Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Güzel Yazılar Paylaşım Mekanı (3 Kullanıcı)

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Ve yenilgileri
Başın dik ve gözlerin açık karşılamaya başlarsın
bir çocuğun üzüntüsüyle değil, bir yetişkinin
zerafeti ile,
ve herşeyi bugünü düşünerek yapmayı da öğrenirsin
çünkü yarın ile ilgili herşey belirsizdir.
Bir süre sonra güneş ışığının yakıcı olduğunu
Öğrenirsin
Eğer fazla maruz kalırsan
Bu yüzden,
Başka birisinin sana çiçek getirmesini beklemeden
Kendi bahçeni yarat
Ve kendi ruhunu kendin süsle.
Ve göreceksin ki dayanıklısın...
Ve kuvvetlisin,
Ve değerlisin.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Dilsiz değildir suskunluğum,
çok şey anlatır anlayana..
Kelimelerin anlatamadığını anlatır çoğu zaman..
Bir kaçış değildir suskunluk, bir bakıştan çok daha
fazlasıdır.
Sessiz çığlıkların bir adım ötesidir.
Hayata olan öfken, insanlara olan kırgınlığın ve daha nicesi saklıdır..
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’ı fethettiğinde, idareyi eline alıp kendi hakimiyetini yerleştirmek için bir süre orada kalmış. Bu sırada bir çadırda kalıyormuş. Çadırı süpürüp temizleyen, yemeği yapan Mısırlı bir cariye varmış ki, Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim Han çadırına dönüyormuş.

Cariye nasıl olduysa bir kaç defa Yavuz Sultan Selim Hanı görmüş ve Ona âşık olmuş. Ama ümitsiz bir aşk. Zira bir tarafta koskoca cihan padişahı Halife-i Rûy-i Zemîn, diğer tarafta basit bir cariye...
Fakat cariyenin aşkı dayanılmaz boyutlara ulaşıp da kalbine sığmaz hâle gelince, ne yapacağını bilmez hâlde Halife’ye açılmaya karar vermiş. Lâkin aradaki uçurum cariyeyi iyice çıkmaza sokuyor, kararsız hale getiriyormuş. Bir yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devasa farkın kendini engellemesi arasında bocalayan cariye, Halife’nin karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilanı aşk etmeye karar vermiş. Ve 3 kelimelik bir not yazarak Halife hazretlerinin yatağına bırakmış. Notta şöyle yazıyormuş:

DERDİ OLAN NEYLESİN

Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlamış. Ve kağıdın arkasına cevabını yazmış:

DERDİ NEYSE SÖYLESİN

Kağıdı, sabah aynı yere bırakmış ve çıkıp gitmiş. Bir müddet sonra Cariye, temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kağıdı aramış. Kağıt bıraktığı yerde duruyormuş. Kaparcasına kağıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artmış. Halife’nin cevabından cesaretlenen cariye, kağıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi eklemiş:

KORKUYORSA NEYLESİN

Akşam olmuş. Halife çadıra dönmüş. Kağıdı okumuş. Cevabı yazmış:

HİÇ KORKMASIN SÖYLESİN

Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiş: Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek. Ne olacaksa olsun artık. Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halife’yi beklemeye başlamış.

Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulmuş. Cariye, Halife’yi görünce hemen ayağa kalkıp temenna durmuş. Yavuz Selim Han "Buyurunuz, sizi dinliyorum" deyince, cariye bütün cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturmuş. Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuş. Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahçup bir sesle: "Efendim!” demiş. Cariyeniz... Size..." ve cümlesini tamamlayamadan yığılıp kalmış.

Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında koca halife etrafındakilere dönerek gözyaşları içinde şu irade-i kelamda bulunmuş: “Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o yolda ölür.”
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Bu mısralarda Yavuz Sultan Selim'den

Ben geda gurbet diyarında kalurdum yalunuz,
Mihnet ü derda bela olmasa yoladşım benim.
Selimi
Eğer eziyet dert ve bela ben dilenciye yoldaşlık etmeselerdi, gurbet ellerde yanlız başıma kalırdım..
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Gönül ne gezersin seyran yerinde
Alemde her şeyin var olmayınca
Olura olmaza dost deyip gezme
Bir ahdine bütün yar olmayınca

Şah Hıtayim eder bu sırrı beyan
Kamil midir cahil sözüne uyan
Bir baştan ağlamak ömredir ziyan
İki baştan seven yar olmayınca.

Hitayi
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Hıtayi işin düşer
Gelip gidişin düşer
Dişleme çiğ lokmayı
Yerine dişin düşer.
Hıtayi
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Gidersin ; yağmurlarda kırık kalır ızrabım..
Gidersin ; her şey gider..
Gidersin; yazdıkça silinen sözcükler gibidir hayat..

İster sustur İster durdur
İster ağlat İster güldür

Senle Başladı Bu Serüven Senle Bitecek Bir Gün ..

 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Her eylemin değişik değişik hedef noktaları var


Sana yanlış yapanları her daim onu sevginle sar Cahil cühelanın


fikirlerini güzel sözlerinle yar


İyi niyetin karşılığında birçok güzellikler var
 

Sedaa_*

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 May 2012
Mesajlar
2,150
Tepki puanı
6
Puanları
0
Yaş
24
Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: ''Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılır mı?'' Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan
okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.

Kendisi ise,nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne oluyorsa, hep... namaz son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, "Yine geciktirdim namazı." dedi kendi kendine.

Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi. "Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana." dedi. Çok seviyordu onu ...Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki... hicabından renkten renge girerdi.
O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde. Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. "Ne kadar da yorulmuşum." dedi. Daldı gitti öylece....

Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; Kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.

Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. "Benim ismimi mi okudunuz?" dedi dudakları titreyerek.....

Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden...." Şükürler olsun " dedi, kendi kendine ve devam etti; " Gözlerimi dünyaya açtım,Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını islam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah'ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. Haramlardan kaçındım. "Kirpiklerinden aşağı gözyaşları dökülürken, "Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum." Diyordu. Ama bir yandan da "O'nun için ne yapsam az, Cennet'i kazanmama yetmez." Diye düşünüyordu.Tek sığınağı Allah'ın rahmetiydi.

Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyordu. Sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi
bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kağıt, mahşer meydanında ki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti.

Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona kalmıştı." Olamaaaazzzz " diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. "Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep rabbimi anlattım." Diyordu.

Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak
alevleri göklere yükselen Cehennem'e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı?

Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü.."Hizmetlerim... Oruçlarım.... Okuduğum Kur'anlar......Namazım....Hiçbiri beni kurtarmayacak mı?" diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu hiç sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı.

Resülullah, "Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle temizler." Buyuruyordu. "Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?" diye düşünüyordu.

" Namazlarım.....Namazlarım....Namazlarım." diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu.

Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu.

Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı.

"Siz de kimsiniz ?" dedi.
İhtiyar gülümsedi: " Ben senin namazlarınım."

"Neden bu kadar geç kaldınız ?Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum."dedi....

İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; Başını salladı;

" Sen beni hep son anda yetiştirirdin, ...hatırladın mı?

Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kan-ter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Vazgeçebilmek bir erdemdir. Bir deli güzel meziyettir ki insan kolay kolay kavrayamaz önemini. Gençken daha zordur buna vasıl olmak. Ama öyle gençler vardır ki ihtiyarlardan bilgedir, o başka. Geri kalan çoğumuz seneler geçtikçe anlarız vazgeçebilmenin kıymetini. Hayat öğretir bize. Hayat ve bir de kronikleşmiş hatalarımız. Kimilerimiz ise hiçbir zaman öğrenemeyiz ya. Dersimizi almayız. Dün nasıl isek yarın da aynen öyle. Genelde zannediyoruz ki vazgeçmek bir zayıflık belirtisidir. Hatta bir nevi korkaklık, adeta acz. Halbuki tam tersidir bence. Ancak kendine güvenen, karakteri sağlam ve komplekslerden arınmış olan insanlar vazgeçmenin erdemine vakıf olabilirler. Şu hayatta yaşadığımız sorunların çoğunu vaz-ge-çe-me-diğimiz için yaşıyoruz aslında. Israr ve inat ettiğimiz için. Takıntılarımızdan dolayı. Takıntı ile tutkuyu birbirine karıştırıyoruz sürekli, oysa ne kadar farklılar. Nasıl da zıt. Gelin bu pazar bir de başka bir pencereden bakalım kendimize, ilişkilerimize ve bilhassa vazgeçemediklerimize! Onda da bir hayır var.. Seviyoruz diyelim, birini seviyoruz, hem de ne çok, ne derin, ölesiye. O kişi de aynı şekilde aşkımıza karşılık veriyor diyelim. Ama sonra, zamanla, tavsıyor muhabbet, örseleniyor. Kazara delinmiş bir balon gibi sürekli hava kaçırıyor, küçülüyor. Giderek canlılığını yitiren bir ateş gibi sönmeye yüz tutuyor. Gün geliyor, sevdiğimiz insan bizden ayrılmak istiyor. İnanamıyoruz. Yıkılıyoruz. Kalbimizin etrafında bir yumruk, demirden zırh gibi sıkıyor, nefes alınca bile canımız yanıyor. Dayanamıyor, heyheyleniyoruz. Kabullenemiyoruz. Israrla onu elimizde tutmaya çalışıyoruz. Sinirleniyor, öfkeleniyor, hatta sözlü ya da fiziksel şiddete başvuruyoruz. Şiddetin olduğu yerde muhabbetin yeşeremeyeceğini anlayamadan. Mesele şu ki gururumuza dokunuyor, nefsimize ağır geliyor böyle terk edilmek. Öyle çünkü. İnsanız ne de olsa. Etten ve kemikten ve billur bir kalpten müteşekkil. Oysa unutmamak lazım ki nefsimize ağır gelen şeyde bizim için hayır var. Bırakmak Lazım.. Peki ne yapmalı? Zor da olsa, bırakmak lazım. Gitmek istiyorsa sevgili, madem ki budur onun güzel gönlünün dilediği, agulu dilinin söylediği, kenara çekilip yol açmak lazım gidene. Vazgeçebilmek. Aşk ancak özgürlükten doğar, özgürlükten beslenir. Özgürlüğün olmadığı yerde ne tam anlamıyla aşk vardır, ne dostluklar. Diyelim bir mesleğimiz var, uzun zamandır icra ettiğimiz bir kariyer. Ama öylesine mutsuz ediyor ki bizi, içten içe kemiriyor. Kimse bilmiyor. Göremiyor. Lakin her gün mesleğimiz bizden bir şeyler kopartıp alıyor. Etimizden et, ruhumuzdan ruh çalıyor. Gene de ısrar ediyoruz. Bırakmıyoruz kariyerimizi. Değil istifa etmek bir gün bile ayrı kalmayı aklımızın ucundan dahi geçirmiyoruz. Başka türlü yaşayamayız, var olamayız zannediyoruz. Bu mesleğin bizi ve çevremizdekileri mutsuz ettiğini bile bile. Göz göre göre. Peki neden? Hep aynı mesele; vazgeçemiyoruz da ondan. Vazgeçmeyi bir mağlubiyet olarak algıladığımız için. Sevinçten Çalanlar... Diyelim ki makam sahibiyiz. Nice işler yaptık bu koltukta. Bir bürokrat, bir politikacı, bir vali ya da bir okul müdürü. Ama öyle bir an geldi, gitme vakti çattı, seziyoruz. Artık yerimizi bir başkasına bıraksak daha iyi olacak sanki. Şu veya bu sebepten ötürü. Ama olmuyor. Yediremiyoruz kendimize. Yapamıyoruz işte. Kabuğuna tutunan midye misali elimizdeki otoriteye yapışıyoruz. Neden? Hep aynı refleks. Çünkü vazgeçemiyoruz. Örselenmiş ilişkiler, tavsamış evlilikler, insanı içten içe kemiren meslekler, yaşama sevincimizden çalan kariyerler… Hepsine aynen doludizgin devam ediyoruz, sırf ama sırf vazgeçemediğimizden. Gabriel Garcia Marquez en sevdiğim ve en dikkatli okuduğum yazarlar arasında oldu her zaman. Bende derin izi var. Seneler var ki birçok romanını döne döne okurum. Romancının bir söyleşişinde söylediği bir sözü ise hiç unutmam. Nasıl yazdığını soran bir gazeteciye şu cevabı verir: “Vazgeçerek!” Yazarlar için en büyük sınavdır bence yazdığından vazgeçebilmek. Diyelim bir roman kaleme alıyorsunuz fakat bir yere gitmiyor. Ya da bir karakter geliştirdiniz ancak bir türlü istediğiniz gibi olmuyor. Elinizde yüzlerce sayfa var. Kıyamazsınız atmaya. Silemezsiniz kolay kolay. İnat edersiniz o yolda. Halbuki Marquez diyor ki, bazen 120 sayfa yazar, 80 sayfasından pat diye vazgeçerim. Geriye kalan o 40 sayfa, işte odur yazarı bir sonraki aşamaya taşıyacak olan tılsım. Ama o 80 sayfayı atmadan bu 40 sayfayı bulamazsınız. Ormanda yolunu kaybeden yolcu gibi dolanır durursunuz. Çemberler çize çize. Vazgeçebilmek insana netlik getirir. Zihnimizi, kalbimizi fazla eşyaların karman çorman etkisinden kurtarır. Bir berraklık kalır geride. Hüzünlü bir durgunluk. Ama bir o kadar sakin, âlimane. Demem o ki dostlar, vazgeçebilmek lazım. Eğer bir yol bizi mutlu etmiyorsa onda körü körüne sebat etmek yerine, nefsimizi kendimize rehber kılmak yerine, bırakabilmek lazım. Yazamadığımız kitapları, çekemediğimiz filmleri, geliştiremediğimiz projeleri, yürütemediğimiz meslekleri ve artık bizi sevmeyen sevgilileri bırakabilmek. -Vazgeçebilmek, bazen en güzeli!
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Basit biri değilim..
Gözlerimi kanatırcasına ağladığım gecelerim var,
Ve kahkaha...lara sarılmış anılarım.
Herkes kadar dertli,bazılarından fakir, çoğundan zenginim.
Taşıdığım hayallerim, söylenecek şarkılarım, paylaşılacak dostluklarım var.
Bilmeyene sevmeyi öğretecek kadar büyük bir kalbim,
Gidene beddua edemeyen bir dilim var..

Yüreğimi korkak büyütmedim. "Kaybettiklerim; dağıttığım servetimdir"
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Kusursuzdur ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir , ne layıkıyla sevebilirsin.
 

abdulvedud

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Mar 2009
Mesajlar
144
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
siz nasılsanız öyle yönetilirsiniz
arkadaşın kimse sen o sun
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Hayat beklentilerle doludur ama o beklentiler hayatta değildir.
Beklenen hep geç gelir
Geldiği zaman da, insan başka yerlerde olur..
 

abdulvedud

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Mar 2009
Mesajlar
144
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Hz. Ebû Said el Hudrî rivâyet etti: “Üsâme bin Zeyd (r.a.) bir ay va’de ile yüz dinara bir câriye satın aldı. Bunu Peygamber efendimiz işitince buyurdular ki: “Bir ay va’de ile satın alan Üsâme’ye şaşmıyor musunuz? Üsâme, uzun emel sahibidir. Allahü teâlâya yemin ederim ki, gözüm açıldığı zaman kapaklarını kapamadan, lokmayı yuttuğum vakit onu hazmedemeden öleceğimi düşünürüm. Ey Âdemoğulları, aklınız varsa, kendinizi ölülerden sayınız. Yemin ederim ki, size va’dedilen ölüm gelecek, ona engel olamıyacaksınız, “

imam gazalı ölüm ve ötesi isimli kitabında var
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
SEN" canımın içindesin, canımsa SEN'den habersiz...Dünya SEN'inle dolu, dünya SEN'den habersiz...Gönlüm, canım nasıl bulsun SEN'i? Çünkü SEN tümüyle gönüldesin...Gönülse SEN'den habersiz...
(Hz Mevlana)

"İnsanlarla yüzyüze konuşarak herşeyi halledebilirsin,ama bazı insanlar gelir önüne,hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin"...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Ne insanlar gördüm üzerlerinde kıyafet yok! Ne kıyafetler gördüm içinde insan yok!
Ey rabbim sen bizi üzerinde kıyafetiyle insan olan,sevdiğin kullarından eyle... Aminnnn...
 

kalbinur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Mar 2012
Mesajlar
2,602
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
35
Hayret...

HAYRET...
Kainat!.. binlerce gezegen, milyonlarya yıldız....Ve hepsi hareket halinde...

Birbirlerine çarmadan, birbirlerinin hakkına tecavüz etmeden, büyük bir intizam içinde, itaatkar kullar misali dönüp duruyorlar..

HAYRET!...

Bu intizam içinde; nizamsız, amaçsız, başıboş hayat süzrüyorlar...

Ya Rab! Sonumuzu hayr et!...

Dünya!... Kış mevsiminde ölüp, beyaz kefene bürünüyor...
Her bahar yeni bir haşir...
Kupkuru cansız dallara önce tomurcuklar, sonra yapraklar, sonra çicekler ve meyveler...Dünya her kış ölüp her bahar yeniden diriliyor.

HAYRET!...

Hay ım sadece bibirimize bakıp, büyüklüğünü idrak etmemiz gerekirken gafletteğiz!...

Ya Rab! Sonumuzu hayr et!..

Göz; bir yaradılış müzcizesi... tek bir hücrenin itaatkar başkalaşımı..Ve bir mücevher gibi, kafatasının içinde en güzel biçimde muhafaza edilmesi...Yerleşim yerinin; mesela omuzlarımızda veya göğüsümüzde ya da dizlerimizde değilde vucudumuzu ve tüm uvuzlarımız rahatça konturol edebileceğimiz bir yerde bulunması...

HAYRET!...

Ruhumuzun dünyaya açılan kapısı gözlerimiz!... Bakmayı haramdan saymayıp, harama kapanmayan gözlerimiz!...Gözlerimizle bile ruhumuzu kirleten biziz...

Ya Rab! Sonumuzu hayr et !...

Kalp!... Hem bedenimizin hem ruhumuzun hayat kaynağı!... Henüz 22 günlük bir ceninken çalışmaya başlayıp, ortalama bir ömür boyunca 2 tirilyon kere atan mühteşem makina... Günde 10 tonluk bir tankeri doldurabilecek harika bir pompalama gücü... Dakikada ortalama 70 kez atıp, vucutdaki kanın bir gün içinde 1000 tam devir yapmasını sğlayan; yumruk büyüklüğünde bir et parçası....

HAYRET!...

"KAİNATA SIĞMAM AMA, BİR MÜ'MİN KULUMUN KALBİNE SIĞARIM"diyen yüce Rabbimiz!..
Sen'in mekanına laik olmayan sevgiler doldurduğumuz için bizleri AFFET!!!!
ve...

Ya Rab sonumuzu hayr et !!...
 

Sedaa_*

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 May 2012
Mesajlar
2,150
Tepki puanı
6
Puanları
0
Yaş
24
''İnancı dışlayan bilim topal, bilimi dışlayan din kördür.''

-Einstein ♥
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt