Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İçinden geçeni paylaş... (7 Kullanıcı)

_ZÜMRA_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Eki 2007
Mesajlar
9,962
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
46
Beş yıl önceydi. Eşiyle gördüğü rüya ve emir telâkki ettiği bir tavsiye üzerinde istişare etmişler ve kararlarını vermişlerdi: Göç edeceklerdi. Nihat Bey, mühendis olarak çalıştığı bilgisayar firmasından ayrılmış; mimar olan eşi de elindeki projeleri tamamlayıp, iş hayatından elini-eteğini çekmişti. Mobilya ve beyaz eşyalarını, borçlarını henüz ödedikleri evlerini ucuz-pahalı demeden satmışlar; geride kalan diğer eşyaları da, muhitlerindeki fakirlere vermişlerdi.

Eş-dost, hısım-akraba kim varsa, onları kararlarından vazgeçirmeye çalışmıştı: “deli misiniz? Buradaki iş-güç, ev-bark bırakılıp yaban ellere gidilir mi? Nasıl yaşayacaksınız orada? Çocuklarınızı hangi okullarda okutacaksınız? Hem çocuk bekliyorsunuz…’’ Ama onlar, Mecnûn, Leylâ’yı bulmaya; Ferhat, dağı delmeye ne kadar kararlıysa, o kadar kararlıydılar. Evet, belki burada rahatları bozulacak, huzurları kaçacaktı; ama olsundu. Yumuşak döşeklerde, mükellef sofralarda da rıza aranmazdı ya.



Kendilerini uğurlamaya gelenler arasında kimler yoktu ki? Aileleri, iş arkadaşları, gönül dostları, komşuları... Gelebilecek herkes Yeşilköy Hava Alanı’ndaydı o gün. Cenazeleri olsa, ancak o kadar insan toplanırdı.

Nermin Hanım’ın babasıyla vedalaşması, orada bulunanları hüzünlendirmişti. Babası, Nermin’in iki elinden tutmuş ve gözlerinin içine baka baka şöyle demişti: “Kızım, gidip de dönmemek, dönüp de görmemek var. Şöyle doyasıya bakalım birbirimize...’’ Ama tamamlayamamıştı yaşlı adam sözlerini. O hiç sarsılmaz, ağlamaz sanılan adam ağlıyordu işte.

Gittikleri diyarda onları karşılayacak kimseleri bulunmuyordu. Ne bir tanıdık, ne bir referans… Yanlarında bir buçuk can, iki valiz kitap, birkaç valiz eşya ve birkaç ay yetecek para…

Önce uygun bir ev bulup yerleşmişler sonra da iş aramaya başlamışlardı. Aradan günler, haftalar hattâ aylar geçmiş; ama ne Nihat, ne eşi iş bulabilmişti. Kapısını çalıp borç isteyecek kimseden de mahrumdular.

Bu çaresizlik içindeyken, Nermin’e, az buçuk tanışıp selâmlaştıkları komşusu, çocuğuna bakıcılık yapmasını teklif etmiş ve o da bunu kabul etmişti. Kendi bebeği Nisa henüz kundaktaydı; onunla birlikte başka bir bebeğe de bakacaktı.

Bu hâdiseden birkaç hafta sonra Nihat da iş bulmuştu: Benzin istasyonunda pompacılık yapacaktı. Böylece aylar, aylara eklenmeye başlamıştı.

Vatan hasreti, aile özlemi içten içe yakmaya, kavurmaya başlamıştı onları. Ara sıra ümitleri sönüyordu. Ama uzun ömürlü olmuyordu böyle anlar. Böyle zamanlarda gözlerinin önünde, ‘ağlayan bir adam’ silueti beliriyor ve: “Onlar benim imanımı artırıyorlar.’’ diyordu. Hâl böyleyken geri dönmek olur muydu?

Vize alırken yaptıkları sözleşme gereği, beş sene boyunca bulundukları ülkeden ayrılamayacaklardı. Hasretlerini yüreklerine gömmüş, ‘sabır!’ demişlerdi.

Geçen zaman içinde Nermin birkaç çocuğun daha bakıcılığını üstlenmişti. Aileler ona güveniyorlardı. Hattâ bazen çocuklarını almaya gelen ebeveynleri eve davet ediyor; hazırladığı börekleri, çörekleri, pasta ve tatlıları onlara ikram ediyordu. Nermin’in yemekleri çok beğeniliyordu, hattâ bazıları ondan yemek yapmayı öğreniyordu. Yeme, içme faslında yapılan sohbetlerle diyaloglar ilerliyordu.

Nermin izzet-ikram işini gün geçtikçe ilerletmişti. Bakıcılığını üstlendiği çocukları ve ailelerini özel günlerinde (doğum günü, evlilik yıl dönümü) evine yemeğe davet ediyordu. Ramazan ayındaysa tanıdıklarını iftara çağırıyordu. Hâliyle iftar sofralarının konusu oruç oluyordu. İnsanlar, bir şey yiyip içmeden, akşama kadar durabilmeyi, hem de bunu otuz gün sürdürebilmeyi anlamakta zorlanıyorlardı. Ama bu insanlar zamanla buna alışmışlardı. Çoğu iftara geleceği gün -Müslüman olmamasına rağmen- oruç tutmaya, orucun kazandırdıklarını tecrübe etmeye başlamıştı. Sonraki yıllarda iş tersine dönmüş ve Ramazan ayını dört gözle bekleyen bu insanlar, onları iftara çağırır olmuşlardı.

Bir gün Nermin Hanım’la Nihat Bey’in aklına yemek kursu açma fikri geldi.

Bunu fiiliyata geçirmek zor olmamıştı. Zaten mutfakları bu iş için kullanılıyordu. Geriye sadece adını ‘kurs’ koymak kalmıştı: ‘Türk Yemekleri Kursu.’ Nermin Hanım aşçıbaşı, Nihat Bey yamaktı. Sekizine giren Tarık’ın elinden de artık bazı işler geliyordu.

Kurs çeşitli hayırlara vesile olmuştu. Bu sayede onlarca insanla tanışmış, kendilerini tanıtma imkânı bulmuşlardı. Aralarındaki sevgi-saygı, çocuklarına gösterdikleri itina ve dinî vecibeleri yerine getirmedeki hassasiyetleri kursiyerlerin dikkatini çekmişti. Kursiyerler, İslâmiyet’le ilgili soru soruyor, cevapları da saygıyla dinliyorlardı.

Sohbetin yönü bazen Anadolu’ya kayıyordu. Evin muhtelif yerlerine çerçeveletilip asılan Türkiye’nin çeşitli güzel yerlerinin fotoğraf ve kartpostallarını gören kursiyerler, bu güzel yerleri yakından görmeyi çok arzuluyordu. Bu mülâhazalarla Türkiye’ye ziyaret organize edildi.



Uçağa bineli altı saat olmasına rağmen, zihninde uçuşan bir sürü düşünce sebebiyle Nihat bir türlü uyuyamamıştı. Gurbeti vatan belleyen çocukları, rüya ülkesini gezinmeye çoktan başlamışlardı.

Kocasının sol tarafında oturan Nermin enginlere dalmıştı, istikbâle uzattığı merdivene tırmanmaya çalışıyordu. Hava alanında kendilerini bekleyen manzaralarla süslüydü basamaklar.

Annesi onları nasıl karşılayacaktı? Çocuklarını tanıyabilecek miydi? Nisa gurbette doğduğundan, annesi onu hiç görmemişti. Beş yıl aradan sonra ne hissedecekti? Ya kendisi? Ne diyecekti annesine? Nasıl teselli edecekti onu? Gözünde o sahne canlandıkça ayakları geri gidiyordu; ama yüzleşecekti mecburen. Gittiklerinden bir sene sonra almışlardı babasının vefat haberini. Bağrına taş basmıştı. Şimdi gitmeli ve babasının kabrinin başına dikmeliydi o taşı.

İki sene evvel ağabeyi kalb ameliyatı olmuştu. Hep iyiyim diyordu telefonda. Ama sesi pek inandırıcı gelmiyordu. Kız kardeşi geçen yıl evlenmiş ve bir çocuğu olmuştu. Adını Nermin koymuşlardı. Her dakika ailelerine bir adım daha yaklaşıyorlardı. Birkaç saat sonra ülkelerinde olacaklardı. Vuslat yaklaştıkça Nermin Hanım’ın içinde tarifi imkânsız duygular dönüp duruyordu.

Nermin düşüncelerinden ön sıralardaki bir bayanın, yanına gelmesiyle sıyrılabildi. Gözlerindeki nemliliği fark eden bayan onu yalnız bırakmak için geri dönüyordu ki, Nermin elinden tuttu. Elinin tersiyle gözlerini silerken, kadına: “Beş yıldır ilk defa ailemi göreceğim de… Beni nelerin beklediğinden emin değilim.’’ diyebildi.

Yanına gelen bayan elindeki katalogu göstererek: “Buraya da gidecek miyiz?’’ dedi. Gösterdiği Mevlâna türbesiydi. “Evet” dedi Nermin. “Yeterince vaktimiz olacak. On beş gün boyunca adım adım gezeceğiz Anadolu’yu.’’

Yemek kursuna katılanlardan on altı kişi onlarla Anadolu’nun camilerini, güzelim insanlarını, tabiî güzelliklerini görmeye geliyorlardı. On beş günlük tatillerinin tamamında misafirleriyle beraber olacak, vakitlerini onları gezdirerek geçireceklerdi.

Hava alanına onları karşılamaya kalabalık bir grup gelmişti. “Yavrum!’’ diyerek kendisine ulaşmaya çalışan yaşlı annesini görünce Nermin’in dizlerinin bağı çözüldü. Annesinin yanı başındaki ağabeyi sıhhatli görünüyordu. Kerime, kızını gösteriyordu ablasına…

Bir düğünlerinde olmuştu böyle konvoy, bir de şimdi... Yabancı misafirler böyle bir ilgi beklemedikleri için şaşkındılar. Konvoy, İstanbul’un caddelerinden hızla akarak evlerine ulaştırdı onları.



On beş gün göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti. Beş sene öncesi gibi dönüyorlardı yine. Bu sefer onları uğurlamaya daha kalabalık bir grup gelmişti. Ama engellemek isteyen yoktu.

Nihat Bey’le Nermin Hanım’da pişmanlıktan eser yoktu. Vakıa, gözleri yaşlıydı. Bakışları hüzünlüydü. Fakat başka bir şeydi bu… Bilerek, isteyerek, şevkle koşuyorlardı vazifelerinin başına.

Onları hicret mahallerine yeniden götürecek olan uçak gürültüyle havalandı. Nihat, kendisine bakan eşine: “değdi mi Hanım?’’ dedi. Her şeyi terk edip sıfırdan başlamaya değdi mi? Çektiğimiz bunca sıkıntıya değdi mi?

Nermin, yan koltukta oturan misafir çifti işaret etti: “değmez mi hiç? Görmüyor musun Anna’yla eşini? Bak, merakla Yusuf Aleyhisselâm’ın kıssasını okuyorlar.”

Biraz sonra Anna’nın eşi Tomy heyecanla Nihat’in yanına gelip, “Buldum! Buldum Nihat Bey!” diye seslendi. “Adımı buldum. ‘Yusuf’ olsun benim adım da…’’

Nihat hıçkırıklarına hâkim olamıyordu. Vatandan ayrılışa değil, hicretin meyvesine ağlıyordu.
 

leyla-1

Altın Üye
Ayın En İyi Üyesi
Katılım
4 May 2007
Mesajlar
40,073
Tepki puanı
6,059
Puanları
163
Yaş
51
ALLAHım!
Bizi ALLAH’la aldatanlardan etme!
ALLAH’la aldatanlara aldananlardan etme!
Şeytanın eylemlerimizi süslemesine izin verme!
Şeytanın süslediği emellerimize izin verme!
Bize Hz Adem’in tevbesini Hz Nuh’un direncini ver.
Hz İbrahim’in imanını Hz İsmail’in teslimiyetini ver.
Hz Yusuf’un iffetini ver
Hz Harun’un sadakatini ver.
Hz Süleyman’ın gayretini ver.
Hz Eyyub’un sabrını Hz Lokman’ın hikmetini ver.
Hz Zekeriya’nın hizmetini
Ve Hz MUHAMMED’in muhabbetini ver Ya Rab!
 

Aşk-ı Hicab

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Şub 2009
Mesajlar
12,148
Tepki puanı
25
Puanları
38
Yaş
40



oruc.jpg


Tut beni ey oruç...
Tut sözünü; sus. Mühürle dudağımı, sesimi tut, lâl eyle çığlıklarımı..

 
Y

YAGMURBEY

Kıssadan Hisse

Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister.

O zamanlar dergâhlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı Bektaşi Veli'ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.

Mevlana şöyle der:

- Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz.

O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergâhı’na gider ve Hacı Bektaşi Veli'ye, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli'ye sorar.

Hacı Bektaş da şöyle der:

- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir.

Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez.

Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.


ALLAH a emanet kalın
 
Y

YAGMURBEY




Ne insanlar var ki; sözünü süsleyip püsleyip "ALLAH!" derken bile, gözünü reklamdan ayırmaz!
 
Y

YAGMURBEY





Baykuşların güneşi tarif ettiği bir yerde, sinelerdeki kışlar bitmez!
 

leyla-1

Altın Üye
Ayın En İyi Üyesi
Katılım
4 May 2007
Mesajlar
40,073
Tepki puanı
6,059
Puanları
163
Yaş
51
BÜYÜK HÜNER

İnsanları sevmek kolay değil,
bir hürriyet bu
çetindir memleketimde.

Ben ille varım dersen
bir gün pusuya düşersen,
insanları sevmek
büyük hüner.

Bu dünyada yaşadığın şu kadar yıl,
gerçekten, güzellikten, yiğitlikten
payına düşeni alabilmişsen,
vermişsen payına düşeni
gerçek için, güzellik için,
korkusuz direnirsin.

Bilirsin,
bir kere korku düşerse adamın içine,
bir kere koparsa sevdiklerinden,
mümkünü yok
gitti gider.
Söner gözlerinde güzelim ışık
kararır, çirkinleşir yüzü
önceleri utanır belki
sonra vızgelir
umurumda olmaz dünya.

İnsanları sevmek büyük hüner
insanlarla beraber.




ALINTI
 

leyla-1

Altın Üye
Ayın En İyi Üyesi
Katılım
4 May 2007
Mesajlar
40,073
Tepki puanı
6,059
Puanları
163
Yaş
51
Kuran'da Bağışlayıcı ve Hoşgörülü Olmak

İnsan imtihan gereği zayıf yaratılmıştır. Bu nedenle hata yapabilir ya da yanılabilir. Ancak Kuran ahlakından uzak yaşayan, insanın aciz olduğunu ve hata yapabileceğini unutan bazı insanlar, herhangi bir kusur, hata veya kayıp karşısında öfkeye kapılıp, tahammülsüz davranışlar gösterebilirler. Oysa aynı insanlar bir hata yaptıklarında etraflarındaki insanların bu hatalarını affetmesini ve hoşgörmesini isterler. Bağışlama-şefkat ve hoşgörü Kuran’da bildirilen güzel ahlak özelliklerindendir. Tüm insanların bu ahlakı yaşar hale gelmeleri yeryüzünde barış, huzur ve refahın tesis edilmesinde çok büyük önem taşımaktadır.

İnsan gaflet sonucu unutarak ya da yanılarak hata yapmaya yatkın bir varlıktır. Nitekim Allah, insanın bu zayıflığını “Allah, sizi bir za'ftan yarattı...” (Rum Suresi, 54) ayetiyle haber verir. Ancak Kuran’da bildirilen ahlakı göz ardı eden, bu zaaflarının farkında olmayıp büyüklük taslayan insanlar, yapılan hatalar karşısında yanlış bir tutum sergilerler. Bu insanlar kendileri bir hata yaptıklarında bunu kabul etmek istemezler. Hatanın sorumluluğunu başka kimselere ya da olaylara yüklemeye çalışırlar. Eğer hatalarını kabul etmek zorunda kalırlarsa, bu kez uzun süre kendi kendilerini affedemez, sıkıntılı bir ruh haline bürünürler. Hatayı yapan başka biri olduğunda ise, affedici olmak Kuran ahlakına sahip olmayan bu kişilerin nefsine ağır gelir. Özellikle kendi menfaatlerine dokunan bir hata karşısında hemen öfkelenebilirler.

Oysa Kuran ahlakını yaşayan müminler bir hata yaptıklarında bunu sahiplenmez, hatayı yaptıranın da Allah olduğunu ve bunda mutlaka öğrenmeleri gereken bir ders olduğunu bilirler. Kendi kendilerine zulmetmezler. Karşılarındaki kişi bir hata yaptığında ise affedici, merhametli ve hoşgörülü davranırlar.

Kuran Ahlakında Bağışlamanın Önemi

Kuran'da "Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir." (Şura Suresi, 43) ayetiyle affetmenin üstün bir ahlak özelliği olduğu haber verilmektedir. Böyle bir durumda müminler, karşılarındakine öfkelenmek yerine, "Sen öğüt verip-hatırlat; çünkü gerçekten öğütle-hatırlatma, müminlere yarar sağlar." (Zariyat Suresi, 55) ayetinin hükmü gereği, hatayı yapana güzel ve nezaketli bir şekilde uyarıda bulunurlar.

Bir başka ayette de Allah, "... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nur Suresi, 22) buyurmaktadır. Mümin bir hata yaptığı ve bundan samimi olarak vazgeçtiği zaman Allah'ın kendisini bağışlamasını, esirgemesini ve rahmet etmesini umut eder. Çevresindeki insanların da kendisini mazur görmesini ve affetmesini diler. İşte Allah Kuran’da bu durumu hatırlatarak insanlara, kendilerine yapılmasından hoşlandıkları tavrı, başkalarına da göstermeleri gerektiğini bildirmiştir. Müminler kendileri için talep ettikleri bu bağışlanmayı karşılarındaki kimselere de gösterirler. Kuran'da, bağışlamanın önemi şöyle bildirilmiştir:

“... Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Teğabün Suresi, 14)

Müminlerin Affediciliği


Müminlerin affedicilik anlayışları, Kuran ahlakından uzak yaşayan kimselerinkinden çok farklıdır. Bu kimselere özgü ‘Bir kereye mahsus affetme’ mantığı müminlerin asla benimsemeyecekleri bir davranış biçimidir. Herhangi bir hata, kayıp veya kusurun değil bir defa defalarca devam etmesi durumunda dahi iman sahibi kişilerin tavrında bir değişiklik olmaz. Her defasında affedici ve hoşgörülü bir tutum sergilerler. Oysa ki Kuran ahlakından uzak yaşayan bir kimsenin hoşgörüsünün ve affediciliğinin kişiye göre değişebilen bir tahammül sınırı vardır. Toplum arasında ‘bardağı taşıran son damla’ olarak da bilinen bu anlayışa göre üstüste gelen farklı hatalar veya tekrarlayan yanlışlar sonrasında ortaya çıkan durumun artık affedilemez hale geldiği sonucuna varılır. Bu çarpık affetme anlayışının bir diğer örneği de ‘hataların hata sahibinin yüzüne vurulması’dır. Buna göre, üzerinden zaman geçmiş hatalı bir davranış, yeri geldiğinde sahibine imayla veya doğrudan hatırlatılarak karşı tarafa rahatsızlık verilir. Bu kişiler, karşılarındaki kişiyi bağışladıklarını söyleseler bile, kalplerinde bulunan öfkeden ve kişisel kızgınlıklarından kurtulmaları uzun sürer. Tavırları genellikle bu kızgınlığı yansıtacak şekildedir.

Müminlerin affediciliği ise samimi ve süreklidir. Onlar yalnızca sözleriyle değil kalpleriyle de affederler. Gerçek affetme makamının Rahman ve Rahim olan Yüce Allah olduğunu bilirler. Geçmiş hatalardan tekrar tekrar bahsetmezler. İnsanların kusurlu yönlerini araştırıp yüzlerine vurmak yerine, güzel özelliklerini ön plana çıkarır, bunlardan bahsederler. Allah’ın emri olduğunu bildikleri ve insanın dünyada imtihan olan, hata yaparak öğrenen bir varlık olduğundan haberdar oldukları için hoşgörülü ve şefkatlidirler. Allah müminlerin bu özelliğini bir ayette şöyle bildirir:

“(Bunlar,) Büyük günahlardan ve çirkin -utanmazlıklardan kaçınanlar ve gazablandıkları zaman bağışlayanlar(dır.)” (Şura Suresi, 37)

Ayrıca müminler, kendilerinin tamamen haklı oldukları ve karşı tarafın tümüyle haksız olduğu bir durumda bile hiç tereddütsüz affedebilirler. Affetme konusunda, hataları, büyük ya da küçük olarak ayırmazlar. Bir kimse yaptığı bir hata sonucu büyük bir kayba sebep olabilir. Ancak meydana gelen her olayın Allah'ın kontrolünde ve bir kader dahilinde geliştiğini bilen müminler, bu durumda da tevekküllü davranır ve kişisel bir kızgınlık içerisine girmezler. Allah müminlerin bu üstün ahlakını bir ayette şöyle bildirmiştir:

“…öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran Suresi, 134)

Hz. Muhammed (sav)’in Hoşgörülü ve Bağışlayıcı Ahlakı

Peygamberimiz (sav)’in affedici, adil, hoşgörülü, merhametli ve şefkatli tavrı her dönemde kendisini izleyen Müslümanlar için çok güzel bir örnektir. Onun bu tavrı, birçok insanın kalbinin İslam ahlakına ısınmasına ve Peygamberimiz (sav)'e büyük bir içtenlik ve sevgi ile bağlanmalarına vesile olmuştur.

Peygamber Efendimiz (sav)’in güzel ahlakı tavsiye ettiği hadis-i şeriflerinden biri şöyledir:

"Rabbim bana dokuz şey emretti: Gizli halde de aleni halde de Allah'tan korkmamı, öfke ve rıza halinde de adaletli söz söylememi, fakirlikte de zenginlikte de iktisat yapmamı, benden kopana da sıla-ı rahim (dostluk) yapmamı, beni mahrum edene de vermemi, bana zulmedeni affetmemi, susma halimin tefekkür olmasını, konuşma halimin zikir olmasını, bakışımın ibret olmasını, marufu (doğru ve güzel olanı) emretmemi."( Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 317)

Peygamberimiz (sav)'in de "İmanın kemali, güzel ahlakladır" (G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 2. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 344/4) sözleriyle belirttiği gibi, imanın en önemli alametlerinden biri güzel ahlaktır. Bu nedenle Peygamberimiz (sav)’in sergilediği bu güzel ahlakın en güzel örneklerini öğrenmek ve uygulamak önemli bir ibadettir.

Affetmek Kalbe İyi Geliyor


Son yıllarda, insanların yaşamlarını daha uzun ve sağlıklı bir biçimde sürdürebilmelerine vesile olabilecek faktörlerin arandığı pek çok araştırma yapılmaktadır. Yazılı ve görsel basında da sık sık yer alan bu araştırmaların sonuçlarına baktığımızda, uzmanların genel olarak görüş birliği içerisinde oldukları konulardan biri, insan psikolojisinin yaşam süresini ve kalitesini önemli bir biçimde etkilediğidir. Düzenli doktor kontrolleri, beslenme ve egzersiz önerileri, ilaç ve vitamin destekleri gibi diğer önemli faktörlerin yanı sıra doktorların ısrarla tavsiye ettikleri bir husus da stres ve öfkeden uzak, neşeli ve huzurlu bir hayat sürmektir. Bu amaçla doktorların bazı önerileri ise şunlardır:

•Sabretmek •Affetmek •Öfkeden, hiddetten, kızgınlık ve küskünlükten kaçınmak •Endişe ve stresten uzak durmak •Olumlu ve hoşgörülü biri olmak

Ayrıca uzmanlar düşmanlık ve öfkenin kalbe zarar verdiğine, endişe duygusunun kalbi içten içe etkilediğine, stresin kalp krizleri için ciddi bir tehdit oluşturduğuna dikkat çekmektedirler. Hoşgörülü, sabırlı ve bağışlayıcı olmanın ise kalp sağlığını olumlu yönde etkileyebileceğini önemle belirtmektedirler. Dikkat edilecek olursa uzmanların önerileri, Kuran ahlakını yaşayan müminlerin Yüce Allah’ın Kuran’daki emir ve tavsiyelerine uymaları neticesinde kazanmış oldukları özelliklerdir. İman edenler dünyadaki süresi belirli yaşamları boyunca Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanmayı amaç edinmiş olmalarından dolayı Kuran’da bildirilen tüm güzel ahlak özelliklerine uygun biçimde davranmaya titizlik gösterirler. Sabırlı, tevekküllü, şefkatli, bağışlayıcı ve hoşgörülü olmak bu özelliklerden yalnızca bir kısmıdır.

Unutulmaması gereken ise tüm diğer teknik önlemler gibi insan psikolojisiyle ilgili faktörlerin de yalnızca daha uzun ve sağlıklı bir biçimde yaşayarak daha çok Allah’ın rızasına uygun işler yapabilmek için birer dua mahiyetinde olduğudur. Elbette ki her insanın ne kadar süre yaşayacağını ve ne zaman öleceğini Yüce Allah takdir eder.

Allah Bağışlayan ve Esirgeyendir


Allah'ın Kuran'da en çok tekrarlanan sıfatlarından ikisi, "Rahman" ve "Rahim", yani "esirgeyen" ve "bağışlayan" sıfatlarıdır. Kullarına olan bu rahmetinden dolayıdır ki, Allah, insanları işledikleri günahlar yüzünden hemen cezalandırmaz. Bu gerçek bir ayette şöyle bildirilir:

“Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.” (Nahl Suresi, 61)

Allah, insanların işlediği suçların cezasını ertelemekle, onlara bağışlanma dilemek ve tevbe etmek için süre vermektedir. İnsan, nasıl bir günah işlemiş olursa olsun, bundan dolayı Allah'tan bağışlanma dileyebilir ve tevbe edebilir. Allah, Kuran'da kullarını günahları için bağışlanma dileyip tevbe etmeye şöyle çağırmaktadır:

“Bizim ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: "Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Enam Suresi, 54)

Ayette de bildirildiği üzere Allah’ın bağışlamasına muhtaç olan, O’nun hoşnutluğunu arayan ve kendi acizliklerini bilen müminlerin başkalarını bağışlamamaları gibi bir durum elbette söz konusu değildir. Kuran’ı ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetlerini kendileri için rehber edinen müminler, Allah’ın sonsuz rahmetine ve cennetine kavuşabilmek için bağışlayıcı olmak da dahil Kuran'ın tüm hükümlerini titizlikle yerine getirmeye çabalarlar. Yeryüzünde barışın, huzurun ve refahın kaynağı olan bağışlayıcılık, merhamet ve hoşgörü müminlerin ahlakının en önemli parçalarından biridir.

İlmi Araştırma Dergisi ALINTI



 
Y

YAGMURBEY

İnsan her şeyi Allah'tan bilmeli ki, bir şükür fabrikası gibi hep şükran üretsin. Her şeyi Allah'tan bilen insanın kalbi sürekli şükür mülâhazasıyla atar ve hep tevhid soluklar. Aksine o, bazı şeyleri kendinden bilirse, o kalbin by-pass'a ihtiyacı var demektir.

Fethullah Gülen
 
Y

YAGMURBEY

Yalnızca bakma, gör

Yalnızca duyma,
dinle

Yalnızca konuşma,
iletişim kur

Yalnızca yaşama,
hisset

Ki; bir kuştan ya da bir deliden
farkın olsun!
 

leyla-1

Altın Üye
Ayın En İyi Üyesi
Katılım
4 May 2007
Mesajlar
40,073
Tepki puanı
6,059
Puanları
163
Yaş
51
HAYATA HEP GÜZEL BAKMAK


Hastanenin bir koğuşunda üç kötürüm bulunuyordu.Bunlardan koğuşa ilk gelen pencerenin önüne,ikincisi ortaya,üçüncüsü ise kapı kenarına yatırılmıştı.Ortadaki hasta iyimser bir adam olduğu için,neşeli konuşmaları ile ötekileride eğlendiriyor ve kederlerini azaltmaya çalışıyordu.Soğuk bir kış gecesi,pencerenin yanındaki hasta öldü.Onu kaldırdıktan sonra,ortadaki hastayı pencerenin önüne,,kapının yanındakini de ortaya yatırarak,boşalan yere yeni bir hasta getirdiler.Pencere önüne alınan iyimser adam,dışarda gördüklerini arkadaşlarına anlatmaya başladı.

Yol kenarındaki parkı,dev çınar ağaçlarını,cıvıldaşan kuşları,işlerine koşan insanları,neşeli çocukları ve karşı dağlardaki çiçek dolu tarlaları uzun uzun anlatarak ,çaresiz durumdaki arkadaşlarını rahatlatıyordu.Adam kısa bir süre sonra,gelip geçenlere isimler takmaya başladı.Öteki hastalar ,artık sabah işe gidenlerin,seyyar satıcıların ve akşam vakti yorgun argın eve dönenlerin öykülerini dinleye dinleye ,onları gözleri önünde canlandırabiliyorlardı.

Kısa bir süre sonra hastanenin ruha ağırlık veren havası dağılmış ve bir türlü geçmek bilmeyen can sıkıntısı saatleri tatlı öyküler doldurmuştu.Birgün ortada yatan hastanın aklına bir fikir geldi.Eğer pencerenin önündeki hastaya birşey olursa oraya kendisi geçecek ve onun öykülerini dinlemektense ,dışardaki renkli ve canlı yaşamı kendi gözleriyle görecekti.Yattığı yerden hep bunu düşünüyor ve çareler araştırıyordu.Sonunda onu da buldu.pencerenin önündeki hastaya bazen kalp krizleri geliyordu.Adam bu durumda komodinin üzerindeki ilacına güçlükle uzanıyor ve odada hastabakıcı olmadığından ilacı kendisi alıyordu.

Bir gece ,pencere önündeki hastaya yine bir kriz geldiğinde ortada yatan hasta büyük bir gayretle doğrularak,onun ilacını deviriverdi.Şişe yere düşmüş ve paramparça olmuştu.Ertesi sabah,pencerenin önündeki hastayı ölü buldular.Ve onu kaldırdıktan sonra ortada yatan hastayı ,cam kenarına geçirdiler.Adam göreceği manzaranın heycanıyla dışarıya baktığında ,beyninden vurulmuşa döndü ,Pencerenin birkaç metre ötesinde ,simsiyah bir duvardan başka hiçbirşey yoktu.



Ne diyorsunuz?Bence etrafımızda bukadar güzel ışık saçan insanlarımızın ışıklarını söndürmeyelim ,söndürmeyelimki bizde karanlıkta kalmayalım.
 
Y

YAGMURBEY



Bilir misin bizde dostluk nedir? Nefesin kesilirse al bu can senindir, yolun sonu uçurumsa dostum geri dön ilk adım benimdir..."
 
Y

YAGMURBEY

içimizdeki boşluk, şükürsüzlükten olmasın??



Şükür....
Ne zaman kaybettik seni biz?..Ve ne zaman bu kadar sitemkar, bu kadar hoşnutsuz olduk..

Yediğimizin içtiğimizin, gördüğümüzün, gezdiğimizin, işittiğimizin, hissettiğimizin, tattığımızın, tuttuğumuzun,
en mühimi,
aklımızın
ve sağlığımızın,
şükrünü ne zaman kaybettik biz?..

Biz şükrü kaybettik, stresle sardık bedenimizi..
Sinir sistemine yüklendik farkında olmadan..
ve ince ince ağlarla tüm vücudu kaplayan sinirler, organları ve hatta zihinleri hasta etti, geri dönüşümsüz hasarlar verdi..

Cilt ile sinir sistemi aynı kökenden yaratılmıştı, ciltten çıktı hastalıkların kimileri..
Evet, sinirdi, stresti, mutsuzluktu, hoşnutsuzluktu, karamsarlıktı, tatminsizlikti
ve şükürsüzlüktü hep şikayetlerimiz..
Dilimizden eksik etmediğimiz..
Ne ki, şikayetin ucu nereye gidiyordu, bilmediğimiz..

Şükrü bulsak yeniden, gelir mi mutluluğumuz, huzurumuz, kanaatkarlığımız, ruh ve beden sağlığımız??..

Neydi isteyip de alamadıklarımız??

Daha iyi bir ev mi, araba mı, giysiler mi, yiyecekler mi, turlar geziler mi?..

Başarı mı, övgü mü, itibar mı, kibir mi?..

Uğruna mesailerimizi, emeklerimizi, zihnimizi harcadıklarımız?..

Neydi sahi
"aradığımız"..
Aradığımız, aslında kaybettiğimiz "şükrümüz"dü..

Başka hiçbir şeyle dolmazdı içimizdeki boşluk ve hoşnutsuzluk..
Ama şükür yoktu ortalıkta,
ve içlerimiz
bomboştu..

Hayatlarımız, bir ucundan delinmiş çuvaldaki tanelerin boşalması gibi boşalıyordu..Boş bir çuvala dönüyordu..
Püff dese rüzgar; düşecek, yıkılacak bir çuval..
İman zedeleniyordu, hayat boşa sarf olunuyordu..
Her yerde bir kayıp esintisi, esip duruyordu...

Ama yaşlı bir teyze buldu şükürü...
Ekmek bulamadığı günlerde, onunla doydu..
Ölmekten değil, ölmemekten korktu..
Açlığa ve hastalığa sabretti..
İşte, tüm mesailerini dünyalık emeller, hırs ve ihtiyaçlar için sarf etmemişti,
çuvalında bir tanecik buğday yoktu belki..
Ama hepimizden büyük bir serveti vardı..
Şükür..

O şükür dedikçe ışıldadı gözleri...
O şükür dedikçe utandım gözlerimden..
Şükür.. dedim..
Neredeydi?..
 
Y

YAGMURBEY

bereketli ve huzurlu bol dualı birgün olması umuduyla


ALLAH a emanet kalın..
 
Y

YAGMURBEY

Affetmek, o kişiyi sevmek değil.
Affetmek, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil.
Affetmek, o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil.
Affetmek, o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil.
Affetmek, o kişiyi kucaklamak değil.
Affetmek, o kişiyi suçsuz bulmak değil.
Affetmek, o kişiyi hakli bulmak değil.
Affetmek, o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek değil.


Affetmek kırgınlığın, kızgınlığın, nefretin hapishanesinden özgürlüğe çıkmaktır.



Affetmek artık acıyı hissetmemektir.Yapılanları zihinsel olarak unutmak zaten mümkün değildir.



"Duygusal unutma" affetmenin diğer adıdır.




İşte Bu yüzden AFFEDİN....
 
Y

YAGMURBEY

Bir oto yolda aracınızla seyrediyorsunuz, yolda ufak adımlarla hedefine yürüyen, kan ter içinde birini görüyorsunuz. Gideceği yere varması zor ama bir kararı var ve uğraşıyor...

Biraz ileride de yol kenarına çadırını kurmuş, çayını yapmış, yemeğini hazırlamış, çadırın içinde keyf yapan biri var. Hiçbirşey umrunda degil. Tek derdi ortamın ve zamanın keyfini çıkarmak..

Şimdi size desek ki bunlardan hangisini arabanıza alırsınız.?

Kime el uzatır.? kime yardım edersiniz.? hangisinin hareketi yola koyulmak, hangisinin hareketi yolda kalmak.?

Tabi ki siz yolda ağırda olsa adım atanı, zor da olsa çabalayanı alırsınız arabanıza...

Çadırda yatana gel seni alayım demek ne kadar abes olur değil mi.?

İşte değerli müslümanlar...

RABB'imizde bize bakıyor... Kimi bu dünyaya postu sermiş, keyfini çıkarmaya ugraşıyor..

Kimi ahiret telaşına düşmüş elinden geleni yapıyor...

Anladınız değil mi.? RABB'imiz kimin elinden tutacak...

Hadi bi gayret göreyim sizi, yola çıkalım biraz terleyelim..

Mahmud Efendi
 
Y

YAGMURBEY

İtibar insanların mezar taşına kazıdıklarıdır;
karakter meleklerin Allah'ın huzurunda senin için söyledikleri...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt