Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

FİLİSTİN ve İŞKENCE..Salih MİRZABEYOĞLU.. (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İŞKENCE VE FİLİSTİN MESELESİ

Salih Mirzabeyoğlu


kmndn9.jpg



Karşımda, büyük İslâm inkılâbını gerçekleştirecek ve topyekun insanlığa yaşanmaya değer hayatın ne olduğunu gösterecek sahici insan soyunun öncü kolunu görüyorum... Ve Ankara’daki arkadaşlara da söylediğim gibi, her birinizi İslâm’a muhatab anlayış davasının ulvî aşısını taşıyanlara hasredilmesi gereken bir aşkla selâmlıyorum!..

Sizi böyle selâmlıyorum ya, sakın bir mübalâğa üslubu içinde sizi pohpohlayıp peşinen takdirinizi devşirmeye çalıştığımı sanmayın; tam tersi, söyleyeceğim şeylerle belki canınızı yakacağım! Ve geniş bir zaman içinde netice şuraya varacak: Ben yanılmışsam, ben değil, kendisinde bu ümidi vehmettiren utansın! Şimdi soruyorum ve hep bir ağızdan cevap bekliyorum: Beni utandırmayacaksınız değil mi?..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Burada bulunan topluluğu kastederek belirttiğim tipi çizgiye dökünce, resimde de görüldüğü gibi(*) dörtbir yanı kolaçan eden gerçek bir genç tipi çıkıyor ortaya:

"Tırnağı, en yırtıcı hayvanın pençesinden,

Daha keskin eliyle, başını ensesinden,

Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına;

Yerleştirse başını, iki diz kapağına,

Soruverse: Ben neyim ve bu hâl neyin nesi?

Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi!”
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Demek oluyor ki, sizde işaretlediğim hususiyet, “olunması gereken” şahsiyet tipi, kâinat çapında bir ağırlığı omuzlarınıza yıkıyor... İnsan bazen olanı değil, olmasını arzu ettiğini söyler ya; her biriniz tek tek, ölçülendirdiğim hususiyete göre nesiniz, kendinizi nisbet ediniz... Allah ve Resulü aşkıyla, Hazret-i Ebubekir’in "ağlayan ağlasın, ağlayamayan da ağlar gibi dursun!” hikmeti çerçevesinde, bu yükün altına kahramanca girmek lâzım... Ağlar gibi durmak; riyâ ve taklit üslûbu değil, niyet ve kasıt... Evvelâ bunu şuurlaştıralım... Evvelâ hâlisle sahteyi, doğruyla yanlışı, iyiyle kötüyü, güzelle çirkini birbirinden ayırıcı olmak gereğini şuurlaştıralım.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
AŞLAYAN AĞLASIN..AĞLAYAMAYAN DA AĞLAR GİBİ DURSUN..S Mirzabeyoğlu..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Böyle bir şuurun oluştuğu yerde, her meselede, her yerde asıl ile taklit, mümin gözlere görünür... Üstadım’ın bir sözünü hatırlıyorum, der ki, “adamın bir hâli vardır ki, bellidir; iş gelir gelir, taklit imkânı olmayan bir yere varır!”... Sahici muhasebe mevzuunda beni, Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli nefs murakabesini gerçekleştirmek bakımından numune kabul edebilirsiniz.. NFK... Aşina olduğunuz bir söz ama... Nasıl ki, şer’i hükümleri bilmek itikadın aynı değil ise, belirtilmiş bir hakikate yaklaşırken, hakikatin, onu muhasebe ve muhakeme eden namına görünen yanı var... Biraz sonra yeri gelecek: Dipsiz kiler boş ambar kuru kuru övünme değil, hakikate yaklaşma tavrını işaretlerken, kendindeki kıymeti büyüğünden göstermenin büyüklüğünü belirtme durumundayım... “O, onu dedi, bu bunu dedi” gibi mahalle dedikodusu değil, “delâil-i hâl”; hâl delilleri, hâlin delil olması.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Mevzuumuzun terkibî noktasını da böylece göstermiş oluyoruz; delâil-i hâl... Aranızdaki hukukçuların dikkatini çekiyorum, İslâm hukukunda mühim bir meseledir... İşkence ve Filistin meselesi üzerinde dururken, tabiî olarak işin bir yönü hukukî... Delâil-i hâl davası anlaşıldıysa, bedahet davası da anlaşılıyor demektir; bu da, bu konuşmada takib edeceğimiz usûl..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Bugünkü genç adamın çekmesi gereken ıstırabı, –davasını eşya ve hadiselere nakşetme ıstırabını yaşayan için söylüyorum–, bir bedahet hâlinde şu resme tercüme ettirebiliriz; bir yanda âlet, bir yanda düşünce... Bu iki uç arasında, iki yoldan Allah ve Resûlü davasında can verme liyakâtine erecek... Bir yandan topyekûn dünya irfan yemişine el atmanın çetinliğini yaşayacak ve arayacak, diğer yandan gücünü (eylem için gerekli şartları) temin edecek. Bunun temel ilke alınmasını kabul ettikten sonra, mizaç hususiyetlerine nisbetle sayısız işbölümü... Hemen söyleyeyim: Bu mevzuda dünyada size gösterilebilecek ve idealize edilecek hiçbir örnek yoktur!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Fikir ve âlet arasındaki münasebet sırrını, yâni âleti fikre tâbî etme sırrını doğrudan doğruya kendi oluşunuza tatbik ederseniz, “bağlılıkta kendini ortaya koymak” gibi bir durumda olduğunuzu anlarsınız... Bizde bugüne kadar olan, ya evvelkini iptâl veya sahte tedâîlerle münasebet kurmadır; oysa iş nisbette... Çok ince bir dava: Semersiz eşeğin başıboş dolaşması veya koyun sürüsü topluluğu yerine, şahsiyetler topluluğu... Zaten İslâm, çerçevelediği ölçülerle insana, bağlılıkta kendini ortaya koymanın hudutsuz yolunu açan rejim. Hayatta iş işe, adam adama, mesele meseleye bağlı... Bunun iç yüzü var, dış yüzü var, içtimâî mânâsı, siyasî mânâsı var.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Size bunları söylerken, içime bir tatsızlık hissi çöküyor... Niçin?.. Söyleyeyim: Bizde büyük meseleler, eski eşya deposundaki sandıkta kilitli kalmış... Toplumumuzda bir düşünce geleneği yok... Bu yüzden de dışın dış yüzünden fikirler ve günübirlik lâflar, arz ve talep piyasasını oluşturuyor. Bir hayatı kahramanca yaşamak, sonra dönüp bir de kahramanca yaşamanın ne olduğunu bu piyasaya anlatmaya kalkmak, ne acı, ne acıklı, ne gülünç bir hâl!.. Üstadım bir "Noktalama"sında şöyle diyor:

— "Bu ne hâzin mesafe iki ten arasında, / Bir hâli anlatanla dinleyen arasında.”
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Böyle bir vasatta olan şu, Üstadım’ın “ey genç adam neredeysen gel!” çığlığından misâl vereyim; öbürü dönüyor, “ey genç adam neredeysen gel!”, sonra öbürü, sonra öbürü, bir tekerlemedir gidiyor... Şimdi benim “kalk!” diye hitabettiğim adam, papağan gibi “kalk!” diyor, sonra onun arkasındaki... Ben “kalk!” dediğime göre, kalk; kalkamıyorsan, niye kalkamadığının izâhını yap, kalkabilmenin şartlarını temine çalış... Sizin nesliniz kendini ifâde etmek mecburiyetinde; her neslin bir ifâde şekli var... İşte GÖLGE, muazzam bir örnek... O militan tavır arkasından, bugüne kadar bir sürü palavradan kopyacı. Size çok güzel bir misâl: Meşhur Charlie Chaplin, birgün bir dostunun yanında arya söylüyor... Dostu diyor ki, “ben senin az çok keman çaldığını, piyano tıngırdattığını biliyorum; ama böyle güzel arya söylediğini bilmiyordum; nasıl yapıyorsun bu işi?”... Charlie Chaplin (Şarlo), cevap veriyor:

— "Çok kolay, bir büyük sanatkârı taklit ediyorum!”
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İşte “taklit” ile, asıl ve şahsiyetin soyluluk farkı!.. İçime çöken tatsızlık hissinin sebebini anlatabildim mi?.. Anlatamadıysam, başından aşağı bir kova fikir suyu döküp de saçının tek telini ıslanmamış gördüğüm adamdaki tersine harikada benim suçum yok!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Kaba mânâsıyla “işkence”, biliyorsunuz ki fizikî acı verme... Sırasında ruhî acı daha fena... Size canınızı acıtabileceğimi söylemiştim; ama bizimki, operatör neşteri ile katil bıçağı arasındaki farkı yaşatır bir yerde, şifâ dağıtır operatör neşteri... Nefs ağlarken ruh güler, ten ağlarken ruh güler; ruhun kurtuluşu için, nefs nuhasebesi, bunun işkencesi!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
NEFS AĞLARKEN RUH GÜLER..TEN AĞLARKEN RUH GÜLER..S Mirzabeyoğlu..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Arya" derken, iş müzik bahsine geldi... Konuşmamdan önce dinlediğiniz “pan fülüt”, yeri gelince vesile kılınarak mesele konuşulacak bir niyete dayalı tertib idi... Üstadım, bir velîden naklettiği sözle, “zifirî karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik” ifâdesini kullanıyor... Şimdi özellikle hukukçular dikkat etsin... Tolstoy’un "Kroyçer Sonat" isimli romanındaki bir kahraman şöyle diyor:

— "Nasıl ki bir adamı hipnotize ederek ona cinayet işletmek suç ise, kötü müziğe müsaade etmek niçin suç değil?”
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İnsana belirsiz bir şekilde tesir edişinden müziğin... Büyük Doğu nizâmında radyo ve televizyondan Kur’ân’a aykırı tek nefes çıkamayacağına göre, güzeli çirkinden tefrik edici estetik idrakından ne haber?.. Ölçüyü biliyorsunuz: “Allah güzeldir, güzeli sever!”... Ama kaba ve ahmak, bunu şuurlaştıracağı yerde, işin iptaline gider ve “İslâm’da müzik yoktur!” der, kestirir atar... İşte şimdi buna benzer bayılacağınız bir kaba mantık örneği vereyim:

— "Bu köpek bir babadır... Bu köpek o adamındır... Öyleyse bu köpek o adamın babasıdır!”

Bu, dışyüz mantığının saçmalamasına bir misâldir... Kaba saba hüküm kesmeler ve ahmakların beslendiği yer bu noktalardır!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Konferansın buraya kadar olan kısmını, size, kasden kâğıttan okudum... Çünkü en büyük zaafımız başlamak ve sonunu nasıl getireceğini bilememek... Baştan belirli bir plâna bağladığımı göstermek ve mazerete sığınmamak için... Size olan saygımı, mühimsediğimi göstermek için yazdım. İrticalen yapılan konuşmanın kıymeti ayrı; bir samimi havası var... Şimdi rahatça, çıkacak görüntüye nisbetle konuşabiliriz... Ancak şuna dikkatinizi çekeyim: Konuşmada parlak ifâdeden çok fikre dikkat ediniz...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Şimdi işkence davasına girebiliriz... Bizim tatbik ettiğimiz işkence, doğrudan doğruya “nefs ağlarken, ruh güler; ten ağlarken ruh güler” hikmeti içinde... Biz sizi bir yükün altına sokmaya çalışıyoruz, sizi acıtmaya çalışıyoruz; ruh kurtulsun, ruh gülsün diye... Bunun muhasebesi, muhakemesi gerçekleşsin diye.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İşkence... Kaba mânâsıyla işkence, herkesin bildiği gibi –tarifte hamaratlığa lüzum yok–, fizikî acı tatbikidir; bu fizikî acının dışında, sırasında ondan daha acı olan ruhî acı olabilir, şudur, budur... Bunu hukukî bahis olarak mahsus aldım. Biraz sonra Filistin mevzuuna girilince görüleceği gibi, işin hukuku ilgilendiren, Milletlerarası Hukuk’u ilgilendiren bir takım yönleri var. Konuşmamın başından beri geldiğim hususlar ise, bahisleri değerlendirebilmek için gerekli olan unsurlar idi, sizi tekrar ikaz ediyorum.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
"Millet emrinde meclis, meclis emrinde hükümet, hükümet emrinde icra"... Bir devletin tabiî mantığı budur. “Tersine devlet ehramı” tesbitini hatırlıyorsunuz; Üstadım’ın belirttiği “tersine devlet ehramı”... Şöyle oluyor: İcra, âdeta icraya tâbî hükümet, hükümete tâbî meclis –sürü!– ve meclise tâbî millet... Bu çerçeve içinde baktığınız zaman, işkence davasında gayet gülünç neticeler ortaya çıkıyor. “Tersine devlet ehramı” tesbiti ile bakarsanız, icra, icranın keyfiliği, kendi üst makamına, kendi üst makamının bağlandığı yere, hükümete, meclise ve millete dolaylı yoldan tahakkümü ifâdelendirir. Bu mânâda da bizde garib birşey var; işkence iddialarından bahsedildiği yerde, işkencenin olmadığını hükümet mensubları söylüyor!.. Adam, işkencecinin kendi tepesine binmiş olduğunun farkında değil mânâ olarak!.. İzâh edebiliyor muyum? Burada hukukçuların özellikle bu matraklığa dikkatlerini toplamak istiyorum; işkencenin olup olmadığının müdafaasını yapmaktan ziyade, o vak’anın hukukî mânâda kendi tepesine binmek olduğunu anlayacak... Tersine devlet ehramı... Anlatabildim mi?.. Ve ortaya şöyle bir mesele çıkıyor: Eğer ben, “şu, şu, şu fiilleri gerçekleştiren adama, şu şekilde bir işkence tatbik edilebilir” diyen bir kanun maddesine göre hareket etsem, böyle bir kanun maddesi olduğu takdirde, yapılan işkence –dikkat edin, mesele konuşuyoruz–, hukuka uygundur... Burada ortaya bir matraklık çıkıyor; adam bir taraftan işkenceye karşı olduğunu söylüyor, –işkence hem yasak–, diğer taraftan da işkence davasının üstüne gitmiyor. Biraz önce, usûlümüzün bedahetlerle olduğunu söyledim... Şimdi hemen soruyorum size:

— "Türkiye’de işkence var mı, yok mu?”

Hemen cevab verin!.. ("Var, var!" sesleri)... Bu apaçık bir şekilde herkesin bildiği birşey... Ve adam utanmadan diyor ki:

— "Eğer işkence gören varsa isbat etsin!”

İsbatlılar bir yana, biz de şöyle diyelim onlara:

— "İsbat edilemez işkence nasıl yapılırmış, gel ben sana göstereyim!”
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Burada bir namussuzluk çıkıyor ortaya: Adam balkona oturduktan sonra, aşağıdaki insanları bir obje, bir eşya gibi görüyor... Onun için aşağıdaki insanların bir kedi-köpek ölüsünden farkı yok!.. Adeta Roma’daki gladyatörlerin arenadaki boğuşmalarını kuruldukları koltuklardan seyreden adamlar gibi!.. Anlatabiliyor muyum?..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt