HAK DOSTLARININ ÖRNEK AHLAKINDAN-6 (TEBESSÜM)
Peygamber ahlâkıyla yoğrulan sâlih mü’minler de, kalb-i selîme ulaşmış yüksek şahsiyetler oldukları için her hâllerinde Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in izini tâkip ederler. Tebessümleriyle bahar mevsimi gibi gönüllere sürûr ve huzur verirler. Nazarları, ruhlara meltem olur. Nurlu sîmâları ile de dâimâ Allâh’ı ve âhireti hatırlatırlar. Zîrâ onlar, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den dâimâ akis ve feyz alma hâlindedirler.
Hayatın fırtınaları karşısında ümmet-i Muhammed’e yakışan da, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- ve Hak dostları gibi “gül tabiatlı” olabilmektir. Zîrâ gül, dalındaki dikenlere katlandığı için, hoş rengiyle ve güzel râyihasıyla dâimâ tebessüm hâlindedir ve bütün insanlara; “Beni gönül gözüyle okuyun da benim gibi olun!” demektedir.
Dînin gâyesi de, işte böylesine zarif, güzel ve hassas insanlar yetiştirmektir. Kâmil mü’minler, güler yüzleriyle; güle, sümbüle, bülbüle, bütün varlıklara selâm hâlindedirler. Onların gönül âlemleri, bütün mahlûkâta bir pencere gibi açılmıştır. Zîrâ kâmil mü’minler, açan çiçeklerin, öten kuşların, meyveli ağaçların hikmetinde derinleşerek çiçekler gibi ince ruhlu ve nâzik; meyveli ağaçlar gibi cömert ve ikram sahibi olurlar.
Hak dostlarından Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri, din kardeşiyle dostlukta en mühim şart ve âdâbın, ona karşı dâimâ güler yüzlü olmak ve onu sevindirmek olduğunu; Ebû Osman Hîrî Hazretleri, günahta olmamaları şartıyla her zaman güler yüz göstermek olduğunu ifâde etmişlerdir. Ebû Abdullâh Sâlime de tatlı dil ve güler yüzün Hak dostlarının fârik vasıflarından olduğunu beyân etmiştir.
Hâris el-Muhâsibî -kuddise sirruh- şöyle buyurur:
“Güzel huyluluk dört şey iledir:
- Gâfillerin eziyetlerine sabretmek,
- Fazla kızmamak (kendini bilmezlerin câhilce sataşmalarına karşı «selâmetle» deyip geçebilmek),
- İslâm’ın güler yüzünü gösterebilmek,
- Ferahlatıcı ve huzur verici bir lisâna sahip olmak.”
Hasan-ı Basrî Hazretleri de güzel ahlâkı şöyle hülâsa eder:
“Güzel ahlâkın esâsı, iyiliği yaygınlaştırmak, kimseyi rahatsız etmemek ve güler yüzlü olmaktır.”
Kâinâtın hamuru, muhabbet mayasıyla yoğrulmuştur. Mikro âlemden makro âlemlere kadar bütün bir kâinât gönül gözüyle seyredildiği takdirde, her şeyin özünde ilâhî muhabbetten bir nişan taşıdığı görülür. Cenâb-ı Hakk’ın kâinattaki cemâlî sıfat tecellîleri olan bağlar, bahçeler, pınarlar, açan çiçekler, rengârenk kelebekler, cıvıl cıvıl ötüşen kuşlar, hep insana ilâhî bir tebessümü hatırlatır. İnsanın bu gerçeklerden gâfil kalması ne hazindir. Kula düşen, bu ilâhî tebessümü idrâk edip onu kendi sîmâsından mahlûkâta aksettirebilmesidir.
Hayatını amel-i sâlihlerle ihyâ eden bir mü’min, en güzel tebessüme vefât ânında rastlayacaktır. Bu hâl, âyet-i kerîmede ne güzel ifâde buyrulur:
“Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra istikâmet üzere olanların üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin, derler.” (Fussilet, 30)
Yine âyet-i kerîmede buyrulur:
“Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.” (Yûnus, 62)
Mahlûkâta ilâhî muhabbetin tebessümünü aksettirebilen kâmil mü’minler, âhirette kim bilir ne muhteşem tebessüm hazinelerine nâil olacaklardır.
Şeyh Sâdî, Bostan adlı eserinde bir kıssa nakleder:
“Güzel ahlâklı bir adam vardı. Bu zat, (kendisine) fenâlık yapanlar hakkında dâimâ iyi söyler, onlara iyi muâmele ederdi. Vefât ettikten bir müddet sonra birisi onu rüyâsında gördü ve:
«–Öldükten sonra başına ne geldi, bana anlat!..» dedi.
Vefât etmiş olan zât, ağzını gül gibi tebessüm ederek açtı ve bülbül gibi güzel bir sesle dedi ki:
«–Ben hayatımda kimseye sert ve fenâ muâmele etmedim, sert yüz göstermedim. (Herkese güler yüz gösterdim.) Onun için bana da sert ve fenâ muâmelede bulunmadılar.»”
Gönüllerini bir dergâh hâline getirmiş olan Hak dostlarında kat’iyyen abus ve asık bir yüz görülemez. Allah dostlarının sîmâsı, muhataplarının gönüllerine huzur bahşeder, onları mânevî bir âleme taşır. Yine onlar, mahzunları gönül saraylarına alarak tesellî ederler. Sanki onların gönül âlemleri, bir huzur ve rehabilite merkezi hâlindedir.
Bu huzurun asıl hikmeti ise, insanlara Allâh’ı ve âhireti hatırlattıkları için, rûhu bunaltan nefsânî ve dünyevî kaygılardan, ihtiras ve aşırı düşkünlüklerden insanları kurtarmalarıdır. Ayrıca gerçek huzur ve saâdetin, ebedî saâdet yolunda gayret etmekle mümkün olduğuna dâir, insanlara istikâmet vermeleridir.
Hak dostlarının huzur ve ferahlık tevzî eden mütebessim bir çehreye sahip olmalarının bir hikmeti de, yüklenmiş oldukları irşad mes’ûliyetidir. Zîrâ halkı îkaz ve irşad hizmetinde güler yüz ve tatlı söz sahibi olmak, ilâhî bir emirdir. Tebessüm, kişinin karşısındakiyle bir gönül râbıtasıdır. Bu itibarla, Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta en güzel bakış tarzı olan güler yüz ve tatlı söz kadar tesirli ve lüzumlu bir irşad metodu olamaz. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:
“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şâyet Sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi…” (Âl-i İmrân, 159)
İrşad hizmetinde güler yüz, tatlı söz ve zarâfetin ne kadar mühim olduğuna dâir Şeyh Sâdî, Bostan adlı hikemî eserinde çok ibretli bir hikâye nakleder:
“Tatlı dilli, güler yüzlü bir delikanlı bal satardı. Bu, öyle bir civanmert idi ki, gönüller onun tatlılığından yanar, erirdi. Boyu, beli saz ile bağlanmış şeker kamışına benzerdi. Müşterisinin sayısı belli değildi.
Öyle bir yiğit idi ki, faraza bal satmayıp zehir satacak olsaydı, herkes zehri onun elinden, bal gibi içerdi.
Suratsızın biri de, o yiğidin satışına özendi, kazancını kıskanıp bal satmak istedi. Bal tablası başında, sirke satan yüzüyle, mahalle mahalle dolaştı. «Bal, bal!» diye bağırdı durdu. Fakat balına müşteri değil, bir sinek bile konmadı.
Akşam oldu, eve döndü. Eline bir kuruş geçmemişti. Fenâ hâlde kızdı, bir köşeye çekildi, oturdu. Günahının cezâsından korkan günahkâra, bayram günü zindanda tutulan bedbahta benziyordu.
Karısı ona, latîfe sûretiyle:
«–Ekşi yüzlünün balı acı olur!..» dedi.
Çirkin huy insanı cehenneme götürür. İyi huy ise cennetten çıkmıştır.
Arkadaş! Yürü, gerekirse ırmaktan sıcak su iç de, kızgın güneşte kavrulsan bile ekşi yüzlü insanın elinden soğuk şeker şerbeti içme! Kaşları diken gibi çatılmış olan kimsenin ekmeğini yemek rûha ziyanlıktır.
Efendi, hırçınlıkla işini sarpa sardırma; çünkü hırçınlar dâimâ bedbaht olurlar. Farz edelim ki; altının, gümüşün, bir şeyin yok. Tatlı bir dilin de mi yok?”
İşte güler yüz ve tatlı dil, îman ve güzel ahlâktan mahrumların irşâdında da en mühim sermâyelerden biridir. En abus bir surat bile, bir gülistanda, rengârenk ve mis kokulu çiçekler arasında gezerken, oradan rûhuna akseden güzellikler sebebiyle tebessüm eder. İnsanlara rehberlik yapan kimseler de, en haşin ve nâdan kalpleri bile yumuşatabilmeli, en abus çehreleri dahî gülümsetebilmelidirler.
Kâmil mü’minler bu hâlet-i rûhiye içinde sabırlı, mütebessim ve insanların dertlerini omuzlamaya tahammüllü olmalıdırlar. Makbul bir tebliğ için, Kur’ân ve Sünnet’in hikmetleriyle yoğrulmuş hassas bir gönle ve İslâm’ın güler yüzünü yansıtan mütebessim bir çehreye sâhip olmak şarttır. Mânevî eğitim hizmetinde muhâtaplara karşı tebessüm ve teşekkür, bir tabiat-ı asliye hâline gelmelidir.
Rabbimiz, cümlemizi yaratılan her şeye şefkat, merhamet ve tebessümle yaklaşabilen, ince ruhlu, kâmil mü’minlerden eylesin. Kalplerimizden îman muhabbetini, yüzlerimizden İslâm’ın güler yüzünü eksik etmesin…
Âmîn!