Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Gelin Hergün Ölümü Hatırlıyalım! (2 Kullanıcı)

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Başkasına bir ağlarsan kendine bin defa ağla...
Çünkü ölüme hazırlıklı olman gerekir.



 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
265020_249926285033755_100000491552252_1053184_6785705_n.jpg

 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Mezar_Sade_001.jpg


Öteler Limanının Üzgünler Misafirhanesi’nden,

Fıtratına Ayrılıklar Nefhalaştırılmış İnsan’adır, bu sesleniş....


Kapını çalıyorum, öyle ansızın çıkıp gelen davetsiz bir misafir gibi. Belki de ümitle koşuyorsun kapıya, uzun zamandır gelmeyen dostunun kapı çalışına benzetmişsindir, bu sesli ve sessizlik arasındaki dokunuşu. Ürkek ürkek aralarken kapını, eşikte beliren aydınlıktan irkilmen de neden?!… Gelen dost, siması hatırda kalmayacak kadar mı unutuldu, ya da gelenin hiç gelmeyeceği mi dimağlara nakış nakış dokundu?


Şimdi anlıyorum, yüzündeki bu şaşkınlığı, ellerinin titreyişini, çehrenden süzülen çiğ tanelerini. Anlaşılan sen kapında hep dost görmeyi düşlemişsin, iyi de ben de senin bir dostun sayılmaz mıyım bir yerde? Hem de ben, senden öyle her şeyin ilkini istemem, benim senden tek isteğimdir, seni davet etmeye geldiğim yere benimle gelmen. Benim dostluğum öyle baki değil, dostluğumun diyetidir:
''Baki'nin kapısına dostu getirmek.''



Tedirginliğini, yükünü hissediyorum gözlerine bakarken.. Soğukluğum ürpertse de bedenini, şimdi mahçupluğa salmadan, beni tut ellerimden.. Senden istediğim; faniliğin deryasında dolaştırdığın ilklerinin, sonlarını avuçlarıma bırakmandır. İlk sevdanın, son busesini, ilk kahkahanın, son tebessümünü, ilk ağlayışının, son damlasını, sende son kalan her ne varsa, son nefesini, son duanı, son bakışını, son umudunu ve sonlara sakladığın en son sevdanı bırak şimdi seni sana getirecek rüzgarıma…


Beni hep kendinden uzaklara savurmanın nedeni ne ki? Oysa bilmez misin sana yakınlığımı, son adımın olabileceğim aklına gelmez mi? Sıcacık yatağında uyurken, yastığının altını yoklamaz mısın ellerinle? Gözlerini açamadığın derin uykularını, mana yüklü rüyalarını bana yormaz mısın? Hep aramıza dağları koyman, yüceliklerini aşamayacağım zannını mı uyandırır sende? Oysa tefekkür etmez misin, seni o mesafelerin kuytularına saklayanın, beklenen gün geldiğinde aşikarlıkla baş başa bırakacağını…
Başkalarına yakıştırdın hep çatkapı gelişlerimi, sana gelmeden haber vereceğimi zannettin, vermedim değil. Ama baharın kollarına öylesine sarmışsın ki kendini, güzün yaklaştığını, gelen kırkikindi yağmurlarının seni alıp götüreceğine hiç ihtimal vermedin. Her ismimi duyunca susturuverdin etrafında yankılanan sesleri.. Bulunduğum her kareden kesip aldın resmini, akıp giden sulara yazdın gidip de gelmeyeceğini sandığın cismimi, oysa ben her tan ağarışında üzerine doğan, her seher kızıllığında koynuna girip uykuya dalandım.


Zaman dilimi bilmem ben, kuytu köşelerin birinden çıkıp gelirim,’’ istenilen istendiğinde’’.. Öyle suretim yoktur benim, kimi zaman en sevdiğinin elinden, kimi zaman hayal bile etmediğin bir iklimde sunarım sana vuslat şerbetini… Gözlerinin kaybolduğu ufukta değilim ben, göz kapaklarının kapandığı yerde ara beni.


Ah fani, yanıbaşında gezinirim de ’’Bana uğramaz.’’ dersin. En sevdiklerini bırakırsın da kollarıma, kendi benliğini neden vermek istemezsin? Beni sonlara değil de, başlangıca vesile eylemezsin; faniliğin elemini dilersin de, Rahmet deryasından çekinirsin. Bütün vebali bana yüklersin de,
O seni, senin sevdiğinden çok sevenin emri geri çevrilmez bilmez misin, bilmez misin?


İlknur Doğanay​


Mezar_Sade_001.jpg
 

ahmet_99

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Ağu 2007
Mesajlar
1,767
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konya imamlarından Mehmet Erarabacı hocamızın sesinden ölüm..

 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Ömürden hergün verdiğimiz zamanlar bize ölümü hatırlatmıyormu?
Ölümü hatırlayınca acaba içimizden birşeyler geçiyormu?
Yoksa normal bir havamı esiyor ruh dağarcığımızda?
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Ölümü sevebilmek

Okan Egesel

Önceki gün radyo programında ‘Mevlana ve ölüm’ üzerine konuşuyorduk. Güzel ufuklara doğru farklı bir yolculuk oldu. Hz. Mevlana’nın ölüm üzerine söylediği ‘çarpıcı’ sözlerden hareketle çıktığımız yolculuk, bizi medeniyetimizin köklerine kadar götürdü. Dedim ki kendi kendime bunu yazmalıyım.

Bu yazı, kendime verdiğim bu sözün yerine getirilişidir anlayacağınız.
Dedik ki, ‘ölümü sevmek lazım’.
Çoğumuz için ürkütücü bir ifade.
Ölüm sevilir mi? Gelmesini hiç istemediğimiz bu bitiş haline hiç muhabbet beslenir mi?
Bizim baktığımız yer burası. Ölümü bir son olarak gören, bir tükeniş, yok oluş olarak gören bakış açımız, bizi ister istemez ölümden uzaklaştırıyor. Bırakın sevmeyi bu şartlarda ölüm için tek düşüncemiz var; o da korkmak.
İşte Mevlana burada girdi yolculuğumuza ve o manevi kapılar aralayan sözleriyle ölüm nasıl sevilirmiş bize gösteriverdi.

İşte size o eşsiz ifadelerden bazıları:
“Ey bengisu, senin aşk şerbetinden kim tattıysa ömrüne ömür katıldı. Ölüm geldi, beni kokladı, senin kokunu bende alınca, o günden beri ecel ümidini benden kesti”.
“Eğer öğüt dinlersen, iki üç gün çalışır çabalar ölmeden iki üç gün önce ölür gidersin. Dünya, birçok kocadan geri kalmış ihtiyar bir kadındır. İki üç gün bu çok ihtiyar kadınla düşüp kalkmasan ne olur!”
“Ben ölürsem sakın bana ‘öldü’ demeyin. Aslında ben ölü idim, dirildim, beni Dost aldı götürdü”.
Ecel günü aşkı bırakıp da korkudan can derdine düşen, cana bakan gözden, bıkmışı, usanmışım ben”.

“Ölüm tatlı geliyor bana, bu yurttan göçüşüm, kuşun kafesi bırakıp uçması gibi”.
Bu muhteşem ifadeler Hz. Mevlana’nın ölümle ilgili olarak söylediği sözlerden küçük bir kısmı. Deryaların gizli olduğu bu damlalar bize gösteriyor ki; ölüm bal gibi sevilir.
Herkes bulunduğu yerden konuşur. Mevlana’nın bulunduğu yerde; ölüm korkusu yok. Aradaki bütün perdelerin kalktığı yerden konuşan Mevlana ölümü ‘şeb–i arus’ yani düğün gecesi olarak tarif ediyor. Zindandan kurtulup asıl hürriyete erme, Sevgililer Sevgilisine kavuşma hali olarak gördüğü ölümü arzuluyor.

İşte bunları konuştuk bahsettiğim radyo programında. Tabii biraz daha genişçe, buradaki kısa bir özet. Sonra güzel bir şey oldu ve söz döndü dolaştı medeniyetimize geldi.
Nasıl gelmesin?
Bu medeniyeti oluşturan Hz. Mevlana gibi ‘büyükler’ var, yani ortada ‘büyük’ bir medeniyet var.
İşte bu büyük medeniyetin ‘şehir’ kurarken dikkat ettiği hususları zikrederken güzel bir şey yakaladık.
Neydi Müslüman Türkün kurduğu şehrin değişmezleri? Ya da şöyle söyleyelim; Türkler şehri şekillendirirken temele hangi unsurları koyarlardı?
Sayalım:
Su ile ilgili her şey (çeşme, sebil, köprü vs.), cami ve mezarlık.
Evet bu üç şey bizim şehrimizin merkezinde bulunurdu bir zamanlar.
Su ‘hayatın sembolüydü’. Çeşmelerden akar, herkese yaşama sevinci verirdi. Ve paylaşılırdı. Hayat paylaşılırdı kısacası.

Mezarlık asla gözden ırak değildi; şehrin veya şehri oluşturan mahallelerin tam ortasındaydı. Yani ölüm asla unutulmazdı. Hayatın en önemli gerçeği olarak hep göz önündeydi. Dolayısıyla ölüm korkulacak, ürkülecek bir son olarak değil, Mutlak Sevgiliye götüren bir binek olarak görülürdü. Kısacası, Hz. Mevlana gibiler sayesinde ölüm sevilirdi.
Ve cami.
Hayat (su) ile ölüm (mezarlık) arasındaki yolcunun sık sık uğradığı istasyon. Onun hayatta kalmasını sağlayan ve ölüme hazırlayan tedarik merkezi. Mutlak Sevgilinin tecelli ettiği muhteşem mekanlar.
Eh bir de bunlara ‘sanat’ faktörünü eklerseniz, eşsiz Türk şehirlerinin sırrını daha iyi çözersiniz.
Bu konular tabii ki buradaki birkaç cümleyle sınırlandırılamaz.
Ama şunu söyleyebiliriz sanırım:
Ölüm hakikaten sevilecek bir şeymiş.
Öyle değil mi?
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Ölüme adım kala…
Pınar Kibar

Ölüm bazılarının korkulu rüyası. Bazılarının da vazgeçilmez vuslatı.
Boşuna dememiş Üstâd Necip Fazıl Kısakürek;
„…Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse;
Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!
O demdeki,perdeler kalkar,perdeler iner,
Azraile hoşgeldin,diyebilmekte hüner...“

Vakti belli olmayan, her an yanıbaşımızda duran koca Ölüm…
Yokluk âleminden varlık âlemine doğru seyre devam ediyoruz.
Yolcuyuz hiç durmadan akıp gidiyoruz.
Yaşamayı ebedi sanıyor şaşırtıyoruz.
Duyunca pek yakınımızın ölüm haberini kendimize geliyor, lâkin aradan üç-beş gün geçmeden yine oyalanmaya başlıyoruz.
Unutuyoruz kendimizi. Unutuyoruz tek gerçeği.
Ölüm, sonsuzluk perdesinin ince tülü.
Görür ölen gideceği yeri.
Seyreder olan bitenleri.
Belki de pişmanlık yakar ciğerini.
Tevbesi havada asılı kalır belki de, kimsenin duyamadığı sessizlikte.
Hani sıkca unutur ya insan tek gerceği, ama o gerçek unutmaz onu, bu da emrin bir gereği.
Adı anıldığında içimizi ürperten ölümü, bilsek ki bizi sevgilimize götürecek, o zamanda mi ürperecek bu yürek?
Bizi Cennet ve Cemalullah´a ulaştıracak bileti aldık mı millet?
Ölümü sessizce bekleyebildik mi bir kenarda?
Sevebildik mi ölümü Mevlanaca?
Dedik mi Mevlana gibi; „Canı sen aldıktan sonra ölüm şeker gibidir.
Seninle olduktan sonra ölmek, tatlı candan da tatlıdır bize”.
Ölüme her nefes alıp verişimizde bir adım daha yaklaştığımızı kaç defa düşündük?
Ölümden korkmamak için uğraştık, ölümü sevmeye başladık mı?
Cennete ve Cemalullah´a kavuşmayı kaç kez arzuladık?
Ölüm saatini iple çekmek için, gideceğimiz yeri ve bizi bekleyenleri çok iyi ve yakından tanımak, Onları kalbimizin baş köşesine koymamız gerekiyor.
Ölüm ancak böyle sevilir…
Ölüm yokluk değil ki üzülesin…
Ölüm bir daha hiç ölmemek şartıyla diğer âleme geçişin bir diğer adıdır.
Onu (c.c) yeterince sevince, Hz. Mevlana gibi ölüm gecemiz düğün gecemiz olacaktır.
Ölüme yakışır şekilde bir hayat süren, ölümden kattiyyen korkmamalı.
Ölüm sevecendir, çünkü ölümü bize yakıştıran çok güzel, çok merhametlidir…
O halde şöyle diyelim mi:
Sen ölümü sevki, oda emanetini almaya geldiğinde, emanetini seve seve alsın…
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
"Onların ecelleri gelince ne bîr saat geri kalırlar, ne de ileri giderler".
(Nahl, 61)
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
"Hiç kimse yarın ne kazanacağını, hiçbir nefis de nerede öleceğini bilemez".
(Lokman, 34)
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
"Ey Mü'minler!
Mallarınız, çoluğunuz, çocuğunuz, sizi Allah'ı zikretmekten alıkoymasın.
Zira bunu yaparsa muhakkak o hüsrana uğrayandır.
Birinize Ölüm çatıp da "Ey Rab'bim!
Benim ölümümü biraz geciktirsen de sadaka verip Salihlerden olsam demeden önce, bizim size vermiş olduğumuz rızıklan infak edin.
Allah belirli zamanı gelince hiçbir nefsi geri bırakmaz.
Allah yaptıklarınızdan haberdardır".
(Münâfıkûn, 9-11)
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
"Nihayet onlardan her birine ölüm gelip çatında(tekrar tekrar şöyle) diyeceklerdir: rabbim beni (dünyaya) geri gönder. Ta ki zayi ettiğim ( ömrüm) mukabilinde iyi amel (ve hareket) de bulunayım. Hayır,hayır, onun söylediği bu söz (hakikatte) boş laftan ibarrettir. Önlerinde ise diriltilip kaldırılacakları güne kadar (kalmalarına mani) bir engel vardır. Sura üfürüldüğü zamanda artık aralarında o gün(böbürlenecekleri) soyları soplar(ı) olmadığı gibi (birbirinin halini) de soruşturmazlar onlar. Artık kimin sevap tartıları ağır gelirse onlar korktuklarından emin, umduklarına nail olanların ta kendileridir. Kimin de tartıları hafifi gelirse ,onlar kendilerine yazık edenlerdir. Onlar cehenemde ebedi kalıcıdırlar. Cehennemin ateşi yüzlerine vurup yakacak.orada onlar dişleri sırıtıp kalacaktır.

Onlara "Benim ayetlerim size okunurdu da onları yalanlar dururdunuz" denir. Onlar derler ki: 'Ey Rabbimiz! Şakavetimiz -bedbahtlığımız- bize galebe çaldı, biz de sapkın bir kavim olduk. Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer tekrar önceki küfür hâlimize dönersek, biz gerçekten kendimize zulmetmiş oluruz. Allah buyurur ki; "Orada zelil ve hakir bir halde susunuz, birşey demeyiniz. Çünkü kullarımdan bir taife, "Ey Rabbimiz! îman ettik, bizi yarlığa ve bize acı, sen merhamet edenlerin hayırlısısın" dedikleri halde, siz onları o eğlence edindiniz, hatta bu beni hatırlamayı size unutturdu. Siz onlara (istihza) ile gülüyordunuz. Sabrettiklerinden dolayı bugün onları mükâfatlandırdım. Onlar muradlarına ermişlerdir. Cenab-ı Hak "Yeryüzünde kaç sene kaldınız?" buyurdu. Onlar "Bir gün veya bîr günden daha az bir vakit kaldık, sayanlara sor" dediler. O da şöyle dedi: "Pek az bir müddet' kaldınız. Bunu bilseydiniz. Bizim sizi abes olarak yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizimi sandınız?".
(Mü'minûn, 99-115)
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Onlardan birine ölüm gelince, "Ey Rabbim! Beni dünyaya döndür de bıraktığım amellere karşılık iyi işler yapayım" dır. Hayır, hayır! Bu onun diline doladığı bir sözdür. Haşrolunacaklan güne kadar onların arkalarında berzah vardır, dönemezler. Sur'a üfürülünce o gün aralarında nesebler kalmaz. Birbirlerinin hallerini araştırıp soramazlar. Kimlerin mizanı ağır gelirse işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin mizanı da hafif gelirse, işte onlar "Allah'ın zikrinden ve kendilerine inmiş olan haktan dolayı mü'minle-rin kalplerinin yumuşayacağı zaman gelmedi mi? Kendilerinden önce kitap verilip de müddet uzadığı için kalpleri katılaş-an kimseler gibi olmasınlar. Zira bunlann çoğu fâsıktirlar". (Hadid, 16)
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
"Herkes ölümü tadacaktır. Kıyamet günü mükâfatınız tamamiyle verilecektir. Kim ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulursa, o kimse muradına erer. Dünya hayatı aldatıcı bir melâdan başka bir şey değildir".
(Âl-i İmran, 185)
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,599
Tepki puanı
965
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
574. İbn Ömer (r.a) der ki: "Rasûlullah (s.a) omuzumu tuttu ve "Dünyada bir garib (veya bir yolcu) gibi yaşa" buyurdu.
İbn Ömer de (r.a) şöyle derdi: "Akşama ulaştığında sabahı, sabaha kavuştuğunda da akşamı bekleme. Hastalığın için sıhhatinden, ölümün için de hayatından istifade et". (Buhârî rivayet etmiştir).

575. İbn Ömer'den (r.a) Rasûluliah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Vasiyyet edecek bir şeye mâlik olup da iki gece hayatla olan müslü-manın vasiyeti yanında yazılmış olması lazımdır". (Buhârî ve Müsüm rivayet etmiştir). [165]

Bu Buhârî'nin naklettiği lafızdır. Müslim'in rivayetinde "Üç gece hayatta kalan" lafzı vardır.
îbn Ömer de der ki: "Bu hadisi Rasûlullah'tan işittiken sonra bir gece de olsa vasiyetim yanımda olmadan gecelemedim".
Hadisimiz her müslümanın vasiyetini hazır bulundurmasına delildir. Kişi ecelin ne zaman geleceğini bilemez. Bunun için ölümü hiçbir zaman unutmamalidr. Hayat boyu biriktirdiği malından, teberru şeklinde yapacağı vasiyetin hazır bulundurmasını âlimlerimiz müstehab görmüşlerdir. Edilecek vasiyet dinî birkonuda ise, bu vasiyetin hazır bulundurulmasını vacip görmüşlerdir. Hadisimizde "iki üç gece" gibi lafızlar azlıktan kinayedir. Yani az bir zaman da olsa vasiyetini yapmadan dünyada yaşamamalıdır.
Böylece vasiyetin yalnız hastalara has bir iş olmadığı da anlaşılmış olmaktadır.
îbn Ömer'in hareketinden de ashabın Rasûlullah'ın emir ve tavsiyelerine nasıl sarıldıkları görülmüş olmaktadır.

576. Enes (r.a) der ki: Rasûlullah (s.a) bir takım çizgiler çizdi ve "Bunlar insan(ın amelî), şu da onun ecelidir. Bu vaziyette iken en yakın çizgi karşısına geliverir" buyurdu. (Buhârî rivayet etmiştir).


577. İbn Mes'ûd (na) der ki: Rasûliıllah (sa) bir dörtgen ve onun ortasından itibaren dışarı uzanan bir çizgi çizdi. Sonra ortadan dışarıya uzanan çizgiyi keserek; içeriden itibaren bir takım çizgiler çizdi ve "Şu insandır. Şu da onu kuşatan ecelidir" veya onu kuşatmıştır buyurdu: Bu dışarı uzanan da emeli (arzusu) dir. Şu küçük çizgiler de birtakım arızalardır. Bu arızalardan biri insanı rahatsız etmezse öbürü gelir çatar. O da olmazsa bir başkası gelir rahatsız eder, biri yanılsa diğeri ulaşır". (Buhâri rivayet etmistir)

Rasûlullah anlattığı bir meselenin muhataplarınca iyice anlaşılması için tasvirlere başvurmuştur. Kur'an-ı Kerim'de de aynı metod izlenmiştir.
Hadisimiz, uzun arzulardan uzak kalınmasına işaret etmektedir. İnsanı eceli her taraftan kuşatmıştır. Kaçacak hiçbir yeri yoktur. Belirlenen vakit geldiği an eceli onu bulacaktır, insan ecelinin çizmiş olduğu kare içinden dışarıya çıkamamaktadır. Hayır ve şer yollarında ilerlese de eceline doğru yaklaşmaktadır.! Bu serüveni esnasında insana hastalık, açlık, susuzluk, fakirlik... gibi afetler de saldırmaktadır. Kişinin ulaşmaya çalıştığı arzuları ise ecelin çizdiği kareden dışarda çok uzaklardadır, insan arzularının son noktasına hiçbir zaman ulaşamayacaktır. Çünkü arzu diğer birini arzuladığından biteviye uzanmaktadır. Bu sebeple de yakalaması güçleşmektedir. Arzularımı yakalayacağım diye çırpınan insanın ondan önce eceli ile karşılaştığı için dünya hayatı sona erer.
Rasûlullah'ın çizdiği şekil hakkında da çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.

578 Ebu Hüreyre'den (na) rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (sa) şöyle buyurmuştur: "Yedi şey gelmeden önce iyi işlerde acele ediniz: Yoksa siz İnsana kendini unutturan fakirliği mi, isyan ettiren zenginliği mî, vücudu harab eden hastalığı mı, aklı gideren ihtiyarlığı mı, insanı alıp götüren ölümü ti, geleceğin şerlisi olarak beklenen Deccali mi, ya da acıklı ve belası daha şiddetli olan kıyamet gününü mü bekliyorsunuz?". (Tirmizî rivayet etmiş ve hadis hasendir demiştir).

Hadisimiz, Ömrü bereketlendiren hayırlı amelleri teşvik etmektedir. Rasûlullah asm hadiste insanın düşmanlarını belirtmiştir. Bunların kişiye ne zaman saldıracakları hiç de belli değildir. Onlar fakirlik, hastalık, ihtiyarlık, Ölüm... gibi şeylerdir.
Fakirlik kişiyi unutkanlığa iler. Şafiî şöyle demiştir: "Eğer bir soğana muhtaç olsaydım, ilimden bîr mesele bile öğrenemezdim".

Zenginlik insanın taşkınlığına sebep olabilir. Zenginlik sebebiyle insan haddi aşar, haram sınırını çiğner, halka ve yaratana karşı isyana yönelebilir. Tarih zenginlik sebebiyle küstahlık yapanların örnekleri ile doludur.

Hastalığın da vücudu harab ettiği, ibadet ve tâat etmeye güç ve takat bırakmadığı aşikardır. Bu sebeple sıhhatli günlerde hastalık anları için amel biriktirilmesi tavsiye edilmiştir.
İnsanın aklını gidermesi, şuurunu bozması nedeniyle ihtiyarlık da bir düşmandır.

Deccal'den ise ancak Allah'ın yardım ettiği kişiler kurtulabilir.
Tüm bu düşmanlar kişiyi çepeçevre sardığı ve her birisi ölüm tuzağı kurduğu halde insan salih amelden nasıl uzak durabilir?
Bir hadisinde de Peygamberimiz; "ikî nimet vardır ki, insanların çoğu onların kıymetini bitmezler. Bunlar sıhhat ve boş vakit" buyurmakla vaktin değerlendirilmesine dikkat çekmiştir.

579. Ebu Hüreyre'den (ra) Rasûtullah'ın (s.a) şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: "Lezzetleri yok eden ölümü çok hatırlayınız". (Tirmizî rivayet etmiş ve hadis hasendir demiştir)


580. Übeyy b. Kâ'b (r.a) der kî: Rasûlullah (sa) gecenin üçte biri geçince kalkar ve şöyle seslenirdi: "Ey insanlar! Allah'ı zikredin. O şiddetli zelzele vuku bulacak (birinci sur üflenecek). Bunu ikincisi takip edecek, ölüm bütün şiddetiyle gelecek".
Bunun üzerine ben "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben sana çok salavat-i şerife getiriyorum, bunun ne kadannı senin İçin yapayım?" dedim. "İstediğin kadar" buyurdular. Ben tekrar "Dörtte biri olur mu?" dedim. "İstediğin kadar, fakat artirsan senin için daha hayırlıdır" buyurdu. Ben yine, "Yarısı olsa nasıl olur?" dedim. Bu defa da yine "İstediğin kadar" dedi. "Fakat artırırsan senin için daha hayırlı olur". "Hepsini sana bağışlayayım" deyince, "işte o zaman Allah senin günahlarını bağışlar, dünya ve ahiret bütün işlerine kân gelir" buyurdu. (Tirmizî hasen olarak rivayet etmiştir).

*Rasûlullah'ın "Ey insanlar, Allah'ı zîkredin." şeklindeki çağrısı, ümmetini gafletten uyandırıp, Allah'ın rızasını anmalarını teşvik içindir. Allah'ı zikir dil ve kalb ile olmalıdır. Bu zikrin semeresi de İyi işleri çok yapmak ve diğerlerinden kaçmak şeklinde görülür. İki sur arasında kırk sene geçeceği söylenmektedir. ölümün sarhoşluğu, kabir ahvali, fitnesi ve azabı hatırlatılarak sakınılması istenmiştir.

Hadisimiz; Allah'ı zikretmenin, Rasûlü'ne salât etmenin faziletine delildir. Kişi salih amelini, bu esnada kibirlenmemesi şartıyla istemek için bir başkasına söyleyebilir.
Şâfîî mezhebine göre, sırf bedenle yapılan İbadetlerde vekalet caiz değildir. Bu amellerin sevabının başkasına hibe edilmesi de caiz değildir.
Rasûlullah'a çok salât u selâm getirilmesi onun şefaatim kazanmaya vesile olur. Her halükârda Peygamberimiz Ümmetini düşünmüş, faydalarına olan amelleri kendilerine öğretmiştir.
Bir kudsî hadiste de yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Beni zikredişi İnsana benden bir şey istemekten manî oluyorsa, o kişiye isteyenlere verilen şeylerden daha faziletli olan şeyleri veririm". Buradan da Allah'ı zikrin, kişinin kendisi için Allah'tan birşeyler istemesinden (duasından) daha faziletli olduğu anlaşılmıştır.
Kişi Allah Rasûiü'ne salât etmekle, Allah'ın rızasını kazanabilir. O'nun rızasını kazanan için de azab korkusu yok olur.

Riyazü's-Salihin
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt