Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda Dua Kavramı (4 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Bakara suresi ayet 186
..Bana dua edilince, dua edenin duasına icabet ederim..
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Bakara suresi ayet 61
Ve siz: “Ey Musa! Biz bir tek yemek (yemeye) sabredemeyiz. Bizim için Rabbine dua et. Bize yeryüzünün yetiştirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın.” demiştiniz. Musa: “Bir hayır olan bunu, daha değersiz olan bir şeyle değiştirmek mi istiyorsunuz? (Öyle ise) Mısır'a inin, sizin istediğiniz şeyler muhakkak ki orada var.” demişti. (Sonra da) onların üzerlerine fakirlik ve sefalet (damgası) vuruldu. Ve onlar, Allah'tan bir gazaba uğradılar. Muhakkak ki bu, Allah'ın âyetlerini inkâr ettikleri ve peygamberleri haksız yere öldürdükleri içindi. İşte bu (ceza) isyan edip, haddi aşmakta oldukları içindi.

Ey İsrailoğullan, Peygamberiniz Musaya: "Nefsimizi bir çeşit yemeğe mahkum etmeye artık dayanamıyoruz." dediğinizi hatırlayın. Diyordunuz ki: "Rabbinden iste de bize, yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarmısak, mercimek, soğan ve benzeri şeyler versin." Musa da size dedi ki: "Değer ve kıymet yönünden daha hayırlı olan şeyi daha düşük ve basit bir şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Şüphe yok ki kim, kudret helvası ve bıldırcın etini, buğday, hıyar, soğan ve sar-mısakla değiştirirse o kimse, daha yüksek değerde olan bir şeyi daha düşük değerli ile değiştirmiş olur. Öyleyse bir şehre inin. Şüphesiz orada istediğiniz vardır. "Yahudilere aşağılık ve sefillik hak olmuştur. Onlar, Allah'ın gazap ve öfkesini yüklenmişlerdir. Bu zillet, aşağılık ve gazap, onlann, Allah'ın birliğini gösteren delilleri inkâr etmeleri ve yarattıklarının, doğru yolu bulmaları için gönderdiği Peygamberleri, Allah'ın izni ve nzası olmadığı halde Öldürmeleri yüzündendir. Yine bu ceza, Allah'a isyan etmeleri ve koyduğu hudutlan aşmalarındandır.

Görüldüğü gibi âyet-i kerime, israiloğullannm, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve Peygamberlerini düşmanlıkla, haksız yere öldürmeleri sebebiyle Allah'ın, onîann şereflerini zilletle, nimetlerini yoklukla, nzasını da gazabıyla de-ğişürdiğni haber vermektedir.

Ayet-i kerimenin: "O halde şehre inin. Şüphesiz ki orada istediğniz vardır." bölümünde bir kısaltma söz konusudur. İfadenin tam şekli ise şöyledir: "Musa rabbine dua etti. Biz de onun duasını kabul ettik ve oniara dedik ki: "O haide şehirlerden herhangi birisine gidin. Zira siz şu anda çöldesiniz.İstediğiniz şeyler ise çölde bulunmaz. Onlar ancak köylerde ve şehirlerde bulunur. Şehirlerden birine gittiğinizde sizin için istediğiniz hıyar, sarımsak gibi besin maddeleri oralarda vardır."

Bazı müfessirlerin görüşüne göre,
İsrailoğullarının: "Bir çeşit yemeğe dayanamıyoruz." dedikleri yemek, kudret helvası ve bıldırcın etiydi.
Vehb b. Münebbih'in görüşüne göre ise bu yemek, et ile güzel bir ekmek idi.

Taberi diyor ki:
"Tahıl, sebze, mercimek, soğan, yer bitkilerinden, insanların bildiği şeylerdir. Fakat âyette"Fum" olarak geçen kelime, İbn-i Abbas, Atâ, Katade, Hasan-ı Basri, Süddi ve Ebu Malik'e göre buğday veya buğday unundan yapılmış ekmek, Mücahid ve Rebi'nin görüşüne göre ise "Sarmısak"tır. İbn-i Mes'udun da âyetteki kelimesini, "Sarmısak" mânâsına gelen şeklinde okuduğu rivayet edilmektedir. Taberi, soğanla yakınlığı sebebiyle bu görüşü tercih etmiştir.

Şüphesiz ki, kudret helvası ve bıldırcın etini, tahıl, hıyar, mercimek, soğan ve sarmısak gibi şeylerle değiştiren kimse, değerli yiyecekleri bırakıp basit şeyleri almış olur.

Ayette zikredilen ve "Bir şehir" diye tercüme edilen kelimesi Katade, Süddi, Mücahid ve İbn-i Zeyd tarafından "Şehirlerden bir şehir" diye izah edilmiş Rebi' b. Enes tarafından ise "Mısır şehri" şeklinde izah edilmiştir. Birinci görüşte olanlar, görüşlerinin doğru olduğuna dair özetle şunları zikretmişlerdir." Allah teala, İsrailoğullannı Mısırdan çıkardıktan sonra Şam topraklarını onlara mesken kılmıştır. Onların , Şam'a gitmeden önce tih çölünde kırk yıl dönüp dolaşmaları ise, Kudüs ve çevresindeki kutsal topraklarda bulunan zorba kavimlerle çarpışmalarına dair olan Allah'ın emrine uymamalarındandır. Bu yüzden çölde kırk yıl dönüp dolaşmışlar, Uz. Musa'nın orada vefatından sonar Yûşâ b. Nûn, kutsal topraklardaki zorbalara karşı savaşıp zafer elde etmiş ve böylece İsrailoğuIIarı, Şam topraklanılın bir bölümü olan Filistine yerleşmişlerdir. Allah teala, kitabında, İsrailoğullarının, mukaddes topraklara yerleşmelerini farz kıldığını beyan etmiş, onların, tekrar Mısıra dönmelerine dair bir beyanda bulunmamıştır. Onların Mısıra döndüklerini ifade ettiği zannedilen âyet-i kerimeler, onların, Şam topraklarına yerleştiklerine işaret etmektedir. Âyetlerde şöyle buyurulmaktadır: "(Musa kavmine şöyle dedi) Ey kavmim, Allah'ın size takdir ettiği mukaddes yere girin. Geriye dönmeyin, yoksa hüsrana uğrarsınız." "Oniar da: "Ey Musa, orada zorba bir kavim vardır. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa, şühhesiz biz de gireriz." dediler[202]Kavmi ona: "Ey Musa, onlar orada oldukça biz ebediyen oraya girmeyiz.Sen ve rabbin.,gidin ve savaşın. Biz burada oturacağız.

Âyette zikredilen kelimesinden maksadın "Mısır şehri" olduğunu söyleyenlerin delili ise şu âyetlerdir: "Onlar (Firavun ve kavmi) geride nice bahçeler, akan pınarlar, çeşitli bitkiler, güzel konaklar ve zevk ve sefa île içinde yaşadıkları nimetler bıraktılar." "Böylece biz onlara verdiğimiz nimetleri başka bir kavme miras bıraktık.

"Nihayet biz, Firavun ve kavmini, bahçelerden, akar sulardan, hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık." "İşte böyle yaptık. Onlara îs-railoğullarım mirasçı kıldık.

Taberi diyor ki:
"Bu iki görüşten hangisinin daha doğru olduğunu gösteren bir âyet olmadığı gibi Resulullah'tan da bu hususta kesin bir rivayet yoktur. Bu nedenle âyetin izahında şöyle denmektedir: "Allah teala, Hz. Musaya, kavmini alıp istedikleri bu mahsullerin yetiştiği bir beldeye götürmesini emretmiştir. Bu belde Şam'da olabilir Mısır da."

Âyet-i kerimede, Yahudilere zillet damgası vurulduğu zikredilmektedir. Bu zilletten maksat. Katade ve Hasan-1 Basriye göre şu âyet-i kerimelerde tasvir edilen zelil bir şekilde cizye vermeleridir. "Kitap ehlinden, Allah'a ve âhiret gününe iman etmeyenler, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayanlar ve hak din olan İslamı din edinmeyenlerle, boyun eğip kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Bakara suresi ayet 68
(Onlar da) dediler ki: “Bizim için Rabbine dua et, onun ne (evsafta) olduğunu bize açıklasın.” (Musa) dedi ki: “Hiç şüphesiz O buyuruyor ki; muhakkak o ne genç ne de yaşlı, ikisinin ortası yaşta bir inek (olsun). Öyleyse emrolunduğunuz şeyi yapın.”

Onlar, eziyet verici huyları, kaba yaratılışları ve kötü anlayışlarıyla Musaya dediler ki: "Rabbine sor o sığırın mahiyetini bize açıklasın vasıflan nelerdir, şekli nasıldır? Onu iyice bilelim. "Musa dedi ki: "Rabbim diyor ki: "O sığır ne iyice yaşlanıp ihtiyarlamış bir sığırdır ne de henüz doığum yapmamış kadar küçük bir yaştadır. İkisinin ortası bir sığırdır. Yani henüz iki doğum yapmıştır. O halde emrolunduğnuzu yapın ki katili bilesiniz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Bakara suresi ayet 69
(Onlar da) dediler ki: “(Öyle ise) bizim için Rabbine dua et de onun rengi nedir, bize açıklasın.” (Musa): “Şüphesiz O, buyuruyor ki; o muhakkak görenlerin hoşuna gidecek parlak, sarı renkte bir inektir.” dedi.

Onlar, Musaya karşı inatlaşarak dediler ki: "Rabbine sor bakalım rengi nasıldır?" Siyah mı yoksa san mı? Musa onlara dedi ki: "Allah teala diyor ki: "O sapsarı bir sığırdır. Görünüşünün ve şeklinin güzelliğiyle bakanların çok hoşuna gider,

İsrailoğullarının bu isteği de, kendilerine lazım olmayan bir şeyi ikinci kez yapmaları ve kendilerini zora sokmalarıdır. Bu sebeple Allah onlan zor bir duruma düşürmüş ve sığırın belli bir renkte olduğunu beyan etmiştir.

Ayet-i kerimede zikredilen ve "San" diye tercüme edilen kelimesi, Hasan-ı Basri tarafından "Simsiyah" şeklinde izah edilmiş, Said b. Cübyer ve yine Hasan-ı Basri tarafından "Boynuzları ve tırnakları san" diye izah edilmiştir.

Taberi, san renginin pekiştirme sıfatı olarak kullaınılan ve "Net sarı" dmek olan kelimesini gözönünde bulundurarak ifade*sinden maksadın "Sapsarı" demek olduğunu söylemiştir.

Âyet-i kerimede, sığırın, görenlerin hoşuna giden bir sığır olduğu zikredilmiştir. Vehb, bu ifadeyi şöyle izah etmiştir "Sığıra bakıldığında sanki güneşin ışınları derisinden çıkıyormuş gibi görünüyordu ve bakanları hayran bırakıyordu.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Bakara suresi ayet 70
Onlar da dediler ki: “(Öyle ise) bizim için Rabbine dua et, onun nasıl bir şey olduğunu bize açıklasın. Muhakkak ki bu inek, bize (diğer ineklerin) benzeri gibi geliyor. Eğer Allah dilerse, muhakkak ki biz (kesilmesi emrolunan sığıra) ulaşırız.”

Onlar: "Rabbinden iste de onun mahiyetini bize iyice açıklasın. Çünkü biz onu karıştırdık. Onu, benzeri sığırlardan ayıramıyoruz. Seçemediğimiz bu sığırın ne okluğunu, Allah'ın dilemesi ve emriyle bileceğiz dediler.

Taberi diyor ki: "İsrailoğullan, peygamberlerine eziyetlerini artırıp inatçı davranışlarını sürdürünce Allah da onların cezalannı şiddetlendirdi. İbn-i Abbas'm da dediği gibi İsrailoğullan alelade bir sığırı alıp ta kesseydiler onlara yetecekti. Fakat onlar işi zorlaştırınca Allah da onları iyice zora soktu.

Atâ diyor ki: "Eğer onlar." Allah dilerse şüphesiz doğruyu buluruz." de-meseydiler ve işi böylece Allah'ın dilemesine bırakmasaydılar bu işin sonu gelmeyecekti. Demek ki emredileni yapmak, hem Allah'ın emrine uymak hem de kolay olanı yapmak demektir. İlahi emirlere kayıtsız şartsız teslim olmak, kulun yapacağı en güzel iştir. Aksi takdirde kendisini zora sokanı Allah o zorlukla başbaşa bırakır.

Peygamber efendimiz bu hususa işaretle şöyle buyurmuştur:
"Ben sizi bıraktığım sürece siz de beni bırakın. zira sizden öncekiler (çokça) soru sormaktan ve Peygamberleriyle ihtilaf etmekten helak olmuşlardır. Ben size birşeyi yasakladığımda ondan kaçının. Bir şeyi emrettiğimde de gücünüzün yettiği ölçüde onu yapın.

Taberi, Abdullah b. Abbas, Ubeyde es-Selmani, İkrinıe, Mücahiü, İbn-i Cüreyc, Katade ve İbn-i Zeyd'in "Şayet İsrailoğullan en basit bir sığın alıp ta kesmiş olsalardı elbetteki onlar için yeterli olacaktı. Fakat onlar işi zora soktular. Allah da onların işini zorlaştırdı. " şeklindeki ifadelerini naklettikten sonra bir usul-i Tefsir kaidesi olarak şunu zikretmiştir. "Allah tealanın kitapta zikrettiği ve Peygamberinin diliyle bildirdiği emir ve yasaklarının umumuna ve zahirine bakılır. Bunların hususiliğine ve bâtınına bakıImaz. Ancak Allah'ın kitabında ve Resulullah'ın sünnetinde, onların umumi olan zahiri hükümlerini hususileştirecek olan bir nass bulunacak olursa o zaman umumi olan hüküm bırakılarak hususi olan hüküm alınır. Hususi durumlarda âyetin hususi hükmü geçerlidir? Onun dışındaki durumlarda ise âyetlerin genel hükümleri geçerlidir.

Taberi sözlerine devamla diyor ki:
"Yukarıda isimleri zikredilen sahabi ve tabiîler, İsrailoğullannı, kendilerine gelen emri genel mânâda almayıp özelleştirmek istemelerinden dolayı onları kınamışlardır. Böylece bizim "Nasslann zahirine itibar edilir ve'onların genel hükümleri geçerlidir. Yeter ki onları husu-sileştiren bir nass bulunmasın." şeklindeki görüşümüzün, onların görüşlerine uygun düştüğü, hükümlerin husisiliğini iddia edenlein ise yanlışlığı ortaya çıkmaktadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Bakara suresi ayet 127
Hani o zaman ki; İbrâhîm ve İsmail, Beyt'in (Kâbe'nin) temellerini yükseltiyorlardı (ve şöyle dua ediyorlardı): “Rabbimiz, bizden (bunu) kabul buyur. Muhakkak ki Sen, (evet) Sen, (herşeyi işiten ve bilen) Semîul Alîm'sin.”

Hz. İsmail sırtıyla taş taşıyor Hz. İbrahim de binayı yapıyordu. Binanın duvarları yükselince Hz. İsmail, şu anda "Makam-ı İbrahim" de bulunan taşı getirdi. Ve Hz.İbrahim onun üzerine çıkararak yapıma devam etti.

Kabe'nin ilk defa kim tarafından yapıldığı hakkında farklı görüşler zikredilmektedir. Hz. Hüseyin'in torunu Muhammet! b. Ali el-Bûkir'dan nakledilen bir görüşe göre, Kâbeyi Hz. Âdem'den de evvel melekler yapmıştır. İbn-i Cü-reye, Ata ve Said b. el-Müseyyeb'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise Kâbeyi ilk önce Hz. Âdem yapmıştır.

İbn-i*Abbas, Kâ'b b. el-Ahbar, Katade ve Velıb b. el-Munebbih'ten nakledilen diğer bir görüşe göre ise Kfıbeyi ilk önce Şit (a.s.) yapmıştır.

Kur'an-ı Kerim'de, Kâbenin temellerinin, Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından yükseltildiği zikredilmiş daha önceki durum beyan edilmemiştir.

Bu hususta Taberi özele şu görüşleri nakletmektedir:

a- İbn-i Cüreyc Atâ'dan ve Said b. Cübeyr de Abdullah b. Abbas'tan şunu nakletmişlerdir: Kâbenin asıl temellerini, Allah'ın emriyle Hz. Âdem yapmıştır. Daha sonra bu temeller yıkılıp yeri kaybolmuştur. Sonunda Allah teala Hz. îbrahime, Kabe'nin yerini göstermiş ve onu yeniden yapmasını emretmiştir. İşte âyet-i kerime bu duruma işaret etmektedir.

Bu hususta Atadan şunlar nakledilmiştir: Hz. Âdem Allah'a dua ederek "Ey rabbim, ben artık meleklerin seslerini duyamıyonnu." demiştir. Allah teala da "Bu senin hatan yüzündendir. Sen yeryüzüne in. Orada benim için bir Bey-tullah yap. Sonra Meleklerin gökteki Beytullah'i tavaf ettikleri gibi sen de orayı tavaf et." buyurmuştur. İnsanlar, Hz. Âdemin, Beytullah'i şu beş dağdan yaptığı kanaatındadirlar. Bu dağlar da Hira, Zita. Sina, Lübnan ve Cûdî dağlarıdır. Kâbenin tabanı Hira dağındandı. İşte Âdem Kâbeyi böyle yapmıştı.Ondan sonra da İbrahim yaptı.

b- Abdullah b. Amr b. el-Ass'tan Sivar'ın, Atâ b. Ebi Rebahtan Katadenin naklettiklerine göre ve Ebandan nakledilen diğer bir görüşe göre Hz. İbrahinıin, temellerini yükselttiği Kâbenin önceki temelleri Allah tealanın, Hz. Âdemle birlikte gökten indirdiği yakut veya İnciden oluaşan temellerdi. Hz. Âdem yeryüzüne inmemişken arşın etrafını tavaf ettiği gibi yeryüzüne indikten sonra ila Kâbenin etrafında tavaf ediyordu. Sonra Nuh tufanı olunca Allah teala Kâbeyi tekrar göğe kaklardı. Hz. İbrahim de bu temellerin yerine Kâbeyi tekrar inşa etti. Bu hususta Abdullah b. Amr'ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Allah teala Âdemi cennetten yeryüzüne indirince ona "Ben, seninle birlikte bir Beytullah indireceğim. Arşımın çevresinde tavaf edildiği gibi onun çevresinde tavaf edilecek ve arşımın çevresinde namaz kılındığı gibi onun çevresinde de namaz kılınacaktır." buyurdu. Nuh tufanı olunca Beytullah göğe çekildi'. Hz. Nuhtan sonra gelen Peygamberler Kabe'nin bulunduğu yer kanaatiyla o civarda Mac yapıyorlar. Fakat Kâbenin yerini tam olarak bilemiyorlardı. Nihayet Allah tcala Hz. İbrahime Kabe'nin yerini bildirdi. İbrahim de Kâbeyi beş dağdan yaptı. Bu dağlar, Hira, Zübeyr, Lübnan, Tur ve Hamr dağlandır.

o Mücahide, Amr b. Dinar, Abdullah b.Abbas ve diğer bir kısım âlimlere güre, Kabe'nin asıl temelleri, Allah teala henüz dünyayı yaratmadan önce, dünya su halindeyken yukarı doğru kubbe halinde yükselen kırmızı bir tepecikti. Sonra Allah teala, yeryüzünü düzgün bir şekilde yarattı. Kâbenin temelini teşkil eden bu kırmızı tepe olduğu gibi kaldı. Nihayet Allah teala Hz. İbrahime, Cebrail vasıtasıyla bu tepenin yerini tanıttı. Hz. İbrahim de bunun üzerine Kâbeyi inşa etti. Başka bir rivayette, şiddetli esen bir rüzgâr vasıtasıyla Kâbenin bu temelini Hz. İbrahime tanıttı. O da bu temel üzerine Kâbeyi yaptı. İkrimenin Abdullah b. Abbastan naklettiğine göre, Kabe'nin temelleri, dünya yaratılmadan iki bin sene önce yaratılmıştır.

Taberi diyor ki: "Bize göre doğru olan görüş şudur: "Allah teala, Hz. İbrahim ile oğlu İsmailin, Beytullahil Haram olan Kâbenin duvarlarını yükselttiklerini zikretmiş bu temellerin ne zaman ve nasıl atıldıklarını beyan etmemiştir. Bu hususta Resulullahtan zikredilen sahih bir haber de yoktur. Bu itibarla Kâbenin temelleri Hz. Adem ile birlikte gökten indirilmiş te olabilir. Dünya su halindeyken kubbe şeklinde yükselen ve tepecik haline gelen bir temel de olabilir. Kâbeni, gökten indirilmiş bir inci veya yakut olmasıda, daha sonra Nuh tufanı sırasında bu inci ve yakutların göğe kaldırılmış olması da muhtemeldir. Yine Kabe'nin temellerinin Hz. Âdem tarafından atılarak yapılmış olması, daha sonra yıkılıp izlerinin kaybolmuş olması da muhtemeldir. Bunlardan herhani birini tercih ettirecek kesin bir delil yokîur.

Âyet-i kerimede "Ey Rabbimiz, bunu bizden kabul et" buyurulmakta-dır. Bir kısım müfessirler bu duanın hem Hz. İbrahim'e hem de oğlu İsmaile ait olduğunu söylemişler, diğer bazıları ise bu duamn sadece Hz. İsmaile ait olduğunu söylemişlerdir. Bu son yoruma göre âyetin mânâsı şöyledir: "Ey Resulüm hatırla, bir zaman İbrahim. Kâbenin temellerini yükseltiyor İsmail de "Ey rabbimiz. sen bunu bizden kabul et." Çünkü sen çok iyi işiten ve çok iyi bilensin." diyordu.

Müfessirler, Kâbeyi yapan ustanın sadece Hz. İbrahim mi yoksa onunla birlikte oğlu İsmail de mi olduğu hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.

Süddi ve Ubeyd b. Umeyr'e göre Kâbeyi Hz. İbrahim ve Hz. İsmail beraberce yapmışlardır. Bu hususta, Süddi'nin şunları söylediği rivayet edilmiştir. "İbrahim ve İsmaile "İbadet edenler için Kâbeyi temizlemeleri emredilince İbrahim Mekke'ye gitti. Ve oğlu İsmail ile kazmaları ellerine aldılar. Fakat, Kâbeyi nereye yapacaklarını bilemediler. Allah onlara, iki kanadı bir de başı bulunan ve âdeta yılan şeklini alan bir rüzgar gönderdi. Bu rüzgara, "Dönerek şiddetle esen rüzgar" anlamına gelen denir. Rüzgâr, İbrahim ve İsmail için Kabe'nin etrafını süpürdü. Onlara temelleri yapacakları yeri gösterdi. Onlar da kazma ile, rüzgârın temizlediği yerleri takibederek kazdılar. Böylece Kâbenin temelini yeniden kurdular. Hacerül Esved köşesine ulaşınca İbrahim, oğlu İsma-ile "Ey oğlum, git güzel bir taş bul getir buraya koyayım." dedi. İsmail "Babacığım, ben ağır hareket eden biriyim ve yorgunum." dedi. İbrahim "Git onu bana getir." dedi. Bunun üzerine İsmail gidip babasının istediği taşı aradı. Ona bulduğu bir taşı getirdi. İbrahim o taşı beğenmedi. îsmaile "Daha güzel bir taş getir." dedi. İsmail tekrar taş aramaya gitti. Bu arad Cebrail Hacerül Esvedi Hindistan'dan getirdi. Bu taş, Hz. Âdem ile birlikte çenetten gelmişti. Rengi çok beyazdı. Beyaz bir yahut halindeydi. Fakat insanların günahları yüzünden si-yahlaştı. İsmail de başka bir taş getirdi. O sırada, İbrahimin yanında, köşeye konulmuş olan Hacerül Esvedi görünce "Bunu kim getirdi?" dedi. İbrahim "Senden daha zinde olan getirdi." dedi. Ve ikisi birlikte Kâbeyi yaptılar,

Sadi b. Cübeyrin, Abdullah b. Abbas'tan naklettiğine göre ise Kâbeyi yapan asıl usta Hz. İbrahimdir. İsmail ise babasına amelelik yapmış, taş ve malzeme taşımıştır. Bu hususta Abdullah b. Abbas'm, şunları söylediği rivayet edilmektedir: "İsmail zemzem suyuna yakın bir yerde ok yaparken babası İbrahim çıkagelmiştir. İsmail babasını görünce ayağa kalkmış, buba-oğulun birbirerini karşılamaları gibi karşılamışlardır. Ondan sonra İbrahim, İsmaile "Ey İsmail, Allah bana bir şey emretti." demiş, İsmail de babasına "Rabbinin sana emrettiğini yap." demiştir. İbrahim, "Bana yardım eder misin?" diye sormuş İsmail "Evet yardım ederim." diye cevap vermiştir. İbrahim, çevresinden daha yüksek olan Kâbenin yerini göstererek "Allah bana, burada BeytuUah yapmamı emretti." demiştir. İşte bundan sonra İbrahim ve İsmail, Kâbenin temellerini yükseltmeye başlamışlardır.İsmail taş taşımış, İbrahim ise yapmıştır/Temeller yükselince İsmail, "Makam-ı İbrahim" diye adlandırılan taşı getirmiş Hz. İbrahim'in ayaklarının akına koymuş o da üzerine çıkarak Kâbeyi yapmaya devam etmiştir. Bu ara her ikisi de rablerip.e niyaz ederek "Ey rabbimiz bunu bizden kabul et. Şüphesiz ki sen. çok iyi işiten ve çok işi bilensin." demişlerdir.

Hz. Ali'den nakledilen başka bir görüşe göre, Kâbeyi yapım, Hz. İbrahimdir. Kâbenin yapımı sırasında Hz. İsmail küçük bir çocuktur. Hz. Ali den bu hususta şunlar nakledilmektedir: /tllah teala, İbrahime Kâbeyi yapmayı emredince İbrahim, hanımı Haceri ve ondan doğan küçük çocuğu İsmaili beraberine alarak Mekke'ye varmışlardır. Oraya varınca, Kabe'nin yerinde bulut şeklinde ve başı bulunan bir yaratık gördü. Onunla konuştu. O yaratık, İbrahim'e. "Ey İbrahim, benim gölgemin düştüğü yere veya benim kapladığım yere Beytullah'ı yap. Tam o kadar yap. Ne fazla olsun ne de eksik." dedi. İbrahim Kâbeyi yaptıktan sonra. Haceri ve İsmaili oraya bırakıp geri dönmeye başlamıştır. Bunun üzerine Ha-cer, "Ey İbrahim, sen bizi kime bırakıyorsun?" demiş, Hz. İbrahim de "Siz Allah'a bırakıyorum." demiştir. Hacer: "O halde git. Çünkü Allah bizi helak etmez." demiştir. İsmail son derece susamış, Hacer Safa tepesine çıkararak sağa sola bakmış fakat herhangi bir şey görememiştir. Sonra Merve tepesine çıkmış oradan da hiçbir şey görmemiştir. Sonra dönüp tekrar Safa tepesine gitmiş yine bir şey görememiştir. Bu iki tepe arsında yedi defa gidip gelmiştir. Sonra oğlunun yanına gelip "Ey İsmail öleceksin. Öl fakat gözümün önünde ölme." demiş, oradan uzaklaşmış tekrar geri döndüğünde, İsmailin, susuzluktan dolayı ayaklarıyla debelenerek yeri eşelediğini görmüştür. Bunun üzerine Cebrail Hacere seslenerek "Sen kimsin?" diye sormuş Hacer de "Ben İbrahimin oğlunun anası olan Hacer'im." demiştir. Cebrail "İbrahim sizi kime bıraktı?" demiş, Hacer de "Allah'a bıraktı." demiştir. Cebrail "O sizi, size yararlı olan birine bırakmış," demiştir? Cebrail, parmağıyla yeri araştırmış ve oradan zemzem suyu çıkmıştır. Hacer suyım akmasını önlemeye çalışırken Cebrail ona: "Bırak onu, o içilir tatlı bir sudur." demiştir

Taberi diyor ki: "Doğru olan görüş, Kâbeyi İbrahim ile İsmail'in birlikte yaptıklarını beyan eden görüştür. İkisinin tle usta yahut Hz. İbrahim'in usta Hz. İsmailin de ona yardım eden amele olması mümkündür. Zira âyet-i kerime, hem İbrahim'in hem de İsmailin, Kâbenin temellerini yükselttiklerini beyan etmektedir
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Bakara suresi ayet186
"Kullarım beni senden soruyorlarsa ben onlara çok yakınım. Dua ettikleri zaman ben onlara icâbet ederim. Onlar da bana icâbet etsinler! Bana iman etsinler ki böylece doğru yolda olanlardan olsunlar."

Kullarım beni senden soruyorlarsa. Ne soruyorlar? Nasıl dua edelim? Bağıralım mı? Çağıralım mı? O bizi duyuyor mu? Bizi görüyor mu? Bizden haberdar mı? Vesaire, vesaire.. Allah diyor ki; ben onlara yakınım.

"Dua ettikleri zaman (ben onlara icâbet ederim) dua edenin duasına icâbet ederim. Onlar da bana icâbet etsinler! (hep dua etsinler bana) Bana iman etsinler (hep benim yolumda yürüsünler ve böylece) doğru yolda olanlardan olsunlar."

Birdenbire bir dua âyetiyle karşı karşıya geliyoruz. Bir kişinin Allah’a en yakın olduğu zaman, sabırla birlikte olduğu za*mandır. Sabır oruçtur, dua da Allah’la beraber oluştur. Rabbimiz bizim için; "kullarım" diyor. Bu ne büyük bir şereftir. Bu hitap üstelik oruç âyetlerinin arasında geliyor. Allah, “Kullarım!” buyurarak bizi kendisine izâfe ediyor. Bu şerefin, bu yakınlığın, bu ünsiyetin yanında orucun meşakkati ne değer ifade eder de? Bunu duyan bir müslümanda yorgunluk, meşakkat kalır mı? Şereflerin belki en yücesi. Kullarıma söyle Peygamberim! diye bizi üçüncü şahıs zamiriyle de kullanmıyor üstelik, Rab-bimiz bizi kendisine muhatap kabul ediyor, bize yöneliyor ve bizzat kendisi, bizim sorularımıza cevap verme lütfunda bulunuyor. Yakınım diyor, dualarınızı işitirim demiyor, siz bana dua edince ben anında icâbet ederim diyor. Bu âyet-i kerîmede anlayabildiğimiz kadarıyla bize anlatılmak istenenleri şöyle bir özetleyelim inşallah:

1- Allah bize bizden, bize herşeyden daha yakındır. Bize şah damarımızdan daha yakındır Allah.

"Biz insana şah damarından daha yakınız."
(Kaf 16)

Âyeti bunu anlatır. Buna göre madem ki Allah bize bu kadar yakındır, o halde:

a- Allah’a dua ederken onu uzakta bilip, işitmez zannedip bağırıp çağırmanın, hoplayıp zıplamanın anlamı yoktur. Nitekim birilerinin böyle yüksek sesle, bağırıp çağırarak dua ettiklerini gören Allah’ın Rasûlü:

"Sizler sağıra ve gaibe dua etmiyorsunuz. Herhalde işiten ve yakın olan birine dua ediyorsunuz."
Buyurmuştur.

b- Madem ki Allah bize bizden ve herkesten yakındır; o halde duada birilerinin aracılığına ne gerek var? Aracı kullanmaya da gerek yoktur. Bir kere Rabbime ben kendim bizzat dua edebilmeliyim. Birilerinin gölgesinde, vasıtasında dua ederek şahsiyetimin ezilmesine gerek yoktur. Bundan sonra kime boyun eğecek de mü'min? Kimden korkacak da? Kime sığınacak da? Allah kendisine o kadar yakın ki; Ya Rab! Dediği anda telsizsiz, telefonsuz, aracısız anında duyan bir Allah’la karşı karşıyaysa mü'min, aracılara ne gerek var da? Hiç kimse, kişiye Allah kadar yakın olmadığına göre; aracılar kullanarak şirke düşmesinin de anlamı kalmamıştır.

2- Günahsız bir ağızla dua etmeye çalışmalıyız. Allah’ın Rasûlü Tirmizî’de:

"Kişi günah işleyip sılayı rahmi kesmedikçe, ve de acele etmedikçe Allahu Teâlâ onun duasını reddetmez."
Buyurur.
Helâl gıda çok önemlidir dua için.
Allah’ın Rasûlü bir adamdan söz eder. Adam Allah için yollara düşmüş. Cihada, sefere çıkmış, ilayı kelimetullah adına çıkmış, Allah’a dost kazandırmak, tebliğ yapmak, emri bil maruf yapmak için veya savaşarak Allah düşmanlarının işini bitirmek üzere yola çıkmış. Bu yolda büyük sıkıntılar çekmiş, büyük zorluklara katlanmış, yüzü gözü toza toprağa batmış ve bu haldeyken el kaldırıp: "Ya Rab! Ya Rab!” diyerek Allah’a dua ediyor, bir şeyler istiyor Allah’tan. Çocukları için istiyor, ülkesi için istiyor, memleketinde ittifaktan dem vurarak istiyor, devlet istiyor, düzen dirlik istiyor Bosna’dakiler, Çeçenistanda-kiler için istiyor, istiyor. Ama Allah’ın Rasûlü buyuruyor ki; bu adamın yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haram, özü haram, sözü haram. Nerede kaldı Allah bunun duasını kabul edecek?

3- Duada bir de acele etmeyeceğiz. Allah’ın Rasûlü:

"Sizden biriniz acele etmedikçe Allahu Teâlâ duanızı kabul buyurur."
Duada acele etmek, dua ettim de Allah kabul etmedi demektir.
(Buhârî, Müslim)

Dua ile istenen ihtiyacın karşılanması hemen de olabilir, bir müddet sonra da olabilir, bazen de istenen şey âhirete kalabilir. Bazen de bizim hakkımızda hayırlı olan şey, bizim istediğimizin dışında bir şey de olabilir. Öyleyse; “Olmadı! Dua ettim de kabul edilmedi!” diye acele etmeyelim. Çünkü Allah istediği zaman, istediği biçimde bizim duamızı kabul edecektir. Ve bazen bizim daha çok dua etmemizi istediği için Rabbimiz, istediğimiz şeyleri geç verebilir. Bu durumda kesinlikle ümitsizliğe düşmemeliyiz.

Değilse, yâni Allah’ın mülkü yanında bizim istediklerimiz ne kadar olabilir de? Bütün dünya insanlığı birleşse, herkes isteyebileceğinin en son sınırını istese, Allahu Teâlâ’nın mülkünden bir şey eksilir mi? Öyleyse bizim istediklerimizi geciktirmesinin sebebi, bizim biraz daha dua ederek kulluğumuzu artırmamızı istemesinden başka bir şey değildir.



4- Şurası da unutulmamalıdır ki:

"Dua bir ibâdettir."
(Ebu Dâvûd, Tirmizî, İbni Mace)

Dua dua edileni büyük tanımak, büyüklük mevkiine oturtmak, büyüklüğünü, gücünü kuvvetini kabul etmektir. Dua acziyetin ifadesidir. Dua âcizin, güçsüzün güçlüye teslimiyetinin ifadesidir. Öyleyse dua eden mü’minin duası, onu Allah’ın her ân kendisinin Rabbi ve koruyucusu olduğu düşüncesine ve her ân O’na muhtaç olduğu şuuruna götürecektir.

5- Dua ederken Allah’tan istenmesi gereken, istenmesi caiz olan şeyleri istemeliyiz. Harika, mûcize, nübüvvet ve haram*ları istemek gibi caiz olmayan şeyleri istemeyeceğiz.

6- Oruçlu dua etmeye çalışacağız. Hele hele iftar vakti yapılan duanın reddedilmeyeceğini söyler Allah’ın Rasûlü:

"Oruçlunun iftar vakti yapmış olduğu duası mutlaka kabul olur."

"İftar zamanı oruçlunun duası reddedilmez ."

Buyurur. Yine Ebu Hureyre’nin rivâyet ettikleri bir hadislerinde Allah’ın Rasûlü şöyle buyurur:

Üç kimsenin duası asla reddedilmez.

1- Âdil devlet reisinin duası.


2- İftar edinceye kadar oruçlunun duası.


3- Zulme uğrayan mazlumun duası.

Bu üç kişinin duasının asla reddedilmeyeceğini anlatıyor Allah’ın Rasûlü. Allah bizden dua etmemizi istiyor. Duaya o kadar önem verelim ki, öyle bir dua hayatı uygulayalım ki, artık bizim hayatımız hep dua olsun. Yâni Allah’la ilişkimizi hiç kesmeyelim. Çünkü dua sürekli Allah’la ilişki içinde olmaktır. Her zaman ona dua edelim. Hem de isteklerimiz meşru olduğu sürece utanmadan isteyelim ondan. Yahu bu da istenir mi, demeyelim. Çünkü istenilen kim? Allah. Yâni anamız değil, babamız değil, ağamız, patronumuz değil. Yâni başkaları gibi âciz, güçsüz, fakir birisi değil ki Rabbimiz. Üstelik biz yalvardıkça bizi seviyor. Kendisini istediklerimize sahip bildikçe, istediklerimize ehil gördükçe, istenilecek, başvurulacak tek kapı kabul ettikçe bizi seviyor.

Biz ona yöneldikçe o bizim kendisine yönelmemizden memnun oluyor. Öyleyse hemen yalvaralım, hemen yakaralım. Karnımız acıktı yalvaralım, susâdık yalvaralım, ayakkabımız kayboldu yalvaralım, ayakkabımız bulundu yalvaralım, sıkıntımız var yalvaralım cennet istiyoruz yalvaralım, cehennemden korkuyoruz yalvaralım, yalvaralım, yalvaralım.

Ve Kur’an’daki dua modellerini de iyi belleyelim. Kur’an’daki dua modelleri yanında bir de Rasûl-i Ekrem Efendimizin dua usullerini, ezkarını iyi belleyelim. Bizim toplumun en büyük hastalıklarından biri de duayı bilmemeleridir. Gerçi mekânik bir hayatımız var. İşte imam bize namazı kıldırırken duayı bile biz ona yaptırırız ve biz arkasında amin deriz. Yâni şimdi duayı bir başkasına ettirip ben de arkasından amin dedikten sonra benim dua yeteneğim kayboluyor demektir. Hacca gidiyor müslümanlar, başlarında birileri var, duayı ona yaptırıyorlar. Kişi kendisi yapmalı aslında duayı.

Hani İsrâil oğullarının hastalığıdır, bunu daha önce demeye çalışmıştım. Ağzı kurumuş sanki insanların da kendileri dua edemiyor, hep başkalarına dua ettirmeye çalışıyorlar. Aslında müslüman kendi duasını kendisi yapmalıdır. Ya Rabbi! Bana özgürlük ver! Ya Rabbi bana hürriyet ver! Ya Rabbi benim ülkeme dirlik, düzenlik ver! Ya Rabbi bana cennet ver! diyemez mi bunu müslümanlar? Elbette herkes söyleyebilir bunu, ama yine de alışmış insanlar, illa da birileri dua edecek, onlar da amin diyecekler, garip bir şey.

Allah korusun da hıristiyanlıkta olduğu gibi namazını birileri kılıverecek, orucunu birileri tutuverecek, hatmini, Kur’an’ını birileri oku-yuverecek, duasını birileri yapıverecek, haccını birileri yapıverecek tamam. Hıristiyan dünyada olduğu gibi birileri papaz olacak ötekiler ümmî olacaklar, günahı oldu mu onun yerine para verecek, namazını kılamadı mı onun yerine para verecek, birileri hallediverecek Allah ko-rusun da böylece din kaybolup gidecektir. Halbuki dua, bizim Allah’la ilişkimizi sağlayan ve hiç bitmeyen, tükenmeyen bir ibâdettir. Dua et-meyi bilmeyen kişi kulluk da yapamaz. İşte namaz bir duadır, hac bir duadır
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Ali İmran suresi ayet 38
Zekeriyya (A.S), işte orada Rabbine dua etti: "Rabbim, bana Senin katından temiz bir nesil bağışla, muhakkak ki sen duayı en iyi işitensin" dedi.

İşte orada Zekeriyya rabbine dua etti. Ey Rabbim, bana kendi katından temiz bir nesil ihsan et. Şüphesiz ki sen, duayı çok iyi işitensin." dedi.

İşte orada Zekeriyya, kendisinin ihtiyar hanımının da kısır olmasına rağmen, rabbine yönelerek dua etti ve şöyle dedi: "Ey rabbim, katından bana temiz ve salih bir evlat bahşet. Şüphesiz ki sen, sana yalvaranın duasını çok iyi işiten ve kabul edensin.

Âyet-i kerimede, Zekeriyya (a.s.) Meryemin, hiçbir vasıta olmaksızın belli nzıklarla nzıklandırıldığını görünce, yaşının büyük hanımının da kısır olmasına rağmen, AHahın kendisine çocuk vermesini arzuladi. İsta orada rabbin-den kendisine temiz bir soy vermesini niyaz etti. Bu hususta Süddi diyor ki: "Zekeriyya, Meryemin bu halini görünce dedi ki "Meryeme kış mevsiminde yaz meyvesini, yaz mevsiminde de kış meyvesini veren rab, bana da müsait olmayışıma rağmen elbette ki çocuk vermeye kadirdir. Sonra kalkıp namaz kıldı. Gizli olarak rabbine şu âyetlerde zikredilen münacaatlarda bulundu. "Hani bir zaman Zekeriyya rabbine gizlice niyaz etmişti." Şöyle demişti: "Rabbim, zayıfladım, bir deri bir kemik kaldım, saçlarım ağardı. Ey rabbim, şimdiye kadar sana dua edip te hiç mahzun ve mahrum olmadım." "Doğrusu ben, kendimden sonra yerime geçecek yakınlarımdan endişelendim. Hanımımın da çocuğu olmuyor. Bana, yerime geçecek bir oğul lütfet." "Bana ve Yakup oğullarına vâris olsun. Onu, nzanı kazananlardan eyle. "Zekeriyya yi da hatırla. O, bir zaman rabbine: "Rabbim, beni tek başıma evlatsız bırakma. Vârislerin en hayırlısı sensin." diye niyaz etti
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Ali İmran suresi ayet 61
Kim, sana ilim geldikten sonra seninle, onun hakkında mücadele ederse, ona şöyle de: "Gelin çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım sonra yalvaralım da yalancıların üzerine Allanın lanetini dileyelim.

Ey Muhammed sana, İsa hakkında bilgi gelip onun, Allanın kulu olduğu bildirildikten sonra kim seninle onun hakkında tartışmaya girişirse ona de ki: "Gelin çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, bizzat kendimizi ve kendinizi çağıralım da hep birlikte dualarımızı kabul etmesi için Allaha yalvaralım ve yalancıları Allanın lanetiyle lanetleyelim."

Hz. İsa ile ilgili bu âyetlerin, Hristiyan olan Necranlılann, Resulullaha gelen ve Hz. İsa hakkında onunla tartışmak isteyen heyeti hakkında nazil oldukları rivayet edilmiştir.

Necranlılar Resulullaha gelip onunla isa hakkında tartışarak, o zamanın âdetinden olan "Lanetieşme"yi teklif ettiler. İşte bunun üziren bu âyetler nazil oldu.

Huzeyfe el-Yeman diyor ki: "Necranın reislerinden, Âkıb ve Seyyid unvanı verilen kişiler Resulullaha geldiler. Onunla mübahele yapmak istediler. Fakat bunlardan biri diğer arkadaşına "Bunu yapma, Allaha yemin olsun ki eğer o gerçekten Peygamber ise ve biz de onunla mübahele edersek bundan sonra ne biz kurtuluruz ne de soyumuz." dedi. Bunun üzerine o iki kişi Resuiullaha dediler ki: "Biz sana istediğini vereceğiz sen bizimle birlikte güvenilen bir kişi gönder. Bizimle güvenilmeyen bir kişi gönderme." Bunun üzerine Resulullah: "Ben sizinle beraber, gerçekten güvenilir olan bir kişi göndereceğim." dedi. Sahabiler bu şerefe nail olmaya hazırlandılar. Resulullah buyurdu ki "Kalk ey Ebu Ubey-de b. el-Cerrah." Ebu Ubeyde ayağa kalkınca: "İşte ümmetin emin kişisi budür." buyurdu

Sa'd b. Ebi Vakkas diyor ki:

"Bu âyet-i kerime nazil olunca, Resulullah Aliyi, Fatimayı, Hasan ve Hü-seyini çağırdı ve dedi ki: "Ey Allahım, işte benim ehlim bunlardır."

Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: Şayet Resulullahı mübahaleye çağıran insanlar mübahaleye çıkmış olsalardı, geri döndüklerinde ne ailelerini ne de malların bulabilirlerdi.

MÜBAHALE:

Bu işe "Lanetleşme" derler ve bunu şöyle yaparlardı. Her iki taraf, kadınları ve çocuklarıyla birlikte bir yerde toplanıp kendi inanç ve iddialarının doğruluğunu savunur ve sonunda "Allahm laneti yalancının üzerine olsun." derlerdi. İşte Necranlılar bu âdete uyarak Resuluilaha da bu şekilde mü-bahale yapmayı teklif etmişlerdi. Fakat bunun sonucundan korkarak kendi tekliflerinden vaz geçmişlerdir.
 

σпця 1905

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 May 2009
Mesajlar
210
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Allah razi olsun.
Cok güzel bir paylasim.
Selam ve dua ile
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
σпця 1905,
Allah CC sizden de razı olsun
 

Emanet

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2008
Mesajlar
3,573
Tepki puanı
32
Puanları
48
Yaş
39
selamun aleyküm kardeşim..
çok güzel ve her kelimesi mühim bir paylaşımdı..
ALLAH razı olsun emeğine sağlık olsun...
ALLAH dualarımız kabul etsin inşaALLAH...
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
emanet55,
Duası kabul edilenlerden oluruz İnşaallah Allah CC razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Ali İmran suresi ayet195
Rableri onların dualarını kabul edip şu cevabı verdi: "Şüphesiz ben, erkek olsun kadın olsun içinizden amel işleyen hiçbir kimsenin amelini zayi etmem. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, benim yolumda eziyete uğrayanların, savaşanların ve öldürülenlerin günahlarını mutlaka örteceğim ve onları Allah katından bir mükafaat olarak, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükâfaatın en güzeli Allah kalındadır.

Rableri onların dualarım kabul etti ve dedi ki: "Şüphesiz ben, erkek olsun kadın olsun, içinizden amel eden herhangi bir kimsenin amelini zayi etmem. Sizler birbirinize destek olmakta ve aynı dine mensup olmakta ve benim sevabıma erişmekte aynı durumdasınız. Topluluklarım ve aşirtlerini bırakıp hicret edenlerin, müşrikler tarafından yurtlarından çıkarılanların, bana itaat ve ibadeti sebebiyle kendilerine eziyet edilenlerin, Allanın kelamını yüceltmek için savaş anların ve Allah yolunda şehit düşenlerin günahlarım mutlaka affedeceğim. Kötülüklerini örteceğim. Onların, Allah yolunda verdikleri imtihanlara karşılık. altlarında ırmaklar akan cennetlere mutlaka koyacağım. Gözlerinin gütmediği; kulaklarının işitmediği, herhangi bir insanın hatnna gelmeyen güzel nimetler, ancak Allah katındadır.

Mücahid ve Ümmü Selemenin çocuklarından birinin rivayet ettiğine göre Ümmü Seleme, Resulullaha "Ey Allahın Resulü, hicret etme hususunda erkekler zikrediliyor fakat bizler zikredilmiyoruz." demiş, bunun üzerine "Rableri onların dualarını kabul edip şu cevab vermiş ve "Şüphesiz ben, erkek olsun kadın olsun içinizden, amel işleyen hiçbir kimsenin amelini zayi etmem." âyetini indirmiştir.

Âyet-i kerimede, hicret eden. Allah yolunda eziyet gören, savaşan ve öldürülen müminlerin, bağışlanıp cennete konacakları zikredilmektedir. Bu hususta Abdullah b. Amr b. el-Ass, Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğunu işittiğini rivayet etmektedir.

"Şüphesiz ki cennete girecek olan iki fırka, kendileriyle sevilmeyen şeyler uzaklaştırılan (Kendilerine zor işler yaptırılan) muhacirlerin fakirleridir. Onlara bir şey emredildiğinde dinler ve itaat ederler. Onlardan birinin, Devlet başkanına bir ihtiyacı olsa, ölünceye kadar onun ihtiyacı karşılanmaz ve o ihtiyaç içinde ölür gider. Şüphesiz ki Aziz ve Celil olan Allah, kıyamet gününde cennete çağırır O da cennet de bütün süs ve ziynetleriyle gelir. Allah, "Ey yolumda savaşan, öldürülen ve eziyet gören ve yine benim yolumda çihad eden kullarım, siz cennete girin" buyurur. Onlar cennete, hesaba çekilmeden ve herhangi bir azap görmeden gireceklerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Enam suresi ayet 40
"De ki, "Üzerinize Allah’ın azabı geliverse, veya kıyâmet sa*ati size geliverse Allah’tan başkasına mı yal-varırsınız? Eğer sâdık*sanız söyleyin bakalım."

Onlara de ki peygamberim, anladınız mı? Her biriniz kendinizi gördünüz mü? Her biriniz kendinizi anladınız mı? Sizin vicdanlarınız var mı? Eğer vicdanlarınız varsa, eğer şuur sahibiyseniz öyleyse söyleyin bakalım. Yâni böyle vicdanlarınızın derinliklerine inerek ken*dinizi şöyle bir yoklayın. Kendinizi bir tartın da vicdanlarınızla, kendi kendinizle bir yüzleşin de söyleyin bakalım. Allah’ın azabı size geli*verse ve-ya kıyâmet saati başınıza patlayıverse, böyle ciddi bir tehlike kapınızı çalıverse, azîm bir musîbet saçlarınızı yoluverse, bir tehlike yolunuzu kesiverse, teleferik yarı yolda duruverse, karılarınız ölüm döşeğine u-zanıverse, eviniz yanıverse, kapınıza borçlular veya polis*ler geliverse böyle bir durumda siz kime yalvarırsınız? Yerde bütün kapılar yüzünüze kapandığı zaman kimin kapısını çalarsınız? Kime sığınır, kimi yardımınıza çağırırsınız? Allah’ı mı, yoksa Allah’tan baş*kalarını mı? Eğer sâdıksanız doğru söyleyin bakalım.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Enam suresi ayet 41
Hayır (bilakis), sadece O'na dua edersiniz (yalvarırsınız). Artık O dilerse, ona dua ettiğiniz şeyi giderir ve şirk (ortak) koştuğunuz şeyleri unutursunuz.

Hayır, Allahtan başkalarına değil, bu sıkıntılı anlarda bilakis Allaha yalvarırsınız. O da sizden sıkıntıyı gidermeyi dilerse duanızı kabul edip onu sizden kaldırır. Çünkü o her şeye kadir olandır. Ve herşeyin sahibidir. Bu durumda sizler artık, Allaha ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Enam suresi ayet 52
Ve sabah akşam, Rab'lerinin Zat'ını dileyerek dua edenleri kovma.Onların hesabından senin üzerine, senin hesabından onların üzerine bir şey yoktur. Artık onları kovarsan, o zaman sen zalimlerden olursun.


Müfessirler, bu âyet-i kerimenin, bir kısım güçsüz, mustaz'af müslümanlar hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Müşrikler, Resulullaha: "Sen bunları yanından kovarsan sana gider geliriz, meclisinde bulunuruz" demişler ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur.

Abdullah b. Mes'ud diyor ki:

Kureyş'in ileri gelenleri Resulullahın yanma uğradılar. Onun yanında, Habbab b. Eret, Süheyb-i Rumi, Bilal-i Habeşi, Ammar b. Yâsir ve benzeri mustaz'aflar bulunuyordu. Bu ileri gelen Kureyşliler dediler ki "Ey Muhammed, kavmini bırakıp ta bunlarla birlikte olmaya mı razı oldun?" İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu

Habbab b. Erefde bu âyetin izahında diyor ki: "Akra b. Habis et-Temimî ve Uyeyne b. Hısn el-Fezari, Resulullaha geldiler. Onun, Bilal, Süheyb, Ammar ve Habbab gibi, müminlerin mustaz'aflarının yanında oturduğunu gördüler. Bunları küçümsediler ve Resulullaha dediler ki: Biz, senin bize, Arapların üstünlüğümüzü görecekleri belli bir toplantı yeri yapmanı istiyoruz. Zira sana Arapların heyetleri geliyorlar. Biz, Arapların, bizleri bu kölelerle beraber görmelerinden utanınz. Biz, senin yanına gelince sen bunları yanından kaldır. Biz, işimizi bitirdikten sonra, sen dilersen bunlarla birlikte otur." Resulullah onlara "Evet" dedi. Onlar da "Sen bu hususta bize bir yazı yaz" dediler. Resulullah da yazı yazacak bir kağıt ile Hz, Ali'yi çağırdı. Biz bir kenarda otururken Cebrail (a.s.) işte bu âyeti ve bundan sonra gelen iki âyeti indirdi. Bunun üzerine Resu-luliah (s.a.v.) kağıdı elinden attı. Sonra bizi çağırdı. Biz onun yanına vardık. O şöyle diyordu: "Selam olsun size, Rabbiniz, merhamet etmeyi üzerine yazmıştır." Bundan sonra biz, Resulullah ile birlikte oturuyorduk. Resulullah kalkmak istidediğinde kalkıp gidiyor ve bizi orada bırakıyordu. Bunun üzerine de: "Ey Muhammed, rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam ona ibadet edenlerle birlikte dur, sabret sakın dünya hayatının ziynetine kapılıp gözünü onlardan ayırma... âyeti nazil oldu[59] Bundan sonra artık Resulullah (s.a.v.) bizimle birlikte oturuyordu. Onun kalkma zamanı gelince biz kalkıyorduk ve onu bırakıyorduk ki o da kalksın."

İkrime de diyor ki: "Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Mut'im b. Adiy, Haris b. Nevfel, Kureze b. Abd, Amr b. Nevfel, Abd-i Menaf oğullarından, kâfirlerin ileri gelenleriyle birlikte Ebu Talibe geldiler ve dediler ki: "Ey Ebu Talib, eğer kardeşinin oğlu, yanından kölelerimizi ve işçilerimizi kovarsa, bu bizim için daha hoş olur. Bizim ona itaat etmemize ona tabi olmamıza ve onu tasdik etmemize daha fazla yardımcı olur" Bunun üzerine Ebu Talip, Resulul-lah'a geldi ve konuşulanları ona anlattı. Ömer b. el-Hattab da dedi ki: "Sen bunu yapsan da baksak ne istiyorlar. Sözlerinde ne kadar durabilecekler." Bunun üzerine Allah teala "Ey Muhammed. rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'anla uyar. Onlar için Allahtan başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır. Gerekir ki Allahtan korkarlar." "Sırf Allanın rızasını dileyerek sabah akşam, rablerine dua edenleri huzurundan kovma, onların hesabından sen sorumlu değilsin. Onlar da senin hesabından sorumlu değillerdir ki, onları kovasın da zalimlerden olasın. "Neticede Allah, aramızdan bunlara mı lütufta bulundu." desinler diye onları birbirleriyle böyle imtihan ettik. Allah, şükreden!eri daha iyi bilen değil midir?" âyetlerini indirdi.

İkrime diyor ki: Orada bulunanlar Bilal, Ammar b. Yasir, Huzeyfe'nin azadlı kölesi Salim, Useyd'in kölesi Subeyh gibi kimselerdi. Abdullah b. Mes'ud, Mikdat b. Amr, Mes'ud b. Kari, Vâkıd b. Abdullah el-Hanzeli, Amr b. Abd-i Amr, Zuşşimaleyn, Mersed b. Ebu Mersed, Ebu Mersed ve benzeri, antlaşma ile Kureyş'in yanında yaşayan kimseler de bulunuyordu. İşte Kureyş'in ileri gelen kâfirleri, efendileri ve andîaşma yapanları hakkında "Biz onları birbirleriyle böyle imtihan ederiz ki onlar "Allah içimizden bunlara mı lütufta bulundu? desinler, âyeti nazil oldu. Âyet nazil olunca Ömer geldi. Söylediklerinden dolayı özür diledi. Bunun üzerine de "Âyetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman onlara şöyle de "Selam olsun size, sizden bilmeyerek bir kötülük işleyip te sonra tevbe edip nefsini ıslah eden kimseye, "Rabbiniz merhamet etmeyi üzerine almıştır. Çünkü o, çok affeden ve çok merhamet edendir" âyeti nazil oldu.

Âyet-i kerimede "Sırf Allah'ın rızasını dileyerek, sabah akşam, rablerine dua edenleri huzurundan kovma... buyuru İm aktadır.

Müfessirler, bu âyette, mü'minlerin, sırf Allah rızası için yapmış oldukları duadan neyin kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a) Abdullah b. Abbas, Mücahid, Hasan-ı Basri, Katade, Abdullah b. Ömer, Abdurrahman b. Ebi Amre ve İbrahim en-Nehaî ve Amir eş-Şa'biye göre buradaki dua'dan maksat, beş vakit namazdır. Müşrikler, namazlarını kılan müminlerin kovulmalarını istemişler, bunun üzerine de bu âyet nazil olmuştur.

b) Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre buradaki duadan maksat, namaz kılmaktır. Ancak müşrikler, namaz kılan bu müslümanların, Resulullahın meclisinden kovulmalarını değil, namazda arka safta durdurulmalarını istemişlerdir. Bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur.

c) İbrahim en-Nehai ve Mensur'a göre ise burada zikredilen duadan maksat, müminlerin, Allahı zikretmeleridir.

d) Ebu Cafer'e göre ise, Kur'an Öğrenmeleri ve onu okumalarıdır.

e) Dehhak'a göre ise rablerine ibadet etmeleridir.

Taberi, âyet-i kerimenin genel ifadesinin, bütün bu görüşleri kapsar mahiyette olduğunu söylemiştir. Zira Allah'a dua etmek olduğunu söylemiştir. Zira allah'a dua etek bazan lisanen olur ki bu da ona dua etme ve onu zikretmeyi ihtiva etmektedir. Bazan da vücudun diğer azalarıyla olur ki, bu da, farz namazları ifa etme ve diğer nafile ibadetleri de kapsamaktadır.

Bu konuda başka bir âyet-i kerimede de şöyle buyuruluyor: "Ey Muham-med, rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam ona ibadet edenlerle birlikte kendini tut. Sabret. Sakın dünya hayatının aldatıcı ziynetine kapılıp gözünü ashabından ayırma. Kötülük yapacağını bildiğimiz için, kalbini, bizi anmaktan uzaklaştırdığımız, arzularının kölesi olmuş, işi gücü haddi aşmak olan kimseye sakın uyma
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Enam suresi ayet 56
De ki: “Muhakkak ki ben, dua ettiğiniz Allah'tan başka şeylere kul olmaktan men edildim.”
De ki: “Sizin heveslerinize (nefsinizin afetlerinin dileklerine) uymam, eğer uyarsam (öyle olursa), dalâlette olmuş olurum ve hidayete erenlerden olmam.”


Rasulullah’a ve onun şahsında bütün mü’minlere, peygamber yolunun yolcularına şöyle demeleri emrediliyor. Bu bir bakıma Ra-sulullah ve mü'minler için strateji belirleme veya konum tespitiydi.

De ki, ben sizin Allah yanında, ama ondan ayrı olarak çağırdığınız, dua ettiğiniz, dâvet ettiğiniz, ibâdet ettiğiniz şeylerin tümünden nehiy olundum. Allah berisinde sizin dua edip durduğunuz, imdadınıza çağırıp durduğunuz, kendilerine kulluk yapıp durduğunuz şeylere dua etmekten, onlara kulluk etmekten men olundum. İşte peygam-berin geliş gâyelerinden en büyüğü, ya da peygamberin temel görevi budur. Sadece Allah’a ibâdet ve başkalarından sakındırma. Sadece Allah’ı yardıma çağırma ve başkalarına dua etmeme. Tevhide teşvik etme ve şirkten uzaklaştırma. İşte peygamberin geliş gâyesi budur. Sadece Allah’a kulluk ederim, Allah’ın dışında başkalarına itaat etmem. Sadece Allah’ı dinlerim ve başkalarının dediği yere gitmem.

Şirkin unsurlarından birisi de bildiğimiz gibi Allah’tan başka birilerini Allah yerine koyarak Allah’tan istenmesi gereken şeyleri onlardan istemek, onlara dua etmek, onlardan yardım dilemek ve beklemektir. Bu ya Allah’la beraber istemek biçiminde olur, yâni hem Allah’tan hem başkalarından yardım istemek biçiminde olur, hem Allah’a hem de Allah’tan başkalarına dua etmek biçiminde olur, ya da Allah’ı unutarak yalnız başkalarından istemek biçiminde olur. Bunun her ikisi de şirktir. Ama Cenâb-ı Hak isteyeceğimiz şeyleri birilerinin elinde yaratıyorsa o zaman bu sebeplere tevessül caiz oluyor. Meselâ sabır ve namazla Allah’tan yardım dilemek gibi. Sebeplere sarılırken, esbaba tevessül ederken de asla bu sebepleri Allah yerine koymamaya dikkat edeceğiz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Enam suresi ayet 63
“Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarır?” de. Gizlice ona yalvararak: “Eğer bizi bundan kurtarırsan biz mutlaka şükredenlerden oluruz.” diye dua edersiniz.


Allah teala bu âyet-i celilede, yeryüzünün veya denizin korkunç karanlık yerlerine düşen insanların, lıerşeyden ümidi kesilip ancak Allaha döndüklerini beyan etmekte, benzeri diğer âyetlerde de, Allahın, kendilerini bu sıkıntılardan kurtarmasından sonra da yine eski azgınlıklarına döndüklerini açıklamaktadır. Bu âyetlerde Duyurulmaktadır ki:

"Denizde herhangi bir tehlikeye maruz kaldığınızda, Allahtan başka, yardımını istediğiniz bütün putlar hatırınızdan silinir gider. Allah sizi tehlikeden kurtarıp karaya çıkarınca da yüzcevilirsiniz. Zaten insanoğlu nankördür.

"Sizi karada ve denizde yürüten Allahtır. Bulunduğunuz gemi, içindekileri tatlı bir rüzgarla muntazam götürürken ve yolcular da neşeli iken bir fırtına çıkarak onlara her taraftan dalgalar gelip çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca dini sadece Allaha tahsis ederler. Ve ona şöyle dua ederler: "Yemin olsun ki sen bizi bu durumdan kurtarırsan şükredenlerden oluruz." Allah onlan kurtarınca da hemen yeryüzünde haksız yere azgınlık ederler. "Ey İnsanlar, azgınlığınız ancak kendinizedir. İstediğiniz şey, dünya hayatının geçimiğidir. Sonra dönüşünüz bizedir. Yaptıklarınızı size haber vereceğim.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Enam suresi ayet 71
De ki: “Bize fayda ve zarar vermeyen Allah'tan başka şeylere mi dua edelim? Bizi Allah'ın hidayete erdirmesinden sonra, yeryüzünde şeytanların kandırıp, şaşkın bıraktığı arkadaşlarının “bize hidayete gel” diye çağırdığı kimse gibi topuklarımızın üzerinde geriye mi döndürülelim?” De ki: “Muhakkak ki; Allah'a ulaşmak, o, hidayettir ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.”

Ey Muhammed de ki: "Zarar ve fayda vermek ancak kendisine ait olan Allaha ibadeti bırakıp ta, bizlere herhangi bir zarar veya menfaat vermeye gücü yekmeyen taş ve ağaç ve benzeri şeylergibi putlara mı ibadet edelim? Allah bizi doğru yola kavuşturduktan sonra Lslamı bırakıp kâfir mi olalım? Bu takdirde bizler, şeytanın aldatmasına kapılmış ve Şeytan tarafından saptırılıp yeryüzünde şaşkına çevirilmiş bir insana benzeriz ki onun, kendisini doğru yola davet eden bir kısım arkadaşları vardır. Onlar ona "Bırak şeytanın yolunu gel bizimle beraber hak yol üzere ol." derler. Fakat bu şaşkın, arkadaşlarının davetini reddedip şeytanın davetine uyar.

Ey Muhammed, de ki: "Doğru yol, sizin, bizi davet ettiğiniz putlara tapma yolu değil, Allanın bize bildirdiği hak yoldur." Bizler, âlemlerin rabbi olan Allaha boyun eğmekle ve sadece ona ibadet etmekle emrolunduk.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu âyet-i Kerime, putları ve onlara davet edenlere Allaha davet edenleri tasvir eden bir âyettir. Allahı inkâr eden kimse, yolunu kaybeden bir şaşkına benzetilmektedir. Bu şaşkın kimseyi bir taraftan kötüler, uçuruma götüren bir yola davet ediyor. Daha önceki arkadaşları ise doğru yola çağırıyorlar. Bu kimse, kendisini uçuruma davet edene uyarsa helak olup gidecektir. Doğru yola çağırana uyarsa sağ salim menziline varacaktır.

Süddî diyor ki:
"Müşrikler, Müslümanlara "Muhammedin dinini bırakın bize uyun" demişler ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt