Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

FİLİSTİN ve İŞKENCE..Salih MİRZABEYOĞLU.. (2 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İşkence mevzuunda verdiğim bu inceliğe dikkat ediyorsanız, –ne kadar açık konuşuyorum–, eğer kanun maddesinde “işkence yapılır” derse, hiç kimse “işkence hukuka aykırıdır!” filân diyemez, hukuka uygundur... O zaman mesele şuraya varır: Acaba bu hukuk iyi bir hukuk mudur?.. Mevzuların nereye kıvrıldığına dikkat ediyor musunuz?.. “Acaba bu hukuk iyi bir hukuk mudur?”... Bunu sorunca şöyle bir tesbit çıkıyor karşımıza: Hukukla-vakıa, metinle-ruh, mevzuatla-tatbikat arasındaki fark, bugün bütün dünyada genişlemektedir... Dünyada birçok anayasa tamamen göstermeliktir; ve tarif ettikleri rejimin, memlekette olanla hiçbir alâkası yoktur, anayasa adeta mevcut rejimi gizleyen bir paravanadır... Burada da dava şuraya geliyor; bugün dünyanın hiçbir yerinde anayasalar vakıaya uygun değil... Bunun sebebi de nihayetinde, –mantığını yürüttüğümüz zaman–, “Mutlak Fikrin Gerekliliği” davasına çıkar... İzâh edebiliyor muyum?.. El yordamıyla hukuk olmaz!.. Bir zamanlar belirttikleri gibi, Roma Hukuku materyalist dünya görüşüne hizmet eder; bundan dolayı Almanlar, Almanlara has bir genel hukuk geliştirilmesini istemişlerdir... Bugün dünyadaki hukuksuzluk, hukukun tabiî yapısı içinde mevcut; bunu haber vereyim! Bunun tabiî izâhı şudur: İşi nihayetine yürüttüğünüz zaman görülecektir ki, ahlâk oluşmuyor... Hukuk ahlâkın pıhtılaştırılması ise, müeyyidelere bağlanması hadisesi ise, ahlâk oluşmuyor; ahlâkın oluşmadığı yerde, hukukun oluşmaması gayet tabiî birşey... Ahlâkın oluşmaması da, insanların, eşya ve hâdiseler karşısında ruhun “nasıl” tavrını temsil edici hâkimiyetlerini yitirmiş olmasıdır... Netice, “Mutlak Fikrin Gerekliliği” davasına gider dayanır. Biz, işkenceye karşı olma naraları atanlara da burada hitab etme durumundayız: Bugün işkenceye karşı çıkarken eğer bunun hukuka aykırı olduğundan dolayı karşı çıkıyorsanız, haber verelim ki, biz doğrudan doğruya mevcut hukuka karşıyız... Bütün mevcut hukuklara!.. Biz “hangi hukuk?” sorusunun da cevabını bilenleriz!.. Öyle değil mi?.. Siz de bu düşünceye mensupsunuz zaten.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
"Bedahetlerle konuşuyoruz” dedim... Notlarımı şöyle bir karıştırıyorum, size birtakım hatırlatmalar yapıyorum ki aradaki münasebetleri kurabilesiniz diye... “İslâm’a muhatab anlayış” davasının üzerinde durdum ve sizi böyle bir yükün altına davet ettim; hatırlıyorsunuz... Nefs muhasebesine davet ettim... Taklitçi olmamaya, fert olarak ve nesil olarak hâlinizin ifâdecisi olmaya davet ettim... Aksiyona davet ediyorum sizi... Bunlar işin yürümesi için şart olan bedihî hakikatler... Delâil-i hâl davasından tedaîlerle buraya kadar geldik.

İrticalen konuşacağımı söylemiştim... Çıkan görüntüye-resme nisbetle... İşte size şöyle bir tip çizdiler; sizin şöyle bir insan olmanız için ellerinden gelen herşeyi yaptılar, yapıyorlar... Biraz sonra bu görüntünün Filistin davasıyla olan alâkasını göreceksiniz. Filistin davası karşısında duyduğunuz teessürün geçici olmaması için, bir takım hâdiseleri hatırlatma zaruretini hissediyorum... Evet, bir “şen sıpa” tipi görüyorsunuz
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Genç hukukçulara bir hususu ikaz ediyorum: Her ne kadar Milletler Hukuku diye bir hukuktan bahsediyorlarsa da, böyle bir hukuk yoktur... Bunun üzerine gitsinler... Müeyyidenin olmadığı yerde hukuk olmaz... Doğrudan doğruya Filistin meselesi üzerinde söylüyorum bunu; şimdi geleceğim oraya...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Birleşmiş Milletler Teşkilâtı... Gayelerinden birinci madde:

— "Milletlerarası barış ve güvenliği korumak ve bu maksatla barışın uğrayacağı tehditleri önlemek ve uzaklaştırmak ve her türlü tecavüz fiilini veya barışın başka suretle bozulması hâlini ortadan kaldırmak üzere tesirli müşterek tedbirleri almak. Barışın bozulması sonucunu verebilecek milletlerarası nitelikteki anlaşmazlıkların veya durumların düzeltilmesini veya çözülmesini adalet ve milletlerarası hukuk prensiplerine uygun olarak barış yoluyla gerçekleştirmek.”

Bizim burada bir yorumumuz var: Antlaşmanın 24 Ekim 1945 tarihinde yürürlüğe girmesini gözönünde tutarsak, o gün bugün arasında bu teşkilâtın sağa-sola teessüf iletmekten başka bir işe yaramadığını anlarız. Nasıl işe yarasın ki? Büyük devletlerin pazar yeri olmaktan başka, bunlara karşı, özellikle bunlara karşı, ense kaşımaktan öte isbat-ı vücudu mümkün değil. Büyüklerin Birleşmiş Milletler içindeki rolü de bunun yansımasından başka birşey değil; bunun için Güvenlik Konseyi’nin teşekkülüne ve karar alma şekline bakmak yeter... Şimdi çok dikkat etmenizi istiyorum:

Konsey 15 üyeden teşekkül etmiştir ve bunun 5’i daimi üye... Amerika Birleşik Devletleri, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı, Çin Halk Cumhuriyeti, Fransa ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği... Geri kalan bütün devletler de, bu Konsey’in üyeliğine 2 sene için seçilirler... Ne demek daimi üye ayrıcalığı?.. Ve usul meseleleri dışında kalan meselelerde kararlar, daimi üyelerin hepsinin oyları dahil olmak üzere 9 üyenin olumlu oyuyla alınıyor. Böylece Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinden biri işine gelmeyen bir meselede veto hakkını kullanarak, kararın alınmasını önleyebiliyor. Devletlerin, yönetim şekilleriyle anılmaları gibi, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nı “Domuzlar Diktatoryası” olarak anabiliriz.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Bahsi "Birleşmiş Milletler”e getirmem şu; 5 devlet dışındaki devletlerin büyük çoğunluğu oluşturması durumu, onların hâli... Al sana bir bez parçası - bayrak; vatan, millet, Sakarya... Onun dışında Doğu ve Batı blokları arasındaki çekişmede bunlara düşen rol, paryalıktır. Bunu açık bir şekilde ifâde edebiliriz... Aranızda bizi dinlemeye gelmiş olan pislik habercilere de (ispiyoncular) aldırmaksızın ifâde ederiz; iş gele gele bağımsızlık bahsine geliyor... Ne kadar bağımsızsın?.. Dikkat edin yalnız, hep “Filistin davası” üzerindeyim ve mesele oraya gelecek... Niçin söyledim “Birleşmiş Milletler Daimi Konsey Üyeleri”nin durumunu, şunu, bunu?.. Şunun için söyledim: Bugün İsrail’in ağabeyi Amerika ve Amerika’nın beşiğinde de Türkiye... Ve sizler Filistin’de İsrail’li askerlerin Filistin’li gençlerin kollarını bacaklarını taşlarla parçalayışını kınıyorsunuz... Nereye kadar?.. Istırabınızı devamlı kılmak ve her birinizden bunu şuurlaştırmanızı istiyorum... Âdeta, demin Hazret-i Ebubekir bahsinde naklettiğim “ağlayan ağlasın, ağlayamayan ağlar gibi dursun” hikmetindeki gibi, bunu yaşayan yaşasın, yaşayamayan da yaşamanın yollarını arasın... Şu ifâde şuurlaşsın:

— "Yâ Muntakim Allah, bizi intikamına memur et!”
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ya Muntakim ALLAH- İNTİKAM ALICI ALLAH....BİZLERİ İNTİKAMINA MEMUR ET.....Salih Mirzabeyoğlu...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İzâh edebildim mi? Ve çağından mesul müslüman olarak siz burada bir numune teşkil ediyorsunuz... Dünyada gördüğünüz her türlü haksızlık, bizim adam olamamamızdan kaynaklanmaktadır; bunun suçluluk duygusunu hissetmenizi istiyorum... Ve âdeta bir film seyrederken, birkaç dakikalığına oradaki hâdiseden müteessir olup, aradan üç gün geçince horul horul uyumaya başlayan insanlar değil... Kuru kuru karşı çıkmalar da değil... Dikkat ediyor musunuz bahisler nerelere geliyor.. Ve bugüne kadar bu milleti kandırdıkları bir hususu söyleyeyim size: Bugün Doğu ve Batı blokları arasında yer almış bütün ufaklıkların hiçbiri, göstermelik şekiller dışında hiçbir şahsiyete malik değildir... Anladınız mı?.. Haysiyetinizle oynamak istiyorum; daha doğrusu haysiyet duygularınızı ayaklandırmak istiyorum!.. Bugün bizim birkaç bin gencimizi heba ettiler sokaklarda, –dikkat edin–, heba ettiler... İşte “son bağımsız devletimiz” falan filân edebiyatı ile sümük mendili niyetine kullanıp, rejimi müdafaa ettirdiler, boşu boşuna ölüme yolladılar... Devamını getirmek istemiyorum... Anladınız!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Aradaki fark, –Doğu ve Batı blokları arasında– şu kadardır, onu da size söyleyeyim: Biri, konakta işini bitiren hizmetçiye diyor ki, “gidip odanda yatabilirsin!”... Öbürü de hizmetçinin işi bittikten sonra onu kapının önüne koyuyor ve “hadi sen serbestsin!” diyor... Senin serbestliğin bu kadar. Ve dikkat edin: Dünyada, –Filistin meselesi hakkında bu kadar müteessirsiniz–, İsrail devletini ilk tanıyan devlet biziz... Yaser Arafat’ın bir sözü var, “Filistin’liler Abdülhamid’i hâlâ minnetle anarlar!" diye... Biliyorsunuz Abdülhamid’e şu kadar altuna yaptıramadığımızı onun hâllinden sonra gayet cüz’i bir miktara yaptırdık diye, Yahudi söylüyor; orada toprak almaları, yerleşmeleri, devlet olma yolunda ilk zemini hazırlamaları davası... Bugün dünyada müslümanların başına gelenler, biz millet olarak tarihî misyonumuzu kaybettiğimiz için, bizim yüzümüzden gelmiştir...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İşkence bahsi üzerinde duruyoruz ya... İslâmî bir incelik çerçevesinde bize tatbik edilen işkenceyi anlatayım: İnsan, nefs muhasebesini yerine getirdikçe, nefs üzerindeki tahakkümünü yerine getirdikçe, ruhu kurtulur... Bu mânâda da, zannedildiği gibi Allah insanı Cennet’e veya Cehennem’e sokmuyor; insan, Cennet’e veya Cehennem’e kendi ayaklarıyla gidiyor... Allah, Mutlak Adil’dir... Keyfilik yok... İzâh edebiliyor muyum? Mutlak Adil’dir ve bunun mânâsı da şudur: Mahkûmun fiilinin hâkimi bağlaması gibi, bizim fiilimiz O’nu bağlar... Bir misâl vereyim: Diyelim şurada bir hırsızlık hâdisesi var, ben hâkimim ve kanun maddesine bakıp da “bu hırsızlığın cezası üç senedir” dediğim zaman, o mahkûmun fiili benim hükmümü bağlıyor... İşte bu mânâda bizim fiilimiz Allah’ın hükmünü bağlar... Hani keyfî, sanki “sen bu tarafa git, sen öbür tarafa git” gibi değil... Sana, kurtuluşunun yolunu göstermiş; kurtulmak veya kurtulmamak kendi ellerinde, kendi ellerinle kendi ayaklarınla yapıyorsun... İzâh edebiliyor muyum? Bu çerçeve içinde, kurtuluş yoluna bakarsak; nefse acı gelen herşey ruhu güldürür ve ruhu güldüren herşey de nefsi ağlatır... Şimdi biz o kadar muazzam bir işkence içindeyiz ki, ruhun kurtuluşu gibi bir davada, –buradaki arkadaşları tenzih ediyorum; umumî görünüş itibarıyla, bedahetler hâlinde söylüyorum–, acı duyma ıstırabını bile unutmuşuz... İşkencenin şiddetine bakın!.. Sıkça verdiğim bir misâli burada tekrar edeyim: Okyanusta kayboluyor adam, ne tarafa gidecek?.. Bunun bir ıstırabı var; güneş tepeden yakıyor, açlık bir taraftan, susuzluk bir taraftan, yön yok, yol yok, pusula yok... Ve bunun korkusu içinde... Bir müddet sonra uyuşukluk başlıyor; açlığın getirdiği bitab düşme hâli... Bir müddet sonra dayanamıyor, deniz suyu içiyor ve çıldırıyor... Ondan sonra dünya güllük gülistanlık... Kendimizi suçlamayı bilelim: Nefsin kucağında o kadar rehavet içindeyiz ki, ruhumuz işkencede, işkence altında... Bize Cehennem’e giden yollar döşenmiş iken, bu statü uygulanırken... Kelimelere bazı şeyleri zedelememek için fazla yüklenmiyorum... Ama umurumda da değil, onu da söyleyeyim; “dinleyiciler”e –ispiyonculara– söylüyorum bunları... Evet, “dinleyiciler”in kim olduğunu biliyorsunuz değil mi? Umurumda da değil; kanun sınırını dikkate alırken, tavır konulacak yeri de bilmek lâzım... Yâni bir kısım ödlek ve ahmakların anladığı şekilde “kanun sınırlarına dikkat”, ihlâl etmeme gayesi değil, taktik bir davranış meselesi olarak bahis mevzuudur... Devam edebiliriz... Biz, içinde bulunduğumuz Kemalist rejimde, bu türlü bir işkence yaşıyoruz... Ve yine Necip Fazıl’ın bir sözünü aktarıyorum size:

— "Aslanlara atılan İsâ Peygamber’in havarileri, bugün bizim çektiğimiz işkenceyi çekmiş değillerdi... Biz, kendi ülkemizde bu hâle düştük; onlar ise yayılmaya çalışıyorlardı!”
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Dikkat ediyor musunuz?.. Ve biz o hâle geldik ki, acı duyma melekesini bile kaybettik... İşte en büyük işkence!.. Ondan sonra ötesi aslında bunun kadar mühim değil; üç sopa vurmuş bilmem ne... Bu dediğim çok daha mühim... Bizim bu dünya ile beraber öteki dünyamıza da kast ettiler, kast ediyorlar... Anlıyor musunuz işkencenin derecesini? Kendimizi doktorca acıtmayı bilelim...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
— "5 Kasım 1959 tarihinde Amerikalı Yarbay Morrison, Çankaya’daki Amerikan Klübü’nden çıkarak arabasına binmiş ve farlarının zayıf oluşu yüzünden toplu hâlde yürüyen erleri zamanında göremeyerek onlara çarpmış ve bazıları ağır olmak üzere onbir eri çiğneyerek yaralanmalarına sebebiyet vermiştir. Kaza 19-19.30 sıralarında olmuş, yaralılardan biri kaldırıldığı hastahânede ölmüştür. Türk makamlarının olaya el koymalarından sonra Amerikan makamları kaza sırasında Yarbay Morris’in görevli olduğunu iddia ve bununla alâkalı bir belge sunmuşlardır.”

Bunlar zaman içinde değişiyor, şudur, budur... Bu hâdiseyi şunun için aktarıyorum size: Tarih 1959... Dikkat edin: Biz, müslümanlar olarak, hiçbir zaman bu meselelere sahib olacak bir şuur belirtemedik... İşte fikir, işte ilim, işte bilmem ne mevzuu; bunlar bizim meselemiz değil mi?.. Burada adam bir suç işliyor, görev sırasında ve onunla ilgi içinde ise, vazifeli ise, bizim makamlar bakamıyor; vazifeli değil ise bizim makamlar bakacak, fakat ortada öyle bir keyfilik var ki, buradaki Amerikalı yetkili “o vazifelidir!” dedi mi, bizimki devreden çıkıyor... Ne vazifesi?.. Amerikan Klübü’nden çıkmış, sarhoş, farları bozuk, 11 tane eri çiğniyor, birini öldürüyor, “vazifelidir!” dediler, kurtuldu!.. Niye bu tip haksızlıklara karşı çıkamadık bu zamana kadar, müslüman olarak?.. Adeta bulunduğumuz evdeki eşyaya tahakkümümüzü o kadar kaybetmişiz ki, şurada hangi koltuk, hangi masa vardı, yerliyerinde mi, bizim mi, değil mi haberimiz yok... Milletlerarası hukuk olmadığını söyledim size; hukukçuların dikkatini çekiyorum... Misâl olarak söyleyeyim: İkili anlaşmalar falan bir takım davalar var, bu tip anlaşmalarda her zaman kuvvetli devletler kârlıdır, onların reyleri geçerlidir... Milletlerarası “karasuları meselesi”ne bakalım; biraz önce tedâilerden gideceğimi belirttim... Karasularını düşünün; sınırlarının arttırılıp, arttırılmamasını... Şimdi büyük devletler, karasuları sınırlarının dar tutulmasını istiyor, çünkü güçlü kuvvetli ve karasuları ne kadar dar olursa –ondan artan– uluslararası sular statüsündeki kısımlara rahatça girebilecek... Genel düzenlemelerde her zaman onların dediği oluyor; bunu da haber vereyim... Yavşak devletlere düşen iş, –haysiyetinize dokunuyorum–, sadece bunların kuvvet dengelerinin kesiştiği yerlerde sığıntı yaşayışlar... Hani “Filistin” filân diyoruz ya, işte bundan fazla birşey beklemeyin; bir takım kınamalar, resmî kınamalar, âdet yerini bulsun hesabı lâftan ibaret kınamalar... Zaten Filistin’de şurda burda olanlar, bizim adam olamadığımızdan oluyor.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Şimdi bir başka maskaralığa dikkat çekeyim... Afrika’da açlıktan kırılan insanların hâlini biliyorsunuz... Arkadan bir şarkıcı çıkıyor, bir takım yardım malzemeleri ve paralar topluyor; oldu Afrika halkına yardım... Burada insanca bir duygu var diyorsunuz değil mi? Şimdi o yardım toplanmasın demiyoruz... Dikkat edin, o yardım toplanmasın demiyoruz, ama işin hakikati şu:

— "Günümüze kadar hümanizm, ya dinin yerini alacak bir sistem olmuş veya herhangi bir dinin desteğini alarak varlığını korumuştur. Benim inancıma göre hümanizm, dinin güçlü olduğu devirlerde çok başarılı olmuştur!”

Dikkat ediyor musunuz?.. Bir Batılı’nın kitabından okuyorum bu “insancıllık” davasının mahiyetini... Dinin tabiî yapısında var insancıllık... Ve devam ediyor:

— "Dinsiz hümanizm veya zamanının inanışına karşı gelmiş olan hümanizm ise yıkıcı olmuştur; çünkü tahrip ettiği değerlerin yerine koyacak yeni bir sistem kurulamamıştır!”

Bu türlü hümanizme misâl de, şu homolara bakış şekli... Hani şimdilerde moda olan, onlara bir insanca(!) yaklaşım var ya; şefkatli!.. Niçin bu bahse temas ettiğim meselesine gelince: Biliyorsunuz ki, bugün dünyanın çeşitli yerlerinde, Filistin’de meydana gelen hâdiselerden dolayı bir takım kınama sesleri geliyor... Afrika’yı mahveden Batı, şimdi oraya dört kamyon yiyecek gönderince iyilik de onlara kalıyor yâ, o hesab... Fakat aslı şu: Benim evimdeki aşı kazanla götürüyor, arkasından bana kaşıkla veriyor... Oldu Afrika’ya yardım, Filistin’e arka çıkma.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Bu bakımdan, hümanistlik numaraları bir yana, işin aslında, Filistin’lilerin cesetleri üzerindeki parmak izlerinde Batı’yı, Batı’nın suçunu gördüğümüzü belirteyim... Bunu da delillendirmek istiyorum... Milletlerarası Hukuk’ta, “en ziyâde müsaadeye mazhar millet kaydı” diye bir bahis var; en ziyâde müsaadeye mazhar... Elimdeki ders kitabını yazan adam, biraz ilmî olayım diye çok karmakarışık etmiş hadiseyi; bu da bizim ilim adamı geçinen çevrenin zaafı... Ben size gayet basit olarak açıklayacağım... Şimdi iki tane devlet var; A ve B devleti... Bu iki devlet birbirleriyle anlaşma yapıyorlar ve maddelerden biri “en ziyâde müsaadeye mazhar” kaydını taşıyor... A, en ziyade müsaadeye mazhar millet diyelim... B devleti C devleti ile bir anlaşma yaptı ve C devletinin A devletinden fazla avantajları oldu; bu durumda A devleti C devletinin faydalandığı haklardan aynen faydalanıyor... Şimdi kitabtan takib edelim:

— "En ziyâde müsaadeye mazhar millet kaydının kökleri de Avrupa Kamu Hukuku’dur. Gerçekten de Avrupa’nın gelişmiş devletleri, çeşitli kıtaların çeşitli ülkeleri üzerinde hâkimiyetlerini kurmakla yetinmemişler, bunlar dışındaki ülkeleri ve milletleri de sömürmekte bir diğerinin arkasında kalmamak için, anlaşmalara “en ziyâde müsaadeye mazhar millet” kaydının konulması usûlünü getirmişlerdir.”

Bu meseleden önce birşey söyleyeyim size; anlaşmalara dış yüzünden bakmamanız için... Meselâ, Kanunî Sultan Süleyman Fransa’ya kapitülâsyonları verdiği zaman, bizim kuvvetli dönemimizdi, bize yarıyordu; sonra işler tersine dönünce aleyhimize oldu... Bunun gibi, “karşılıklı haklar” vesaire şeklindeki davalarda iş umumiyetle kuvvetlinin lehinedir; lehine olmadığı zaman zaten anlaşmaya yanaşmaz... Ve “en ziyâde müsaadeye mazhar millet” davası; bakın iş nasıl maskaralaşacak... Dikkat edin:

— "Amerika Birleşik Devletleri ile Fas arasında yapılan 1886 tarihli bir antlaşma vardır. Bu antlaşma “en ziyâde müsaadeye mazhar millet” kaydını kapsamaktadır. Bu kayda dayanan Amerika Birleşik Devletleri, Fas’ın diğer devletlerle yapmış bulunduğu antlaşmaların kapitülâsyon rejimi ile ilgili hükümlerinden faydalanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri ile Fransa arasında uyuşmazlık mevzuu, konsoloslara tanınan yargı yetkisidir. Fas’ın konsolosların yargı yetkisi mevzuunda tanımış olduğu en geniş haklar, 1856 Büyük Britanya ve 1861’de İspanya ile aktolunan antlaşmaları görülmekte ve Amerika Birleşik Devletleri en fazla müsaadeye mazhar millet kaydı gereğince bunlardan faydalanmaktadır...”

Kısaca şu... Bahsi onun için buraya getirdim... En ziyâde müsaadeye mazhar millet kaydından zaman içinde devletler rücû etmeye başlıyor; ben bıraktığıma göre tabiî olarak ona da bırakmak düşüyor... İki devlet arasında uyuşmazlık uzadığından ve çözülemediğinden, iş Milletlerarası Adalet Divanı’na geliyor, falan... Şimdi şu vahşî mantığa bakın, Amerikanın savunduğu teze:

— "Fas gibi memleketlerle yapılan antlaşmalarda en ziyâde müsaadeye mazhar millet kaydını çeşitli ilgili devletler arasında fark gözetilmeksizin eşit muamele yapılmasını sağlayan ve bunu sürdüren bir araçtan çok, bir metnin referanslarla kaleme alınması usûlü saymak gerekir.”

Bu karıştırılmış ifâdede, diplomatik nezaket veya diplomasi dili gibi sebeblerle doğrudan belirtilmeyip de dolaylı olarak belirtilen husus şu; diyor ki, “Fas gibi müslüman olan ülkelerle yapılan antlaşmalarda, en ziyâde müsaadeye mazhar millet kaydı, birinin bırakmasıyla bırakılmaz”... Yâni bu ne demek biliyor musunuz?.. “Sömürgeden sen çıktıysan ben de çıkacak değilim yâ!”... Anlatabildim mi?.. Sonra netice şu oldu, bu oldu; netice hiç mühim değil!.. Bu muhakemeyi anladınız mı? Mantıklarını anladınız mı?..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Şimdi Filistin davası... Filistin Kurtuluş Örgütü etrafında... Bir eserden okuyorum:

— "1947-1967 Haziran’ındaki 6 gün savaşına kadar Siyonizm’in siyasî saldırısı İsrail devlet yapısının Filistin topraklarına yerleşmesini sağlayarak, bu toprakların asıl sahibi olan halkı göçmen kamplarına sığınmak zorunda bıraktı. O vakitten beri bütün Yakın Doğu, fırtına bölgesine girmiş bulunuyor. Saldırı Mısır’ın kalbine yönelmişti... Fakat Filistin halkının uğradığı bir milli felâket, silâhlı bir milli kurtuluş hareketine yol açtı ki, bu hareket Arap milli hareketlerinin devrimci bir nitelik almasına öncülük etti.”

Burada bir incelik var: "Devrimci bir nitelik almasına öncülük etti”... Sizin de gayet rahat hatırlayacağınız hadiselerden bu; “solcu müslümanlarla, sağcı falanjistler bilmem ne yaptılar!”... Taarruz Batı’dan geldiği için, mücadelelerde İslâmî bir sistem anlayışı geliştirilemediği için, derhal Batı’ya reaksiyon hâlinde bir takım örgütler türüyor ve bunlar kendilerini ifâde çaresi olarak marksist örgüt... Size söyleyeyim, bunlar kaynakta marksist değillerdir; reaksiyon olarak marksisttirler... Aynı, Türkiye’de, İslâm’ı ırkçılıkla çorba ettikleri için, (Türk-İslâm sentezi kakavanlığı), bir takım adamların Doğu bölgesinde bir takım –rejimden kaynaklanan– haksızlıklara karşı olmak bakımından marksizme kaymaları gibi... İzâh edebiliyor muyum?.. Bugünkü Filistin hareketinde görünen odur; iş halk hareketine döndüğü zaman, köklerindeki İslâmî niyetler ortaya çıkıyor.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Anlattıklarımdan, fikir zaafı, dünyadaki müslümanların fikir zaafı kendiliğinden görünüyor... Daha önce de, Afganistan’da –Pakistan’da da olabilir– müslümanların, “müslüman marksistler” diye örgütlenmeleri gibi, bir sistem olmadığı ve hareketini bir sisteme dayayarak yürütmek zarureti bakımından, marksizme sığınmaları gibi... Şimdi bunun daha başka türlü şekilleri tezahür etti: Sovyetlerin işgalinden sonra (Afganistan’ı), bu sefer yine tam İslâmî bir hüviyet koyamamakla beraber, İslâmî niyetle ama yine pek ne istediğini, ne dediğini anlatamayan, savaşan insanlar... Biraz önce dikkat ettiyseniz, size bir söz söyledim; dedim ki, “dünyada size idealize edilecek ve gösterilebilecek bir örnek mevcut değil!”... Ve bugünkü genç adamın ıstırabının nerelerde olduğunu size resimde gösterdim: Bir yanda âlet (silâh), öbür yanda fikir... Ve bir harekette fikrin dozu düşmeye başladığı ândan itibaren, hareket kendi kendini gayeleştirince, mânâsızlaşır... Siz bu çileyi yaşamakla yükümlüsünüz... İzâh edebildim mi?.. Aynı ânda bir sürü işi gerçekleştirmek gibi bir zorluk altında, bir kahramanlık; bu, büyük kahramanlık... Bu yükün altına girmek büyük kahramanlık... Bu yükün altına girecek kahraman olmaya namzetsiniz!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Evet, bu, türlü boş hareketleri gösteren resim... Balon ve üzerinde Libya lideri Kaddafî’nin çehresi... Şimdi, dava, Kaddafî’yi kötülemek değil, mânâya dikkat çekmek ki şu: Fikir olmadığı zaman ne hâle düşüleceğinin en hazin örneklerinden biri bu bahistir... Petrolü satıyor, 200-300-500 parasını veriyor ve uçak alıyor... Ondan sonra, uçağı satan ülke buna yedek parça veya lâstiğini vermediği takdirde, şu kadar milyar gitti gürültüye... Yâni, sahte güç, kuru caka ne demek anlatabildim mi?.. Amerika’ya gûyâ kafa tutması filân hep bu temelsizlik içinde... Başka bir misâl: Adam öbürüne füze atmak için, sattığı petrolün parasını verip füze alıyor... Satan adam, işine geldiği yere kadar verir, işine gelmeyen yerde vermez... İran Şahı’na yaptıkları hâdise: Ortadoğu’nun en güçlü silâhları Şah’ta idi, fakat o kadar basit bir hile ki, orada uçağın değişmesi gereken cıvatası yollanmasa, gitti gürültüye... Bunları şunun için söylüyorum; insanları bir takım hareketlere yöneltirken, orada vasıtalar gayenin yerini alıyor ve iş gide gide top peşindeki insanların birbirini taşlaması gibi bir mânâsızlığa dönüyor... İzâh edebiliyor muyum?.. Gücü idealize ederken, eğer dış oluşu iç oluş destekleriyle beslemediğiniz takdirde olabilecek olan budur... “Jeni”den gelmek lâzım, sistemden gelmek lâzım, fikirden gelmek lâzım, bunun için de şuurlu olarak bunun ıstırabına girmek lâzım; düşünen, taşınan, arayan, çırpınan, yırtınan insan tipi... Anladınız; gücü idealize ederken bir takım Patrona Halil davranışlarını idealize etmiyorum... Ve deminki sözümü destekleyen, Batı karşısında marksizmi seçiş bahsine misâl:

— "Meselelerimizin büyüklüğünü kavramanızı istiyoruz; çünkü biz, kökleri Avrupa’da 20. yüzyılda emperyalist hareketinin tâ göbeğinde bulunan bir siyonist örgütle boğuşmaktayız. Şimdi siyonizm, emperyalizmin en saldırgan bir şekline bürünmüştür. Başlıca amacı bir halkı, bir memleketten tamamıyla söküp atarak yerine başka bir halkı yerleştirmektir...”

Sözüme çok dikkat edin; "Siyonizmin saldırısının ahlâkî sorumluluk bakımından Nazi cinayetlerini gölgede bıraktığını” belirten, bizzat tarihçi Toynbee... Bizde ne oldu? İsrail’li askerlerin Filistin’li gençlerin kemiklerini taşlarla kırması televizyonda üç gün gösterildikten sonra, halkımızda yükselen tansiyonu pörsütmek için öbür kanalda “Yahudiye yapılan zulüm” diye film gösterdiler... O namussuz gazetenin “irtica hortluyor!” diye yayını...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Şunu da haber vereyim size: 1956-1957 tarihlerinde Amerika’nın Türkiye’de bulunan bir görevlisinin verdiği rapor var, onda diyor ki, “Tükiye’de artık Amerikan politikası doğrultusunda hareket edecek olan Amerikan tipi politikacı yetişmiştir, dışarıdan müdahaleye lüzum kalmamıştır!”... Anlatabildim mi arkadaşlar?.. Ve bugünkü politikacı tipini biliyorsunuz; gönüllü Amerikan uşakları... Ve bizim müslümanları tavlamaları çok kolay; adam iki kere camiye girdi mi, “namazında niyazında da, sakalı da var da” bilmem ne... “Amerikan politikası doğrultusunda hareket edecek politikacı tipi yetişmiştir, artık müdahaleye luzüm yoktur” diyor adam; biz kendi kendimize yetiyoruz... Politikacı tiplerine bakın yeter!..

Bütün bunların tabiî neticesi olarak, gençler kendilerini nerede arıyor; sokak çeteleri, liselilerden çeteler, bilmem ne... İzâh edebiliyor muyum?..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Şimdi dikkat... Ben, Allah rızası için uğraşırken öldürülürüm; şehidim... Bir de kumar kavgasında öldürülürüm; gitti gürültüye... Ne oluyor?.. İş öldürmede, öldürülme fiilinde değil, niyette... “Dava fiilde değil, niyette” diyorum; öyleyse “herhangi bir bahane altında” öldürülen her insan murdar gitmiştir... Yâni, “emir kulu” bilmem ne diye bu rejimi korurken filân... Allah’ın emir kulu ol!.. Size bir inceliği söyleyeyim: Bir müslümana, müslüman olduğu için saldıran adam, kâfirdir!.. Emir kuluymuş; insanda bir mukavemet payı olur... Anlatabildim mi?.. Ben, emir kulunu bilmiyorum, Allah’ın emrini ve O’nun kulu olmayı biliyorum, tanıyorum!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
bir müslümana müslüman olduğu için saldıran adam KAFİRDİR...S MİRZABEYOĞLU..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Evet... Buradan okudum, görüyorsunuz; "Siyonizmin saldırısı ahlâkî sorumluluk bakımından Nazi cinayetlerini gölgede bırakmıştır” diyor... Düşünün ki, böyle vicdanını fıkırdatmış hâdiseler... İnsanda bu “vicdan” denen meleke var ya, zerre kadar da olsa, ne olursa olsun bir yer gelir, o hâl insanı müteessir edebilir... Ve işte bu çerçeve içinde, Filistin’e ilk yerleşen Yahudiler’den birinin orada yapılanlar karşısında duyduğu teessürü ifâde eden bir mektup... Nathan Chofshi’nin 1959 Şubat ayında News Jewish News-letter gazetesi başyazarına gönderdiği mektuptan:

— "Olup bitenleri size ancak biz, Filistin’de yerleşmiş olan eski Yahudiler anlatabiliriz; savaşın şahitleri olarak biz Yahudilerin, Arapları köylerinden, şehirlerinden ayrılmaya nasıl zorladığımızı ancak biz söyleyebiliriz size. Bazıları silâh kuvvetiyle uzaklaştırıldı; bazılarını da aldatarak, yalanla, boş vaadlerle kandırarak topraklarından ayırdık. Arapların bu şekilde terk ettiği yerlere örnek olarak Yafa’yı, Lida’yı, Akra’yı gösterebiliriz... Burada, toprakları üzerinde 1300 yıl yaşamış Arap halkı var; şimdi biz geldik, bu Arapları zavallı göçmenler hâline getirdik. Bu yetmiyormuş gibi hâlâ onlara iftira etmeğe, şaşırtmaya, adlarını kirletmeğe cesaret ediyoruz. Yaptığımızdan utanıp yerin dibine geçecek yerde ve yaptığımız kötülüğün etkisini gidermek için birşeyler yapacağımıza, bu zavallı göçmenlere yardım edeceğimize, korkunç hareketlerimizden keyif duyuyor ve hattâ bununla övünüyoruz!”
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt