Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

"KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ. (10 Kullanıcı)

M DENIZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Eyl 2006
Mesajlar
1,228
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Konum
ankara
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

S.A

16-NAHL:

1 - Allah'ın emri geldi, sakın onu acele edip istemeyiniz. Allah, müşriklerin koştukları ortaklardan münezzeh ve yücedir.

2 - Kendi emrinden ruh (vahiy) ile melekleri, kullarından dilediği peygamberlere indirip şu gerçeği insanlara bildirin, buyuruyor: Benden başka hiçbir ilâh yoktur. Ancak benden korkun.

3 - Allah gökleri ve yeri hikmeti ile yarattı. O, kâfirlerin ortak koştukları şeylerden çok yücedir.

4 - O, insanı bir meniden (spermadan) yarattı. Bir de bakarsın ki o, Rabbine karşı apaçık bir düşmandır.

5 - Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok faydalar vardır. Ve siz onlardan bir kısmını da yersiniz.

6 - O hayvanları, akşam vakti getirirken ve sabahleyin salarken, onlarda sizin için bir güzellik ve zevk vardır.

7 - Bu hayvanlar, ancak güçlükle varabileceğiniz bir memlekete yüklerinizi taşır. Rabbiniz, şüphesiz çok şefkatlidir, çok merhametlidir.

8 - Hem kendilerine binesiniz, hem de zinet olsun diye atları, katırları, ve merkepleri yarattı. Ve şu anda bilemeyeceğiniz daha nice şeyler yaratacak.

9 - Doğru yolu göstermek Allah'a aittir. Onun eğrisi de vardır. Allah dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

10 - Sizin için gökten su indiren O'dur. İçecek su ondandır; hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler de o su ile yetişir.

11 - Allah, sizin için, o su ile ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve her çeşit meyveleri bitirir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir topluluk için büyük bir ibret vardır.(1)

12 - Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.

13 - Yeryüzünde sizin için yarattığı değişik renklerdeki şeyleri de sizin hizmetinize sunmuştur. Elbette bunda öğüt alan kimseler için bir ibret vardır.

14 - Yine denizden taze et (balık) yiyesiniz ve ondan takındığınız süs eşyasını çıkarasınız diye, denizi emrinize veren Allah'tır. Gemilerin denizde suyu yararak gittiklerini görüyorsun. Lütfundan rızık aramanız ve şükretmeniz için Allah böyle yapmıştır.

15 - Allah, yeryüzü sizi sarsmasın diye oraya sabit dağlar yerleştirdi. Yolunuzu bulmanız için de nehirler ve yollar yarattı.

16 - Daha birçok âlametler yarattı. İnsanlar geceleyin de Allah'ın yarattığı yıldızlarla yönlerini bulurlar.

17 - Hiç yaratan (Allah), yaratmayan (putlar) gibi olur mu? Artık siz düşünmez misiniz?

18 - Halbuki Allah'ın nimetlerini teker teker saymaya kalkışsanız, onları sayamazsınız. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.

19 - Allah, gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilir.

20 - Kâfirlerin Allah'tan başka yalvardıkları (putlar) ise, hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar, kendileri yaratılmışlardır.

21 - O putlar, hep ölüdürler, diri değildirler ve insanların öldükten sonra ne zaman dirileceklerini de bilmezler.

22 - İlâhınız bir tek ilâhtır. Bununla beraber ahirete inanmayanların kalbleri inkârcı, kendileri de böbürlenen kimselerdir.

23 - Şüphesiz ki Allah, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Doğrusu Allah, kendilerini büyük görüp hakkı kabul etmeyenleri sevmez.

24 - Onlara: "Rabbiniz ne indirdi? denildiği zaman "Öncekilerin efsanelerini" dediler.

25 - Bunu söylemelerinin sebebi şu: Kıyamet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklendikten başka, bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yükleneceklerdir. Dikkat edin, yüklendikleri günah ne kötüdür!

26 - Onlardan öncekiler de tuzak kurdular. Fakat Allah onların binalarını temelinden sarstı, çatı tepelerinden üzerlerine çöktü ve azap onlara farkedemedikleri bir yönden geldi.

27 - Sonra kıyamet günü Allah, O kâfirleri rezil rüsvay edecek ve diyecek ki: "Hani uğrunda müminlere karşı düşman kesildiğiniz ortaklarım nerede?" Kendilerine ilim verilmiş olanlar: "Şüphesiz bugünün rezilliği ve kötülüğü kâfirleredir." diyeceklerdir.

28 - (O kâfirler), kendilerine zulmetmiş kimseler olarak, meleklerin, canlarını aldıkları kimselerdir. O vakit onlar şöyle diyerek teslim olurlar: "Biz, bir kötülükten dolayı yapmıyorduk." (Onlara): "Hayır, Allah sizin ne maksatla yaptığınızı elbette çok iyi bilendir."

29 - "O halde içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin" denir. Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!

30 - Kötülüklerden sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" denilince: "Hayır indirdi" derler. Bu dünyada güzel amel işleyenlere güzel bir mükafat var. Elbette ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Allah'tan korkanların yurdu ne güzeldir!

31 - O girecekleri yer, Adn cennetleridir ki, altından ırmaklar akar. Orada Allah'tan korkanlara diledikleri nimetler vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle mükafatlandırır.

32 - Takva sahipleri o kimselerdir ki, melekler, canlarını hoş ve rahat halde alırlar. "Selam size, yapmış olduğunuz güzel işlerin mükafatı olarak girin cennet'e..." derler.

33 - Ancak kendilerine, ruhlarını alacak meleklerin gelmesini veya Rabbinin azab emrinin (kıyametin) gelip çatmasını bekliyorlar! Kendilerinden öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmetmişlerdi.

34 - Bunun için, sonunda yaptıklarının cezası başlarına felaket oldu ve alay edip durdukları o azap, kendilerini kuşattı.

35 - Allah'a ortak koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi, ne biz, ne atalarımız O'ndan başka hiçbir şeye tapmazdık ve O'nun emri dışında hiçbir şeyi haram kılmazdık" Kendilerinden öncekiler de böyle yaptılar. Buna karşı peygamberlerin vazifesi, ancak açık-seçik bir tebliğden, ibarettir.

36 - Andolsun ki biz her ümmete, "Allah'a ibadet edin ve putlara tapmaktan sakının." diye bir peygamber gönderdik. Allah, bu ümmetlerden bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yer yüzünde bir gezip dolaşın da bakın ki, peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu bir görün?

37 - (Ey Muhammed!) Sen o kâfirlerin hidayete ermelerini ne kadar istesen de Allah, saptırdığı kimseyi hidayete erdirmez. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur.

38 - Kâfirler, "Allah ölen kimseyi diriltmez." diye en kuvvetli yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır, bu ölüleri diriltmek, Allah'ın kendisine karşı bir vaadidir. Ancak insanların çoğu bunu bilmezler.

39 - Allah ölüleri diriltecek ki, o kâfirlerin, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açıkça göstersin ve bunu inkâr edenler kendilerinin yalancı olduklarını bilsinler.

40 - Biz bir şeyi dilediğimiz zaman, ona sözümüz sadece "ol" dememizdir. O da hemen oluverir.

41 - Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, biz dünyada mutlaka onları güzel bir yere yerleştiririz. Halbuki bilirlerse ahiretin mükafatı elbette daha büyüktür.

42 - O Muhacirler, müşriklerin eziyetlerine sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.

43 - (Ey Peygamber!) Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bunu bilmiyorsanız Tevrat ve İncil âlimlerine sorun.

44 - Biz o peygamberleri mucizelerle ve kitaplarla gönderdik. Ey Peygamberim! Sana da Kur'ân'ı indirdik ki, insanlara vahyedileni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler.

45 - Sinsice kötü tuzaklar kuranlar, Allah'ın kendilerini yerin dibine geçiremeyeceğinden, yahut bilemeyecekleri bir yerden azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular?

46 - Yahut (rızık için) dolaşıp dururlarken (Allah'ın azabının) kendilerini yakalayıvermesinden emin mi oldular? Üstelik onlar, azabı engelleyici de değillerdir.

47 - Yahut ta kendilerini azar azar yakalayıp helak etmesinden emin mi oldular? Şüphesiz Rabbiniz çok şefkatlidir, çok merhametlidir.

48 - Onlar, Allah'ın yarattığı birtakım şeyleri görmediler mi ki? Gölgeleri Allah'ın kudretine boyun eğip secde ederek, sağa sola döner, dolaşır.

49 - Göklerde ve yer yüzünde bulunan canlılar ve bütün melekler, kibirlenmeden Allah'a secde ederler.

50 - Kendilerine hakim olan Rabblerinden korkarlar ve emrolundukları her şeyi yaparlar.

51 - Allah, buyurmuştur ki: İki ilâh edinmeyin. O, ancak bir ilâhdır. Onun için yalnız benden korkun.

52 - Göklerde ve yerde olan her şey yalnız O'nundur. Din de daima O'nundur. Böyle iken, siz Allah'tan başkasından mı korkarsınız?

54 - Sonra Allah bu sıkıntıyı sizden kaldırdığı zaman, bir de bakarsınız ki, içinizden bir topluluk, hemen Rablerine ortak koşarlar.

55 - Bunu kendilerine verdiğimiz nimete nankörlük etmek için yaparlar. Şimdi eğlenin bakalım! Fakat yakında bileceksiniz.

56 - Bir de müşrikler kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden tutuyorlar mahiyetini bilmedikleri şeylere (putlara) pay ayırıyorlar. Allah'a andolsun ki, siz bu yaptığınız iftiralardan mutlaka hesaba çekileceksiniz.

57 - Onlar, Allah'a kızlar isnad ediyorlar. O, bundan münezzehtir. Kendilerine ise erkek çocukları isnad ederler.

58 - Halbuki onlardan birine, kız doğum haberi müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolar, yüzü kapkara kesilir.

59 - Kendisine verilen müjdenin kötülüğü, dolayısıyla kavminden gizlenir. Şimdi acaba o çocuğu zillet ve horluğa katlanarak saklayacak mı? Yoksa toprağa mı gömecek? Dikkat edin verdikleri hüküm ne kötüdür!

60 - Ahirete iman etmeyenler için kötü sıfatlar var. En yüce sıfatlar ise, Allah'ındır. O çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

61 - Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden hesaba çekseydi, yeryüzünde kımıldayan tek canlı bırakmazdı. Fakat Allah onları, belli bir vakte kadar erteler. Müddetleri (ecelleri) geldiği zaman, onu ne bir saat erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.

62 - Müşrikler, kendilerinin hoşlanmadıkları şeyleri, Allah'a isnad ediyorlar. Dilleri, en güzel şeylerin kendilerine ait olduğunu yalan yere durmadan söyler. Hiç şüphesiz onlar için, sadece ateş vardır. Oraya en önde gidip kalacaklardır.

63 - Allah'a yemin olsun ki, biz senden önce bir çok ümmetlere peygamberler gönderdik. Ne var ki şeytan, onlara amellerini bezeyip süslü gösterdi. Bugün de o şeytan, kâfirlerin dostudur. Onlar için acı bir azab vardır.

64 - (Ey Resulüm!) Biz, sana bu kitabı (Kur'ânı) sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklaman için ve iman edecek topluma bir hidayet, bir rahmet olsun diye indirdik.

65 - Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat verdi. Şüphesiz ki bunda dinleyen bir millet için büyük bir ibret vardır.

66 - Gerçekten süt veren hayvanlarda da size bir ibret vardır. Size işkembelerindeki yem artıklarıyla kandan meydana gelen, içenlere içimi kolay halis bir süt içirmekteyiz.

67 - Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvalarından da hem içki, hem de güzel gıdalar edinirsiniz. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.

68 - Senin Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları kovanlardan kendine evler edin.

69 - Sonra meyvaların hepsinden ye de, Rabbinin (sana) kolay kıldığı yollara gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir bal çıkar ki, onda insanlar için şifâ vardır. Şüphesiz ki bunda düşünen bir millet için, büyük bir ibret vardır.

70 - Allah, sizi yarattı, sonra da sizi öldürecektir. İçinizden kimi de, biraz bilgiden sonra eşyayı önceki bildiği gibi bilmesin diye, ömrün en kötü çağına kadar yaşatılır. Şüphesiz ki Allah çok bilgili ve büyük kudret sahibidir.

71 - Allah, rızık yönünden bir kısmınızı diğerlerinden üstün kıldı. Kendilerine bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere vermiyorlar ki, onda eşit olsunlar. Durum böyle iken Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?

72 - Allah, size kendi cinsinizden eşler, o eşlerinizden de oğullar ve torunlar yarattı. Sizi helal ve güzel gıdalarla rızıklandırdı. Onlar, hâlâ batıla mı inanıyorlar? ve Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?

73 - Müşrikler, Allah'ı bırakıp, göklerden ve yerden kendileri için hiçbir rızka sahip olmayan ve sahip olmaya da güçleri yetmeyen şeylere taparlar.

74 - Artık Allah'a ortaklar koşmayın. Çünkü Allah, (eşi bulunmadığını) bilir, siz bilmezsiniz.

75 - Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile, kendisine güzel bir rızık verilen ve o rızıkdan gizli ve açık olarak harcayan hür bir insanı misal verdi. Hiç bunlar eşit olur mu? Bütün hamd Allah'a mahsustur. Doğrusu insanların çoğu bilmezler.

76 - Allah şu iki adamı da misal verdi: Bunlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez; efendisine bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, adaletle emreden ve doğru yolda bulunan adam eşit olur mu?

77 - Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah'a aittir. Kıyametin kopuşu yalnız bir göz kırpması veya daha az bir zamandan başkası değildir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

78 - Allah sizi annelerinizin karnından çıkardığı zaman hiçbir şey bilmiyordunuz. Şükredesiniz diye size işitme (duygusu), gözler ve gönüller verdi.

79 - Göğün boşluğunda Allah'ın emrine boyun eğdirilerek uçuşan kuşlara bakmadılar mı? Şüphesiz bunda inanan bir toplum için âyetler (ibretler) vardır.

80 - Allah size evlerinizden bir huzur ve dinlenme yeri yaptı. Hayvanların derilerinden gerek yolculuğunuzda ve gerekse konaklama zamanlarınızda kolayca taşıyacağınız hafif evler (çadırlar v.s.) ve yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar (giyinecek, kuşanacak, serilecek ve döşenecek) bir eşya ve ticaret malı yaptı.

81 - Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı ve sizin için dağlarda barınaklar yarattı. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyan elbiseler (zırhlar) yarattı. İşte böylece Allah müslüman olasınız diye üzerinize nimetini tamamlamaktadır.

82 - Buna rağmen eğer yüz çevirirlerse, ey Muhammed! Artık sana düşen sadece açık bir şekilde tebliğden ibarettir.

83 - Hem Allah'ın nimetini bilirler, sonra da onu inkâr ederler. Onların çoğu kâfir kimselerdir.

84 - Her ümmetten bir şahid getireceğimiz gün, artık kâfirlere ne izin verilecek, ne de onlardan özür dilemeleri istenecektir.

85 - O zulmedenler, azabı gördükleri zaman, artık onlardan ne azab hafifletilir, ne de onlara süre verilir.

86 - Ve o Allah'a ortak koşanlar, ortak koştuklarını (putları) gördükleri zaman: "Rabbimiz! İşte bunlar, seni bırakıp da kendilerine taptığımız ortaklarımızdır" diyecekler. Koştukları ortaklar da onlara; "Siz mutlaka yalancılarsınız" diye söz atarlar.

87 - O gün Allah'a teslim bayrağını çekerler, bütün o uydurdukları şeyler kendilerini bırakıp kaybolup gitmişlerdir.

88 - İnkâr eden ve (insanları) Allah yolundan çevirenler, diğer kimseleri de bozdukları için onlara azab üstüne azab artırdık.

89 - Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi üzerlerine bir şahit göndereceğiz. Seni de onların üzerine şahit getireceğiz. Bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, bir rahmet kaynağı ve bir müjdeleyici olarak indirdik.

90 - Şüphesiz ki Allah, size adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder; hayasızlıktan, fenalıktan ve azgınlıktan nehyeder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir.

91 - Bir de anlaşma yaptığınızda Allah'ın ahdini yerine getirin ve pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Allah'ı üzerinize şahid tuttuğunuz halde, nasıl olur da bozarsınız! Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızı bilir.

92 - Bir ümmet, diğer bir ümmetten (sayıca ve malca) daha çok olduğu için, yeminlerinizi aranızda aldatma vasıtası yaparak, ipliğini sağlamca eğirdikten sonra onu söküp bozmaya çalışan kadın gibi olmayın. Allah sizi bununla imtihan eder ve şüphesiz hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyleri kıyamet günü size mutlaka açıklayacaktır.

93 - Allah dileseydi elbette hepinizi tek bir ümmet yapardı. Fakat Allah dilediğini saptırır ve dilediğine de hidayet verir. Şüphesiz ki, (kıyamet gününde) bütün yaptıklarınızdan sorumlu tutulacaksınız.

94 - Yeminlerinizi aranızda aldatma ve fesada vasıta edinmeyin, sonra sağlam basmışken bir ayak kayar da Allah yolundan saptığınız için, dünyada kötü azabı tadarsınız. Ahirette de size büyük bir azab olur.

95 - Allah'ın ahdini az bir bedel karşılığında değişmeyin. Eğer bilirseniz muhakkak ki Allah katındaki sevap sizin için daha hayırlıdır.

96 - Sizin yanınızdaki dünya malı tükenir, Allah'ın katındakiler ise tükenmez. Muhakkak ki biz, Allah yolunda sabredenleri, yaptıkları amelin daha güzeliyle mükafatlandıracağız.

97 - Erkekten ve dişiden, mümin olarak kim iyi amel işlerse muhakkak onu güzel bir hayat ile yaşatacağız ve yapmakta oldukları amellerin daha güzeliyle mükafatlarını elbette vereceğiz.

98 - Şimdi Kur'ân okumak istediğin zaman önce o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.

99 - Şüphesiz ki iman edip de Rablerine tevekkül edenler üzerinde o şeytanın hiçbir nüfuzu yoktur.

100 - Şeytanın nüfuzu, ancak onu dost edinenlere ve Allah'a ortak koşanlaradır.

101 - Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman Allah ne indirdiğini pek iyi bilmiş iken kâfirler Peygambere: "Sen, ancak bir iftiracısın" dediler. Hayır öyle değil; onların çoğu bilmezler.

102 - (Ey Muhammed!) Onlara de ki: "Kur'ân'ı Cebrail, iman edenlere sebat vermek, müslümanlara bir hidayet ve bir müjde olmak için Rabbinin katından hak olarak indirdi.

103 - Muhakkak biliyoruz ki kâfirler: "Kur'ân'ı Muhammed'e bir insan öğretiyor" diyorlar. Peygambere öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur'ân ise apaçık bir Arapçadır.

104 - Allah'ın âyetlerine iman etmeyenleri, muhakkak ki Allah hidayete erdirmez ve onlara can yakıcı bir azab vardır.

105 - Yalanı ancak Allah'ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar yalancıların ta kendileridir.

106 - Kalbi iman ile sükûnet bulduğu halde (dinden dönmeye) zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah'tan bir gazab gelir ve kendilerine çok büyük bir azab vardır.

107 - Bu (azab) şundan dolayıdır ki, onlar, dünya hayatını sevmiş ve onu ahirete tercih etmişlerdir. Allah da kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.

108 - Bunlar, o kimselerdir ki; Allah kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir. Ve onlar, gafillerin ta kendileridir.

109 - Hiç şüphesiz onlar, ahirette perişan olup hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

110 - Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret eden, sonra cihad eden ve sabreden kimselerin yardımcısıdır. Bunlardan sonra Rabbin elbette çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.

111 - O gün, herkes nefsini kurtarmak için uğraşarak gelir ve herkese yaptığı işin karşılığı tamamiyle ödenir ve hiç kimseye de zulmedilmez.

112 - Allah bir şehri misal olarak verdi: Bu şehir güvenli, huzurlu idi, Oraya her yerden rızkı bol bol geliyordu. Ne var ki onlar Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıkları işler yüzünden açlık ve korku elbisesini (felâketini) tattırdı.

113 - Andolsun ki, onlara içlerinden bir peygamber geldi de onu yalanladılar. Bunun üzerine zulüm yaparlarken azab da onları yakalayıverdi.

114 - Artık Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden helal ve temiz olarak yiyin. Allah'ın nimetine şükredin, eğer gerçekten O'na ibadet edecekseniz.

115 - O size ancak ölü hayvanı, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Her kim bu haram şeyleri yemeye mecbur kalırsa (başkasının hakkına) saldırmadan ve aşırı gitmeden yiyebilir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.

116 - Dillerinizin yalan vasfetmesi ile: "Şu helaldir, şu haramdır" demeyin; aksi halde Allah'a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah'a yalan uyduranlar asla kurtulamazlar.

117 - Onlar için dünyada pek az bir menfaat var, ahirette ise çok acıklı bir azab vardır.

118 - Sana anlattıklarımızı, daha önce yahudilere de haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmemiştik. Fakat onlar kendi kendilerine zulmetmişlerdi.

119 - Sonra şüphe yok ki Rabbin, bir cahillikle günah işleyip ardından tevbe eden ve durumunu düzelten kimseleri bağışlar. Şüphesiz ki Rabbin, bu tevbeden sonra Gafurdur, Rahîmdir (çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.)

120 - Şüphesiz İbrahim Allah'a itaat eden, Hakk'a yönelen bir önderdi. Ve hiçbir zaman müşriklerden olmadı.

121 - Allah'ın nimetlerine şükredendi. Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.

122 - Ve biz ona (İbrahim'e) iyilik verdik. Şüphesiz ki o, ahirette de salihlerdendir.

123 - Sonra da (ey Muhammed!) sana: "Hakk'a yönelen ve müşriklerden olmayan İbrahim'in dinine tabi ol" diye vahyettik.

124 - Cumartesi günü (avlanmamak), ancak onda ihtilafa düşenlere farz kılındı. Şüphesiz Rabbin onların ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında kıyamet günü, aralarında elbette hükmünü verecektir.

125 - (Ey Resulüm!) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete kavuşanları da en iyi bilendir.

126 - Eğer (bir suçtan dolayı) ceza verecek olursanız size yapılan azab ve cezanın misli ile ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.

127 - (Ey Peygamber!) Sabret! Sabrın da ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan dolayı üzülme! Kurdukları tuzaklardan telaş edip sıkıntıya düşme!

128 - Şüphesiz Allah, takva sahipleri ile ve iyilikte bulunanlarla beraberdir
 

M DENIZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Eyl 2006
Mesajlar
1,228
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Konum
ankara
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

EKİ. Nahl sûresi 128 âyet olup, son üç âyeti Medine’de, diğerleri Mekke’de inmiştir. 68. âyette bal arısından söz edildiği için sûreye bu ad verilmiştir.
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

S.A. ARKADAŞLAR

MURAT KARDEŞİMİZ SORUSUNU SORSUN İNŞALLAH.

NOT: AYETİN TEFSİRİNİ YAZMAMIŞ AMA, ONUDA YAZAR İNŞALLAH.,

K.S.E.O.
 

M DENIZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Eyl 2006
Mesajlar
1,228
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Konum
ankara
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

KUSURA BAKMA MTETİK KARDEŞ BBİRAZ YOĞUNLUK VARDI O YÜZDEN YETİŞTİREMEDİM ALLAH RAZI OLSUN
Musa şöyle cevap verdi: "Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım demek ki, bana karşı husumet yok. Söylediklerimize Allah vekildir."
AYETİ HANGİ SUREDEDİR.
S.A
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

S.A. KARDEŞİM,

SORUNUN CEVABI

KASAS 28- Musa; "Bu seninle benim aramda bir sözleşmedir. Hangi süreyi yerine getirirsem bana düşmanlık yoktur. Konuştuklarımıza Allah vekildir. " dedi.

Anlaşmaya konu olan meselelerde, anlaşmanın şartlarında kapalılığa, zorlamaya ve utanmaya yer yoktur. Bu yüzden Hz. Musa -selâm üzerine olsun- öneriyi kabul ediyor, yaşlı adamın ileri sürdüğü şartlarda anlaşmaya uyacağını açıkca belirtiyor. Sonra da şu hususu ifade ediyor. "Hangi süreyi yerine getirirsem bana düşmanlık yoktur." İster sekiz yıl hizmet ederim, ister on yılı tamamlarım. Ne anlaşmanın gerektirdiği işin yükümlülüklerinden, ne de on yılı tamamlamam hususunda bir zorlamaya uğramayacağım. Çünkü sekiz yıllık hizmetten sonra bu isteğe bağlıdır. "Konuştuklarımıza Allah vekildir." Anlaşılan iki taraf arasındaki adaletin vekili ve sahibi O'dur. Hiç kuşkusuz vekil olarak Allah yeterlidir.

Hz. Musa fıtratın doğruluğu, kişiliğinin açıklığı doğrultusunda hareket ederek bu açıklamada bulunuyor. Bununla anlaşmaya taraf olanların dikkat, açıklılık ve netlik gibi yükümlülüklerini yerine getiriyor. Bununla beraber o, sürelerin daha uzun olanını tamamlamak niyetindedir. Nitekim öyle de yapmıştı. Rivayete göre peygamber efendimiz-salât ve selâm üzerine olsun- Hz. Musa'nın sözleşmedeki en uzun ve en güzel süreyi tamamladığını söylemiştir. (Buhari)

Böylece Musa -selâm üzerine olsun- kayınpederinin evinde kalmaya başlıyor. Artık Firavun'dan, onun tuzağından emindir. Hiç kuşkusuz bütün bunlar yüce Allah'ın bilgisinin kıssasında öngörülen bir hikmet doğrultusunda olmuştur. Şu halde biz de Hz. Musa'nın kıssasındaki bu halkayı sonuna kadarki gelişmesini burada bırakalım. Çünkü akışı kıssanın bu halkasını buraya kadar getiriyor, gerisine değinmiyor. Burada perdelerini indiriyor.

Hz. Musa'nın -selâm üzerine olsun- hizmet etmek üzere anlaştığı on sene geçip gidiyor. Ama surenin akışı bu arada olup bitenlere değinmiyor. Musa süreyi tamamlayıp ailesiyle birlikte Medyen'den dönmesiyle birlikte kıssanın üçüncü halkası başlıyor. On yıl önce yalnız başına ve yurdundan kovulmuş biri olarak geçtiği yoldan yeniden geçiyor. Ne var ki geriye dönüşün havası ilk yolculuğun havasından farklıdır. Yolda aklına bile getirmediği bir olayla karşılaşmak üzere geri dönüyor. Rabb'i kendisine seslensin, kendisiyle konuşsun, kendisine bir görev yüklesin diye dönüyor. Yüce Allah onu bu görev için korumuş, gözetlemişti. Bunun için eğitmiş, terbiye etmişti. Bu görev sadece Rabb'lerine kulluk yapıp hiç kimseyi ona ortak koşmamaları için, İsrailoğulları'nı serbest bıraksınlar diye. Firavun ve kurmaylarına peygamber olarak gönderilmedir. İsrailoğulları yerleştirilmek üzere kendilerine va'dedilen bölgeye varis olsunlar, ayrıca Musa Firavun'a, Hamana ve her ikisinin ordularına düşman olsun, onlar için sıkıntı kaynağı olsun ve yüce Allah'ın bir hak olarak va'dettiği gibi akıbetleri onun eliyle gerçekleşsin diye görevlendirilecektir!.

K.S.E.O.
 

M DENIZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Eyl 2006
Mesajlar
1,228
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Konum
ankara
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

S.A ALLAH RAZI OLSUN CEVABIN İÇİN SENİN GÜZEL SORULARINDAN BİRİNİ ALALIM ARTIK
S.A
 

nuresma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
2,975
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Konum
ankara
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

selamun aleykum ablalarım abilerim kardeşlerim..Allah hepinizden razı olsun.
bu arada Mehmet abi sorunu sormamışsın????;)
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

S.A. ARKADAŞLAR,

SORUMU SORUYORUM,

Biz gerçekten ayrıntılı açıklamalar içeren ayetler indirdik. Allah, dilediği kimseleri doğru yola iletir."


AYETİ KERİMESİ HANGİ SUREDE GEÇMEKTEDİR VE BU AYETTEN SİZLERİN NE ANLADIĞINI ALABİLİRMİYİM ACABA.
AMA CEVABINIZI BEN ANCAK YARIN OKURUM, SİZLER CEVAPLAYIN VE ONDAN SONRA DEVAM EDİN İNŞALLAH.

BENDEN SONRA FORUM AMİRİ, AKŞAMLARI SİTEYE GİRDİĞİNE GÖRE, NURESMA ABLAM DIR. BU BÖYLE BİLİNE.
K.S.E.O
 

nuresma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
2,975
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Konum
ankara
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

mtekik yazdı:
S.A. ARKADAŞLAR,

SORUMU SORUYORUM,

Biz gerçekten ayrıntılı açıklamalar içeren ayetler indirdik. Allah, dilediği kimseleri doğru yola iletir."


AYETİ KERİMESİ HANGİ SUREDE GEÇMEKTEDİR VE BU AYETTEN SİZLERİN NE ANLADIĞINI ALABİLİRMİYİM ACABA.
AMA CEVABINIZI BEN ANCAK YARIN OKURUM, SİZLER CEVAPLAYIN VE ONDAN SONRA DEVAM EDİN İNŞALLAH.

BENDEN SONRA FORUM AMİRİ, AKŞAMLARI SİTEYE GİRDİĞİNE GÖRE, NURESMA ABLAM DIR. BU BÖYLE BİLİNE.
K.S.E.O
A.s.

HAC SÛRESİ(16)

Allah insanın dünyada nelere dikkat etmesi gerektiğini, haramı helali, insanı Allah'ın rızasına ulaştıracak davranışları, insanlarla münasebetlerini, yeryüzünde Rabbini tanıyıp ibadet etmesini ; kısacası hayatını nasıl güzel geçirebileceğini gönderdiği insanlar arasından seçtiği elçisiyle insanlığa yani yarattığı Rabbi olduğu
- terbiye edicisi olduğu- insanlara bildirmiştir. Tüm bunlar ise sımsıkı sarılarak doğru yoldan ayrılmayacağımız, Alemlerin Rabbi Allah'ın kelamı(sözü), bir benzeri olmayan Kuran-ı Kerim 'de açıkça belirtilmiştir.açıklanmıştır.Kur'an Peygamber(s.a.v) efendimizin de yaşayarak gösterdiği ilahi emirler bütünüdür. insanın yaşamını düzenleyen, Hakkın hakim olduğu , mirastan aileye, selamdan ölüme yaşamın içinde bulunanları açıklayıcı hükümler olan bu kitap şeksiz şüphesiz Allah'ın sözüdür.
Allah dilediğini hidayet yola ulaştırır. çünkü o kalplerin sahibidir. bize şah damarından yakın olan Rabbimiz her şeye gücü yetendir. Allah'a iman eden ve imanında samimi olarak yardım dileyene Allah'ın hidayeti de gelir. O her şeyi bilen görendir. Yaratan yarattığını biliyor. dilediğini doğru yola ileten O'dur. O'na sığınan inanan O'nu bilir ve O dilerse hidayete mazhar olur.

anladıklarımı anlatmaya çalıştım ama bilmiyorum olmuş mu? yanlış düşündüğüm varsa lütfen söyleyin ki bu kardeşiniz düzeltmeye çalışsın.

selam ve dua ile..
(ayrıca abim inş. verdiğin görevi yerine getirebilirim.mahcup olmamak duasıyla..)
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

nuresma yazdı:
mtekik yazdı:
S.A. ARKADAŞLAR,

SORUMU SORUYORUM,

Biz gerçekten ayrıntılı açıklamalar içeren ayetler indirdik. Allah, dilediği kimseleri doğru yola iletir."


AYETİ KERİMESİ HANGİ SUREDE GEÇMEKTEDİR VE BU AYETTEN SİZLERİN NE ANLADIĞINI ALABİLİRMİYİM ACABA.
AMA CEVABINIZI BEN ANCAK YARIN OKURUM, SİZLER CEVAPLAYIN VE ONDAN SONRA DEVAM EDİN İNŞALLAH.

BENDEN SONRA FORUM AMİRİ, AKŞAMLARI SİTEYE GİRDİĞİNE GÖRE, NURESMA ABLAM DIR. BU BÖYLE BİLİNE.
K.S.E.O
A.s.

HAC SÛRESİ(16)

Allah insanın dünyada nelere dikkat etmesi gerektiğini, haramı helali, insanı Allah'ın rızasına ulaştıracak davranışları, insanlarla münasebetlerini, yeryüzünde Rabbini tanıyıp ibadet etmesini ; kısacası hayatını nasıl güzel geçirebileceğini gönderdiği insanlar arasından seçtiği elçisiyle insanlığa yani yarattığı Rabbi olduğu
- terbiye edicisi olduğu- insanlara bildirmiştir. Tüm bunlar ise sımsıkı sarılarak doğru yoldan ayrılmayacağımız, Alemlerin Rabbi Allah'ın kelamı(sözü), bir benzeri olmayan Kuran-ı Kerim 'de açıkça belirtilmiştir.açıklanmıştır.Kur'an Peygamber(s.a.v) efendimizin de yaşayarak gösterdiği ilahi emirler bütünüdür. insanın yaşamını düzenleyen, Hakkın hakim olduğu , mirastan aileye, selamdan ölüme yaşamın içinde bulunanları açıklayıcı hükümler olan bu kitap şeksiz şüphesiz Allah'ın sözüdür.
Allah dilediğini hidayet yola ulaştırır. çünkü o kalplerin sahibidir. bize şah damarından yakın olan Rabbimiz her şeye gücü yetendir. Allah'a iman eden ve imanında samimi olarak yardım dileyene Allah'ın hidayeti de gelir. O her şeyi bilen görendir. Yaratan yarattığını biliyor. dilediğini doğru yola ileten O'dur. O'na sığınan inanan O'nu bilir ve O dilerse hidayete mazhar olur.

anladıklarımı anlatmaya çalıştım ama bilmiyorum olmuş mu? yanlış düşündüğüm varsa lütfen söyleyin ki bu kardeşiniz düzeltmeye çalışsın.

selam ve dua ile..
(ayrıca abim inş. verdiğin görevi yerine getirebilirim.mahcup olmamak duasıyla..)


s.a. ablam cevabınız çok güzel olmuş ellerinize sağlık,
ama soru sorulmamış inşallah sorunuzuda alalım, diyecemde akşama kadar beklemek gerekecdek galiba.
k.s.e.o.
 

tugba_m

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eki 2006
Mesajlar
606
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

Abi siz sorun bir soruda başlayalım inşallah.
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

S.A. ABLAM ,
KOLAY BİR SORU İLE BAŞLIYORUM O ZAMAN,

Hiç kuşkusuz senin Rabb'in üstün iradeli ve merhametlidir.


AYETİ KERİMESİNİN SURESİ VE TEFSİRİ LÜTFEN
K.S.EO.
 

tugba_m

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eki 2006
Mesajlar
606
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

mtekik yazdı:
S.A. ABLAM ,
KOLAY BİR SORU İLE BAŞLIYORUM O ZAMAN,

Hiç kuşkusuz senin Rabb'in üstün iradeli ve merhametlidir.


AYETİ KERİMESİNİN SURESİ VE TEFSİRİ LÜTFEN
K.S.EO.

Şuara suresi 122. ayet

122- Ve yine kuşku yok ki, senin Rabb'in üstün iradeli ve merhametlidir.

Hud kavmi, Ahkaf'ta yaşıyordu. Ahkaf Yemen tarafında Hadramut yakınlarında bulunan kum tepecikleridir. Bunlar tarih süreci içinde Nuh kavminden sonra gelmişlerdir. Onlar yeryüzünün inkarcılarını temizleyen Tufan'dan bir süre sonra kalbleri sapıklığa yönelmiş topluluklardan biriydiler.

Bu kıssa, A'raf suresinde detaylı olarak verilmişti. Hud suresinde de, Mü'minun suresinde ise, Hz. Hud'un ve Ad'ın ismine yer verilmeden ele alınmıştı. Bu surede ise kıssanın iki ucu arasındaki bölümü özetlenmiştir. Kıssanın bir ucu Hz. Hud'un toplumunu ilahi mesaja çağırması diğer ucu bu toplumun, ilahi mesajı yalan sayanlarının uğradığı akıbettir. Bu kıssa da Hz. Nuh'un toplumunun kıssası gibi başlamaktadır.
FİZİLAL´İL KUR`AN
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

s.a. tuğba ablam,
cevabınız doğru kabul ediyorum, asıl cevap aynı surenin 9. ayeti idi. ama bunuda kablu edebilirm.şimdi sorunu alalım inşallah.,
k.s.e.o.
 

tugba_m

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eki 2006
Mesajlar
606
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

Yüce Rabbinin adını tespih et.

O, yaratıp şekillendiren, âhenk veren ve düzene koyandır.

O, (her şeyi) ölçüyle yapıp yönlendirendir.

O, yeşil bitki örtüsünü çıkaran, sonra da onları çürüyüp kararmış çörçöpe çevirendir.


Ayetlerin suresi ve tefsiri
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

s.a.
cevabınızı veriyorum inşallah

Âla suresi

1- Rabbinin .yüce adını takdis et.

2- O yaratan ve düzeltendir.

3- Ölçüleri belirleyip yolunu gösterendir.

4-Yemyeşil meraları bitirendir.

5-Sonra da onları kupkuru çöpe çevirendir.

Böyle derin, yumuşak bir girişle surenin açılışı ta baştan takdisin yankılarının çınladığı bir havayı oluşturuyor. Takdisin anlamı yanında bu yankılarda etrafa yayılıyor. ,Ardından takdisi emreden sıfatlar yer Alıyor. "O yarattı düzene koydu. O herşeyi ölçüyle yapıp doğru yolu göstermiştir. O, yeşillikler bitirmiştir. Sonra da onları siyah bir çöpe çevirmiştir."

Böylece bütün bu varlık seslerin yankılandığı bir mabede, eşsiz sanatın eserlerini sergileyen bir galeriye dönüşmektedir: "O yarattı, düzene koydu. O, her şeyi ölçüyle yapıp doğru yolu göstermiştir."

Ayet-i kerimede geçen tesbih kavramı, yüceltmek, tenzih etmek, Allah'ın güzel sıfatlarının anlamlarını zihinde canlandırmak; hayatı onların kalbe ve vicdana verdiği parıltılar, feyzler, ışıklar ve zevkler arasında yaşamaktır. Yoksa sadece "Suphanallah" sözünü soyut bir şekilde tekrar edip durmak değildir... "Rabbinin yüce adını takdis et" ifadesi insanın vicdanında öyle bir mana ve duygu oluşturuyor ki, onu sözlerle, kelimelerle ifade etmek çok zordur. Bu ancak vicdanla tadılabilecek bir olgudur. Sıfatların manalarını gözlerimizin önüne getirmekten kaynaklanan parıltılarla beraber-, yaşamayı ifade etmektedir.

Bu ayet-i kerimede sözü edilen en birinci ve açık sıfat Rabblık ve yücelik sıfatıdır. Rabb terbiye eden, eğiten, koruyup gözetendir. Bu sevgi ve şefkat dolu sıfatın yansıttığı anlam surenin havası, müjdeleri ve rahatlatan vurguları ile mükemmel bir uyum içine girmektedir. Yüce sıfatı ise sonsuz ufuklara yükselme duygusunu harekete geçiriyor. Ruhu engin deryalara doğru yöneltip serbest bırakıyor. Ayrıca yüceltme ve tenzih etme ile de ahenk içine giriyor. Bu ise özü itibarı ile yücelik sıfatını hissetmektir. Bilincine varmaktır. Burada hitap öncelikle Hz. peygambere yöneltilmektedir. Ve bu emir O'nun Rabbinden gelmektedir. Hem de şu ifade ile: "Yüce olan Rabbinin adını takdis et." Burada sözle ifade edilemeyecek kadar büyük bir yakınlık ve ünsiyet bulunmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber Rabbinin bu emrini okur ve surenin diğer ayetlerine geçmeden önce O'na doğrudan cevap verir; `.Yüce Rabb'imi takdis ederim" derdi. Bu hitap da O'nun cevabıdır. Emir ve O'na itaattir. Ünsiyet ve O'na karşılığın verilmesidir. O Rabbinin huzurundadır. Doğrudan direktif almakta ve cevap vermektedir, çok yakın bir dostluk ve ilişki içinde. Bu ayet indiğinde Hz. Peygamber "bu ayeti secdelerinizde söyleyiniz" buyurdu. Ondan önce "Öyle ise yüce Rabbinin adını takdis et" ayeti indiğinde ise "bunu rükularınızda söyleyiniz" buyurdu. İşte rükularda ve secdelerde söylenen namaza ilave edilmiş hayat dolu kelimedir. Ona hayat doldurmuştur. Böylece Allah'ın doğrudan emrine, doğrudan bir karşılık verilmiştir. .Allah'ın kullarına, kendisine övgüde bulunmaları ve O'nu takdis etmeleri için izin vermesi, Allah'ın onlar üzerindeki nimetlerinden ve lütuflarından biridir. Çünkü bu, yüce Allah'la bir bağın kurulmasına izin verilmesidir.

İnsanın sınırlı olan kavrayışlarıyla yakınlık kurma şekillerinden biridir. Bu, yüce Allah'ın kendini özel sıfatları ile onlara tanıma lütfunda bulunduğu bir iletişim şeklidir. İnsanların samimiyetleri ve güçleri oranında Allah'ı tanımalarına vesile olmaktadır. Herhangi bir şekilde kulların Allah'la iletişim kurmalarına izin verilmesi bir ikramdır. Ve Allah'ın kullarına lütfudur.

"Yüce Rabbinin adını takdis et. O herşeyi ölçüyle yapıp doğru yolu göstermiştir."

Herşeyi yaratan ve düzelten mükemmel şekilde yapan ve onu kemalin zirvesine çıkaran O'dur. Her yaratığın görevini ve amacını belirleyen; uğrunda yaratıldığı hedefe doğru yönlendiren, varlığının amacını gösteren, varlığı süresince kendisine yararlı şeyleri belirleyen ve buna doğru yol gösteren O'dur.

Bu büyük gerçek evrendeki herşeyde açıkça görülmektedir. Varlığın alemindeki herşey büyüğünden küçüğüne, mükemmelinden basitine, O'nun sanatında aynıdır. yaratışı itibarı ile eksiksizdir. Görevini yapmaya uygundur. Varlığının amacı belirlenmiştir. En kolay yoldan bu amacını gerçekleştirmesi sağlanmıştır. Bütün varlıklar eksiksiz bir uyum içindedir. Toplu yaşamlardaki sosyal görevleri için herşey kolaylaştırılmıştır. Tıpkı bireysel görevleri yapması için herşeyi kolaylaştırdığı gibi.

Tek başına bir atom elektronları, protonları ve nötronları ile eksiksiz bir uyum içindedir. Atomun durumu tıpkı güneşi, gezegenleri ve uyduları ile tam bir uyum içinde bulunan güneş sistemi gibidir. O da güneş sistemi gibi, yolunu bilmekte ve onun gibi fonksiyonunu yerine getirebilmektedir. Tek olan canlı hücre tüm görevlerini yapması için mükemmel bir yapıya ve yeteneğe sahiptir. Bu konuda hücrenin durumu, en karmaşık kompleks varlıkların en mükemmelinin durumundan farksızdır.

Yalnız başına bir atom ile güneş sistemi arasında bir canlı hücre ile canlı varlıkların en karmaşığı arasında pek çok düzenleme oluşum ve birleşim dereceleri vardır ve bu derecelerin hepsi yaratılıştaki bu mükemmelliği korumaktadır. Toplu ahengi muhafaza etmektedir. Kendisine hükmedip idare eden tedbire ve takdire boyun eğmektedir. Bütün bir evren bu derin gerçeğe bizzat kendisi şahit-tir.

İnsan kalbi bu evrendeki direktifleri ve mesajları bir bütün olarak ele aldığında, sağduyusunu kullanarak varlıklar üzerinde düşündüğünde bu gerçeği kavrayacaktır. Duygu ile dolu bir kavrayışı hangi toplumda yaşarsa yaşasın ve hangi ilmi seviyede bulunursa bulunsun her insan zorlanmadan elde edebilir. Yeter ki kalb açılan pencereleri açıl: tutsun ve varlığın gönderdiği mesajları alması için alıcı cihazlarını hazır tutsun.

İlk bakışta duyamadığım bu gerçekleri, üzerinde düşünerek ve deneysel ilmi kullanarak daha yakından kavramak mümkündür. Artık evrendeki herbir varlığın, bu kapsamlı gerçeğe işaret ettiğine ilişkin birçok değerlendirme ve araştırmalar elimizin altındadır.

Newyork İlimler Akademisi başkanı bilgin A. Crassy Morrisson "İnsan Tek Başına Ayakta Duramaz" adlı kitabında şöyle diyor:

"Kuşların yuvaya dönüş içgüdüleri vardır. Kapınızın üzerinde yuva yapan nar bülbülü sonbaharda güneye göç eder, fakat ilkbahar gelir gelmez doğruca eski yuvasına döner. Her Eylül ayında memleketimizde (Amerika'da) bulunan kuşların çoğu sürüler halinde güneye göç eder. Bu kuşlar yolculukları esnasında engin denizler üzerinde aşağı yukarı bin mil kadar bir mesafe Alırlar. Fakat hiçbir zaman yollarını şaşırmazlar. Posta güvercini, kendisine kapalı bir kutu içinde yaptırılan uzun yolculuk esnasında tepesi üzerindeki yeni yeni seslerden bunalıp şaşkına dönünce bir müddet tur attıktan sonra hiç şaşırmadan vatanına doğru yönelir. Esen rüzgar, ağaçları ve dalları ne kadar karıştırırsa karıştırsın, arı, maharetle kovanını bulur. Bütün bunlar gözle görülen delillerdir.

Meskene dönüş duyarlılığı insanda zayıftır. Fakat o, bu alandaki eksikliğini birtakım aletlerle yapar. Demek ki biz böyle bir içgüdüye muhtacız, fakat aklımız bu ihtiyacı karşılamaktadır. Halbuki nice mikroskobik gözlere sahiptir. Şahin, kartal, akbaba gibi yırtıcı kuşların teleskopik bir göz taşıdıkları şüphesizdir. İnsan bu konuda da mekanik aletleriyle üstünlüğünü korumaktadır. Çünkü insan icat ettiği teleskop sayesinde, görme kuvvetinin ancak iki milyon defa artırılması halinde görebileceği yıldız kümelerini seyretmektedir. Yine o, elektron mikroskobu yardımıyla çıplak gözle görülmeyecek bir bakteriyi görebilir.

İhtiyar atınızı tek başına bırakacak olursanız, karanlık ne kadar koyu olursa olsun, yolunu bulacaktır. At, karanlıkta net olmasa da görebilir. Çünkü o, yolun yaydığı kırmızı ötesi rengin ışınlarından az da olsa faydalanan gözleri sayesinde yol ile iki tarafın ısı derecesindeki farkı hisseder. Baykuş, gece karanlığı ne kadar koyu olursa olsun, serin otlar üzerinde yürüyen sıcak kanlı fareyi fark eder. Biz insanlar ise ışık dediğimiz demette radyasyon olayını icat ederek geceyi gündüze çevirebiliyoruz.

İşçi arılar peteklerinde üremek için değişik hacimli hücreler yaparlar. Küçük hücreleri yeni doğacak işçi arılara, büyükleri de erkek arılara ayırırlar. Àyrıca müstakbel kraliçeler (arı beyi) için de özel hücreler hazırlarlar. Kraliçe, döllenmemiş yumurtaları erkek arılara tahsis edilen hücrelere, döllenmiş yumurtaları da yeni doğacak dişi işçiler ve müstakbel kraliçeler için hazırlanmış münasip hücrelere yerleştirir. Değişikliğe uğramış olan işçi arılar yeni arı neslinin gelişini uzun zaman beklerken arı yavrularının (kurtçukların) beslenmeleri için gereken hazırlıkları da yaparlar. Yavrular, ilk önce, bal ve çiçek tozundan hazırlanmış lokmalar ve işçi arıların başlarındaki bezeden çıkan süt koyuluğunda besleyici bir sıvı ile beslenirler. Fakat erkek ve dişi arı yavrularının gelişmesine bağlı olarak, belirli bir devreden sonra, balın çiğnenmesi ve ön sindirim işinden vazgeçilir ve bu andan itibaren sadece bal ve çiçek tozu verilir. Bu şekilde beslenen dişi arı yavruları işçi arılar olur. Kraliçe hücrelerinde bulunan dişi yavrulara gelince; bunlara çiğnenmiş ve ön sindirime uğramış besinlerin verilmesine devam edilir. Böyle özel bir şekilde bakım gören yavrular kraliçe arılar olur ve döllenmiş yumurtaları yalnız bu kraliçe arılar verir.

Buraya kadar sözkonusu ettiğimiz arıların üreme şekli peteklerde hususi hücrelerin bulunuşuna ve bu hücrelere has yumurtaların konuluşuna bağlıdır. Ayrıca gıdayı değiştirmek için ona esrarengiz bir tesir yapmak bahis konusudur. Bütün bunlar belirli süreler içinde beklemeyi çeşitli elemanları ve hadiseleri birbirinden ayırd etmeyi, verilen gıdanın doğurduğu tesir safhalarını takip etmeyi gerektirir. Böylesi değişiklikler, özellikle bir topluluk hayatına tatbik edilmekte ve onun varlığı için zaruri görülmektedir. Bunun için gerekli olan bilgi ve maharet mutlaka arıların toplum halindeki yaşayışları başladıktan sonra teşekkül etmiştir. Fakat arının oluşturulması ve hayatını sürdürebilmesi için bu büyük bilgi ve maharetin doğuştan mevcut olması zaruri değildir. O halde öyle anlaşılıyor ki, belirli şartlar altında gıdanın göstereceği tesirleri bilmekte arı insanı bile geçmiştir. Koklama ve işitme duyguları:

Köpek, geçmekte olan hayvanı bakmadan hissedebilir. İnsan, zayıf olan koklama duyusunu kuvvetlendirecek herhangi bir cihaz henüz icat edememiştir. Hatta biz koklama duyumuzun mesafesini uzatma çarelerini araştırmak için işe nereden başlayacağımızı bile kestiremiyoruz. Fakat bizim bu duyumuz, zayıf olmasına rağmen, son derece küçük, mikroskobik zerreleri teşhis edebilecek kadar bir keskinliğe sahiptir. Acaba aynı korkuyu hepimiz Aynı şekilde mi hissederiz? Öyle anlaşılıyor ki her birimizin aldığı tesir aynı olmuyor. Tat her birimizde farklı bir tatma duyusu meydana getirmektedir. İşin Hayret edilecek bir yönü de duyumların böyle farklılık göstermesinde irsi yetin ehemmiyetidir.

Bütün hayvanlar işitir. Hayvanların duyabildiği seslerin birçoğu bizim duyabileceğimiz titreşim sınırlarının dışındadır. Öyle ince ve hafif sesler vardır ki bizim sınırlı işitme duyumuzun kat kat üstünde kalır. Fakat insan, icat ettiği cihazlar sayesinde, kilometrelerce uzakta yürüyen bir sineğin sesini kulak kepçesinin üzerinde yürüyormuş gibi duyabilmektedir. İnsan buna benzer cihazlarla güneş ışınlarının tesirini bile tespit etmiştir.

Örümcekler, balıklar, kelebekler...

Su örümceklerinden biri, kendisi için, örümcek ağı ipliğinden balon şeklinde yuva yapar ve onu suyun altında bir yere bağlar. Sonra su yüzüne çıkar ve gayet ince bir ustalıkla vücudunun altındaki kıllar arasında bir hava kabarcığı saklayarak suyun içine dalar. Hava kabarcığını yuvasının altına bırakır. Bu işi defalarca tekrar eder, nihayet balon biçimindeki yuva şişince içine girip yavrular. Şu örümceği, bu balon içinde hava cereyanlarından emin olarak yavrularını büyütür. Burada dokuma, mühendislik, inşa ve havacılık ilimlerinin bir sentezi ile karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz.

Yavru halindeki "som" balığı yıllarca denizde yaşar. Fakat birgün gelir doğduğu nehre döner. İşin enteresan tarafı "som" balığının, içinde doğduğu nehir kolunun büyük nehirle birleştiği yerden içe doğru girmesidir. Belki bu nehrin iki tarafında bulunan iki Amerikan eyaletinden birinde kanunlar kesin, diğerinde gevşektir, fakat kanunlar, nehrin sadece bir kıyısını tercih ettiğini söyleyebileceğimiz som balığına göre mutlak manada kesindir. Peki, bu balığı o kadar ince ve titiz hesaplarla doğum yerine döndüren şey nedir? Doğduğu yer istikametinde yüzmekte olan som balığı nehrin başka bir koluna nakledilse yanlış yolda olduğunu fark eder ve ana nehre ulaştıktan sonra yolunu değiştirerek asıl gideceği yere yönelir.

Bu konuda çözüm bekleyen daha güç bir bilmece vardır; yukarıda anlattığımız hareketin tanı aksini yapan yılan balıklarının macerası. Bu Hayret verici yaratıklar, olgunluk çağına erişince, bulundukları çeşitli göl ve nehirlerden göç etmeye başlar. Söz gelimi Avrupa'da bulunan yılan balıkları denizde binlerce kilometre seyrettikten sonra, hepsi de Bermudanın güney açıklarındaki dipsiz derinliklere gider. Burada yavruladıktan sonra ölür. Yavru balıklar, engin denizin ortasında hiçbir şeyden haberi olmayan o hayvanlar da yolculuğa çıkar. Ölmüş annelerinin geliş yolunu bularak onların geldikleri sahile varırlar. Orada da kalmayarak eskiden annelerinin yaşadığı nehri, gölü veya su birikintisini bulurlar. Böylece suyun her bir zerresi yılan balığıyla tanışmış olur. Düşünelim ki, bu hayvan buraya gelebilmek için en kuvvet!i akıntılara göğüs germiş, bütün deniz kabarmaları ve kasırgalarına mukavemet göstermiş ve birçok azgın dalgalarla boğuşarak onları yenmiştir. Şimdi artık gelişebilir. Nihayet birgün olgunluk çağına gelince gizli bir kuvvet onu dönmeye, geldiği yere doğru tekrar yola çıkmaya sevk eder.

O halde yılan balığına böyle yön veren kuvvet nereden doğmaktadır? Şimdiye kadar hiçbir Amerikan yılan balığı Avrupa sularında yakalanmadığı gibi hiçbir Avrupa yılan balağına da Amerika sularında rastlanamamıştır. Tabiat Avrupa yılan balağının gelişmesini diğerlerine nispetle bir veya birkaç yıl daha geciktirmiştir ki yürüyeceği uzun mesafe için gerekli kuvveti kazanmış olsun.

Ne dersiniz, maddenin en küçük parçaları, atomlar ve moleküller, yılan balığını teşkil etmek için bir araya geldiklerinde, bunlarda bir yön verme şuuru ve icra için gerekli bir irade gücü mü doğmaktadır, acaba?

Rüzgarın dişi bir kelebeği üst kattaki odanızın penceresinden içeriye attığını düşünelim. Dişi kelebek hemen gizli bir işaretle erkeğine haber verir. Erkek kelebek ne kadar uzakta bulunursa bulunsun bu işareti Alır ve karşılığını verir. Siz bu iki kelebeği şaşırtmak için ne yapsanız faydasızdır.

Acaba bu çelimsiz ve cılız yaratığın verici ve radyo istasyonu ve erkeğinin de antenli bir alıcı radyosu mu vardır, yoksa dişisi, havayı titreştiriyor da öteki bu titreşimleri mi alıyor?

Biz bugün, uzakta bulunan bir kimse ile böyle bir münasebet kurabilecek kudreti elde etmek için pek hassas cihazlara başvurmak mecburiyetindeyiz. Birgün gelecektir ki delikanlı, hiçbir mekanik cihaz kullanmadan, uzak mesafelerdeki dostuna seslenecek ve ondan cevap alabilecektir, bunlara hiçbir engel mani olamayacaktır.

Telefon ve radyo (telsiz) pek mükemmel iki cihazdır. Her ikisi de uzakta bulunan kimselerle çabuk temas kurmayı sağlar. Fakat bunları kullanabilmek için tel şebekesine ve belirli makinaya ihtiyaç vardır. Bu bakımdan kelebek bizden üstündür. Ne var ki onu kıskanmaya hakkımız yoktur. Biz insanlar da aklımızı kullanmalı ve ferdî bir telsiz sistemi keşfetmeliyiz. Ancak o zamandır ki biz de telepati sahibi olacağız.

Bitkiler, döllenmeyi sağlamak ve dolayısıyle varlıklarını sürdürebilmek için bazı aracılar kullanmasını başarmışlardır. Yaptıkları İşten habersiz olan bu aracılar bir çiçekten diğerine çiçek tozu taşıyan böcekler, rüzgar, tohumları o çiçekten bu çiçeğe taşıyan uçar yürür. Nihayet bitkiler insanı, o yüce mahluku da tuzağa düşürmüştür. İnsan, doğrusu, tabiatı güzelleştirmiş, tabiat da onu bol bol mükafatlandırmıştır. Fakat insan çok üreyen bir mahluktur, bu sebeple de ziraata başvurmak mecburiyetinde kalmıştır. O, tohum ekmeye, ekini yetiştirip biçmeye, depolamaya, ayrıca bitkileri geliştirmeye, aşılamaya ve gübrelemeye mecburdur. Eğer insan bu işlemi ihmal edecek olursa aç kalır. Böylelikle medeniyet yıkılır, yeryüzü tekrar ilk haline döner.

Henüz yavru halinde iken yuvalarından Alınan kuşlar, büyüdükleri zaman kendi familyalarının tipinde yuva yaparlar. Öyle anlaşılıyor ki, nesilden nesle intikal eden gelenekler çok eski ve derin temellere sahiptir. Acaba bütün bu işler bir tesadüf eseri mi, yoksa hikmetli bir varlığın yaratması mahsulü müdür? Bir kısmından söz ettiğimiz, hayvanlara ait bu kudret ve imkanlar, "içgüdü" diye isimlendirdiğimiz ve nesilden nesile geçen (irsî) bir geleneğin kuvvetinin belirtileridir. Yeryüzünün her köşesini işgal eden bunca canlı içinde, insanda olduğu gibi, akıl yürütme ve netice çıkarma kudretine sahip bulunan hiçbir varlık yoktur. Canlılar dünyasında çevre şartlarına uyma sayesinde hayata devam etmek vardır, bunun yanında şartlara uymada çok 'ileri gidildiği takdirde yok olmak tehlikesi de sözkonusudur. Fakat sadece insandır ki rakam bilgisi ve matematik zekâsı ilerleyebilmiştir. Böceklerden biri ayaklarının sayısını bilecek olsa bile kendi familyasından iki böceğin ayak sayısını bilme imkanına sahip olamayacaktır, çünkü bu, akıl yürütme kudretine bağlıdır.

Istakoz gibi birçok hayvan vardır ki, sözgelimi, pençelerinden birini kaybedecek olsa vücudundan parça koptuğunu farkeder, hücrelerini çalıştırmak ve bakiye unsurlarından faydalanmak suretiyle hemen kaybolan organı yerine getirmeye koyulur. Organ tam olarak yerine gelince hücrelerin çalışması durur, çünkü hücreler, bilinmeyen bir yolla işi bırakma zamanının geldiğini anlar.

Tatlı su polipi ikiye ayrıldığı zaman, bu parçalardan biri yoluyla yeniden teşekkül etme imkanını bulur. Solucanın başını kesecek olursanız hemen yeni bir baş imal ettiğini görürsünüz. Biz insanlar da yaralarımızı iyileştirme imkanına sahibiz. Fakat operatör -gerçekten olabilecekse- hücreleri harekete geçirip de yeni yeni kollar, tırnaklar... Ve sinirler elde etme imkanına ne zaman kavuşacaklardır?

Burada "yeniden yaratma" bilmecesine bir parça ışık tutan müthiş bir gerçek vardır: Hücreler ilk gelişimi sırasında bölünecek olursa, bölünen her parça tam bir canlı meydana getirme kudretine sahip olmaktadır. O halde ilk hücre iki ayrı parçaya ayrılırsa her bir parçadan ayrı ayrı fertler oluşur. İkizlerin birbirine benzemesi bu olayla izah edilebilir. Fakat hadiseden daha önemli bir netice çıkarmalıyız: Demek ki başlangıçta mevcut olan her hücre bütün ayrıntılarıyla türünün tam bir ferdi olabilmektedir. O halde hiç şüphe yok ki sen her hücre ve dokuda aynen sensin.

Palamut ağacının yemişi yere düşer, sert, kahve rengi kabuğu onu korur, toprak içinde çukurlardan birine yuvarlanır. ilkbahar geldi mi yemişin içindeki öz dirilir, kabuk yarılır; içinde genlerin sakladığı yumurta biçimindeki özden bir yemek ziyafeti hazırlanmıştır. Palamut yemişi toprağa kök salar, İşte size bir filiz, taze bir fidan ve birkaç yıl sonra bir palamut ağacı daha. Genleri bulunduran pala mat yemişinin özü, bu tomurcuk milyarlarca defa çoğalmış ve dalları, gövdesi, yaprakları ve meyvesiyle yeni bir ağaç meydana getirmiştir, her tarafıyla, zamanında meyvesi olduğu pala muta benzeyen bir ağaç. Yüzlerce yıl sayılmayacak kadar çok palamut yemişlerinde aynı atom düzeni mevcuttur. Belki üç milyon yıl önce palamut ağacını meydana getiren bir düzen.

Her hücre, hangi canlıda bulunursa bulunsun, bir et parçası olabilmesi için kendisine biçim vermesi veya hemen eskiyi veren cildin bir kısmını teşkil edebilmesi için kendisini kurban etmesi gereklidir. Yine hücre dişlerdeki mine tabakasını oluşturmaya, gözdeki saydam sıvıyı meydana getirmeye ve mesela burunla kulağın oluşumunda vazife almaya mecburdur. Aynı zamanda herbir hücre, vazifesini yerine getirebilmesi için gerekli form ve özellikleri elde etmelidir.

Herhangi bir hücrenin sağ veya sol eli bulunabileceğini tasarlamamız pek güçtür. Fakat şu bir gerçektir ki, hücrelerden biri sağ kulağın bir parçasını teşkil ederken diğeri de sol kulağın bir cüzü oluverir. Kimyevi özellikleri bakımından birbirinin aynı olan bazı kristallerin, güneş ışınlarını sola, diğerlerinin de sağa saptırdığını biliyoruz. Böyle bir özelliğin hücrelerde de mevcut olması muhtemeldir. Çünkü hücreler, kendilerine has ve gerçekten isabetli bir mekanda bulundukları takdirde, öyle anlaşılıyor ki, ya sağ veya sol kulağın bir parçasını teşkil eder. Kulaklarınız başınızda aynı hizadadır ve mesela ağustos böceğinde olduğu gibi dirseğin üstünde değildir. Kulaklarda birbirine ters düşen girinti ve çıkıntılar vardır. iki kulak birbirine o kadar benzer ki birini ötekinden ayırd etmek son derece güçtür.

Yüz binlerce hücre en doğru işi en münasip zamanda ve en uygun yerde yapmaya mecbur edilmiş gibidir.

Bazı karıncalar, içgüdünün veya düşüncenin -hangisi hoşunuza giderse onu tercih ediniz- sevkiyle, gıdasını temin etmek için, "mantar tarlaları" diyebileceğimiz yerlerde besin olarak mantar yetiştirirler. Bu karıncalar aynı zamanda gül biti ve tırtıl gibi küçük böcekleri avlar. Bu küçük yaratıklar karıncaların sağmal inekleri ve keçileri gibidir. Karıncalar bunlardan bala benzer belirli bir su alarak beslenirler.

Karıncalar diğer bazı karıncaları esir alarak işlerinde çalıştırırlar. Bazı karıncalar da yuva yaparken bitki yapraklarını arzu edilen ebada uygun olarak keserler. işçi karıncalar yuvanın etrafını düzene koyarken bu iş için yavru karıncaları çalıştırır, çünkü -ipekböceği gibi- ipek iplik salgılayan bu yavrular yuvanın etrafını beraberce örerler. Çoğu defa yavru karınca kendisi için bir yuva (koza) yapmaya fırsat bulamaz, fakat bununla beraber o, topluma hizmet etmiş olur!

Karıncayı oluşturan cansız atomlar ve moleküller bu kadar karmaşık işlerin içinden nasıl çıkabiliyor?

Şüphe etmemelidir ki bütün bu işleri yaparken karıncaya yol gösteren bir Yaratıcı vardır."

Evet... Hiç şüphesiz ona ve küçük-büyük diğer tüm yaratıklara yol gösteren bir yaratıcı vardır. Ve o yaratıcı "Rabbinin yüce adını takdis et. O yarattı, düzene koydu. O, herşeyi ölçüyle yapıp doğru yolu göstermiştir."

Bu bilginin sözlerinden aktardığımız bu pasajlar insanların bitkiler, böcekler, kuşlar ve hayvanlar dünyasında tesbit ettiklerinin sadece bir kısmıdır. Bunların ötesinde daha yığınlarca gerçekler bulunmaktadır. Ayrıca bunların hepsi de yüce Allah'ın: "O yarattı, düzene koydu. O herşeyi ölçüyle yapıp doğru yolu göstermiştir." sözünün geniş anlamından sadece bir yönünü dile getirmektedir. Gözlerimizin önündeki bu varlığın ne yazık ki, ancak pek az bir kısmını tanıyor, biliyoruz. Bu varlıkların ötesinde gayb alemi yer almaktadır. Gayb ile ilgili dünyayı da ancak yüce Allah'ın bize bildirdiği kadarı ile; zayıf olan beşeri yapımızın kaldırabileceği kadarı ile tanıyabiliyoruz.

Koca evrenin sayfasından Alınan bu geniş kapsamlı ifadeden, kainatın dört bir yanında yankılanan takdis çınlamalarından, evrenin en ücra köşelerinin bile bu yankıya karşılık vermesinden sonra kendisine göre yüklü mesajı ve anlamı bulunan bitki hayatına ilişkin bir dokunuş yer almaktadır:

"O, yeşiller bitirmiştir. Sonra da onları siyah bir çöpe çevirmiştir."

Yeşillik, her türlü bitkiyi kapsamaktadır. Hiçbir bitki yoktur ki Allah'ın yaratıklarından birine yaramasın. Yani buradaki yeşillik hayvanların otlatıldığı çayırların ötesinde bir anlam taşımaktadır. Çünkü yüce Allah bu dünyayı yaratmış ve burada yaşayan her canlının gıdasını da temin etmiştir. isterse bu yaratık toprağın üzerinde dolaşsın, ister yerin içinde yaşasın isterse havada uçsun farketmez.

Bitkiler ilk önce yemyeşil olarak boy verir. Sonra sararıp solarak kupkuru bir hale gelir. Bitki, hem yemyeşil iken hem de kupkuru hale geldikten sonra yiyecek olarak kullanılır. Yaratan ve düzenleyen, takdir edip yol gösterenin dilemesi ile her iki halde de bu bitkiler işe yaramaktadır.

Burada bitkilerin hayatına değinilmesi, gizliden gizliye şu gerçeği çağrıştırmaktadır: Her ekinin bir hasadı, her canlının mutlaka bir sonu vardır. Bu dokunuş, dünya hayatı ile ahiret hayatından söz eden konunun içeriği ile bütünleşmektedir... "Fakat siz şu yakın hayatı tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret daha iyi ve daha kalıcıdır." Dünya hayatı tıpkı bu Yeşillik gibidir. Sonra eriyip kupkuru hale gelen ot gibidir. Ahiret hayatı ise sonsuza dek kalıcıdır.

Ayetlerin akışı içinde ele Alınan bu gerçekler, koca evrenin sayfasından Alınan ve derin anlamlar taşıyan bu girişten sonra bu varlık alemi ve bu alemdeki yaratıklarla temasa geçmektedir. Hem de bu güzel sunuş ve sergileniş içinde. Zaten bu cüzdeki surelerin tamamı bu türden bir çerçeveye oturmaktadır. Bu çerçeve, ayetlerin havası gölgesi ve vurguları ile gerçek bir uyum sergilemektedir. Tam bir ahenk içine girmektedir.

Bundan sonra Hz. Peygambere ve O'nun arkasındaki ümmetine büyük müjde yer alıyor:
 

nuresma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
2,975
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Konum
ankara
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

A.s. sorum şu:
Göklerde ve yerde var olan her şey ve herkes isteyerek yahut zorunlu olarak Allah'ın önünde eğilmektedirler; onların gölgeleri de sabah akşam bunu yapmaktadır.
ayeti kerimesi hangi surededir? tefsiri nedir?
Allah'a emanetsiniz..
 

nuresma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
2,975
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Konum
ankara
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

nuresma yazdı:
A.s. sorum şu:
Göklerde ve yerde var olan her şey ve herkes isteyerek yahut zorunlu olarak Allah'ın önünde eğilmektedirler; onların gölgeleri de sabah akşam bunu yapmaktadır.
ayeti kerimesi hangi surededir? tefsiri nedir?
Allah'a emanetsiniz..

Selamun aleykum.çook üzüldüm kimse girmemiş.inşallah sorun yoktur. ben cevaplıyorum:
Rad Suresi 14. ayet
bismillahirrahmanirrahim
Göklerde ve yerde var olan her şey ve herkes isteyerek yahut zorunlu olarak Allah'ın önünde eğilmektedirler; onların gölgeleri de sabah akşam bunu yapmaktadır.

Yescud ("yere kapanır" yahut "yere kapanırlar") ifadesi, Zemahşerî'ye göre, yaratıkların Allah'ın iradesine, yani O'nun kendi bünyelerinde ve içinde yer aldıkları çevrede, âlemde geçerli kıldığı tabii ilke ve yasalara mutlak manada bağlı olduklarını dile getiren mecazî bir ifadedir.
Müfessirlerin çoğuna göre, Allah'a gönüllü ve isteyerek (yani, bilinçli olarak) baş eğenler melekler ve müminlerdir; hakkı inkar edenlere gelince, bunlar O'na baş eğmeye "istekli" olmasalar da, bir yaratık olarak bağlı oldukları fiziksel ve toplumsal ilke ve yasalar bakımından, farkında olmadan Allah'ın iradesine boyun eğmek zorundadırlar. Öte yandan, ayetin devamındaki "gölgeler" atfı da gözönünde bulundurulacak olursa, ayette geçen men ilgi zamirinin bu anlam örgüsü içinde sadece akıl sahibi varlıklarla değil, fakat canlı cansız bütün öteki fiziksel varlıklarla da, yani "göklerde ve yerde var olan her şeyle ve herkesle" alakalı olduğu, ister istemez anlaşılacaktır. herhangi bir fiziksel nesneden düşen gölgenin güneşin dünyaya göre aldığı duruma bağlı olarak değiştiği bilinmektedir; imdi, dünyanın güneş etrafında dönmesi, evrendeki diğer bütün olaylar gibi, sadece Allah'ın yaratıcı iradesinin bir sonucu olduğuna göre gölgelerin sabah ve akşam uzayıp öğlen vakti kısalması onların da Allah'a bağlı olduklarının görünür ifadesidir.
(Muammed Esed Kuranı Kerim Tefsiri)
 

nuresma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
2,975
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Konum
ankara
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

Bismillahirrahmanirrahim
" Ye, iç. Gözün aydın olsun.Eğer insanlardan birini görürsen de ki. ben çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım."
ayeti kerime hangi sure ve kaçıncı ayettir? ayette ve surenin genelinde kimden ve neyden bahsedilmektedir?
inşallah cevap veren olurB)
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

nuresma yazdı:
nuresma yazdı:
A.s. sorum şu:
Göklerde ve yerde var olan her şey ve herkes isteyerek yahut zorunlu olarak Allah'ın önünde eğilmektedirler; onların gölgeleri de sabah akşam bunu yapmaktadır.
ayeti kerimesi hangi surededir? tefsiri nedir?
Allah'a emanetsiniz..

Selamun aleykum.çook üzüldüm kimse girmemiş.inşallah sorun yoktur. ben cevaplıyorum:
Rad Suresi 14. ayet
bismillahirrahmanirrahim
Göklerde ve yerde var olan her şey ve herkes isteyerek yahut zorunlu olarak Allah'ın önünde eğilmektedirler; onların gölgeleri de sabah akşam bunu yapmaktadır.

Yescud ("yere kapanır" yahut "yere kapanırlar") ifadesi, Zemahşerî'ye göre, yaratıkların Allah'ın iradesine, yani O'nun kendi bünyelerinde ve içinde yer aldıkları çevrede, âlemde geçerli kıldığı tabii ilke ve yasalara mutlak manada bağlı olduklarını dile getiren mecazî bir ifadedir.
Müfessirlerin çoğuna göre, Allah'a gönüllü ve isteyerek (yani, bilinçli olarak) baş eğenler melekler ve müminlerdir; hakkı inkar edenlere gelince, bunlar O'na baş eğmeye "istekli" olmasalar da, bir yaratık olarak bağlı oldukları fiziksel ve toplumsal ilke ve yasalar bakımından, farkında olmadan Allah'ın iradesine boyun eğmek zorundadırlar. Öte yandan, ayetin devamındaki "gölgeler" atfı da gözönünde bulundurulacak olursa, ayette geçen men ilgi zamirinin bu anlam örgüsü içinde sadece akıl sahibi varlıklarla değil, fakat canlı cansız bütün öteki fiziksel varlıklarla da, yani "göklerde ve yerde var olan her şeyle ve herkesle" alakalı olduğu, ister istemez anlaşılacaktır. herhangi bir fiziksel nesneden düşen gölgenin güneşin dünyaya göre aldığı duruma bağlı olarak değiştiği bilinmektedir; imdi, dünyanın güneş etrafında dönmesi, evrendeki diğer bütün olaylar gibi, sadece Allah'ın yaratıcı iradesinin bir sonucu olduğuna göre gölgelerin sabah ve akşam uzayıp öğlen vakti kısalması onların da Allah'a bağlı olduklarının görünür ifadesidir.
(Muammed Esed Kuranı Kerim Tefsiri)

ALEYKUM SELAM ABLAM,
HERHANGİ BİR SORUN YOK, SADECE DÜN HERKES YOĞUNDU HERHALDE ONDANDIR.
CEAVBIN İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ.
K.S..EO.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt