Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Mezhebimizi ne kadar biliyoruz? (6 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Mezhep, İslam müçtehitlerinin Kuran ve hadislerden çıkardığı hükümlerin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkan inanış ve uygulayış çizgisini ifade ediyor.
Mezhepler ikiye ayrılıyor: İtikatta mezhep, amelde mezhep. Namaz, oruç, zekat ve hacla birlikte çeşitli sosyal olaylarla ilgili konuları kapsayan ameli mezhepler hepimizin bildiği gibi Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli.
İtikatta tarih içinde ortaya çıkmış Ehli Sünnet ve Cemaat çizgisi ise hep fırkai naciye yani kurtulan fırka olarak adlandırılmıştır. Bu mezhep Peygamber Efendimiz (sas)in ve ashabı kiramın inanışı ve uygulamaları üzerine süregelen bir yoldur. Bunun dışında bazı fırkalar mezhepler de vardır ki, onlara da fırakı dâlle, yani hak yolu bulamamış, dalalette kalmış fırka denir. Ehli Sünnet ve Cemaatin itikattaki mezhep imamları ikidir. Birisi İmam Ebu Mansur Muhammed Maturidi ve diğeri ise İmam Ebül Hasanil Eşari Hazretleridir. Hanefilerin itikattaki mezhebinin imamı İmam Maturidi Hazretleridir. Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhebine mensup olanların ise Ebül Hasanil Eşari Hazretleridir.
İslamiyet bir olduğuna göre mezhep sayısı niye fazla?
Alimler, bu soruya, el bir tane olduğu halde, parmakların beş tane oluşu nasıl bizim iş görmemizi kolaylaştırıyorsa mezheplerin durumu da aynen böyledir diyor. Hepsi hükümlerini İslamın temeli olan Kuran ve hadise dayandırarak hüküm çıkardığı için biri diğerinden üstün ya da aşağıdır denilemez.

Bir mezhebe bağlanmalı mıyız?
Evet. İnanç ve amel açısından Kuran ve Sünnetten hüküm çıkaracak ilme sahip olmadığımız halde, kendi kendimize bir yol çizmeye kalkışmamız Allahın rızasına ulaşmamızı engelleyeceğinden, bir mezhebe bağlanmamak kalbi sürekli hakkı arayan bir Müslüman için düşünülemez. Bir o mezhebe bir bu mezhebe göre amel ederek çıkış aramak hoş karşılanmamıştır. Ancak, bir Müslüman samimi bir niyetle ve suiistimal etmemek şartıyla bazı çok sıkıştığı konularda diğer bir mezhebin herhangi bir hükmüyle geçici olarak amel edebilir.
İtikatta mezhebimiz hangisi?
Sorulduğunda itikattaki mezhebimiz olarak Ehli Sünnet ve Cemaatin Maturidi ya da Eşari güzel yollarını söyleyebiliyoruz. Ancak günlük hayatta dilimize yapışmış öyle cümleler var ki, bizi hem Cebriye hem de Mutezile yapabiliyor. Peki Cebriye ve Mutezile ne demek? Kulun iradesiyle ilgili olarak Mutezile özet olarak diyor ki, Kişi, yaptığı eylemin yaratıcısıdır. Mutlak irade kendisine aittir. Cenabı Hak karışmaz. Cebriye ise tam tersini söyleyerek, Kişinin bu konuda hiçbir iradesi yoktur. Rüzgarın önündeki yaprak gibi Cenabı Hakkın (külli) iradesi karşısında sürüklenmektedir. diyor. Bu iki görüşün aksine olarak Ehli Sünnet ve Cemaat diyor ki, Cenabı Hakkın iradesi küllidir. Her şeye kadirdir. Ancak imtihan sırrı olarak kişiye cüzi bir irade verilmiştir. Sonuçta cennet ve cehennemle muhatap olabilmesi için bu iradeyle tercihini yapabilmektedir.
Mezhepler nasıl ortaya çıktı?
Peygamber Efendimiz (sas) ve ashabi kiram (r.anhüm) döneminden sonra, Kuranı Kerim ve hadisi şeriflerden hüküm çıkarma kudretine sahip müçtehitler azalmıştı. İslam topluluklarına çeşitli dil, din, coğrafya ve inanışlardan insanlar kendi özel problemleriyle katıldılar. O dönemlerde yaşanan İslamın sıcaklığı ile Müslümanlar her işlerinde Allahın (cc) rızasını gözettikleri için her meselenin dindeki karşılığını, doğru olup olmadığını sordular. Allah sevgi korkusuyla bu konuda yanlış bir iş yapmamak için hassas oldular. Bunun üzerine Müslümanlar, içtihat kudretinde bulunan ve hayatlarını Kuranın ve hadislerin anlaşılmasına adayan yüksek zatlara tâbi olma yolunu tuttular. Gece gündüz ayet ve hadislerden Allah ve Resulünün muradını arayan, bu uğurda çile çeken bu büyük alimlerin derslerinde işledikleri konular, kendilerine sorulan sorulara verdikleri cevaplar ve fetvalar halkın huzurla takip ettiği bir yol ve fıkhî bir mezhep olarak doğmuş oldu. Ancak, bu alim ve imamlar hiçbir zaman, biz yeni bir mezhep ortaya koyuyoruz, hadi bize katılın sayımız artsın’ diye kesinlikle bir davette bulunmadılar. Peygamber Efendimiz, müçtehitlerin içtihatlarında isabet ederlerse on, hata ederlerse bir sevap alacağını müjdelediği için dönemlerinde yaşayan baskıcı yönetimlere direnip işkenceleri de göze alarak Hakkın rızasından bir an olsun bile vazgeçmediler.

BİR CİNAYETE MEZHEPLER NASIL BAKIYOR?

Mutezile:
Katil ateş edince ölen, ateş edilmeseydi kesinlikle ölmeyecekti.

Cebriye:
Ateş etse de etmese de o kesinlikle ölecekti. Ateş edenin ne günahı olabilir ki. Maktul zaten ölecekti. Çünkü Allah böyle
istedi, eceli
gelmişti.

Ehli Sünnet:
Ateş ettiğinde öldüyse, ölüme yol açtığı için katil cezaya
çarptırılır. Maktulün ateş edilmemesi halinde ölüp ölmeyeceğini ise sadece Allah bilir. Kullar olarak biz bir yorumda bulunamayız.KAYNAK:MUSTAFA AYDIN/ZAMAN AİLEM
 

sengul

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Haz 2006
Mesajlar
733
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Konum
İSTANBUL
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

Allah razı olsun.gercekten cok istifade ettim.eminim diger kardeslerimizde istifade edebileceklerdir.a.e.o
 

Muslima

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
204
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

Esselamu Aleikum vr.vb
Allah razi olsun kardesim.Guzel bir konuya deyinmissin.
Benimde kendimce söylemek istediklerim var:
Ben 30 yasina kadar hep ögretilenlerle Hanefi Mezhebinden idim,ama 3 yildir yasadiklarim ve ögrendiklerimden kaynaklanarak illede bir Mezhebe bagli olmaktan vazgectim.(4 Mezhebte Hak tir )
Ben simdi soruldugunda
Peygamber (s.a.v)in Mezhebindenim diyorum.
Kur an ve Hadislere bakarak yasamimda karsilastigim sorunlarla ilgili Islam Alimlerin fetvalarina bakiyorum ve tabi 4 Mezheb Imamlarinin dediklerine.Hangisi birbirini tamamliyor daha uygun dusuyor ise onu aliyorum.Her zaman soruna göre bu 4 buyuk Mezhebin Imamindan faydalaniyorum, yani özellikle bir Mezhebin dediginde kalmiyorum.Hepsi Haktir öyle ise hepsinden faydalanmak gerekir.
Dedigim gibi inkar etmiyorum HASA hepside Haktir benim icin!!!


Benim Mezhebim Muhammed(s.a.v) Mezhebidir!!!
 

fidan

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Ağu 2006
Mesajlar
947
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

allah razı olsun bizi bilgilendirdiğin için allaha emanet olun inş.
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

değerli kardeşim müslima yazdıkların için tşk ederim özellikle içtenlikle yazdığın için ama kardeşim lşu varki ben hiç bir mezhebe bağlı değilim demek olmaz biz ehli sünnet velcemaatiz yani rasulullahın ashabı ve cemaati herne itikat üzere oldular ise bizde o itikat üzere olduk demektir yani kısaca itikatta mezhebimiz budur ama birdeeee amelde mezhebimiz vardır buda 4 mezhebten biri olmalıdır ben mezhep taklit etmiyorum dersek yanlış olur o zatlar bizim din büyüklerimiz bizlerin inancı en doğru olsun diye çalışmışlar beyin yormuşlar ilmi meseleleri bizim anlıyacağımız hale getirmişlerdir işte bu sebebten değerli kardeşim muhakkakki bir mezhebi taklit etmelisin uymalısın bu bir görevdir dua ile
 

Muslima

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
204
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

Esselamu Aleikum vr vb

ben mezhep taklit etmiyorum dersek yanlış olur
Ben böyle bir iddiada bulunmadim kardesim,yanlis degerlendirme anlatmak istedigimi !
-------------------------------------------------------
Benim yazdigim alttakidir!
Her zaman soruna göre bu 4 buyuk Mezhebin Imamindan faydalaniyorum, yani özellikle bir Mezhebin dediginde kalmiyorum.Hepsi Haktir öyle ise hepsinden faydalanmak gerekir.
-------------------------------------------------------
o zatlar bizim din büyüklerimiz bizlerin inancı en doğru olsun diye çalışmışlar beyin yormuşlar ilmi meseleleri bizim anlıyacağımız hale getirmişlerdir işte bu sebebten değerli kardeşim muhakkakki bir mezhebi taklit etmelisin uymalısın bu bir görevdir dua ile

Kardesim
.
(4 Mezhebte Hak tir )
demisim degil mi?

kardeşim muhakkakki bir mezhebi taklit etmelisin uymalısın bu bir görevdir
Zerda kardesim benim demek istedigim
.Hepsi Haktir öyle ise hepsinden faydalanmak gerekir

Allaha emanet olunuz!
Kardesim yanlis anlatti isem,yada belki sen yanlis anlayip bana kizdi isen B)
Euzubillahiminesseytanirracim
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

değerli kardeşim tabiiki hepsi haktır amenna ama şu vardır hepsi haktır ben hepsinin dediğini yaparım demek olmaz ben senin anlatmak istediğini gayet iyi anladım ama açıklaman için tşk ederim çok incesin kardeşim sen hanifi isen hanefi mezhebinin gereklerini şafii isen şafii mezhebinin gereklerini yapalısın yani bir durumda hnefi mezhebine uymak diğer bir durumda şafii mezhebine uymak olmaz çok zaruri durumlar vardır bunun haricinde hangisi işime gelirse onu alırım olmaz mesela kardeşim hanifilerde eliin kanasa abdest bozulur ama şafiii de bozulmaz şimdi sen elim kanadı ben şafiiye uyuyorum desen olmaz veya bir kadına değerse şafii mezhebinden bir erkek abdesti bozulur ama hanifide bozulmaz ben hanefi yi taklit ediyorum abdest almam gerekmez dersen buda olmaz anlıyorsun değilmi senin ailen baban hangi mezhebtense sende ona uymalısın diper mezheblerde hak mezhebtir ona uyanları saygı ve sevgiyle karşılarız ama bir mezhebe yalnız tek bir mezhebe uymalısın bu bir tavsiyedir din kardeşin olarak bir görevdir kabul edip etmemek senin elindedir dua ile
 

Muslima

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
204
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

Esselamu Aleikum vr.vb
Kardesim Zerda!!!
Allah razi olsun aciklamalarin icin ama ben anlatmak istedigimi anlatamadim sana öyle kabul ediyorum
Elimden geldigince tekrar anlatmayi deneyecegim:
Ben isime geldigi gibi her sorunda canimin istedigi Mezhebten o anki sorunuma hangisi uygun düsüyorsa onu aliyorum demiyorum,kolayima hangisi gelirse onu o an seciyorum demiyorum.
Benim ve esimin yaptigi Islam Alimlerinin fetvalari ile hareket ediyorum.Sorunumu o yolla cözüyorum ve sorun cözülmüs oluyor taki daha dogrusu ispatlanincaya kadar.
Burada Fetva ya bakiyorum ve ister istemez hangi Mezhebin böyle düsündügünü de ögreniyorum,bu yüzden bazen Fetvalar Hanefinin uygulamasi bazen Safiinin bazen Malikinin ...öngördüklerine uyuyor;bu sebeple ben dördündende faydalaniyorum dedim canim kardesim B)


Sonra sen babamin mezhebi ne ise bende ondan olmaliyim......
senin ailen baban hangi mezhebtense sende ona uymalısın

Neden???

Bana ,......

ama bir mezhebe yalnız tek bir mezhebe uymalısın
Bana delil getirirmisin böyle olmasi gerektigi konusunda?

Ben bir Musliman olarak herzaman arastirmaliyim,öyle Aileden ögreninenlerin hepsi herzaman dogru olmuyor sonra Musliman akilli olmalidir ve arastirmalidir degilmi?

Dedigim gibi ;

BEN PEYGAMBER EFENDIMIZ MUHAMMED(S.A.V) IN MEZHEBINDENIM,
O neyse ben ondanim

Guzel kardesim insaAllah simdi anlatabildim ?B)
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

değerli kardeşim biz bu konuyu bir baştan elealalım birbirimizi daha iyi anlıyacağımızı umuyorum....Çeşitli kesimler tarafından gündeme getirilen konulardan biri de “mezhep” meselesidir. mezhep meselesi bir taraftan İslam’da bir ayrılık unsuru gibi gösterilmeye çalışılırken, diğer taraftan bir takım demagojilerle saf zihinler bulandırılmak istenmektedir. Meselenin üzerine biraz eğildiğimiz zaman mezheplerin bir ihtiyaçtan doğduğu, hiç bir zaman ihtilaf unsuru olmadığı anlaşılacaktır.

İtikat ve amel diye iki kısımdan meydana gelen İslam dininde, mezhepler, ameli (pratikte yaşanan) kısımları konu edinir. Birden fazla mezhebin meydana gelmesi, nazari prensiplerin mezhep imamlarınca farklı anlaşılmasından ileri gelmiştir. (Mektubat, 449 )

Mesela Hz. Peygamber (asm.) efendimiz namaz kılarken mübarek alınlarına taş batar ve alınları kanar. Hz. Ayşe (r.a.) validemiz taşı Peygamber (asm.) efendimizin alnından alarak yere atarlar. Peygamber (asm.) efendimiz yeniden abdest alarak namazlarını kılarlar. Hanefi mezhebi imamı, İmam Azam Ebu Hanife hazretleri ile Şafii mezhebi imamı, İmam Şafii hazretleri abdesti bozan meseleleri ele alırken bu meseleyi değerlendirirler. İmam-ı Azam hazretleri, “Peygamber (asm.) efendimizin alnına batan taş kan çıkardığı için efendimiz abdest almıştır.” hükmüne varırken; Şafii hazretleri abdestin bozulmasını Hz. Ayşe (ra.) validemizin Peygamber (asm.) efendimizin alnına dokunmasına bağlamıştır. Böylece Hanefi mezhebinde az bir kan abdesti bozan sebeplerden biri olurken, Şafii mezhebinde kadının temasıyla abdestin bozulması kaide olarak benimsenmiştir. Görüldüğü gibi her iki hüküm de doğrudur ve haklı bir gerekçeye dayanmaktadır.

mezheplerin doğuşu

Peygamber (asm.) efendimize kadar itikadi noktalarda aynı olan şeriatlar teferruat kısımlarında değişerek gelmiş, hatta bir asırda ayrı ayrı kavimlere ayrı şeriatlar gönderilmiştir. Ancak Peygamber (asm.) efendimizle birlikte daha başka şeriatlara ihtiyaç kalmamış ve onun dini bütün asırlara kafi gelmiştir. Fakat teferruat meselelerde bir takım mezheplere ihtiyaç kalmıştır. Hak mezheplerin imamları bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmişler ve insanoğlunun bütün ihtiyaçlarına cevap vermişlerdir. Peygamber (asm.) efendimiz bir mucize olarak bu imamların geleceklerini ve büyük bir vazife yapacaklarını daha bunlar gelmeden haber vermiş ve bu mümtaz şahsiyetler de yapmış oldukları hizmetlerle Resulullah (asm.) efendimizi fiilen tasdik etmişlerdir...

İslam mezhepleri -bir iki cüz’i mesele hariç- hiç bir zaman iç harp ve karışıklıklara yol açmamış ve bu mezheplerin imamları da birbirine daima saygılı olmuşlar, birbirlerini ret ve inkar etmemişlerdir. Ayrıca bir mezhep tesis etmek niyetiyle ortaya iddialı bir şekilde çıkmamışlar, daha sonra bir araya toplanarak bir mezhep haline getirilen içtihatlarını zaman ve ihtiyaç anında ortaya koymuşlardır.

Mesela: İmam-ı Azam (H. 80-150) bir hadise ile ilgili olarak fetva verdikleri zaman, “Bu Numan bin Sabit’in (İmam-ı Azam) reyidir. Çıkarabildiğimiz reylerin en güzeli budur. Kim bundan daha güzelini ileri sürerse, doğruya daha yakın olan odur.” derdi.

İmam Malik (Maliki mezhebi kurucusu. H.93-179), “Ben bir beşerim. Bazen hata, bazen de isabet ederim. Bu sebeple benim rey ve içtihadımı inceleyiniz. Kitap veya sünnete uygun bulursanız, kabul ediniz, bulmazsanız reddediniz.” demiştir. (Hayreddin Karaman, Fıkıh Usulü, 33)

Hanbeli mezhebi kurucusu İmam-ı Hanbeli (H. 164-241) ve İmam-ı Şafii hazretleri (H. 150 - 204) de hiç bir zaman iddialı konuşmamışlar ve meslektaşlarını rencide edici sözler söylememişlerdir. Daha sonra bu büyük insanların rey ve içtihatları talebeleri ve alimler tarafından bir araya getirilerek Müslümanların gönül huzuru içerisinde ibadet yapmaları temin edilmiştir.

Hak birden fazla olur mu?

Bir zamanlar gazete sütunlarından Müslümanlara meydan okurcasına sorulan ve halen köşe bucak tekrarlanan bir soru vardır: “Hak bir olur; nasıl böyle dört mezhebin ayrı ayrı, bazan birbirine zıt hükümleri hak olabilir?”

Bu soruya Bediüzzaman Said Nursi hazretleri özetle şu cevabı verir: “Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre beş hüküm alır. Önemli miktarda su kaybeden bir hastaya su içmesi vaciptir, şarttır. Yeni ameliyattan çıkmış bir hastaya zehir gibi zararlıdır. Tıbben ona haramdır. Diğer bir hastaya kısmen zararlıdır; su içmek ona tıbben mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir, tıbben ona sünnettir. Diğer birisine de ne zarardır ne de menfaattır. Tıbben ona mübahtır afiyetle içsin... İşte burada hak taaddüt etti, birden fazla oldu. Beşi de haktır. “Su yalnız ilaçtır, yalnız vaciptir, başka hükmü yoktur.” denilebilir mi?

İşte bunun gibi İlahi hükümler mezheplere uyanlara göre değişir. Hem hak olarak değişir ve her biri de hak olur, maslahat olur.

Birbirinden farklı gibi görünen mezheplerdeki teferruat meselelerinin hangisini ele alsak, imamların dayandıkları noktaların hak ve hakikat olduğunu görebiliriz. Bu hususta İmam Şarani hazretleri “Mizan” isimli bir eser yazmış, mezhep imamları arasında bir mukayese yaparak hangi hükmü nasıl anladıklarını ortaya koymuştur.

Bir misal:

mezhep imamları İslami meselelerde değil, uygulanış tarzında kendilerine göre haklı sebeplerle ihtilaf etmişlerdir. Mesela abdest alırken başa meshetmekte bütün imamlar ittifak etmişlerdir. Ancak meshin tarzında ve miktarında ihtilaf etmişlerdir.

Abdesti bizlere farz kılan Rabbimizin, “Başınıza meshediniz.” emri “bi ruusikum” ibaresiyle gelmiştir. Dillerin en zengini olan Arapça’da çeşitli kelimelerin başına gelen ‘b’ harfi, bazen “güzelleştirmek”, bazan “bazı” manasını vermek, bazan da “bitiştirmek” manasını vermek için gelir. Abdest ayetinin “ruusiküm” kelimesinin başına gelen ‘b’ harfini mezhep imamlarının her biri ayrı manada anlamışlar ve bundan farklı bir uygulama ortaya çıkmıştır.

Bunun içindir ki İmam-ı Malik hazretleri: “Başa meshederken, başın tamamı meshedilmelidir. Zira buradaki ‘b’ harfi kelimeyi güzelleştirmek için gelmiştir. Kendi başına bir manası yoktur” der.

İmam-ı Ebu Hanife hazretleri ise: “Bu ‘b’ bazı manasına gelen ‘b’dir. Başın bir kısmı meshedilse kafi gelir” der.

İmam-ı Şafii hazretleri ise: “Bu ‘b’ bitişmek manasına gelen ‘b’ dir. Sadece elin başa bitişmesi, birkaç kıla değmesi kifayet eder, mesh tamam olur” der. Hal böyle olunca mezhep imamlarının her birinin hak yolda oldukları, teferruattaki ayrılık gibi görünen hükümlerin bir ihtilaf konusu olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar ve kötü maksatlı olanların iddialarını havada bırakır..
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

bir mezhebe tabi olmayanın durumuda şöyledir .....Hak mezheplerde akıl ve mantığın tasdik etmediği hiçbir mesele yoktur. Çünkü onların dayanak noktası Kuran, sünnet, icma-i ümmet ve kıyas-ı fukahadan ibaret olan edille-i şeriyyedir. Dağlardan daha metin olan o edille-i şeriyye, hiçbir beşerî kuvvetin tahrip edemeyeceği çelikten bir kaledir. Bu kaleden çıkanların, ehl-i sünnete düşman olan olumsuz cereyanlara kapılmaları veya alet olmaları kuvvetle muhtemeldir.

Şunu da ehemmiyetle nazara vermekte fayda görmekteyim: mezhepleri beğenmeyen, onlardan birine uymayan veya mezheplerin kolay yanlarını alan bir kimse, asırlardan bu yana gelip geçmiş milyonlarca Müslümanın yolundan ayrılmış, kendi başına yeni bir yol tutmuş olur. Böyle kimseler, Kur'an-ı Kerim'in; "Kim, Peygambere karşı çıkar ve kendisi için doğru yol belli olduktan sonra Müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir" tehdidinden de hissedar olurlar.

Bir mezhep imamını taklit eden kimse hangi mezhebe bağlanmış ise artık her meselede o mezhebin hükümleriyle amel etmesi ve mezhebinde sebat etmesi lâzım gelir. Ancak zaruret hallerinde her hangi bir meselede yine kendi mezhebinde kalmak şartıyla diğer bir mezhebin hükmüyle amel edebilir. Bu ise ancak bir âlimin fetvasıyla mümkün olabilir.

İmam-ı Gazali Hazretleri de bu görüştedir.

Mademki taklit sahibi bir mezhebi iltizâm etmiştir, artık onda sebat etmesi gerekir.

Netice olarak; kişinin kendi hevesine uyarak sık sık mezhep değiştirmesi onları hafife almak manasına gelir.

Son asrın müdakkik alimlerinden Muhammed Kevserî, Makalât adlı eserinde bu gibi kimselerin halini şöyle tasvir eder:

"Evet, her grubun kendisiyle gördüğü fakat gerçekte ne onunla ne de bununla olan, yani Arap şairinin dediği gibi: "Yemenlilere vardığında Yemenli, Maadlilere vardığında Adnani" görünen kişiden daha bozguncusu yoktur."

Kevserî aynı eserinde, mezhepsizliğin dinsizliğe götüren bir köprü olduğunu da söyler.

Dr. Ramazan el-Bûti ise bu konuda, "Evet, bütün İslâm milleti uzun tarihi boyunca İslâm'ı aynıyla yaşatma imkânını en geniş ölçüde veren müçtehitlerin bu dört imam (İmam-ı A'zam, İmâm-ı Şafi'i, İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Hanbel) olduğu üzerinde ittifak edegelmişlerdir. der ve bu imamların yolunu bırakıp insanları mezhepsizliğe davet etmenin "İslâm dinini tehdit eden en tehlikeli bid'at" olduğunu ilâve eder.

Ramazan el-Bûti, mezhepsizlik dava edenlerin yeni hâdiselere çözüm getirmek yerine, İslâm'ın temel rükünlerini sarsmaya çalıştıklarına dikkati çekerek şöyle der:

"Ben bu mezhepsizlerden hiç birinin bir gün kalkıp da, halkın her gün sorup durduğu yeni meselelerden birini araştırdığını görmüş değilim. Onların bütün dertleri, binası tamamlanan, hükümleri yerleşmiş bulunan ve gereğince amel edilmekle Müslümanların borçtan kurtulup selamete çıkacakları İlâhî emirler hususunda yol gösterici olan hak mezhepleri yıkmak için bütün güçlerini sarf etmekten ibarettir!

Dr. Ramazan el-Bûti mezhepsizlik dava edenlere şu iki soruyu sorar:

"Bütün insanları inşaat işlerinde mühendislere uymaktan vazgeçmeye çağırsan ne olur? İnsanları teşhis ve tedavi hususunda doktorlara tabi olmaktan uzak kalmaya davet etsen ne olur?"

Bu soruya kendisi şöyle cevap verir:

"Hiç şüphe yoktur ki, bunun arkasından gelecek olan şey, insanların tamir edeceğiz diye kendi evlerini bile bile tahrip etmeleri, tedavi zannıyla kendi canlarına kendilerinin kıymalarıdır."

mezhep tanımayanları bu tehlikenin kapısına getiren ve müçtehitlere tâbi olmaktan men eden en mühim sebep kendi rey ve düşüncelerini müçtehitlerin görüşlerine müsavi, hatta onlardan daha üstün görmeleridir.

İmam-ı Şârânî Hazretleri de bu hususta şöyle buyurur:

Müçtehitlerin sünnet buyurduklarının hepsi ile amel et ve mekruh dediklerini terk et! Onlardan bu hususta delil aramağa kalkma! Çünkü sen, onların dâirelerinde mahpussun. Onların makamına varmadıkça doğrudan kitab ve sünnete ulaşmakta, onları geçmen ve hiçbir zaman hükümleri onların aldığı yerden alman mümkün değildir...

Bütün mezhepler, bana göre, parmakların el ayasına ve gölgenin aslına bitişik olması gibi, şeriata bitişiktirler...

Bu vesile ile şu noktayı da kaydetmek icap ediyor. Müçtehitlere uymayarak kendi reyine uymak büyük bir gururdur. Bu ise insanın manen çöküşüne sebep olur. Bediüzzaman Hazretleri bu gibi kimselerin akıbeti hakkında şu tesbitlerde bulunur:

"Evet gurur ile insan maddî ve manevî kemalât ve mehasinden mahrum kalır. Eğer gurur saikasıyla başkaların kemalâtına tenezzül etmeyip, kendi kemalâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nakıstır. Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslaf-ı izamın irşadat ve keşflyatlarından mahrum kalırlar. Ve evhama maruz kalarak bütün bütün çizgiden çıkarlar."
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

Mezhepler arasında
ki farkların sebebi ............. Allah-u Zülcelal Hazretleri, Habib-i Ekremi (a.s.m.) hürmetine, mezhepler arasındaki farklılıklar ile nihayetsiz rahmet ve kolaylık kapılarını açtı. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde "Ümmetimin ihtilafı geniş bir rahmettir." buyurmakla bu hakikati ifade etmiştir. Evet bu hadis-i şerif her türlü olumlu farklılığı içine aldığı gibi, mezhepler arasındaki farklılıkları da kapsar.

Bazı âyet ve hadislerdeki kelime ve cümleler ayrı ayrı hükümleri içermiştir. Bir tek sedefte birden çok inci bulunabilir. İşte müçtehitler âyet ve hadislerin sedefindeki cevherlerde farklı görüşler beyan etmiştir. Bu ise muhtelif kapıların açılmasına vesile olmuştur. Bu ihtilaf ümmet-i Muhammed için büyük bir kolaylıktır. Cenâb-ı Hakk:

"Allah size kolaylık ister, zorluk istemez."

Din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi."

"Ve üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri atar (yani, hata ile adam öldürmekte kısas icrasını ve günah işleyen azaların, pislik değen elbisenin kesilmesi gibi ağır teklifleri kaldırır.)"

gibi âyet-i kerimelerle şeri'at-ı Muhammediye'nin gayet derecede kolay olduğunu ifade etmektedir.

Meselâ, İmâm-ı Şafiî'nin "Kadına el değince abdestin bozulması" şeklindeki görüşü, günümüz şartlarında Hac ibadeti esnasında çok sıkıntıya sebebiyet verir. Zira tavafın abdestli olarak yapılması lazımdır. Milyonlarca insanın toplandığı o kalabalıkta bu hükmün uygulanması adeta imkansız olduğundan, bu mezhep mensupları diğer mezhepleri taklit ederek tavaf yaparlar.

Abbasi halifesi Harun Reşid, İmâm-ı Mâlik'e "Senin kitaplarını yazdıralım, âlem-i İslâm'ın her tarafına dağıtalım. Ümmeti bunlara sevk edelim.", teklifinde bulunur. İmâm-ı Mâlik şu cevabı verir: "Ya emire'l-mü'minin, alimlerin farklı görüşleri Allah'tan bu ümmete rahmettir. Her biri kendi nazarında doğru olana tâbi olur. Hepsi hidâyet üzeredir ve hepsi Allah'ın rızasını ister."

Müspet ayrılıklar, sahabe döneminde sıkça meydana gelmiştir. Hazret-i Peygamber de (a.s.m.) ümmetini, dilediği sahabenin içtihadıyla amel etme hususunda serbest bırakmakla böyle bir ihtilafa razı olmuştur. Sahabelerini içtihat farklılığından dolayı tenkit etmemiş, her iki tarafın da hükmünü hak ve münasip görmüştür.

Sefere çıkan iki sahabe, namaz vakti geldiğinde su bulamayınca teyemmümle namazlarını kılarlar. Sonra vakit içinde su bulurlar. Biri namazı iade eder, yeniden kılar. Diğeri ise önceki kıldığını yeterli görür. Dönüşte durumlarını Resûlullah'a sorarlar. Hazret-i Peygamber iade etmeyene "Sünnete isabet ettin.", diğerine de "Sana iki defa ecir var." cevabını verir.

"Sahabelerim yıldızlar gibidir, onlara uyarsanız hidâyete erersiniz." hadis-i şerifi de bu hakikate işaret etmektedir. Buna binaen herhangi bir insan hak mezheplerden dilediğini tercih edebilir.

Kıblenin bilinmediği yerde namaz kılan bir mümin, kendi içtihadı ile bir yön tayin etse veya her rekatını bir başka yöne doğru kılsa namazın doğruluğuna fıkhen hükmolunur.

Bu sayede Müslümanlar zaruret hallerinde ruhsatı azimete tercih edebilmektedirler. Bu ise onlar için büyük bir rahmet olmuştur. Evet, Müslümanlar kendi mezheplerinde çözümü olmayan bir mesele hakkında, zaruret halinde, diğer bir hak mezhebin ruhsatı ile hareket edebilir ve böylece sıkıntıdan kurtulurlar.

Zaten şeriat-ı Muhammediye insanların fıtratına uygun olarak Allah tarafından vaz' edilmiştir.

Müçtehitler arasındaki ayrılıklar ümmet hakkında rahmet olduğu halde; geçmiş ümmetlerin helakine sebep olmuştur. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadis-i şeriflerinde "Ayrılıklar geçmiş ümmetlere azap olduğu halde, benim ümmetime rahmet olmuştur." buyurmuşlardır.

Geçmiş peygamberlerin dinlerinde bütün hükümler açık ve kesin idi. Âyetlerde yoruma açık şeyler yoktu. Kat'i ve kesin olan meselelerde ayrılık olmayacağı da açıktı. İnsanlar bu kesin hükümlere uymakta zorluk çektiler, ayrılığa düştüler ve bu ayrılık onları helake götürdü. Fakat bizim şartlarımız geçmiş milletler üzerindeki darlığı kaldırmıştır. Meselâ, Hazret-i Musa'nın (a.s.) şeriatinde adam öldüren bir katile kısastan başka ceza verilmesi mümkün değildi.

İsa'da (a.s.) dininde ise sadece diyet vacip idi, kısas yasaktı. Şeriat-ı Muhammediye'de ise maktulun velisine kısas, diyet ve af arasında tercih hakkı verilmiştir. Diğer bir misal, onların şeriatında elbisenin, kirlenen yerini kesip atmak vacip iken bizim şeriatımızda temiz suyla yıkamak yeterlidir. Bu manada pek çok misaller var
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

değerli kardeşim çeşitli araştırmalarım sonucu bu bilgileri elde ettim inş faydalı olur diğer kardeşlerimde yardımcı olurlarsa sana yeterli bilgiyi vereceğimize inanıyorum ama yinede sorularınız olursa elimizden geleni yaparız dua ile
 

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

Sevgili Müslima kardeşim bu yazıyıda okumanız siin açınızdan iyi olucaktır Kaynak isterseniz bulunması açısından Hayrettin karaman Hoca efendinin islam hukuku Adlı kitabına bakabilrisiniz...

İslâm dinindeki rey ve ictihad hürriyetinin tabiî neticesinden biri de çeşitli mezheplerin doğmasıdır. Bu önce, ehl-i sünnet ile şiî'ler arasındaki anlaşmazlıktan doğmuştur. Bunlardan birincisi Resûlullah (s.a.v.)'in vefatından sonra Ebû Bekr'in, sonra Ömer b. el-Hattab'ın, sonra Osman b. Affân'ın hilafetini kabul etmiştir. Şiîlere gelince bunlar, hilafetin mezkûr üç zattan çok Ali b. Ebî Tâlib'in hakkı olduğunu ileri sürmüş, onun tarafını tutmuş ve bu yüzden kendilerine (şîa) yani İmam Ali'nin "taraftarları" denilmiştir. Şu hale nazaran sünnîler ile şiîler arasındaki esaslı ihtilâf noktası -umumiyetle- siyasîdir.
Sonradan ehl-i sünnet iki büyük gruba ayrılmıştır:
a) Ebû Hanife'nin riyasetinde Irak'ta oluşan ehl-i re'y. Bunlar ancak az miktarda hadisin sıhhatini kabul eder, hukuk problemlerinin çoğunda akıl ve re'ye başvururlar.
b) Mâlik b. Enes'in riyasetinde Hicaz'da oluşan ehl-i hadis. Bunlar da sünnete sarılmaları, re'y ile ictihaddan kaçınmaları ile tanınmışlardır.
Daha sonra sünnî ve şiî mezhepleri çoğalmış; birincisinden hanefî, mâlikî, şafiî ve hanbelî'den ibaret olan dördü; ikincisinden ise imamî, zeydî ve ismailî mezhepleri meşhur olmuştur. Şu anda bunların herbirinin detaylı incelenmesine yerimiz müsait değildir.
Fukahâ ve mezheplerin görüş farklılıkları pek çok sebebe dayanır. Bunların en önemli olanları: Kur'ân-ı Kerim ayetlerinin bazılarının tefsirinde, bazı hadislerin kabul veya tefsirinde, bir kısım dinî kaynak ve delillerin kabulünde, bazı amelî meseleler üzerinde ictihad konusunda... görüş ayrılığına düşmüş bulunmalarıdır. Aşağıda bu sebeplerin kısaca açıklamaları yapılacak ve herbirinin örnekleri -az da olsa- verilecektir:
a) Âlimlerin, bazı Kur'ân-ı Kerîm ayetlerini tefsirde farklı düşünmeleri: Bunun misali "...kadınların, normal ölçüde, borçları gibi hakları da vardır."15 ayetidir. İbn Hazm ile Zâhiriyye mezhebinin diğer tabi'leri, fakir kocanın nafakasının zengin karısı üzerine borç olduğuna bu ayeti delil getirmişlerdir. Halbuki diğer mezhepler bu tefsiri kabul etmemiş, durum ne olursa olsun kadın üzerine kocası için nafakayı borç kılmamışlardır. Diğer bir misal, başka birine ait borcu, onun izin ve haberi olmadan ödeyen kişinin (fudûlînin) durumudur. İmam Mâlik ile İbn Hanbel "...iyiliğin karşılığı ancak iyiliktir."16 ayetine dayanarak fudûlîye, ödediğini borç sahibinden talep hakkı tanıyorlar. İmam Ebû Hanife ile Şafiî ise bu âyetin bu şekildeki tefsirini kabul etmiyor, "bu gibi durumlarda fudûlî teberruda bulunmuş sayılır, bu sebeple de ödediğini borçludan talep etme hakkı tanıyorlar. İmam Ebû Hanife ile Şafiî ise bu âyetin bu şekildeki tefsirini kabul etmiyor, "bu gibi durumlarda fudûlî teberruda bulunmuş sayılır, bu sebeple de ödediğini borçludan talep etme hakkı yoktur" diyorlar.17
b) Fukahânın bazı hadisleri kabul hususunda farklı davranışları: Meselâ sünnîler, vârislerden birisi lehine vasiyyeti haram kabul etmiş ve buna "diğer vârisler izin vermedikçe vârise vasiyet yoktur." hadisini* delil getirmişlerdir. Fakat şiîler bu hadisi kabul etmemiş ve vârise vasiyyeti de caiz görmüşlerdir.
c) Fakihlerin, bazı hadisleri farklı tefsirleri: Meselâ bir kimse diğerine bir şey satsa ve ikisi de pazarlığı bitirerek bunu kabul etseler henüz yekdiğerinden ayrılmadıkça, ikisinden biri bu akitten cayabilir mi? Bu mesele "Alan ve satan ayrılmadıkça muhayyerdir" hadis-i şerifinde geçmektedir. Fakat fakihler bunun açıklamasında ihtilâf etmişlerdir: Şafiî, İbn-i Hanbel, Evzâî gibi bazı imamlar, hadiste ayrılmak (teferruk)tan maksat vücutça ayrılmaktır diyorlar. Buna göre de onlarca, alış-veriş meclisinin sona ermesine (tarafların oradan ayrılmasına) kadar alan veya satan akitten cayabilir.
Ebû Hanife ve Mâlik'e gelince bunlar, oradaki ayrılmayı sözler bakımından (Pazarlığı sona erdirerek) ayrılmak mânâsında açıklamışlar, bundan dolayı da alan ile satan henüz akit yerinde bulunsalar dahi, aldım, sattım sözlerinin (îcab ve kabulün) birbirine bağlanmasından sonra, ikisinden birinin caymasını kabul etmemişlerdir.
Böylece mezkûr hadisin açıklamasındaki görüş farkı, bu meseledeki hüküm ve ictihadda görüş farkına sebep olmuştur.18
d) Fukahânın, bazı dinî delilleri kabul hususunda ihtilâfları: Bu ihtilâf önce kıyas ve icma üzerinde başlamış, mezheplerden bir kısmı bunları ya reddetmiş veya aşırılıkla kabul etmişlerdir. Sonra diğer bazı deliller daha bunlara katılarak ihtilâf artmış, onları da kimi kabul, kimi reddetmiştir. Meselâ Mâlikî mezhebi "Medinelilerin uygulaması (ameli) ile mesâlih-i mürseleyi" İslâm hukukunun iki kaynağı olarak kabul eylemiştir. Hanefî mezhebi "istihsânı", şafiî ve hanbelî mezhepleri de "istidlâl" veya "istishâbu'l-hâli" birer delil olarak kabul etmişlerdir.*
Böylece Hanefî mezhebinin imamları halkın ihtiyacına binaen "bey'u'l-vefâ"yı** câiz görmüşler, hakların kullanılmasından doğan fâhiş (aşırı) zararı kabul etmemişler, zaruret ve meşakkat sebebiyle birçok hükme genişlik getirmişlerdir. Bütün bunları, kıyâsa aykırı oldukları halde bu mezhebe mahsus bulunan istihsân deliline dayanarak yapmışlardır.19
e) Bazı ilmî meselelerde bir mezhebin müctehidleri kendi aralarında da ihtilâf etmişlerdir: Meselâ Ebû-Hanîfe sefîhin (malını israf eden kimsenin) hacr altına alınmasını caiz kabul etmemiştir; ona göre hacr (kişinin tasarruflarını kısıtlamak veya menetmek) kişinin şahsı aleyhine bir tasarruftur ve şahsiyet maldan daha değerlidir.20
Halbuki Ebû Hanîfe'nin iki talebesi Ebû Yusuf ile Muhammed b. el-Hasen, çeşitli şer'î delillere dayanarak ve fukahâ çoğunluğunun re'yine uygun olarak hacri caiz görmüşlerdir.21
Hâsılı, mezhepler arasındaki ihtilâf genel olarak dinî esaslar ve prensipler üzerinde ihtilâf mahiyetinde değildir. Aksine, açıklama farkından veya prensipleri pratik hâdise ve meselelere uygulamakta tutulan yolun farklılığından doğmuş teferruat (fürû') ihtilâfıdır.
Bu ictihad farklılıkları İslâm Hukukunun yeni durumlara uyma ve insanların işlerini kolaylaştırma kabiliyetinin sebeplerinden biri olmuş, hatta "müctehidlerin ictihad ihtilâfında ümmet için rahmet vardır" denilmiştir. Bunun bir başka şahidi de şudur ki resmen kaza ve fetvada hanefî mezhebine tâbi olan Osmanlı Devleti bilhassa "Hukuk-ı Âile" kanununda diğer mezheplerden bir çok hüküm almıştır. Ezcümle Mâlik'in mezhebine uyarak şiddetli geçimsizliğin tahakkuku halinde karı-kocayı hakimin ayırmasını tecviz etmiş; Şafiî mezhebine uygun olarak sarhoş ve mükreh (zorlanmış) kimselerin boşamasını hükümsüz saymıştır. Mısır da aynı şekilde, ahval-i şahsiyye ve bilhassa miras, vasiyyet, vakıf meselelerinde diğer mezheplerden hükümler almış ve bunları tatbik etmiştir.
Birden fazla mezhebin zikredilen iyi taraflarının yanında bazı fena neticeleri de olmuştur; bunların en önemlisi kör mezhepçilik (veya mezhep taassubu) ile bunun neticesi olan çekişme, düşmanlık ve nefrettir. Her mezhebin tâbileri önce bu mezheblere akıl ve muhakeme ile değil, -ekseriya- veraset ve taklid yoluyla giriyor, sonra mezhebe ve mezhep imamlarının sözlerine şiddetle sarılıyor, diğer mezheplerin tâbilerine düşmanlık ilân ediyor, onlara ve imamlarına şiddetle saldırıyorlardı. Böylece sünnîlerle şiîler arasında mücadelenin şiddetlendiği zamanlar oldu, sonra bu iki grubun çeşitli kolları ve mezhepleri arasında mücadele başladı ve zamanla şiddet kazandı. İşte bu da Müslümanların parçalanıp tefrikaya düşmeleri ve geri kalmalarının sebeplerinden biri olmuştur.
Bu derdin çaresi, Müslümanlar arasında mezhep taassubu ile savaşmak, gönüllerini birbirine yaklaştırmak ve çeşitli mezhepleri birleştirmeye gayret etmektir. Kanâatime göre bu birleştirme teşebbüsü dinin asıl kaynaklarına dönmeyi ve şu esaslara uymayı gerekli kılacaktır:
a) İslâm'ın ve İslâm Hukukunun prensipleri için ilk temel kaynak olarak Kur'ân-ı Kerîm'e dayanmak, sonra tefsir ve usûl âlimlerinin yaptığı gibi bağlayıcı (ilzâmî) hükümler ile seçimlik (ihtiyârî) ve rehber hükümleri yekdiğerinden ayırmak ve sonra da mezkûr hükümleri gerçek vasıflarına uygun olarak uygulamak.
b) Dinin bütün bağlayıcı hükümlerinde Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sünnetine dayanmak; ancak sünnetlerin sâbit, bütün İslâm mezhepleri arasında makbul ve Kur'ân-ı Kerîm ayetleriyle çelişmemiş olması şarttır.
c) Yukarıda naklettiğimiz "sahih naklin daima selîm akla uygun olduğu" esasına göre, akla uygun ve Fıkıh Usûlü âlimlerince makbul olmak şartıyla, diğer sünnetlere; yani mutemed mezhep imamlarının sıhhatinde ihtilâf ettikleri hadislere de uymak.
d) Fukahânın ictihadına dayanan diğer dinî ve hukukî hükümlerin en güzelini; yani modern cemiyetin ihtiyaçlarına, âmme menfaatine, hak ve adalet prensiplerine en uygun olanını almak.
Bunlar günümüzde Müslümanların kalkınması için kaçınılmaz bir zaruret hâlini alan, İslâm mezheplerini birleştirme hedefini gerçekleştirmeyi mümkün kılabilecek belli başlı noktalardır. Nitekim ıslâhatçı, selefî âlimler de bu birleştirme hususunu ileri sürmüş, Müslümanları buna çağırmışlardır; çünkü onlara göre şu husus bir gerçek olarak ortaya çıkmıştır: "Müslüman bir millet, muayyen bir mezhebi taklid edenlerin miras bıraktığı yükü çekemez; malî, ictimaî, ailevî menfaat ve işlerini, zorunda ve kolayında tek mezhebin kitaplarına bağlı anlayışlara bağlayamazlar."22
Ayrıca mezhepleri birleştirme fikri İslâm dininin tâlimat ve ruhuna da uygundur: "İslâm birlik, beraberlik, kardeşlik ve müsamahadır. O, insanları birbirinden ayırmayı ve Kur'ân-ı Kerîm'in yasakladığı dinî grup ve partilere bölmeyi tanımaz:"23 "Dinlerini darmadağınık ederek bölük bölük olanlar yok mu, senin onlarla hiçbir alâkan yoktur, onların işi Allah'a aittir..."24
İslâm genel olarak grup taassubunu yasaklayıp, gerek Müslümanlar ve gerekse diğerleri arasında kardeşlik ve müsâmahayı emredince elbette ki bizzat Müslümanlar arasındaki mezhep taassubunu evleviyetle câiz görmeyecektir.*




--------------------------------------------------------------------------------

15. el-Bakara: 2/228.
16. er-Rahmân: 55/60.
17. el-Mahmasânî, a.g.e. c. I, s. 84-85.
* "Vârisler izin vermedikçe" kısmı olmaksızın bu hadis Ebû Dâvûd, İbn Mâce ve Tirmizî tarafından rivâyet edilmiştir. Senedi sahihtir. Baş tarafı ile birlikte de Beğâvî ve Dârakutnî rivayet etmiştir. et-Tebrîzî, Mişkât, c. II, s. 156.
18. el-Mahmasânî, c. II, s. 43.
* Bu terimlerin kısa açıklamaları için "Fıkıh Usûlü" isimli kitabımızın "tâlî deliller" bahsinde bakınız. İst. 1971.
** Mecelle'nin 118. maddesinde "bey'u'l-vefâ" şöyle tarif edilmiştir: Bir kimse bir malı âhare (başkasına), semeni (bedeli) reddettikte geri vermek üzere şu kadar kuruşa satmaktır.
19. el-Mahmasânî, Felsefetü't-teşrîil-İslâmî, 2. B, s. 129.
20. el-el-Bedâî', c. VII, s. 170; el-Mebsût, c. XXIV, s. 157.
21. el-Mahmasânî, en-Nazariyyatü'l-âmme..., c. II, s. 121.
22. el-Menâr (mecmûası), Sene: 1345, s. 158.
23. el-Mahmasânî, Felsefetü't-Teşrî, s. 27.
24. el-En'âm: 6/159.
* Açıklama ve örneklerden de anlaşılacağı üzere mezhepleri birleştirmek onları ortadan kaldırmak değil, Müslümanların meselelerini hükme bağlarken hepsinden istifade etmektir. Bizzat kitap ve sünneti anlamaktan aciz olan kişiler diledikleri âlimden problemlerini sorup bilgi alabilirler; devamlı bir müctehide -dolayısıyla mezhebe- bağlanabilecekleri gibi, çeşitli müctehid ve âlimlerden fetva almaları da mümkündür. Nitekim ilk dört nesilde durum böyledir. Fertlerin bir mezhebe bağlanmaları tecvîz edilebilir; fakat bir ferdi, milleti ve devleti tek mezhebe bağlanmaya mecbur kılmak meşrû değildir. Bu aynı zamanda İslâm'ın geniş rahmetini daraltır. Bu rahmeti tek mezhep ihtiva edemez ve inhisârı altına alamaz.
 

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

aynı kitaptan konuyla baglantılı bir konu daha yararlı olucaktır...

Bid'atın sınırını geniş ve dar tutan tarifler yapılmıştır. Dine aykırı olan ve yasaklanmış bulunan bid'atı, "iman, ibadet ve bağlayıcı kurallar alanında dine ekleme yapan, onda olmayanı varmış gibi gösteren inanç ve uygulamalardır" şeklinde tarif etmek mümkündür.
Müslümanların hayatlarında oluşan geleneklerin sünnete (Hz. Peygamber'in yoluna) uygun olanları -yalnızca Hz. Peygamber döneminde yoktu diye- bid'at çerçevesine sokulamaz. Bu bakımda geleneğin sahihi ve sapmışı vardır; birincisine geniş manada sünnet; ikincisine bid'at denir. Yaşayan sünnetin (ümmetin dinî anlayış ve uygulaması) sahih sünnet olması da, bid'at olması da mümkün ve vâkidir; yani ilk devirlerde daha az olmakla beraber ümmetin yaygın anlayış ve uygulayışında sahih gelenek mânasında sünnet bulunduğu gibi, sapmış gelenek mânasında bid'atlar da var olagelmiştir. Bu ayırımı Hz. Peygamber'in (s. a) ''kendi sünnetine ve O'nun yolunda olanların sünnetine uyulmasını, sapık bid'atlardan uzak durulmasını emir ve tavsiye ettiği'' hadîslerinde de bulmak mümkündür (hadîs kitaplarının İ'tisâm bölümü). Müctehidler de daha birinci yüzyıl içinde belli şehirlerde ve bölgelerde yaşayan ümmetin anlayış ve uygulamalarının -başka bir kritere tâbi tutulmadan- sünnetin devamı ve bu mânâda yaşayan sünnet kabul edilemeyeceğini, bu bağlamda Medine uygulamasının (amel-ü ehl-i 'l-Medîne) hiçbir ayırım gözetmeden fiilî hadîsler gibi değerlendirilmesinin sahih olmayacağını ifade etmişlerdir (İbn Teymiyye, Sıhhatü usûl-i mezheb-i ehli'l-Medîne, s. 20, 23-30)
Sünneti, ''Hz. Peygamber ve ashabının uygulamalarında vahyin hayata yansıması, uygulama olarak ferdî ve sosyal hayatta yer alması'' şeklinde tanımlarsak bu ''anlayış ve uygulama , , doğrultusunda olmayan, bunlara ters düşen anlayış ve uygulamalar -bazıları bunların bir kısmına da yaşayan sünnet dese bile- sünnetten sapıştır, sapmış gelenektir, bid'attır. Tecdid hareketi işte bu mânada bid'ata karşı bir harekettir ve sünneti esas alarak toplumsal bir arındırma ve yeniden sünnete uygun bir yapılandırmayı amaçlamaktadır. Yenileşme, geleneğin -yüzeysel veya radikal, yahut da organizasyonla ilgili olarak- değişmesidir. Her değişme bir yenileşmedir. Fakat her yenileşme bir sünnete dönüş, sünnet doğrultusunda ilerleyiş değildir. Sünnete dönüşün veya sünnet doğrultusunda ilerleyişin/gelişmenin tersine işleyen ve oluşan yenileşmeler bid'attır; bu mânâda bid'atın çağdaş örneği Batılılaşma ve Batıyı örnek alan çağdaşlaşmadır.
Mezhep gidilen yol, uygulanan yöntem demektir. Bir din terimi olarak mezhep, müctehidin ictihadı manasında kullanılmaktadır. Dört mezhep örneğinde olduğu gibi bazı müctehidlerin ictihadları toplanmış, kitaplara geçirilmiş ve müctehid olmayan müslümanlar tarafından -müctehide olan güvene dayanılarak delil ve kaynak sorulmadan- uygulanmış ve bu "uygulanan ictihadlar bütününe" de mezhep denmiştir. İctihad meşru olduğuna göre "buna bid'at denemez". Alim olmayanların dini alimlerden öğrenmeleri; bilgi ve fetva almaları zaruridir. Bir kitapta yazılı olan ictihadları alıp uygulamaya da bid'at demenez. Bid'ata en yakın olan mezhep anlayışı, "bütün din hayatında yalnızca bir müctehidin ictihadlarına bağlanmak, başka türlü davranmayı caiz görmemektir". Eğer tek mezhebe bağlanan ve yalnızca onu uygulayanlar, "başka müctehidlere uymak da caizdir ama ben bunu tercih ediyorum"diyorlarsa bu anlayış ve uygulamanın da bid'atla alakası kalmaz.
Mevlid okumak ve okutmak ne zaman bid'at olur?
"Eğer -ölüm, doğum, düğün vb. - belli bir sebep ve münasebetle mevlid okutmak dince gereklidir" denirse bu inanç ve uygulama bid'at olur. "Dince gerekli olmamakla beraber Peygambere karşı sevgi ve saygımız sebebiyle..." denirse bid'at olmaz.
Cami kubbesinin bid'atla hiçbir alakası yoktur. Çünkü kimse, "kubbe yapmak vaciptir, sünnettir..." demiyor, cami mimarisinde çeşitli uygulamalar var, bunlar arasında kubbesiz çatılar da bulunuyor ve bunlar da Hz. Peygamber'in yaptırdığı mescidin çatısına benzemiyor; benzememek bid'at olsaydı, ilk mescidden farklı olan bütün şekiller bid'at olurdu.
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

çok tşk edeim değerli kardeşim evet bu kardeşimize elimizden geldiğince bilgilerimizi ve bulduğumuz kaynakları okumasına katkımız olursa ne mutlu bize inş faydalı olur
 

Muslima

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
204
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

Esselamu Aleikum vr,vb
Zerda ve Siyahgülsevdalisi kardesim!
Siz benim sözlerimden,benim sapik bir yoldami oldugumumu düsünüyorsunuz?
EUZUBILLAHIMINESSEYTANIRRACIM !!!!!
Ben ne bir tarikata bagliyim ne de baska bir sapik gruba ..
Elhamdulillahi rabbil Alemin! Ben bir Muslimanim!!!
Bende sizlerin kardesiyim,bana anlatmak istediklerinizi bende biliyorum ama son 3 yilda yasadiklarim ve ögrendiklerim beni böyle düsünmeye zorlamadi,aksine ben bunu dileyerek uyguluyorum.Sonra sizlerden farkli da bir Musliman degilim.Kardes olarak durumu mu izah ettim.
Sizlerin yanlis oldugunu iddia etmedim Hasa ben Alim miyim?
Haklisiniz kardeslerim siz.Ama benim ögrendiklerim isiginda ben böyle olmak istiyorum taki bir gün yanlis oldugumu ispat edecek deliller cikincaya kadar.B)
Maksadim tartisma yapmak degiL kardeslerim EUZUBILLAHIMINESSEYTANIRRACIM !!!
Bende sizler gibi bir Muslimanim sizlerden hicbir üstünlügüm yok HASA !!
InsaAllah sizleri kirmadim,üzmek yada kalplerinize bir rahatsizlik vermek degil di yazdiklarimB)
Kardeslerim ben yanlissam ,yanlisimi görerek düzelmeyi Allahin bir Ihsani ve Lutfu görürüm,Elhamdulillah
Asagidaki linki tiklayarak biraz okumak istermisiniz???

Allahim ; Sapikliktan ,yanlis yolda olmaktan,nefsime ve seytana kanmaktan,senin sonsuz Rahmetine ve Merhametine siginirim!!!
Sen bizlerin Yar ve Yardimcisi ol Ya Rabb !!!


http://www.islamhouse.com/tk/books/pdf/ilmihal.pdf
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

değerli kardeşim nasıl böyle düşündüğünümüzü düşünürsün rabbim şahittir ne ben nede siyahgül sevdalısı kardeşim böyle düşünmemiştir ben senin ne anlatmak istediğini anladım kardeşim ben nasıl kardeşimin sapık yolda olduğunu düşünmedim bu yazdıklarımızı yazmamızın nedeni hem kendi bildiklerimizi tekrarlamak hem sizin bildiklerinizi tazelemek ve eğer varsa bilmediğiniz konular vardıysa öğrenmenizi sağlamaktır feğerli kardeşim yazıları dikkatli okuduysan bir mezhebe bağlı olmamızın önemini anladıysan daha ne denebilir tabiki bizlerde islam alimlerinin dediklerini uygulamalı ve ona göre davranmalıyız benim demek istediğim canım kardeşim müslüman olarak allah rasulunun ashabı ve cemaati nelere inandıysa bizde ona inandık ve ona göre amel ettik buna ititkatta mezheb deriz birde amelde mezheb vardır buna her müslümanın uyması gerekendir 4 mezhebten hangisini taklit edersen haktır ama ben herhangi birisini değil hepsini taklit ederimhepsine uyarım dersen bu uygun düşmez seninde bildiğin gibi mezheb farklılığı demek yani yorum farklılığı imamlarımızın bazı durumları farklı yorumlamasıdır ben sana son oarak kardeşim bir mezhebi kabullenip ona göre amel etmeni tavsiye ederim ama sen ben 4 mezhebe de uyarım dersen artık sana kalmıştır rabbim kabul etsin şunu tekrar etmekte fayda görüyorum canımkardeşim ben seni asla farklı düşünmedimmm bak bu beni çok üzdü eğer sende böyle bir izlenim olduysa özür dilerim hakkını helal et olurmu rabbime emanet ol kardeşim dua ile
 

Muslima

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
204
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

Esselamu Aleikum vr,vb
Ey benim Güzel kardeslerim!
Ben sizleri Gaybten seviyorum Hakkim helal olsun eger hakkiniz varsa B)
Sizde bana helal edin bir kusur etti isem
Ben sizleri anliyorum beni anladiginizida biliyorum
Benim kalbim biraz yazilarinizdan sonra ,sanki beni begenmez gibi sapitmis gibi ,bir yeni Tarikattanmisim gibi ima ettiginize meyillendi,bu sebeple ima ettiginiz sandigim seyleri yazdim ama yanilmisim kusuruma bakmayin(nefsim ve seytan bana zulm etti yine -Estagfirullah)
Allah hepimizden razi olsun!!!
Ben Allahtan korkarim sizler gibi,kulun kalbini kirmaktan Allaha siginirim!!
Rabbim sen bizleri dogru yolda Muvaffak kil bizlere Merhamet et! Amin
Allaha emanet olunuz B)
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: Mezhebimizi ne kadar biliyoruz?

rabbim razı olsun değerli kardeşim işte kardeşlik budur bir açıklama yapıldı ve benim kardeşim bunu kabu etti değerli kardeşim sen herzaman bizim kardeşimizsin ne zaman istersen konuşuruz paylaşırız yeterki sende iste yarata emanet oll
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt