Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

"KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ. (5 Kullanıcı)

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

m_muaz yazdı:
mtekik yazdı:
S.A. DOĞRU CEVAPLADIĞIMA GÖRE SORU SORMA SIRASI BENDE

Elçiler dediler ki; "uğursuzluk kendinizdendir. Bu uğursuzluk size öğüt verildiği için mi oldu? Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz."

SURE İSMİ VE AYETLE İLGİLİ KISA AÇIKLAMA

K.S.EO.

s.a. abi..vereyim cevabı..inş..

YASİN SÜRESİ 19 ..AYET...

Yasin Suresi (Arapça: سورة يس) Kur'an-ı Kerim'in otuz altıncı sûresi.

Mekke döneminde inmiştir. 83 âyettir. Sûre, adını ilk âyeti oluşturan “Yâ-Sîn” harflerinden almıştır. Sûrede başlıca insanın ahlakî sorumlulukları, vahiy, Hz. Peygamber’i yalanlayan Kureyş kabilesi , Antakya halkına gönderilen peygamberler, Allah’ın birliğini ve kudretini gösteren deliller, öldükten sonra dirilme, hesap ve ceza konu edilmektedir


SELAMETLE..

A.S. ABİM,
CEVABINIZ DOĞRU SORUNUZU ALALIM LÜTFEN

K.S.EO.
 

m_muaz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
7,359
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

Üzerinde gözetleyici-koruyucu bulunmayan hiçbir nefis (kimse) yoktur

abi sure ismi, ayet ve acıklama..allah a emanet olun..selametle..
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

S.A. KARDEŞİM,
TARIK SURESİ 4. AYETİ KERİMESİ
Ayeti kerime ile ilgili şehid Seyyid Kutup'un fizilalil kuran tefsirinden alıntı aşağıdadır.


Yüce Allah göğe ve onun ışıkları ile karanlıkları delip geçen yıldızlarına yemin ederek her insanın başına Allah tarafından bir gözetleyici konduğunu belirtmektedir: "Hiçbir can yoktur ki başında bir koruyucu olmasın." ifadenin bu şekilde dile getirilmesi şu gerçeği pekiştirmek içindir. Hiçbir insan yoktur ki başında kendisini gözetleyen, yaptıklarını bir bir kaydeden, kendisini koruyan bir bekçi bulunmasın. Her insanın başında bu bekçi Allah'ın emriyle verilmiştir. insanın nefsine yardım eder. Zira nefis sırların ve düşüncelerin atağıdır. Çalışmanın ve karşılık almanın temeli ona dayanır.

Öyle ise ortada başıboşluk ve anarşi diye bir şey yoktur. insanlar yeryüzüne böyle serbest bekçisiz olarak salınmış değildir. Dünyanın vaadlerine koruyucusuz salınmış değillerdir. Gözetleyicisiz dilediklerini yapsınlar şeklinde bırakılmamışlardır. Herşey doğrudan en ince noktalarına varıncaya kadar tespit edilmekte, sayılmaktadır. insan bu doğrudan dakik tespitler ile hesaba çekilecek, sorgulanacaktır. Ayet-i kerime korkunç bir mesaj da vermektedir. insan nerede olursa olsun, isterse hiç kimsenin olmadığı bir yerde bulunsun. Asla yalnız olmadığını hissetmektedir. Bütün gözetleyicilerden uzaklaştığı tüm gözlerden gizlendiği ve her ışıktan emin olduğu bir sırada dahi kendini gözetleyen bir muhafız ile yüzyüzedir. Bu muhafız her tür perdeyi yırtmakta ve her gizli şeye nüfuz etmektedir. Tıpkı herşeyi örten gecenin perdesine nüfuz eden, ışığıyla delip geçen yıldız gibi. Allah'ın sanatı her yerde aynı damgayı taşımaktadır. insanın iç dünyası ile dış dünyasındaki bu sanat bir ahenk içindedir.

İnsanın gönlünü evrene bağlayan bu dokunuştan takdir ve tedbirin gerçekliğini pekiştiren göğe ve târık yıldızına yemin edilerek ortaya konan başka bir dokunuşa geçiliyor. insanın bu ilk yaratılışı da sözkonusu gerçeği gösteriyor ve insanın başıboş bırakılmadığını, kendi haline terk edilmediğini dile getiriyor.


k.s.eo.
 

sevvalmina

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
1,747
Tepki puanı
1
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

tarik suresi 4.ayeti kerime


Hiçbir nefis yoktur ki ille üzerinde bir hafız, bir koruyucu olmasın.> Her nefis üzerinde, her halde mutlak bir koruyucu vardır. Onu, her halinde bütün varlığıyla bütün fiil ve davranışlarını ve onunla ilgili olan her şeyi görür gözetir, hepsi onun koruması, gözetimi ve kontrolü altında olur. Ki O, Levh-i Mahfuz'u da koruyan yüce Allah'tır. Bir nefis ne kadar yüksek olursa olsun, her halinde üzerinde bir koruyucu bulunmaktan kurtulamaz. Hiç bir zaman kendi kendine başıboş bırakılmaz. Her an kontrol altındadır. "Oysa üzerinizde muhakkak gözcü melekler var. Dürüst yazıcılar var. Her ne yaparsanız bilirler."(İnfitar, 82/10-12) buyurulduğu üzere insanlar üzerine her yaptıklarını bilerek yazan değerli melekler ve "Onun önünden ve arkasından takip eden melekler vardır. Onu Allah'ın emrinden dolayı gözetirler."(Ra'd, 13/11) buyrulduğu üzere Allah'ın emriyle her insanı önünden ve arkasından muhafaza ederek takip eden muhafız melekler bulunmakla beraber, Kaf Sûresi'nde "Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız." (Kaf, 50/16) âyetinde geçtiği gibi onlar insanın nefsindeki her gizli vesveseye ulaşamaz; fiillerini, sözlerini, kararlarını kayıt edip zabıt tutarlarsa da bütün içindekileri bilemezler. Fakat şahdamarından daha yakın, "Her şeyi koruyucu" (Hud, 11/57), "Her şeyi hakkıyla gözetici"(Ahzab, 33/52), "Her şeye şahit" (Mâide, 5/1117) "Göğüslerdekileri bilici"(Âl-i İmran, 3/119, 154) olan yüce Allah hepsinin üzerinde koruyucudur. Bütün muhafızlar onundur. İnsanın hafızası da onun koruyucu olduğunu gösteren delillerden biridir.

Ebu Umame (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki: Mümine yüzaltmış melek vekil kılınmıştır. Onlar bal çanağından sinek kovalar gibi müminden şeytanları kovarlar. İnsan kısa bir süre kendine bırakılsa şeytanlar onu kapışıverirlerdi.

Bazıları bu âyette geçen "hâfız"ı, koruyucu hafaza melekleriyle, bazıları da amelleri kayda geçiren yazıcı kontrol melekleriyle tefsir etmek istemişlerse de asıl maksat her iki mânâ ile hepsinin üzerinde gerçek koruyucu olan yüce Allah'tır.
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

s.a. sevvalmina
soru sırası sende inşallah
k.s.eo.
 

sevvalmina

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
1,747
Tepki puanı
1
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

abi sizde cevaplamışsınız siz sorun inşallah.
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
56
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

KİMSE SORMUYORSA BEN ARAYA KAYNAK YAPIYORUM HAKKINIZI HELAL EDİN.KURAN-I KERİMDE TEBLİĞ VE İRŞAD GÖREVİMİZ OLDUĞUNU BELİRTEN AYETLER VE SURELERİ HANGİLERİDİR?ALLAHA EMANET OLUN.
 

sevvalmina

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
1,747
Tepki puanı
1
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

İRŞÂD

Doğru yoldan gitmek, doğru yolu bulmak, doğru düşünmek, akıl ve temyiz gücüne sahip olmak, irşâd ise doğru yolu gösterme, uyarma, irfan sahibi birinin bir kimseye tarikatı ve Allah yolunu göstermesi gibi anlamlara gelir. İrşâdı yapan kimseye mürşid denir. Allah'ın, sayısı doksandokuz olan güzel isimlerinden birisi de "er-Reşîd" (bk. Hûd, 11/87). Reşîd, mürşid anlamındadır. Mürşit, doğru ve hak yolu gösteren demektir. Şu halde irşâdda; rehberlik, doğru yolu gösterme, hak ve hakikate davet söz konusudur.

Terim olarak irşâdı şöyle tarif edebiliriz: Bu işe ehil kimseler tarafından insanları, dünya ve ahiret saadetine ermeleri için hak ve hakikate, doğru yola, salih amele ve her çeşit iyiliklere çağırarak, her türlü kötülükten kaçınmalarını telkin etmek.

İrşâdda muhatab olan, yani irşâd edilecek kimseler hem gayrimüslimler ve hem de müslümanlardır. Müslüman olmayanları irşâd; onları iman ve İslâm'a davet etmek demektir. Müslümanları irşâd ise; onlara imanın gereği olan salih amel ve güzel ahlâkı telkin etmektir. İrşâdı yapacak kimseler ise Peygamberlerden sonra, salih müminler ve din bilginleridir. İrşâd, dini bir emir olup müslümanlar üzerine farz-ı kifayedir. Müslümanların içlerinden bir grup bu görevi yapınca diğerlerinin üzerinden düşer. İnsanları irşâd edecek mürşidleri, din bilginlerini yetiştirmek müslümanlar üzerine farzdır. Kur'an-ı Kerîm'de: "Sizden, insanları hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk olsun" (Âlu İmrân, 3/104)buyurulur. Ümmet; grup, sınıf anlamınadır. İçinizden irşâd görevini yapacak bir grup bulunsun" veya "sizden, emr-i bi'l ma'ruf ve nehy-i ani'l münker yapacak bir topluluk oluşsun" demektir.

İnsanlık tarihinde doğru veya yanlış hiçbir sistem ve hiç bir nizam büyük kitleler tarafından kendiliğinden kabul edilmemiştir. Her hangi bir nizam ve ideolojinin kabul edilmesi için mutlaka o nizam ve ideolojinin davetçilerinin bulunması gerekir. Din için de bu genel kaide geçerlidir. Allah Teâlâ'nın insanların hidayeti için peygamberler göndermesi, bu peygamberlerin, Allah'ın dinini yeryüzünde hakim kılmak için daimi bir çalışma içerisinde bulunmaları bunun apaçık bir delilidir.

İnsanları irşâdda bulunmak, onların dünya ve ahirette saadet ve selametleri için çalışmak demektir. Bu nedenle insanları irşâd önemli bir görevdir. Bu görevi toplumda belli bir grubun üstlenmemesi, toplumun hepsinin sorumluluğuna sebep olur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Günah isleyenlerin bulunduğu bir toplumda önlemeye gücü yeten kimseler olduğu halde bunu engellemezlerse, Allah'ın, kendi nezdinden onların hepsini kapsayan bir azabın gelmesi pek yakındır" (Ebû Dâvud, Melâhim 17: İbn Mâce, Fiten, 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 361, 363, 364, 366);

"Şunu yeminle söylüyorum ki; siz ya iyiliği emreder, kötülükten sakındırmaya çalışırsınız; aksi halde Allah size içinizdeki en kötülerinizi musallat eder. Sonra hayırlılarınız dua eder, fakat duaları kabul olunmaz" (Ebu Dâvûd, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten, 9; Ahmed b. Hanbel, V, 388, 390, 391). Allah Resulune, insanların en hayırlısının kim olduğu sorulunca, şöyle cevap vermiştir: "İnsanların en hayırlısı en çok okuyanı, en muttaki olanı, iyiliği en çok emredeni, kötülükten en fazla sakındırmaya çalışanı ve en çok sıla-ı rahim yapanıdır " (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 432).

Hz. Peygamber, Veda haccı hutbesinde, dinî emir ve yasakların, bilgilerin nesilden nesile aktarılması ve irşat faaliyetinin sürdürülmesi için ümmetine görev yüklemiştir. Bu da tebliğ görevidir. "Sizden hazır olanlar, burada bulunmayanlara sözlerimi ulaştırsınlar. Umulur ki, bunları burada bulunmayanlar, bulunanlardan daha iyi anlar ve korur" (Ahmed b. Hanbel, V, 41).

Kur'an-ı Kerîm'de; "Siz insanların faydası için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız." (Âlu İmrân, 3/110) buyurulur. Onu en hayırlı yapan; iyiliği emretme, kötülükten sakındırmaya çalışma, başka bir deyimle "irşat" görevini ifa etme özelliğidir.

İrşâtın metodunu ve irşatsırasında izlenecek yolu Kur'an-ı Kerîm şöyle belirlemiştir: "Ey Peygamber! İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz ki Rabbin, yolundan sapanı da çok iyi bilir, doğru yolda yürüyenleri de çok iyi bilir" (en-Nahl, 16/125);

"Ey Musa ve Hârun! İkiniz de Firavun'a gidin. Çünkü o çok azdı. Öğüt alacağını veya korkacağını umarak ona yumuşak sözler söyleyin" (Tâhâ, 20/43-44); "(Ey habibim!) Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Eğer sen sert ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz insanlar, etrafından dağılır giderlerdi. Öyleyse onları affet ve bağışlanmalarını dile. İşlerde onlarla istişare et. Bir ise de azmettin mi, Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever" (Âlu İmrân, 3/159).

Diğer yandan mürşidin etkili olabilmesi söyledikleriyle önce kendisinin amel etmesine bağlıdır. Aksi halde irşâddan olumlu sonuç alınamayacağı ayette şöyle ifade edilir: "Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi, niçin söyleyip duruyorsunuz" (es-Saff, 61/2).

İrşâdda mürşidin amelinin önemini belirtmek üzere İslâm bilginleri; "Ey Rabbimiz bizi ulemâ-ı âmilîn ve sulehâ-i şâkirinden eyle" duasını çokça tekrar etmişlerdir. Anlamı: "Ey Rabbimiz bizi, bilgisiyle amel eden âlimler ve nimetlere şükür eden sâlihler zümresine ilhak et" demektir.

Şâmil İA.



selamünaleyküm biraz bekliycem açıklayan olmazsa tebliğide yazıcam inşallah belki okuyupda bilmeyenler vardır die açıklamalı bi şekilde yazdım çünkü bilinmesi gerekenlerden bu
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
56
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

ALLAH RAZI OLSUN CANIM,SAĞOL ÇOK GÜZEL AÇIKLANMIŞ TEBLİĞİ DE BEKLİYORUM.A.E.O.
 

tugba_m

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eki 2006
Mesajlar
606
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

Tebliğide ben yazayım inşallah
TEBLİĞ

Zaman, yer ve nitelik açısından amaca ulaşma, sona varma, nihâyete erme, resmi bir yazıyı, kararı halka veya ilgililere duyurma, bildiri, beyanname, mesaj, bir dini başkalarına anlatma ve yayılmasına çalışma. "Be-leğa" fiilinden "Tef'il" babında masdardır. Çoğulu "Tebliğat"tır.

Tebliğ, Kur'an'da "belâğ" kelimesi ile aynı anlamda kullanılmıştır. Tebliğ masdar, belâğ ise isim olarak onküsur yerde geçmektedirler. Bu kelimelerin ifâde ettiği ilâhi mesajın sahibi Yüce Allah, aracı ve vasıtası Hz. Muhammed (s.a.s), muhatabı ise, insandır.

Tebliğ, peygamberlerin sıfatlarından ve onların gerçek vazifelerindendir. Bu gerçeği ifâde eden bir ayetin meâli şöyledir:

"Ey elçi, Rabbinden sana indirileni duyur. Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur" (el-Mâide 5/67).

Bu görev yalnız Hz. Muhammed (s.a.s)'e verilmemiş, diğer peygamberlere de verilmiştir (el-A 'raf, 7/62, 68, 79, 93; el-Ahkâf, 46/23).

Tebliğ vazifesini yapan peygamberler, bu vazifelerinde zorlayıcı herhangi bir yola başvurmamışlar, sadece tebliğ vazifelerini yerine getirmişler ve sonucu Allah'a bırakmışlardır:

"Peygambere düşen, sadece tebliğ yapmaktır" (el-Mâide, 5/99) (Bu konu ile ilgili olarak bkz. Âl-î İmrân, 3/20; el-Mâide, 5/92; er-Ra'd, 13/40; en-Nahl, 16/35,82; en-Nûr, 24/54; el-Ankebût, 29/18; Yâsîn, 36/17; eş-Şuarâ, 42/48; et-Teğâbûn, 64/12).

Allah'tan aldıkları mesajları, muhatabı olan insanlara tebliğ etmekle görevli olan peygamberler, bu yolda çeşitli sıkıntılara katlanmışlar ve en güzel sabır örneğini göstermişlerdir. "(Önce) en yakın akrabanı uyar" (eş-Şuarâ, 26/214) ayeti nazil olunca, Hz. Muhammed (s.a.s) ilk tebliği, evinde topladığı Abdülmuttaliboğullarına yaptı. Daha sonra Safa tepesine çıkarak halka seslendi ve halk O'nun etrafında toplandı. Onlara, "Şu dağın arkasında düşman var desem, bana inanır mısınız?" diye sorunca, halk, "Evet, sana inanırız. Çünkü senden yalan duymadık" cevabını verdi. Öyle ise size şiddetli bir azabı haber veriyorum" deyince, amcası Ebu Leheb hakaret ifâde eden sözler sarfederek, onu susturdu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s)'in tebliğini engellemeye çalışan Ebu Leheb ve hanımı hakkında Tebbet suresi nazil oldu (Abdülfettah el-Kâdî, Esbâbü'n-Nüzûl, Beyrut,(t.y.) s. 251).

Peygamberler, tebliğ vazifelerini yerine getirirken, çeşitli sıkıntılarla karşılaşmışlardır. Ama hiç bir zaman yollarından sapmamışlar ve davalarında taviz vermemişlerdir. Hayatları bu hususta ibretli olaylarla doludur.

Bu şekilde sabırla davranarak tebliğde bulunmak, insanları hikmetli sözler ve güzel öğütlerle Allah'ın yoluna davet etmek Allah'ın, Kur'an'a kulak veren her mümine ilâhî bir emridir:

"(Ey Muhammed) Sen (insanları) Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütlerle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et" (en-Nahl, 16/125).

Bu ayette söz konusu olan "hikmet" ve "güzel öğüt", tebliğ ile ilgilenen insanlar için çok önemlidir. Hikmet, kişinin tebliğ sırasında dikkatli ve basiretli olması, bunu körü körüne yapmamasıdır. Hikmet, hitabedilen kişinin zihin, yetenek ve şartlarını gözönünde bulundurulmasını ve mesajın bunlara uygun bir şekilde iletilmesini gerektirir.

"Güzel öğüt" ise, kişinin muhatabını sadece mantıkî ikna metotlarıyla değil, aynı zamanda duygularını cezbederek de inandırmaya çalışmasıdır .

Bu ayette geçen "Onlarla en güzel şekilde mücadele et" emri de, tebliğ vazifesini ciddi bir şekilde yerine getirmeyi taleb etmektedir. Buna göre tebliğci, tatlı bir dile sahip olmalı, tebliğde soylu bir davranış göstermeli, cezbedici, akla ve mantığa uygun fikirleri öne sürmeli ve muhatabını en güzel bir şekilde ikna etmeye çalışmalıdır (el-Kurtubî, el-Camiul'i-Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire 1967, X, 200; er-Razî, et-Tefsiru'l-Kebir, Mısır 1937, XX, 138 v.d.; ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire 1977, III, 167).

Kur'an, ilahi mesajın insanlara ulaştırılması açısından büyük önem taşıyan tebliği "büyük cihad" (cihad-ı ekber) olarak tanımlar:

"Kâfirlere boyun eğme ve bununla (bu Kur'an ile) onlara karşı büyük cihâd et" (el-Furkan, 25/52).

Bu ayetteki "büyük cihâd", İslâm davası yolunda elden geleni yapmak, bu dava için bütün imkan ve kaynakları seferber etmek ve Allah'ın adını yüceltmek için tebliğde bulunmak demektir. Gerçekten de tebliğ suretiyle cihadda bulunmak, düşmana karşı silahla cihatda bulunmaktan daha büyük ve daha üstündür (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kahire 1977, IV, 125; el-Beydâvî, Envâru't-Tenzîl ve Esraru't-Te'vîl, Mısır 1955, II, 73; er-Razî, et-Tefsiru'l-Kebir, Mısır 1937, XXIV, 100).

Tebliğ ile meşgul olanlar, insanlar arasında ayırım yapmadan, genç ihtiyar, kadın erkek, herkese tebliğde bulunmalıdırlar. Ölüm döşeğinde olan insana bile, İslâm tebliğ edilmelidir. Çünkü o, iman ettikten sonra vefât ederse, ahireti kurtarılmış olur. Her hususta olduğu gibi, bu hususta da en güzel örnek, Hz. Muhammed (s.a.s)'dir. Ebu Talib'in ölüm zamanı gelince, Resulullah (s.a.s) onun yanına geldi. Orada Ebu Cehil ve Abdullah b. Ebî Ümeyye de vardı. Hz. Peygamber (s.a.s) Ebu Talib'e: "Ey amcacığım, 'Lâ-İlâhe İllallah' de, bununla Allah katında sana şehâdet edeyim " buyurdu. Ebu Cehil: "Ya Ebu Talib, Abdülmuttalib'in dininden vaz mı geçeceksin?" dedi. Resulullah (s.a) amcasına tebliğde bulunmaya davet etti. Fakat Ebu Talib, ona son söz olarak Abdülmuttalib'in dini üzerinde olduğunu söyledi ve 'Lâ İlâhe İllallah' demekten çekindi. O zaman Hz. Muhammed (s.a.s): "Allah beni men etmediği müddetçe, senin için dua edeceğim" dedi. Bunun üzerine şu ayet nâzil oldu: "Akraba bile olsalar, cehennemin halkı oldukları belli olduktan sonra (Allah'a) ortak koşanlar için mağfiret dilemek; ne peygamberin, ne de inananların yapacağı bir iş değildir" (et-Tevbe, 9/113). Ebu Talib hakkında da: "(Ey Muhammed), sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin, fakat Allah, dilediğini doğru yola iletir. O, yola gelecek olanları daha iyi bilir" (el-Kasas, 28/56) ayeti nazil oldu (Müslim, iman, 9; Muhammed b. İshâk b. Yesar, Sîretu İbn İshâk, Konya 1980, 222).

Ayrıca Kur'an, Allah'ın en büyük düşmanlarına bile tebliğin götürülmesini emreder. Hem de onları kırmadan, ezmeden, lânetlemeden ve onlara öfkelenmeden bu vazifelerinin yerine getirilmesi gerektiğini vurgular: "(Ey Musa ve Harun) Firavun'a gidin, çünkü o azmıştır. Ona yumuşak ve tatlı bir sözle tebliğde bulunun. Belki öğüt alır veya Allah'tan korkar" (Tâhâ, 20/43, 44).

Yüce Allah, Firavun'un imân etmeyeceğini elbette biliyordu. Ama yine ona tebliğin yapılmasını emretmiştir. Bunda çeşitli hikmetler vardır. İnanan insanların tebliğ vazifelerini yerine getirmeleri ve kendisine tebliğin ulaşmadığı hiç kimsenin kalmaması gerekir. Bu durum, tebliğcileri de mes'uliyetten kurtarır. Nitekim Yüce Allah başka bir ayette, Hz. Musa ve ona bağlı olanların tebliğe ısrarla devam etmelerini faydasız gören bazı insanlardan söz ederken, şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "İçlerinden bir topluluk, "Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azaba uğratacağı bir kavme hâlâ ne diye tebliğe bulunuyorsunuz?" dediler. Tebliğe devam edenler şu cevabı verdiler: Rabbiniz huzurunda özür beyanı yüzünden, bir de belki kendilerine gelir, korunurlar ümidiyle" (el-Ârâf, 7/164).

Bu durum, tebliğcinin görevini savsaklamadığına delil olur ve kendisine tebliğ yapılanın "ben bunu bilmiyordum" şeklinde mazerette bulunmasını engeller (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Mısır (t.y), IV, 34).

Merhum müfessir Elmalılı, bu ayeti açıklarken şöyle buyurmuştur: "Tebliğ vazifesini yerine getirme, herkese son nefesine varıncaya kadar bir nevi farzdır. Bununla beraber, dünyada hiç bir-hususta ümitsizliğe düşmek caiz değildir. Her ne kadar günahkâr olurlarsa olsunlar, insanların tövbe ve takvasını arzu ve ümit etmek de bir vazifedir. İnsanlığın hali sürekli değişmededir ve kader sırrı meydana gelişinden önce bilinmez. Ne bilirsiniz, bu güne kadar hiç söz dinlemeyen bu insanlar belki yarın dinleyiverir ve sakınmaya başlar, bütün bütün sakınmazsa, belki biraz sakınır ve bu sayede azabı hafifler. Her halde tebliğde bulunup öğüt vermek, tebliği terk etmekten evlâdır. Tebliği bütünüyle terk etmekte ise, hiç bir ümit yoktur. Hiç bir mukavemete maruz kalmayan fenalık daha süratle yayılır. Herhangi bir fenalığın aslını silmek mümkün olmasa da hızını azaltmaya çalışmak da göz ardı edilmemelidir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1971, IV, 2313).

Hz. Peygamber (s.a.s) veda hutbesinde İslâm'ın temel prensiplerini tebliğ ettiği zaman, sık sık hazır olanlara: "Tebliğ vazifemi yaptım mı?" diye sormuş. Onlardan olumlu cevap alınca, "Allah'ım, sen benim tebliğ vazifemi yaptığıma şahid ol!.." diyerek, bu kutsal vazifeyi yerine getirmenin sevincini yaşamıştır (Ahmed Zeki Safve, Cemheretu Hutubi'l-Arab, Mısır 1962, 1, 157).

Peygamber ve O'nun yolunda yürüyenlerin en önemli görevi, Hakk'ı tebliğdir. Her Müslüman bu konuda görevlidir. Müminlerin bu husustaki görevlerini yerine getirmeleri farzdır.

İslâm, sürtüşme, tartışma, bölünme ve parçalanma dini değildir. Onun ruhunda ve mayasında ancak Allah'a kul olmanın derin manası, birbirimize kardeş olmanın yüksek anlamı yatmaktadır. Dinde kula kul olma basiretsizliği yoktur. Günümüzün tebliğ metodu bu doğrultuda geliştirilmelidir.

İslâm dininde tebliğ, belli bir sınıfın değil, inanan bütün insanların vazifesidir. İslâm'da sınıf ayırımı yoktur. Her kişi, kendi bilgi ve kültür seviyesine göre, başkalarına tebliğde bulunup onları şuurlandırmaya çalışmak mecburiyetindedir.

Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de üzerinde önemle durduğu "davet" ve "Emr bi'l-Ma'ruf ve Nehy ani'l-Münker" de, tebliğe yakın ve onunla iç içe olan konulardır.

Hz. Muhammed (s.a.s), Allah rızası için yapılmayan her şeyin bâtıl ve faydasız olduğunu haber vermiştir (Tirmizî, Hudûd, 24, Fiten, 59, Zühd, 21; İbn Mace, Hudûd, 12, Zühd, 21). Buna göre tebliğ de, Allah rızası için yapılmalıdır. Herhangi bir maddî veya manevî menfaat niyeti ile yapılan tebliğin hiç bir faydası olmaz. Yüce Allah da Kur'an-ı Kerim'de, tebliğin herhangi bir karşılık beklemeden, Allah rızası için yapılmasını ve bu şekilde yapılan tebliği dinlemenin gerektiğini açıklamıştır (Yasin, 36/21).

Her şeyi Allah rızası için yapan, gaye olarak O'nun rızasını seçen ve bu yolda tebliğ vazifesini de bilinçli bir şekilde yerine getiren bir toplum, mutluluğun sırrına erer.

Kur'an, insanlara tebliğ edilmek üzere indirilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.s), bu yolda her türlü sıkıntıya göğüs gererek, gerektiği gibi bu vazifeyi yerine getirdi. O'nun ümmetinin de, bu vazifeyi sadece Allah rızası için ve hakkıyla yerine getirmesi gerekir.

Nureddin TURGAY
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
56
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

ALLAH RAZI OLSUN SEVVALMİNA VE TUĞBA_M KARDEŞLERİM.BU KONUYU ÇOK ÖNEMSİYORUM.UMARINM SIK SIK GÜNDENE GETİRİRİZ.BU HEPİMİZİN ASLİ GÖREVİ.ALLAHA EMANET OLUN.
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
56
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

SELAMÜNALEYKÜM.SORUSU OLAN YOK MU?BEN SORAYIM O ZAMAN.KURAN-I KERİM DE YETİMLERE BAKMA,KOLLAMA VE ONLARA KARŞI VAZİFELEREİ İÇEREN SURE VE AYETLER HANGİLERİDİR?
 

ferit

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
1,723
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

SelamünAleyküm Hayırlı Sabahlar;

Yetim:

Hani İsrailoğullarından, "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin" diye misak almıştık. Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz ve (hâlâ) yüz çeviriyorsunuz. (2/83)

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (2/177)

Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir." (2/215)

Hem dünya (konusun)da, hem ahiret (konusunda). Ve sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onları ıslah etmek (yararlı kılmak) hayırlıdır. Eğer onları aranıza katarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah bozgun (fesad) çıkaranı ıslah ediciden bilir (ayırdeder). Eğer Allah dileseydi size güçlük çıkarırdı. Şüphesiz Allah güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir." (2/220)

Yetimlere mallarını verin ve murdar olanla temiz olanı değiştirmeyin. Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu, büyük bir suçtur. (4/2)

Eğer yetim (kız)lar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, bu durumda, (onlarla değil) size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Şayet adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir (eş) ya da sağ ellerinizin malik olduğu (cariye) ile (yetinin). Bu sapmamanıza daha yakındır. (4/3)

Yetimleri, nikaha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter. (4/6)

(Mirası) Bölüşme sırasında yakınlar, yetimler ve yoksullar da hazır olursa, onları ondan rızıklandırın ve onlara güzel (maruf) söz söyleyin. (4/8)

Gerçekten, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir. (4/10)

Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (4/36)

Kadınlar konusunda senden fetva isterler. De ki: "Onlara ilişkin fetvayı size Allah veriyor. (Bu fetva,) Kendilerine yazılan (hakları veya miras)ı vermediğiniz ve kendilerini nikahlamayı istediğiniz yetim kadınlar ve zayıf çocuklar (hakkında) ile yetimlere karşı adaleti ayakta tutmanız konusunda size Kitap'ta okunmakta olanlardır. Hayır adına her ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir. (4/127)

Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz." (6/152)

Bilin ki, 'ganimet olarak ele geçirdiğiniz' şeylerin beşte biri, muhakkak Allah'ın, Resûlün, yakınların, yetimlerin, yoksulların ve yolcunundur. Eğer Allah'a, hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün, iki ordunun karşı karşıya geldiği günde (Bedir'de) kulumuza indirdiğimize iman ediyorsanız (ganimeti böyle bölüşün). Allah, herşeye güç yetirendir. (8/41)

Erginlik çağına erişinceye kadar, -o da en güzel bir tarz olması- dışında yetimin malına yaklaşmayın. Ahde vefa gösterin. Çünkü ahid bir sorumluluktur. (17/34)

Allah'ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü'ne verdiği fey, Allah'a, Resûl'e, (ve Resûl'e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, cezası (ikâbı) pek şiddetli olandır. (59/7)

Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. (76/8)

Hayır; aksine, siz yetime ikram etmiyorsunuz. (89/17)

Ya da açlık gününde doyurmaktır, Yakın olan bir yetimi, Veya sürünen bir yoksulu. (90/14, 15, 16)

Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı? (93/6)

Öyleyse, sakın yetimi üzüp-kahretme. (93/9)

İşte yetimi itip-kakan, (107/2)
 

ferit

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
1,723
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

SelamünAleyküm

Cevabım doğruysa sorum: Gerçekten biz İsrailoğulları'nı güvenli bir yurda yerleştirdik, onlara temiz rızıklar sunduk. Kendilerine bilgi gelinceye kadar anlaşmazlığa düşmemişlerdi. Şüphe yok ki, Rabbin kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri konularda haklarında hüküm verecektir.

Ayeti hangi surededir ve tefsiri lütfen...
 

nuresma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
2,975
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Konum
ankara
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

ferit yazdı:
SelamünAleyküm

Cevabım doğruysa sorum: Gerçekten biz İsrailoğulları'nı güvenli bir yurda yerleştirdik, onlara temiz rızıklar sunduk. Kendilerine bilgi gelinceye kadar anlaşmazlığa düşmemişlerdi. Şüphe yok ki, Rabbin kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri konularda haklarında hüküm verecektir.

Ayeti hangi surededir ve tefsiri lütfen...

ve aleykum selam kardeşim.

YÛNUS SÛRESİ
93- Gerçekten biz İsrailoğulları'nı güvenli bir yurda yerleştirdik, onlara temiz rızıklar sunduk. Kendilerine bilgi gelinceye kadar anlaşmazlığa düşmemişlerdi. Şüphe yok ki, Rabbin kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri konularda haklarında hüküm verecektir.

Ayeti Kerime'nin metninde yeralan, "Mübevve" kavramı güven içinde ikamet edilen yer anlamına gelir. Bu kavramın "gerçek" kavramı ile beraber verilmesi ise, oranın güvenli oluşunu kalıcılığını ve kararlılığını daha da artırmaktadır. Nitekim yalan gibi kararsızlıkla sarsılmayan, iftira gibi tutarsızlıkları içinde barındırmayan gerçeğin, kararlılığı ve değişmezliği de böyledir. Uzun deneyimlerden sonra İsrailoğulları'nın elde ettikleri bu imkânlar, gerçekten bir süre güzel bir şekilde değerlendirildi. Fakat surenin akışı burada onlara değinmiyor. Çünkü amaç onlar değildir. İsrailoğulları bir süre bu temiz ve helâl rızıklardan yararlanmışlardı. Daha sonraları Allah'ın dininden saptıkları için bu nimetlerden mahrum kılınmışlardı. Surenin akışı içinde bunlara da yer verilmiyor. Sadece bir zamanlar beraber oldukları halde daha sonra ayrılığa düştükleri, hem dinleri, hem dünyaları konusunda cahilliklerinden, bilgisizliklerinden değil, kendilerine ilim geldikten sonra ve bu ilim nedeni ile bu ilmi tutarsız, yanlış yorumlar için kullanmalarından ihtilafa düştüklerine değiniliyor.

Burada ana konu imanın zaferi, zorbalığın, azgınlığın mağlubiyeti olduğundan, surenin akışı içinde bundan sonra İsrailoğulları'na ne gibi cezalar verildiği, başlarına nelerin geldiği uzun uzadıya anlatılmıyor, ilim geldikten sonraki ayrılıklarının detaylarına inilmiyor. Bu sayfayı olduğu gibi kapatıyor. Bütün içindekileri ile beraber kıyamet gününe, hesabı görülmek üzere Allah'a havale ediliyor: "Şüphe yok ki, Rabbin kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri konularda haklarında hüküm verecektir."

Büyük kıssanın heybeti yine olduğu gibi duruyor ve son sahnenin etkisi olduğu gibi korunmuş oluyor.

Böylece Kur'an kıssalarının neden aktarıldıklarını, her kıssanın en uygun yerinde verildiğini daha iyi anlıyoruz. Bunlar sırf anlatılıp geçilen hikâyeler değildir. Belirli bir plan doğrultusunda ulaştırılan mesajlar ve dokunuşlardır.

UYARILAR VE HZ. YUNUS

Bundan sonra Hz. Musa'nın kıssasının sonu ile daha önce anlatılan Hz. Nuh'un kıssası üzerinde bir yoruma yer veriliyor. Bu yorum Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- yöneltilen bir hitap ile başlıyor. Burada daha önceki peygamberlerin başına gelenler iyice belletiliyor. Peygamberlerin hitap ettiği toplumların onları yalanlamasının nedeni açıklanıyor. Bu toplumların yalanlama nedeni, mucizelerin ve apaçık delillerin eksikliği değildir. Yüce Allah'ın daha önceki yalancılara ilişkin bir yasasıdır bu. Yüce Allah'ın insanın yaradılışında yürürlüğe koyduğu bir yasadır. İnsan buna göre iyiliği ve kötülüğü, doğru yolu veya sapık yolu tercih etme yeteneklerine sahiptir... Bu arada bir de Hz. Yunus'un kıssasına ve tam Allah'ın cezasının gönderilmek üzere olduğu bir sırada iman eden toplumun ve Allah'ın cezasının bu nedenle üzerlerinden kalktığı kıssasına özet bir şekilde işaret ediliyor. Bu belki fırsat ellerinden alınmadıkları bir sırada, yalanlayıcılara fırsatı değerlendirme imkânı verebilirdi... Bu yorumda son olarak kıssaların hepsinden alınması gereken ders özet halinde veriliyor: Yüce Allah'ın önceki milletler için geçerli olan yasası sonraki milletler için de geçerlidir. İlahi mesajı yalanlayanlar için, Allah'ın cezası ve yok oluş vardır. Peygamberlere ve onlarla birlikte olan mü'minlere ise, kurtuluş ve mükafat vardır. Bu Allah'ın kendisi için belirlediği bir gerçektir. Değişmeyen ve sapmayan sürekli geçerli bir yasadır.
Fİ ZİLAL'İL KUR'AN TEFSİRİ.
 

nuresma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
2,975
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Konum
ankara
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

sorum şu:KUR'ANI-I KERİM NENDEN ARAPÇA İNDİRİLMİŞTİR, HANGİ AYETLERDEDİR BUNUN CEVABI?
SELAM İLE...
 

ferit

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
1,723
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

nuresma yazdı:
sorum şu:KUR'ANI-I KERİM NENDEN ARAPÇA İNDİRİLMİŞTİR, HANGİ AYETLERDEDİR BUNUN CEVABI?
SELAM İLE...

SelamünAleyküm ablam

Arapça:Gerçekten biz, akıl erdirirsiniz diye, onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik. (12/2)

İşte böylece biz onu (Kur'an'ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun, sana gelen bu ilimden sonra, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir yardımcı, dost, ne bir koruyucu vardır. (13/37)

Andolsun ki biz, onların: "Bunu kendisine ancak bir beşer öğretmektedir" dediklerini biliyoruz. Saparak kendisine yöneldikleri (kimse)nin dili a'cemidir, bu ise açıkça Arapça olan bir dildir. (16/103)

Böylece biz onu, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup-sakınırlar ya da onlar için düşünme (yeteneğini) oluşturur. (20/113)

Apaçık Arapça bir dille. (26/195)

Onu Arapça bilmeyen birine indirmiş olsaydık. (26/198)

Çarpıklığı olmayan Arapça bir Kur'an'dır (bu). Umulur ki sakınırlar. (39/28)

Bilen bir kavim için, ayetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer) 'fasıllar halinde açıklanmış' Arapça Kur'an (veya okunan) kitaptır; (41/3)

İşte biz sana, böyle Arapça bir Kur'an vahyettik; şehirlerin anası (olan Mekke halkı)nı ve çevresinde olanları uyarman için ve kendisinde şüphe olmayan toplanma gününü (haber verip onları) uyarman için de. (O gün onların) Bir bölümü cennette, bir bölümü çılgınca yanan ateşin içerisindedirler. (42/7)

Gerçekten Biz onu, belki aklınızı kullanırsınız diye Arapça bir Kur'an kıldık. (43/3)

Bundan önce de, bir rehber (imam) ve bir rahmet olarak Musa'nın kitabı var. Bu da, zulmedenleri uyarmak ve ihsanda bulunanlara bir müjde olmak üzere (kendinden önceki kitapları) doğrulayıcı ve Arapça bir dil ile olan bir kitaptır. (46/12)
 

ferit

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
1,723
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

nuresma yazdı:
sorum şu:KUR'ANI-I KERİM NENDEN ARAPÇA İNDİRİLMİŞTİR, HANGİ AYETLERDEDİR BUNUN CEVABI?
SELAM İLE...

SelamünAleyküm ablam

Arapça:Gerçekten biz, akıl erdirirsiniz diye, onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik. (12/2)

İşte böylece biz onu (Kur'an'ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun, sana gelen bu ilimden sonra, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir yardımcı, dost, ne bir koruyucu vardır. (13/37)

Andolsun ki biz, onların: "Bunu kendisine ancak bir beşer öğretmektedir" dediklerini biliyoruz. Saparak kendisine yöneldikleri (kimse)nin dili a'cemidir, bu ise açıkça Arapça olan bir dildir. (16/103)

Böylece biz onu, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup-sakınırlar ya da onlar için düşünme (yeteneğini) oluşturur. (20/113)

Apaçık Arapça bir dille. (26/195)

Onu Arapça bilmeyen birine indirmiş olsaydık. (26/198)

Çarpıklığı olmayan Arapça bir Kur'an'dır (bu). Umulur ki sakınırlar. (39/28)

Bilen bir kavim için, ayetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer) 'fasıllar halinde açıklanmış' Arapça Kur'an (veya okunan) kitaptır; (41/3)

İşte biz sana, böyle Arapça bir Kur'an vahyettik; şehirlerin anası (olan Mekke halkı)nı ve çevresinde olanları uyarman için ve kendisinde şüphe olmayan toplanma gününü (haber verip onları) uyarman için de. (O gün onların) Bir bölümü cennette, bir bölümü çılgınca yanan ateşin içerisindedirler. (42/7)

Gerçekten Biz onu, belki aklınızı kullanırsınız diye Arapça bir Kur'an kıldık. (43/3)

Bundan önce de, bir rehber (imam) ve bir rahmet olarak Musa'nın kitabı var. Bu da, zulmedenleri uyarmak ve ihsanda bulunanlara bir müjde olmak üzere (kendinden önceki kitapları) doğrulayıcı ve Arapça bir dil ile olan bir kitaptır. (46/12)
 

ferit

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
1,723
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

Sorum: ALLAH C.C.nın HER YERDE olduğunu anlatan ayetler hangileridir...B)
 

m_muaz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
7,359
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

S.A KARDEŞİM BEN CEVAPLAYAYIM İNŞ..ALLAH A EMANET OL GÜZEL KARDEŞİM...

Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255

"Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. şüphesiz ki Allah kuşatandır, bilendir." (Bakara Suresi, 115)

"andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız" (Kaf Suresi, 16)

"kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım.Bakara Suresi, 186)
"Hele can boğaza gelip dayandığında, ki o sırada siz (sadece) bakıp-durursunuz, Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz." Vakıa Suresi, 83-85)

"Sizin ilahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında ilah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır." (Taha Suresi, 98)

Peki onlar, Allah'ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülmektedirler. (Al-i İmran Suresi, 83)

S.A. AKRDEŞİM ALLAH A EMANET OL..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt