamayacağı gibi, ehl-i sünnetin cumhuru da kınanamaz dedikten sonra hükmünü basıyor:

«Bu meseleyi bir tefrika mevzuu yapmak ise kınanması gereken davranışlar içinde yer alır.» S. 360

İbni Teymiyye ve vehhâbi meşrepli selefiyeler çıkıyor, ehl-i sünnetin cumhurunun bir kararına, bir hükmüne şirk ve küfür damgası basıyor, bu tefrika olmuyor da, ehl-i sünnete muhalif sözlerden bahsetmeyin, vehhâbiliğin inanışını, mezhepsizliğin bozukluğunu yurdumuza yaymayalım demek mi tefrika oluyor?

Karaman, halkımızın ıskat ve devir yapmasından rahatsız olmuş ki, tekrar bu mevzuları deşiyor, karıştırıyor. Bid'at demeye bid'at diyecek, fakat bir türlü dili varmıyor, fakat bid'at mânâsında ifadeler kullanıyor:

«Hazret-i Peygamber, ashâb, tâbiûn ve etbaut-tâbiîn devirlerinde bu manada iskat ve devir olmadığı için Kitab ve Sünnette bunların yerini aramak boşunadır.»

Kitab ve Sünnette imiş, dört hak mezhep mevcut değil, bu mezhepler bid'at mıdır? İskat hakkında müctehid İmâmlardan fetva veren olmamış mıdır? Olduğu bizzat Karaman tarafından bildirilmektedir. İskat için İmâm-ı Muhammed fetva vermiştir. Acaba Hanefî mezhebine mensup bir müslüman için İmâm-ı Muhammed hüccet midir, senet midir? Diğer müctehidlerin bunun aleyhine bir hükümleri bulunmadığına göre, İmâm-ı Muhammed'den sonra gelen fukaha bu ıskat mevzuuna muhalif olmamışlar, bilâkis İmâm-ı Muhammed'den nakiller yapmışlardır, böylece fukaha arasında bir ittifak hasıl olmuştur.

İskat konusunun sonunda Karaman şöyle bir ifade kullanmaktadır :

«Bu meblâğ fukaraya ödendiği zaman namaz ve oruç borcundan kurtulanacağına dair bir âyet ve hadîs mevcut olmayıp, oruç için kıyas, namaz için zan ve ümît vardır.» S. 367

Nedense Selefî İtikadlılar hep bir hükmü Kitab ve Sünnette ararlar. Onlar için İslâm âlimleri senet değildir. Mezheplere itirazları da demek buradan geliyor. Kitab ve Sünnette Hanefî ve Şafiî mezheplerine tâbi olun diye yazmadığına göre bir mezhebe girmek neden şart olacakmış diyorlar.

İskat mevzuunda zan ve ümit varmış. Halbuki o büyüklerin zan ve ümitleri hâşâ boşuna değildir. Onlar boşa zan etmezler. Onların ümitleri bizim için muteberdir. Halbuki burada İmâm-ı Muhammed'in içtihâdı vardır. Zaten ictihad kuvvetle zan demektir, ictihadla amel etmemiz emredilmiştir.
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Karaman devir mevzuunda bakalım neler yazıyor :

Fakih Ebulleys es-Semerkandi’nin devir mevzuunda en-Nevazil kitabında geçen bir fetvayı naklediyor. Bay Karaman bu fetva'dan sonra şöyle bir hükme varıyor:

“İşte bilâhere adına devir denen bu ameliyenin fıkıh kitaplarında yeri budur. İskat-ı salât için fidye vermek bile şüpheli iken bunun neye istinad ettirildiği, delilinin ne olduğu zikredilmemiş sadece “BÖYLE YAPILIR, İNŞAALLAH OLUR, BULUR.” denmiştir.” S. 367

Bir müctehidin bir ictihadı için bir mukallidin bunu nereden aldın demeye hakkı yoktur. Hadîs-i şerîfte meni temiz olarak bildirilmiştir. Fakat Hanefiler pis olarak kabul etmişlerdir. Hanefilerin itikadına göre meni pistir. Biri çıkıp da meninin pis olduğuna dair Kitab ve sünnetten yerini göster diyebilir mi, demeye hakkı var mıdır? İmâm-ı A'zam radiyallahü anh, gusülde ağzın içini yıkamayı farz kılmıştır, İmâm-ı Şafiî ise farz değildir, hükmünü koymuştur. Birine niçin farz dedin, diğerine farz değil dedin diye sual sormaya kimin hakkı vardır? Halbuki farz Allahü teâlâ'nın emridir. O halde hakkında kafi bir nas bulunmayan bir hüküm için bu Allah'ın emri diye nasıl hüküm verilir? Müctehidlere bu salâhiyet verildiği için farzdır, değildir, gibi hükümler vermişlerdir. Burada iki müctehidin hükmü de zan üzerinedir, kafi değildir, Fakat onlara uyanlar için kafidir, bu zanları kendi tabileri için kafi bin hüccettir, öyle değil mi Gürtaş? Karaman Fakih Ebulleys, hazretleri niçin delil göstermedi diye işi hafife alıyor. Sonunda da inşaallah olur, bulur diye de alay ediyor. Her müctehid delilini söylemeye mecbur mudur? Gusülle ilgili Âyet-i kerîmeden ağzın içini müctehidin biri farz, öteki ise sünnet olarak kabul etmiştir. Bu işte zan vardır, bunlardan birisi mutlaka yanlıştır, öteki mutlaka doğrudur, şeklinde bir hükme kim ve nasıl varabilir? Gerek ictihadla farz kabul edilenler, gerekse açık bir nasla farz olduğu bildirilenler için de durum bundan pek farklı değildir. Yani bir ibadetin mutlaka kabul olduğunu nasıl iddia edebiliriz? Kıldığımız namazlar inşaallah kabul olur denir, Devir için de inşaallah kabul olur denir. Bununla alay edilir mi hiç? İlim adamı olduğunu söyleyen bir kimseye yakışır mı bu? Öyle değil mi Gürtaş? Karaman'in ağzı ile konuşuyoruz. Hanefide İmâm arkasında fatiha okunmaz. Hâşâ, fatihanın imâm arkasında okunamıyacağını Kitab ve Sünnette yerini aramak boşunadır. Evet Karaman gibi böyle bir cümle sarfetsek kim ne diyebilir bize. Aksine Sünnette FATİHASIZ NAMAZ OLMAYACAĞI bildirilmiştir. Meninin pis olduğuna dair Kitab ve Sünnette hükmünü bulamazsınız. (Hadis-i şerîfte meninin temiz olduğu bildirilmektedir.) Kırlangıcın mezheplere göre helâl veya harâm olduğuna dair Kitab ve Sünnette delilini bulamazsınız. Şimdi biz çıkıp da Karaman gibi bunların Kitab ve Sünnette delilini aramak boşunadır mı diyelim? Hem biz niye Kitab ve Sünnetten delil arayalım. Hâşâ mezhep İmâmları Abduh gibi mason mu da onların sözlerine inanmayalım? Söyler misiniz Gürtaş?

Karaman devir bölümün son kısmında, hakkında fetva bulunan bir kitaptan kendisi nakil yaptığı halde, fetvaya inanmayıp, hükmünü basıyor. Karaman : «Devir bid'attir» diyor. Bu terk edilmelidir diyor, ölü namına sadaka verilmelidir diyor, dua edilmelidir diyor. Sana sadaka verme diyen mi var? Sadakanı ver, duanı yap. Fakat hakkında fetva verilmiş bir hükmü kaldırmaya Karaman'ın ne hakkı var, söyler misiniz Gürtaş? Karaman din nazarında mutlak müctehid bile olsa, başka bir içtihâdı, başka bir fetvayı ilga edemez. Bizim içtihâdımız budur, fakat ötekinin içtihâdı da tâbi olanları için muteber demesi gerekmez mi Gürtaş? Soruyoruz size bu fetvaları nasıl yürürlükten kaldırırsınız? ibadetlerde yapılan bid'atler ancak kaldırılması teklif edilir. İbadetin kendisinin kalkması için Karaman gibi hükümler serdedilir mi?

Kabirde Telkin mevzuunda da aynı hatalar işlenmiş, fakat hangi birine cevap verelim? Karaman'ın bütün kitapları tenkid edilmesi gerekir. Fakat Gürtaş hiç birisini tenkid etmemiştir, doğrusu hayret etmemek mümkün mü? Yoksa sen de mi Bürütüs?

Karaman çıkıyor, cumhurun hükmünü kabul etmiyor, müctehidin ictihâdını veya fakîhin fetvasını kabul etmiyor, Iskata dil uzatıyor, devire bid'at diyor. Bütün bunlar Türkiye'de oluyor da Gürtaş nedense sesini hiç çıkarmıyor. Bundan daha büyük hayret olur mu? Yoksa bunlar dinî değil midir, siyasî bir gayesi mi vardır? Bunların cevaplarını Gürtaş tarafsız olarak yazıyor ve bize gönderiyor biz de onları memnuniyetle neşrediyoruz, hem de kelimesi kelimesine harfi harfine. Cevaplarında şunları rica ediyoruz, İbni Teymiyye, İbnülkayyım, Şevkânî, Abduh gibi ne idüğü belli veya ne idiğü bellisiz kimseleri hüccet kabul etmemek şartı ile gönderin. Bir de Hazret-i Peygamber yazmamanızı rica ediyoruz. SAV gibi kısaltmalar da yapılmamasını istirham ediyoruz. Ebu Hanife yerine hiç değilse İmâm-ı A'zam tabirini kullanmanızı istiyoruz.

Bugün yapılan ıskat ve devirlere bid'at karıştırılmıştır. Iskat ve devir değil de karışan bid'atler tenkid edilmelidir.

ZUHR-U AHİR MESELESİ:

Âhir zuhur, yani son öğle namazı meselesi yeni değildir. Kaç asırdır kılına gelmektedir. Cumhuriyetten önce, Meşrutiyetten önce, Osmanlı Devleti zamanında nice din âlimi vardı, Zuhr-u âhir namazı kılınamaz dememişlerdir, Dar-ül harb olan bir yerde eda şartları bulunmadığı için Cum'a kılınmaz. Dar-ül İslâm'da ise fıkıh kitaplarında bildirildiği üzere kılınır.

Fakat bugün kendini müctehid veya müceddid sanan selefiye meşrepli kimselerin zuhr-u âhiri kılmadıklarını görüyoruz. Kendilerine inanan bazı halkı da kandırmışlar, .kandırılan halk diyor ki: «Asırlardır bid'at işleniyormuş, o zamanki âlimler susmuş.»

Bizim rastlayıp rastlamamamız ölçü değildir, ancak bugüne kadar dört mezhebin hak olduğunu, birisine bağlanmanın şart olduğunu, vehhâbilik ve mezhepsizlik ile mücadele eden ehl-i sünnete mensup bir kimsenin zuhr-u âhir kılmadığını veya kılmayın dediğine şahit olmadık. Bir Darül-harb olan Fransa'da cumayı ve zuhr-u âhiri de kılmak gerekir.

Zuhr-u âhirin kılınmasına ait fıkıhtaki yerini göstermeden önce sizin dediklerinizi hulâsa etmeyi uygun görüyoruz.

Mezhepsizlik Yaygarası'nın 18. sayfasında Cum'anın son sünnetine zuhru evvel denemiyeceğini yazıyor ve 12 satır yazı ile bunu tenkid ediyorsunuz. Değil mi? Cumanın son sünnetini zuhru evvel olarak bilmek dinîmizde neyi gerektirir?

Türkiye'de mezhepsizler öyle büyük cürüm işliyorlar ki bunlar solda sıfır kalacak kadar görülemiyecek kadar küçük meselelerdir. Mezhepsiz Mevdûdî çıkıyor. Bunu 19. sayımızda açıkladık, Aşere-i Mübeşşereye kan peşinde koşanlar diye hitap ediyor. Hazret-i Osman ve Hazret-i Muaviye (Radiyallahü anhüma) gibi büyük sahabilere dil uzatılıyor. Bunlar tenkid edilmiyor da zuhru evvel kelimesi tenkid ediliyor? Maksadınız nedir? Bir D. Ali Hoca bir Ahmet Gürtaş tenkid edilmekle dinîmize zarar gelmez. Fakat İslâm büyükleri tenkid edilince din zarar görür. İslâm âlimleri dururken D. Ali Hocayı müdafaa etmek abesin ötesinde ahmaklıktır. Ancak onun şahsında, Reşit Rıza gibi, mezhepsizlerin müdafaa edilmesi affedilir cinsten değildir.

Nafilelerin Kılınmasında Efdal Olan Yol, başlığı altında Hacı Mehmed Zihnî Efendiyi senet olarak alıyorsunuz. Ve şöyle diyorsunuz :

«Yazarı son Osmanlı Devrimizin en mümtaz âlimlerinden Merhum Hacı Mehmed Efendidir. Bu kitap, bu zâtın NİMET-İ İSLÂM adı ile yazdığı çok kıymetli eserin ikinci kısmını teşkil eder.» S. 20

Gürtaş, siz bu sözlerinizde gerçekten samimi misiniz? Ve hemen aşağıda şunu ilâve ediyorsunuz:

«Hanefi fıkhı üzere yazılmış Türkçe ilmîhal kitapları arasında bu kıymetli kitap, hâlâ şaheserliğini korumaktadır.» S. 20

Evet tekrar soruyoruz, bu ifadelerinizde samimi misiniz?

Evet derseniz sizi Karaman da kurtaramaz. Çünkü aynı Zihni Efendi, Nikâh bahsinde vehhâbiliğin zındıklık olduğunu yazmaktadır. Hıristiyan kâfirleri ile evlenmenin caiz olduğunu, fakat vehhâbilerle evlenmenin caiz olmadığını bildirmektedir. Yaygaranın 75. sayfasında Vehhâbi zındıklığının lideri M. Abdulvehhab, İslâm âlimi olarak müdafaa edilmektedir. Halkımız böyleleri için ne der? Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

Size göre Zihni Efendinin kitabının bir kısmı hüccet, bir kısmı ise bid'at midir? İfadenize göre hepsinin hüccet olması lâzım. Eğer Zihni Efendi hüccet olursa, sizin 75. sayfada bildirdiğiniz vehhâbi liderin âlim değil, zâlim olması gerekir. Zihni Efendiyi hüccet kabul ederseniz, onun zındık dediği kimseye müslüman demek, Zihni Efendiyi kabul etmemektir. Müslümana zındık, veya zındığa rnüslüman demenin fıkıhta hükmü nedir? Küfür değil midir? Zihni Efedinin dediği doğru ise vehhâbiler zındıktır. Şu halde bu zındıklara rnüslüman diyen Karaman ile Gürtaş'ın fıkıhta durumları nedir, tevilsizce yazın.

İbadetler imandan bir cüz değildir. Zuhru âhiri kılan veya kılmayan kâfir olmaz. Fakat vehhâbilik itikadla ilgilidir. Mühim bir mesele imiş gibi, zuhru âhiri kılmayın diyenler de var deyip bu mevzuyu ortaya dökmek ne fayda sağlar? İtikatla ilgili bu kadar konu varken, vehhâbiler ve mezhepsizler Türkiye'de cirit atarken, Râbıtat-ül-âlemil İslâmiyye isimli vehhâbi merkezince Türkiye'ye İbni Teymiyye ve M. Abdulvehhab ile diğer mezhepsizlerin kitapları ücretsiz gönderilmektedir. Bunlar aleyhine tek satır yazdığınız vaki midir? Mezhepsizliğin dinsizlik olduğunu söylüyorsunuz ve Türkiye'de böyle bir dinsizliğin bulunmadığını söylüyorsunuz? Şaka mı ediyorsunuz? Komünistler, masonlar, vehhâbiler ve masonların uşağı selefî mezhepsizler acaba size göre dinsiz değiller mi?

Yukarıda adını yazdığımız vehhâbi teşkilâtının Türkiye'deki temsilcinin aleyhine yazı yazmayıp da zuhr-u evvel dedi, Kürrası büyük harfle yazdı. Zuhnu âhiri kılmamak evlâdır gibi konularla uğraşmak abes değil midir?

Hindistan'ın büyük âlimlerinden, Muhammed Baki billâhın halifelerinden ve hadîs âlimi Abdulhak-ı Dehlevî (v. 1052) hazretleri, Eşiatül-lemat kitabının 505. sayfasında Hazret-i Ali Radıyallahü anhın cumanın farzından sonra altı rek'ât namaz daha kıldığı yazılıdır. Kaşani hazretleri, yani Ebu Bekir bin Mesud Alâaddin-i Şasi, Bedayı kitabında yani Bedayiussanayi fi-tertibişşarayı isimli kitabından nakil yaparak zuhr-u âhiri kılmak lâzım olduğu yazılıdır. İlâve ederek deniyor ki, cumanın her mescidde kılınmasının caiz olduğunu söyleyenlere göre ise bu zuhru âhir namazının dört rek'atlık bir nafile olacağı, kılınmasının müstehap olduğu, hâttâ bunlara göre kılmak lâzım değilse de kılınma-masını söyleyen olmadığı bildirilmiştir.

Bu ifadeleri biraz açıklıyalım. Bir kısım âlimler ayrı yerlerde cuma kılınamıyacağını söyleyerek zuhru âhiri kılmanın lâzım olduğunu bildirmişlerdir. Bir kısmı da ayrı ayrı camilerde cuma kılmanın caiz olduğunu söyleyerek zuhru âhiri kılmanın lâzım olmadığını söylemişlerdir. Ancak bunlar da, kılınırsa nafile olacağını bildirerek zuhru âhir namazına mani olmamışlardır. Zuhru âhir kılmakla insan kâfir olmaz, bid'at işlemiş de olmaz. Fukâhanın kavline göre amel edilmiş olacağı için ecir de kazanılır. Bu bakımdan bu namaz için niyet mühimdir. (Üzerime farz olan en son öğle namazına) diye niyyet edilirse, kazası olanlar kazalarından birisini kılmış olurlar. Türkiye'de bütün mesele halledilmiş de düzeltilecek bir zuhru âhir mi kaldı? Millete bu namazı kıldırmamakla kârınız ne olacak? Bütün müftülere, İmâm-hatip mekteplerine ve diğer dini kuruluşlara vehhâbilik kitapları bedava olarak dağıtılıyor, gönderiliyor buna mani olmak için yazı yazmıyorsunuz da D. Ali Hoca'nın kitabı İmâm-Hatiplere girdi diye niçin kaleme sarılıyorsunuz?
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Sizin için senet olmayan Ömer Nasuhi Bilmen de Büyük İslâm İlmîhali kitabında S. 165'te zuhru âhirin nasıl kılınacağını anlattıktan sonra şöyle diyor:

«Velhasıl, bu suretle kılınması ihtiyata muvafık olduğundan EKSERİ ULEMACA müstahsen görülmüştür”

Ömer Nasuhi Bilmen, ekseri ulemaca müstahsen görüldüğünü yazıyor. Lütfen ekseri ulemânın müstâhsen gördüğü bir ibadeti bırakın müslümanlar yapsın.

Belki diyeceksiniz ki, zaten diyorsunuz ya, zuhru âhiri savunanların delilleri zayıf... Bunu savunanların kendileri delildir. İhtiyaten kırk yıllık namazını kaza edenler olmuştur. Bu namaz ihtiyaten kılınıyor. Siz ise Kitabda ve Sünnette yeri yoktur diye ulemanın bildirdiği hükümlere itiraz mı etmek istiyorsunuz? Karaman'ın İslâm âlimleri ile dalga geçer gibi KİTAB VE SÜNNETTE YERİNİ ARAMAK BOŞUNADIR, mı demek gerekir? İskat mevzuunda böyle diyordu.

Mezhepsizler ekseriya bizim tâbi olduğumuz delil Kur'ândır diyorlar. Mezhepsizlerin tesiri altında kalan gençler şöyle diyorlar:

«Doğrudan doğruya Kur'ân'dan ilham almak lâzımdır.»

Doğrudan doğruya Kur'ân-ı kerîm'den ilham alan, onu anlayan tek insan vardır. O da Peygamber aleyhisselâmdır.

Bu hususta bilinen bazı hakikatleri anlatırsak mezhepsizlik bataklığına düşmüş birkaç genç kardeşimizi kurtarmış oluruz ümidiyle yazıyoruz.

Hazret-i Ebubekir Radıyallahü anh, bir âyet-i kerîmenin tefsirini sorar, Peygamber aleyhisselâm bir iki saat anlatır, orada Hazret-i Ömer radiyallahü anh da bulunmaktadır. Bunları dinler. Bu bir iki saat içinde bir şey anlayamaz. Anlıyamıyan kim, Hazret-i Ebubekir Radiyallahü anh'dan sonra bu ümmetin en üstünü, «Benden sonra Peygamber gelmiş olsaydı, Ömer olurdu.» manasındaki hadîs-i şerîfe mazhar olan Ömer'ül Fârûk Efendimiz. Bu ümmetin çok büyük âlimlerine müfessirlik kudreti verilmiştir. Imâm-ı A'zamı beğenmeyen, Beydaviyi beğenmeyen veya biz de onlar gibi tefsir ederiz diyen mezhepsizlere rastladık. Hattâ Bay Karaman Beydavi'de mevzu hadîs bulmuştur. Hâşâ o kitaplarda tek mevzu hadis yoktur. O hadîs-i şerîfler Karaman'a veya başka selefî itikatlı birisine göre mevzu olabilir, ama bu ölçü olmaz. Sahih hadislere mevzu yaftasını takanların başında Aliyyülkari gelmektedir.

Beydavi'de mevzu hadis olduğunu söylemek, bu şahıs iyi tefsir yapamamış demek değil midir Gürtaş?

Gerek Beydavi'de ve gerekse diğer ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında tek mevzu hadis gösterebilir misiniz Gürtaş? Mevzu hadisten kastımız mutlak mevzu hadis olacaktır, yani uydurma olacaktır. Mahmasâni gibi kafadan, aklınıza göre söylemeyin, kaynak gösterin, sakın Âliyyül-kari gibileri senet göstermeyin. Bu mevzu hadîsin dine olan zararını anlatın.

Bugün mezhepsizler çıktı. «İlim Çindeyse de gidin», mealindeki hadîs-i şerîfi, «dünya her kötülüğün anasıdır», gibi hadîs-i şerîfleri mevzu kabul ettiler. Onların mevzu kabul etmesiyle bir hadîs-i şerîf mevzu olmaz.

Önüne gelen bu mevzu hadisdir diyor, İslâm büyüklerinin kitaplarında mevzu hadis olduğunu söylüyorlar. Gayeleri İslâm âlimlerini küçük düşürmek.

Muhaddislik ve müfessirlik öyle kolay iş değildir. Arabca bilmek kâfi olsaydı bütün vehhâbiler müfessir kesilirdi. Gerçekten de müfessir geçinmeyen tek vehhâbiye rastlamak mümkün müdür? Şahsen konuştuğumuz birçok vehhâbiler delil olarak daima Kur'ân diyorlar, bazan da hadis diyorlar.

Kur'ân-ı kerîm'i tefsir ederek muradı ilâhiyi anlamaya çalışmanın ne kadar güç bir iş olduğunu salahiyetli bir âlimden dinliyelim :

Imâm-ı Rabbânî hazretlerinin zamanındaki âlimler bazı âyet-i kerîmeleri tefsir ederek Müceddid-i Elfi Saniye gönderirler. Ve derler ki, biz böyle bir mâna anladık, siz nasıl anlıyorsunuz? Eğer bizim anladığımız gibi anlıyorsanız bizimkiler doğru demektir. Siz başka türlü anlıyorsanız bizimkiler yanlış demektir. Çünkü siz kayyum-u âlemsiniz, müceddid, müctehid ve veliyy-i kâmilsiniz.

Evet buna benzer ifadelerle mektup yazıyorlar. Yüce İmâmın verdiği cevabı dikkat-i nazarlara arz etmeyi faydalı buluyoruz :

«Sizin ve bizim âyet-i kerîmelerden anladığımız anlamak değildir.» buyurduktan sonra müfessirliğin ne demek olduğunu, mes'uliyetini anlatır.

Ama bugün mezhepsizler hep mezhep imâmları dururken Kur'ân'a tâbi olduklarını söylüyorlar. Delil olarak da hep Kitap ve Sünneti gösterirler. Öyle değil mi Bay Gürtaş? Meselâ bizzat siz Mezhepsiz Reşit Rıza'nın kitabının kısa bir özetini yaptığınız kısımda ne diyor mezhepsiz Reşit Rıza? :

«Dün olduğu gibi bugün de Dinîmizin iki ana kaynağ Kitap ve Sünnet esas alınmalıdır.» S, 38

Hani İcma-i Ümmet, nerede Kıyas-ı fukaha? Mezhepsiz Reşit Rıza, kat'i surette icmayı delil olarak almamaktadır, icmayı inkâr nedir? «Ümmetim dalâlet veya yanlış bîr iş üzerinde birleşmez, toplanmaz», mânâlarındaki hadîs-i şerîfi inkâr değil midir, icmayı inkâr?

Mezhep hükümlerine bağlı kalınca Kitap ve Sünnet esas alınmıyor mu? Reşit Rıza'nın bu haltına ne dersiniz Gürtaş?

Daha alt tarafta yine Kitap, Sünnet ve bir de müctehid imâmların hükümleri sayılıyor, fakat yine icma yoktur. Nedir bu icma düşmanlığı?

Mezhepsizlere dergi ile cevap vermek iş değildir, değil mi Gürtaş? Daha önce mezhepsizleri açık bir toplantıya davet etmiştik, fakat mezhepsizler namert oldukları için teklifimizi kabul etmediler, köşe bucakta ehl-i sünnetin aleyhine atıp tuttular.

Mezheِpsizlere hitap ediyoruz, bizim dört hak mezhebimizden ne istiyorsunuz? Dinîmiz hakkında bir bilginiz varsa buyurun İstanbul'da veya Konya'da veya anlaşılan bir ilde toplanalım. Türkiye'nin belli başlı ilim ve fikir adamlarını da davet edelim. Kimin ne derdi varsa orada açıklasın. Bütün konuşulanlar teyp ile bir heyet tarafından zabta alınsın. Bütün konuşmalar kitap halinde neşredilsin. Kimin mezhepsiz, kimin rıza-i ilâhi için çalıştığı böylece ortaya çıkar. Herkes delilini toplayıp getirsin. Abduha kim müctehid diyormuş, faizi kim helâl kabul ediyormuş böylece teker teker ortaya çıkar. Karaman'a sorduğumuz sualleri aynen Gürtaş'a sorarız, cevap vermezse aynen zabta geçer. Ve böylece kimin hangi suale nasıl cevap yerdiği veya vermediği tesbit edilmiş olur.

Bu toplantıda bid'at nedir, neler bid'attir, neler sunnettir? Hadîs-i şerîfe mana vermek mi sünnettir, yoksa fukahaya uymak mı sünnettir? Bütün bu suallerin cevabı ayrı gruplar tarafından verilir.

Bundan sonra ekseri ulemaca müstahsen görülen zuhru âhir mes'elesi, hakkında ictihad ve fetva bulunan ıskat ve devir mes'elesine her önüne gelen burnunu sokmaya belki cesaret edemez.

Gürtaş gerçek bid'atler üzerinde niçin durmuyorsunuz? Meselâ duyduğumuza göre bazı müezzinler teybe, ezan okuyorlarmış, namaz vakti teybi açıyorlarmış. Sizlerin tabiriyle soruyoruz, Kitab ve Sünnette bunların yeri var mı acaba? Hafızların mukâbele okumaları yerine teypten dinlense mahzuru varmıdır, bid'at falan mıdır? Kitabda sünnette yeri var mıdır? İcma ve Kıyas-ı fukahada yeri varmıdır?

Hoparlörle ezan okumak caiz midir, Kitap ve Sünnette delili var mıdır? Bid'at midir, sünnet midir?

Sünnet ile farzlar arasında okunulan İhlâs-ı şerîfler sünnet midir, bid'at midir? Okunmasının gerektiğine dair hiç bir kitapta yeri var mıdır? Namazda selâmı müteakip selâtentüncina gibi duaları okumak sünnet midir, bid'at midir? Artık Kitap ve Sünnette demeyelim de fıkıh kitaplarında yeri var mıdır? Keza teşbihleri müezzin efendinin komutla idare etmesi sünnet midir, bid'at midir? Başı açık ve kısa kolla namaz kılmak sünnet midir, mekrûh mudur? Teravih namazı size göre de sekiz rek'ât mıdır? Miraç rûh ve cesedle birlikte mi olmuştur, yoksa siz de Mösyö Hamidullah gibi rüyada mı olduğunu söylüyorsunuz? Karaman'ın kabul ettiği gibi, Mösyö Hamidullahın ifade ettiği gibi Kâinatın Efendisi çocukluğunda bir kızı ömür boyu iz kalacak şekilde hâşâ ısırmış mıdır? Bir defacık olsun, annesinin sol göğsünden emmeyen doğduğu zaman ümmetim diyen bir Peygambere yapılan iftiranın Kitapla sünnetle, akıl ve insafla bağdaşır tarafı var mıdır? Mösyö Hamidullahı müdafaa etmekle din ne kazanır?

Âyet-i kerîme ve Hadîs-i şerîflerin te'vili sizce caiz midir? Çünkü tanıdığımız birçok mezhepsiz selefîyeciler te'vili asla caiz görmüyorlar da, belki siz onlardan değilsiniz. Bütün bu suallerin cevabı sizin durumunuzu meydana çıkarmakta bir ölçü olabilir.

Cevaplarınızı mecmuada neşretmek üzere bekliyoruz. Allahü teâlâ'nın selâm ve bereketi, ehl-i sünnetten zerre taviz vermeyen müslümanların üzerine olsun.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Mustafa Saka​
Efgânî Efsânesi
TAKDİM
“Efgânî ve Masonluk”, “Efgânî ve kavmiyetçilik”, “Efgânî ve Abdülhamid Han”, “Efgânî ve Peygamberlik”, “Efgânî ve Renan” başlıklı beş makaleden mürekkep ve “İfade-i Meram”, “Mukaddeme”, “Hâtime-i Kitap”, “Zeyl (1-2-3)”, “Kitâbiyyat”, “İsim Fihristi” ve “Fihriste-i Kitap” ile toplam 12 kısım, 343 sayfadan mürekkep “EFGÂNÎ EFSÂNESİ; Cemaleddin Efgânî Etrafında Makaleler” isimli kitap...
Bu kitabı İngilizce, Fransızca, Farsça, Osmanlıca ve Cumhuriyet devrine ait 500 kadar kitap ve bir o kadar gazete ve dergi tarayarak kaleme alan Malatyalı Muhammed Reşad, pek haklı olarak şöyle takdim ediyor eserini: “Tahdis-i ni’met kabilinden ifade etmek isterim ki, Türkiye piyasasında bu kitabı ihmâl ederek Efgânî hakkında yazı yazmak, bundan sonra kâbil olmamak gerekir.”
Çünkü bu kitap, Efgânî üzerine en geniş ve en yetkin kaynak taramasıyla sahasında tek; ve Sünnet ve Cemaat Ehli anlayışına nisbetle “Efgânî Efsanesi”ni yıkıyor...
Bu kitap, "akademisyen" kimliğini "mütefekkir” kimliğe karşı bir üstünlükmüş gibi görenlere de şunu öğretiyor: "Bilâkis akademisyenin vazifesi, mütefekkirin terkibî hükümlerini delillendirip tahlil ve tahkim etmektir!"
Bu kitap, piyasaya verildiği günden itibaren “çok sessiz bir gürültü” kopardı. “Sessiz”, çünkü "gık" diyemedi hiç biri... Bir tek, "mahallenin delisi" hüviyetiyle bir "Kaplan" çıktı ortaya ve dedi ki "bu kitabın yazarı meçhul!" Oysa biz, Yaşar Kaplan'ın da davetli olduğu -ama gelmediği- bir toplantıda -İlim Yayma Cemiyeti’nin Vefa'daki Konferans Salonu-, Malatyalı Muhammed Reşad'la tanıştık ve kendilerinden sonraki nesille övünen ihtiyarlar gibi, şu gencecik yaşımızda, bizden daha da genç bu kardeşimizle tanışmaktan gurur duyduk.
1996 yılında, İlim Yayma Cemiyeti’nin Vefa'daki Konferans Salonu’nda müşerref olduğumuz Malatyalı Muhammed Reşad Bey’in bu fevkâlâde eseri ile yaptığımız aşağıdaki röportaj, daha önce Akademya’da (1996) ve Furkan’da (1997) yayınlandı. Muhammed Reşad Bey’e teşekkürlerim ile tekrar arz ederim...
Mustafa SAKA
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
EFGANİ ve MASONLUK
- Kitabın tertibine uyalım ve Efgânî'nin masonluğundan başlayalım...
- Efgânî'nin Masonluğa intisabı, hemen bütün taraftarlarınca da teslim edilmiş bir hakikat olup, Şeyh'i anlamak için büyük ehemmiyeti hâizdir. Bizzat Efgânî'nin el yazısı ile yazdığı Mason Localarına müracaat dilekçeleri neşredilmiş, Osmanlı arşivlerinden ve masonların evrakından çıkarılmış vesikalara istinâden ciddi makaleler yazılmış, derin tetkik mahsülü eserlerde bu mevzuya uzun fasıllar tahsis edilmiştir.
- Tabiî, sevenleri de türlü türlü tevillerde bulunmuşlar?..
- Müslümanların bu lânetli müesseseye karşı nefretini bildiklerinden, mürid ve muhib taifesi bazı çareler aramışlar -Corci Zeydan gibi, "Hiç masonluk fena bir şey olsa, Şeyhim intisâb eder miydi" yollu türrehab saçanları bir tarafa- umumiyetle iki tevil tarzı kullanmışlardır. Bunlardan birincisi, Şeyh'in asrında masonluğun mahiyetinin bilinmediği, binaenaleyh mazur olduğudur.
- Varsayalım öyle! Peki bu adam ömrü boyunca masonluğun ne olduğunu anlayamamış mı?
- Avamı havassiyle bilcümle nâs masonluğu bilir ve telin ederken, nasıl olup da Efgânî bilememiş; sayısız localara aza olmuş, üstâd-ı azamcılıkda bulunmuş ve çok kimseleri intisab ettirmiştir. “Dehriyyun'a Reddiye" nam kitabında alemi fesada veren brahmanlardan, mormonlardan bahsetmiş, fakat ne hikmetse masonluk hatırına gelmemiş ve ölene kadar -artık tanımış olması icab eden!- bu müfsid müessese aleyhinde bir beyanı da işitilmemiştir. Zaten Efgânî, Masonluğu tanımadığını söylemiş değildir, lâkin muhibleri bu tevili uydurmuşlardır.
- İkinci tevilleri?
- Güya Şeyh, Masonların gayrı siyasi, pasifist bir teşekkül olduklarını görünce onları azarlayıp cemiyetlerinden istifa etmiş, (Mustafa İslamoğlu' na göre ise) "ipliklerini pazara dökerek hatasının kefaretini ödemiştir."
- Hayrettin Karaman'a göre ise “istifa etmemiş, ihraç edilmiş, hem de masonlukla mücadele etmiş"?
- Hazret galiba, "ibracı" kabulün, masonların "Kainatın Ulu Mimarı'nı inkâr ettiği için kovduk" demelerini tasdik demek olacağının farkında değiller.
- Yaa! Demek ateist olduğu için kovulmuş, öyle mi?
- Sırf bunun için müridandan uyanık olanlar, “Şeyhimiz kovulmamış fakat istifa etmiştir” derler. Hatta Hayrettin Karaman'ın, Reşit Rıza' dan nakil ve şerh ettiğine göre: “Abduh, üstadı Efgânî'nin isteğiyle ve davasına hizmet gayesiyle -davası ne ola ki? - mason cemiyetine de girmiş, bilâhere bu cemiyetin davasını gerçekleştirmeye elverişli olmadığını anlayarak çıkmış ve onunla mücadele etmiş olmasına rağmen bu da aleyhine bir puan olarak kaydedilegelmiştir.” Bu rivayetin iki râvîsî mevcuttur. Biri Reşit Rıza, diğeri Mahzûmî. İkinci râvinin de itiraf ettiği vechile, Efgânî istifa ettikten veya mason kayıtlarına göre, 'Kainatın Ulu Mimarı' dedikleri 'Yaratıcı'yı inkâr ettiği için ihraç edildikten sonra, bizzat üstadlığını yaptığı localar açmıştır. Mısır'dan kovulduktan sonra gittiği Paris'teki kısa ikâmetinde dahî mahallî localara kaydolmayı ihmâl etmemiştir. Mısır sonrası hayatı müddetince gittiği yerlerdeki hâmîlerinin, yârânının müseccel masonlar olması câlib-i dikkat bir husustur.
- Yani Efgânî, Abduh, Reşit Rıza çetesinin masonlukla mücadele ettiği falan palavra; hatta masonluğun ateist takımından bunlar...
- Bırakın mücadele etmesini, aleyhlerinde tek satır yazı yazmış mı? Masonluğun iyice kokusunun çıktığı ve Mısır'da da aleyhtar cereyanların kuvvetlendiği 1920'lerden sonra, Reşit Rıza' nın sadece kendini masonluk isnadından kurtarmaya yetecek ve burada cehriyle meşgul olduğumuz Şeyhleri etrafında tesis ettiği "tevbekârlık" kılıfıyla setrine muvaffak olduğu ihanetleri ve bütün melânetini bildiği halde, sadakatinde ısrarlı olmasının tevlid ettiği, tafsili imkansız mahzurları anlatmaya bu (sohbetin) hududu müsait değildir. Lâkin 1904'de kendi mecmuasında (ELMenar), Şabin Makarios'un "ElHâkaik'ül Asliyye fî Târîb' il Masoniyyet' il Ameliyye" kitabını takdim vesilesiyle, “Fevâid-i kesîreyi hâiz bu kitabı okuyanların bu hayır ve ma' rifet cem'iyyetini tanıyacakları” ümit ediliyor.
- Bu "hayır ve marifet cemiyeti" dedikleri, mason locaları yani?!
- Hem masonluğun medh ve propagandasını yapan bir kitabı bu şekilde reklam et,
hem de aleyhinde mücadele iddiasında bulun!
- Menar' ın hangi nüshasında bu takdim yazısı?
- 12. adet, 16 Cemazilahir 1322 (28 Ağustos 1904) 7. cilt, 473. sahife...
- Bizim nazarımızda, Efgânî'nin bunca hezeyanından başka bir de mason olup olmadığının ilmî bir alâkaya mevzu olmaktan başka bir önemi yoksa da, onu İslâm adına sevenlerin hesabını muhakak vermeleri gereken bir dava bu...
- “Kökü masonlukta bulunma”, Efgânîci gürûhun çaresini bulamadığı bir derttir ve bulunacağa da benzemez. Binâenaleyh, hâlen tesirini devam ettiren, muasır Modernist / İslâmcı / Mezhepsiz / Reformist hareketi anlamak için, Efgânî'yi ve Mısır Masonluğunu bilmek, bu zevattan müteessir muasır Arap müelliflerden terceme edilmiş kitapları okuyarak dinini öğrenen Türkiyeli müslümanlar için elzemdir.
- Mısır deyince, Merhum Son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi?!
- Şunların bilinmesinde fayda var ki; masonluğa dair Türkçe matbuatın umumiyetle basitliği ve aleyhindeki tenkitlerin sathîliğinden müteşekkî ve -mâlesef avamın rahat hazmetmesi mülâhazasıyla tervîc edilen-, her taşın altında bir mason arayan marazî hassasiyetten berîyiz. Masonluk, âlem-î İslâm'ın maruz kaldığı belâlardan biridir ve olduğu hâl üzere bilinmesinin, doğru teşhis ve tedavi için lüzumu aşikârdır. Bu babda maksûdumuz, fikirlerin masonluk meyanında tesbitidir. Bununla beraber bir fikrin doğrudan masonlardan alınması yahut başka bir yerden alınmış veya ilk defa icat olunmuş ve tevafukan aynı fikrin masonlukta da bulunması aslî ehemmiyeti hâiz değildir. Fakat mânâlı alâkaların mevcudiyeti melhuz ise, tesbiti vasıtasıyla belki daha şümûllü malûmata vüsûl mümkün olur. Meselâ "laiklik", masonluğun da, "Kemalizm" dedikleri şeyin de esas umdelerinden olduktan sonra, masonlar Kemalistmiş yahut Kemalistler masonmuş; bunun aslî bir ehemmiyeti yoktur, lâkin meselâ laikliğin menbaını aldığı ilhad zemini Kemalcilikte de mevcutsa mânâlıdır. (...) Vakıa akîdeler, fikirler benzer olduktan sonra, Efgânî masonmuş, yahut masonlar Efgânîci imiş, bu bir isimlendirme meselesidir. Fakat bu spekülasyonların hakiki bir karşılığı olmadığı ortadıdır. Tabir-i diğerle, Efgânî mason olmasaydı da Efgânîcilik olurdu, fakat Efgânî masondur!
- Hakikat sevdalılarına, sadece Merhum Son Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi' nin teşhisi bile tek başına yeterli bir delil olmalı değil mi?
- Mısır'a hicret eden Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, gördüğü feci manzarayı, mes'ullerini de beyanla şöyle tasvir ediyor: "Mısır'da... cevv-i 'ilmî'yi (ilmî havayı) Garb' dan esen cereyanlarla mesmûm (zehirli) buldum... onları (Mısır'lıları) Garb' ı taklidde ve ona meftunluk göstermekte, Yeni Türklerle âdetâ yarışa çıkmış bulmak bana çok ağır geldi. Türkiye' de isyân neticesinde vukua gelen inkılab, burada sükûn içinde hâdis olmuş (gerçekleşmiş) ve Ezher'de teceddüd vuku a getirmek tarîkıyla yol almıştı. (…)” Şeyh Muhammed Abduh'a isnâd olunan islâhâta gelince; hülâsâsı şudur: Şeyh, Dîn sahasındaki sarsılmaz vukûfundan Ezher' i sarsıp ayırmış, mensûbînini bu sûretle lâdînîliğe (dinsizliğe) doğru geniş hatvelerle yürütmüştür. Fakat dînsizlere, dîndarlığa doğru bir hatve (adım) bile attıramamıştır. Üstâdı Efgânî vasıtasıyle, masonluğu Ezher' e idhal eden de o' dur. (…) Şeyh Muhammed Abduh ve Cemâleddin-i Efgânî zamanından beri Ezher Ulemâsının, Türkiye'de misli görülmemiş bir sûretde mezkûr cem'iyyete intisâbı, ma'nâ-yı mahsûsu hâizdir. Ya'ni Dîn, Di'n'in 'İlm-i Kadim'i ve Kadim Ulemâsı ölmüşler, hayatda kalanlar varsa, onlar da emvât (Ölüler) hükmünde add olunmuşlar, onların yerine mahsûsâtdan (beş hâsse ile hiss olunandan) başkasına iman etmeyen, ya' ni Allah' a, Melâikesine, Kütüb-i Münzelesine, Peygamberlerine, Yevm-i Âhiret'e zamanımızda hissî tecrübelerle isbât imkânı bulunmadığı için imân etmeyen Garb'ın ilmiyle âmil yeni âlimler kâim olmuşlardır."
- Diğer karanlık yönleri gibi, soyismi(!)ne rağmen karanlıkta duran nesebi ve Şiâ ile alâkası hususunda, sevenlerinin rahatlığına ne buyrulur?
- Müritlerini ve bugüne kadar devam edegelen tarikatine mensup kimseleri, Şeyh'in sadece fikirlerine talip olmuş kimseler telâkki etmek tarzında bir tecrit vakıaya mugâyirdir. Şeyhlerini Eâzım-ı İslâm sırasına dahil etme maksadıyla hayatındaki pürüzleri temizleme gayretleri elbette mânâsız değildir. Albert Hourani gibi müsteşrikler belki anlamakta müşkilât çekebilir, fakat müslümanlar muktedâ bîh olacak kişiden lâyıkınca amel beklerler ve böyle olmayan adamlara ittiba edip muhabbet beslemekten, rûz-i mahşerde beraber haşr olunmaktan korkarlar. Şayet iddia edildiği gibi birileri "hâinâne maksatlara ehemmiyet vermeden", karanlık işlerine kafa yormadan” Efgânî'ye ittiba ediyorsa, bu herifleri cerh için başka bir şeye lüzum yoktur. Efgânî'yi "Şiî fikriyatının geniş tayfı içinde bir yerlere yerleştirme"ye gelince: Efgânî'nin Şiâ mezhebiyle alâkası ancak menşei itibariyledir. Sünnîler arasında takiyye yaparak gezdiği müddet zarfında kendisinden sadır olacak bir itiraf beklemenin mânâsızlığı akıl erbabına malûmdur. Bizce bu ademin illâ Şiâ tayfına yerleştirilmesi icabediyorsa, GULAT-I ŞİA'NIN MASONİYYE ŞUBESİ’ne ithal etmelidir. Asıl mevzu-ı bahs olan husus, Efgânî' nin İslâm'la alâkasıdır. İslâm'la alâkasızlığına dair kanaat hasıl olduktan sonra, Ehl-i Sünnet ve İmamiyye Şiâsının ittifakla tekfir ettiği Gulat-ı Şiâ’ya mı yoksa başka bir tasnif'e mi dahil edilir, bunun fazla bir ehemmiyeti yoktur.
- Efgânîcilik dendiğinde peşisıra sökün eden modernizm, reformizm, mezheplerin birleştirilmesi, içtihat kapısının herkese açılması, demokratik-laik bir İslâm anlayışı ve bu meyanda İslâmî devlet zarûretinin yok sayılması ve tabiî mevcut "demokratik laik-Kemalist otorite"nin meşrû sayılması fikirlerinin memleketimizdeki baş mimarlarından olarak akla gelen ilk isim Hayrettin Karaman?
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
- Necip Fazıl merhûm, kendine, Hayrettin Bey'in imzasının da bulunduğu bir mektupda "mezhepsizlik" isnadını reddeden üç şahsa (Hayrettin Karaman, Bekir Topaloğlu, Tayyar Altıkulaç) hitaben: “... bir taraftan şarap iç, öbür taraftan da ben yalnız su içerim diye iddia et" demişti. Şimdilerde böyle ithamların yokluğundan mı, yoksa Üstad gibi kendine mektup yazacak kimseler kalmadığından mı bilinmez "mezhepsizler" var ve gayet de faal iken, ne hikmetse "mezhepsiz değiliz" deme ihtiyacında değiller.
- Hayrettin Bey'in, harf sırası hilâfına, isminin mânâlı bir şekilde hep ilk sırada zikredildiği bazı matbuatın zuhuru câlib-i dikkattir. Acaba bunun sebebi, zayi olduğundan şikâyet edilen fukahaya karşı hürmetsizliğin, "İslâm Hukuku uzmanları" vesilesiyle geri dönmüş olması mıdır? Yoksa İslâm Hukuku uzmanlığı ile fakihliği karıştıranlar mı vardır?
- Bizi burada alâkadar eden, bu hâllerin, Hayrettin Bey'in Efgânîci hüviyetiyle alâkası olup olmadığıdır. Cümlesi ehl-i iman arasında muhtelif sıfatlarla şöhret bulmuş bu zevatın, Hayrettin Bey'in “İslâm Hukuku Prof’luğuna hürmeten geride durduklarına inanmak pek makûl görünmüyor. Gerçi son zamanlarda revaç bulan bir kanaate göre, yekdiğerinin zıddı fikirlere mâlik kimseler, aynı yerde yazar, hatta tatlı tatlı "tartışırlarmış" bile... Velâkin Hayrettin Bey'in mevkii, pek de öyle aşurede nohut olmayana benzemiyor.
Efgânîciliğin, daha doğrusu Efgânî'nin mensubu ve imamlarından bulunduğu modernist, reformist, mezhepsiz hareketin Türkiye' deki seyri ve intişarı bahsinde, bu nevi "İz"ler fevkâlade mânidar olsa gerek. Bahis mevzuu davanın cidden mühim isimlerinden olan Hayrettin Bey'in İlâhiyatlar, Diyanet, İmam Hatip mektepleri, Ensar(ının) Vakfı, üstadlığını teslim eden matbuat ve bunu besleyen sermayedarlarla olan alâkasının tetkiki, Efgânîciliğin intişar haritası ile alâkalı kıymettar malûmat verecektir. Hayrettin Bey ve yârânının açtığı kapıdan geçtikten sonra, boynuz-kulak misâli, üstadlarını beğenmeyen müritlerin ve Efgânîcilik dozunu kâfi görmeyen "İslâmî Araştırmalar" mecmuası etrafında yuvalanmış "Ankara Teologları” nın aralarındaki münakaşalar, ibretle seyredilip ders alınacak şeylerdir. Aynı şekilde Hayrettin Bey'i takip ederek 1980 evvelinde cereyan eden mezhepsizlik münakaşalarında, Ehl-i Sünnet ulemâsı ve Hayrettin Bey yârânı arasında Efgânî ile doğrudan yahut vasıtalı olarak alâkadar, geniş bir literatur bulmak mümkündür.
- Bugünlerde, İslâmî devlet anlayışı ile Kemalist devlet pratiğini, "hükmetme" müşterekliğinden ötürü “ikisi de totaliter” diyerek bir ve müsâvî gören Mehmet Metiner'in "Girişim" safları, daha dün, Karaman başkanlığında, "Dâr-üt'Takrîb" girişimlerine sahne oluyordu. Bu işin de pirî Efgânî olsa gerek?
- Hem selefilik iddiacısı Reşit Rıza ve emsâllerinin "Mezhepsizlik mezhebi" ihdas etmek gibi mütenakız hareketlerinin, hem de son zamanlarda ihyasına çalışılan Sünnî-Râfizî vahdeti için kurulmuş Dâr-üt’Takrîb'in mânevî müessisinin Efgânî olduğundan bahsedilmesi acaip bir tevafuktur. Şeyh' in müritlerinden Abduh, Şeltut ve başkalarının karıştığı “sun'î vahdet” e dair, Mutahharî’nin, -Şiâ' nın batılları için söylediği, fakat ayniyle Ehl-i Sünnet' in hakikatleri için de mer'î olan- şu sözleri kâfidir: "Nasıl olur da, bir mezhebin takipçilerinden, İslâm'ın vahdetinin ve müslümanların vahdetinin muhafazası hatırına, hak bildikleri herhangi bir itikadî ve amelî esastan sarf-ı nazar etmelerini istemek mümkün olur? Bu, benim, İslâm' dan bir cüze, İslâm adına ona gözlerimi kapamam veya gözardı etmem hükmündedir... Biz kendimiz Şiâ'yız ve de Ehl-i Beyt'e tâbi olduğumuz için iftihar ediyoruz. (Biz de Sünnîyiz ve Ehl-i Beyt' e ve cümle Ashab-ı Kirâm Hazerâtına tâbi olduğumuz için iftihar ediyoruz!) En küçük bir esası dahî, hatta bir müstehabı veya küçük bir mekruhu bile anlaşma zemini olarak tanımıyoruz..." (Devamında, Dâr-ut’Takrîb'den gayenin Rafizîliğin Ehl-i Sünnet arasında intişarı olduğu, bu niyetle kurulduğu ve nisbeten muvaffak olduğunu anlatıyor.)
Keşke sünnî geçinen ulemamız da bu dürüstlükte konuşsalar. Takiyyesiz, yalansız, tam bir vuzûh ile böyle konuşan adamlarla, hakikaten küffara karşı pek lüzumlu bir siyasî itilâf mübahese edilebilir. Ve bu hakiki, muhkem bir itilâf olur. Yoksa, Sünnîlikle alâkası olmayan adamların -pazarlık yapar gibi- "ben Hazret-i Muaviye Radıyallahü Anh'dan vazgeçeyim, sen de İmamet' ten" yollu gülünç senaryolarıyla değil.
- Bütün mezheplere eşit mesafede veya hoşgörüde bulunmakla, bütün dinlere eşit mesafede veya hoşgörüde bulunmak arasında, "küfürde terâkki" den başka fark yok ve zaten masonluk da bu değil mi?
- Efgânî ve müritlerinde, kâh Ehl-i Sünnet'le Ehl-i Bid'at arasında, kâh İslâm ve batıl dinler arasında mevcut ihtilâfları kaldırmak şeklinde tezahürlerine rastlanan mezhepsizliğin, masonik bir lakaytlığa müstenit olması mümkündür. Mahmut Paşa El Mahzûmî’nin rivayetine nazaran, Şeyh' in ahir ömründe, İstanbul’da iken, İslâm'ın Yahudilik ve Hristiyanlıkla hemfikir olduğundan babisle, dinlerin birliğinden dem vurması ve Abduh'un da Şeyh'ine ittiba etmesi, câlib-i dikkat hususlardandır. İslâm'ın bâtıl dinlere üstünlüğünün reddinden geçen bu şeytanî vahdet davasına itikat etmeden mason olunamayacağı muhakkaktır ve masonluğun bütün dinlere müsamahakâr olması da aslında hepsinin münkiri olmasının bir neticesidir. Bir meselede mezhebi olmak (hakiki mânâsıyla) ancak o meseleye ehemmiyet veren ilim ehline mahsus olduğu malûmdur; ve mezhebî ihtilâfların kaldırılmasından bahsedenler -şayet cahiller güruhundan değillerse-, bu ihtilâfların istinat ettiği esaslara bir itirazları olmalıdır.
- Fener Rum patriği ile hoşgörücü Fethullah Hoca’nın sevişmelerinin kıskanılacak bir tarafı yok o hâlde; öte dünyada da sevişmeyi göze almışlarsa, sadece "recâ" ederiz!
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
EFGÂNÎ VE KAVMİYETÇİLİK
«Efgânî'nin tebliğ faaliyetinin en esaslı tesiri, İran'da, Mısır'da mahallî kavmiyetçi hareketin doğumunu teşvik etmek oldu. Bu suretle İslâm âleminin cihanşümhul bir devletin himayesinde birleşmesinin önünde yeni ve dehşetli mâniler husûle getirdi.» (Arnold. J. Toynbee, A Study of History, Londra-1954, 8.c., 692-695. sh.; The Ineffectiveness of Panislamism, Panislamizm' in tesirsizliğine dair; Nikki R. Keddie, Pan-Islam as Proto-Nationalism, The Journal of Modern History mecm., Mart 1969, I. aded; 41. c., 27. sh.’ den naklen...)
- Arnold J. Toynbee’nin ifadesi, Efgânî sempatizanı bir müslümanın altından asla kalkamayacağı kadar çok ağır; Ulusalcılıkla alâkası nedir Efgânî’nin?
- Vaktiyle “Türk Yurdu” mecmuasını neşreden kavmiyetçiler, Efgânî'nin imzalı resmini hediye ediyorlardı; hem de şu takdim yazısıyla: "Irk ve milliyet fikirlerinin şiddetli bir taraftarı olan merhum Şeyh Cemaleddin Efgânî" -Türk Yurdu'nun hediyesi-3. yılın 6. cildinin 8. sayısına ilâve...
- Korkunç! Başka?
- (…) Mehmet Emin Yurdakul: "Beni o yuğurmuştur; Cemaleddin'in ruhu bende yaşıyor..."
- “Bu Türkçüler de bir âlem; fikir atalarından biri Diyarbakır'lı bir Kürt, 'öbürü süzme yahudi, bir de İran'lı Efgânî!.. Tabiî, en az bu kadar ilginç olan; Efgânî'nin, hem Türkçülerin, hem de "Evrensel(!) İslâmcılar"ın şeyhi olabilmesi... Bu manzara karşısında, Mümtazer Türköne, haklı olarak, "Türkiye'de Efgânî'yi referans alan bir gelenek yaşamış olsaydı, bu gelenek İslâmcı bir gelenek değil, Türkçü bir gelenek olacaktı" diyor. Şimdi pek merak ettiğim, Şeyhin İslâmcı(!) müridleri nasıl tevil ediyorlar bunu?
- Bunlardan Hayrettin Karaman' ın kanaatince, “39 müstâkil İslâm devletinin hürriyet ve istiklâl mücadelelerini teşvik için harekete geçiren liderlerin başında Cemaleddin Efgânî vardır." (…) "Türkiye, Mısır gibi en önemli İslâm ülkelerini dolaşan Efgânî... (buralardaki) kurtuluş ve kalkınma hareketlerinin başlaması veya hızlanmasında âmil olmuştur." (…) Ömrünün bir döneminde "halkın millî iradesiyle oluşacak" "millî şuuru uyandırmaya" çalışmış, diğer döneminde "hürriyet ve bağımsızlığı elde etmiş müslümanların birliği için çalışmış" imiş.
- Nerede söylüyor bunları Karaman?
- (Hayrettin Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, 1989, Nesil Yay., 314-135-458. sayfalar..)
- Merd-i Kıptî şecaat arzederken, sirkatini söylermiş...
- Ümmetin 39 parça olmasından şeyhlerine iftihar payı çıkaranlara mübarek olsun! Bu lafların sahibinin, vaktiyle AT’a (Günümüzdeki adıyla Avrupa Birliği-Furkan) girme fetvaları veren şahıs olması, bihakkın "Efgânîcilikte" mertebe sahibi olduğunu gösteriyor.
- Başka?
- Efgânî'nin kavmiyetçiliği tahrik etmesini, "dünyanın gidişatını" keşfedip, "Osmanlı topraklarını uluslaştırma sürecine gireceğini" –kerametiyle(!)- anlamak ve bu sebeple "Sultan Abdülhamid'e "adem-i merkeziyetçi" bir politika takip edip, bugünkü eyalet sistemine benzer özerk yönetimler, ya da devletler konfederasyonu biçiminde bir siyasal yapı önermeyi" yakıştıran Mustafa İslamoğlu gibiler de vardır.
- Başka?
- Efgânî'ye adem-i merkeziyetçilik nisbet edenlerden biri de Yaşar Kaplan'dır. Güya Şeyh, adem-i merkeziyetçiliği "daha İslâmî" buluyormuş! Yaşar Bey Hazretleri de bunu şerh buyuruyorlar; "Mısır'ın İstanbul'dan idaresinde" hata varmış.
- Bunu nerede yumurtluyor?
- (Yaşar Kaplan, Afgani Hakkındaki İddiaların Kaynağı,Vakit Gazetesi, 30 Mayıs 1994)
- Koyun gütmekten aciz adamlara bak!
- Şâd olsunlar! Emperyalist kâjirler, Efgânî gibi antiemperyalistlerin ve onların ardından giden ahmakların himmetleriyle bu "hata'yı en İslâmî(!)" şekilde çözdüler; ümmeti paramparça ederek... Mısır artık İstanbul' dan idare edilmiyor. Vakıa İstanbul da İstanbul'dan idare edilmiyor. Cümlesi bir yerlerden idare edildikleri iddiasındalar. Lâkin nihayetinde gene "bir yer"den idare ediliyorlar.
- Nereden?
- Ankara'dakilere sorun... Fetvasını da Yaşar Bey'den, Mustafa İslâmoğlu'dan ve diğerlerinden...
- Benim bildiğim; bunun bir İngiliz siyaseti olduğu... Müslümanlar arasındaki cetvelle çizilmiş sınırlar ortada...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
EFGANİ VE ABDÜLHAMİT HAN...
«...Hilâfetin elimde olması, sürekli olarak İngilizleri tedirgin etti. Blund adlı bir İngilizle, Cemaleddin Efgânî adlı bir maskaranın el birliği ederek İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti. Bunlar Hilâfetin Türkler tarafından zorla alındığını ileri sürüyorlar ve Mekke Şerifi Hüseyin'in Hâlife ilan edilmesini İngilizlere teklif ediyorlardı. Cemâleddin-i Efgânî'yi yakından tanırdım. Mısır'da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana, bir ara, Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti. Buna muktedir olmadığını biliyordum. Ayrıca İngilizlerin adamı ve çok muhtemelolarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlar idi. Derhal reddettim. Bu sefer, Blund'la işbirliği yaptı. Kendisini İstanbul'a çağırttım; bir daha İstanbul'dan çıkmasına izin vermedim." (Abdülhamid Han, Sultan Abdülhamid Han'ın Hatıra Defteri, Pınar Yay., 8. tab, 1986, 73. sh.)
- Allah'ın âyetlerini bile nefslerine göre tevil etmekten utanmayan Efgânîci güruh, asrının dünya çapında en güçlü istihbarat teşkilâtına sahip Abdülhamid Han'ın, şeyhleri için söylediklerine de muhakkak bir kılıf uydurmuş olmalılar?
- Muhibbândan Yaşar Kaplan, Adâb-ı İslâmiyeden nasibine dair bir kanaat veren şu satırları döktürmüş: "Abdülhamid'in Efgânî Hakkında "maskara adam" demesinin şer'î bir önemi yoktur. Abdülhamid'in söylediği o söz, niçin Sultan'ın kendisi için de geçerli olmasın?"
Biz de ilâve edelim; o söz Yaşar Kaplan için de geçerli olsun. Bu teşhis isabetli olur. Abdülhamid Han'ınki tarihî vesika olur, Yaşar Kaplan'ın yaptığı ise, edep hududunu aşmak olur. Zaten Yaşar Kaplan'ın sözünün, Şer'î-gayrı Şer'î bir ehemmiyeti yoktur. Belki bu ehemmiyetsiz lâfları tenkide lüzum da yoktur. Lâkin kendilerinden menkul kerametlerine Efgânî mütehassıslığını da ilâve eden hazretin, külahı arşa değmektedir. Meydanı boş bulunca, "Efgânî hakkında kendi eserlerine dayalı en gerçekçi ve en geniş eleştiriyi yapmışım" diye naralar atıp, "ileri müktesebata sahip ilim adamıyım" demek kolaydır. Fakat iş "ilmini konuşturmaya" gelince, Abduh'un lâyıhasını Efgânî'ninmiş gibi takdim edip dünya gözüyle rezil olmak da vardır.
- Mustafa İslamoğlu da Yaşar Kaplan'dan geri kalmıyor ve Abdülhamid Han'ı bilgisizlike itham ediyor...
- Muhibbân taifesinin en hararetlilerinden Mustafa İslamoğlu, Anadolu İslâmî hareketini tahlil iddiasındaki kitabında, Abdülhamid Han'ın hatıratından naklettiğimiz paragrafı aynen alıp tenkidine kalkışıyor: “Sultan'ın bariz bilgi hataları vardır.” Zira “… bir kere bu dönemde Mekke Şerifi Hüseyin değildir. O'nun amacası Arnavut Refik'tir. Şerif Hüseyin b. Ali 1908'e kadar Şerif ol(a)mamıştır. (Abdülhamid Han'ın) ‘Efgânî o tarihlerde Mısır'da bulunuyordu’ demesi ... gerçek bilgilerle uyuşmaz."
- Eee?
- Hazret, "gerçek bilgiler"ini saçmaya devam ediyor: “(Efgânî) 1879'da (Mısır’dan) ayrılmış, halbuki ... O Mısır'dan ayrıldığında, değil Şerif Hüseyin, Blund, Abdülhak Hamid isimlerinin siyaset sahnesine çıkması, Abdülhamid dahi mutlak anlamda, henüz Sultan olmuştu. Yani 1879'dan önce ne hilâfet meselesi vardı ortalıkta, ne yukarıdaki isimler." Bu lâfları duyanın "herhalde bir bildiği var" diyeceği allame nihayet hükmünü basıyor: “Demek ki tanırım dediği Efgânî'yi tanımıyordu.”
- Herhalde bir bildiği yok mu?
- Üç ciltlik kitabının 70 sahifesinde, hususî fasıllar hâlinde, geri kalan sayısız yerlerde ise alâkalı alâkasız, seriye teberrüken, ismini yâdettiği Efgânî'ye dair malumatı fevkâlade sathî olan ve kitaplarını velveleci Arap müelliflerinden devşirdiği mübalağalarla doldurmuş bu şahsın, elinde kalem, meydan yerinde gezmesi, Türkiye'li müslümanlar için büyük bir talihsizliktir.
- Yani hakikaten bir bildiği yok mu İslamoğlu'nun?
- Evvelen; Mekke Şerifliği yapmış iki Hüseyin vardır. Bunlardan birincisi, "Şerif
I. Hüseyin b. Muhammed Avn" olup, 1908' de Şerif olan "Şerif 2. Hüseyin b. Ali b. Muhammed Avn"ın amcasıdır. Hatırat’ta bahsi geçen, Şerif I. Hüseyin' dir. Abdülhamid Han emrinde çalışmış Şerif Hüseyin'leri karıştıracak cehalette bir zat değildi. O hâl, ahir zamanın cüretkâr müverrih müsvettelerine ait olsa gerek.
Saniyen: I. Hüseyin b. Muhammed, Avn' in şerifliği esnasında, Efgânî' nin Mısır'daki ikameti 1871-1879 arasındadır. Demek ki Abdülhamid Han, Efgânî'yi "doğru zaman"da tanıyormuş. İşin garip tarafı, Mustafa İslamoğlu, kendi kitabının 455. sahifesinde Avnurrefik'in 1882'de Şerif olmasından bahsederken, 265. sahifesinde 1879'da Mısır'ı terkettiğini söylediği Efgânî'nin "dönem(in)de Mekke Şerifi Hüseyin değil, amcası Avnurrefik'tir" deyip, aklınca Abdülhamid Han'ın "bariz bilgi yanlışı"nı çıkarıyor! Yani Efgânî'nin Mısır'ı terkettiği tarihten üç sene sonra, 1882'de Avnurrefik'in Şerif olduğunu -kendinin de söylediği- hâlde, Efgânî'nin Avnurrefik "döneminde" Mısır'da bulunduğunu yazıyor! Mustafa İslamoğlu, galiba kendi yazdıklarını da okumuyor veya yoldaşı Yaşar Bey'in dediği gibi "okuduklarını anlayamayacak kadar geri mi kaldı?" Hazret bir de “(bu kitabımı okuyanlar) İslâmî hareket üzerinde ciddi bir bilgilenme kaynağına kavuşurlar" demez mi?
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
EFGANİ VE PEYGAMBERLİK...
“Her sanat ki, ânın mevzuun ve nef’i her bir nesneye şamil ola; ol sanaat peygamberlik ve feylesofluk ve halifelik ve fakihlik gibi sanayinin eşref ve erdalidir." (Cemaleddin Efgânî, Ahmet Halil Fevzi Efendi, Suyufûl Kavâtı terc., 12. sh.'den naklen)
- Künyesinin "Efgânî" olması ve Afganistan'ın o zaman İngiliz hâkimiyetinde bulunması hasebiyle, İngiliz sefaretine "ben sizin vatandaşınızım, bendeniz vatandaşınızın iltica talebini kabul ederek beni istibdattan kurtarın" diye bir müracatı da var...
- İstanbul'a geleli henüz altı ay kadar bir zaman geçmiş, Efgânî, hâmisi Batıcılardan aldığı cüretle verdiği bir konferansda, "Peygamberlik sanatlardan bir sanattır" dedi ve bu meyanda şeyler söyledi. Efgânî’nin konferans verdiği salon karıştı ve mesele büyüdü. Nihayetinde Şeyhülislâmlık hadiseye müdahale etti ve İstanbul camilerinde bu hezeyan aleyhinde vaazlar verildi. Abdülaziz Han'ın iradesi, Şeyhülislâm emriyle, devrinin ilm-i kelâmdaki kudretiyle şöhret bulmuş ulemâsından Filibeli Ahmet Halil, Fevzi Efendi, "Suyûfil Kavâtı limen Kâle İnnennübüvvete San'aten mi'Essanayi", yani "Peygamberlik Sanatlardan Bir sanattır Diyene Keskin Kılıçlar” ünvanlı risalesine yazmaya memur edildi. Hadiseler büyüdüğü için, Efgânî'den İstanbul'u terketmesi istendi. Şeyh'in hamilerinden Mösyö Tahsin, konferansa sebep olduğu için azledildi. Böylece mühim bir fitne defedildiği gibi, ulema, Batıcılar aleyhinde mühim bir zafer kazanmıştı.
- Hadisenin seyri bundan ibaret! Peki bunun arka planı; delâlet ettiği netice?
- “Şeyhülislâm'ın savaşının asıl hedefi, Efgan'lı konferansçı değil, üniversitenin kendisi ve arkasındaki Saffet, Münif, Tahsin ile Fransız eğitim projesidir... Şeyhülislâm'ın seferber ettiği Halil Fevzi Efendi'nin, kendisini sünnî göstermek için Efganlı lakabını takan Efgânî hakkında yazdığı "Suyûf'il Kavâtı" adlı kitabı, ulemanın, heretik (zındık) hurufilik kokularını sezemeyecek kadar cahilleşmemiş olduğunu gösteriyor." (Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Doğu-Batı Yay., 238. sh.)
- Herhâlde Efgânîci güruhun, şeyhlerinin bu sözüne de uydurdukları bir kılıf vardır. - Lâkin, Şeyh'in, peygamberlik akidesi, bu konferansda sarfettiklerinden ibaret değil; Renan'a verdiği cevapta da aynı minvalde sözleri var...
- Bazı saflar, "Akif, Efgânî' nin konferans metninin aslını bulmuş" gibi laflar etmişler, müsteşrikleri kendilerine güldürmüşlerdi. Bunlardan Osman Nuri Ergin'in tabiriyle "Cemaleddin'in söylediği hitabenin aslını bulup", hadiseyi "nurlandır"mış. Hakikat-i halde bütün yaptığı, Muhammed Abduh'un, Şeyh'i hakkında yazdığı müdafaanameyi terceme edip, belki bir iki hakaret ilave etmekten ibaret... (…) Abduh
rivayetinin en enteresan tarafı, “peygamberlik sanatlardan bir sanattır." cümlesinin sarfedilmediğinin iddia edilip, (…) arzettiğimiz teşbihle iktifa edildiği iddiasıdır. Böyle vâhîm bir inkâra sapmalarının sebebi, tevilde çektikleri müşkilâttandır. Hâlbuki bu cümlenin o mecliste söylendiğine Filibeli Ahmet Halil Fevzi Efendi ve kendini yazdıkları takrizlerle tasdik eden ulemâ, Şeyh Mustafa Mağribi Efendi gibi zevatla beraber, Efgânî'nin sual edilmesine bizzat iştirak eden Ahmed Cevdet Paşa ve Saffet paşa, Abdülhak Hamîd gibi zevât şahittir.
(…) Bu taifeden bazıları ciğerlerindeki yarayı kusup, ulemâ-yı İslâm'a “Gerici ruhaniler” (Hamit İnayet), "makam endişesine düşen" müfteriler (Mustafa İslâmoğlu), "içinden nefret besleyen basiretsizIer" (İbrahim Sarmış), "iskolastik zihniyetin tamamen esiri olan dar kafalar" (İ. Osman Keskioğlu) gibi elfâz-ı kabiha saçmışlardır. Bu mahlûkat nazarında, ulemâ-i İslâm, bir kimseyi -öyle olmadıkları halde-, sırf şahsi garez, yahut makam hırsından ötürü tekfir edebilmekte, kanını helâl görebilmektedir. İllâ kendi anlayacakları ağızdan konuşmak lâzımsa, ruhlarındaki marazı, başkalarına aksettirmek, onlara nisbet etmek şeklinde tarif edilen projeksiyon afetine duçar olmuş bu adamları ancak Şeriat paklar.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
EFGANİ VE RENAN...
«İşlerimiz senin sünnetin üzeredir; "Din'in kafasını, Din'in kılıcından gayri ile kesmeyin!" demiştiniz...» (Muhammed Abduh, Mecmua-ı İsnâd ve Medârik Çap Neşode der bâre-i Seyyid Cemaleddin; 138-139. tasvirler, 65. levha…)
-“Din’in kafasını, Din’in kılıcı ile kesmek sünneti” mi?!!
- “Kim ola bu münâfık ki; hemrahı çömezine bu elfaz ile nasihat ede? Din-i Mübîn’i tahrip için dahilden rahneler açmayı taktik vere? Ya bu münafıklar sarıklı iseler; bu adamlara ne etmek lazım ey ehl-i iman?
- Keselim mi? Leşlerini sürelim mi?
- Yâ! Lâkin bir küçük mesele var ihvan-ı din; bu münafıkların adları Efgânî ve Abduh...
- Hangi Efgânî ve Abduh?
- Hangi Efgânî ve Abduh mu? Mühim mi efendim; ahkâm, adamına göre değişiyor mu?
- İbn-i Kemal Hazretleri'nin dediği gibi o zaman!
-"Şeriat kim sarây-ı kibriyadır, murassâ kal'adır
Hakîkat bâbıdır, muhkem binâdır;
Ânın bir taşını her kim koparsa,
Yerine başın koymak revâdır!"
- Efendim, nedir şu "Renan'a cevap" hikayesi; ne demiş Renan?
- Renan, konferansında hulâseten şunları söylüyordu: "... İslâmiyet, ilme ve felsefeye daima eziyet etmiş ve nihayet onları boğmuştur... İslâmiyeti müdafaa eden serbest fikir sahipleri onu tanımıyorlar... İslâmiyet, rûhânî ile cismânînin birbirine kaynaşması, bir akidenin tahakkümü, insanlığa vurulan zincirlerin en ağırıdır... İslâmiyet, fethettiği memleketlerin fikrî ve rûhî varlığını ezmiştir... İnsan zekâsı için, İslâmiyet yalnız zararlı olmuştur... Bir müslümanı ayırdeden vasıf, ilim düşmanlığıdır."
- Hadi o Renan isimli bir kefere; Cemâleddin Efgânî ne diyor cevaben?
- Efgânî, bunca hezeyan karşısında, bir misli hezeyan da kendi ilâve edip şunları yazdı: "İlmin tekâmülünde İslâm'ın bir mâni teşkil ettiği doğru ise de; bu mâninin birgün ortadan kalkmayacağını söylemek mümkün müdür? İslâm bu mevzuda diğer dinlerden hangi cihetle ayrılır? Bütün dinler kendi bünye ve üslûplarına göre müsamahasızdırlar. "
- Müslümanlığı sırtlarında bir kambur, bir uyuz gibi taşıyanların nefs-i müdâfaa(!) üslûbu bugün de aynen sürüyor... Büyük Doğu Mimarı'nın tabiriyle: "NE ATTIGINI TAM ATABİLEN, NE ALDIGINI TAM ALABİLEN" reformist soyu bunlar...
- (Hristiyanların cemiyeti, Hristiyanlık mânisini aştıktan sonra) ... hür ve serâzâd terakkî ve ilim yolunda ilerlemektedir. Hâlbuki İslâm cemiyeti henüz dinî vesâyetten kurtulamamıştır…"
- Başka?
- (Hristiyanların dinlerinden kurtulmalarından bahisle) “... İslâm cemiyetinin de birgün bu vesâyet bağını koparacağı ümidini beslemekten kendimi alamıyorum. Batı cemiyeti için Hristiyan akidesi bütün şiddet ve müsamahasızlığına rağmen hiçbir zaman yenilemeyecek bir mâni olmamıştır. Hayır, İslâm'da bu ümidin beslenmediğini kabul edemem. Ben burada M. Renan' a karşı Müslümanlığı değil, barbarlıkta ve cehalette yaşamaya mecbur kalacak yüz milyonlarca insanı savunuyorum. Müslümanlığın, ilmi ve ilmî tekamülü yok etmek istediği bir hakikattır..."
- Başka?
- “(Din ehli), ... bir öküzün arabaya koşulduğu gibi bir doğmanın, mezhebin esiri olarak, şeriat ehli tarafından evvelce çizilmiş yolda aynen yürümeye mecburdurlar."
- Başka?
- "Gayet açıktır ki, (İslâm) dini, yerleştiği bir yerde ilmi bertaraf etmek istemiş ve bu gayesini gerçekleştirmede, despotizmin yardımından çokça faydalanmıştır."
- Bu İslâm düşmanı sözlerin sahibi Cemâleddin Efgânî... Bu sözleri bir Batılı söylemiş olsa, onunla ilim felsefesi ve bilim metodları üzerine -hatta tamamen Batı'dan örnekler getirerek- fikrî bir tartışma yapılabilirdi... Ama bu sözler, bir mürtedin ilhad itirafnamesi ise, yapılacak şey, İbn-i Kemâl Hazretleri'nin dediğinden başkası olamaz! Devam edin lütfen...
- "Dinler, isimleri ne olursa olsun, biribirlerine benzerler. Dinlerin felsefe ile uyuşmaları mümkün değildir. Din, insana, iman ve itikadı zorla kabul ettirir. Halbuki felsefe, onu itikadlardan tamamen veya kısmen uzaklaştırır... Din üstün olduğu zaman, felsefeyi bertaraf etmiştir. Felsefe hâkim olduğu zaman ise aksi varid olmuştur. İNSANLIK VAR OLDUKÇA, NASS İLE SERBEST TENKİT, DİN İLE FELSEFE ARASINDAKİ MÜCADELE BİTMEYECEKTİR. BU HIRSLI MÜCADELEDE, HÜR DÜŞÜNCENİN GALİP GELEMİYECEĞİNDEN KORKUYORUM.”
- Küfrü de, irtidadı da -realiteyi kabul plânında anlarız; ama anlayamadığımız, “Renan'a cevap”, bunun neresinde? Ne cevabı; basbayağı hoş beş ediyorlar yahu!
- Renan bu cevapnâmeden aşka gelip, bir cevap daha yazarak, Efgânî'ye olan hayranlığını ilân etti. İşte Renan'ın takdirleri: "(…) serbest düşüncelilerin bu muhtelif noktalar üzerindeki anlaşmazlığı, derin bir anlaşmazlık değildir. Çünkü, İslâmlığın lehinde de olsalar aleyhinde de olsalar, hepsi de aynı amelî neticeye varmaktadırlar. Müslümanlar arasında öğretimi yaymak... (bu olursa) BİZİM KATOLİKLİKTEN AYRILDIĞIMIZ GİBİ İSLÂMLIKTAN AYRILACAK SEÇKİN ŞAHSİYETLER YETİŞECEKTİR. ŞEYH CEMALEDDiN KADAR SEÇKİNLERİ HERHALDE AZ OLACAKTIR (…) Şeyh Cemaleddin, din fetihlerine karşı ırk haklarının itirazını temsil eden ruhun en iyi bir nümûnesidir. (…) ŞEYH CEMALEDDİN, İSLÂMLIĞIN PEŞİN HÜKÜMLERiNDEN TAMAMEN KURTULMUŞ BİR EFGANLIDIR; fikirlerindeki serbestlik, asil ve mert karakteri, kendisi ile konuştuğum sırada, İbn-i Sina ile İbn-i Rüşd gibi eski aşinalardan birinin, tabir-i diğerle o beş asır insan zekâsını temsil eden o “BÜYÜK İMANSIZLAR”dan birinin dirilip karşıma çıktığı hissini veriyordu." (Ernest Renan, Nutuklar ve Konferansıar, müt. Ziya İhsan, 1946. MEB. Yay.)
- “BÜYÜK İMANSIZ”!!! Peki ya müritleri bu methiyeyi inkâr mı ediyorlar, tevil mi?
- Bir mümin için hakaretlerin en büyüğü olan "imansızlık" isnadını, Renan'ın Efgânî 'ye verdiği cevabı öğrenmek isteyen müslümanlara nasıl naklederler! Müminler bunu okursa, şeyhlerinin itibarı ne olur sonra? Hem bazı mütecessis kimseler çıkar da, "Yâ Hû! Bizim şeyh ne demiş ki, Renan kendüne böyle iltifat etmiş?" diyerek, Şeyh'in makalesini okursa... Hâsılı, İstanbul'dan Kâbil'e, Bağdat'tan Kahire'ye kadar Efgânî-Renan muhabbetinden bahseden (...) kimseler, kasıtları sabit olunca, en ağır cezaya müstehak bir faaliyete tevessül ettiler...
- Tahrif ettiler yani?
- Abdurrahman er-Rıfai: "Karşısında durup kendisiyle konuşurken, kendimi İbn-i Sina, İbn-i Rüşd veya Doğu'nun efsânevî filozoflarından biriyle konuşuyor gibi hissediyordum... "
- "Büyük imansız", "efsanevî filozof' diye çevrilmiş ha! Başka?
- Türk Kavmiyetçisi Resulzade Mehmet Emin: "Bu şeyhi görünce, İslâm bahar-ı temeddününün İbn-i Sina gibi şukûfeleri pîş-i çeşmimde tecessüm ediyor.."
- "Büyük imansız", şimdi de çiçek açmış... “Yahudileşmek Temâyülü” bu olsa gerek!!! Herhâlde bu kadarı kâfi!..
- İmdi... Mâdem şeyhleri Efgânî'dir ve masonluğu, ajanlığı, mezhepsizliği ile bu (kitabımızda) ve derin tetkik mahsulü eserlerde ne olduğu ortaya çıkmış, pek gizli bir tarafı kalmamıştır; Efgânî Efsanesi artık bitmeli ve bu efsane ile rabıtalı efkârdan ve harekattan geriye ne kalacağı tekrar muhasebe edilmelidir. Gümbürtüsü afakı dolduran, müflis Efgânîci dalâleti terkeden, akıl insaf sahibi müslümanlara düşen; nefslerini hesaba çekip, tutarsızlıktan kurtulmak, Resûl-i Zişan Hazretleri'nin akâid ve a'mâlinden ibaret olan ve veresetünnebî meşâyıh, ulemâ, umerâ vasıtasıyla bize intikâl eden "Ehl-i Sünnet" mezhebine ittibâ etmektir.
- "Bize kalan borç asırlık zamanlardan;
Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan..." (Necip Fazıl)
(Furkan Dergisi 32. Sayı)
http://mustafasaka.blogspot.com

 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt