BULENT TUNALI
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Ağu 2007
- Mesajlar
- 2,307
- Tepki puanı
- 2
- Puanları
- 0
- Yaş
- 53
- Konum
- BURSA-m.k.paşa
- Web Sitesi
- www.bilsankimya.com
Bir Ben mi Suçluyum Hakim Bey?-20
Ben sandım ki ayrılık ölümlüdür, sandım ki eli-ayağı kaşı gözü vardır, sandım ki canı vardır ve doğrulturum silahı kulak tozuna o ayrılığın, çekerim tetiği şöyle ne bileyim birkaç süslü kelime takıp takıştırarak civarına, hani belki öldürürken böylece bir de zelil ederek ölümden beter öldürebilirim sandım Hakim Bey. Sonra farkettim ki "O"nu vurmuşum, "O"nu, "Bekir Bey"imi... Bir kıyıcı ayrılıkla öylesine bütünleşmişti ki varlığı, bilemedim vurduğum, al kanlara beleyip, ayak dibime serdiğim, bağlandığım o insan mıdır, yoksa hasretim midir bilemedim. Daha ne söyleyeyim?
Nasıl mı başladı, şey, küçük yerlerde öyledir, yani adettendir büyüklerimiz yakıştırmışlar bizi birbirimize, kısmetmiş demek evlendik. Benim için o bir yaşama sebebiydi, hayatınım gayesiydi, çünkü kulağımla duyduğumu dimağımla anlayalı beri, ben, sadece ve sadece bir insana evet sadece bir insana bağlanmak için yetiştirildim. Bir insana bağlanmak dediysem Hakim Bey, bu öylesi bir bağlanmak değildi. Neyse, benim ailem başlık falan da istememişti ama Bekir borç harç bir düğün yaptı ki. Elalem, bir pilav da dökemedi eşe-dosta Bekir, der, elalem bir zerde de kaynatamadı konu-komşu fakir-fukara yesin diye der, elalem bir çilingir sofrası da kuramadı arkadaşları bayram etsin diye der, elalem gül gibi Zeynep kıza en güzel gelinlikleri alamadı, en ala takıları takamadı der, elalem bir renkli televizyon bile alamadı evine layığını bulasıca der, elalem, elalem... Yabancılar, yabancı kalamayan, yabancılıklarını bilemeyen, yabancılıklarını bildiremediğimiz yabancılar, hep onlar.
Diyeceğim şu ki pek borçlandı Bekir Hakim Bey. Bir süre çalıştı kasabada, birkaç işe girdi çıktı, olamadı. Alacaklılar bastırıyordu, o arada şu Almanya meselesi çıktı. Sormadı bile bana, Zeynep gitmeli miyim diye, "Zeynep gideceğim" dedi "Gidiyorum" dedi. Biz yokluğa yok demeyi bilmeyiz ki Hakim Bey, eh dedim, peki dedim, hayırlısı dedim ama diyemedim ki "Bekir bana da danışmalı değil miydin, daha elimin kınası sola koyarken, bırakıp gidivereceksin. Beni de götürsen ya da gitme ha... iyisi mi gitme, kal. Ben zeytin yerim ekmek yerim, günde bir öğün yerim, gerekirse onu da yemem, takıları bir kısım eşyayı da satarız, ne olacak durumumuz düzelince alırsın yenilerini." Diyemedim işte biraz da işiteceğim cevabı bildiğimden belki "Aman Zeynep, sonra elalem ne der?"
Böyle işte hep böyle gidilir, ve dahi çoğunluk böyle dönülür yasa bu değil mi Hakim Bey? Yazılmamış bir kanun, gideceksin, başarmak için gideceksin ve başarmak için alışacaksın, alışmak için değişeceksin, değişmek için unutacaksın.... İnancı, vatanı, evi, ocağı, ana-babayı, bir Zeynep Gelin varsa seni bekleyen, onu da unutacaksın. Başarmak için basacak, ezecek, geçeceksin. Başarı dediğin de paradır, çok paradır, daha çok paradır. Çünkü o parayla borç ödenir, iş kurulur, adam olunur, ya adam olunur, adam... Adam. Gitti Bekir, adam olmaya. İlk önceleri ben ayrı bir yolun ucundaydım, o da öbür ucunda, bunu hissederdim. Derken mektupları seyrekleşti, ardından hepten kesildi. Gelip gidenler kaçamak ağız bahseder oldular ondan, ben anlamadım, o kadar lekesizdi onu kabullenişim. Hem para da yolluyordu düzenli, dedim işi gücü var elbet, yoruluyor elbet, kimsesiz elbet, yazamıyor elbet...
Ben... Beyaz zemin üzerine mavi çiçekli bir halı dokudum sonra, sonra beyaz gömlekler, mendiller aldım ayrı yaşadığımız her bayram için bir takım. İşte gelince giyer dedim. Sokak kapısının yanı başına da hanımeli diktim, ben diyemezsem döndüğünde diyemediklerimi deyiversin diye. Hani böyle ağlayıp söyleyeceğimi şaşırmayayım böyle o dönünce diye... Hasret ektim ben ektim, ektim, büyüttüm.
Yıllar geçti Hakim Bey, geçti dediysem öyle kolayına değil. Bekir hep para yolladı ama hiç gelmedi. Beyaz gömlekler sandıkta dura dura sarardı, elalem konuştu, ben sustum, sabrettim. Yahut öyle zannettim.
Sonra o mektubu geldi. "Dönüyorum şu gün" Aylardan mayıstı ve ben ne kadar sevincim varsa, ne kadar baharım varsa o güne adanmış, yaşadım tümünü. Bahar bir o gün gelmişti evimize, nasıl anlatsam. Evi, evimizi, her eşyayı her aralığı pırıl pırıl temizledim, girişe mavi çiçekli ak halıyı, bir yıldıza bulut sunacak, bir güneşe mavi sisli bir ufuk hazırlayacakmışçasına ve yerini şaşırmışlıkla serdim, gömleklerin de en yenisini çıkardım, ütüledim. Hanımelinin yapraklarına dahi su serptim ki tozları aksın ve çiçek baharımı yansıtsın. Giyindim sonra gittim istasyona, avuçlarımda bir ter, içimde bir sıkıntı. Geldi nihayet, ilk görüşte tanıdım, onca değişmişti oysa, başında bir garip tüylü külah, alaca bulaca bir gömlek, elinde kolunda altın takılar. Bana arkası dönüktü, kalabalıkta birisiyle konuşuyordu, sesi pek neşeliydi. "Bekir buradayım" diye seslenmek için ağzımı açarak bir adım attım yanına doğru, tam o sırada da Bekir kenara çekildi, ardında bir sarı kadın, iki sarı çocuk, geçip gittiler yanımdan.
Dahası mı? Dahasını biliyorsunuz Hakim Bey. Ayrılmak istedi, ben yine "he" dedim, "olur" dedim, annem kızdı bana, eş-dost pek kolay bırakıverdin peşini dediler ya, hakikaten kolay mı bırakmıştım bir şeyleri bilmem, bir yanlışlık varsa bu hikayede benden yana, ilk bırakışımda idi yanlışım. On sekiz yaşımın yalnızlığı bile tutamamışken onu yanımda, on şu kadar yıl geçmiş aradan, bir de çocuklar... Şey, çocukları var. Yine de anam azıcık giyin süslen bakalım kızım, belki vazgeçer, belki döner gelir sana dedi diye, bir aptalca ümit uğruna, ardı yırtık etekler giydim geldim duruşmalara kafamı da civciv sarısına boyattım.
Allah'ım affet Allah'ım ne kadar utanıyorum. Siz bile acımıştınız halime de boşanma kararım verememiştiniz bir süre. Ben o günler ve geceleri nasıl yaşamayı başardım, sonra silahı nasıl buldum ben... Kendimi vuracakken sanki neden Bekir'i öldürdüm, ya da ölmek de öldürmek te yanlışken, neden doğrusunu yapıp, yeniden başlayamadım, yeniden... Bir besmeleyle Rabbim, bir tek besmeleyle neden yeniden başlamadım bilmemki.
Ben suçluyum Hakim Bey, evet. Ben o silahla sandım ki bir ölümcül ayrılığı vuruyorum, ha bire yanlış yapan bir Zeynep'i, Zeynep'e yanlış yaparken yapma demeyen ana-babasını, Zeynep'le Bekir'i ağızlarına dolayan vagon doluşu "elalem"i, getireceğine götüren yolları, O sarı Almanya'yı, muhtaçlığının utancını, zulmün bir de bu türlüsünü vurup yokediyorum, bir de kolaycacık terkeden Bekir'i vuruvermişim demek, evet suçluyum ben, suçluyum.
Ben... Suçlu muyum Hakim Bey? "iyinin", "güzel"in, "doğru"nun adı da tadı da yabancı bir gazoz şişesi kapağının ardında pazarlandığı oncasına riyakar bir dünyada bir ben mi suçluyum, bir ben mi suçluyum Hakim Bey?
Ben sandım ki ayrılık ölümlüdür, sandım ki eli-ayağı kaşı gözü vardır, sandım ki canı vardır ve doğrulturum silahı kulak tozuna o ayrılığın, çekerim tetiği şöyle ne bileyim birkaç süslü kelime takıp takıştırarak civarına, hani belki öldürürken böylece bir de zelil ederek ölümden beter öldürebilirim sandım Hakim Bey. Sonra farkettim ki "O"nu vurmuşum, "O"nu, "Bekir Bey"imi... Bir kıyıcı ayrılıkla öylesine bütünleşmişti ki varlığı, bilemedim vurduğum, al kanlara beleyip, ayak dibime serdiğim, bağlandığım o insan mıdır, yoksa hasretim midir bilemedim. Daha ne söyleyeyim?
Nasıl mı başladı, şey, küçük yerlerde öyledir, yani adettendir büyüklerimiz yakıştırmışlar bizi birbirimize, kısmetmiş demek evlendik. Benim için o bir yaşama sebebiydi, hayatınım gayesiydi, çünkü kulağımla duyduğumu dimağımla anlayalı beri, ben, sadece ve sadece bir insana evet sadece bir insana bağlanmak için yetiştirildim. Bir insana bağlanmak dediysem Hakim Bey, bu öylesi bir bağlanmak değildi. Neyse, benim ailem başlık falan da istememişti ama Bekir borç harç bir düğün yaptı ki. Elalem, bir pilav da dökemedi eşe-dosta Bekir, der, elalem bir zerde de kaynatamadı konu-komşu fakir-fukara yesin diye der, elalem bir çilingir sofrası da kuramadı arkadaşları bayram etsin diye der, elalem gül gibi Zeynep kıza en güzel gelinlikleri alamadı, en ala takıları takamadı der, elalem bir renkli televizyon bile alamadı evine layığını bulasıca der, elalem, elalem... Yabancılar, yabancı kalamayan, yabancılıklarını bilemeyen, yabancılıklarını bildiremediğimiz yabancılar, hep onlar.
Diyeceğim şu ki pek borçlandı Bekir Hakim Bey. Bir süre çalıştı kasabada, birkaç işe girdi çıktı, olamadı. Alacaklılar bastırıyordu, o arada şu Almanya meselesi çıktı. Sormadı bile bana, Zeynep gitmeli miyim diye, "Zeynep gideceğim" dedi "Gidiyorum" dedi. Biz yokluğa yok demeyi bilmeyiz ki Hakim Bey, eh dedim, peki dedim, hayırlısı dedim ama diyemedim ki "Bekir bana da danışmalı değil miydin, daha elimin kınası sola koyarken, bırakıp gidivereceksin. Beni de götürsen ya da gitme ha... iyisi mi gitme, kal. Ben zeytin yerim ekmek yerim, günde bir öğün yerim, gerekirse onu da yemem, takıları bir kısım eşyayı da satarız, ne olacak durumumuz düzelince alırsın yenilerini." Diyemedim işte biraz da işiteceğim cevabı bildiğimden belki "Aman Zeynep, sonra elalem ne der?"
Böyle işte hep böyle gidilir, ve dahi çoğunluk böyle dönülür yasa bu değil mi Hakim Bey? Yazılmamış bir kanun, gideceksin, başarmak için gideceksin ve başarmak için alışacaksın, alışmak için değişeceksin, değişmek için unutacaksın.... İnancı, vatanı, evi, ocağı, ana-babayı, bir Zeynep Gelin varsa seni bekleyen, onu da unutacaksın. Başarmak için basacak, ezecek, geçeceksin. Başarı dediğin de paradır, çok paradır, daha çok paradır. Çünkü o parayla borç ödenir, iş kurulur, adam olunur, ya adam olunur, adam... Adam. Gitti Bekir, adam olmaya. İlk önceleri ben ayrı bir yolun ucundaydım, o da öbür ucunda, bunu hissederdim. Derken mektupları seyrekleşti, ardından hepten kesildi. Gelip gidenler kaçamak ağız bahseder oldular ondan, ben anlamadım, o kadar lekesizdi onu kabullenişim. Hem para da yolluyordu düzenli, dedim işi gücü var elbet, yoruluyor elbet, kimsesiz elbet, yazamıyor elbet...
Ben... Beyaz zemin üzerine mavi çiçekli bir halı dokudum sonra, sonra beyaz gömlekler, mendiller aldım ayrı yaşadığımız her bayram için bir takım. İşte gelince giyer dedim. Sokak kapısının yanı başına da hanımeli diktim, ben diyemezsem döndüğünde diyemediklerimi deyiversin diye. Hani böyle ağlayıp söyleyeceğimi şaşırmayayım böyle o dönünce diye... Hasret ektim ben ektim, ektim, büyüttüm.
Yıllar geçti Hakim Bey, geçti dediysem öyle kolayına değil. Bekir hep para yolladı ama hiç gelmedi. Beyaz gömlekler sandıkta dura dura sarardı, elalem konuştu, ben sustum, sabrettim. Yahut öyle zannettim.
Sonra o mektubu geldi. "Dönüyorum şu gün" Aylardan mayıstı ve ben ne kadar sevincim varsa, ne kadar baharım varsa o güne adanmış, yaşadım tümünü. Bahar bir o gün gelmişti evimize, nasıl anlatsam. Evi, evimizi, her eşyayı her aralığı pırıl pırıl temizledim, girişe mavi çiçekli ak halıyı, bir yıldıza bulut sunacak, bir güneşe mavi sisli bir ufuk hazırlayacakmışçasına ve yerini şaşırmışlıkla serdim, gömleklerin de en yenisini çıkardım, ütüledim. Hanımelinin yapraklarına dahi su serptim ki tozları aksın ve çiçek baharımı yansıtsın. Giyindim sonra gittim istasyona, avuçlarımda bir ter, içimde bir sıkıntı. Geldi nihayet, ilk görüşte tanıdım, onca değişmişti oysa, başında bir garip tüylü külah, alaca bulaca bir gömlek, elinde kolunda altın takılar. Bana arkası dönüktü, kalabalıkta birisiyle konuşuyordu, sesi pek neşeliydi. "Bekir buradayım" diye seslenmek için ağzımı açarak bir adım attım yanına doğru, tam o sırada da Bekir kenara çekildi, ardında bir sarı kadın, iki sarı çocuk, geçip gittiler yanımdan.
Dahası mı? Dahasını biliyorsunuz Hakim Bey. Ayrılmak istedi, ben yine "he" dedim, "olur" dedim, annem kızdı bana, eş-dost pek kolay bırakıverdin peşini dediler ya, hakikaten kolay mı bırakmıştım bir şeyleri bilmem, bir yanlışlık varsa bu hikayede benden yana, ilk bırakışımda idi yanlışım. On sekiz yaşımın yalnızlığı bile tutamamışken onu yanımda, on şu kadar yıl geçmiş aradan, bir de çocuklar... Şey, çocukları var. Yine de anam azıcık giyin süslen bakalım kızım, belki vazgeçer, belki döner gelir sana dedi diye, bir aptalca ümit uğruna, ardı yırtık etekler giydim geldim duruşmalara kafamı da civciv sarısına boyattım.
Allah'ım affet Allah'ım ne kadar utanıyorum. Siz bile acımıştınız halime de boşanma kararım verememiştiniz bir süre. Ben o günler ve geceleri nasıl yaşamayı başardım, sonra silahı nasıl buldum ben... Kendimi vuracakken sanki neden Bekir'i öldürdüm, ya da ölmek de öldürmek te yanlışken, neden doğrusunu yapıp, yeniden başlayamadım, yeniden... Bir besmeleyle Rabbim, bir tek besmeleyle neden yeniden başlamadım bilmemki.
Ben suçluyum Hakim Bey, evet. Ben o silahla sandım ki bir ölümcül ayrılığı vuruyorum, ha bire yanlış yapan bir Zeynep'i, Zeynep'e yanlış yaparken yapma demeyen ana-babasını, Zeynep'le Bekir'i ağızlarına dolayan vagon doluşu "elalem"i, getireceğine götüren yolları, O sarı Almanya'yı, muhtaçlığının utancını, zulmün bir de bu türlüsünü vurup yokediyorum, bir de kolaycacık terkeden Bekir'i vuruvermişim demek, evet suçluyum ben, suçluyum.
Ben... Suçlu muyum Hakim Bey? "iyinin", "güzel"in, "doğru"nun adı da tadı da yabancı bir gazoz şişesi kapağının ardında pazarlandığı oncasına riyakar bir dünyada bir ben mi suçluyum, bir ben mi suçluyum Hakim Bey?