BU DA BAŞKA BİR GÖRÜŞ;
(ALINTIDIR ŞAHSİ GÖRÜŞÜM DEĞİLDİR )
ÖLMÜŞ KİMSELERDEN İSTEKTE BULUNMAK
Ölümlerinden sonra ve gıyaplarında melek ve peygamberlere dua etmek, onlar aracılığıyla istekte bulunmak ve bu durumda şefaat etmelerini dilemek, (onlardan şefaat talep etme anlamında) heykellerini dikmek; Allah'ın teşri buyurduğu, bir peygamberi onunla gönderdiği veya bir kitabı onunla indirdiği hiçbir din yoktur.
Böyle birşey müslümanların ittifakıyla ne vacib, ne de müstehabtır.
Ne sahabeden, ne de hakkıyla onlara tâbi olanlardan biri böyle bir şey yapmış ve ne de müslümanların müctehid imamları böyle bir şeyin yapılmasını istemiştir.
Her ne kadar halk içinde ibadet ve zühd sahibi kimselerden bazıları bunu yapıyor ve bu konuda birtakım hikâye ve rüyalar anlatıyorsa da, aslında böyle şeylerin hepsi şeytanın eserlerindendir.
Bu âbid ve zâhidlerden kimileri, ölüye (istekte bulunma anlamında) dua, onunla şefaat istemek ve ondan istiğasede bulunmak konusunda kasideler dizer, ya da peygamber ve salihlere medhiyeler söylerken bu gibi şeyleri de bu medhiyeler arasında zikrederler. Bunların hepsi Müslüman imamların ittifakıyla, bunlardan hiçbiri meşru, vacib ve müstehab olan davranışlardan değildir.
Her kim ne vacib, ne de müstehab olmayan bir şeyle ibadet eder ve onun vacib ya da müstahab olduğuna inanırsa, sapıktır, bid'at ehlindendir. İşlediği bu bid'at, iyi bid'at değil, din âlimlerinin ittifakıyla kötü bir bid'attir.
Allah'a, ancak vacib ya da müstahab olan bir fiille ibadet edilir.
Ne yazık ki birçok kimse, bu tür şirklerde yarar ve maslahatların bulunduğunu söylemekte, ya akıl veya zevk ya da taklit ve rüyalarla bu söylediklerini delillendirmeye çalışmaktadır.
Bunlara iki yoldan cevap verilir:
Birisi: Nass ve icma delilidir.
Diğeri ise: Kıyas, hiss-i selim ve iddialarındaki zararı açıklamaya itibar etmektir. Çünkü ondaki zarar, sandıkları maslahattan çok daha ağır basmaktadır.
Birinci hususa gelince, onlara şöyle cevap verilir:
İslâm dininde zorunlu olarak ve tevatür ile İslâm ümmetinin selefi ve müctehid imamlarının icmaıyla bilinmektedir ki, bu ne vacib, ne de müstahabtır.
Yine bilinmektedir ki, ne Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), ne de ondan önceki peygamberlerden herhangi biri meleklere, peygamberlere ya da salih kimselere dua edin veya ölümlerinden sonra, ya da gıyaplarında "onlarla şefaat dileyin " diye bir tavsiyede bulunmamıştır, bir kimse:
Ey melekler! Allah katında bana şefaat edin; Allah'tan isteyin; dileyin ki bize yardım etsin, bize rızık versin veya bizi hidayete kavuştursun, dememiştir.
Aynı şekilde hiçbir kimse, peygamber ve salihlerden ölen ne; Ey Allah'ın peygamberi! Ey Allah'ın Rasulu! Benim için Allah dua et; benim için Allah'tan iste; bağışlanmamı dile; Allah'tan dileki günahlarımı bağışlasın; beni hidayete kavuştursun; bana yardım etsin, ya da bana sıhhat ve afiyet versin, dememiştir.
Yine hiçbiri:
Günahımdan, rızkımın azlığından veya düşmanın bana hâkimiyet kurmasından sana şikâyet ediyorum. Ya da:
Bana zulmeden falanı sana şikâyet ediyorum, dememiştir. Bunları söylemedikleri gibi:
Sana misafir olarak geldim; sana komşuyum; sana sığınanları korursun; sen, kendisine sığınılanların en hayırlısısın, dememiştir.
Yine onlardan hiçbiri, böyle bir şeyi kâğıda yazıp mezarın başına asmamış, ya da falana sığınıyorum diye bir not yazarak o notu götürüp, sığındığı yerde çalışan birine vermemiştir.
Ehl-i Kitab ve müslümanlar içindeki bid'at ehlinin yaptıkları bu gibi şeyleri yapmıyordu.
Nitekim Hıristiyanlar kiliselerinde, müslümanlar arasında çıkan bid'at ehli de peygamberlerle salih kimselerin kabirlerinde ve gıyaplarında bu tür şeyleri yapmaktadırlar.
Oysa İslâm dininde zorunlu olarak Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bu ümmete böyle şeyleri teşrî buyurmadığı mütevatir nakil ve müslümanların icmaıyla bilinmektedir.
Aynı şekilde daha önce gelen peygamberler de, bu gibi şeylerden hiçbirini teşri buyurmamışlardır.
Ne peygamberlerinden Ehl-i Kitaba ve ne de Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'den müslümanlara böyle bir nakil vardır.
Hattâ ne sahabeden, ne de hakkıyla onlara tâbi olanlardan biri böyle bir şey yapmıştır. Müslüman müctehidlerden de bunu hoş karşılayan olmamıştır.
Ne dört imam, ne de bir başkası. İmamlardan hiçbiri, ne hacc ibadetinde, ne de başka bir ibadette Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kabri başında Peygamber'den şefaat etmesini, ümmeti için dua etmesini ya da ümmetin başına gelen dinî veya dünyevi bir musibeti kendisine şikâyet etmeyi hoş karşılamış değildir.
Nitekim Ashab, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, vefatından sonra nice belâlarla karşı karşıya kalmışlardır; bazen kuraklıkla yüzyüze gelmiş, bazen yemek için yeterli gıda maddesi bulamamış, bazen güçlü düşman ordusu ve korkuyla karşı karşıya gelmiş, bazen de günah ve vasiyetlere maruz kalmışlardır. Ama onlardan hiçbiri ne Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, ne Hz. İbrahim 'in ve ne de peygamberlerden herhangi birinin kabrine gidip:
Kuraklığı veya düşmanın kuvvetini ya da günahların çokluğunu sana şikâyet ediyoruz. Yahut:
Ümmetine rızık vermesi veya onlara yardım etmesi ya da günahlarının bağışlanması için Allah'tan istekte bulun, dememiştir. Aksine, müslüman müctehidlerden hiçbiri bu gibi sonradan ortaya çıkmış bid'atleri hoş karşılamamışlar.
Bu tür şeyler, müslüman müctehidlerin ittifakıyla ne vacib, ne de müstahabtır.
Ebu Hanife�nin Tevhid, Şer�i Tevessül ve Batıl Olan Tevessül Hakkındaki Sözleri
1-) Bir kimsenin Allah�ın isimleri dışında başka bir isimle Allah�a dua etmesi caiz değildir. Caiz olup emredilen dua Allah Teala�nın şu ayetiyle sabit olmuştur: �En güzel isimler Allah�ındır. Allah�a bu isimlerle dua edin. Allah�ın isimlerinde aşırı gidenler işlediklerinin cezasını göreceklerdir.� (el-A�raf: 180)
(ed-Durru'l-Muhtar c: 6, sh: 396-397)
2-) Dua edenin �falancanın hakkı için� veya �peygamberinin ve nebilerinin hakkı için� ya da �Kabe�nin ve Meş�arı Haramın hakkı için�, gibi sözlerle Allah�a yalvarması mekruhtur.� (alıntı)
(el-Akidetu't Tahaviye şerhi sh: 234. İthafu es-saadeti'l-Muttekîn c:2, sh: 288. Fıkhı ekber Şerhi sh:198)
3-) Bir kimsenin Allah�tan gayrısıyla Allah�a dua etmesi doğru değildir. Duada �senin arşının izzetle tutunduğu yerlerin hürmetine� veya �yaratt klarından birinin hakkı için� gibi sözler kullanılmasından nefret ederim.
(İmam Ebu Hanife ve Muhammed îbnu'l Hasan kişinin duasında "Allahım! Senin arşının izzet düğümü hatırına" diye dua etmesini hakkında bir nas olmadığı için kerih görmüşlerdir.
Ebu Yusuf'un sözünü ettiği "nas"da (hadiste) Allah Rasulû (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle dua etmiştir:
"Allahım! Ben senden arşının izzet düğümlerinden, kitabındaki sonsuz rahmetle Sen'den isterim."
Bu hadisi el-Beyhakî "et-Deavat el-Kebire" adlı kitabındaki tahric etmiştir. el-Binaye'de de (2/282) zikri geçer. Nasbu'r-Raye (4/272) Fakat bu hadisin isnadında üç mesele vardır:
1- Davud b. Ebi Asım, İbni Abbas'tan hadis duymamıştır.
2- Abdülmelik b. Cureye müdellistir. Hadisleri irsalle rivayet eder.
3- Amr b. Haruz yalancılıkla suçlanmıştır. Bunun için îbnu'l Cevzi -el-Binayede'de (9/382) de belirtildiği gibi- bu hadise: "Şüphesiz ki mevzuudur" der.)
4-) Allah yaratılmışların sıfatlarıyla vasfedilmez. Gazabı ve Rızası, O�nun iki sıfatıdır. Keyfiyetleri araştırılamaz. Bu, Ehli Sünnet ve�l-Cemaatin sözüdür. Allah, gazab ettiği gibi, razı da olur. O�nun gazabı cezalandırması, rızası ise sevabıdır denilemez. O kendisini nasıl vasfetmişse, biz de öyle vasfederiz. O doğmamış ve doğurmamıştır. Ehad�dir. Samed�dir. O�na denk hiçbir şey yoktur. Allah Hay, Semi�, Basîr ve Alimdir. Allah�ın eli mü�min kullarının eli üzerindedir. Ancak bu, kullarının eli gibi değildir.
(El-Fıkhu'l-Ebsat sh:56)
5-) O�nun eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah�ın kitabında zikretmiş olduğu yüz, el, nefis, O�nun keyfiyeti bilinmeyen sıfatlarındandır. Elinden maksad kudretidir veya nimetidir denilemez. Zira bu durumda Allah�ın sıfatlarını iptal etme söz konusu olur. Bu ise Mutezile ve Kaderiye�nin görüşüdür.�
(el-Fıkhu'l-Ekber, sh: 302)
6-) Hiç kimsenin Allah�ın zatı hakkında bir şey söylemeye hakkı yoktur. Aksine O�nu, kendisini nasıl vasıflandırmışsa, öyle vasıflandırmalıdır. Allah Tebareke ve Teala hakkında bilmediğini söylememelidir.
(el-Akidetu't-Tahaviye, c: 2, sh: 427 )
7-) Ebu Hanife�ye �nüzul� hakkında sorulduğunda: �Allah keyfiyetsiz olarak nüzul eder.� cevabını verdi.
(Akidetu's-Selef ve Ashabi'l-Hadis sh: 42 el-Esma ve's sıfat (el-Beyhaki), sh: 456 el-Kevseri bu konuda sukut etmiştir.
el-Akidetu't-Tahaviye sh: 245, )
Allah Teala�dan birşey dilerken, yukarıdan istenir, aşağıdan değil. Çünkü aşağı Rububiyetin sıfatlarından değildir.
(el-Fıkhu'l-Ebsat,sh: 51)
9-) O, gazaba geldiği gibi, razı da olur. O�nun gazabı cezalandırmasıdır denilemeyeceği gibi, rızası da sevabıdır denilemez.
10-) Hiçbir şeye benzemediği gibi, yaratt klarından hiçbir şey de O�na benzemez. O, halihazırda, isimlerinin ve sıfatlarının sahibidir.
(el-Fıkhu'l Ekber, sh: 301)
11-) O�nun sıfatları, yarattıklarının sıfatlarının hilafınadır. O�nun bilmesi, bizim bilmemiz gibi değildir. Kudreti vardır, ancak bizim kudretimiz gibi değildir. Görür, fakat görmesi bizim görmemiz gibi değildir. Duyar, ancak duyması bizimkine benzemez. Konuşur, ancak konuşması bizimkine benzemez.�
(el-Fıkhu'l-Ekber sh: 302)
12-) Allah Teala, mahlukatı sıfatlarıyla sıfatlandırılamaz.
(el-Fıkhu'l-Ebsat, sh: 56)
13-) Kim Allah�ı, kulları tanımladığı gibi tanımlarsa, kafir olur.
(el-Akidetu't-tahaviye, sh: 25)
14-) O�nun sıfatları zati ve fiilidir.
Zatî sıfatlar: Hayat, kudret, ilim, kelam, semi�, basar ve iradedir.
Fiili sıfatlar: Yaratma, rızıklandırma, inşa, ibda�, ve tekvin�dir. Bunun dışında her ne kadar fiili sıfatı varsa, halihazırda hem onların hem de sıfatlarının sahibidir.
(el-Fıkhu'l-Ekber, sh:301)
15-) Allah, halihazırda, fiil sahibidir. Fiil ezelden beri, O�nun sıfatıdır. Fail Allah�dır. Fiil ezeli bir sıfattır. Meful mahluktur. Allah�ın fiili mahluk değildir.
(el-Fıkhu'l-Ekber, sh:301)
16-) Her kim: �Rabbim gökte midir bilmiyorum� derse kafir olmuştur. Aynı şekilde: �O, arşının üzerindedir. Fakat arş gökte midir, yerde midir bilmiyorum� diyen kimse de kafir olmuştur.
(el-Fıkhu'l-Ekber, sh: 46)
17-) Kendisine �Allah nerededir?� diye soran kadına: �Allah Subhanehu ve Teala sema�dadır, yerde değil� cevabını verdi. Bunun üzerine adamın biri: �Peki, Allah�ın: �O bizimle beraberdir� (el-Hadid: 4), sözüne ne dersin?� deyince: �Bu, senin bir kimseye mektup yazıp �ben seninle beraberim� demen gibidir. Halbuki sen onun yanında değilsin� yanıtını verdi.
(El-Esma ve's-sıfat, sh: 426)
1
Allah�ın eli mü�minlerin eli üzerindedir. Ancak bu, kulların elleri gibi değildir.
(el-Fıkhu'l Ebsat, sh: 56)
(ALINTIDIR ŞAHSİ GÖRÜŞÜM DEĞİLDİR )
ÖLMÜŞ KİMSELERDEN İSTEKTE BULUNMAK
Ölümlerinden sonra ve gıyaplarında melek ve peygamberlere dua etmek, onlar aracılığıyla istekte bulunmak ve bu durumda şefaat etmelerini dilemek, (onlardan şefaat talep etme anlamında) heykellerini dikmek; Allah'ın teşri buyurduğu, bir peygamberi onunla gönderdiği veya bir kitabı onunla indirdiği hiçbir din yoktur.
Böyle birşey müslümanların ittifakıyla ne vacib, ne de müstehabtır.
Ne sahabeden, ne de hakkıyla onlara tâbi olanlardan biri böyle bir şey yapmış ve ne de müslümanların müctehid imamları böyle bir şeyin yapılmasını istemiştir.
Her ne kadar halk içinde ibadet ve zühd sahibi kimselerden bazıları bunu yapıyor ve bu konuda birtakım hikâye ve rüyalar anlatıyorsa da, aslında böyle şeylerin hepsi şeytanın eserlerindendir.
Bu âbid ve zâhidlerden kimileri, ölüye (istekte bulunma anlamında) dua, onunla şefaat istemek ve ondan istiğasede bulunmak konusunda kasideler dizer, ya da peygamber ve salihlere medhiyeler söylerken bu gibi şeyleri de bu medhiyeler arasında zikrederler. Bunların hepsi Müslüman imamların ittifakıyla, bunlardan hiçbiri meşru, vacib ve müstehab olan davranışlardan değildir.
Her kim ne vacib, ne de müstehab olmayan bir şeyle ibadet eder ve onun vacib ya da müstahab olduğuna inanırsa, sapıktır, bid'at ehlindendir. İşlediği bu bid'at, iyi bid'at değil, din âlimlerinin ittifakıyla kötü bir bid'attir.
Allah'a, ancak vacib ya da müstahab olan bir fiille ibadet edilir.
Ne yazık ki birçok kimse, bu tür şirklerde yarar ve maslahatların bulunduğunu söylemekte, ya akıl veya zevk ya da taklit ve rüyalarla bu söylediklerini delillendirmeye çalışmaktadır.
Bunlara iki yoldan cevap verilir:
Birisi: Nass ve icma delilidir.
Diğeri ise: Kıyas, hiss-i selim ve iddialarındaki zararı açıklamaya itibar etmektir. Çünkü ondaki zarar, sandıkları maslahattan çok daha ağır basmaktadır.
Birinci hususa gelince, onlara şöyle cevap verilir:
İslâm dininde zorunlu olarak ve tevatür ile İslâm ümmetinin selefi ve müctehid imamlarının icmaıyla bilinmektedir ki, bu ne vacib, ne de müstahabtır.
Yine bilinmektedir ki, ne Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), ne de ondan önceki peygamberlerden herhangi biri meleklere, peygamberlere ya da salih kimselere dua edin veya ölümlerinden sonra, ya da gıyaplarında "onlarla şefaat dileyin " diye bir tavsiyede bulunmamıştır, bir kimse:
Ey melekler! Allah katında bana şefaat edin; Allah'tan isteyin; dileyin ki bize yardım etsin, bize rızık versin veya bizi hidayete kavuştursun, dememiştir.
Aynı şekilde hiçbir kimse, peygamber ve salihlerden ölen ne; Ey Allah'ın peygamberi! Ey Allah'ın Rasulu! Benim için Allah dua et; benim için Allah'tan iste; bağışlanmamı dile; Allah'tan dileki günahlarımı bağışlasın; beni hidayete kavuştursun; bana yardım etsin, ya da bana sıhhat ve afiyet versin, dememiştir.
Yine hiçbiri:
Günahımdan, rızkımın azlığından veya düşmanın bana hâkimiyet kurmasından sana şikâyet ediyorum. Ya da:
Bana zulmeden falanı sana şikâyet ediyorum, dememiştir. Bunları söylemedikleri gibi:
Sana misafir olarak geldim; sana komşuyum; sana sığınanları korursun; sen, kendisine sığınılanların en hayırlısısın, dememiştir.
Yine onlardan hiçbiri, böyle bir şeyi kâğıda yazıp mezarın başına asmamış, ya da falana sığınıyorum diye bir not yazarak o notu götürüp, sığındığı yerde çalışan birine vermemiştir.
Ehl-i Kitab ve müslümanlar içindeki bid'at ehlinin yaptıkları bu gibi şeyleri yapmıyordu.
Nitekim Hıristiyanlar kiliselerinde, müslümanlar arasında çıkan bid'at ehli de peygamberlerle salih kimselerin kabirlerinde ve gıyaplarında bu tür şeyleri yapmaktadırlar.
Oysa İslâm dininde zorunlu olarak Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bu ümmete böyle şeyleri teşrî buyurmadığı mütevatir nakil ve müslümanların icmaıyla bilinmektedir.
Aynı şekilde daha önce gelen peygamberler de, bu gibi şeylerden hiçbirini teşri buyurmamışlardır.
Ne peygamberlerinden Ehl-i Kitaba ve ne de Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'den müslümanlara böyle bir nakil vardır.
Hattâ ne sahabeden, ne de hakkıyla onlara tâbi olanlardan biri böyle bir şey yapmıştır. Müslüman müctehidlerden de bunu hoş karşılayan olmamıştır.
Ne dört imam, ne de bir başkası. İmamlardan hiçbiri, ne hacc ibadetinde, ne de başka bir ibadette Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kabri başında Peygamber'den şefaat etmesini, ümmeti için dua etmesini ya da ümmetin başına gelen dinî veya dünyevi bir musibeti kendisine şikâyet etmeyi hoş karşılamış değildir.
Nitekim Ashab, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, vefatından sonra nice belâlarla karşı karşıya kalmışlardır; bazen kuraklıkla yüzyüze gelmiş, bazen yemek için yeterli gıda maddesi bulamamış, bazen güçlü düşman ordusu ve korkuyla karşı karşıya gelmiş, bazen de günah ve vasiyetlere maruz kalmışlardır. Ama onlardan hiçbiri ne Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, ne Hz. İbrahim 'in ve ne de peygamberlerden herhangi birinin kabrine gidip:
Kuraklığı veya düşmanın kuvvetini ya da günahların çokluğunu sana şikâyet ediyoruz. Yahut:
Ümmetine rızık vermesi veya onlara yardım etmesi ya da günahlarının bağışlanması için Allah'tan istekte bulun, dememiştir. Aksine, müslüman müctehidlerden hiçbiri bu gibi sonradan ortaya çıkmış bid'atleri hoş karşılamamışlar.
Bu tür şeyler, müslüman müctehidlerin ittifakıyla ne vacib, ne de müstahabtır.
Ebu Hanife�nin Tevhid, Şer�i Tevessül ve Batıl Olan Tevessül Hakkındaki Sözleri
1-) Bir kimsenin Allah�ın isimleri dışında başka bir isimle Allah�a dua etmesi caiz değildir. Caiz olup emredilen dua Allah Teala�nın şu ayetiyle sabit olmuştur: �En güzel isimler Allah�ındır. Allah�a bu isimlerle dua edin. Allah�ın isimlerinde aşırı gidenler işlediklerinin cezasını göreceklerdir.� (el-A�raf: 180)
(ed-Durru'l-Muhtar c: 6, sh: 396-397)
2-) Dua edenin �falancanın hakkı için� veya �peygamberinin ve nebilerinin hakkı için� ya da �Kabe�nin ve Meş�arı Haramın hakkı için�, gibi sözlerle Allah�a yalvarması mekruhtur.� (alıntı)
(el-Akidetu't Tahaviye şerhi sh: 234. İthafu es-saadeti'l-Muttekîn c:2, sh: 288. Fıkhı ekber Şerhi sh:198)
3-) Bir kimsenin Allah�tan gayrısıyla Allah�a dua etmesi doğru değildir. Duada �senin arşının izzetle tutunduğu yerlerin hürmetine� veya �yaratt klarından birinin hakkı için� gibi sözler kullanılmasından nefret ederim.
(İmam Ebu Hanife ve Muhammed îbnu'l Hasan kişinin duasında "Allahım! Senin arşının izzet düğümü hatırına" diye dua etmesini hakkında bir nas olmadığı için kerih görmüşlerdir.
Ebu Yusuf'un sözünü ettiği "nas"da (hadiste) Allah Rasulû (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle dua etmiştir:
"Allahım! Ben senden arşının izzet düğümlerinden, kitabındaki sonsuz rahmetle Sen'den isterim."
Bu hadisi el-Beyhakî "et-Deavat el-Kebire" adlı kitabındaki tahric etmiştir. el-Binaye'de de (2/282) zikri geçer. Nasbu'r-Raye (4/272) Fakat bu hadisin isnadında üç mesele vardır:
1- Davud b. Ebi Asım, İbni Abbas'tan hadis duymamıştır.
2- Abdülmelik b. Cureye müdellistir. Hadisleri irsalle rivayet eder.
3- Amr b. Haruz yalancılıkla suçlanmıştır. Bunun için îbnu'l Cevzi -el-Binayede'de (9/382) de belirtildiği gibi- bu hadise: "Şüphesiz ki mevzuudur" der.)
4-) Allah yaratılmışların sıfatlarıyla vasfedilmez. Gazabı ve Rızası, O�nun iki sıfatıdır. Keyfiyetleri araştırılamaz. Bu, Ehli Sünnet ve�l-Cemaatin sözüdür. Allah, gazab ettiği gibi, razı da olur. O�nun gazabı cezalandırması, rızası ise sevabıdır denilemez. O kendisini nasıl vasfetmişse, biz de öyle vasfederiz. O doğmamış ve doğurmamıştır. Ehad�dir. Samed�dir. O�na denk hiçbir şey yoktur. Allah Hay, Semi�, Basîr ve Alimdir. Allah�ın eli mü�min kullarının eli üzerindedir. Ancak bu, kullarının eli gibi değildir.
(El-Fıkhu'l-Ebsat sh:56)
5-) O�nun eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah�ın kitabında zikretmiş olduğu yüz, el, nefis, O�nun keyfiyeti bilinmeyen sıfatlarındandır. Elinden maksad kudretidir veya nimetidir denilemez. Zira bu durumda Allah�ın sıfatlarını iptal etme söz konusu olur. Bu ise Mutezile ve Kaderiye�nin görüşüdür.�
(el-Fıkhu'l-Ekber, sh: 302)
6-) Hiç kimsenin Allah�ın zatı hakkında bir şey söylemeye hakkı yoktur. Aksine O�nu, kendisini nasıl vasıflandırmışsa, öyle vasıflandırmalıdır. Allah Tebareke ve Teala hakkında bilmediğini söylememelidir.
(el-Akidetu't-Tahaviye, c: 2, sh: 427 )
7-) Ebu Hanife�ye �nüzul� hakkında sorulduğunda: �Allah keyfiyetsiz olarak nüzul eder.� cevabını verdi.
(Akidetu's-Selef ve Ashabi'l-Hadis sh: 42 el-Esma ve's sıfat (el-Beyhaki), sh: 456 el-Kevseri bu konuda sukut etmiştir.
el-Akidetu't-Tahaviye sh: 245, )
(el-Fıkhu'l-Ebsat,sh: 51)
9-) O, gazaba geldiği gibi, razı da olur. O�nun gazabı cezalandırmasıdır denilemeyeceği gibi, rızası da sevabıdır denilemez.
10-) Hiçbir şeye benzemediği gibi, yaratt klarından hiçbir şey de O�na benzemez. O, halihazırda, isimlerinin ve sıfatlarının sahibidir.
(el-Fıkhu'l Ekber, sh: 301)
11-) O�nun sıfatları, yarattıklarının sıfatlarının hilafınadır. O�nun bilmesi, bizim bilmemiz gibi değildir. Kudreti vardır, ancak bizim kudretimiz gibi değildir. Görür, fakat görmesi bizim görmemiz gibi değildir. Duyar, ancak duyması bizimkine benzemez. Konuşur, ancak konuşması bizimkine benzemez.�
(el-Fıkhu'l-Ekber sh: 302)
12-) Allah Teala, mahlukatı sıfatlarıyla sıfatlandırılamaz.
(el-Fıkhu'l-Ebsat, sh: 56)
13-) Kim Allah�ı, kulları tanımladığı gibi tanımlarsa, kafir olur.
(el-Akidetu't-tahaviye, sh: 25)
14-) O�nun sıfatları zati ve fiilidir.
Zatî sıfatlar: Hayat, kudret, ilim, kelam, semi�, basar ve iradedir.
Fiili sıfatlar: Yaratma, rızıklandırma, inşa, ibda�, ve tekvin�dir. Bunun dışında her ne kadar fiili sıfatı varsa, halihazırda hem onların hem de sıfatlarının sahibidir.
(el-Fıkhu'l-Ekber, sh:301)
15-) Allah, halihazırda, fiil sahibidir. Fiil ezelden beri, O�nun sıfatıdır. Fail Allah�dır. Fiil ezeli bir sıfattır. Meful mahluktur. Allah�ın fiili mahluk değildir.
(el-Fıkhu'l-Ekber, sh:301)
16-) Her kim: �Rabbim gökte midir bilmiyorum� derse kafir olmuştur. Aynı şekilde: �O, arşının üzerindedir. Fakat arş gökte midir, yerde midir bilmiyorum� diyen kimse de kafir olmuştur.
(el-Fıkhu'l-Ekber, sh: 46)
17-) Kendisine �Allah nerededir?� diye soran kadına: �Allah Subhanehu ve Teala sema�dadır, yerde değil� cevabını verdi. Bunun üzerine adamın biri: �Peki, Allah�ın: �O bizimle beraberdir� (el-Hadid: 4), sözüne ne dersin?� deyince: �Bu, senin bir kimseye mektup yazıp �ben seninle beraberim� demen gibidir. Halbuki sen onun yanında değilsin� yanıtını verdi.
(El-Esma ve's-sıfat, sh: 426)
1
(el-Fıkhu'l Ebsat, sh: 56)