..............ÜSTEKİ YAZININ DEVAMI
b)
Diyorlar ki; Sahih olduğu takdirde de (onda bu işin câiz*liğine dâir) hiçbir hüccet yoktur. Çünkü Sahâbe (Radıyallahu anhum)'un ameli buna ters düşmektedir.
Hâl*buki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir. Allah en iyi bilir.
Cevap:….. Bu delilsiz bir biçimde Sahâbe'yi şirk ile suçla*maktır.
Hâlbuki onlar Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i en iyi bilen kimselerdir denilmesine rağmen, zımmen ben onlardan daha iyi bilirim demektir.
Bilal İbnü Hâris ve Hz. Ömer, yaptıkları işin sahâbenin ameline ters düştüğünü anlayamadı ve haşa şirke girdi; ama bunlar anladı. El-Futuh sahibi Seyf'ler ve İbnü Hacer'ler anlaya*madı ama bunlar anladı!.. Hasbünallahi ve ni'mel ve*kil..[14]
Netice itibariyle, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile tevessül ve istiskanın cevazını gösteren ilgili rivâyet [15], İbn Hacer’in de ifâde ettiği üzere sa*hih olmalıdır.
Nakledi*len vaka, rüyanın delil olarak kullanıl*dığı ileri sürülerek tenkid mevzuu da yapılmamalı*dır. Çünkü rüya ile ahka*mın sabit olmadığı bilinen bir husus*tur. Bu vakayı önemli kılan nokta, Bilal b. el-Hâris’in uyanık olduğu halde yap*tığı tatbikattır. Bu da onun, Ravzayı Mudahharaya gelerek Rasulü Ekrem’den ümmeti için Allah Teala’dan yağmur niyazında bulunma talebidir.
Bazıları, İbn Hacer’in hadisi “Sahih” kabul ettiğini in*kâr etmişlerdir. Bu iddiada bulunan bu şahıslar, birde hakikatın tarafında olduğunu iddia ederler. Bu ölçüsüz*lüğü, İbn Hacer’in “Fethu’l-Bari”deki sözlerine rağmen yapmaları anlaşılır gibi değildir. İbn Hacer’in bu rivâyeti İbn Ebî Şeybe (ö.235/938) “Sahih bir senetle yapmıştır” şeklin*deki sözlerini, sonrasında da aktardığı bu kıssayı acelecilikten mi göremediler acaba?
Sonra İbn Hacer Seyf’in, “Fütüh” adlı eserinde Allah Rasulünü rüyada gören sahâbeden Bilal bin Haris’tir. Sö*zünü aktarmıştır. İbn Şeybe’den burada aktarılan kıssa ve se*net aynıdır. Dolayısıyla bu “bu rivâyetin senedi sahih*tir” hükmü hem Beyhakî’nin hem de İbn Ebî Şeybe’nin rivâyet*leri için geçerlidir.
İnsaf sahipleri artık durumun farkına varmalıdırlar. İbn Hacer’in “isnat sahih*tir” sözleri “Hayır! İbn Hacer bu rivâyeti sahih görmemiştir diyenlerin yüzüne bu gerçeği haykırmaktadır.
Bir de kalkıp İbn Hacer’in bazı sözlerini rivâyetin sa*hih olduğunu ispatlamak için kullanmaya kalkarlar. Bu hususta İbn Hacer’in sözlerinden medet umanlar ne olurdu diğer meselelerde de İbn Hacer gibi düşünseydi*ler.
İbn Hacer, tevessülü ve Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kabrine ziyaret için yola çıkmayı kabul eden bir kimsedir. Hadis ilminden nasibi olmayanlar inkâr et*seler de, İbn Hacer’in “isnat sahihtir” sözleri aynı za*manda “me*tin sahihtir” anlamına da gelmektedir.
İbn Hacer’in rivâyeti “Sahih” kabul etmediğini iddia eden bu adamlar bir yandan da sanki eğer İbn Hacer ha*disi “Sahih” görse idi onu kabul edeceğini ve aslında ona itimat ettiklerini ima etmeye çalışırlar.
Bu iddialarına rağmen kalkıp hadisin tenkidini kendi*leri yapmaya kalka*rak rivâyet zincirinde Âmeş’in (lakaplı) bulunduğunu ve onunda
“Müdelles” rivâyetler yaptığı için hadisin zayıf kabul edilmesi gerektiğini iddia ederler.
Hale bakınız ki bunlara “Âmeş’in “Müdelles” rivâ*yet yaptığını nerden biliyor*sunuz?” diye sorsanız, onlarda yine İbn Hacer’den ve onun “et-Takrip ve’t-Tehzib” gibi kitabından diyecekler*dir. Hem İbn Hacer’e itimat ettiğini söyleyecek*sin, hem de onun “Âmeş’i “müdelles” rivâyet*ler yaptığı” hükmünü yine ona karşı kullanarak onun “Sa*hih” dediği rivâyeti reddetmeye çalışacaksın. Bu açık bir çelişkidir. Üstelik bunlar, daha bu ilmin müptedilerinin bile yapma*ması gereken bir hata yapmaktadırlar. Nerede kaldı ki hadislerin “Sahih” ya da “Zayıf olduğunu tespit edebile*cek birinden böyle bir hata beklensin. Şöyle demektedir*ler:
“Hadisin senedinde “”Âmeş’in Ebû Sâlih es-Si*mân’dan ri*vâyeti vardır. Âmeş’in “müdelles” rivâyetler yaptığı ittifakla sabittir. “Müdelles rivâyet yapan kişi, sika ve güveni*lir de olsa rivâyeti makbul değildir. Rivâyetin mak*bul olabilmesi için açıkça kimden işittiğini söylemesi lazım*dır.”
Bu kaideyi aktaranlar maalesef bir hata yapmıştır. Bu kaideden İbn Müseyyeb ve Âmeş gibi “müdelles” ve “mürsel” rivâyetler yapanlar ulema tarafından istisna edilmiş*tir. Hafız Zehebî (ö.748/1374) “Mizanü’l-İhtidal” adlı eserinde bunu şu şekilde izah etmiştir:
A’meş’in, bazen kim oldu*ğunu bilmediği zayıf bir râvîden gelen rivâyeti tedlis ettiği olmuştur. Eğer “o bize anlattı” gibi râvîden bizzat duydu*ğunu ifâde eden bir cümle kullanırsa bir so*run yoktur.
Ama eğer “ondan bana geldi” gibi kapalı bir ifâde kulla*nırsa orada tedlis ihtimali var demektir. Eğer “ondan bana geldi” ifâdesi onun çokça rivâyet yaptığı İbrahim, İbn Ebî Vail, Ebû Salih es-Simân gibi hocaların*dan biriyse, burada tedlis olmadığına ve rivâyetin muttasıl olduğuna hükmedi*lir.”
Zat ile tevessülü kabul etmeyenler. Ne Peygamber ne de sahâbe böyle duâ etmemiştir. Bize ulaşan bir haber de yok, diyorlardı. İşte haber işte sahâbe sahihliğini zayıflı*ğını tartışıyoruz. Sizin zayıflamadaki eksiklikte ortada. Ama o kadar taklit ediyorsunuz ki; bunları görmemek için gözleri*nizi ve kulaklarınızı kapatıyorsunuz. Sizin âlimleriniz hiç hata etmez mi el insaf.
Elbânî diyor ki: Hadis'in sahih olduğunu kabul etsek bile Peygamberin Zâtı ile değil duâsı ile tevessül olur. Hz. Abbas (Radıyallahu Anh)’ta olduğu gibi.
Bu sözle, Elbânî vefat etmiş olan Peygamberimizin me*zardan bizim için Allah'a duâ edeceğini kabul etmiş olur.
Ölüden bana çocuk ver, evlendir, iş ver diye, bizzat ölü*den istenmez. Ruhlar ölmez ölünün ruhundan bizim için Allah’a duâ etmesi istenir. Kabul edecek veya etmeye*cek dileği yerine getirecek olan Allah (Celle Celalühü) dür. Başka türlüsü câiz değildir.
Vefat etmiş bir Allah dostunun mezarında yapılan duâ*ları doğru bulmayan İbn teymiyye şu gerçeği itiraf ediyor.
Büyük hadis âlimi Ebû Dâvûd et-Tayâlisinin Müsnedin’de Câbirden rivâyet ettiğine göre Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıkla*rına gösterilir. İşleriniz iyi ise sevinirler, iyi değilse ya Rabbi! İyi işler yapmaları için kalplerine ilham eyle, der*ler.[19]
Allah (Celle Celalühü) şehitler için ölü demeyin onlar diri diyor. Peygamberler kabirlerinde diri oldukları sahih hadislerle bildirilmiştir. Bizi duyan şehitlerin bizim için Allah (Celle Celalühü) duâ etmelerine engel olacak veya yasakla*yan zayıf dahi olsa bir delil yoktur.
Peygamberimiz ve Allah dostlarının hayatta iken Allah katındaki ruhların değerleri neyse, vefatlarından sonra da ruhlarının değeri aynıdır. Bu haberlerden sonra, söz konusu dileklerde bulunmanın mutlaka kötü bir davranış olduğunu göstermez. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve ümmetine mensup salih insanlar yaşarken ve vefatlarından sonra da devamlı müs*lümanların iyiliğini isterler. Bir müslüman hayattayken bir başka müslü*mandan kendisi için Allah’a (Celle Celalühü) duâ etme*sini isteyebilir. Bunu her iki tarafta kabul ediyor. Bu de*lillere dayanarak, bir müslüman da
Peygamber*lerden, şehit*lerden ve vefat etmiş salih kulların ruh*larından, ken*disi için Allah’a(Celle Celalühü) duâ etmelerini isteyebilir. Allah (Celle Celalühü) ister kabul eder isterse kabul etmez. Sahâbeden biri Nisâ, 64 âyeti okuyarak Peygamberimizin kabrinde müslümanlar için duâ etmesini istemiştir.
Bu delillere zayıf demeniz yeterli değildir. Çünkü sizin elinizde bunu yasaklayan zayıfta olsa bir delilinizi yok. “İyyake’nabüdü ve İyyake’nestaıyn” âyetini bu ko*nuyla bağdaştıramazsınız. Çünkü duâ edilen, istenilen ve yardım edecek olan Allah’tır.
Eğer derseniz ki, niye Allah’tan direkt istenmiyor? Bizde deriz ki; sizinde kabul ettiğiniz gibi, bir müslüman diğer bir müslümandan kendisi için Allah’a (Celle Celalühü) duâ etmesini hangi sebepten dolayı aracı kılıp isitiyorsa, burada da yukarıda geçen hadislerden dolayı aracı kılıp, ruhundan istenmiştir.
İbn Teymiyye: Peygamberlerin ve örnek davranış*ları ile tanınmış, salih kişilerin mezarlarında zaman zaman görüldüğü söylenen diğer bazı kerâmetler ve olağanüstü tezahürler de böyledir.
Mesela; bu mezarlara gökten ışık veya melek inmesi, şeytanların veya hayvanların buralara yanaşmaktan kaçınmaları, bu mezarlardan veya çevrelerin*deki diğer mezarlardan ateş fışkırması, bu mezar*larda yatanların, bazı komşu ölülere şefaâtçi olma*ları, bazı kimselerin ölünce onların yanı-başında gömül*meyi istemeleri, bazı mezarların yanında insanın içinde huzur ve sükun hissetmesi ve bazı ölülere dil uzatanların çeşitli cezalara çarptırılmaları gibi önemli tezahürler, konumu*zun kapsamına girmeyen gerçeklerdir.
Başka bir deyimle; gerek Peygamberlerin ve ge*rekse yaşarken iyi davranışları ile tanınmış salih şahsiyetlerin mezarlarında belirebilecek Allah’ın kerâmetleri ile buraların Allah (Celle Celalühü) ka*tında taşıdıkları saygınlık ve değer, çoğu kimsele*rin tasavvurunun üzerindedir.
Fakat ısrarla söylediği*miz şudur ki, bütün bu tezahürler söz konusu mezarları, namaz yeri edinmeyi veya tercihli duâ ve ziyaret yeri ola*rak seçmeyi gerektirmez.[20]
Teymiyyenin sözünü burada noktalıyoruz. Dikkat eder*seniz bu gibi olaylar şeytandandır, demiyor. Ama şimdi*kiler kraldan daha kralcı olmuşlar, bu gibi şeyler şeytan*dandır, diyorlar.
Yaşarken hayırlı bir insana beşeriyet halleri galip gelebi*lir. Ölmüş bulunan kimsede ise sadece hususiyet kalır. Hayırlı insanlar vefat ettikleri zaman, onların ancak âyânı ve sûretleri kaybolur. Hakikatleri mevcuttur. Onlar Kabirlerinde diridirler.
Bir veli, kabrinde hayata erdiğinde ilminden, aklından ve ruhânî kuvvetlerinden bir şey kaybol*maz. Bilakis onların ruhları; ölümlerinden sonra basiret, ruhânî hayat ve Allah’a yönelmede bir artış göste*rir. Onların ruhları bir şey talep etmek için Allah’a yönele*cek olsa, noksanlıktan münezzeh bulunan Allahü Teala, onlara ikram için, o şey’i verebilir.
Evliyaullah’dan bir Berzah ehli, Allah’ın huzurunda*dır. Kim onlara teveccüh eder ve tevessülde bulunursa onlar bu kimsenin arzusunun verilmesi için Allahü Tealaya yönelirler. Vefat etmiş velilerden hasıl olan tasarruf, ruhla*rıyla Allahü Tealaya yönelmekten ibarettir. Yaratmayı gerekti*ren hakiki tasarruf ise, müstakillen Allah’a mahsus*tur.
Onlardan sudur edene teveccüh adet kabilinden olan sebebler cümlesinden olup, yaratmada tesiri yoktur. Allahü Teala’nın yürüttüğü esas üzerine, onların yanında yaratılır amma, onlar tarafından icad ve halk edilemez.
Bir Müslüman bunları bildikten sonra, geride geçen ha*dis ile biraz sonra zikredilecek olan hadisi öğrenip anla*yınca, ölmüş bir salih insanın ruhunun Allah katındaki değerini de bilir. Böylece Allâh’tan bir şey isterken o zatın Allah katındaki makamını gözeterek, duâsında câiz olan tevessülle tevessülde bulunabilir.
Yalnız burada dikkat edilmesi gereken husus Allah katın*daki makamından dolayı tevessül edilen zata ya*ratma, icat etme, ibadete layık görme, herhangi birşey üzerinde tesir etme gibi Allah’a ait vasıflarla vasıflandırma*mak kaydıyla zat ile tevessül yapılabilinir.
Ayrıca o zatlar*dan harikulâdelikler görüldüğü taktirde bunun Allah’tan olduğu bilinmelidir. O zata Allah’a yapılması gereken iba*det ve ta’zimin yapılmaması gerekir. Eğer tevessül böyle yapılırsa hiçbir sakınca olmaz.
Tevessülü kabul etmeyenlerin yaptıkları ise; hadisleri zanlarla, ithamlarla, yorumlarla, zayıflatmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. İşin tuhaf tarafı, bizim bunca delili*mize rağmen diyorlarki:
Tevessülü kabul edenlerin elinde, sahâbeden bir tek kişi*nin zat ile tevessülün yapıldığına dair delil bulunmamakta*dır.
Halbuki tevessülü kabul etmeyenlerin elinde, zat ile ya*pı*lan tevessülü yasaklayan zayıf ve uydurma dahi olsa bir delil yok. Ellerinde olan sadece yorum.
Vahhâbî ve Selefîler diyorlar ki; İslâm’ın özünde aracı yoktur. Bizde deriz ki Nisa sûresi 64. âyetinde
“Eğer on*lar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelse*ler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Rasul de on*lar için istiğfar etseydi, Allah’ı ziyadesiyle affe*dici esirgeyici bulurlardı.”(Nisa 64)
Allah (Celle Celalühü) Rasu*lünü aracı kılıyor. Allah (Celle Celalühü) bana gelselerdi, diyebi*lirdi. Ayrıca vahiy*lerde Cebrail (Aleyhisselâm) aracı olarak kullanılmıştır. Allahü Teala istese direkt olarak Peygamberi*mize âyetleri indire bilir ve belletirdi. Buna benzer birçok örnekler sunula*bilir.
..KAYNAK ...SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ
[1] İbn Ebi Şeybe, Musannef, VII, 482-483; İbn Abdilberr, İstiab, II, 464; Halili, İrşad, I, 313-314; Beyhakî, Delâil, VII, 47.
[2] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 495.
[3] İbn Asakir, Tarihu Medineti Dımaşk (tercemetü Ömer b. El-Hattab), LIII, 294
[4] İbn Ebi Hatim, Cerh, VII, 213
[5] Elbânî, Tevessül, s. 131-133
[6] İbn Sa’d, Tabakat, V, 12
[7] Bkz. Buhârî, et-Tarihu’l-kebir, VII, 304-305
[8] İbn Hacer, İsabe, Iıı, 484
[9] İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, 496, Kş. Elbânî, Tevessül, s. 131
[10]Bkz. İbn Ebi Hatim, Cerh, IV, 278; İbn Adiyy, Kamil, III, 435-436; Safedi, Vafi, XVI, 66; Zehebî, Kaşif, I, 476; İbn Hacer, Tezhib, II, 470.
[11] İbn Adiyy, Kamil, III, 436.
[12] Bkz. İbn Hacer, Tezhib, Iı, 470
[13] İbn Sa’d, Tabakat, I, 291-292; Hâkim, Müstedrek, Iıı, 592-593; İbn Asâkir, Tarihu Madineti Dımaşk (tercemetü Abdillah b. İmran) XXXVII, 216; İbn Hacer, İsabe, I, 164.
[14] Bu hadisin tahric ve değerlendirmeleri, Zekeriya Güler ve Hüseyin Avni Hocanın a.g.e. ve Seyyid Muhammed el-Alevî el-Mâlikî el-Hasenî’nin Mefâhim adlı eserinden alıntı yapılmıştır.
[15] Kevserî (bkz. Makalat, s. 452-453, 461) bu rivâyetin, vefatından sonra Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile istiska konusunda sahâbe tatbikatını ortaya koyduğunu, onların hiçbiri tarafından yadırganmadığını ve bunun, tevessülü kabul etmeyen muhâlifleri susturacak kadar kesin bir delil olduğunu zikreder.
[16] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Müstekîm, s: 373-374, Dârul Marife, Beyrut, tsz.
[17] Sırat-ı Müstakim, İbn Teymiyye, Kabir Ziyaretleri bölümü, tercüme, Pınar Yay. s.494, bsk, 2004.
[18] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ: 2/194, İbn Hacer Askalânî, Metâlibu’l-Aliye, no: 3853, 4/22, Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, no: 14250, 8/594.
[19] Minha 1/156 dan naklen Hamza Ahmed ez-Zeyn Müsned-i Ahmed Ta’lik-i 10/532 ez-Zeyn hadis sahihdir diyor aynı yer.
[20] İbn Teymiyye, İktizâu’s-Sırâti’l Mustekîm, s: 372-373, Dârul Marife, Beyrut, tsz.
Sırat-ı Mustakîm Kabir Ziyaretleri bölümü tercüme Pınar Yayınları s.494-495
.