Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

"KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ. (10 Kullanıcı)

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

s.a. arkadaşlar,
ben sorayım bari

De ki; "En büyük şahitlik kiminkidir?" De ki; "Benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an, gerek sizi gerekse ulaştığı herkesi uyarayım diye bana vahyedildi, sizler Allah ile birlikte başka ilâhlar olduğuna mı şahadet ediyorsunuz?" De ki; "Ben buna şahadet etmem; 'De ki; "O tek bir ilahtır ve ben sizin O'na koştuğunuz ortaklardan uzağım

ayeti kerimesi hangi surede geçmektedir. Kısaca tefsiri lütfen.


k.s.e.o.
 

tugba_m

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eki 2006
Mesajlar
606
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

TEFHİMÜ-L KUR'AN'DAN
Enam Suresi 19. Ayet ve Tefsiri


De ki: "Şahidlik bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Allah benimle sizin aranızda şahiddir.11 Sizi -ve kime ulaşırsa- kendisiyle uyarıp-korkutmam için bana şu Kur'an vahyedildi. Gerçekten Allah'la beraber başka ilahların da bulunduğuna siz mi şahidlik ediyorsunuz?"12 De ki: "Ben şehadet etmem."13 De ki: O, ancak bir tek olan ilahtır ve gerçekten ben, sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım.


11. Yani, "Allah, benim kendisi tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuma, söylediğim her şeyin de O'ndan olduğuna şahittir."

12. Onlara, Allah'ın ortağı veya ortakları bulunduğu hakkında bilgileri olup olmadığı sorulmaktadır ki, yalnızca tahmin veya zan hiçbir şeyi doğrulamaya yetmez ve kimse, hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığı bir şeye kesin bir tanıklıkta bulunamaz. Daha sonra ortaya şu konulmaktadır: Allah'tan başka otorite sahibi bir başka Hâkim bulunduğu konusunda hiçbir bilgiye sahip değilsiniz, o halde, Allah'tan başkasına hizmet etmeniz veya tapınmanız doğru değildir.

13. Yani, "İsterseniz bilgi sahibi olmadan da yalan şahitlikte bulunabilirsiniz; bana gelince, ben böyle bir şahitlikte bulunmam."
 

mtekik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
2,702
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

s.a.
çok güzel ablam,
kaynakta çok güzel olmuş, çeşitlilik oldu.
sorunu alalım inşallah.
k.s.e.o.
 

tugba_m

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eki 2006
Mesajlar
606
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

Allah razı olsun abi.
İnşirah suresinin mealini ve tefsirini istiyorum.
 

M DENIZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Eyl 2006
Mesajlar
1,228
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Konum
ankara
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

INSIKÂK SÛRESI

Kur'an-i Kerîm'in seksendördüncü suresi. Yirmibes ayet, yüzyedi kelime ve dörtyüz kirk harftir. Fasilalari "ta", "he", "elif", "ra", "kâf", "mim" ve "nun" harfleridir. Mekke'de inmistir.

Sure kiyametin kopmasini anlatmaktadir. Ilk bes ayette kiyametin nasil kopacagi dile getirilir. Ilk ayette gögün yarilip parçalanisi "insekka" kelimesi ile anlatildigi için sure el-Insikâk (yarilama, parçalama) suresi adini almistir.

6-19. ayetlerinde ise, insanlarin iki gruba ayrilacagi ve gruplardan birinin amel defterlerini sag taraflarindan alirken digerlerinin arka taraflarindan alacaklari anlatilir. Amel defterlerini arka taraftan alanlar, o anda tekrar ölmeyi arzu edecekler ama bu istekleri gerçeklesmeyecek ve Cehenneme sürüleceklerdir.

Sure, kâfirleri acikli bir azabin bekledigini, müminlerin ise sonsuz mükâfatlarla mükâfatlandirilacaklarini haber vererek bitmektedir.

Surenin meali söyledir:

"Gök yarildigi, kendisine yarastigi üzere Rabbine kulak verip boyun egdigi zaman! Yer uzatil (ip dümdüz yapil)digi, içinde olanlari (disari) atip tamamen bosaldigi ve kendisine yaristigi üzere Rabbine kulak verip boyun egdigi zaman! Ey insan, muhakkak sen Rabbine dogru (varan bir yol üzerinde) çabalayip durmaktasin, nihayet O'na varacaksin. (O zaman) kimin kitabi sagindan verilirse, o, kolay bir hesaba çekilecek ve sevinçli olarak ailesine dönecektir. Kimin kitabi arkasindan verilirse, o, ölümü çagiracak ve alevli atese girecektir. Çünkü o, (dünyada) ailesi arasinda (simarik ve) sevinçli idi. O, hiç (Rabbine) dönmeyecegini sanmisti. Hayir, muhakkak Rabbi onu görmekte idi. Hayir, yemin olsun ki aksamin alaca karanligina, geceye ve (gecenin bagrinda) toplayip ürettigi seylere, dolunay seklini alan aya ki, siz mutlaka tabakadan tabakaya bineceksiniz. Onlara ne oluyor ki inanmiyorlar? Kendilerine Kur'an okundugu zaman secde etmiyorlar? Aksine o inkâr edenler (Hakk'i) yalanliyorlar. Allah onlarin, içlerinde gizledikleri (küfür ve düsmanligi) biliyor. Onlara aci bir azabi müjdele. Ancak inanip faydali isler yapan kimseler için ardi arkasi kesilmez bir mükâfat vardir"

Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet edildigine göre söyle demistir: "Resulullah (s.a.s) Insikâk ve Alâk surelerinde secde etti" (Müslim Kitâbu'l Mesâcid, 109). Insikâk sûresinde

"Onlara Kur'an okundugunda neden secde etmiyorlar" (el-Insikâk, 81/21) âyetinde tilavet secdesi yapilir.

M. Sait SIMSEK

Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi
 

nuresma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
2,975
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Konum
ankara
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

sevvalmina yazdı:
kardeşim emeğine sağlık canım benim çok güzel yazmışsın sorunu alalım inşallah cevaplıyalım.
senin de eline sağlık abla.Allah razı olsun.giremedim bi daha. yine akşam girdim. sorum:
dünya hayatının oyun ve eğlence olduğuna dair ayeti kerimeler nelerdir?
 

nuresma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
2,975
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Konum
ankara
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

1- Ey Muhammed! Senin göğsünü açmadık mı?

2- Yükünü üzerinden almadık mı?

3- Ki o belini bükmüştü,

4- Senin şanını yüceltmedik mi?

Bu ayetler, Hz. Peygamberin kendisine yüklenen bu davanın bazı noktalarından, davanın yolundaki bazı sert ve korkulu sarp yokuşlardan ve yine o davanın çevresine kurulan tuzak ve hilelerden dolayı ruhunda bazı sıkıntıların olduğunu göstermektedir. Ve yine ayetler, Rasulullah'ın bu ağır davanın tasalarının ağırlığı altında göğsünü ezilir gibi hissettiği, omzunda çok ağır bir yük olduğunu duyduğunu kendisinin yardıma, imdada, azığa ve morale ihtiyacı olduğunu ilham ediyor.

Ardından şu tatlı sesleniş ve şu sevecen konuşma gelmektedir. "Ey Muhammed! Senin göğsünü açmadık mı?"

Bu dava için senin göğsünü açmadık mı? Bu davanın işlerini sana kolaylaştırmadık mı? Bu davayı sana sevimli kılmadık mı, bu davanın yolunu senin önüne açmadık mı? Seni gideceğin yola koyup o yolun mutlu sonunu görmeni sağlamadık mı?

Sen içini yokla. Göğsünde sevinç, ferahlık, parlaklık ve bir ışık görmüyor musun? Bu ihsanın tadını hislerinde tatmaya hazır ol. Ve söyle bakalım, bu iç açılması ile birlikte her çilenin ardından safa, her yorgunluğun arkasından rahat, her zorluktan sonra kolaylık ve her mahrumiyetin arkasından hoşnutluk bulmayacak mısın?

"Yükü üzerinden almadık mı? Ki o belini bükmüştü."

Sırtını çökerten hatta ağırlığından nerede ise belinin kırıldığı yükünü kaldırmadık mı? O yüke karşı göğsünü açarak onu üzerinden kaldırmadık mı? Bunun sonucu olarak o yük sana hafifleyip kolay gelmedi mi? Seni başarıya ulaştırarak ve gerek çağrı yapmanı kolaylaştırarak ve gerekse kalplerin kapısını sana açarak yükünü kaldırmadık mı? Sana gerçeği açıklayan ve bu gerçekle kalplere kolayca, yumuşakça ve rahatça girmende sana yardımcı olan vahyi göndererek sırtındaki yükü kaldırmadık mı?

Sen sırtını çökerten yükte hissetmiyor musun bunları? Biz senin göğsünü açtıktan sonra yükünün hafiflediğini hissetmiyor musun?

"Senin şanını yüceltmedik mi?"

Senin şanını yücelerin yücesine yükselttik, yeryüzünde yükselttik ve şu varlık aleminin tümünde yücelttik. Senin şanını yücelttik de diller Allah'ın adını anmak için her kıpırdandığında senin adını Allah'ın adı ile birlikte yanyana getirdik. "La ilahe illallah"ın yanına senin adını da getirerek "Muhammed un Resulallah" diye senin anılmanı sağladık ki bundan daha öte yücelik ve bunun ötesinde makam olamaz. Bu makama bütün dünyada sadece Hz. Peygamber erebilmiştir.

Senin şanını Levh-i mahfuzda yücelttik. Çünkü yüce Allah levh-i mahfuzda asırlar geçsin nesiller ve milyonlarca dudak her yerde, namaz kılarak salat-u selam getirerek büyük ve derin sevgi ile bu şerefli ismi tekrar edip dursun diye takdir etmiştir.

Senin şanını yücelttik. Çünkü senin adın bu yüce sistem ile özdeşleşmiştir. Sırf bu iş için senin adının seçilmesi bile şanının yüceltilmesidir ki, şu varlık aleminde ne senden önce ve ne de senden sonra hiçbir kimse bu yüceliğe ulaşmıştır ve ulaşamayacaktır...

Her çileyi ve yorgunluğu silip süpüren bir ihsanın bu lütfun yanında meşakkatin, yorgunluğun ve bitkinliğin ne değeri kalır?

Bununla birlikte yüce Allah, seçilmiş sevgilisine ince ve nazik davranıyor, onu teselli ediyor, sıkıntısını gideriyor, gönlünü huzur içinde kılıyor ve kendisinden hiçbir zaman ayrılmayacak olan kolaylığı kendisine haber veriyor.

5- Muhakkak ki her güçlükle beraber bir kolaylık vardır,

6- Gerçekten güçlükle beraber bir kolaylık vardır.

Gerçekten her zorluk, kendisine eşlik eden ve ondan ayrılmayan bir kolaylıkla birlikte bulunur. Ve gerçekten bu senin karşılaştığın zorlukta da kendisini göstermiştir. Çünkü üstlendiğin yük ağır basınca senin göğsünü açtık ve sırtım çökerten yükün hafifledi. Böylece Rasulullah'ın karşılaştığı zorluğa kolaylık eşlik etmiş zorluğun yükü kaldırılmış ve ağırlığı giderilmiştir.

Gerçekten bu, doğruluğu pekiştirilmiş bir durumdur. Yüce Allah bu pekiştirmeyi "kolaylık" ve "zorluk" sözcüklerini kullanarak tekrarlıyor.

"Muhakkak ki her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber bir kolaylık vardır."

Bu "tekrarlama" gösteriyor ki, Hz. Peygamber o sıralarda, bu düşünceyi ve bu hatırlatmayı gerektiren bir zorluk, sıkıntı ve meşakkat içinde bulunuyordu. Yüce Allah'ın önem verdiğini gösteren görüntülerin canlandırılmasını, O'nun himayesini kanıtlayan izlerin sergilemesini ve bütün pekiştirme çeşitleri ile bu tür pekiştirmeyi gerektiren sıkıntılar içinde kıvranıyordu. Hz. Muhammed'in ruhun bu kadar ağır gelen şeyin elbette büyük bir problem olacağı ortada idi.

Sonra kolaylaştırma noktalarına, göğsünün açılma nedenlerine uzun ve yorucu yolda azık ve su içme yerlerine Şerefli yönlendirme gelmektedir.

7- Öyleyse bir işi bitirince diğerine giriş,

8- Ümit edeceğini Rabbinden iste.

Kuşkusuz her zorlukla kolaylık vardır. O halde kolaylığın ve kolaylaştırmanın nedenlerine sarıl. insanlar, yeryüzü ile ve hayatın işleri ile uğraşmanı bitirdiğin zaman, evet bütün bunları bitirdiğin zaman, bütün kalbinle asıl uğrunda yorulmana, çile çekmene ve çalışmana layık olan şeye, yani ibadete, herşeyden sıyrılmaya, Allah'tan ümit etmeye ve O'na yönelmeye bak. "Ümit edeceğini Rabbinden iste." Herşeyden önce uzaklaşarak, hatta kendilerini çağırmakla meşgul olduğun insanların işlerini bir yana atarak sadece Rabbinden iste, O'na yakar. Çünkü bu yol için mutlaka azık gereklidir. Azık ise İşte buradadır. Ve cihat için de mutlaka hazırlık gereklidir. Hazırlık İşte buradadır. Ve burada sen her zorlukla bir kolaylık, her kolaylıkla birlikte rahatlık bulacaksın... İşte gideceğin yol bu yoldur. '

Bu sure de tıpkı "Duha" suresi gibi, insan ruhuna birbirine karışmış iki duygu bırakarak son buluyor. Bunlar, Rasulullah'ın ruhuna çok seven ve rahmet eden Rabbi tarafından esen sevimli ve yüce olan sevginin büyüklüğü ve onun şahsına gösterilen şefkattir.

Bu güzel ve bambaşka sevgiyi doğuran o anlarda Resulullah'ın kalbinden geçen duygulara neredeyse elimizle dokunacak gibiyiz.

Bu gerçekten bir davadır. Bu ağır bir emanettir, bu onun sırtını çökerten ağır bir yüktür. Ama bu dava bütün bunlarla birlikte, kutsal ışığın doğduğu ve indiği yerdir, ölümlülüğün ölümsüzlüğe, yokluğun varlığa bitiştiği noktadır.
tefhim'ül Kuran...
 

ADALETIMAHZA

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eyl 2006
Mesajlar
3,630
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
56
Web Sitesi
www.islamiportal.net
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

HAYDİ ARKADAŞLAR,FORUMU CANLANDIRALIM,BEN DAHA ACEMİYİM AMA TAKİP EDİP ÖĞRENİYORUM.BİLENLER BİLMEYENLERE ANLATSIN.
 

ferit

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
1,723
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

SelamünAleyküm
Hayırlı Sabahlar; İzninizle bugün ilk soruyu ben sorayım:

Ey iman edenler! Allah'ın işaretlerine, haram aya, kurbanlık hayvanlara, gerdanlık(lı hayvan)lara, Rabbinin lütfundan bir şeyler kazanmak ve rızasına kavuşmak için Haram Ev'i (Kabe'yi) ziyarete gelenlere saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Bir topluluğa sizi Mescidi Haram'dan alıkoymaları dolayısıyla duyduğunuz kin sınırı aşmanıza sebep olmasın. İyilik ve takvada birbirinizle yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah, cezası çok şiddetli olandır.

Ayeti hangi surededir; Sure hakkında biraz bilgi, Ayetin nüzul sebebi:

B)B)B) SİZLERİ ÇOK ÖZLÜYORUM B)B)B)
 

tugba_m

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eki 2006
Mesajlar
606
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

Alaeyküm selam
Hayırlı sabahlar ferit kardeşim.

Ayet maide suresi 2. ayeti kerime.
Maide suresi;Maide sofra anlamına gelmektedir. Bu sureye bu ad, 112-114. ayetlerinde Hz. İsa (a.s.)'nın havarileri için gökten bir sofra indirilmesini istemesi olayından sözedildiği için verilmiştir. Maide suresi Medine döneminde inmiştir. 120 ayettir.
Ayetin nuzul sebebi;Yüce Allah`ın: "Bir topluluğa sizi Mescidi Haram`dan alıkoymaları dolayısıyla duyduğunuz kin sınırı aşmanıza sebep olmasın" sözü hakkında İbnu Ebi Hatim Zeyd bin Eslem`den şöyle rivayet etmiştir: Müşrikler Resulullah (a.s.)`ı ve ashabını Mescidi Haram`ı ziyaretten alıkoyunca onlar Hudeybiye`de toplandılar. Bu sırada uzaklardan gelen ve müşriklerden olan bir grup umreye gitmek üzere Hudeybiye`de toplanmış olan Müslümanların yanından geçtiler. Bunun üzerine Resulullah (a.s.)`ın ashabı: "(Mekke müşrikleri) bizim arkadaşlarımızı alıkoydukları gibi biz de bunları alıkoyacağız" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah böyle buyurdu.
 

ferit

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
1,723
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

SelamünAleyküm Ablacım
Çok güzel açıklamışsın bir de soru alalım İNŞAALLAH...
 

sevvalmina

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
1,747
Tepki puanı
1
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

NURESMANIN SORUSU KAYNADI HADİ ONU CEVAPLAYALIM.
 

tugba_m

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eki 2006
Mesajlar
606
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

Sidretü’l Müntehâ nedir?Kuran-ı Kerimde hangi ayetlerde geçmektedir?
 

ferit

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
1,723
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

nuresma yazdı:
sevvalmina yazdı:
kardeşim emeğine sağlık canım benim çok güzel yazmışsın sorunu alalım inşallah cevaplıyalım.
senin de eline sağlık abla.Allah razı olsun.giremedim bi daha. yine akşam girdim. sorum:
dünya hayatının oyun ve eğlence olduğuna dair ayeti kerimeler nelerdir?

SelamünAleyküm
Elcevap:"Muhakkak her güçlükle beraber bir kolaylık vardır." ; "Evet her güçlükle beraber bir kolaylık vardır."; "O halde (işlerinden) boşaldığın zaman uğraş, (ibadetle meşgul ol) yorul " (el-İnşirâh, 94/5-7).

"Onlardan kimi de, 'Rabbimiz bize dünyada da güzellik ver, âhirette de güzellik ver; bizi ateş azabından koru ' der" (el-Bakara, 2/201).

"İnsanlardan kimi, Rabbimiz, bize dünyada ver, der; onun âhirette bir payı yoktur" (el-Bakara, 2/200).

"Mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür; bâki kalacak olan güzel işler ise Rabbinin katında sevapça da, umutça da daha hayırlıdır" (el-Kehf, 18/46).

"Binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı) ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır" (en-Nahl, 16/8).

"Onlar ki, inanmışlardır ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşur; İyi bilin ki ancak Allah'ı anmakla kalpler huzura kavuşur" (er-Râd 13/28).

Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ın kulları için helâl kıldığı süs ve eğlencelerin haram olmadığı bildirilmiştir: "Ey Âdemoğulları, her mesci(de gidişiniz)de süs(lü güzel elbiseler)inizi (üzerinize) alın; yiyin-için, fakat israf etmeyin; Çünkü O, israf edenleri sevmez. "; "De ki: 'Allah'ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?' De ki: 'O, dünya hayatında inananlarındır, kıyâmet günü de yalnız onlarındır. ' İşte biz bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz" (el-A'raf, 7/31-32).

Kumar olsun olmasın tavla oynamak haramdır: "Tavla oynayan, domuz etine ve kanına elini bulamış gibidir. "; "Tavla oynayan, Allah'a ve Rasûlüne karşı gelmiş sayılır' (et-Tâc, V/287).

Bu Kadar bulabildim İNŞAALLAH doğrudur...
 

sevvalmina

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
1,747
Tepki puanı
1
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

SİDRETÜ'L-MÜNTEHÂ'

Bir izafet terkibi olup "müntehâ sidresi", yani sidrenin sonu, nihayeti demektir.

Müntehâ kelimesi son, nihayet, bitiş anlamlarına gelmektedir. Sidre kelimesi de, ağaç anlamındadır. Mütercim Âsun Efendi meşhur Kamus'unda "sidre" kelimesini şöyle açıklamaktadır: "Sidre, Arabistan kirazı denilen bir ağaca verilen isimdir. Trabzon hurması bu ağacın cinsindendir, gölgesi gayet koyu ve latifdir".

Sidretül-müntehâ' şeklinde Kur'ân-ı Kerim'de Necm suresinin 14. âyetinde geçmektedir. Ayrıca Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Mirac'ını anlatan ve bir çok sahabeden rivayet edilen Hadis-i şerifte de geçmektedir. Hem Kur'ân'ın Necm suresinde, hem de Hz. Peygamberin Mirac'ını bütün ayrıntılarıyla anlatan hadis-i şerifte geçen Sidretül-Müntehâ', "Cennetin uçlarındandır, üzerinde Sündüs ve İstebrekın Cennetlerinin etekleri vardır", diye açıklanmış, Keşşâf'ta da Sidretül-Müntehâ' Cennetin nihayetinde ve sonundadır, diye geçmektedir.

Ayrıca Sidretül-Müntehâ', "Allahu Teâlâ'nın zât âlemi demektir ki, buraya ne meleklerin büyükleri, ne de Peygamberlerin büyükleri dâhil olabilir. Nitekim hadis-i şerifte de Hz. Peygambere refakat eden Cebrâil aleyhisselâm da Peygamberimizi buraya kadar götürmüş, buradan ileriye geçmeye izinli olmadığını ifade ederek, bundan sonra Cenâb-ı Hakk'ın daveti sebebiyle Hz. Peygamberin yalnızca gideceğini bildirmiştir. İşte bu yüzden bu terkib "son sınır, son hudud veya sınırın sonu" diye anlaşılmıştır.

Hadis-i şeriflerde ise belirttiğimiz gibi daha çok mi'rac hadisesi ile ilgili kısımlarda geçmekte ve meşhur hadis kitaplarının; hemen hemen hepsinde sözkonusu edilmektedir: "...Sonra beni Sidretül-Müntehaya götürdü. Bir de gördüm ki, sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları gibidir, yemişleri ise (Yemenin) Hecer (kasabası) testilerine benzer. Allah'ın emrinden her şeyi bürümekte olan şey Sidre yi tamamiyle bürüyünce bana başka bir hal oldu. Artık Allah'ın mahluklarından onun güzelliğinin bir kısmını bile anlatmaya gücü yetebilecek hiç bir kimse yoktur... " (Müslim, İmân, 259).

İbn Mesud (r.a)'dan gelen rivayette de "Rasûlüllah (s.a.s) Sidretül-Müntehâ'ya varınca yer yüzünden çıkan ve yukarıdan inen burada son buluyor"dedi. Allah orada ona kendisinden önce gelen hiç bir peygambere vermediği üç şeyi verdi: Namazlar beş (vakit) olarak farz kılındı. Kendisine Bakara sûresinin son âyetleri verildi ve Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmadıkları müddetçe ümmetine büyük günahlar da bağışlandı. İbn Mesud, "Sidre'nin dört bir tarafı (meleklerle) çevrili iken" (en-Necm, 53/16) âyetini okudu ve "Sidre, altıncı göktedir" dedi. Süfyân "Altından Pervaneler!" dedi ve eliyle işaret edip elini titretti. Malik b. Mağfel'den başkası da şöyle diyor: "Yaratıkların ilmi "sidre'de" son bulur ve bunun üstü hakkında bilgileri yoktur" (Tirmizi, T. Suver 53).

Mürre'nin Abdullah'tan rivayetine göre "Rasulullah (s.a.s) İsrâ gecesinde Sidretü'l-Müntehâ'ya götürüldü ki, sidre altıncı göktedir..." (Müslim'den naklen, Kurtubî, XVII, 94).

Enes'in rivayetine göre Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor: "Ben Sidretü'l-Müntehâya götürüldüm. O, yedinci göktedir. Yemişi Hecer (kasabasının) testileri, yaprakları da fil kulaklarına benziyordu. Dibinden iki zâhir, iki hâtın olmak üzere dört nehir çıkıyordu. "Ya Cibril bu da ne?"dedim. Cibril: "Bâtın olanlar Cennettedir; zâhir olanlar ise Fırat ve Nil'dir" diye cevap verdi" (Kurtubî (Darekütnî'nin lafzıyla Müslim'den naklen), XVII, 94).

Bu iki hadisi sahih kabul edenler onları şöyle telif etmişlerdir: Kökü altıncı gökte, dalları yedinci göktedir (et-Tehanevi, Keşşafu İstılâhati'l fünün, İstanbul 1984, I, s. 728; Kurtubî, a.g.e., aynı yer).

Sidr denilen bu ağaç Cennetin en üst kısmındadır. Eskilerin ve yenilerin ilminin ulaştığı son noktadır. Arşın sağında yer almaktadır. Mi'rac gecesinde bu mevkiye vardıklarında Cibril geride kalmış; Rasulullah (s.a.s) geri kalmasının sebebini sormuş, Cibril şöyle cevap vermiştir: "Bu makam dostun dostta kalacağı bir makamdır. Eğer kıl kadar ileri gidersem yanar kül olurum. Bundan sonrasını geçmek sadece sana bahşedilmiştir..." (Keşşafu İstilâhati'l-Fünun, "Sidretü'l-Müntehâ" maddesi).

Sidretü'l-Müntehâ' denilmesinin sebebi, buraya hem büyük meleklerin, hem de büyük peygamberlerin geçememesi ve burası hakkında bilgilerin yeterli olmamasıdır. Bunun için bu tabir kullanılmış ve beşerî, yani insanlara ait ilmin son sınırı diye de açıklanmıştır. Gerek peygamberlerin, gerekse diğer yaratılmışlardan her âlimin ilmi burada son bulur, ondan ileri geçemez.

Ayrıca büyük müfessirlerden Fahruddîn er-Râzî, Sidretü'l Müntehâ'yı, buraya kadar zikredilen mânâlarını yanı sıra, "hayret-i küsvâ" diye açıklamıştır ki, akılların hayretle kaldığı, bundan daha şiddetli bir hayretin tasavvur edilemeyeceği, insanın son derecede hayrete düştüğü bir makam olarak tavsif ettikten sonra; sadece, Hz. Peygamberin hayrette kalmadığını, şaşmadığın, gördüklerini açıkça gördüğünü kaydetmektedir.

Öyleyse biz âciz insanların Sidretü'l-Müntehâ'yı kesin olarak "şudur veya budur" diye açıklamamız mümkün görülmemektedir. Necm suresinin 9. âyetine ve hadis-i şerifteki rivayete göre, sadece Peygamberimize "Kâb-ı Kavseyne" kadar yaklaşmasına müsaade edilmiştir. Sidretü'l Müntehâ'dan ilerisi gayb âlemidir ki, Allahü Teâlâ'dan başka hiç kimsenin ilmine ve bilgisine giremez, yani insanî ilmin son sınırıdır. Buradan ötesi Allahü Teâlâ'nın "Zât Âlemi" diye adlandırıldığı için, bu deyimi açık ve seçik bir tarzda ortaya koymamız mümkün değildir.

Cihad TUNÇ
 

sevvalmina

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eyl 2006
Mesajlar
1,747
Tepki puanı
1
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

FERİT KERDEŞİM SORUNU ALALIM :)
 

ferit

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
1,723
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

SelamünAleyküm

O'nun delillerinden biri de, size korku ve ümit veren şimşeği göstermesi, gökten su indirip ölümden sonra yeri diriltmesidir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.

Ayeti hangi surededir ve tefsiri İNŞAALLAH...
fert2eu6.jpg
[/URL][/img]
 

tugba_m

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eki 2006
Mesajlar
606
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

sevvalmina yazdı:
SİDRETÜ'L-MÜNTEHÂ'

Bir izafet terkibi olup "müntehâ sidresi", yani sidrenin sonu, nihayeti demektir.

Müntehâ kelimesi son, nihayet, bitiş anlamlarına gelmektedir. Sidre kelimesi de, ağaç anlamındadır. Mütercim Âsun Efendi meşhur Kamus'unda "sidre" kelimesini şöyle açıklamaktadır: "Sidre, Arabistan kirazı denilen bir ağaca verilen isimdir. Trabzon hurması bu ağacın cinsindendir, gölgesi gayet koyu ve latifdir".

Sidretül-müntehâ' şeklinde Kur'ân-ı Kerim'de Necm suresinin 14. âyetinde geçmektedir. Ayrıca Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Mirac'ını anlatan ve bir çok sahabeden rivayet edilen Hadis-i şerifte de geçmektedir. Hem Kur'ân'ın Necm suresinde, hem de Hz. Peygamberin Mirac'ını bütün ayrıntılarıyla anlatan hadis-i şerifte geçen Sidretül-Müntehâ', "Cennetin uçlarındandır, üzerinde Sündüs ve İstebrekın Cennetlerinin etekleri vardır", diye açıklanmış, Keşşâf'ta da Sidretül-Müntehâ' Cennetin nihayetinde ve sonundadır, diye geçmektedir.

Ayrıca Sidretül-Müntehâ', "Allahu Teâlâ'nın zât âlemi demektir ki, buraya ne meleklerin büyükleri, ne de Peygamberlerin büyükleri dâhil olabilir. Nitekim hadis-i şerifte de Hz. Peygambere refakat eden Cebrâil aleyhisselâm da Peygamberimizi buraya kadar götürmüş, buradan ileriye geçmeye izinli olmadığını ifade ederek, bundan sonra Cenâb-ı Hakk'ın daveti sebebiyle Hz. Peygamberin yalnızca gideceğini bildirmiştir. İşte bu yüzden bu terkib "son sınır, son hudud veya sınırın sonu" diye anlaşılmıştır.

Hadis-i şeriflerde ise belirttiğimiz gibi daha çok mi'rac hadisesi ile ilgili kısımlarda geçmekte ve meşhur hadis kitaplarının; hemen hemen hepsinde sözkonusu edilmektedir: "...Sonra beni Sidretül-Müntehaya götürdü. Bir de gördüm ki, sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları gibidir, yemişleri ise (Yemenin) Hecer (kasabası) testilerine benzer. Allah'ın emrinden her şeyi bürümekte olan şey Sidre yi tamamiyle bürüyünce bana başka bir hal oldu. Artık Allah'ın mahluklarından onun güzelliğinin bir kısmını bile anlatmaya gücü yetebilecek hiç bir kimse yoktur... " (Müslim, İmân, 259).

İbn Mesud (r.a)'dan gelen rivayette de "Rasûlüllah (s.a.s) Sidretül-Müntehâ'ya varınca yer yüzünden çıkan ve yukarıdan inen burada son buluyor"dedi. Allah orada ona kendisinden önce gelen hiç bir peygambere vermediği üç şeyi verdi: Namazlar beş (vakit) olarak farz kılındı. Kendisine Bakara sûresinin son âyetleri verildi ve Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmadıkları müddetçe ümmetine büyük günahlar da bağışlandı. İbn Mesud, "Sidre'nin dört bir tarafı (meleklerle) çevrili iken" (en-Necm, 53/16) âyetini okudu ve "Sidre, altıncı göktedir" dedi. Süfyân "Altından Pervaneler!" dedi ve eliyle işaret edip elini titretti. Malik b. Mağfel'den başkası da şöyle diyor: "Yaratıkların ilmi "sidre'de" son bulur ve bunun üstü hakkında bilgileri yoktur" (Tirmizi, T. Suver 53).

Mürre'nin Abdullah'tan rivayetine göre "Rasulullah (s.a.s) İsrâ gecesinde Sidretü'l-Müntehâ'ya götürüldü ki, sidre altıncı göktedir..." (Müslim'den naklen, Kurtubî, XVII, 94).

Enes'in rivayetine göre Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor: "Ben Sidretü'l-Müntehâya götürüldüm. O, yedinci göktedir. Yemişi Hecer (kasabasının) testileri, yaprakları da fil kulaklarına benziyordu. Dibinden iki zâhir, iki hâtın olmak üzere dört nehir çıkıyordu. "Ya Cibril bu da ne?"dedim. Cibril: "Bâtın olanlar Cennettedir; zâhir olanlar ise Fırat ve Nil'dir" diye cevap verdi" (Kurtubî (Darekütnî'nin lafzıyla Müslim'den naklen), XVII, 94).

Bu iki hadisi sahih kabul edenler onları şöyle telif etmişlerdir: Kökü altıncı gökte, dalları yedinci göktedir (et-Tehanevi, Keşşafu İstılâhati'l fünün, İstanbul 1984, I, s. 728; Kurtubî, a.g.e., aynı yer).

Sidr denilen bu ağaç Cennetin en üst kısmındadır. Eskilerin ve yenilerin ilminin ulaştığı son noktadır. Arşın sağında yer almaktadır. Mi'rac gecesinde bu mevkiye vardıklarında Cibril geride kalmış; Rasulullah (s.a.s) geri kalmasının sebebini sormuş, Cibril şöyle cevap vermiştir: "Bu makam dostun dostta kalacağı bir makamdır. Eğer kıl kadar ileri gidersem yanar kül olurum. Bundan sonrasını geçmek sadece sana bahşedilmiştir..." (Keşşafu İstilâhati'l-Fünun, "Sidretü'l-Müntehâ" maddesi).

Sidretü'l-Müntehâ' denilmesinin sebebi, buraya hem büyük meleklerin, hem de büyük peygamberlerin geçememesi ve burası hakkında bilgilerin yeterli olmamasıdır. Bunun için bu tabir kullanılmış ve beşerî, yani insanlara ait ilmin son sınırı diye de açıklanmıştır. Gerek peygamberlerin, gerekse diğer yaratılmışlardan her âlimin ilmi burada son bulur, ondan ileri geçemez.

Ayrıca büyük müfessirlerden Fahruddîn er-Râzî, Sidretü'l Müntehâ'yı, buraya kadar zikredilen mânâlarını yanı sıra, "hayret-i küsvâ" diye açıklamıştır ki, akılların hayretle kaldığı, bundan daha şiddetli bir hayretin tasavvur edilemeyeceği, insanın son derecede hayrete düştüğü bir makam olarak tavsif ettikten sonra; sadece, Hz. Peygamberin hayrette kalmadığını, şaşmadığın, gördüklerini açıkça gördüğünü kaydetmektedir.

Öyleyse biz âciz insanların Sidretü'l-Müntehâ'yı kesin olarak "şudur veya budur" diye açıklamamız mümkün görülmemektedir. Necm suresinin 9. âyetine ve hadis-i şerifteki rivayete göre, sadece Peygamberimize "Kâb-ı Kavseyne" kadar yaklaşmasına müsaade edilmiştir. Sidretü'l Müntehâ'dan ilerisi gayb âlemidir ki, Allahü Teâlâ'dan başka hiç kimsenin ilmine ve bilgisine giremez, yani insanî ilmin son sınırıdır. Buradan ötesi Allahü Teâlâ'nın "Zât Âlemi" diye adlandırıldığı için, bu deyimi açık ve seçik bir tarzda ortaya koymamız mümkün değildir.

Cihad TUNÇ
Allah razı olsun kardeşim.Feritten sonrada senin sorunu alalım inşallah
 

ferit

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
1,723
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

SelamünAleyküm

O'nun delillerinden biri de, size korku ve ümit veren şimşeği göstermesi, gökten su indirip ölümden sonra yeri diriltmesidir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.

Ayeti hangi surededir ve tefsiri İNŞAALLAH...

Soru zor mu? oldu Arkadaşlar...
 

ferit

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
1,723
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: "KUR'AN-I KERİM'İ NE KADAR TANIYORUZ.

SelamünAleyküm
peki ben cevap vereyim o zaman...

Elcevap:Şimşek evrensel sistemden kaynaklanan bir gerçek. Kimileri onu elektrik yüklü iki bulut veya bulutla, dağ tepesi gibi bir yer cismi arasında oluşan iyon akışından kaynaklandığını söylüyorlar. Bu olay gök gürültüsü biçiminde belirir ve atmosferde bir boşalmaya yol açar. Genellikle bu çarpışmanın sonucu şimşek çakması ve yıldırım inişini yağmur izler. Neden, ne olursa olsun şimşek; bu evrenin Allah'ın koyduğu sisteminden kaynaklanmaktadır.

Kur'an-ı Kerim yapısı gereği evrensel olayların nitelikleri ve nedenleri konusunda pek detaya inmemekte, insan kalbini varlık ve varlığın yaratıcısına bağlamak için onları araç edinmektedir. Diğer yandan bu noktada "Umut ve korku vermek için" onlara şimşeği göstermesinin Allah'ın ayetlerinden bir ayet olduğunu bildiriyor. Umut ve korku, bu olay karşısında insan psikolojisini. dönüşümlü olarak etkileyen yapısal iki duygudurlar. Şimşek çaktığında; kimi kez insanları ve eşyayı yıldırım düşmesinin yol açtığı veya şimşeği görmenin, bu görkemli evrenin genel çatısına egemen gücün algılanması yönündeki etkisinin neden olduğu müphem korku, kimi kez de, ayette şimşeğin ardından "gökten su indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltir" sözleriyle değinilen ve çoğu durumlarda şimşeği izleyen yağmurun ardından gelecek yarar umudu sarar insanı.

Canlılık ve ölülük terimlerinin yer için kullanılması, yerin yaşayan ve ölen canlı bir varlık olarak algılanmasına yol açmaktadır. Gerçekte de durum Kur'an-ı Kerim'in nitelediği gibidir. İşte bu evren, Rabb'ine baş eğerek, saygı göstererek itaat eden, emirlerini kulluk ve yüceltmeyle karşılayan canlı bir yaratık olup, bu gezegen üzerinde Allah'ın yaratıklarından biri olarak gezinen insan da, onlarla birlikte, Alemlerin Rabb'i Allah'a yönelmiş o tek konvoy içinde yürümektedir.

Bunların tümü, suyun toprağa ulaştığında, ona sağladığı verimlilikle gelişen, canlı bitkilerin üremesi ve her yanın bu bitkiler, hayvanlar ve insanların oluşturduğu hayatla dalgalanmasını sağlamasına dayanmaktadır. Su hayat taşıyıcısıdır, onun olduğu yerde hayat oluşur.

"Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır." Bu araştırılması ve düşünülmesi gereken bir konudur.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt