Sevban'dan (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlullah (asm) şöyle buyurmuştur:
"Yakında milletler yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi size karşı (savaşmak için) biribirlerini davet edecekler."
Birisi: "Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi.
Rasûlullah (asm), "Hayır, aksine siz o gün kalabalık fakat selin önündeki çörçöp gi¬bi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak sizin gönlünüze de vehn atacak" buyurdu.
Yine bir adam: Vehn nedir? ya Rasûlullah diye sorunca:
"Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir" buyurdu.[18]
Vehn hadisi olarak bilinen bu rivayet sahihtir. (bk. Ebu Davud, Melahim, 5)
Hadisi Ahmed b. Hnabel de rivayet etmiştir(el-Müsned, 2/359)
Hafız Heysemî, İbn Hanbel’in rivayet ettiği hadisin senedinin sağlam olduğunu belirtmiştir. (bk. Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, h. no. 12244)
Vehn kelimesinin sözlük anlamı gevşek olmak, zayıf, güçsüz olmak, gevşeklik göstermektir. Nitekim, Hz. Zekeriya o yaşta nasıl çocuk sahibi olacağını belirtmek için : “Ya Rabbî, iyice yaşlandım, kemiklerim zayıfladı,eridi(vehene’l-azmu minni)” ifadesini kullanmıştır.
Ancak hadiste bu sözlük anlamının ötesinde İslam ümmetinin içinde bulunduğu gevşeklik ve zayıflığının sebebini, gerekçesini anlatmıştır: “Vehn, dünyayı sevmek ve ölümü kötü görmektir".
Yani, dünya hayatını fazla sevdikleri, ahiret hayatını geri plana attıkları ve bu sebeple de oraya gidecek yol olan ölümden de korktukları için dirençlerini kaybederler, gereken mücadeleye ve mücahedeye girmekten kaçınırlar ve asrın gereği olan maddi imkânları kullanamadıkları için nüfusça çok olmalarına rağmen uluslararası camiada hiç bir kıymet-i harbiyeleri olmaz.
Hadisten anladığımıza göre, İslam düşmanları, müslümanları yok edip kuvvetlerini kırmak için kendi aralarında birleşmeye davet edeceklerdir. Bu davet, sofrasına adam davet eden bir sofra sahibi rahatlığı içerisinde olacaktır. Yani nasıl ki onlar için sofraya oturup yemek zor olmayan bir işse, kafirlerin İslama karşı birlik çağrısında bulunup Müslümanların zenginliklerini yemeleri de engellenemez bir kolaylık taşıyacaktı.
Bazı devletler, İslam dünyasını önlerine konmuş bir sofraya benzetecekler ve bu cazip sofrayı paylaşmak için birbirlerini davet edeceklerdir.
Onları böyle bir işi yapmaya cesaretlendiren şey müslümanların azlığı değil aksine onların takva bakımından güçsüzlüğü ve dünyaya aşırı düşkünlükleri olacaktır. Çünkü ölümden korkan ve dünyaya fazlaca düşkün olanlar, fedakarlıklara katlanamazlar. Canları ve malları ile katılmaları gereken cihâdı ihmal ederler. Böylece eskiden olduğu gibi düşmanlara karşı heybetli değildirler ve artık düşmanlar onlardan korkmazlar, çekinmezler.
Hz. Peygamber'in (asm) bu haberi, Osmanlı devletinin, birleşen zalim devletler tarafından yenilip parçalanması ve bu gün müslümanların zenginliklerinin çeşitli yollar ve siyonist çabalarla yağmalanması olayı ile ne kadar da uyuşmaktadır. (bk. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/421-422)
İnsan birinci dereceden uhrevi, ahiret alemi için yaratılmış bir varlık olup, O'nu ancak ahirete müteallik meseleler tatmin eder. Hadisde ifade buyurulan "dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmek" ifadesi; Allah'a güven ve itimadı kaybederek, güven vadetmeyen dünyevi şeylere güvenme, iman ve amel açısından, dinin asıl ve kaynaklarıyla irtibatın zayıflaması gibi manalara gelir.
İslam ümmeti, tarihte, varlığını bu din sayesinde isbatladı. Ve günümüzde de yeniden bir hareketlenme olacaksa bu dinle, bu dinin öncülük etmesiyle olacaktır. Böyle bir dine sahip olmamıza rağmen, alemi islam olarak hayatın bir çok alanını boş bıraktık, boş kalan yerlerin de zamanla yabancı kültür ve medeniyetlerin islamın ruhuna uygun olmayan kriterlerine göre doldurdular.
İşte bu noktadan hareketle islami hareket ve cemaatler boş bırakılan yerleri doldurma açısından ciddi bir öneme sahiptirler. Böyle önemli bir misyona sahip olmalarına rağmen günümüzde islami hareketler, devletler ve milletler istenen kıvamı yakalayamamış, hedef kitleleri itibariyle belirli bir darlığa mahkum kalmışlardır.
Bu konuda her müslüman birey, aile, mahalle, devlet kendine bir hisse çıkarmalı ve üzerine düşeni yapmakla görevli olduğu bilincine sahip olarak, her açıdan islamı hayatına hayat kılmalıdır.