Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İZ BIRAKANLAR (2 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Değerli kardeşlerim,bu formu açmadan önce çok düşündüm.Bizler nedense din büyüklerimize hak etikleri değeri veremiyoruz.Onlarki bize bugüzel dini en güzel şekilde ulaşması için gayret gösterdiler.Onları hatırlamak ve hayatları ile ilgili kısa anektodlar yazmak zor olmasa gerekli diye düşünüyorum.Ben acizane kardeşiniz olarak bu forumda din büyüklerimizin hayatları ile ilgili bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.Katkılarınızı elbette bekliyorum.En azından bu vefayı tarimizde İZ BIRAKAN BÜYÜKLERİMİZE GÖSTERELİM diyorum.SELAM VE DUA İLE
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

Değerli kardeşler,bu konuya Dönce Rasulullahı konuk etmek istiyorum.Kainat hürmetine yaratılan sevgili efendimizin hayatından bir kaç örnek vermek istiyorum.Faydalı olur düşüncesiyle selam ve dua ile....

Peygamberimizin özel hizmetinde bulunan Hazreti Câbir anlatıyor
Buvat Gazvesinde (harbinde), Peygamber Efendimiz ferman etti
Abdest almaları için (sahabilere) seslen.
Ben, denileni yapınca, suyun olmadığı söylendi.
Peygamberimiz
Bir parça su bulunuz, dedi.
Çok az miktarda vardı, getirdik. O su üzerine elini kapadı, birşeyler okudu, bilemedim ne idi. Sonra ferman etti:
Kafilenin (yola çıkan grubun) kullandığı büyük tekneyi getir.
Bana getirildi, ben de Peygamberimizin önüne koydum. Efendimiz, teknenin içine elini soktu, parmaklarını açtı ve biraz önce dua ettiği o az miktardaki suyu, elinin üzerine dökmemi istedi. Ben o suyu dökerken gördüm ki, mübarek parmaklarından çeşme gibi su akarak o tekneyi dolduruyor. Suya muhtaç olanları çağırdım, ordudaki bütün sahabiler geldiler, o sudan bol bol içip abdest aldılar, ihtiyaçları bitince: Kimse kalmadı Ya Resulallah dedim. Elini kaldırdı. Tekne, ağzına kadar dolu kaldı.
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

Hazreti Câbir anlatıyor:
Bin beşyüz kadar sahabi, Hudeybiye Gazvesinde susamıştık. Peygamber Efendimiz, kırba adı verilen bir deri tulum içindeki sudan abdest aldıktan sonra elini onun içine soktu. Gördüm ki, parmaklarından oluk oluk su akıyordu. Daha sonra bin beşyüz kişi sırayla geldi ve doya doya içip, kaplarını o kırbadan doldurdular.
Hazreti Salim, bu mucizeyi gören Hazreti Câbir'den sormuş Kaç kişiydiniz?
Câbir demiş ki Yüzbin kişi de olsaydı, o kırba içindeki su yetecekti. Fakat biz, bin beşyüz kişiydik.
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

Peygamberimiz, Hazreti Enesin evinde bulunan kuyuya mübarek tükürüğünü bıraktıktan sonra dua etti. Medinedeki en güzel ve en tatlı su o oldu.
 

hilal76

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
461
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

Büyük Filozof ve Kuran Müfessiri Allame Tebatebaî'nin Kalemiyle:

İmam Hüseyin'in Aşk ve Fedakârlık Dolu Hayatı

İmam Hüseyin (a.s) Hz. Ali (a.s) ve Peygamber-i Ekrem’in kızı Hz. Fatıma’nın (a.s) ikinci oğludur. Hicretin dördüncü yılında dünyaya geldi. Büyük kardeşi İmam Hasan Mücteba (a.s) şehit olduktan sonra Allah’ın emri ve kardeşinin vasiyeti üzerine imamet makamına ulaştı.

İmam Hüseyin (a.s) on yıl imamet etti. Yaklaşık altı ay dışında bu müddetin tümü Muaviye’nin hilafeti zamanında en zor koşullar, acı durumlar ve en ağır baskılar altında geçti. Çünkü birinci olarak dini hükümler toplumda değerini kaybetmiş, hükümetin istekleri, Allah ve Resulünün düsturlarının yerini almıştı. İkinci olarak da Muaviye ve dostları mümkün olan bütün yollara başvurarak Ehl-i Beyt’i ve taraftarlarını ezip Ali’nin (a.s) ismini yok etmek istiyorlardı. Ayrıca Muaviye, oğlu Yezid’in hilafet temellerini atıp pekiştiriyordu. Halkın bir kısmı, hiçbir dini esas ve kurala kayıtlı olmadığından Yezid’in hilafetine razı değillerdi. Muaviye’de muhalefetlerin çoğalmasını önlemek için daha fazla baskıya başvuruyordu.

İmam Hüseyin (a.s) isteyerek veya istemeyerek bu karanlık günleri arkada bırakıyor ve Muaviye tarafından yapılan her çeşit ruhsal işkence ve baskılara katlanıyordu. Hicretin altmışıncı yılında Muaviye öldü ve oğlu Yezid babasının yerine oturdu. Biat meclisinin kurulması, Araplar içerisinde saltanat, emirlik ve sair önemli konularda bir gelenekti. Toplum, özellikle da halk içinde tanınmış kişiler bu konularda sultana yahut Emire biat eli veriyorlardı. Biatin ardından itaatsizlik etmek bir kavim için büyük ar ve zillet sayılırdı. Aynı zamanda imzaladığı şeye boyun eğmekten kaçmak, kesin suç olarak bilinirdi. Hz. Peygamberin siretinde de baskı olmaksızın yapılan anlaşma ve ahit muteber sayılmıştır.

Muaviye hayattayken tanınmış şahsiyetlerden Yezid’e biat almıştı. Fakat İmam Hüseyin’e (a.s) dokunmayıp, biat teklifinde bulunmamıştı. Özellikle oğlu Yezid’e şöyle vasiyet etti: “Hüseyin bin Ali biat etmezse fazla ısrar etme ve öylece kalsın.” Çünkü Muaviye meselenin önünü arkasını ölçebilmekteydi.

Ancak Yezid, gururu ve pervasızlığı sonucu, babası ölünce onun vasiyetini unutup, Medine valisine, “Hüseyin’den benim hilafetim için biat iste, etmezse başını Şam’a gönder” diye emir verdi. Medine valisi Yezid’in isteğini İmam Hüseyin’e (a.s) duyurunca İmam ondan bu konuda düşünmesi için zaman aldı ve geceleyin ailesini de alarak Mekke’ye hareket etti. İmam İslam’da resmen emniyetli ve güvenceli yer olarak ilan edilen Allah’ın Haremi (Mekke’ye) sığındı.

Bu olay hicretin 60. yılında Recep ayının sonları ve Şaban ayının başlarında vuku buldu. İmam Hüseyin (a.s) yaklaşık dört ay Mekke’ye sığınarak yaşadı. Bu haber yavaş yavaş İslam ülkelerine yayıldı. Bir taraftan, Muaviye devrindeki haksızlıklara razı olmayıp, Yezid’in hilafetine karşı çıkanlar İmam Hüseyin’in (a.s) yanına gelip yardım edeceklerine dair söz veriyorlardı, bir taraftan da Irak’tan, özellikle Kûfe halkı aralıksız olarak mektup gönderip İmam Hüseyin’in (a.s) Irak’a gelip Müslümanlara önderlik ederek zulüm ve adaletsizliği yok etmesini ısrarla istiyorlardı. Elbette bu durum Yezid için çok tehlikeli idi.

İmam Hüseyin (a.s), hac mevsimine kadar Mekke’de ikamet etti. Müslümanlar İslam ülkelerinden grup grup hac amellerini yapmak için Mekke’ye akın ettiler. Bu arada İmam, Yezid’in kendisini öldürmek için hacı kılığında gizli bir grubu gönderdiği haberini aldı. Bunlar amel sırasında ihram elbiseleri altına gizledikleri silahlarla İmam Hüseyin’i şehit edeceklerdi.

İmam Hüseyin (a.s) hac amellerini yarıda keserek (rivayete göre umre haccına geçiş yapıp tavaf, sa’y amellerini yerine getirdikten sonra ihramdan çıkmışlardır), bir toplantıda kısa bir konuşma yapıp Irak’a hareket edeceğini bildirdi. Bu konuşmada şehit olacağını da bildirdi. Müslümanlardan onun yardımına koşmalarını ve bu hedef yolunda kanlarını vermelerini istedi. Ertesi gün de ailesi ve dostlarını alarak Irak’a yöneldi.

İmam Hüseyin (a.s) biat etmemeye kesin kararlıydı. Bu yolda şehit olacağını da iyi biliyordu. Yaygın fesat ortamı, fikirsel çöküş ve genel olarak toplumun tümü özel olarak da Iraklıların iradesizliği ile gücünü pekiştirmiş olan Ümeyye Oğullarının büyük ve korkunç savaş gücünün kendisini yaşatmayacağını biliyordu.

Tanınmış kişilerden bir grup, İmamın yanına gelip bu hareket ve kıyamın tehlikesini hatırlattılar. Fakat İmam cevaplarında şöyle buyurdu: ‘‘Ben biat etmeyeceğim. Zulüm ve fesat hükümetine boyun eğmeyeceğim. Nereye gitsem, nerede olsam beni öldüreceklerini biliyorum. Mekke’den ayrılmamın nedeni ise, kanımın dökülmesiyle Kâbe’nin hürmetinin zedelenmesini önlemektir.’’

İmam Hüseyin (a.s), Kûfe yoluna koyuldu. Daha Kûfe’ye bir kaç günlük yol varken, Kûfe’ye gönderdiği elçisinin ve tanınmış sadık dostlarından birinin, Yezid’in valisi tarafından şehit edilip yine onun emriyle ayaklarına ip bağlanarak, Kûfe sokaklarında gezdirildiğini duydu. Kûfe ve yöresinin sıkıca gözaltına alındığını ve İmam’la savaşacak teçhizatlı bir ordunun hazırlandığını duyunca, ölümden başka bir yol kalmadığını anladı. İşte burada şehit olmak için kesin karar aldığını açıkça belirtti ve Kûfe’ ye doğru yol almaya devam etti.

Kûfe’nin yaklaşık olarak yetmiş kilometre yakınlarında Kerbela ismindeki bir çölde Yezid’in ordusu onları ablukaya aldı. Sekiz gün burada kaldılar. Bu sırada günden güne abluka çemberi daralıyor ve sürekli düşmanın sayısı çoğalıyordu. Bilahare İmam (a.s), ailesi ve çok az sayıdaki ashabıyla birlikte, otuz bin kişiden oluşan ordunun muhasarasında kaldı.

Bu birkaç gün içinde İmam Hüseyin (a.s), ordusunun yerlerini ayarlayıp dostlarını tasfiye etmeye karar aldı. Kısa bir konuşmada ashabına seslenerek şöyle buyurdu: “Bizim ölüm ve şahadetten başka bir yolumuz yoktur. Ben biatimi sizden kaldırdım. Gitmek isteyen, gecenin karanlığından faydalanıp kendisini bu tehlikeli meydandan kurtarsın. Çünkü onlar bir tek beni öldürmek istiyorlar.”

Daha sonra ışıkların söndürülmesini emretti. Maddi maksatlar için İmam Hüseyin (a.s)’a koşulanlar ayrılıp dağıldılar. Sadece hak âşıklarından çok azı (40 kişiye yakın) yaren ve Beni Haşim’den olan akrabaları kaldılar.

İmam Hüseyin (a.s), yine kalanları toplayıp konuştu ve şöyle buyurdu: “ Sizden her kim isterse gecenin karanlığından faydalansın ve kendisini tehlikeden kurtarsın. Onlar bir tek beni istiyorlar.’’ Fakat bu defa İmam’ ın vefalı dostları bir bir kalkıp, biz hiçbir zaman senin önder olduğun hak yolundan dönmeyeceğiz, elimiz kılıç tutana, damarımızda kan akana dek savaşıp senin hürmetini koruyacağız, senin temiz eteğinden kopmayacağız, diye çeşitli beyanlarda bulundular.

Muharrem ayının dokuzuncu gününün sonlarında son teklif (biat veya savaş) düşman tarafından İmam’a ulaştı. İmam (a.s.), o geceyi ibadet için mühlet alıp yarınki savaşa hazırlandı.

Hicretin 61. Yılı Muharrem ayının 10. günü İmam, bir avuç dostlarıyla (toplamı doksan kişiden azdı. Kırk kişi önceden yanında olanlar, otuzdan biraz fazlası savaş günü ve gecesi düşman ordusundan dönenler ve diğerleri de İmam’ın Haşimî akrabaları; örneğin oğulları, kardeşleri, kardeşinin ve kız kardeşinin oğulları ve amcaoğullarıydı) sayısız düşman ordusu karşısında saf oluşturdular ve savaş başladı.

O gün sabahtan akşama kadar savaştılar. İmam Hüseyin, Haşimî gençleri ve sair dostları son nefere kadar şehit oldular. (Şehitlerin içinde İmam Hasan’ın (a.s) iki küçük oğlu, İmam Hüseyin’in bir küçük oğlu ve daha kundakta olan bir yavrusunu da saymalıyız.)

Savaş bittikten sonra düşman ordusu, İmam’ın (a.s) haremini yağmaladılar ve çadırları ateşe vererek şehitlerin başını kesip elbiselerini çıkardılar. Cesetleri defnetmeden, sığınaksız kızlardan ve kadınlardan oluşan Ehl-i Beyt esirlerini şehitlerin başlarıyla birlikte Kûfe’ye doğru yola koydular. (Esirlerin içinde erkek olarak İmam Hüseyin (a.s)’ın yirmi iki yaşındaki oğlu İmam Zeynel Abidin (a.s) ağır hasta olarak, bir de onun oğlu İmam Muhammed bin Ali ve İmam Hasan’ın (a.s) oğlu Hasan-ül Müsenna bulunuyorlardı. Hasan-ül Müsenna savaşta ağır yaralı olarak şehitlerin içinde kalmıştı fakat son anlarda yaşıyor olarak bulundu. Düşman komutanlarının birinin arabuluculuğuyla başı kesilmedi ve esirlerle birlikte Kûfe’ye götürüldü). Kûfe ‘den de Dimeşk ‘e, Yezid‘in yanına götürüldüler.

Kerbela vakası, kadınların esir alınıp şehirlerde gezdirilmesi ve (esirler içinde bulunan) Hz. Ali’nin (a.s) kızı Hz. Zeynep ve İmam Zeynel Abidin’in Kûfe ve Şam’daki toplantı yerlerinde konuşmaları ile birlikte, Ümeyye oğullarını rezil etti ve Muaviye’nin yıllarca yaptığı propagandayı etkisiz bıraktı. Hatta Yezid, Kerbela’da memurları eliyle yapılan bu işlerden kendisini temizlemeye çalıştı. Kerbela vakıası, etkisi geç olmasına rağmen, Ümeyye oğullarını saltanattan düşürmekle birlikte, Ehlibeyt sevgisinin kökleşmesinde büyük bir etkendi. Kerbela olayının kısa vadeli etkisi ise çeşitli kıyamlar ve bunun yanı sıra da on iki yıl süren kanlı savaşlardır. Öyle ki, İmam Hüseyin’ in (a.s) katillerinden hiçbiri intikamdan kaçıp kurtulamadı.

Tarihin İmam Hüseyin (a.s) ve Yezid’le ilgili bölümünü okuyup o zamanın hâkim sistemini araştıranlar bilirler ki, İmam’ın tek seçeneği şehit olmaktı. İslâm dininin apaçık ezilmesine neden olan biat, hiçbir koşulda İmam Hüseyin için mümkün değildi.

Çünkü Yezid, İslâm dinine ve kanunlarına saygı göstermemekle yetinmeyip, İslâm’ı açıktan açığa ezmeye çalışan bir hâkimdi.

Hâlbuki ondan öncekiler, dine, din adına muhalefet ediyorlar ve zahirde dine saygı gösteriyorlardı. Hatta halkın inandığı Peygamber (s.a.a.) ve sair dini şahsiyetlere yardım edip, onların yanında bulunmuş olmakla övünüyorlardı.

Bunları göz önüne aldığımızda, bazı tarihçilerin İmam Hasan ve İmam Hüseyin hakkında ortaya sürdüğü görüşlerin yanlışlığı ortaya çıkıyor. Deniliyor ki: İmam Hasan ve İmam Hüseyin iki değişik tabiata sahiptiler; İmam Hasan sulhsever idi. Kırk bin askeri olmasına rağmen barışı kabul etti. Fakat İmam Hüseyin savaşçı bir ruha sahipti ve savaşı tercih etti. Kırk kişi adamı olmasına rağmen Yezid‘le savaşa kalkıştı.

Bu söz yanlıştır, çünkü görüyoruz ki Yezid’e biat etmeyi kabul etmeyen İmam Hüseyin (a.s), on yıl boyunca kardeşi gibi Muaviye’ nin hükümeti döneminde yaşadı, ama hiçbir zaman muhalefet göstermedi. Gerçekten de İmam Hasan ve İmam Hüseyin (Allah’ın selamı üzerlerine olsun) Muaviye ile savaşsalar da öldürüleceklerdi ve onların ölümünün İslâm’a hiçbir (ciddi) faydası olmayacaktı. Çünkü kıyam, kendisini doğru yolda gösteren, sahabelik vasfına sahip, vahiy yazarı ve müminlerin dayısı olarak tanınan, her türlü kurnazlığa başvuran Muaviye’nin siyaseti karşısında etkili olmayacaktı. Kaldı ki elindeki imkânları kullanıp, onları kendi dostları vasıtasıyla öldürterek sonra yas tutmaya başlayabilir ve kanlarını almaya kalkabilirdi. Nitekim üçüncü halifeye de aynen böyle yapmıştı.
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

yazıyı tam olarak değerlendiremedim ama çok tşk ederim kardeşim yorumlarımı daha sonra yazacağım inş
 

Aşkâ Mecnun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Tem 2006
Mesajlar
3,521
Tepki puanı
2
Puanları
0
Konum
Fatih - İstanbul
RE: İZ BIRAKANLAR

Ravza_Nur yazdı:
Değerli kardeşlerim,bu formu açmadan önce çok düşündüm.Bizler nedense din büyüklerimize hak etikleri değeri veremiyoruz.Onlarki bize bugüzel dini en güzel şekilde ulaşması için gayret gösterdiler.Onları hatırlamak ve hayatları ile ilgili kısa anektodlar yazmak zor olmasa gerekli diye düşünüyorum.Ben acizane kardeşiniz olarak bu forumda din büyüklerimizin hayatları ile ilgili bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.Katkılarınızı elbette bekliyorum.En azından bu vefayı tarimizde İZ BIRAKAN BÜYÜKLERİMİZE GÖSTERELİM diyorum.SELAM VE DUA İLE

bırakın onları yad etmeyi hatırlamayı arkasından nasıl iftiralar atılır onlar böyleler şöyleler demek daha kolay oluyor.... varken yokluk yokaken varlık gibi onlar olunca garip onlar olmayınca sahiplik gibi

daha geçen gün bir arkadışımız din alimlerimiz hakkında ahkam kesip üzücü hitaplarda bulunuyordu. bir kişinin sözü bin kişiyi etkiliyor ama bir topluluğun sözü bir kişiyi etkileyemiyor bu nasıl iştir anlamıyorum neyse konu için Allah razı olsun. Abla bönemli olan uolun bir olması önemli olan Allah'a giden yolun yolcusu olması önemli olan Allah bir Hz.muhammed onun kulu ve resulu diye bilmek yoksa çokmu önemli otobüsün markası Allah'a emanet olun çok fazla konuşup başınızı ağrıtmayayım selam ve dua ile.
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

aska mecnun yazdı:
Ravza_Nur yazdı:
Değerli kardeşlerim,bu formu açmadan önce çok düşündüm.Bizler nedense din büyüklerimize hak etikleri değeri veremiyoruz.Onlarki bize bugüzel dini en güzel şekilde ulaşması için gayret gösterdiler.Onları hatırlamak ve hayatları ile ilgili kısa anektodlar yazmak zor olmasa gerekli diye düşünüyorum.Ben acizane kardeşiniz olarak bu forumda din büyüklerimizin hayatları ile ilgili bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.Katkılarınızı elbette bekliyorum.En azından bu vefayı tarimizde İZ BIRAKAN BÜYÜKLERİMİZE GÖSTERELİM diyorum.SELAM VE DUA İLE

bırakın onları yad etmeyi hatırlamayı arkasından nasıl iftiralar atılır onlar böyleler şöyleler demek daha kolay oluyor.... varken yokluk yokaken varlık gibi onlar olunca garip onlar olmayınca sahiplik gibi

daha geçen gün bir arkadışımız din alimlerimiz hakkında ahkam kesip üzücü hitaplarda bulunuyordu. bir kişinin sözü bin kişiyi etkiliyor ama bir topluluğun sözü bir kişiyi etkileyemiyor bu nasıl iştir anlamıyorum neyse konu için Allah razı olsun. Abla bönemli olan uolun bir olması önemli olan Allah'a giden yolun yolcusu olması önemli olan Allah bir Hz.muhammed onun kulu ve resulu diye bilmek yoksa çokmu önemli otobüsün markası Allah'a emanet olun çok fazla konuşup başınızı ağrıtmayayım selam ve dua ile.
değerli kardeşim rabbim senden razı olsun kim nederse desin takmayacağız bu bizi üzmeyeceğiz dahada güçleneceğiz ve değerlerimize sahip çıkacağız allah dostları bu dünyanın ayakta durma sebebleridir bunu kim inkar ederse etsin bizler etmeyeceğiz her fırsatta onlara sahip çıkıp zerrede olsa onların hayatlarını ele alıp örneklerle anlatacağız gerekirse bu uğurda herşeyden vazgeçeriz rabbim yardımcımız olsun kardeşim
 

Aşkâ Mecnun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Tem 2006
Mesajlar
3,521
Tepki puanı
2
Puanları
0
Konum
Fatih - İstanbul
RE: İZ BIRAKANLAR

Ravza_Nur yazdı:
aska mecnun yazdı:
Ravza_Nur yazdı:
Değerli kardeşlerim,bu formu açmadan önce çok düşündüm.Bizler nedense din büyüklerimize hak etikleri değeri veremiyoruz.Onlarki bize bugüzel dini en güzel şekilde ulaşması için gayret gösterdiler.Onları hatırlamak ve hayatları ile ilgili kısa anektodlar yazmak zor olmasa gerekli diye düşünüyorum.Ben acizane kardeşiniz olarak bu forumda din büyüklerimizin hayatları ile ilgili bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.Katkılarınızı elbette bekliyorum.En azından bu vefayı tarimizde İZ BIRAKAN BÜYÜKLERİMİZE GÖSTERELİM diyorum.SELAM VE DUA İLE

bırakın onları yad etmeyi hatırlamayı arkasından nasıl iftiralar atılır onlar böyleler şöyleler demek daha kolay oluyor.... varken yokluk yokaken varlık gibi onlar olunca garip onlar olmayınca sahiplik gibi

daha geçen gün bir arkadışımız din alimlerimiz hakkında ahkam kesip üzücü hitaplarda bulunuyordu. bir kişinin sözü bin kişiyi etkiliyor ama bir topluluğun sözü bir kişiyi etkileyemiyor bu nasıl iştir anlamıyorum neyse konu için Allah razı olsun. Abla bönemli olan uolun bir olması önemli olan Allah'a giden yolun yolcusu olması önemli olan Allah bir Hz.muhammed onun kulu ve resulu diye bilmek yoksa çokmu önemli otobüsün markası Allah'a emanet olun çok fazla konuşup başınızı ağrıtmayayım selam ve dua ile.
değerli kardeşim rabbim senden razı olsun kim nederse desin takmayacağız bu bizi üzmeyeceğiz dahada güçleneceğiz ve değerlerimize sahip çıkacağız allah dostları bu dünyanın ayakta durma sebebleridir bunu kim inkar ederse etsin bizler etmeyeceğiz her fırsatta onlara sahip çıkıp zerrede olsa onların hayatlarını ele alıp örneklerle anlatacağız gerekirse bu uğurda herşeyden vazgeçeriz rabbim yardımcımız olsun kardeşim


muhakkah ki orası öyle dediğiniz gibi Rahman yardımcımız olsun biz yolumuzdayken yolumuzu çok şükür bulmuşken kaybetmeyelimde gerisi bizi pek sarmaz Allah insana ağız vermiş ya konuşsun yada yemek yesin olmadı ikisinide yapsın diye ama gıybetide yasaklamış. neyse Allah emanet olun selam ve duaile
 

konak

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2006
Mesajlar
1,186
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

Rabbim sizlerden razı olsun. Güzel bir konu önemli olan niyet bence. Rabbim niyetimizi sahih kılsın İnşallah.
Selam ve dua ile.
 

konak

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2006
Mesajlar
1,186
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

Yaşlı Kadın ile Hz. Ömer

Okuyacağınız hikayeyi bize sahabilerin içinde en çok sayıda hadis rivayet etmiş olan İbn-i Abbas anlatmaktadır.
Karanlık bir geceydi; soğuk ve dondurucu bir kış gecesi. Ayaz insanın iliklerine işliyordu. Halife Hz. Ömer'i görüp onunla biraz konuşmak üzere evden çıktım. Her taraf ıssız ve sessiz, bütün şehir uykularının en derin rüyalarında soluyor olmalı. Sokaklarda in cin top oynuyor.
Yolumun ortalarına doğru önümde insan olduğunu tahmin ettiğim bir karaltı belirdi. Biraz daha yaklaşınca gerçekten insan olduğunu gördüm. Karşımdaki de verdiğim selamı almak üzere başını kaldırıp yüzünü bana çevirince hayretten şaşakaldım. Çünkü önümde benim ziyaretine koyulduğum Hz. Ömer'den başkası değildi. Gecenin bu saatinde herkes sıcak yatağında mışıl mışıl uyurken koca bir halifenin yapayalnız sokaklarda dolaşmasını bir sebebe bağlıyamıyordum.
Üstelik bu dondurucu kış gecesinde. Merakımı yenemeyerek, hemen söze başladım; "gecenin bu saatinde yapayalnız niçin dolaşıyorsun?"
Hz. Ömer (r.a) bana sokularak koluma girdi ve işin yoksa beraber yürüyelim diye teklif etti; "hem sana yürüken niçin yalnız başıma gezintiye çıktığımı da anlatırım" diye ilave etti. Ben "zaten sana geliyordum; biraz görüşür, sohbet ederiz diye düşünmüştüm. Madem ki böyle oldu; gezinirken konuşuruz." cevabını verdim.
İkimiz birlikte yola koyulmuştuk; benim içim içime sığmıyor, neredeyse meraktan çatlıyordum. Bir aralık soru soran gözlerimi Halife'nin yüzüne diktim; haydi söze başla; anlat bakalım niçin ayazlı bir gecenin bu saatinde tek başına sokaklarda dolaştığını" demek istiyorum.
Halife Hz. Ömer'de zaptedilmez merakımı anlamıştı. Ama başka meselelerden konuşuyor, fakat bir türlü gecenin bu saatinde niçin dolaşmakta olduğuna lafı getirmiyordu. Birlikte gezinirken her evin kapısı önünde epeyce bir müddet dikiliyor, kulağını kapıya dayayarak içerisini dinliyordu.
Evlerin kapılarında dikilip içerden bir ses geliyor mu, gelmiyor mu, diye dinleye dinleye sokak sokak Mekke mahallelerini dolaştık. Hiçbir tarafta çıt yoktu, herkes bölünmez uykularının salıncağında soluyordu. Belki de şu koca şehirde gecenin bu saatinde Halife Hz. ömer (r.a) ile benden başka uyanık olan tek kişi yoktu.
Yavaş yavaş Hz. Ömer'in neden gezintiye çıktığını anlar gibi oluyordum. Anlaşılan şehir halkından herhangi birisinin bir derdi, bir sıkıntısı yüzünden uykusuz kalıp kalmadığını yakalamak istiyordu. Bu yüzden sokak köpeklerine kadar şehrin bütün canlıları sıcak yuvalarında uyurken müslümanların reisi sıfatı ile Hz. Ömer (r.a.) onlara bekçilik ediyor; onların rahatı için uykuyu kendine haram ederek sokak sokak bu ayazda dolaşıyordu.
Bütün mahalleleri kapı kapı dolaşınca şehrin dışına çıktık. Sağda solda tek tük çadırlar vardı. Onların da kapıları önünde durup ağlama sızlama var mı diye içeriyi dinledikten sonra yolun en ucundaki bir çadıra sıra geldi.
Diğerlerinde olduğu gibi bu çadırın kapısında da dikilerek içeriyi dinledik; birbirine karışmış durumdan ağlayan çocuk sesleri geliyordu.
Epeyce dinledikten sonra Hz. Ömer (r.a.) kapıyı vurup selamla birlikte içeriye daldı. Evin içi karmakarışıktı. Durmadan ağlayan çocukların gözleri şişmiş; yüzleri akan yaşların çizgileri ile benek benek kararmıştı. Yaşlıca bir kadın ocağın başına oturmuş hem ateşin üzerinde kaynayan tencereyi karıştırıyor hem de halsizlikten dizinin dibine serilen minicik yavruları susturmaya çalışıyordu. Kadın da bitkin ve halsiz görünüyordu. Bu haline rağmen Hz. Ömer'in (r.a.) selamına gülümser olmasına çalıştığı bir çehre ile aldı. Anlaşılan evine gelenin Halife Ömer olduğunu bilmiyordu. Kim bilir Halife'yi tanımıyordu bile. Zate gecenin bu ilerlemiş saatinde şehir dışındaki bir çadırın kapısını Halife'nin çalacağını kim düşünebilirdi.
Hz. Ömer (ra.) kendini tanıtamadan tatlı bir dille kadına sordu "valide bu yavrular niye böyle durmadan ağlıyor?" Kadın içini çekerek kısaca "iki günden beri açtılar da ondan" diye cevap verdi. Hz. Ömer (r.a.), "peki niye önlerine yemek koymuyorsun?" diye soracak oldu hıçkırıklar birden kadının boğazına düğümlendi. Durmadan akmaya başlayan gözyaşları arasında bize içini dökmek üzere söze başladı.
"Oğlum" dedi Halife Ömer'e "sen şu ateşte kaynayanı yemek mi pişiyor sandın; ne gezer!.. Yavruları avutabilmek için çakıl koydum tencereye; durmadan kaynatıyorum. Pişirecek hiçbir şey yok. Bu gördüğün yavrular benim, anasız babasız yetim torunlarımdır. Oğlum, kocam ve kardeşlerimin her biri bir muharebede şehit düştüler. Evin geçimini temin edecek bir erkeğim yok. Ben de hem yaşlı ve hem de kadın halimle halim kalmadı. İşte böyle aç ve perişan kaldık.
Soylu bir aileden varlık için büyümüş ve yokluk nedir hiç bilmemiş bir kızı olduğum için kimseye gidip halimi anlatmaya, el açıp bir şeyler dilenmeye de yüzüm tutmuyor. Her şeyi bilen yüce Allah (c.c.) bir sebebini yaratıp rızkımızı gönderinceye kadar böyle ağlayıp beklemekten başka çaremiz yok."
Hz. Ömer (r.a.) kadın dinlerken yanmakta olan bir mumu gibi eriyor, yüzü renkten renge giriyordu. Kadının sözünü bölerek üzgün bir sesle "valide, şehirde oturan müslümanların emirine, Halife Ömer'e neden başvurup durumunu anlatmıyorsun?" diyebildi. O ana kadar kesintisiz olarak gözyaşı döken kadının derin üzüntüsü yerini anlatılmaz bir kin ve kızgınlığa bıraktı. Hiddetten kararan bakışlarını Halifeye dikerek şu sözleri söyledi.
"Dilerim ki o Halife Ömer daha dünyada iken bulsun Ahirette de elim yakasından kopmasın." Hz. Ömer (r.a.) kekeleye kekeleye "Niçin Ömer'e böyle beddua ediyorsun valide! Onun bu işte günahı nedir?" dedi. Kadın aynı kızgınlıkla bu sözlerin cevabını yetiştirdi: "evladım!.. Ben şu ihtiyar halimle iki günden beri gece gündüz demeyip yetim avuturken o nasıl rahat yatağında uyuyabilir? O, müslümanların reisi, baş bekçisi değil mi? Bizler evvela Allah'a sonra do onun eline emanetiz. Gelip de benim halimi nasıl sormaz. Müslümanların reisi olmayı böyle kolay mı sanıyor!.."
Hz. Ömer (r.a.) yavaş yavaş dolmaya başlayan göz pınarlarını kadından saklayarak "valide haklısın, doğru söylüyorsun; ama zavallı Halife'nin işi bir iki değil ki. Kimbilir başını kaşıyacak kadar bile boş zamanı yoktur. Hem sen gidip derdini anlatmadıktan sonra o senin halini bilmez ki, diye kadının öfkesini dindirmeye çalıştı. Fakat kadın aynı kızgınlıkla sözlerine devam etti.
"Madem ki dertlilerin derdini zamanında haber alıp çaresine koşmayacaktı, zamanında niye Halife olmayı, müslümanların başına geçmeyi kabul etti? Böyle çürük bir mazereti hiç dinler miyim ben? Zavallının işi çokmuş!.. Nedir işi yine savaş mı? Yanında inleyenlerin sesine kulak vermez. Şehrinde açlıkla pençeleşen yavrular yaşıyor.
Halife bunlara göz yumarak uzak diyarlardaki şehirlere gaza, gaza diyerek asker yürütmekle; gencecik delikanlılarımızın kanını yabancı topraklara akıtarak kadınları bırakmayı marifet mi sanıyor? Benim babam, amcam, dayım ve gencecik oğlum hep onun ordularında şehit düşmedi mi? Şimdi kim bilir yine nice kadın ve çocukları kocasız ve babasız bırakıp, aç ve çıplak bir sefaletin kucağına atacak. Böyle dertlerimize yeni dertler eklesin diye mi biz onu başımıza geçirdik?"
Tam bu sırada çocuklar sözleşmişler gibi hep bir ağızdan yanık sesleri ile ağlaşmaya başladılar. Çocukların bastıran çığlıkları kadının öfkesini bir kat daha arttırdı. Ellerini havaya kaldırarak ve sesinin çıktığı kadar bağırarak sözlerine şöyle devam etti:
"Bu evdeki canlıların göğüslerinden boşalarak yükselen inilti ve çığlıkları şimşek ve yıldırım eyleyerek Ömer kulunun başına yağdırmasını dilerim. O varsın dul bir kadınla yetim yavruların beddualarını yağmur sansın. Tez elden ona gönlümün dilediği bir bela ver de kıvranırken bizim neler çektiğimizi anlasın. Sen işini bilirsin, yüce Yaradanımız."
Hz. Ömer (ra.) artık dayanamadı. Dolu dolu olan pınarlarından yaşlar damlamaya başladı. Herkesin durmadan gözyaşı döktüğü bu kederli evde, gözyaşlarını görmelerini istemediği için yüzünü herkesten saklamaya çalışıyordu. Artık orada oturamazdı. Hemencecik yerinden doğruldu. Bitkin bir sesle "valide haklısın sen yine avut çocuklarını ben hemen dönerim" diyerek kapıya doğruldu. Arkasından ben de yürüdüm. Dışarıya çıkınca derin bir soluk çekti ciğerlerine. Kelimenin en geniş manası ile üzgün ve bitkin idi. Yol boyunca ağzından tek kelime çıkmadı. Var gücünü kullanarak hızla yol almaya çalışıyordu. Ona yetişmekte güçlük çekiyordum. Doğruca devlet hazinesine vardık. Halife, bir un çuvalı seçerek bir yana koydu. Benim elime de bir yağ kabı tutuşturdu.
Vakit geçirmeden koca un çuvalını sırtlanmaya koyuldu. Gözlerime inanamıyordum. Evet bu İslam Devletinin koca reisi un çuvalını sırtına almak üzere idi. Hemen yanına sokuldum; "aman ey mü'minlerin emiri!.. Ne yapıyorsun? Bari müsaade ver de çuvalı ben sırtıma alayım." Hz Ömer (r.a.) hemen sözümü keserek belki bir saatten beri ilk defa ağzını açıp şu sözleri söyledi. "hayır, ey İbn-i Abbas, sevgili dostum!... Değil yorgunluktan yere yığılsam, ölsem bile bırak; yükünü de kendi sırtında götürsün. Bu dünyada yüküne yardım etmek isteyecek öz dostlar bulabilir, fakat her koyunun kendi bacağından asılacağı Ahiret gününde kimse O'nun cezasını paylaşmayacaktır.
Kadın doğru söylemişti. Ya vakti ile Hilafeti yüklenmemeliydim. Yüklendiğime göre idarem altındaki tek tek her ferdin huzur ve emniyetini düşünmek zorundayım."
Sevgili dostum, Dicle kenarında otlayan bir koyunu kurt kapsa ilahi adalet onu Ömer'den sorar. Şu yaşlı kadın kimsesiz ve avuttuğu yavrular kimsesiz kalır; sorumlusu Ömer'dir. Bakımsızlık ve sefaletten bir ev çökse vebali Ömer'in omuzlarındadır. Talihsizlik neticesinde yere bir tek damla kan aksa o kan damlası çoşkun bir derya olup dalgaları ile Ömer'i yutar. Kırgın gönüllerin öfke şimşekleri Ömer'in başına boşalır. Bütün matemlerin gözü göze göstermez dumanlarında boğulacak olan da Ömer'den başkası değildir.
Ömer her derdin devası, her dileğin büyük kapısı ve her lanetin ana ana hedefidir. Yüce Allah'ım aciz bir kul bu kadar ağır ve çeşitli mesuliyet yükünün altından nasıl kalkabilir? Ey Ömer, bu kadar yükün altına girmeyi nasıl kabul edebildin vakti ile...
Sözünü bölüp bir parça kederini dindirmek istedim ve dedim ki; "o kadar da üzme kendini, ey mü'minlerin emiri... Halifelik yükünü sen üzerine almasan kim bu vazifeyi senin kadar titizlikle yüklenebilirdi. Sen de bütün üstün meziyet ve kabiliyetlerine rağmen nihayet bir insansın. Her yerde vakit geçirmeden kendini gösteren ve yanılmaksızın kılı kırk yaran ilahi adalete ulaşamazsın. Kullara verilen bütün merhametler bir araya getirilerek temiz gönlüne dolsa bile bütün varlıkları kanatları altına alan yaygın ilahi esirgeyicilikle yarışamazsın.
Ey iyi yürekli Halife!... Sen şüphesiz ki bir melek değilsin, ama adelet ve merhamet kervanının ön safındaki elinde bayrak tutanlardansın. Senin bu erişilmez adaletine kıyamet günü, hem yer, hem gök hemde şu sırtındaki un çuvalı aynı zamanda da ben şahitlik edeceğiz. Şüphesiz ki en büyük şahidin de karanlık gecede kara taş üzerindeki siyah karıncaya kadar her şeyi bilen yüce Allah'ın bizzat kendisidir ne mutlu sana ki fani hayatını böylesine ölmez değerlerin sahibi olmak uğruna harcıyorsun. Ne mutlu biz müslümanlara ki dünyanın başka milletlerini, padişah diye kan içen canavarlar idare ederken, senin gibi ipek yürekli ve geniş görüşlü bir reisin şanlı adalet bayrağı altında gölgelenmenin tükenmez zevkini tadıyor ve bütün dünyaya karşı seninle haklı bir iftihar duyuyoruz."
Bu sözlerim galiba Halife'nin üzgün gönlüne biraz neş'e vermişti. Ağır çuval yükü altında iki büklüm olmuş bedenine rağmen son gücünü kullanarak yokuşu soluk soluğa çıkıyordu. Damarlarındaki kanı bile donduracak kadar keskin ayaza rağmen alnından ve yüzünden akıp heybetli göğsüne süzülen terlere aldırmıyordu bile.
Nihayet koca karının çadırına vardı ki nefes nefese içeri girip çuvalı yere bıraktı ve aynı zamanda kendisi de yere serildi; iyice bitmiş, takatinin son damlalarını kullanarak çadıra girebilmişti. Kısa bir dinlenmeden sonra askınlar gibi silkilenerek yerinden doğruldu; tencerede kaynamakta olan çakılları boşalttı. Yerine benim taşıdığım kaptan yağ koydu. Sonra eriyen yağa sırtında getirdiği çuvaldan kendi eli ile un koyarak pişirmeye koyuldu.
Sönen ateşi kadından çalı çırpı isteyerek kendisi tutuşturdu. Böylece pişirdiği yemeği ayazda çabucak soğutarak yine kendi eli ile kurduğu sofraya koydu.
Daha sonra anne ve baba şefkatini bile gölgede bırakacak gülümseyen bir yüz ve bal gibi bir sesle iki günden beri boğazlarından aşağıya tek lokma geçirmemiş olan öksüz yavruları yemeğe oturttu; eli tutmayanlara kendi eli ile yemek verdi.
Günlerden beri kara yaslara gömülmüş olan çadırı bir anda sıcak bir sevincin ışıkları aydınlatmıştı. Ağlamalar susmuş, yaşlar kurumuş; öfke dinmişti. Öksüz yavruların gözleri sevinçten ışıl ışıl parlıyordu. Yaşlı kadıncağız Hz. Ömer (r.a.) sırtında un çuvalı ile içeriye girdiği andan beri şaşkınlıktan sanki dilini yutmuştu, ağzından tek bir kelime bile çıkmadı.
Fakat karnı doyan öksüz torunlarının neşesi odayı sarınca ağır bir uykudan uyanır gibi silkindi; toplandı ve sevinç gözyaşları içinde kim olduğunu hala bilmediği Halifeye şu sözleri söyledi. "Dilerim ki yüce Allah (c.c.) tez elden seni Hz. Ömer'in Halifelik makamına oturtsun. Oraya Ömer'den çok sen yakışırsın."
Yaşlı kadının o karşısındakini tanımadığı için söylediği bu sözlere içinden güldüm; yan gözle Ulu Halife'yi aradım; bu akşam belki ilk defa bu sözler üzerine O da aydınlık bir çehre ile gülüyordu.
Bana yaklaşıp gidelim artık diye işaret ettikten sonra kadına döndü; "Valideciğim... Sen yarın erkenden Halifelik makamına gel; beni orada bul da sana emekli ve yetim maaşı bağlatayım. Şimdilik hoşçakal" dedikten sonra birlikte dışarı çıktı gün ağarmıştı. Müezzinin bütün mü'minleri sabah namazına çağıracak olan gür sesi nerdeyse ortalığı çınlatacaktı. Ulu halife uykusuz kalarak ve terler dökerek vazifesini yapmış insanların gönül huzuru içinde rahattı.
Bana gelince uykusuz gecemden fazlası ile memnundum. Çok şeyler görmüş, çok şeyler işitmiştim ve çok şeyleri öğrenmiştim. Gördüklerim, işittiklerim ve öğrendiklerim bende ömür boyunca tazelik ve canlılığını yitirmeyecek izler bırakmıştı. Ümit dolu sevinçler içinde Allah Resulü'nün şu sözlerini hatırladım. "Sahabilerimin her biri tek tek gökteki yıldızlar gibidir. Hangisinin peşinden giderseniz hidayetin yolunu bulursunuz." "Ey yüce Allah Resulü!.. dedim içimden" "senin Halifen Ömer'i gördünde mi söyledin bu altın sözleri!...
O gün kadın, öğleye doğru Halifelik makamına geldi. Ulu Halife zaten daha önce işini maaşa bağlanması için gereken kimselere derhal emir vermişti. Kadın Hz. Ömer'i tanımıştı ama şaşkınlıktan dona kaldığı için dilini döndürüp hiçbir şey söylemiyordu. Ulu Halife onu saygı ile karşılayıp bir yere oturttuktan sonra şöyle dedi:
"Valideceğim!.. İşin oldu bundan sonra hem kendi adına ve hem de şehit yavrusu öksüz torunlarının her ay emekli maaşını alacaksın. Al bakalım şu ilk maaşın" diyerek bir gümüş kesesini kadına uzattı ve "Artık Ömer'i affediyor O'na ettiğin bedduaları geri alıp hakkını bağışlıyorsun değil mi" diye sözlerini bağladı.
Akşamdan beri olup bitenleri tümünü iyice anlıyan kadın gayet ciddi bir ifade ile Halife'ye şu son cevabı verdi; "işte böyle göster adaletini eline bakan bütün müslümanlara karşı."

( Kaynak: Ermişlerden Osman Efendi, Seçme Dini Hikayeler , Seda Yayınları, İstanbul 2000, s. 143-158
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

konak yazdı:
Rabbim sizlerden razı olsun. Güzel bir konu önemli olan niyet bence. Rabbim niyetimizi sahih kılsın İnşallah.
Selam ve dua ile.
rabbim razı olsun konak kardeşim ayrıca aşağıdaki değerli paylaşımınız için çok tşk allaha emanet olun selam ve dua ile
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

Bir gün Ebu Bekir Sıddık (r.a) Resulüllah(S.A.V)'ın evine geldi. İçeri gireceği sırada, Hz. Ali Bin Ebi Talib (r.a) da geldi.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) (Geri çekilip) :
Ya Ali sen buyur, gir dedi.
O da cevap verip, aralarında, aşağıdaki uzun konuşma oldu:
Ya Ebu Bekir! Sen önce gir ki, her iyilikte önde olan, her hayırlı işte ileri olan, herkesi geçen sensin.
Hz. Ebu Bekir (r.a.)
Sen önce gir ki! Resulüllaha (s.a.v) daha yakın sensin.
Hz. Ali (r.a) :
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah (s.a.v)'tan işittim.
Ümmetimden, Ebu Bekirden daha üstün bir kimsenin üzerine güneş doğmadı buyurdu.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
Ben, senin önüne nasıl geçebilirim ki, Resulüllah (s.a.v) kızı Fatıma(r.a)'yı sana verdiği gün,
Kadınların en iyisini, erkeklerin en iyisine verdim buyurdu.
Hz. Ali (r.a) :
Ben, senin önüne geçemem. Çünkü Resulüllah (s.a.v)
İbrahim(a.s)'ı görmek isteyen Ebubekirin yüzüne baksın buyurdu.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
Ben, senin önüne geçemem. Çünkü Resulüllah(s.a.v)
Adem (a.s)'ın hilm sıfatını ve Yusuf (a.s)'ın güzel ahlakını görmek isteyen Ali Mürtezaya baksın' buyurdu.
Hz. Ali (r.a)
Senin önünde gidemem. Çünkü Resulüllah (s.a.v)
Ya Rabbi! Beni en çok seven ve ashabımın en iyisi kimdir? dedi. Cenabı Hak Ya Muhammed! Ebu Bekir Sıddıktır, buyurdu.
Hz. Ebu Bekir (r.a.)
Ben, senin önüne geçemem. Çünkü Resulüllah (s.a.v) Hayberde
Yarın sancağı öyle bir kimseye veririm ki, Allahü Teala onu sever. Ben de, onu çok severim buyurdu.
Hz. Ali (r.a)
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah (s.a.v)
Cennetin kapıları üzerinde 'Ebu Bekir Habibullah' yazılıdır" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v) Hayber gazasında, bayrağı sana verip
Bu bayrak Meliki Galibin, Ali Bin Ebi Talibe hediyesidir buyurdu.
Hz. Ali (r.a)
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v)buyurdu ki
"Ya Eba Bekir, sen benim gören gözüm ve bilen gönlüm yerindesin".
Hz. Ebu Bekir (r.a.) :
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v)buyurdu ki
Kıyamet günü Ali cennet hayvanlarından birine binmiş olarak gelir. Cenabı Hak buyurur ki 'Ya Muhammed!(s.a.v) Senin baban İbrahim Halil, ne güzel babadır. Senin kardeşin Ali Bin Ebi Talib ne güzel kardeştir.
Hz. Ali (r.a) :
Ben, senin geçemem. Çünkü Resulüllah(s.a.v)buyurdu ki
Kıyamet günü, Cennet meleklerinin reisi olan Rıdvan adındaki melek Cennete girer. Cennetin anahtarlarını getirir, Bana verir. Sonra Cebrail (a.s) gelip, Ya Muhammed (s.a.v)! Cennetin ve cehennemin anahtarlarını, Ebu Bekir Sıddıka(r.a) ver, istediğini Cennete, dilediğini Cehenneme göndersin der."
Hz. Ebu Bekir (r.a.) Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah (s.a.v) buyurdu ki:
Ali kıyamet günü benim yanımdadır.Havz ve Kevser yanında, benimledir. Sırat üzerinde benimledir. Cennette, benimledir. Allahü Tealayı görürken, benimledir.
Hz. Ali (r.a)
Ben, senden önce giremem. Çünkü Resulüllah(s.a.v)
Ebu Bekirin imanı, bütün mü'minlerin imanı ile tartılsa, Ebu Bekirin imanı ağır gelir buyurdu.
Hz. Ebu Bekir (r.a.)
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v)buyurdu ki
Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır.
Hz. Ali (r.a)
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v)buyurdu ki
Ben sadıklığın şehriyim.Ebu Bekir onun kapısıdır.
Hz. Ebu Bekir (r.a.)
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v)buyurdu ki
Kıyamet günü Ali bir ata biner, görenler, acaba bu hangi peygamberdir? Derler.Allahü Teala, bu Ali Bin Ebi talibdir, buyurur.
Hz. Ali (r.a) :
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v)buyurdu ki
Ben ve Ebu Bekir, bir topraktanız. Tekrar bir olacağız.
Hz. Ebu Bekir (r.a.)
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v)buyurdu ki
Allahü Teala, ey Cennet! Senin dört köşeni, dört kimse ile bezerim.Birir Peygamberleri üstünü Muhammed'dir(s.a.v).Biri, Allahdan korkanların üstünü Alidir üçüncüsü kadınların üstünü Fatımat'üz Zehradır. Dördüncü köşesindeki de temizlerin üstünü Hasan ve Hüseyin'dir.
Hz. Ali (r.a)
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v)buyurdu ki
Sekiz Cennetten şöyle ses gelir'Ebu Bekir! Sevdiklerinle birlikte gel, hepiniz Cennete girin.
Hz. Ebu Bekir (r.a.)
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v)buyurdu ki:
Ben bir ağaca benzerim,Fatıma bunun kökü,Ali gövdesi, Hasan ve Hüseyin meyvesidir.
Hz. Ali (r.a) :
Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resulüllah(s.a.v)buyurdu ki:
Allahü Teala Ebu Bekirin bütün kusurlarını affetsin. Çünkü O kızı Aişeyi bana verdi.Hicrette bana yardımcı oldu.bilali Habeşi'yi, benim için azad etti.
Resulüllah(s.a.v')in bu iki sevgilisi, kapıda böyle konuşurlarken, kendileri içeriden dinliyorlardı. Hz. Alinin sözünü kesip içeriden buyurdu ki
Ey kardeşlerim Ebu Bekir ve Ali! Artık içeri girin.Cebrail (a.s) gelip dedi ki, yerdeki ve yedi kat göklerdeki melekler sizi dinlemektedir.kıyamete kadar birbirinizi övseniz, Allahü Teala yanındaki kıymetinizi anlatamazsınız.
İkisi birbirine sarılıp, birlikte Resulullahın(s.a.v) huzuruna girdiler.
Resulullah'ın(s.a.v)
Allahü Teala ikinize de yüzbinlerce rahmet etsin. İkinizi sevenlere de, yüzbinlerce rahmet etsin ve düşmanlarınıza da yüzbinlerce lanet olsun, buyurdu.
Hz. Ebu bekir Sıddık dedi ki
Ya Resulallah(s.a.v) Ben Ali kardeşimin düşmanlarına şefaat etmem.
Hz.Ali dedi ki
Ya Resulallah (s.a.v) Ben de Ebu Bekir kardeşimin düşmanlarına şefaat etmem ve başını kılıç ile bedeninden ayırırım.
Hz. Ebu bekir Sıddık(r.a):
Ben, senin düşmanlarına Kevser havzından su vermem, buyurdu.
Hz. Ali de:
Ben, senin düşmanlarını Sırat üzerinden geçirmem, buyurdu.

Hz. Ali (r.a.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) taraftarlarının ve düşmanlarının kulakları çınlasın.

Kaynak
Dört Büyük Halife,Şemsüddin Ahmed Efendi, Bedir Yayınevi,1974
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

Hazreti Ömer'in Halifeliği (Devlet Başkanlığı) zamanıydı. Başkent Medineye yabancı bir kervan geldi. Develerini yıkıp, konakladılar... Halife her zaman olduğu gibi, gece şehri dolaşmaya çıktı. Yolda, Eshâb'dan (Sevgili Peygamberimizin arkadaşlarından) Hazreti Abdurrahmana rastladı. Ona dedi ki

Ey Avfın oğlu! Gel, seninle bu gece misafirimiz olan kervanı bekleyelim.Onlar rahat uyusunlar. Çünkü yorgundurlar.Canları ve malları herhangi bir zarara uğramasın!... Hazreti Ömer bu teklifte bulununca, Hazreti Abdurrahman da seve seve kabul etti. Birlikte kervanın etrafında göz kulak olmaya başladılar.

O sırada yakındaki bir evden çocuk ağlaması işitildi.Çocuğun sesi kesilmediği için, Halife evin kapısına gitti. İçeride bulunanlara, Küçüğü susturmalarını rica'' etti. Sonra dönüp geldi. Gece boyunca, çocuğun sesi işitildikçe, birkaç kere daha evin kapısına gitti.Çocuğun ağlaması bir türlü dinmiyordu. Seher vakti olunca, Hazreti Ömer son defa oraya gitti. Çocuğun annesine

Sen ne biçim anasın! Bütün gece evlâdını ağlattın. Belli ki, açtı! diye çıkıştı. Kadıncağız cevap verdi

Halimi anlamadan niçin beni azarlıyorsun? Hazreti Ömer, kendini tanıtmadan sordu

Haline ne olmuş?

Çocuğu sütten kesmiştim..

Sütün yoksa başka şeyler yedirseydin.

Evde onun yiyeceği birşey yok ki, biz çok fakiriz

Çocuğun kaç yaşında?

Daha yaşını doldurmadı. İşte bu cevap üzerine Hazreti Ömer öfkelendi.

Peki niçin bu kadar küçük bir yavruyu sütten kestin? Kadıncağız içini çekti

Halifemiz Hazreti Ömere Cenâbı Hak insaflar versin.Çocuklar sütten kesilmeyince, bizim gibi bir fakire nafaka vermez.Fakirlik maaşı bağlamaz. Onun için yavrumu erkenden sütten kestim.Bunun üzerine Halife ağlayarak mescide girdi. Gözyaşları yüzünden namazı zorla kıldırdı. Selâm verdikten sonra cemâate döndü. Gene ağlayarak

Sizin Ömerinize yazıklar olsun Sizin Ömerinize yazıklar olsun diyerek kendini suçladı.Sonra bütün Medine halkına, tellallar (haberciler) çıkarttı. Onlar da bildirdiler ki

Hangi Müslümanın oğlu veya kızı dünyaya gelirse, hemen Halifeye bildirsin.Beytülmaldan (hazineden) nafaka (maaş) verilecektir. Hiç kimse nafaka yüzünden evladını vaktinden önce sütten kesmesin! O günden sonra artık Medinede, açlık sebebiyle ağlayan çocuk sesi işitilmedi. Bu hadiseden epeyce zaman sonra Medinede kıtlık baş gösterdi. Hazreti Ömer, hemen bir deve kestirdi ve 'Etini fakirkere dağıtın! diye emretti. Görevli, etlerin güzel bir parçasını da Hazreti Ömere ayırdı. Yemek zamanı olunca, iyice pişirip Halifenin önüne getirdi.Hazreti Ömer hayretle sordu

- Bu yemek neredendir?

- Efendim, kesilmesini emir buyurduğunuz deveden size düşen paydır... Hazreti Peygamberin sevgilisiKoca Ömerin rengi değişti:

- Devenin iyi yerlerini kendisi yiyip, artanı fakirlere vermek çok kötü bir şeydir,dedi. Hemen bu yemeği kaldır ve çocuk sahibi, fakir bir aileye götür. Az sonra önüne gelen Kuru arpa ekmeği ile zeytinyağını Bismillahirrahmanirrahim diyerek afiyetle ve gönül rahatlığıyla yedi. İşte bu yüzden bütün âlimler fikir birliği etmişlerdir ki

''Hazreti Ömerin adâleti, kendinden önce ve sonrakilerden daha büyüktür.
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

Emîr Timur rahmetullahi aleyh, Halep Şehrini zaptederken, pekçok Müslüman kanı akmıştı. Savaştan sonra din adamlarını toplayarak sordu Muhârebe esnasında sizden ve bizden epeyce adam öldü, dedi. Söyleyin bakalım bunlardan hangisi şehittir?


ve bir Allah (c.c) dostu ayağa kalkarak şöyle der

Sizden ve bizden olması bir şey değiştirmez kim Allâhın ismi Celîlini yüceltmek için mücâdele ve mukâbele etmişse, o şehittir.
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

Allahü Teâlâ, kendi varlığını bilsin, ibâdette bulunsun ve yer yüzünü de imâr etsin diye insan varlığını yaratmayı mürad ettiği zaman, Meleklerine

Ben yer yüzünde muhakkak bir halife yapacağım, bir halife tâyin edeceğim ki kendi irademden kudret ve sıfatımdan ona bazı selâhiyetler vereceğim ki, o bana vekâleten mahlûkatım üzerinde bir takım tasarruflara sahip olacak, benim nâmıma hükümler icra edecek, benim vekilim olarak benim emirlerimi, benim kanunlarımı tatbike memur bulunacak. Sonra onun arkasından gelenler ve ona halef olarak yâni vazifeyi icra edecekler bulunacaktır buyurdu.


Melekler bir taraftan bundaki şerefi takdir ettiler, diğer taraftan da yeryüzündeki bir mahlûka böyle yüksek bir irade selâhiyeti bahşedilmesinde bir şer ihtimalinden de korktular. Allahü Teâlâ bundaki gizli hikmetlerini de bildirmediği için

Ey Rabbimiz! Yer yüzünde onu fesada Verecek, onda fesadlar çıkaracak ve kanlar dökecek bir mahlûk mu yaratacaksın? Halbuki biz hep sana hamdederek, daima seni tesbih ve takdis edip dururken,» dediler.

Ve bu suretle maksatları hâşâ itiraz olmayıp hikmetini sormak olduğunu bildirdiler, mamafih bununla hilâfete zımnan bir rağbet de gösterdiler. Allahü Teâlâ cevaben

Her halde ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim, buyurdu. Melekler bu cevap karşısında sustular ve birbirlerine

Elbette rabbımız her şeyi bilir, faydası olmayan bir mahlûk yaratmaz dediler.

Allahü Teâlâ, Meleklere.

Muhakkak ben, kuru çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım, binaenaleyh ben, onu tam bir insan kıvamına koyup içine ilâhî bir emrim olan ruhtan feyiz verdiğim vakit, onun için secdeye kapanın,dedi.

Bunun üzerine Melekler, hepsi toptan secde ettiler, ancak iblis dayattı, kibrine yediremedi ve secdeden kaçındı. Çünkü o- kendisini en üstün mahlûk kabul ediyordu.

Allahü Teâlâ

Ya iblis! Sen niçin secde edenlerle beraber olmadın?dedi. iblis de

Benim bir kuru çamurdan, bir sûretlenmiş balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem mümkün değildir. Zira ben ateşten yaratıldım, Ateşise topraktan üstündür,dedi ve bu bâtıl kıyasıyla itaat dairesinden çıkarak fiilen kâfir oldu.

Allahü Teâlâ

O halde, çık oradan, çünkü sen tard olundun. Ve bu lanet ceza gününe kadar üzerindedir Şeytan

Rabbim! öyle ise bana onların tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver dedi.

Allahü Teâlâ da ba,s gününe kadar değil, ecel günü yani birinci sürün üfürülmesine kadar mühlet verdiğini bildirdi

Bunun üzerine Şeytan

Ya rabbi! benim azgın ve asiliğime hükmetmekliğin vesilesiyle yemin ederim ki, ben, o insanlar için yer yüzünde ziynetler yapıp onları kandırarak hepsini yoldan çıkaracağım, ancak içlerinden mıhlasın Kulların müstesna. Yâni hâlis taatın için seçilmiş lekesiz has kulların aklanmazlar,dedi.

Allahü Teâlâ, Şeytanın beşerin ilk maddesine bakarak onlara mutlak tahakküm edebileceğine kaail olmasına rağmen, muhlas kullar için hakkı teslim etmesi üzerine buyurdu ki

işte bu dediğin, sahiplerini azıtamayacağını itiraf ettiğin o ihlâs ve tevhîd, bana kavuşturan dosdoğru bir yol, hak bîr kanundur. Hakikaten kullarım üzerine ne sözle ilzam edecek bir delilim, ne fiilen musallat olacak bu kudretin yoktur. Ancak sana uyan azgınlar müstesna. Yani ancak onları sürükleyebilirsin. Fakat o da senin hükmün ile değil, onların iradelerini kötüye kullanarak sana uymaları ve arkana düşmeleri sebebiyledir. Yoksa muhlaslara tasallut edemediğin gibi, diğerlerine de edemezsin. Şüphesiz Cehennem de o sana uyan azgınların vaad olunan yerleridir.»

Allahü Teâlâ, insanın şerefli, itibarlı ve kendisine halife olmaya lâyık bir mahlûk olduğunu göstermek üzere Hz. Adem'e bütün esmayı talim ederek ilim ve kelâm sıfatlarına mazhar kıldı, sonra da o âlemini Meleklere işaret ederek

Haydin, siz îmân ile ifade etmek istediğiniz hilâfete lâyık olma dâvanızda isabetli iseniz; işte bunların isimlerini bana güzelce haber veriniz, buyurarak onları, acziyetlerini izhar ve isbat için imtihan etti.

Bu imtihana karşı Melekler

Subhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka bizim hiç bir ilmimiz yoktur, her şeyi bilen ve dâima bilen âlim, her şeyde hakim, hakikaten Sensin ve ancak Sensin, diyerek acziyetlerini izharla tesbîh eylediler.

Melekler acziyetlerini izhar ve hikmet ilmini teslim edince, Allahü Teâlâ .

Ya Adem! Meleklere şunların isimlerini güzelce haber ver, dedi, Bu hitabı ile halifenin kim olacağına da işaret buyurdu ve böylece Meleklerden sonra Hz. Ademi de bu emir ile imtihan etti. Bunun üzerine Hz. Adem o arz olunan şeyleri isimleriyle haber verince, Allahü Teâlâ, Meleklere

Ben size, Ben bütün arz ve semânın gaybını bilirim, demedim mi? Ve siz ne açıklıyorsunuz ve ne gizliyorsunuz, onu da biliyorum, buyurdu.

Allahü Teâlâ Hz. Ademe eş olarak kendi kaburga kemiğinden Havva validemizi yarattı ve

Ya Adem, sen ve zevcen şu Cennette rahat yaşayınız. Nimetlerimden bol bol yiyiniz. Ancak şu bur ağaca yaklaşmayınız, meyvesinden yemeye kalkışmayınız ki haddini aşanlardan olursunuz, buyurdu. Ve Şeytanın kendilerine düşman olduğunu bildirerek onun sözüne kanmamalarını istedi.

Allahü Teâlâ onlara yalnız bir ağacın meyvesinden yemelerini yasaklamıştı ki, bu suretle insana, iradesini kullanmayı ve nefsine hâkim olmayı öğreterek mükellefiyetten azade olmadığını hatırlatıyordu.

Onlara verilen bu nimetler üzerine ilâhî huzurdan kovulan ve insanoğluna ebedî düşmanlığını ilân eden Şeytan, ilk olarak kendilerinde örtülüp gizlenen kötü yerlerini meydana çıkarmak avret mahallerini açmak için ikisine de vesvese vermeye başladı. Hz. Adem ve Havva bu âna kadar yaratılışlarında kendilerini utandıracak ve tiksindirecek çirkin pis şeylere mahal olacak kötü yerlerini ne kendilerinde ve ne de birbirlerinde görmüyorlar ve hattâ bilmiyorlardı. Settârul uyub olan Halik Teâlâ evvel emirde onu örtmüş ve kendilerinden gizlemişti.

Şeytan nihayet bir fırsatını bulup onlara yaklaştı ve

Ey Adem! Sana, seni burada ebedî kılacak bir devleti haber vereyim mi? Diyerek, Allahü Teâlânın yaklaşmamalarını emrettiği ağacı gösterdi.

Hz. Adem, Şeytanın bu sözlerine aldırış etmedi, ancak şeytan da vesvesesinde yılgınlık göstermedi ve:

Rabbimiz sizi bu ağaçtan başka bir sebeple değil, ancak iki Melek olacağınız veya bu Cennette ebedî kalacağınızdan dolayı nehyetti. Yani bundan yerseniz ya Melekler gibi yemek, içmek ihtiyacından müstağni olursunuz, yahut ölüm yüzü görmez burada ebedî kalırsınız, dedi. Kendisine inanmaları için de yemîn ederek, ben sizin nasihatçınız ve hayrınızı isteyicinizim» diye emîn olmalarını istedi.

Hz. Adem ve Havva hiç bir kimsenin yalan yere Allaha yemin etmeyeceğini düşünerek yanıldılar ve bu ağaca meylettiler. Hz. Adem burada içtihadında isabet edemeyerek, o nehyedilen ağacın cinsinden olan başka bir ağacın meyvesinden yemekte bir mahzur olmayacağına hükmetti ve beraberce Allahü Teâlâ'nın yasak kıldığı ağacın meyvesinden tattıkları vakit örtülü ve gizli olan avret mahalleri açılıverdi. Bunun üzerine hayalarından derhal üzerlerine Cennetin incir yaprağından yamalar yamamağa başladılar. Allahü Teâlâ da kendilerine şöyle nida ett

Ben sizi o ağaçtan nehyetmedim mi idi? Şeytan size açık bir düşmandır demedim mi îdi?

Hz. Adem ile Havva cevaben

Ey Bizim rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer sen bize rahmet ve mağfiret etmezsen, en büyük zarar ve felâketin içinde kalanlardan olacağız, diye tevbe ve niyazda bulundular.

Allahü Teâlâ, Hz. Adem, Havva ve Şeytana hitap etti

Haydi, bâzınız bâzınıza düşman olarak yer yüzüne ininiz. Size orada bir müddet için karar edip nasiplenmek ve geçinmek vardır. Orada yaşayıp orada ölecek ve yine ondan çıkarılacaksınız.

Hz. Adem ve zevcesi, dolayısıyla insan nevi yer yüzünde böylece mekân tuttu ve Şeytanla mücadele ederek Rabbından telâkki ettiği kelimelerle tevbe ve istiğfarda bulundu. Allahü Teâlâ'nın emirleri ile amel etti ve tevbeleri de kabul olundu. Çünkü Allahü Teâlâ esirgeyici ve bağışlayıcıdır.

Hz. Adem beş şeyi ile bahtiyar olmuştur

Hatâsını itiraf, pişmanlık, nefsini kötülemek, tevbeye devam ve rahmetten ümidi kesmemek.

iblis de beş şey ile bedbaht olmuştur:

Günahını ikrar etmemek, pişmanlık duymamak, kendini kötülemeyip azgınlığını Allahü Teâlâya niubet etmek ve rahmetten ümidini kesmek.

Ahnef ibni Kays, Medinede Müminlerin Emiri Hz. Ömeri görmek ister, bir de bakar ki büyük bir kalabalık halka halinde toplanmış, Kâ'bül'ahbar onlara vaaz veriyor ve şunları anlatıyor

Âdem aleyhisselâma vefat emri geldiği zaman Ya Rab, düşmanım iblis, beni meyyit halinde görünce kendisi kıyamet gününe kadar mühlete kavuşmakla sevinecek, bana şamata edecek, dedi. Cevap verildi ki

Ya Adem, sen Cennete iade olunacaksın, o mel'un ise evvelkilerin ve sonrakilerin adedi kadar ölüm acısını tatmak için tehu olunacak.

Sonra Hz. Adem, Melekülmevt Azraile

Ona ölümü nasıl tattıracaksın? Vasfını bana anlat, dedi.

Onun ölümünün vasıfları anlatıldığı zaman, Hz. Adem

Ya Rabbi! Kâfi dedi

Bunun üzerine orada vaazı dinleyen insanlar, heyecana gelerek— Ya Ebâ İshak! O nasıldır? bize anlat dediler.

Kâbın anlatmak istememesi üzerine çok İsrar ettiler, bunun üzerine dedi ki

Allahü Teâlâ, birinci sûrun ufürülmesi akabinde Azraile diyecek ki
Sana yedi Sema ve yedi Arz ahalisinin kuvvetini verdim ve bugün sana bütün gadap kisvelerini giydirdim. Şiddetli gadabımla in, o tard olunmuş İblise artık ölüm acısını tattır, sakaleynden evvel ve ahirlerin acılarını hep birden ihtiva etmek üzerine bütün illet ve hastalıkları yüklet. Beraberinde gayz ve gadapla dolu yetmiş bin zebani, her biriyle de Cehennem zincirlerinden zincirler, tomruklarından tomruklar bulunsun. Cehennem kancalarından yetmiş bin kanca ile o mel'unun kokmuş canını çıkarın. Maliki de çağırın Cehennem kapılarını açsın. Bunun üzerine Azrail öyle bir suret ile inecek ki ona Semâların ve Arzların ahalisi baksa korku ve dehşetlerinden derhal ölürlerdi, inecek, Iblise varıp dur, ya habis! Artık sana ölümü tattıracağım, çok ömür sürdün. Nice nesilleri azdırdın, yoldan çıkardın. Ancak işte malûm vakit geldi.diyecek. Melun Şeytan Doğuya kaçacak, bakacak Melekülmevt gözleri önünde, Batıya kaçacak bakacak yine gözlerinin önünde, denizlere dalacak denizler kabul etmeyecek, hâsılı yer yüzünün her tarafına kaçacak, sığınacak kurtulacak hiç bir yer bulamayacak, sonra Dünyanın ortasında, Hz. Ademin kabri yanında duracak veya Doğudan Batıya Batıdan Doğuya topraklarda sürünecek, nihayet Adem aleyhisselam'ın yer yüzüne indiği mevzîye varınca Arz, bir kor gibi olacak Zebaniler kancaları takıp didikleyecekler de didikleyecekler. Allahü Teâlâ'nın dilediği zamana kadar can çekişip azap içinde kalacak. O böyle can çekişirken Hz. Adem ve Havvayada

Kalkınız düşmanınız ölümü nasıl tadıyor, bakınız» denecek. Kalkacaklar, onun çektiği azabın şiddetine bakacaklar da

Ya Rab, bize nimetini tamamladın» diyecekler.
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

Ebu Hanifenin meclisine gelen biri şöyle bir suâl sordu
Hamile bir kadın doğum sırasında vefat etti. Onu yıkamak üzere tahtanın üzerine koyduklarında karnındaki çocuğun yaşadığı anlaşıldı. Bu kadın böylece defnedilecek mi, yoksa bekletilecek mi? Kadın şu anda yıkama tahtası üzerinde beklemektedir. Mecliste hazır bulunanlar birbirlerine bakıştılar. Bazıları

Bu kadın defnedilemez. Ancak bekletilir. Ola ki bekleme sırasında çocuk dünyaya gele, dediler.

Bazıları da

Cenaze bekletilmez. Efendimizin hadisi vardır, cenazenizi bir an önce toprağa verin, buyurdu, dediler. Böyle söylenmesine rağmen yine de gözler Ebu Hanife Hazretlerindeydi. O, söylenenleri dikkatle dinledikten sonra fikrini açıkladı


Bu cenaze, ne defnedilir, ne de çocuğun doğması için bekletilir?

Dinleyenler şaşırdılar.

Ne yapılır öyleyse? Geride başka ihtimal mi var sanki?

Evet, Hazreti İmama göre asıl ihtimal geridedir ve olması gerekeni şöyle dile getirmiştir

Bu hamile kadının karnı ameliyatla açılır, çocuğu alınır, sonra defnedilir!

Dinleyenler hep birden bu görüşe iştirak ettiler. Doktor geldi. Hamile kadının karnı yarılıp çocuk sağ olarak çıkarıldı. Sonra defnedildi, çocuk bakıma alındı.

Daha sonra ne oldu biliyor musunuz? Bu çocuk büyüdü, sıhhatli ve akıllı bir çocuk olup, Ebu Hanife’nin ilminden, irşadından istifade etti. Ebu Hanifenin gösterdiği fıkhî çare ile hayata gelişinden dolayı halk ona Ebu Hanifenin oğlu adını takmıştı
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

Bir gün Nemrut, İbrahim aleyhisselamı ateşe atmaya karar verir. O kadar büyük bir ateş yakar ki bu sefer kendisi ateşe yaklaşamaz. Bir mübarek zat, bakmış bir karınca ağzına su alıyor, uzaktan getiriyor ateşi söndürmek için. Fakat yaklaşamıyor, yakın bir yere bırakıyor. Evliya zat sormuş
Ne yapıyorsun sen?
Karınca, demiş ki
Sorma, Allah'ın Peygamberini yakacaklar. Ateşi söndürmeye çalışıyorum.
O zat sormuş
Senin bu küçük cüssenle taşıdığın bir damla su ile bu koca ateş söner mi?
Vallahi Cenabı Allah herkese gücüne göre hesap sorar. Benim gücüm bu kadar.


Öbür taraftan bir yılan da devamlı ateşi körüklüyor. Demiş ki
Böyle ne yapıyorsun?
Yılan demiş ki
Bugün bayram! Bir Peygamber yanacak.
Bu da gücü nispetinde elinden gelen kötülüğü yapmaya çalışıyor.

Demek ki yüce Allah hayvanları nasıl iki grupta yaratmışsa, insanları da iki grupta yaratmış
Birisi ateşi körükleyenler, diğeri ateşi söndürenler.
Cenabı Hak bizi ateşi söndürenlerden eylesin!
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

Yemenin büyük islam alimlerinden Abdürrezzak efendi, camide ders veriyordu. O muhitin güzide alimlerinden olan Abdürrazzak efendiyi dinlemeye, onun ilminden istifade etmeye etraftan birçok alim de gelmiş, şevkle ders dinliyorlardı. Aynı mecliste Hızır aleyhisselam da bulunmakta idi. Fakat bu feyizli ders esnasında adamın biri dersi dinlemediği gibi uyukluyordu.

Hızır aleyhisselam, bu zata yaklaşarak dürttü ve

Ne uyukluyorsun? Bu fırsatı değerlendirsene ! , dedi. Adam başını şöyle bir kaldırdı ve hiçbir şey söylemeden yine başını eğdi. Hızır Aleyhisselam yine dürterek



Uyuma arkadaş! Bu fırsat her zaman ele geçmez, diye ikaz etti. Fakat adam yine başını kaldırıp baktıktan sonra aynı hale devam etti. Üçüncü defa Hızır Aleyhisseıam adamı rahatsız edince, adam artık konuşmaya başladı

Siz ilmi Abdürrazzak Efendiden alıyorsunuz, biz ise Razzak'tan alıyoruz. Hem sen beni pek rahatsız edip durma. Senin Hızır olduğunu şu cemaata bir ilan edersem, yakanı bunların elinden biraz zor kurtarırsın, dedi ve başını eğip gözlerini tekrar yumdu.

Hızır Aleyhisselam, bu duruma hayret etmişti

Ya Rabbi! Bana verdiğin listede bu şahsın ismi yok. Bu nasıl iştir? diye münacaatta bulunduğunda, Allahü Teala Hazrerleri kendisine şöyle ilhamda bulundu

Ya Hızır!. Sana verdiğin liste arasında beni sevenlerin ismi var. O ise benim sevdiğim bir kimsedir ki, onun ismi benim indimde mahfuzdur
 

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: İZ BIRAKANLAR

HAZRETI ÖMERIN MÜSLÜMAN OLUSU

Kureys Müsrikleri Habes ülkesine hicret eden müslümanlari, kendilerine teslim etmemesi üzerine iskencelerini artirmaya basladilar.Kureys Müsriklerinin azillilarindan Ebu Cehil, kureyslilere teklif götürerek Peygamberi öldürülmesini teklif etti,ve bunu yapabilen her kim olursa büyük ödülün verilecegini ilan etti.Hz.Ömer ben buna talibim'' dedi.Ona Ey Ömer!Sen,buna elverislisin! dediler.Hz.Ömer,vereceginiz mallar hakkinda Saglam Kefalet var mi? Diye sordu.Ebu Cehil 'Evet var! Dedi.Hz.Ömer bu hususta onlarla bir anlasma yapti. Hazreti Ömerin kiz kardesi Fatima binti Hattab, Said b. Zeyd, b, Amr,b. Nufeyl ile evli olup Fatima hatun da, Said b. Zeyd de, Müslüman olmuslardi.Fakat, Müslümanliklarini, Hz. Ömer,den, gizli tutuyorlardi.Yine, Hz. Ömerin mensup bulundu§u Adiy b. Kab ogullarindan Nuaym b. Abdullah Nahham da, Müslüman olmustu.Kavmindan korktugu için, o da, Müslümanligini, gizli tutuyordu.Habbab, b. Erett, Fatima hatuna gelip gidip Kuran, okur ve okuturdu,

Bir gün, Hz, Ömer; Peygamberimizle Eshabindan bir cemaata saldirmak üzre, kilicini, kusanmis olarak, evinden çikmisti ki Peygamberimiz ve Eshabinin, Safa tepeciginin yanindaki bir evde toplandiklari ve kadinli,erkekli kirk

kisiye yakin olduklari, kendisine haber verilmisti. Dari Erkamda Peygamberimiz Aleyhisselam ile Amucasi Hz. Hamza,Eshabi Kiramdan Hz. Ebu Bekr, Hz. Ali ve Habes ülkesine hicret etmeyip Peygamberimizle birlikte Mekkede oturan Müslümanlardan bazilari da, bulunuyordu.Nuaym b. Abdullah, Hz, Ömere rast geldi. Ona Ey Ömer! Nereye gitmek istiyorsun? diye sordu.Hz, Ömer Kureysilerin islerini, darmadagan eden,Akillarini, akilsizlik sayan, Dinlerini, ayiplayan, Ilahlarina, dil uzatan , Su Ata dinini, birakip yeni din tutan Muhammede gitmek istiyorum! Öldürecegim onu!" dedi.Nuaym b. Abdullah "Vallahi, ey Ömer! Seni, nefsin aldatmistir nefsin! Sen, Muhammedi, Öldürünce, Abd. Menaf ogullarinin, seni, yeryüzün gezer birakacagini mi saniyorsun.Sen, kendi ev halkina, dönsen de, onlarin isi üzerinde dursan olmaz mi dedi.Hz. Ömer , Sen, benim Ev halkimdan, hangisini kasdediyorsun? diye

sordu, Nuaym b. Abdullah Enisten ve Amucanin oglu olan Said b, Zeyd, b,Amri ve kiz kardesin Fatima binti Hattabi, kasd ediyorum! Vallahi, ikisi de, Müslüman oldular, Muhammede, uydular ve Onun,dinine girdiler!

Sana, önce, onlarla ilgilenmek düser! dedi. Hz. Ömer, hemen, geri dönüp kiz kardesi ile Enistesinin evine kadar gitti.O sirada, onlarin yaninda Habbab b. Erett ve onun yaninda da, içinde Taha suresi yazili bir Sahife, bulunuyor, onu, onlara okuyordu: Hz. Ömerin tikirtisini, isittikleri zaman, Habbab, evin bir kösesinde gizlendi.Fatima, hatun Sahifeyi alip uylugunun altina sakladi. Hz. Ömer, evin yanina geldigi zaman, Habbab'n, Fatima hatunla Said

b.Zeyd'e, Kuran okudugunu, isitmisti.Eve, girince Isitmis oldugum o sey, ne idi? diye sordu.Kiz kardesi ile Esnistesi Sen, bir sey isitmedin ! dediler.Hz. Ömer Evet! Vallahi, ikinizin de, Muhammede uydugunuzu ve Onun dinine girdiginizi, haber aldim!? dedi ve hemen Enistesi Said b. Zeyd'in üzerine çullandi.Fatima hatun kalkip onu, kocasinin üzerinden ayirmak, uzaklastirmak isteyince, Hz. Ömer, vurup Fatima hatunun basini yardi!

Hz. Ömer, bunu, yapinca, kiz kardesi de, Enistesi de Evet! Biz, Müslüman olduk, Allaha ve Resulüne iman ettik!

Sen, istedigini yap! dediler. Hz. Ömer, kiz kardesinin basini, yarip kanattigini, görünce, yaptigina pisman oldu. Yapmak istedigi seylerden vaz geçti. Kiz kardesine Demin okudugunuzu sizden dinledigim seylerin yazili bu

lundugu su Sahifeyi, bana, ver de, Muhammedin getirdigi seyin ne olduguna bir bakayim? dedi.Kiz kardesi Biz, senin Sahife'ye, bir sey yapmandan,korkariz! dedi.Hz.Ömer Korkma! dedi ve onu, okuduktan sonra, geri verecegine, ilahlari üzerine yemin etti.Bunun üzerine, Fatima hatun, Onun Müslüman olacagini umarak Ey

Kardesim! Sen, puta taptigin müddetce, pissin (temiz degilsin!) Halbuki, Ona (Kur'ani Kerim, yazili Sahife'ye) pak olandan baskasi, dokunamaz! dedi.Hz. Ömer, kalkip yikaninca Fatima Hatun, ona, Sahifeyi, verdi.Sahifede, Taha suresi yazili idi.Hz. Ömer, sureyi bas tarafindan okumaga basladi.Hz. Ömer: "Bu sözler, ne kadar güzel, ne kadar degerli! demekten, kendini, alamadi. Habbab, bunu, isitince, saklandigi yerden çikip Hz. Ömerin yanina geldi.

Ey Ömer! Vallahi, Allahin, Peygamberinin duasini, sana nasib edecegini, umuyorum:Ben, dün, Peygamber Aleyhisselam'dan isittim ki O; (E y Allahim! Islam'i,Ebulhakem b.Hi sam veya Ömer b. Hattab ile güçlendir!) diyerek dua etmisti. Ey Ömer! Artik, Allahdan, kork! Allahdan! dedi.Hz.Ömer, Habbaba Ey Habbab! Sen, bana, Muhammed'in bulundugu yeri, göster de, yanina varip Müslüman olayim? dedi.Habbab O, Safa tepesinin yanindaki bir Ev'in içindedir.Yaninda da, Eshabindan bazilari, bulunuyordur." dedi.Hz. Ömer, hemen kalkip kilicini, kusandi. Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam ile Eshabinin bulundugu yere kadar varip kapilarin, çaldi.Hz. Ömerin sesini, isitince, Peygamberimizin Eshabindan bir Zat kalkip kapinin gediginden disari bakti.Hazreti Ömeri, kilicini, kusanmis olarak, görünce, korktu. Peygamberimizin yanina döndü Ya Resulallah! Bu, Ömer b. Hattabdir. Kilicini kusanmis bir haldedir! dedi.Hz.Hamza Ona, izin ver! Eger, o, iyilik için geldi ise, kendisine bol bol iyilik ederiz.

Eger, kötülük için geldi ise, onu, kendi kiliciyla öldürürüz!dedi.Peygamberimiz Ona, izin veriniz! buyurdu.

Kapidaki zat, ona, izin verdi.Peygamberimiz, kalkip ona, dogru vardi ve kendisi ile avluda karsilasti.Kusagindan veya ridasinin toplandigi yerden tutup kendine dogru hizlica çekti. ve ' Ey Ibn. Hattab Ne getirdin Vallahi, Allahin, sana, bir musibet indirmesine kadar duracagini, sanmiyorum!" buyurdu. Hazret-i Ömer Ey Allah in Resulu! Ben, Allaha, Allahin Resulüne ve Ona, Allahdan gelen seylere iman edeyim diye Senin yanina geldim! dedi.

Bunun üzerine, Peygamberimiz Allahu Ekber! diyerek Tekbir getirdi.Peygamberimizin Eshabindan olan ve evde bulunan halk, hz. Ömerin Müslüman oldugunu, anladilar.Onlar da, Tekbir getirdiler.Tekbir sesleri, Mekke yollarinda duyuldu.Hz. Ömer, der ki Müslüman olup ta, dövülmeyen, dövmeyen bir kimse görmedim.Ancak, bundan, benim payima, hiç bir seyin düsmedigini gördüm.Kendi kendime (Müslümanlar, musibetlere ugrarlarken, ben, musibete

ugramamak istemem !) dedim. Müslüman oldugum gece, kendi kendime düsündüm. (Mekke halkindan,Resulullah Aleyhisselam'a, düsmanlikta en azilisi kim ise, gidip Müslüman oldugumu, ona, haber vereyim! Tamam! Ebu Cehle, haber vereyim. dedim.Sabaha çiktigim zaman, Ebu Cehlin kapisini, çaldim. Ebu Cehl, yanima çikip (Hos geldin kiz kardesimin oglu! Ne haber getirdin?) dedi.(Allaha ve Onun Resulü olan Muhammede iman ve Kendisinin getirip

bildirdigi seyleri tasdik ettigimi, sana, haber vereyim diye geldim!? deyince, kapiyi, yüzüme çarparcasina kapayip (Allah, Seni de, Senin getirdigin haberi de, çirkin ve iyilikten uzak etsin!) (Allah, senin de, belani versin, senin getirdigin haberin de,belasini versin!) dedi. Ve Hz. Ömer Müslüman olduktan sonra Müslümanlar açiktan ,Kabede ,toplu, cemeat halinde namaz kilmaya basladilar.Ve Hz.Ömer Müslümanligi seçtikten sonra , islamiyete meyili olan bir cok Kureysli islamiyeti seçmeye basladilar.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt