Otobüs Şoförü Ne Yapsın?-13
O gün evden çıkarken kesin kararını vermişti. Bu gün n'olacaksa olmalıydı. Haftalardır vakit namazlarının direksiyon başında kazaya kalışı bir yakıyorsa, Cuma'nın geçişleri bir başka yakıyordu. Cuma ezanı çağırırken direksiyona zincirlenmiş kalmak nasıl bir hürriyeti kullandığını ayan beyan ortaya koyuyor, yüreğinde derin fırtınalar kopartıyordu. Ama bugün kararlıydı. Ne olacaksa olmalıydı bugün...
Öğleye kadar normal seferlerini yaptı. Cuma saati yaklaşmıştı ve o yeni bir sefere çıkmak üzereydi. Yeni Cami'de müezzin salaya başlamıştı. O içinde munis bir heyecan, ama daha çok sevinç duyuyordu. Otobüsü kaldırmadan önce şöyle bir geriye baktı. Yolcuların kerli-ferli bir görünümü vardı. Garip bir tesadüf sonucu, sanki onun büyük kararına tanıklık etmek için toplanmış gibi garip bir yolcu topluluğu idi bu. Hukukçusu, politikacısı, emniyet görevlisi, öğretim üyesi, savcısı, hakimi, bürokratı, işadamı, gazetecisi, yazarı, sanatçısı ile bir garip topluluk... Arada öğrenci oldukları intibaı veren bir iki gençle, halktan kişiler görünüyordu. O da şaşırdı bu işe ama içinde en küçük bir sızı yoktu. Kararı karardı.
"Bismillah" deyip tekerlekleri döndürdü... Bir yandan gidiyor, duraklara yaklaştıkça da saatine bakmayı ihmal etmiyordu. Otobüs Laleli'ye doğru inerken, Cuma ezanı okunmaya başlamıştı. "Eh, dedi kendi kendine, artık vakit oldu." Caminin yanındaki durağa geldiğinde otobüsü yana çekti durdurdu. Otobüstekiler bir arıza var zannıyla önce hafif bir homurtuyla karışık bekleyişe geçtiler. Ancak o, yolculara döndü ve kararlı bir sesle;
- Cuma namazı vaktidir, dedi. Bu saatte hür insanların herhangi bir iş yapması menediliyor. Allah, bütün müslümanların namaza koşmasını buyuruyor. Ben namazımı kılıp geleceğim. Bunları bir çırpıda söyledi ve sessizce kapıdan çıkıp caminin yolunu tuttu. Otobüstekiler, önce ne olduğunu anlayamadılar. Birbirlerinin yüzüne baktılar. Sonra kendi kendilerine sorular sormaya başladılar. Bu bir fısıltıya dönüştü. Fısıltı belli bir tona ulaşınca da biri sözü patlattı. En çığırtkanı o olmalıydı:
- Kardeşim, bu ne demek bu? İşte irtica meydan okuyor. Ben gazeteciyim ve bu rezaleti yazacağım. Adam, bir otobüs dolusu yolcuyu yolun ortasında bırakıyor ve kalkıp namaza gideceğini söylüyor. Hangi devirde yaşıyoruz?
Adeta burnundan soluyordu. Rol mü yaptığı, yoksa gerçekten öfke tufanına mı tutulduğu pek belli değildi, ama şakaklarındaki damarlar şişmişti konuşurken... Onun sözlerini, kendisinin politikacı olduğunu söyleyen birisi tamamladı:
- İşte cür'et diye buna derler. Ayak sesleri bunlar kardeşim bunlar, ayak sesleri. İrtica kapınızda. Oysa iktidar... Sonra, gazetelerden öğrendiği anlaşılan müslüman grup isimlerini peşpeşe sıraladı. Üçgenler, sacayakları, dörtgenler kurdu. Komplo teorileri üretti ayaküstü. Ona bakılırsa, az önce namaza diye çıkıp giden sade müslümanın sade hareketinde devlet varlığına yönelik amansız bir sabotaj habercisi vardı. Politikacının sözleri fazla heyecan uyandırmadı. Kimileri bıyık altından, kimileri utançtan gülümsediler. Kendilerini bu politikacı ile aynı düşüncede hissetseler bile, düşüncelerinin böylesine müptezel bir tarzda sunuluşu onları da utandırmış olmalıydı. Öfke tufanı ateşini almışken, aradan sakin, duru bir ses yükseldi birden. Konuşan gözlüklü, genç birisiydi Beyler, dedi. Bir saniye dinler misiniz? Şu anda şoför kapıdan içeri girse, birilerimiz boğazına sarılacak nerdeyse. Azıcık durun lütfen. Olaya biraz sakin bakalım. Ben de namaz kılmıyorum ama insaf ile de düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Önce kendimize şunu soralım. Anayasa, inanç hürriyetin'i tanımış. Bu adam müslüman. Cuma namazı ise, camiden başka yerde kılınmaz. Söyler misiniz bana, vakitlerini sizin düzenlediğiniz bir müslüman cuma namazını nasıl kılmalı? Namaz vakitleri direksiyon başındaki mesaisine rastlıyorsa diğer vakitlerini nasıl kılmalı?
Azıcık nefeslenmişti ki araya birisi girdi:
- O zaman başka bir işte çalışsın kardeşim. İbadet yüzünden iş aksatılır mı?
- Mesela hangi işte, diye girdi söze yeniden genç adam? Hangi iş var ki, mesai saatleri, müslümanın namaz vakitleri veya diğer ibadetleri de gözetilerek düzenlenmiş olsun?
- O zaman kendi özel işini kursun.
- Sizin, bu sözünüz yüzde 98'i müslüman kabul edilen bir ülke için söyleniyor ve yanlış anlamadımsa, bir müslümanın mesaisi kendisi tarafından düzenlenmeyen bir işyerinde çalışamayacağı, çalıştığı takdirde de, dini görevlerinden fedakarlık etmesi gerektiği anlamına geliyor. Öyle mi? Müslüman devlet memurluğu yapmamalı, herhangi bir devlet kuruluşunda işçi olarak çalışmamalı... Müslüman, mesai saatleri kendisi tarafından düzenlemeyen herhangi bir özel iş yerinde çalışmamalı... Bunu mu demek istiyorsunuz?...
- Öyle tabiî. Yani şu şoförün otobüsü böyle bırakıp gitmesi iyi mi?
- Ama, hani şu Anayasanın teahhüd ettiği inanç hürriyeti denen şey? Hem kağıt üzerinde verdim, diyeceksin, iş uygulamaya gelince ise adama nefes aldırmayacaksın. Söyler misiniz bana, otobüs şoförü cuma namazını nasıl kılsın? Sizin inanç hürriyeti anlayışınızda bu sorunun cevabı nedir?
- Kılmasın kardeşim, iş de bir ibadet sayılır.
- Ve siz demokratsınız değil mi? "İş de bir ibadet sayılır" dediniz ve bu klişe ile, müslümanın bütün ibadet hayatını biçtiniz. Biçebildiniz. Sizin cür'etiniz cuma için az önce dışarı çıkan şu şoförünkinden çok daha büyük inanın. Büyük olduğu kadar da insanlık dışı...
Otobüste gerginlik artıyordu. Adeta herkesin içinde söyleyecek bir söz yumaklanmıştı. Küçücük bir otobüste, adeta memleketin hukuk düzeni tartışılıyordu. Koca bir dönemin uygulamaları, şu küçücük otobüse sığışıvermişti. Bir otobüs şoförünün şahsında inanç ve ibadet hürriyeti uygulamasına çözüm aranıyordu. Yaşını başını almış bir yolcu söze girdi:
- İnanç hürriyeti ile ilgili Anayasa ve kanun hükümleri, dedi, bir sınırlama getirir. Bu hürriyet, kamu yararı ve kanunlara aykırı olarak kullanılmayacak... Ben, dedi, bir hukukçuyum. Bu yüzden, şoförün davranışını onaylamıyorum.
- Ben de bir hukukçuyum, dedi bir başkası. Hukukun amacı, uygulandığı toplumun haklarını düzenlemektir. Toplumu cendereye almak değildir. Müslüman bir toplumda, hukuk kuralları, toplumun inanç değerlerini rahatça yaşayabilmesini sağlamak amacıyla düzenlenir. Onları kısıtlamak için değil. Hukuk kuralları bunun için konur, bu istikamette yorumlanır. Sizin yorumunuzdan "kanun koyucu" olarak kabul edilen kuruluşun, istediği biçimde müslümanın ibadet saatlerine ambargo koyabileceği sonucu çıkar ki, bu son derece saçmadır. Bugün vakit namazı, yarın cuma, öbürgün oruç, bir başka gün hac bütün bunlar kanun gücü ile sınırlanabilir mi? "Kamu yararı" dediğiniz şey ise son derece muğlaktır. Müslüman bir ülkede kamu yararını kim belirleyecektir? "Kamu" denilen şey, o ülkenin yüzde 98 nüfusundan başka bir şey midir? Bu kanun maddelerine, sizin daha makul bir yorum bulmanız gerekir diye düşünürüm sayın hukukçum...
İkinci hukukçunun sözleri bitmiş miydi? Araya politikacı girdi. Bir başka politikacı girdi. Gazeteci girdi. Öğrenci girdi. Otobüs bir inanç hürriyeti forumunu andırıyordu.
Birden gözler otobüsün kapısına çevrildi. Bir munis yüz, pırıl pırıl gözler... Duada yıkanmış bir tebessüm... O geliyordu. Biraz önce fokur fokur kaynayan otobüste çıt yok.
Geldi, direksiyonun başına geçti. Sanki onun için hiçbir şey olmamıştı. "Bismillah" diyerek kontağı açtı. El frenini indirdi. Yola koyuldu. Çıt yoktu. Sonra konuşan gazetecinin sesi duyuldu:
"Ben bu şoförden şikayetçiyim. Doğru karakola..."