Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

"...Heva..." !! (2 Kullanıcı)

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
Heva


‘Heva’, sözcük olarak: şahinin inişi gibi hızla süzülüp inmek, düşmek, yukarı fırlamak, yıldızların doğuşu ve batışı, mahvolmak, rüzgarın esmesi, kabın boş olması; boş, hava dolu, sonuçsuz, değersiz gibi anlamlara gelmektedir.





Kavram olarak: benliğin vahye tabi olmayı reddederek, kendi arzusuna tabi olmayı tercih etmesi; nefsin, vahiy tarafından yasaklanan kötü arzulara karşı olan eğilimi veya doğruluk, hak ve faziletten saparak haz ve menfaatlere yönelmesi manasında kullanılmaktadır.






Cahiliye döneminde genellikle nefsin tutkusu, özel olarak aşk anlamında kullanılan heva; iyi veya kötü her türlü istek ve arzuyu da ifade ediyordu. Kur’an bu sözcüğü tek anlamlı olarak; nefsin vahyin istekleri yerine kendi isteklerine tabi olması anlamında kullanmaktadır.



Kur’an, hevayı, tekil ve çoğul anlamıyla onlarca ayette vahyin karşıtı anlamında kullanmıştır. Cahiliye döneminde olumlu anlamda da kullanılan heva ve onun çoğulu olan ‘ehva’ sözcüğü, Kur’an’da yalnızca olumsuz anlamda yer almaktadır.






Kur’an, vahyi ölçü almayan, ona uymayı kabullenmeyen, Allah’ı razı etmeyi amaç edinmeyen her türlü tutum ve davranışı; arzu ve isteği heva olarak tanımlamaktadır.



Kur’an, bu tanım doğrultusunda insanları tercihlerine göre iki ana guruba ayırtmaktadır: vahye tabi olanlar ve vahye tabi olmayı reddederek hevalarına tabi olanlar.




Bu kavramsal tanıma göre, insanın her türlü arzu ve isteğini vahye uygunluğu esas alarak karşılaması, diğer bir deyimle meşru yoldan karşılaması onun mü’min olması; kendi istek ve arzusuna göre karşılaması, yani gayri meşru yoldan karşılaması ise onun müşrik/kafir olması anlamına gelmektedir.





Aklımızı devre dışı bırakmakla, yanlış kullanmak arasında bir fark yoktur. Her iki durumda aklın var olmasındaki anlam, anlamını yitirmiş olur.




İnsan aklı ile hareket etmesi gereken bir varlık olup, aklın doğruyu bulabilmesi diğer bir deyimle ‘varoluş anlamına’ uygunluğu için vahye tabi olması zorunludur. Vahye tabi olmayan aklın geriye tabi olacağı tek şey kalmaktadır, o da hevadır. ‘Aklı kullanmakla’, akla tabi olmayı birbirinden ayırmak gerekmektedir.







Aklın önemi yadsınamaz. Öyle ki vahye göre aklı olmayanın sorumluluğu da yoktur. Ancak aklın kullanılması ile ona tabi olunması aynı şey değildir. Akıl yalnızca bir araçtır. Onun doğru ve yararlı kullanılması için vahye tabi olması gerekmektedir.





Aklın bizzat kendisine uyulması onun amacı dışında kullanılması olur. Kur’an’a göre, vahyi ölçü almadan yapılan her şey heva kapsamına girmektedir.




Bu bağlamda başta rasyonalizm olmak üzere her türlü beşeri anlayış ve düşüncenin ana kaynağı insanın hevasıdır. Bu gerçekliğe göre insanın düşüncesini ve inancını oluşturan kaynakları vahiy ve heva şeklinde ikiye ayırabiliriz.






Tasavvuf, aynı zamanda tasavvufun temel argümanlarından olan hevaya karşı insanı korumaya(!) büyük önem vermektedir.




Nefsi her türlü dünyevi ve bedeni tutkulardan arındırmak isteyen tasavvuf, bunu gerçekleştirme sürecinde vahyin ölçülerinden saptığı için, hevayı yok etme adına aslında dolaylı olarak insanı hevanın hakimiyetine sokmaktadır. Vahye tabi olma adına hevaya tabi olunmaktadır.






Çünkü bir şeyin heva olmamasının şartı vahye uygunluktur. Vahyin çizdiği sınırların dışında kalan her şey hevanın kapsamına girmektedir. Dinde aşırılık da, dini yanlış uygulamak da dinin dışına çıkmaktır.



Ve din dışına çıkış da hevaya girmek demektir. Tasavvufun, doğrudan hevasına tabi olanlardan farkı, onun hevaya din adı altında tabi olmasıdır.




Nefsin arınmasını, insanın dünyadan uzaklaşmasına bağlamanın insanı tamamen dünyaya bağlayan anlayıştan temelde bir farkı yoktur. Kur’an’a göre ikisi de sapkınlıktır. Ve her sapkınlık aslında hevaya uymaktır.




Kur’an’ın istediği şey, nefsin köpek yerine konması ve her türlü dünyevi ve bedeni isteklerden yoksun bırakılması değil, nefsin en üstün varlık olması ve her türlü dünyevi ve bedeni isteklerinin meşru şekilde karşılanmasıdır. Nefsin fıtrata uygun istek ve arzularını yok etmeye çalışmak, insanın fıtratını yani sünnetullahın gereği olan yapıyı bozmak demektir.





Nefsin doğal istek ve arzularını meşru olan yoldan karşılamak, vahye tabi olmanın gereğidir. Nefsi yok etmeye çalışmak da, hiçbir ayırım yapmadan onun her isteğini yerine getirmek de ne adına yapılırsa yapılsın onu ‘ifsad’ etmektir. İster Allah adına olsun ister başka bir şey adına olsun vahyin gösterdiği yoldan sapılması hevaya uyulması demektir.







Kur’an’da insan anlamına gelen ve insanı tanımlamak anlamında kullanılan ‘nefs’ sözcüğü tasavvuf tarafından bu anlamından koparılarak sanki nefs insanın kendisinden farklı bir varlıkmış gibi ve insanın en büyük düşmanıymış gibi görülerek şeytan ilan edilerek lanetlenmektedir.




Böylece insan kendi kendine düşman ilan edilmektedir. Tasavvufta insanın, ‘insani isteklerinden’, yani kendi benliğinden uzaklaşması şart görülmekte ve bu takva olarak nitelendirilmektedir.
 

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
Hevanın ilah edinilmesi...!!



Kur’an’ın hevaya yüklediği anlam dikkate alındığında, günümüz dünyasında kendilerini Müslümanlıkla tavsif etmelerine rağmen, İslamı bir yaşam biçimi olarak benimsemeyenlerin, hevalarını ilah edinenlerden oldukları söylenebilir. Bir kimsenin, muvahid mi, yoksa hevasını ilah edinmişlerden mi olduğu; onun inancında ve yaşamında belirleyici olarak öngördüğü şeyin ne olduğuna göre belirlenir. Hayatında, düşünce ve görüşünde ölçü olarak vahyi almayan bir kimse, Kur’an tarafından ‘nefsini ilah edinmiş’ olarak tanımlanmaktadır. Temel referans kaynağı Kur’an olmayan, düşünce ve görüşünün merkezine vahyi koymayan, tercihlerde önceliği vahye vermeyen bir anlayışın mensubu, kendisini ne olarak tanımlarsa tanımlasın, ne olarak görürse görsün Kur’an onu hevasını ilah edinmiş olarak görmektedir.




"Hevasını ilah edineni gördün mü! Ona sen mi vekil olacaksın!"(Furkan 43) Hevasını ilah edinmiş olanın Allah’a inanması Kur’an’a göre hiçbir değer ifade etmez. Kur’an Allah’la birlikte başka ilah/ilahlar edinmeyi şirk olarak nitelendirmektedir. Hevasını ilah edinmiş olan kimse ise arzu ve tutkularının kulu olmuş olur. Bu kimseler Allah’a ibadet eder gibi tutkularına ibadet etmiş sayılacağından şirk suçu işlemektedirler. "Kendi arzu ve özlemlerini tanrı edinen (bunun üzerine) Allah’ın, (zihninin hidayete kapalı olduğunu) bilerek saptırdığı, kulaklarını ve kalbini mühürlediği ve gözlerinin üzerine bir perde çektiği (insan)ı, hiç düşündün mü? Allah(ın onu terk etmesin)den sonra kim ona doğru yolu gösterebilir? O halde hiç düşünüp ders çıkarmaz mısınız? (Casiye 23)




Hevaya uymanın sonucu olarak fesadın, fitnenin, haksızlığın ve zulmün yeryüzüne egemen olması kaçınılmazdır. Hevasına uymakla delalete düşmüş bir toplumun, hangi güç ve zenginliğe sahip olursa olsun huzuru bulması ve mutlu olması mümkün değildir. Çünkü hevanın isteklerini yerine getirmede belirleyici olan şey çıkarcılıktır. Önemli olan nefsani her türlü arzunun tatmin edilmesidir. Bundan dolayı da insanların yaşamak zorunda bırakıldıkları hayat, çıkar çatışmalarına göre şekillenir.




Çıkarların elde edilmesinde her şey meşru sayıldığından, güçlünün zayıfı ezmesi, zulmün adaletin yerini alması, güçsüze yaşama hakkı tanınmaması, servetin belli bir kesimin elinde devlet olması ve her türlü ahlaksızlığın ahlak haline gelerek kabul görmesi kaçınılmaz olur. Hevasına tabi olmuş nefs ölçülü olmaktan, adil paylaşımdan, hakkı ve adaleti gözetmekten hoşlanmaz. Onun için çıkar her şeyin üstündedir. Bir şey çıkarına uygunsa, onu elde etmek için hiçbir hak ve kural tanımaz. (Nisa 135)




Yeryüzündeki bütün günahların, şirklerin, zulümlerin ve azgınlıkların gerçek sebebi, insanın Allah’tan gelen ilme tabi olmak yerine kendi aklını, görüş ve düşüncesini esas alması demek olan hevasına tabi olmasıdır. Gerçek bir bilgiye dayanmadan, diğer bir anlatımla zanna göre hareket eden nefs(insan), gerçeklerden uzaklaşarak delalete düşmektedir. Delalete götürmesi açısından zannın heva ile yakın bir ilgisi vardır. Bu bağlamda zanna uymakla hevaya uymak eşdeğer olarak görülebilir. Çünkü ikisi de insanın davranış ve tercihleri üzerinde aynı sonucu doğurmaktadır.




İnsanın hevasına uyması, haktan yüz çevirmesi anlamına gelmektedir. Kendileri doğru yoldan sapmış olacakları gibi kendilerine uyanları da saptırırlar. Hevasına tabi olana tabi olmakla, hevaya tabi olmak aynı şeydir. Bu bakımdan Kur’an hevalarına uyanlara tabi olunmaması hususunda insanı uyarmaktadır. (Sad 26; Maide 77) Böyle yapanlar zalim olurlar. Zalimler haktan yüz çevirler. (Bakara 145) Haktan yüz çevrilince de her şey fesada uğrar. (Mü’minun 71) Hevalarına uyanlar keyiflerince yaşamayı bir hak olarak görürler. Ve hayatı keyiflerine göre şekillendirmede gerekli olan güce ve imkana sahip olmak için kendilerince konmuş olan kural ve yasalar da dahil hiçbir kural ve yasa tanımazlar.




Doğru ve geçerli olan tek şey, hangi şekilde olursa olsun arzularını gerçekleştirecek gücün ve imkanın elde edilmesidir. Hevanın dayandığı temel ilke olan bu anlayış/zihniyet, insanı yeryüzünün en acımasız ve azgın yaratığı haline getirmektedir. Bu canavarlığın sonucunda yalnızca insanlık alemi değil bütün bir doğa ve canlılar alemi de bozulup yok olmaktadır. Fesadın ve zulmün bütün bir yeryüzünü kuşatması; hevalarına göre yaşamak isteyenlerin, bu isteklerini gerçekleştirme arzularının sonucudur. Hevaya tabi olunmaktan vazgeçilip Hakka/Vahye dönülmedikçe, fesadın ve zulmün hakimiyetine son verilmesi asla mümkün olamaz.





Yeryüzünün ve bütün bir dünyanın tağutların egemenliğinde olması; insanın tamamen zararlı bir varlık haline dönüşmesi, hayatın gücün kontrolüne girmesi, zulmün yerleri ve gökleri kaplaması, zalimden adalet beklenmesi, insanın hevasına tabi olmasının kaçınılmaz sonucudur.
İnsan iyiyi ve kötüyü bünyesinde barındıran bir varlık olarak yaratılmıştır. Nefsini hevasına tabi kılarsa kötü yönü; nefsini vahye tabi kılarsa iyi yönü harekete geçer. Bu kaçınılmaz olarak bir sebep sonuç ilişkisidir. Nefs hevaya tabi olursa sahibini hayvanların seviyesinden daha aşağı seviyeye düşürür; vahye tabi olursa yaratılmışların en şereflisi ve en üstünü seviyesine çıkarır.






İnsan açısından değerlendirildiğinde heva sapmanın(delaletin) en önemli nedenidir. İnsan, zenginlik, makam, şöhret, başarı, bilgi kısacası sahip olduğu ne varsa her şeyin gerçek sahibinin Allah olduğunu ve kendisine Allah tarafından imtihan edilmek üzere verildiğini unutursa; sahip olduğu şeyler onu Allah’tan ve haktan uzaklaştırarak delalete düşürür. Zira hevaya uymanın sonucu kesinlikle delalettir. (En’am 56; Kasas 50) İnsanın bir yaratıcı tarafından yaratıldığını ve muhtaç bir varlık olduğunu unutup, kendini müstağni(kendi kendine yeterli) bir varlık olarak görmesiyle onun nankör ve azgın olması kaçınılmaz olur. Onun varlığı başkalarının yokluğuna bağlı hale gelir.





Kur’an bütünüyle hevaya tabi olmayı, hevayı ilah edinmek olarak değerlendirmektedir. (Furkan 43) Vahyi dışlayarak aklı tek başına belirleyici konuma çıkarmak, her şeyin çözümünü akılda görmek, aklı tek yol gösterici yapmaya çalışmak, sonuçta insanı hevasının kölesi(kulu) yapar. Günümüzde vahye inandıklarını ve onun tamamını kabullendikleri söyledikleri halde yaşamlarını ona uydurmayı gerekli görmeyenler, aslında hevalarının kulu olmuşlardır.



Hevaları yaptıkları batıl şeyleri onlara hoş göstererek onların delalete düşmelerine neden olmuştur. Böylece onlar hevalarına uymanın sonucu olarak Allah’la birlikte başka ilahlar edinmiş olmaktadırlar.
Hayatı düzenlemede vahyin dışına çıkanlar, diğer bir anlatımla hayatı hevalarına göre düzenlemeye çalışanlar hevalarını din edinmiş olurlar.



Gerçek olan şudur ki: insan ya vahye tabidir ya da hevasına; üçüncü bir yol yoktur.
 

fidanras

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2008
Mesajlar
126
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46


Tasavvuf, aynı zamanda tasavvufun temel argümanlarından olan hevaya karşı insanı korumaya(!) büyük önem vermektedir.




Nefsi her türlü dünyevi ve bedeni tutkulardan arındırmak isteyen tasavvuf, bunu gerçekleştirme sürecinde vahyin ölçülerinden saptığı için, hevayı yok etme adına aslında dolaylı olarak insanı hevanın hakimiyetine sokmaktadır. Vahye tabi olma adına hevaya tabi olunmaktadır.






Çünkü bir şeyin heva olmamasının şartı vahye uygunluktur. Vahyin çizdiği sınırların dışında kalan her şey hevanın kapsamına girmektedir. Dinde aşırılık da, dini yanlış uygulamak da dinin dışına çıkmaktır.



Ve din dışına çıkış da hevaya girmek demektir. Tasavvufun, doğrudan hevasına tabi olanlardan farkı, onun hevaya din adı altında tabi olmasıdır.




Nefsin arınmasını, insanın dünyadan uzaklaşmasına bağlamanın insanı tamamen dünyaya bağlayan anlayıştan temelde bir farkı yoktur. Kur’an’a göre ikisi de sapkınlıktır. Ve her sapkınlık aslında hevaya uymaktır.




Kur’an’ın istediği şey, nefsin köpek yerine konması ve her türlü dünyevi ve bedeni isteklerden yoksun bırakılması değil, nefsin en üstün varlık olması ve her türlü dünyevi ve bedeni isteklerinin meşru şekilde karşılanmasıdır. Nefsin fıtrata uygun istek ve arzularını yok etmeye çalışmak, insanın fıtratını yani sünnetullahın gereği olan yapıyı bozmak demektir.





Nefsin doğal istek ve arzularını meşru olan yoldan karşılamak, vahye tabi olmanın gereğidir. Nefsi yok etmeye çalışmak da, hiçbir ayırım yapmadan onun her isteğini yerine getirmek de ne adına yapılırsa yapılsın onu ‘ifsad’ etmektir. İster Allah adına olsun ister başka bir şey adına olsun vahyin gösterdiği yoldan sapılması hevaya uyulması demektir.







Kur’an’da insan anlamına gelen ve insanı tanımlamak anlamında kullanılan ‘nefs’ sözcüğü tasavvuf tarafından bu anlamından koparılarak sanki nefs insanın kendisinden farklı bir varlıkmış gibi ve insanın en büyük düşmanıymış gibi görülerek şeytan ilan edilerek lanetlenmektedir.




Böylece insan kendi kendine düşman ilan edilmektedir. Tasavvufta insanın, ‘insani isteklerinden’, yani kendi benliğinden uzaklaşması şart görülmekte ve bu takva olarak nitelendirilmektedir.


Bir adam güneşi örtebilir, gözlerden gizleyebilir mi? Onun tazeliğini pörsütür onu soldurabilir mi? Yahut haddi sonu olmayan nurunu eksiltebilir mi? Yahut da onu mertebesinden indirebilir mi?

Ululara haset edene o haset ebedi bir ölümdür.


-Mevlana-
 

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
Bir adam güneşi örtebilir, gözlerden gizleyebilir mi? Onun tazeliğini pörsütür onu soldurabilir mi? Yahut haddi sonu olmayan nurunu eksiltebilir mi? Yahut da onu mertebesinden indirebilir mi?

Ululara haset edene o haset ebedi bir ölümdür.

-Mevlana-





B)..........B)B)..........B)
 

hafizkiz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Konum
manevi iklimden selamlar
esselamü aleyküm hevada bir anlamda nefistir
MEVLAM NEFSİNE TABİ OLAN KULLARINDAN OLMAKTAN MUHAFAZA ETSİN
eemeğine sağlık selam ve dua ile
 

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
"Balık karnında hesap kendimle alışveriş,
Gözümde aralanan o hayalin peçesi,
Suskunlukta kayboluş, eriyiş ve tükeniş,
Uçsuz bucaksız sayfa ruhumun dilekçesi!"
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt