İslam ölçüsüne göre Ehl–i Kitap’ın Müslüman olabilmesi hangi şartlara bağlıdır.
Hanefi Mezhebi’nin İmam Azam’dan sonra gelen ikinci imamı ve aynı zamanda İmam Şafii hazretlerinin de hocası İmam Muhammed b. Hasan’ın bu konudaki görüşlerine bir bakalım;
Ehl–i Kitab’ın İslam Olabilmesi Hangi Şartlarda Mümkündür.
Büyük İslam alimi İmam Muhammed’in “Siyer–i Kebir” isimli eserindeki ifadelere geçmeden kendisini biraz tanıyalım.
İmam Muhammed b. Hasan, mezhep imamımız İmam–ı Azam’ın İmameyn/iki imam diye anılan iki büyük öğrencisinden biridir. Diğeri ise İmam Ebu Yusuf’tur.
İmameynin görüşleri bir konuda ittifak ederse fetva bu görüşe göre verilir ve buna “ve bihî yüfta/yani fetva bu görüşe göredir” şeklinde ifade edilir. İmam Muhammed b. Hasan, büyük mezhep imamı İmam Şafii’nin hocasıdır. İmam Azam’ın en etkili talebesi olan İmam–ı Muhammed b. Hasan Hanefî Mezhebi’nin dünya üzerinde yayılmasında en fazla etkisi olan zattır. İmam Muhammed’e ait olan Siyer–i Kebir’in İslam başlıklı bölümünde Ehl–i Kitab’ın Müslüman olabilmesi için bakın hangi şartlar var.
Yahudilerle Hıristiyanların durumu böyledir. Onların “lâ ilahe illallah” demeleri, İslâm’a girmiş olmalarına delil sayılamaz. Rasulullah’ın peygamberliğine inanmıyorlardı. Onun için İslam’a girmiş olmaları için “Muhammed’ür–Rasûlullah” demeleri de gerekiyor.
Nitekim, rivayete göre, Rasulullah, hasta olan Yahudi komşusunu ziyarete gitti ve o Yahudi’ye telkin sadedinde:
“Şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ve ben Allah’ın rasûlüyüm” buyurdu.
Hasta Yahudi, babasına baktı (Şahadeti getirmek için müsaade istiyordu). Babası da ona: “Ebü’l Kasım’a cevap ver” dedi. Hasta, şahadeti getirdi ve sonra da ruhunu teslim etti. Bunun üzerine Rasulullah(sav) şöyle buyurdu:
“Sayemde bir kişiyi cehennem ateşinden kurtaran Allah’a şükürler olsun.” Daha sonra ashabına da dönerek: “Din kardeşinizin cenaze işlemlerini” yapın diye emretti.
İmam Muhammed dedi ki: Bugün ise Irak topraklarında yaşayan Ehl–i Kitab’dan bazıları var ki, “lâ ilahe illallah ve enne Muhammeden rasûlullah” derler, ama onun, Arapların peygamberi olduğunu, İsrailoğullarına gönderilmediğini ileri sürerler. Onlardan her kim, bu inançla Muhammed’in peygamberliğini kabul ederse yine İslâm’ı kabul etmemiş sayılır. İslâm’a girebilmesi için kendi dininden tamamen uzaklaşması gerekiyor. Hatta Yahudi yahut Hıristiyan olan bir kimse: “Ben Müslüman’ım yahut Müslüman oldum” derse yine İslâm’ı kabul ettiğine hükmolunmaz. Çünkü batıl dinlerine İslâm ismini verip; “Müslüman, Hakk’a teslim olan kimsedir, biz de Hakk’a teslim olmuş kimseleriz” derler. Onun için sadece bu sözü söylemeleri, onları Müslüman kabul etmemizi gerektirmez. Mutlaka, tâbi oldukları dini de terketmeleri gerekiyor.
Yine onlardan biri: “Ben Yahudilikten beriyim” der, ama bununla birlikte “İslâm’a girdim” demezse, İslâm’ına hükmolunmaz. Olabilir ki, Yahudilikten çıkıp Hıristiyanlığa girmiştir. Ama “Yahudilikten çıktım” dedikten sonra “İslâm’a girdim” derse, o zaman Hıristiyanlığa girmiş olması ihtimali ortadan kalkar.
Şayet Mecûsi “Müslüman oldum, yahut ben Müslüman’ım” dese, onun İslâm’ına hükmolunur.
Rivayet olundu ki, biri, Abdullah İbni Abbas’a gelerek: “Annem öldü. Ancak Hıristiyan idi. Şimdi cenazesinin peşinden gideyim mi?” diye sordu. İbn–u Abbas ona şu karşılığı verdi: “Cenazesini takip et. O’nu göm. Sadece üzerine namaz kılma.”
Biz de aynı kanaatteyiz. Şayet cenazesinin defni ile ilgilenecek kâfir bir oğlu yoksa, Müslüman oğlunun bu görevi yerine getirmesi ve onu yırtıcı hayvanlara terk etmemesi gerekir.
Ama bu görevi yerine getirecek müşrik akrabaları varsa, evlâ olan Müslüman’ın bu işi onlara bırakmasıdır. Lâkin dilerse, cenazesinin peşinden gidebilir.
Rivayete göre, el–Haris b.Ebî Rabia’nın Hıristiyan olan annesi öldüğünde sahabeden birkaç kişiyle cenazesinin peşinden gitmiştir. Ancak cenazeyle birlikte, cenazenin dinine mensup olanlar da bulunuyorsa, Müslüman’ın onlarla karışarak değil, ayrı bir şekilde yürümesi yahut cenazenin önünde gitmesi gerekir ki, müşriklerin topluluğunu çoğaltmamış olsun”
(İmam Muhammed b. Hasan, Siyer–i Kebîr, EVS yay. İst. 1980. c.1, s.163–165).
Büyük İslam alimi İmam–ı Muhammed’in bugüne ışık tutan, müminlerin gönlünü rahatlatan açıklamaları özetle böyle.
Yoksa ‘Dünya Barışı’na karşı olduğu için mi bu hükümleri verdi İmam?
Yoksa Kur’an’daki Ehl–i Kitap ile ilgili ayetler İmam Muhammed’den sonra yürürlükten mi kaldırıldı?
Ben, hiçbir ilave yapmadan büyük imamın, ayet ve hadisten istimbat ederek verdiği hükümleri buraya aldım.
Son bir soru daha.
Hz. Peygamber (as), gerek İslam’a davet mektuplarında, gerekse de dini ve beşeri münasebetlerinde ehl–i kitaba böylesi bir beyanda bulunmuş mudur?
Böyle bir “suhulet” ve “ünsiyette” bulunmuş mudur?
Hayır ve asla.
Öyle yapmış olsaydı gönderiliş gayesinin dışına çıkmış olurdu.
Çünkü İslam, muharref Hıristiyanlığın savunduğu yanlış ve batıl inanışı değiştirmek, daha açık ifadeyle yeryüzünde yayılan şirki kaldırıp yerine tevhidi yerleştirmek için gelmiştir ve beşer olarak da Hz. Muhammed (as) bununla görevlendirilmişti.
Bu konuda en çarpıcı misal, Hz. Peygamber’in Ehl–i kitap olan Yemen halkına İslam’ı tebliğ için gönderdiği Muaz b. Cebel’e (ra) emir ve tavsiyeleridir.
Allah şahit, hak ve hakikat dışında, zerre nispetinde bir hesabım yoktur.
Yalnız şunu çok iyi bilmemiz gerekir ki, olayları ve gelişmeleri bir bütünlük içinde değerlendirirsek ancak sağlıklı sonuca varırız.
Olanları parça parça ele alınca işler parçalı bulutlu oluyor.
04-05/03/2006 Yeni Mesaj
MÜSLİM KARABACAK