Enam suresi ayet 71
De ki: “Bize fayda ve zarar vermeyen Allah'tan başka şeylere mi dua edelim? Bizi Allah'ın hidayete erdirmesinden sonra, yeryüzünde şeytanların kandırıp, şaşkın bıraktığı arkadaşlarının “bize hidayete gel” diye çağırdığı kimse gibi topuklarımızın üzerinde geriye mi döndürülelim?” De ki: “Muhakkak ki; Allah'a ulaşmak, o, hidayettir ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.”
Ey Muhammed de ki: "Zarar ve fayda vermek ancak kendisine ait olan Allaha ibadeti bırakıp ta, bizlere herhangi bir zarar veya menfaat vermeye gücü yekmeyen taş ve ağaç ve benzeri şeylergibi putlara mı ibadet edelim? Allah bizi doğru yola kavuşturduktan sonra Lslamı bırakıp kâfir mi olalım? Bu takdirde bizler, şeytanın aldatmasına kapılmış ve Şeytan tarafından saptırılıp yeryüzünde şaşkına çevirilmiş bir insana benzeriz ki onun, kendisini doğru yola davet eden bir kısım arkadaşları vardır. Onlar ona "Bırak şeytanın yolunu gel bizimle beraber hak yol üzere ol." derler. Fakat bu şaşkın, arkadaşlarının davetini reddedip şeytanın davetine uyar.
Ey Muhammed, de ki: "Doğru yol, sizin, bizi davet ettiğiniz putlara tapma yolu değil, Allanın bize bildirdiği hak yoldur." Bizler, âlemlerin rabbi olan Allaha boyun eğmekle ve sadece ona ibadet etmekle emrolunduk.
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu âyet-i Kerime, putları ve onlara davet edenlere Allaha davet edenleri tasvir eden bir âyettir. Allahı inkâr eden kimse, yolunu kaybeden bir şaşkına benzetilmektedir. Bu şaşkın kimseyi bir taraftan kötüler, uçuruma götüren bir yola davet ediyor. Daha önceki arkadaşları ise doğru yola çağırıyorlar. Bu kimse, kendisini uçuruma davet edene uyarsa helak olup gidecektir. Doğru yola çağırana uyarsa sağ salim menziline varacaktır.
Süddî diyor ki: "Müşrikler, Müslümanlara "Muhammedin dinini bırakın bize uyun" demişler ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur
6 / EN'AM - 108 : Allah'tan başkasına dua edenlere sövmeyin, aksi halde ilimleri olmadan, haddi aşarak Allah'a söverler. İşte böyle bütün ümmetlere amellerini süsledik. Sonra dönüşleri Rab'lerinedir. O zaman, yapmış oldukları şeyleri, onlara haber verecek.
Onların Allah berisinde tapındıkları putlarına sövmeyin. Allah berisinde ilâh bildiklerine küfretmeyin, Allah’tan başka hayatlarında söz sahibi bilip yalvardıklarına sövmeyin ki onlar da cahillikle aşırı gi-derek sizin Allah’ınıza sövmesinler. Ya da siz o müşriklere sövmeyin ki onlar da Allah’a sövmesinler. Şu Allah berisinde Allah gibi olmadıklarını bile bile bir kısım varlıklara dua ve davetiye çıkaranlar var ya, şu müşrikler var ya sakın o müşriklere sövmeyin, çünkü onlar da bil-meziye Allah’a sövüverirler. Siz o müşrikin kendisine sövüyorsanız bile, o tutar Allah’a söver. İşte şu anda birileri Allah’tan başka birilerine davetiye çıkarıyorlar. Nasıl? Meselâ; Aman sağlığım bozuldu, se-nin şifana muhtacım! Aman senin hükmüne muhtacım! Aman himmetine, yardımına muhtacım! Aman yetiş ekmeğine, suyuna muhtacım yetiş! Diye Allah’tan başkalarını yardıma çağıranlar, onlara kul köle olmaya çalışanlar var ya, bu insanların çağırdıklarına sövmeyin, ya da bu insanların kendilerine sövmeyin, çünkü onlar da cahilce Allah’a sövmeye kalkışırlar.
Yâni birincisi adamın inancına sövmek, putuna sövmek, ötekisi de kendisine sövmek. Peki acaba bunun birincisi doğruysa, yâni adamın putuna sövmek yasaklanıyorsa kendisine sövebilecek miyiz?
Veya eğer yasaklanan kendisine sövmekse, o zaman putuna sövebilecek miyiz? Adamın kendisine sövmenin zaten yasak olduğunu biliyoruz. Gözü kör diye, boyu kısa diye adama söveceksiniz. Filan aileden, falan şehirden diye söveceksiniz. Ne hakkınız var buna? Çünkü sen öyle sövdün mü, o da Allah’a söver. Peki acaba onun inancının yanlışlığını, kötülüğünü söylemek anlamına bir sövgü olabilir mi? Eh bakıyoruz kitabımız hep söylüyor bunu. Onlar görmezler, bilmezler, anlamazlar, akletmezler, taştırlar, hayvandan beterdirler vs vs nice hakaret ifade eden sözler söylüyor. Öyleyse biz de onların yanlışlarını söyleyeceğiz tabi. Peki onlar da bize? Onlar zaten yaparlar, o ayrı şeydir de bizim ahlâkımız güzel olmalı, asla onlar gibi sövmemeliyiz.
İslâm en güzel strateji tespitidir. Onun içindir ki bütün insanlar, babalar, analar, evlâtlar, kadınlar, erkekler, talebeler, hocalar, idareciler, idare edilenler, kısacası herkes her gece ve her gündüzde, dururlarken, hareket ederlerken, yatarlarken, kalkarlarken, kazanırlarken, harcarlarken, dinlerlerken, konuşurlarken hep Kur’an’a ve Kur’-an’ın yol göstermesine muhtaçtırlar. Zira Allah’ın mesajı en güzel ve en doğru mesajdır.
Ancak hadiseler tek kişiye, tek insana ircâ edilemez, çünkü hadiseler tek kişinin iradesine bağlı olarak cereyan etmez. Meselâ bir adam düşünün ki beş dakika önce geçen dolmuşa binemediği için on dakika sonra meydana gelen bir kazada dolmuşa binenlerin tamamı ölmüş olduğu halde bu adam ölmemiştir. Beş dakika önce o dolmuşa binmeyen bu adam için kendisini ölümden kurtarmıştır diyemeyiz. Zi-ra ölümden geri kalış kurtuluş olmadığı gibi, Allah onu belki de çocuklarının babası olarak sağ bırakmış olabilir. Yahut da filanın kocası olarak, falanın dostu ve hâmisi olarak veya falanın ağzının payını ve-ren düşmanı olarak sağ kalmasını istemiş olabilir. Veya gazi olarak, kulağı şöyle olarak, bacağı böyle olarak insanlara örnek olması için Allah onu sağ bırakmış olabilir.
Evet, insanların günlük aylık ve ömürlük olarak nasıl hareket edeceklerini belirleyen İslâm, onların başka din mensuplarına karşı da nasıl davranmalarını gerektiğini belirleyendir. İşte bu âyet-i kerîmesinde Rabbimiz mü'minlerin kâfirlere karşı, müşriklere karşı stratejilerini şöyle anlatır: Onların putlarına, saygı duyup kutsâdıkları şeylere, değer verip bağlandıkları şeylere sövmeyin ki, ya da sizler putçulara sövmeyin ki onlar da cahillik edip sizin Allah’ınıza sövmesinler.
Bir kere bilelim ki yeryüzünde müşrikler vardır ve olacaklardır. Bunun bütünüyle ortadan kaldırılması da mümkün değildir. Rabbimiz onların tümüyle yok olup İslâm’a girmeleri için çırpınan peygamberine sûrenin evvelinde hatırlarsanız şöyle buyurmuştu:
“Eğer Allah dileseydi onların topunu doğru yolda toplardı. Hal böyleyken ey peygamberim sakın cahillerden olma!" (En’âm 35)
Demek ki bu insanlar da olabilecektir yeryüzünde.
İkinci olarak Müslümanın görevi put sövücülüğü değildir. Put sövücülüğü yolunda çaba harcanması caiz değildir ve zaman israfıdır. Putun kötülüğü anlatılır, ama sövülmez. Bu, o müşriklerin, o kâfirlerin dinlerinin, yollarının, hayatlarının, inanışlarının kötülüğünü gündeme getirmeyin, onları tenkit etmeyin, onlara ilişmeyin anlamına bir emir değildir. Aksine her fırsatta onların dinlerinin ve hayatlarının bozukluğunu, yollarının yanlışlığını ortaya koymakla birlikte, onların tanrılarının, ilâhlarının sahteliğini ısrarla gündeme getirmekle birlikte, onlara sövmememiz, hakarette bulunmamamız gerektiği anlatılıyor burada. Çünkü eğer bizler onların kutsadıkları, yücelttikleri tanrılarına, ilâhlarına, putlarına ve kutsal değerlerine söversek, onlar da bilgisizce bizim Allah’ımıza söverler ve zâlimce Allah’a hakaret etmeye cüret bulurlar, hak kazanırlar.
Bir Müslüman için bu sözler hiç de duyulacak, işitilecek ve da-yanılacak sözler değildir. Hiçbir Müslüman insanları Allah’ına sövdür-me makamında olmamalıdır. Hiçbir Müslümanın buna hakkı yoktur. Ama Müslüman böyle bir şeye sebep olmadığı halde, yâni onların putlarına sövmediği halde, onlar karşısında edepli davrandığı halde yine de Müslümanların Allah’ına da, Allah’ın kitabına da, peygamberine de, Allah’ın sistemine de bugün olduğu gibi her gün küfrediyorlarsa, o zaman bilelim ki Allah onların belâlarını verecektir.
Bir de İslâm’ın tebliğinde, tebliğ edilen insanların bağlandıkları şeyleri ilk defa hedef alıp işe oradan başlamak hatalıdır. Adamın tut-tuğu takımından, partisinden, derneğinden, gazetesinden, modasından, liderinden vs. işe başlamak hatadır. Zira eğer siz söze buradan başlarsanız, ona daha sonra sunacağınız mesajınızı dinlemeyecektir adam. İslâm’ı tebliğde Allah ve Resulünün istemediği odak noktalarından tebliğe başlamak, İslâm’a hücumlara sebep olmaktadır. Meselâ adam karşısındakine İslâm’ın aslı, esası, rüknü cumadır diye işe başlıyor. Kılmayacaksın cumayı diye işe başlıyor. Odak nokta olarak bunu alıyor veya darü’l harp’tir diye başlıyor. İşte muhatabın sevdiği, bağlandığı şeyle işe başlayınca bu sefer karşısındaki de onun İslâ-m’ına hakaret etmeye başlıyor. Sizin Müslümanlığınıza da, size de demeye başlıyor.
Meselâ adamın Allah ve peygamber makamında gördüğü, kendisini kutsayıp sığınmaya çalıştığı falan ve filan zâtın kötülüğü ile başlanır, bunun İslâm’da olmadığının anlatılması odak noktası yapılırsa, adamın Allah’a sayesinde dua ettiği varlığın sövme konusu edil-mesi, onun indinde doğruya sövme işini gerektirebilir. O halde mü'-mine düşen küfür ve şirki reddetmek, küfür ve şirk ehliyle peygamberlerin yaptığı gibi en güzel biçimde mücâdele etmektir.
İşte biz böylece her ümmete, her topluma amellerini süslü gösterdik. Evet onlara amellerini süslü gösteren Allah’tır, ama sonunda onlar buna lâyık olduklarından dolayıdır bu. Değilse Allah herkese İslâm’ı süslü gösterir. Ama insanlar kendi hür iradeleriyle ille de öyle istiyorlarsa, o zaman da; alın bakalım dercesine Rabbimiz sizin için öyle olsun buyurup kendi amellerini de süslü gösteriveriyor. Madem ki pislikten hoşlanıyorsunuz, haydi öyle olsun deyiverir. Tabi bir anlamda da şeytana izin verildiği için böyle olacaktır.
Evet, bakın konu biraz daha net anlaşılıyor böylece. Niye titiz davranacakmışız bu kâfirler ve müşrikler karşısında? İşte nedeni. Demek ki her ümmet, her topluluk, her din mensubu, her inanç sahibi kimseler kendi dinlerinin, kendi yollarının doğruluğuna, kutsallığına inanır, kendi değer yargılarının sıhhatine inanırlarmış. Rabbimiz diyor ki herkese kendi yolunu biz süsledik. İneğe tapınan adam da, sineğe tapınan kişi de kendi dininden, kendi inancından ve yolundan mutmain olmuş. Müslüman bu tür insanlara hakkı duyururken hikmetle ve güzellikle duyurmalı, kırıp dökmeden, sövüp saymadan anlatmaya, onları hakka, doğruya, güzele çağırmalıdır.
Evet bu âyet-i kerîmeden kâfirlerin Allah’a ne için sövmeye kalkıştıklarının sebebini anladık. Niçin sövermiş kâfir Allah’a? Öncelikle düşmanlık ve cehaletinden. Bunu âyetin önceki bölümünden an-ladık. Kâfirin vazgeçilmez iki özelliğidir bu. Düşmanlık ve cehalet. Pe-ki niçin bu böyledir? Onu da Rabbimiz âyetin ikinci bölümünde anlatıyor. Biz her ümmetin, her grubun amellerini kendilerine süslü gösterdik. Adam bâtılın, pisliğin, şirkin içine batmış ama yine de kendi di-nini, kendi yolunu doğru ve güzel görmektedir. Kendini haklı görmek-tedir. Öyleyse sövmeye gerek yoktur. Anlatın hakikati, âhireti, anlatın Allah huzuruna çıkıp sonunda hesabı ona ödeyeceğimizi, ama asla sövmeyin. Çünkü ne onlara, ne de onların dinlerine, inanışlarına, put-larına sövmeye hakkınız yoktur. Bakın Rabbimiz âyetin sonunda şöyle diyor:
Onların dönüşü Rablerinedir. Ve sonunda onların yapıp ettiklerini Allah onlara haber verecektir. Herkes ne yapacaksa yapsın. Sonunda herkes Allah’a dönecek ve Allah onlara yaptıklarının tümünü haber verecek olunca, sanki bunları söyledikten sonra Rabbimiz insanları serbest bırakıveriyor.
Evet, hepimizin Rabbi Allah’tır ve her an O’na doğru gidiyoruz. Yaşadığımız sürece yapıp ettiklerimizin hesabını Allah’a ödeyeceğiz. Sorumlu olduğumuz varlık O’dur. Hayatımızın sebebi, varlığımızın kaynağı O’dur. Bizi yaratan, yaşatan ve öldüren O’dur, sonunda bizim karşımıza amellerimize göre cennet ve cehennemi çıkaracak olan da O’dur. Öyleyse sadece O’na kulluk yapmak zorundayız. Sadece O’nu dinlemek ve O’nun gösterdiği yere gitmek zorundayız. Sadece O’nu hesaba katmak ve sadece O’nu razı etmek zorundayız. Gelin minnet borcumuz olmayan, bizim gibi yaratılmış âciz varlıkları güçsüz ve ölümlü yaratıkları Rab ve ilâh kabul etmeyelim. Çünkü iyi düşünün ki sizin tapındıklarınızın hiçbirisinde bu özellikler yoktur. Bunların hiçbirisine karşı ödeyeceğimiz bir bedel yoktur. Hiç birisinin cenneti de cehennemi de yoktur. Hiç birisine minnet borcumuz da yoktur. Hiç birisi de bizi yaratmamış, bize hiç bir şey de sağlamış değildir diyerek, tatlılıkla, kırıp dökmeden insanları uyaralım inşallah.
De ki: “Bize fayda ve zarar vermeyen Allah'tan başka şeylere mi dua edelim? Bizi Allah'ın hidayete erdirmesinden sonra, yeryüzünde şeytanların kandırıp, şaşkın bıraktığı arkadaşlarının “bize hidayete gel” diye çağırdığı kimse gibi topuklarımızın üzerinde geriye mi döndürülelim?” De ki: “Muhakkak ki; Allah'a ulaşmak, o, hidayettir ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk.”
Ey Muhammed de ki: "Zarar ve fayda vermek ancak kendisine ait olan Allaha ibadeti bırakıp ta, bizlere herhangi bir zarar veya menfaat vermeye gücü yekmeyen taş ve ağaç ve benzeri şeylergibi putlara mı ibadet edelim? Allah bizi doğru yola kavuşturduktan sonra Lslamı bırakıp kâfir mi olalım? Bu takdirde bizler, şeytanın aldatmasına kapılmış ve Şeytan tarafından saptırılıp yeryüzünde şaşkına çevirilmiş bir insana benzeriz ki onun, kendisini doğru yola davet eden bir kısım arkadaşları vardır. Onlar ona "Bırak şeytanın yolunu gel bizimle beraber hak yol üzere ol." derler. Fakat bu şaşkın, arkadaşlarının davetini reddedip şeytanın davetine uyar.
Ey Muhammed, de ki: "Doğru yol, sizin, bizi davet ettiğiniz putlara tapma yolu değil, Allanın bize bildirdiği hak yoldur." Bizler, âlemlerin rabbi olan Allaha boyun eğmekle ve sadece ona ibadet etmekle emrolunduk.
Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu âyet-i Kerime, putları ve onlara davet edenlere Allaha davet edenleri tasvir eden bir âyettir. Allahı inkâr eden kimse, yolunu kaybeden bir şaşkına benzetilmektedir. Bu şaşkın kimseyi bir taraftan kötüler, uçuruma götüren bir yola davet ediyor. Daha önceki arkadaşları ise doğru yola çağırıyorlar. Bu kimse, kendisini uçuruma davet edene uyarsa helak olup gidecektir. Doğru yola çağırana uyarsa sağ salim menziline varacaktır.
Süddî diyor ki: "Müşrikler, Müslümanlara "Muhammedin dinini bırakın bize uyun" demişler ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur
6 / EN'AM - 108 : Allah'tan başkasına dua edenlere sövmeyin, aksi halde ilimleri olmadan, haddi aşarak Allah'a söverler. İşte böyle bütün ümmetlere amellerini süsledik. Sonra dönüşleri Rab'lerinedir. O zaman, yapmış oldukları şeyleri, onlara haber verecek.
Onların Allah berisinde tapındıkları putlarına sövmeyin. Allah berisinde ilâh bildiklerine küfretmeyin, Allah’tan başka hayatlarında söz sahibi bilip yalvardıklarına sövmeyin ki onlar da cahillikle aşırı gi-derek sizin Allah’ınıza sövmesinler. Ya da siz o müşriklere sövmeyin ki onlar da Allah’a sövmesinler. Şu Allah berisinde Allah gibi olmadıklarını bile bile bir kısım varlıklara dua ve davetiye çıkaranlar var ya, şu müşrikler var ya sakın o müşriklere sövmeyin, çünkü onlar da bil-meziye Allah’a sövüverirler. Siz o müşrikin kendisine sövüyorsanız bile, o tutar Allah’a söver. İşte şu anda birileri Allah’tan başka birilerine davetiye çıkarıyorlar. Nasıl? Meselâ; Aman sağlığım bozuldu, se-nin şifana muhtacım! Aman senin hükmüne muhtacım! Aman himmetine, yardımına muhtacım! Aman yetiş ekmeğine, suyuna muhtacım yetiş! Diye Allah’tan başkalarını yardıma çağıranlar, onlara kul köle olmaya çalışanlar var ya, bu insanların çağırdıklarına sövmeyin, ya da bu insanların kendilerine sövmeyin, çünkü onlar da cahilce Allah’a sövmeye kalkışırlar.
Yâni birincisi adamın inancına sövmek, putuna sövmek, ötekisi de kendisine sövmek. Peki acaba bunun birincisi doğruysa, yâni adamın putuna sövmek yasaklanıyorsa kendisine sövebilecek miyiz?
Veya eğer yasaklanan kendisine sövmekse, o zaman putuna sövebilecek miyiz? Adamın kendisine sövmenin zaten yasak olduğunu biliyoruz. Gözü kör diye, boyu kısa diye adama söveceksiniz. Filan aileden, falan şehirden diye söveceksiniz. Ne hakkınız var buna? Çünkü sen öyle sövdün mü, o da Allah’a söver. Peki acaba onun inancının yanlışlığını, kötülüğünü söylemek anlamına bir sövgü olabilir mi? Eh bakıyoruz kitabımız hep söylüyor bunu. Onlar görmezler, bilmezler, anlamazlar, akletmezler, taştırlar, hayvandan beterdirler vs vs nice hakaret ifade eden sözler söylüyor. Öyleyse biz de onların yanlışlarını söyleyeceğiz tabi. Peki onlar da bize? Onlar zaten yaparlar, o ayrı şeydir de bizim ahlâkımız güzel olmalı, asla onlar gibi sövmemeliyiz.
İslâm en güzel strateji tespitidir. Onun içindir ki bütün insanlar, babalar, analar, evlâtlar, kadınlar, erkekler, talebeler, hocalar, idareciler, idare edilenler, kısacası herkes her gece ve her gündüzde, dururlarken, hareket ederlerken, yatarlarken, kalkarlarken, kazanırlarken, harcarlarken, dinlerlerken, konuşurlarken hep Kur’an’a ve Kur’-an’ın yol göstermesine muhtaçtırlar. Zira Allah’ın mesajı en güzel ve en doğru mesajdır.
Ancak hadiseler tek kişiye, tek insana ircâ edilemez, çünkü hadiseler tek kişinin iradesine bağlı olarak cereyan etmez. Meselâ bir adam düşünün ki beş dakika önce geçen dolmuşa binemediği için on dakika sonra meydana gelen bir kazada dolmuşa binenlerin tamamı ölmüş olduğu halde bu adam ölmemiştir. Beş dakika önce o dolmuşa binmeyen bu adam için kendisini ölümden kurtarmıştır diyemeyiz. Zi-ra ölümden geri kalış kurtuluş olmadığı gibi, Allah onu belki de çocuklarının babası olarak sağ bırakmış olabilir. Yahut da filanın kocası olarak, falanın dostu ve hâmisi olarak veya falanın ağzının payını ve-ren düşmanı olarak sağ kalmasını istemiş olabilir. Veya gazi olarak, kulağı şöyle olarak, bacağı böyle olarak insanlara örnek olması için Allah onu sağ bırakmış olabilir.
Evet, insanların günlük aylık ve ömürlük olarak nasıl hareket edeceklerini belirleyen İslâm, onların başka din mensuplarına karşı da nasıl davranmalarını gerektiğini belirleyendir. İşte bu âyet-i kerîmesinde Rabbimiz mü'minlerin kâfirlere karşı, müşriklere karşı stratejilerini şöyle anlatır: Onların putlarına, saygı duyup kutsâdıkları şeylere, değer verip bağlandıkları şeylere sövmeyin ki, ya da sizler putçulara sövmeyin ki onlar da cahillik edip sizin Allah’ınıza sövmesinler.
Bir kere bilelim ki yeryüzünde müşrikler vardır ve olacaklardır. Bunun bütünüyle ortadan kaldırılması da mümkün değildir. Rabbimiz onların tümüyle yok olup İslâm’a girmeleri için çırpınan peygamberine sûrenin evvelinde hatırlarsanız şöyle buyurmuştu:
“Eğer Allah dileseydi onların topunu doğru yolda toplardı. Hal böyleyken ey peygamberim sakın cahillerden olma!" (En’âm 35)
Demek ki bu insanlar da olabilecektir yeryüzünde.
İkinci olarak Müslümanın görevi put sövücülüğü değildir. Put sövücülüğü yolunda çaba harcanması caiz değildir ve zaman israfıdır. Putun kötülüğü anlatılır, ama sövülmez. Bu, o müşriklerin, o kâfirlerin dinlerinin, yollarının, hayatlarının, inanışlarının kötülüğünü gündeme getirmeyin, onları tenkit etmeyin, onlara ilişmeyin anlamına bir emir değildir. Aksine her fırsatta onların dinlerinin ve hayatlarının bozukluğunu, yollarının yanlışlığını ortaya koymakla birlikte, onların tanrılarının, ilâhlarının sahteliğini ısrarla gündeme getirmekle birlikte, onlara sövmememiz, hakarette bulunmamamız gerektiği anlatılıyor burada. Çünkü eğer bizler onların kutsadıkları, yücelttikleri tanrılarına, ilâhlarına, putlarına ve kutsal değerlerine söversek, onlar da bilgisizce bizim Allah’ımıza söverler ve zâlimce Allah’a hakaret etmeye cüret bulurlar, hak kazanırlar.
Bir Müslüman için bu sözler hiç de duyulacak, işitilecek ve da-yanılacak sözler değildir. Hiçbir Müslüman insanları Allah’ına sövdür-me makamında olmamalıdır. Hiçbir Müslümanın buna hakkı yoktur. Ama Müslüman böyle bir şeye sebep olmadığı halde, yâni onların putlarına sövmediği halde, onlar karşısında edepli davrandığı halde yine de Müslümanların Allah’ına da, Allah’ın kitabına da, peygamberine de, Allah’ın sistemine de bugün olduğu gibi her gün küfrediyorlarsa, o zaman bilelim ki Allah onların belâlarını verecektir.
Bir de İslâm’ın tebliğinde, tebliğ edilen insanların bağlandıkları şeyleri ilk defa hedef alıp işe oradan başlamak hatalıdır. Adamın tut-tuğu takımından, partisinden, derneğinden, gazetesinden, modasından, liderinden vs. işe başlamak hatadır. Zira eğer siz söze buradan başlarsanız, ona daha sonra sunacağınız mesajınızı dinlemeyecektir adam. İslâm’ı tebliğde Allah ve Resulünün istemediği odak noktalarından tebliğe başlamak, İslâm’a hücumlara sebep olmaktadır. Meselâ adam karşısındakine İslâm’ın aslı, esası, rüknü cumadır diye işe başlıyor. Kılmayacaksın cumayı diye işe başlıyor. Odak nokta olarak bunu alıyor veya darü’l harp’tir diye başlıyor. İşte muhatabın sevdiği, bağlandığı şeyle işe başlayınca bu sefer karşısındaki de onun İslâ-m’ına hakaret etmeye başlıyor. Sizin Müslümanlığınıza da, size de demeye başlıyor.
Meselâ adamın Allah ve peygamber makamında gördüğü, kendisini kutsayıp sığınmaya çalıştığı falan ve filan zâtın kötülüğü ile başlanır, bunun İslâm’da olmadığının anlatılması odak noktası yapılırsa, adamın Allah’a sayesinde dua ettiği varlığın sövme konusu edil-mesi, onun indinde doğruya sövme işini gerektirebilir. O halde mü'-mine düşen küfür ve şirki reddetmek, küfür ve şirk ehliyle peygamberlerin yaptığı gibi en güzel biçimde mücâdele etmektir.
İşte biz böylece her ümmete, her topluma amellerini süslü gösterdik. Evet onlara amellerini süslü gösteren Allah’tır, ama sonunda onlar buna lâyık olduklarından dolayıdır bu. Değilse Allah herkese İslâm’ı süslü gösterir. Ama insanlar kendi hür iradeleriyle ille de öyle istiyorlarsa, o zaman da; alın bakalım dercesine Rabbimiz sizin için öyle olsun buyurup kendi amellerini de süslü gösteriveriyor. Madem ki pislikten hoşlanıyorsunuz, haydi öyle olsun deyiverir. Tabi bir anlamda da şeytana izin verildiği için böyle olacaktır.
Evet, bakın konu biraz daha net anlaşılıyor böylece. Niye titiz davranacakmışız bu kâfirler ve müşrikler karşısında? İşte nedeni. Demek ki her ümmet, her topluluk, her din mensubu, her inanç sahibi kimseler kendi dinlerinin, kendi yollarının doğruluğuna, kutsallığına inanır, kendi değer yargılarının sıhhatine inanırlarmış. Rabbimiz diyor ki herkese kendi yolunu biz süsledik. İneğe tapınan adam da, sineğe tapınan kişi de kendi dininden, kendi inancından ve yolundan mutmain olmuş. Müslüman bu tür insanlara hakkı duyururken hikmetle ve güzellikle duyurmalı, kırıp dökmeden, sövüp saymadan anlatmaya, onları hakka, doğruya, güzele çağırmalıdır.
Evet bu âyet-i kerîmeden kâfirlerin Allah’a ne için sövmeye kalkıştıklarının sebebini anladık. Niçin sövermiş kâfir Allah’a? Öncelikle düşmanlık ve cehaletinden. Bunu âyetin önceki bölümünden an-ladık. Kâfirin vazgeçilmez iki özelliğidir bu. Düşmanlık ve cehalet. Pe-ki niçin bu böyledir? Onu da Rabbimiz âyetin ikinci bölümünde anlatıyor. Biz her ümmetin, her grubun amellerini kendilerine süslü gösterdik. Adam bâtılın, pisliğin, şirkin içine batmış ama yine de kendi di-nini, kendi yolunu doğru ve güzel görmektedir. Kendini haklı görmek-tedir. Öyleyse sövmeye gerek yoktur. Anlatın hakikati, âhireti, anlatın Allah huzuruna çıkıp sonunda hesabı ona ödeyeceğimizi, ama asla sövmeyin. Çünkü ne onlara, ne de onların dinlerine, inanışlarına, put-larına sövmeye hakkınız yoktur. Bakın Rabbimiz âyetin sonunda şöyle diyor:
Onların dönüşü Rablerinedir. Ve sonunda onların yapıp ettiklerini Allah onlara haber verecektir. Herkes ne yapacaksa yapsın. Sonunda herkes Allah’a dönecek ve Allah onlara yaptıklarının tümünü haber verecek olunca, sanki bunları söyledikten sonra Rabbimiz insanları serbest bırakıveriyor.
Evet, hepimizin Rabbi Allah’tır ve her an O’na doğru gidiyoruz. Yaşadığımız sürece yapıp ettiklerimizin hesabını Allah’a ödeyeceğiz. Sorumlu olduğumuz varlık O’dur. Hayatımızın sebebi, varlığımızın kaynağı O’dur. Bizi yaratan, yaşatan ve öldüren O’dur, sonunda bizim karşımıza amellerimize göre cennet ve cehennemi çıkaracak olan da O’dur. Öyleyse sadece O’na kulluk yapmak zorundayız. Sadece O’nu dinlemek ve O’nun gösterdiği yere gitmek zorundayız. Sadece O’nu hesaba katmak ve sadece O’nu razı etmek zorundayız. Gelin minnet borcumuz olmayan, bizim gibi yaratılmış âciz varlıkları güçsüz ve ölümlü yaratıkları Rab ve ilâh kabul etmeyelim. Çünkü iyi düşünün ki sizin tapındıklarınızın hiçbirisinde bu özellikler yoktur. Bunların hiçbirisine karşı ödeyeceğimiz bir bedel yoktur. Hiç birisinin cenneti de cehennemi de yoktur. Hiç birisine minnet borcumuz da yoktur. Hiç birisi de bizi yaratmamış, bize hiç bir şey de sağlamış değildir diyerek, tatlılıkla, kırıp dökmeden insanları uyaralım inşallah.