AHMET GÜRTAŞ'A AÇIK MEKTUP
Ahmet Gürtaş isimli birisi tarafından yazılan Abduh gibi masonu, Reşit Rıza gibi mezhepsizi öven ve adına da MEZHEPSİZLİK YAYGARASI verilen bir kitap elimize geçti. Bu kitapta bâtılın nasıl övüldüğünü, hakkın nasıl katledildiğini vesikaları ile gözler önüne sermek istiyoruz. Vesikaların klişelerini yapmak pahalıya mal oluyor. Bizim de o kadar paramız yok. Vehhâbiler yardım etmiyor bize. Mez-hepsizlere ulufe olarak dağıttıkları petrolden bir miktar bir varil olsun, Ehl-i sünnetin müdafiîlerine vermiyorlar.
Konya'dan Ahmet Gürtaş isimli birisi çıkmış, Türkiye'de mezhepsizliğin bulunmadığını, mezhepsizlik var diyenlerin bir menfaat peşinde koştuklarını iddia ediyor. Vehhâbîler Türkiye'de vehhâbîliğin bulunmadığını, bulunsa bile vehhâbiliğin sünnî bir mezhep olduğunu, komünistler de, Türkiye'de komünistliğin bulunmadığını, bulunsa bile bunların hak, adalet, eşitlik için çalıştıklarını söylüyorlar. Ahmet Gürtaş'ın Arabça öğretmeni olmasını nazar-ı itibare alarak kendi ifadelerine uygun bir lisan ile yazdıklarının ne kadar tehlikeli olduğunu gözler önüne sermek istiyoruz),
Bay Gürtaş,
Türkiye'de mezhepsizliğin bulunmadığını isbat edemiyen fakat kanıtlayan (!) 90 sayfalık bir yapıtınız elimize geçti.
Hatalarınızı ve hakkı insaf ölçüleri içinde göstermek istiyoruz. Eğer hakkı kabul ederseniz daima yanınızda olacağımızı beyan ve taahhüt etmek istiyoruz. Yok yine masonları ve mezhepsizleri müdafaa etmekte israr ederseniz Ehl-i sünnet âlimlerinden nakil yaparak hakkı yazmakta kararlı olduğumuzu belirtmek isteriz.
MEZHEPSİZLİK YAYGARASI'nda, «Mezhepsizlik kelimesini paravana yaparak, çeşitli menfaatler ve değişik hedefler peşinde koşan bir takım kimselerin» bulunduğunu iddia ediyorsunuz, hiç bir delil yazmadan böyle konuşmanız müslümanlığa uygun mudur? Biz, Vehhâbilerin Türkiye'deki mezhepsizlere yardım ettiğini söylüyorsak elimizde belgelerimiz vardır. Bunların bir tanesi Vehhâbi M. Abdulvehhab tarafından yazılan kitapların Ankara'da bir matbaada basılmasıdır. Bu kitabların ücretsiz dağıtılmasıdır.
Çeşitli menfaatler iftirasına delil olarak D. Ali Kayapınar Hoca'nın kitabının maliyetinin beş lira olduğunu, otuz liraya satıldığını söylüyorsunuz. (Mezhepsizlik Yaygarası S. 66)
300 sayfa civarındaki bu kitaba 30 lira koymak fazla bir ücret gibi gelmektedir. 90 sayfa civarında bulunan, yani D. Ali Hoca'nın kitabının üçte birisi kadar bir hacimde bulunan yapıtınız da 10 liradır. Karaman'ın bütün kitapları da aynı ölçü içindedir.
Gürtaş'ın mantığı ile çıkıp da D. Ali Hoca maddî menfaat için kitap neşrettiği gibi, Gürtaş da, Karaman da maddî menfaat için kitap neşrediyor diyemeyiz. Mücerret maddî menfaat için dinîmizin lehine veya aleyhine kitap neşredilmesini düşünmek mantıksızlık olur. Dinîmizin aleyhine kitap yazan birisine, yazdığı kitabın on misli fazla ücret verilse, lehine yaz denilse hiç kabul eder mi? Tersine Dinîmizin lehine yazan birisine milyonlar, milyarlar verilse kabul edip de dinîmizin aleyhine yazabilir mi? Size milyonlar teklif etsek, mason Abduh'un, mezhepsiz İbni Teymiye'nin, Şiî Şevkâni'nin, hain Efgani'nin aleyhine bir kitap yazar mısınız? Dört hak mezhebden birine bağlanmamanın küfür olduğunu söyleyebilir misiniz? Mümkün müdür? Ancak eyyamcı insanlar maddî menfaat için çalışırlar. Herkes ideolojisinin emrindedir. Biz ise Ehl-i sünnet velcemaatın emrindeyiz.
Sizin 100 sayfalık bir kitaba 10 lira koymanız, D. Ali Hoca'nın 300 sayfalık kitabına 30 lira koyması fazla bir ücret değildir. Biz bu işlerle meşgul olduğumuz için biliyoruz.
Eğer iddianızda israr ederseniz, sizin ve Karaman'ın kitapları da aynı ücretle satılmaktadır. D. Ali Hoca'yı böyle basit bir sebeple maddî menfaat temini ile suçlamanız hiç uygun olmadı.
Takdim yazısının 6. sayfasında şöyle diyorsunuz :
«Sevilen bir kimsenin fikirlerini peşinen ve olduğu gibi kabul etmeyi, sevilmîyenlerinkini de reddetmeyi doğru bir yol olarak görmüyoruz. Sözü, söyleyenine göre değil, hak olup olmadığına göre değerlendirmek gerektiğine inanıyoruz.»
Oku Dergisinin 152. sayısında Karaman da tıpkı sizin gibi şöyle diyor:
«Bir fikrî söyleyenin, şöhret, diploma ve mevkiîne göre değil, dayanak ve deliline bakarak değerlendirin, kabul veya reddedin.»
Karaman'ın bu hükmüne karşı şöyle bir soru sormuştuk :
«Bir fikrî söyleyenden maksadınız, mezheb İmâmları ve müctehidler değil midir? Evet derseniz, mezhepdeki hükümlere şüphe ile bakıp kitab ve sünnetten delil aramaya müctehid olmayan gençleri nasıl teşvik edersiniz?
Hayır derseniz, neden bir fikrî söyleyenin sözünü mezhep hükümlerine vurmak suretiyle kabul veya reddedin, demiyorsunuz?»
Bunları Dergimizin 25. sayısında yazmıştık. Sorumuzun devamında kitap ve sünnete el uzatmanın, uzatılan el kadar din meydâna geleceğini orada izah etmiştik.
Bu soruyu Karaman'a sorduk sükûtu tercih etmek mecburiyetinde kalmıştı. Fakat siz sükût etmez de D. Ali Hoca'ya verilen cevap gibi MEZHEPSİZLİK YAYGARASI gibi inciler döktürürseniz kimliğiniz daha çok açığa çıkar.
Sevilen kimseden maksadınız kimdir? Ya dinde sözü senet olan kimsedir veya bizler gibi mukalliddir. Mukallidin kendi başına fikrî olmaz. O ancak tâbi olduğu mezhebin hükümlerini nakletmek mecburiyetindedir. Bu bakımdan kastınız mukallid olmasa gerektir. Maksadınız müctehid ise, onun ictihadlarının bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek olmaz.
Dört hak mezhepden birisine bağlı olan her sünnî kimse, sevdiği kimsenin, mezhebindeki müctehidlerin, tercih veya temyiz erbabının fikirlerini peşinen ve olduğu gibi kabul etmek mecburiyetindedir. Abduh ve Efgani gibi mezhepsiz masonları ise peşinen ve olduğu gibi reddetmek mecburiyetindeyiz. Belki aklınız sıra mason Efgani hiç hak söylemez mi diye bir sual sorabilirsiniz. Söyleyebilir. Fakat biz hakkı onun kitaplarından değil de, İbni Abidinden, Durerden, Gurerden öğreniriz. Üç-beş hak söylemesi, mezhepsizliğini kabul etmemize, kitaplarını okumamıza sebep olmamalıdır.
MEZHEPSİZLİK KELİMESİ
Bay Gürtaş, S. 10 da diyorsunuz ki:
«MEZHEP, itikadda veya amelde herhangi bir müctehid imâmın görüşlerinden meydana gelen yol demektir.»
Müctehid imâmın görüşü olmaz, içtihâdı olur. Görüşle ictihad aynı şey değildir. Müctehidin içtihâdı din demektir. Müctehidin helâl dediğini helâl, harâm dediğini harâm kabul etmek mecburiyetindeyiz. Müctehid imâmların hataları da bizim için hüccettir.
Yukarıdaki mezhep tarifinin sonunda «Fakat bu kelimenin Türkçemizde ifade ettiği mânâlar arasında din de vardır.» diyorsunuz. Doğrudur. Ehl-i sünnet âlimleri mezhebi din olarak görmüşlerdir. Bir mezhebe bağlanmamayı ilhad olarak, küfür olarak, dinsizlik olarak kabul etmişlerdir. Fakat kelimesi ile, aslı böyledir, fakat Türkçemizde din anlamına da geliyor demek ne demektir? Bir mezhebe bağlanmamak dinsizlik demek değildir, fakat Türkçemizde mezhebe bağlanmamak dinsizlik demektir mi diyorsunuz? Daha aşağılarda bunun böyle olduğunu açıklıyorsunuz ve:
«Kitabın ismi, mezhepsizlik olarak değil de, bir mezhebe bağlanmamak seklinde tercüme edilseydi» diyerek bir mezhebe bağlanmamakla mezhepsizliği ayrı olarak kabul ediyorsunuz. Bir mezhebe bağlanmamayı mezhepsizlikten hafif görüyorsunuz veya bir mezhebe bağlanmamayı suç kabul etmiyorsunuz.
Ehl-i sünnet âlimi Z. Kevseri «Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür.» buyuruyor, İmâm-ı Rabbânî hazretleri ise bir mezhebe bağlanmamayı ilhad kabul ediyor.
Siz, mevcut dört hak mezhebden birisine bağlanmamayı iyi mi görüyorsunuz, kötü mü görüyorsunuz?
S. 12'de Türkiye'de «Ne mezhepsizlik kelimesinin Türkçedeki mânâsına, ne de ilmî ve ıstılahî manasına uygün düşecek herhangi bir cereyan mevcut değildir;» diyorsunuz.
Mezhepsizlik kelimesinin Türkçe'de dinsizlik manasına geldiğini siz söylüyorsunuz, hemen arkasından kalkıp Türkiye'de dinsiz yok diyorsunuz, bu kadar tenakuza düşmeniz ne ile izah edilebilir?
Kelimenin ikinci manası olarak bir mezhebe bağlanmama hareketi de yoktur, diyorsunuz. Dört hak mezhebin haricindeki bir mezhebe bağlanma hareketini tasvip yok demek istiyorsunuz.
Karaman'ın «Vehhâbilik sünnî bir mezheptir.» dediğini dergimizin 29. sayısında vesikasıyla göstermiştik.
Bir mezhebe bağlanmama hareketinin sizin MEZHEPSİZLİK YAYGARASI isimli küçük yapıtınızda da bulunduğunu yeri gelince açıklayacağız inşaallah.
İlmî tenkidden bahsediyorsunuz, fakat kendinîz sathî meseleleri yanlış gibi gösteriyorsunuz. Neymiş efendim, feraset değil de firâset yazılmalıymış. Arapça firâset kelimesi, Türkçede feraset olarak kullanılmaktadır. Kelime, imlâ hatâsı değil de din hatâsı var mıdır, mühim olan budur. Yarın bizi tenkid etmeye kalkarken de, Hayrettin değil Hayreddin diyeceksiniz belki. Matbaa hatalarımızı da eklerseniz gayet ilmî bir cevap (!) olur.
İlmî bir tenkidmiş gibi kitaba verilen isim üzerinde duruyorsunuz. Siz kitaba verilen asıl isim yerine başka isim verilmesine gerçekten kızar mısınız? D. Ali Kayapınar Hoca'ya kızdığınıza göre, bu da din gayretinizden geldiğine göre, kitaba asıl isminden başka isim verenlere de kızarsınız demektir.
Kitabın asıl ismi, size göre «BİR MEZHEBE BAĞLANMAMAK, İslâm Dinîni tehdit eden en tehlikeli bir bid'attir.» D. Ali Hocaya göre ise «MEZHEPSİZLİK, İslâm Dinîni tehdit eden en korkunç bir fitnedir» Biz tercüme etseydik. MEZHEPSİZLİK DİNSİZLİKTİR diye tercüme ederdik. Neden mi? İzah edelim. Reşit Rıza isimli Abduhcu mezhepsizin kitabının asıl ismi, «İslahatçı ile Taklîtçinin konuşması» veya «Muslih ile Mukallidin konuşması» dır. Fakat A. Hamdi Akseki gençliğinde, toyluğunda bu kitaba MEZAHİBİN TELFIKI VE İSLÂM'IN BİR NOKTAYA CEM'İ ismini veriyor. Karaman da sadeleştirirken bu kitaba İSLÂM'DA BİRLİK VE FIKIH MEZHEPLERİ ismini veriyor. Kendi gözündeki merteği görmeyip elin gözündeki çöpü görmek diye buna derler. Siz Karaman'in'gözündeki kirişi, hezeni, yontulmamış tomruğu görmüyorsunuz da D. Ali Hoca'nın gözündeki çöpü görebiliyorsunuz? Sîz hipermetrop diye bir hastalık duydunuz mu?
Siz asıl isme bu kadar bağlısınız da niçin Karamanı veya A. Hamdi Akseki'nin toyluğunu tenkid etmiyorsunuz? Neymiş de D. Ali Hoca bir mezhebi bulunmamak ifadesini MEZHEPSİZLİK olarak tercüme etmiş, ne oldu yaranıza mı dokundu? Ne alınıyorsunuz? Bir mezhebi bulunmamak demek, mezhepsizlik demektir. Nasıl dinî bulunmamak dinsizlik ise, mezhebi bulunmamak da mezhepsizliktir. Neymiş de Tehlikeli yerine korkunç kelimesi yazılmış. Bid'at yerine fitne yazılmış. N'olmuş yazıldıysa? Dinî bir hatâ mı edilmiş? Biz yazsaydık, daha önce dediğimiz gibi MEZHEPSİZLİK DİNSİZLİKTİR diye tercüme ederdik. Biz kitabın ismini değiştirdik diye bize kızardınız ama nedense kitabın ismini değiştiren Karaman'a kızmazsınız? Bu da sizin samimiyet derecenizi göstermiyor mu?
Tenkid etmek için tenkid edilse, sizin o kitabı tercüme etmenizde de hatâ bulunur. Kayapınar gibi siz de İslâm şeriatı kelimesini, İslâm dinî olarak tercüme etmişsiniz. Diyeceksiniz ki din şeriat, şeriat din demektir. Mezhebi bulunmamak da mezhepsizlik demektir. Böyle basit tenkidler üzerinde durmak uygun olmaz.
devamı var