Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Esma-ül Hüsna Ramazan Boyu (1 Kullanıcı)

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 14. Gün

Esma-ül Hüsna 14. Gün


Esma-ül Hüsna 14. Gün
elvedudde0.jpg


EL-VEDÜD

"Sonsuz muhabbete, yegâne lâyık olan."

"Mahlukatını seven ve onların hayrını isteyen."

“İyi kullarını seven, onları rahmet ve rızasına erdiren.

" (Rabbin), ilk olarak yaratan ve tekrar diriltendir. O, Gafur ve Vedûd'dur." [Bürûc: 85/14.]

Bir hadis-i kutside, "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim ve mahlukatı yarattım" buyrulur. Nur Müellifi, "Muhabbet bu kâinatın bir sebeb-i vücududur" buyurmakla bu hakikate işaret eder. Yani, Cenâb-ı Hak, isimlerinin tecelli etmesini murat etmiş ve bu âlemi yaratmıştır.

Muhyiddin Arabî Hazretleri, "Rahmetim gazabımı geçti" hadis-i kutsisini şöyle tefsir ve tevil eder:

"ALLAH, dileseydî bütün isimlerini tecellisiz bırakırdı. Zâtı, bütün bu tecellilerden ganidir, yani O'nun o mukaddes zâtı, hiçbir ismin tecellisine muhtaç değildir. Ama o isimler tecelli etmek ve eserlerini göstermek isterler. İşte Cenâb-ı Hak, esmayı hüsnasına rahmetle nazar etmiş, onları tecellisiz bırakmamak için bu âlemi yaratmıştır."

Kendi isimlerini, idrakinden aciz olduğumuz mukaddes bir muhabbetle seven ALLAH, onların tecellisine hizmet eden şu mahlukatını da sever.

İşte bu sevgi, bu merhamet Vedûd isminden gelmektedir.

ALLAH her bir eserini sevmekle birlikte, bu sevgi ve merhametin odak noktası, en mükemmel eser olan insandır, çünkü, bütün ilâhî isimlerin aynası, tecelligâhı odur.

ALLAH'a inanan, ilâhî isimleri okuyan, onların tecellilerinden azamî ölçüde istifade etmeye çalışan mü'minler, arif ve âlim zâtlar, ALLAH'ın muhabbetine daha fazla mazhar olurlar. Onların, en mümtaz vasıfları, kalplerinde ALLAH sevgisinin hâkim olmasıdır.

Bir kulun kalbi, ilâhî muhabbetle ne ölçüde dolup taşarsa, ALLAH da o kulunu diğer kullarına nisbetle o kadar fazla sever. O bahtiyar kul, böylece Vedûd ismine parlak bir ayna olur.

Nur Külliyatından, harika bir tespit:

"İnsan, kâinatın en cami' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir." [Sözler.]

Bu ism-i şerif için kaydettiğimiz mânâlardan birisi, mahlukatını seven ve onların hayrını isteyen’, şeklinde idi. Bu mânâya göre,
bir kul diğer insanlara ve hatta hayvanlara ve bitkilere, rahmet nazarıyla baktığı, onları ALLAH namına sevdiği ve onlara yardım ettiği ölçüde Vedûd isminden ayrı bir feyiz alır


elmecidid4.jpg

EL-MECÎD

“Zâtı mukaddes, şânı yüce, keremi ve ihsanı bol olan."

“(ALLAH) yüce arşın sahibidir; Mecid'dir." [Bürûc: 85/15.]

ALLAH'ın şanı yüce olduğu gibi, ihsan ve yardımı da son derece boldur. Demek oluyor ki, bu mübarek isimde her iki sıfat birden ifade edilmektedir.

"Elbette, Rabbimizin şânı yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk." [Cin: 72/3.]

âyet-i kerîmesinde, Mecîd isminin 'şânı yüce' mânâsı ağırlıklıdır ve ALLAH'ın çocuk ve eş edinmekten münezzeh ve yüce olduğuna dikkat çekilir.

"...ALLAH'ın emrine mi şaşıyorsun? ALLAH'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir, ey ev halkı şüphesiz O, övülmeye lâyık olandır, Mecîd'dir." [Hud: 11/73.]

âyetinde ise, ihsan ve yardım mânâsı nazara verilir.

ALLAH, razı olduğu kullarının da şânını yüceltir ve onlara bol ihsanlarda bulunur.

Bu şereften daha çok pay almak isteyen bir kul, ihlâs, takva ve salih amel vadilerinde ilerlemeğe çalışmalı, ayrıca ALLAH'a çok hamd etmeli ve O'nun ihsanlarını sıkça hatırlayıp çokça ilan etmelidir.

elbaisto9.jpg


EL-BÂİS

"Kıyametten sonra ölüleri tekrar dirilten."

"Peygamber gönderen; ölü kalpleri hidayetle dirilten."

“Nasıl oluyor da ALLAH'ı inkâr ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti;

sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na döndürüleceksiniz." [Bakara: 2/28.]

Bâis ismi için imam Gazâlî Hazretleri, "ikinci bir inşa ile ölüleri dirilten" mânâsı verir. Bu mânâ, aklımıza şöyle bir tefekkür levhası açar:

Ölü elementleri bir araya getirip insan bedeni haline koyan ALLAH, ruhun bedenden ayrılmasıyla ölümü tattırdığı insana, ahiret âlemine münasip bir ceset giydirerek, yeniden dirilişi tattıracak ve böylece insan, Cennet yahut Cehennemle son bulacak olan ikinci bir yolculuğa başlamış olacaktır.

Ruhun hayatı devamlıdır. Bedenden ayrılması, onun hayatında bir noksanlık meydana getirmez. Buna göre, Bâis ismine, 'ölüleri dirilten' diye mânâ verdiğimizde, cesetlerin yeniden hayata kavuşmasını kastederiz.

ALLAH, akıllara durgunluk veren diriliş mucizesiyle, Bâis ismini tecelli ettirecektir.

Ba's, yani öldükten sonra diriliş, gerçekte 'kabir âleminden mahşere çıkış' demektir. Doğum, ana rahminden dünyaya gelişin ismi, ölüm dünyadan kabre göçüşün ismi olduğu gibi, ba's da kabirden mahşere çıkışın ismidir.

Gerçekte, ömrümüzün her safhası bir diriliştir. Ana rahminde nutfeden alâka safhasına geçen bir beden için, nutfe safhası ölmüş, yeni bir devre başlamıştır. Tavırdan tavıra geçerek dokuz ay devam eden bu yolculuk, dünyaya çıkışla yeni bir devreye girer.

Ölümle bu safhaya son verildiği gibi, ba's ile de kabir hayatı son bulur. Yani, "ba's" kabir hayatının sona ermesi, mahşer ve hesap safhasının ise başlaması demektir.

Buna göre, Bâis ismine, "Kabir alemindeki ruhların bir anda ceset giyerek ahiret âlemine doğuşları, haşir meydanına çıkışları" şeklinde mânâ verebiliriz.

Dirilişle ilgili bir âyet-i kerîme:

"İnsan der ki: Ben öldüğüm zaman mı tekrar diri olarak çıkarılacağım? insan hiç düşünmez mi ki, kendisi önceden hiçbir şey değilken biz yarattık onu." [Meryem: 19//66-67.]

Ve bir hadis-i şerif:

"Şuna da taaccüb olunur ki, her gün, her gece ölüp dirilip dururken ba'si ve nüşûru inkâr eder."

Nur Külliyatında, uyku için 'mevtin (ölümün) küçük kardeşi' denilir. İnsan, his dünyasının şu âlemden çekilmesiyle uykuya geçmiş olur ve kendisine bir başka âlemin kapısı açılır. Artık aynı hisler, bu yeni âlemde vazife görürler.

Rüyasında bir şeyler görüp işitirken, gözleri kapalıdır ve kulağı yanındaki konuşmaları işitemez haldedir.

İşte bu hal, ölüme ve kabir hayatına çok güzel bir misaldir.

Uyanma hadisesiyle, his dünyası yeniden dünya hayatıyla ilgilenmeye başlar; bu ise dirilmeye en güzel bir misaldir.

Demek oluyor ki, ALLAH Resulünün(a.s.m.)hadis-i şeriflerinde beyan ettikleri gibi, insan her gün hem ölümün hem de dirilmenin misallerini yaşar.

Böyle bir insanın dirilişi inkâr etmesi, gerçekten hayreti muciptir.

 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 15. Gün ...

Esma-ül Hüsna 15. Gün ...

Esma-ül Hüsna 15. Gün

eehidqa7.jpg


EŞ-ŞEHÎD

"Bilinenin ve bilinmeyenin şahidi."

"Her mekân ve zamanda hâzır ve nazır."

De kî: "Benimle aranızda Şehîd (şahid) olarak ALLAH yeter; şüphesiz O, Habîr'dir, Basîr'dir." [İsrâ: 17/96.]

Şehîd, kelime manâsıyla, 'en ileri derecede şahit,' 'en büyük şahit' mânâsına gelir. Elbette ALLAH'ın şahitliği mahlukatın şahitliğine benzemez. Çünkü kullar, başkası tarafından yapılan bir işe, dışardan nazar eder ve böylece o hadisenin şahidi olurlar. ALLAH ise o hadisenin bütün safhalarını bizzat yaratandır.

Hayır ve şerrin ALLAH'tan olduğu, imanın bir rüknüdür. Yani, bir iş, hayır olsun, şer olsun onu ancak ALLAH yaratır. Zira, O'ndan başka yaratıcı yoktur.

Güzelbir cümleyi dudaklardan döken O olduğu gibi, kötü sözü de ağızda yaratan yine O'dur.

Kişi hayra ve şerre sadece istek gösterir, bunlardan birisine meyleder ve iradesini o yönde kullanır. Bunun ötesinde, her şeyi yaratan ALLAH'tır.

Ve ALLAH, hayır olsun şer olsun, gizli olsun açık olsun her şeyin Şehîd'i, en büyük şahididir.

İmam Gazâlî Hazretleri, Şehîd ismine Alîm mânâsı verdikten sonra şu açıklamada bulunur:

"ALLAH Alîm'dir. Bu bilme keyfiyeti, gaybî ve batınî şeylere izafe edildiğinde ALLAH Habîr'dir. Zahirî şeylere izafe edildiğinde ise ALLAH Şehîd'dir."

Bu ismin mü'minin ruhunda derin tesirleri vardır. Her şeyin Şehîd'i olan ALLAH'a iman eden insan, hiçbir şeyin O'ndan gizli kalamayacağının şuuru içinde, daima güzel işler yapmaya doğru söylemeye, takva dairesinde yaşamaya çalışır.

Öte yandan, insan, kâinatı hikmet ve ibret nazarıyla temaşa etmekle ilâhî sıfatların ve isimlerin tecellilerine şahit olur. Mahlukatın bir emir altında ve hikmetle hareket ettiklerini görür. Böylece, nefsini emir dinlemeye alıştırır. Kalbini ve aklını gereksiz ve zararlı şeylerden uzak tutmaya çalışır.

elhakbg5.jpg


EL-HAKK

“Zâtı vacip olup, varlığı gerçek olan.”

"Değişmekten münezzeh olan."

“Zâtı ile kaim, vacip ve değişmez olan.”

“...Şüphesiz ALLAH, O, Hak olandır ve şüphesiz O'nun dışında taptıkları (tanrılar) ise, bâtıldır..." [Lokman: 31/30]

Hak, şöyle tarif ediliyor: "Hak, inkârı caiz olmayan sabite denir." Verilen bir hüküm vakıa, yani gerçeğe uygunsa o hüküm haktır ve sabittir. Bunun inkârı caiz değildir.

Hak isminin en yaygın mânâsı, 'değişmekten münezzeh'tir. ALLAH'ın zâtı gibi sıfatları da haktır, bunlar için bir değişme sözkonusu olamaz.

ALLAH, Kadîm'dir evveli yoktur. Bu daima böyledir, bu hakikatte bir değişme düşünülemez.

ALLAH Bâkî'dir, âhiri yoktur; bunda da bir değişme sözkonusu olamaz.

ALLAH, mutlak ilim sahibidir, bu ilimde ne artma tasavvur edilebilir, ne de eksilme.

Vahdet sıfatı ve bunun neticesi olan tevhid inancı haktır ve onun hakkaniyeti daimîdir; onda bir değişme düşünülemez.

Sübutî ve Selbî bütün sıfatlar için de aynı şeyler söylenir. Ve bu değişmez sıfatların sahibi olan ALLAH'ın, Mukaddes zâtında da bir değişmenin olamayacağı bilinir.

Hak isminin tecellilerini, çepeçevre sarılı olduğumuz 'gerçekler' dünyasında bir derece seyredebiliriz.

Meselâ, Dünyanın Güneş etrafında döndüğünü söyleyen bir insan, hakkı ifade etmiş olur. Çünkü bu hüküm gerçektir, vakıa uygundur. Bunun aksini iddia edenler ise bâtıl bîr fikre sapmış olurlar.

Fizik alemindeki bütün değişmez kanunlar, Hak isminden bir tecelli taşırlar.

Aynı şekilde, bir insan, ALLAH'a 'ilâhî fermanın bildirdiği gibi' inanıyorsa, bu inancı haktır. Bunun dışındaki inançlar bâtıldır; çünkü hakikate zıttırlar.

Hak ismini yâd eden bir insan, bütün varlık âleminin durmadan değiştiğini görür ve kalbini değişmekten münezzeh olan ALLAH'a bağlar.

Hak dine yönelen bir insan, onun dışındaki bütün bâtıl telakkilerin kul yapısı olduğunu ve bunların da değişmekten kendini kurtaramadığını yakînen bilir ve bâtıl inançlara gönlünü kaptırmaz.


elvekilhv1.jpg


EL-VEKİL

"Yaratıkların bütün işlerine kefil olan."

"İşlerini kendisine bırakanların, isteklerini en iyi şekilde yerine getiren."

"Kendisine tevekkül edilen."

“...ALLAH, karanlıklarda kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve ALLAH'a tevekkül et. Vekîl olarak ALLAH yeter."
[Nisâ: 4/81.]

Bir işi kendi başına yapmaya güç yetiremeyenler, onu bir vekile havale ederler.

Kâinata bu mânâda nazar ettiğimizde, herkesin ve her şeyin hemen bütün işlerini, mutlak Vekîl olan ALLAH'a bıraktıklarını görürüz.

Bütün bitkiler âleminin, baharın gelmesi konusunda vekilleri ancak ALLAH'tır. Bîr milyondan fazla hayvan türünün, o rakamlara sığmaz fertlerinin tümünün, rızık konusunda vekilleri yine ALLAH'tır. Bedendeki yüz trilyona yakın hücreye rızık yetiştirme hususunda insanın yaptığı şey, sadece lokmasını ağzına atmak, çiğnemek ve yutmaktır. Bundan öte bütün işler, mutlak Vekîl olan ALLAH tarafından, en güzel şekilde görülür.

Tohumu tarlaya eken bir çiftçi de köyüne gelip istirahata çekilirken, yine O mutlak Vekîl'e işini bırakmıştır.

Yavrusunu emzirmek isteyen bir anne, gıdasını alır ve yediği yemeği süte çevirmesi için ALLAH'a tevekkül eder. Bu tevekkülün bir başka şekli de, o emzirilen bebekte görülür. Kendini O Vekîl'e teslim etmiş, beşiğinde her şeyden ve herkesten gafil olarak uyumakta ve O'nun koyduğu şefkat kanunuyla, anne kucağında ve baba ocağında rahat bir hayat sürmektedir.

İnsan olsun hayvan olsun, bütün canlılar geceleyin uykuya dalarken ALLAH'a tevekkül ederler ve dünyayı güneş etrafında saatlerce döndürerek kendilerini sabaha salimen çıkaracak o mutlak Vekîl'e tevekkül ile rahatça uyurlar. Bunun bir benzerini de gündüzün sergilerler. Dünyanın hassas ölçülere uyarak intizamla dönüşünden, aldıkları nefesin kanlarını temizlemesine kadar her işlerinde ALLAH'ı vekil tanır ve O'na tevekkül ederler.

İşin tuhaf tarafı, tevekküle karşı çıkan insanların da yine tevekkül sayesinde hayatlarını emniyet içinde geçirmeleridir.

İşte bu emniyet halinin şuurunda olmak tevekkül, bundan gafil olmak ise en büyük bir cehalettir.

Müslümanın tevekkül anlayışını en güzel şekilde ifade eden şu hadis-i şerifi beraberce okuyalım:

"Çalışmak âdetim, tevekkül halimdir."

Ve Nur Külliyatından özlü bir tevekkül tarifi:

"Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabi dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek ve esbaba teşebbüs ise bir nevi dua-yı fiilî telâkki ederek, müsebbebatı yalnız Cenâb-ı Hak'dan bilmek, neticeleri O'ndan istemek ve O'na minnettar olmaktan ibarettir." [Sözler.]

Vekil isminin mânâsını iyi anlayan bir mü'min, ulaşmak istediği maddî veya manevî bir netice için gerekli sebeplere tam olarak teşebbüs eder. Bunu 'fiilî bir dua' telakki ederek yapar. Ama müsebbebatı, yani neticeleri ancak ALLAH'tan bekler; şükrünü ve minnettarlığını ancak O'na verir.



 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 16. Gün...

Esma-ül Hüsna 16. Gün...

Esma-ül Hüsna 16. Gün
elkavigv5.jpg


EL-KAVİYY

"Tam ve kâmil bir kuvvet sahibi."

"Kuvveti tam olup hakkında zaaf muhal olan."

“ALLAH'ın âyetlerini inkâr ettiler de, ALLAH da onları günahlarından dolayı yakalayıverdi. Şüphesiz, ALLAH Kaviyy'dir, azabı pek şiddetlidir." [Enfal: 8/52.]

Kaviyy ismi, ALLAH'ın kudretinin zaaftan münezzeh ve her şeye galip olduğunu ifade eder. Münkir ve müşrikler kendilerini ne kadar kuvvetli de zannetseler, ALLAH'ın kahrı karşısında zelil ve perişan olurlar. Geçmiş asırlarda, bazen hava, bazen yağmur, bazen yer küresi insanın kahrına vesile kılınmış ve o zalim, inatçı ve kibirli kavimlere ne kadar zayıf oldukları fiilen gösterilmiştir.

Bu isim de diğer isimler gibi, kemâliyle, ahirette tecelli edecektir.

"Kâfirler azabı görünce, bütün kuvvetin ALLAH'ın olduğunu anlayacaklardır." [Bakara: 2/165.]

Mü'min, bütün varlıklara tevzi olunan kuvvetleri, ALLAH'ın Kaviyy isminin birer tecellisi olarak görür. Rızık kanunuyla, bedenlere kuvvet ihsan edenin de ancak ALLAH olduğunu bilir.

Kaviyy ismine mazhar olan bir kul, madden ve manen kuvvetli olur; gazap ve şehvet gibi nefsanî kuvvetlere karşı koyabilir.

elmetinoe1.jpg


EL-METİN

"Kuvveti çok şiddetli olan."

"Hiç şüphesiz, ALLAH nzık verendir; O, kuvvet sahibi, Metîn'dir." [Zâriyât: 51/58.]

Metin, *sansürlü kelime*sansürlü kelime*sansürlü kelime*sansürlü kelimenet sahibi demektir. Yani, ALLAH'ın kudreti için, yorulma, zayıflama gibi noksanlıklar düşünülemez. O'nun kuvveti çok şiddetlidir.

Kaviyy, her şeye müessir olan, Metin ise hiçbir şeyden müteessir olmayan mânâsına gelir. Yani, Kaviyy isminin tecellisi karşısında bütün mahlukat zayıf, hakir ve aciz kaldıkları gibi, Metin ismi karşısında da mahlukun azı çoğu, büyüğü küçüğü fark etmez, hiç biri o Metin kudreti yoramaz, aciz bırakamazlar.

Metin isminin sırrına eren bir kul, sabır ve kuvvet sahibi olur. Kimse onu haktan ayırıp bâtıla saptıramaz.

elveliuy2.jpg


EL-VELİ

ALLAH, yarattığı her mahlukunu korur ve ihtiyaçlarına yardım eder. Çünkü, onda ilâhî isimlerinden bir kısmını tecelli ettirmiş, Rabbani sanatlarından bazılarını sergilemiş, teşhir etmiştir.

ALLAH'ın en büyük, en kıymetli eseri insandır. ALLAH, insana cüz'î irade verdiği ve böylece onu bir imtihana tâbi tuttuğu için, insanı sevmesini de, bu iradenin yerinde kullanılmasına bağlamış ve şöyle buyurmuştur:

"Deki, eğer siz hakikaten ALLAH'ı seviyorsanız, bana ittiba edin (uyun) ki ALLAH da sizleri sevsin." [Âli İmran: 3/31.]

Bu âyet-i kerîme, ALLAH sevgisindeki ölçüyü en net biçimde ortaya koymuştur.

Sünnete uymak denilince, ALLAH Resulünün(a.s.m.) emirlerini tutmak, yasaklarından sakınmak, iman, marifet, ibadet, takva, salih amel ve güzel ahlâkta Onu rehber kabul etmek ve Onun haliyle hallenmeye çalışmak anlaşılır.

Bir insan bu sahada ne kadar ileri giderse Veliyy isminden o kadar feyiz almış demektir.

Nur Külliyatında sünnetler üçe ayrılarak incelenir:

"Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyyesinin menbaı üçtür: Akvali, ef'ali, ahvalidir. Bu üç kısım dahi, üç kısımdır: Feraîz, nevafil, âdât-ı hasenesidir." [Lem'alar.]

Akval, ALLAH Resulünün(a.s.m.) sözlü emir ve tavsiyeleri; ef’al, yaşayışıyla, yaptığı işlerle fiilen verdiği dersler; ahval (haller) ise, Onun o mukaddes ruhunda yer etmiş her türlü güzellik ve üstünlüktür.

Üç guruba ayrılan bu sünnetlerin her birisi insana bir başka gü-zellik verir ve onu ALLAH'ın muhabbetine mazhar kılar.

Bunlar içerisinde de, en kıymetli olanı, ahvale taalluk eden sünnetlerdir, ALLAH Resulünün (a.s.m.) haliyle hallenmektir. İhlâslı olmak, halkın değil Hakk'ın rızasını gözetmek, ALLAH için sevmek ve ALLAH için düşmanlık beslemek, kin tutmamak, affedici olmak, öfkesini yutmak, mütevazi olmak bu sünnetlerden sadece birkaçı.

Şu var ki, ALLAH Resulünün(a.s.m.) haliyle hallenmenin yolu, diğer iki gurup sünnete tam uymaktan geçiyor

Velî, ibadet ve taatlarıyla ALLAH'ın dostluğunu kazanan kimsedir. Bu isme mazhar olan kulunu, Cenâb-ı Hak korur, gözetir; onu bir an bile nefsiyle baş başa bırakmaz.

elhamidnk3.jpg


EL-HAMÎD

"Sena edilen, övülen."

“Fiilleriyle ve nimetleriyle hamde lâyık olan.”

"Ancak kendisine hamd edilen."

“O'dur ki, onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini serip yayar. O, Velî'dir, Hamîd'dir." [Şûra42/: 28.]

'Hamd etmek' denilince öncelikle, methetmek ve senada bulunmak akla gelir. Bu ise, bir kemâle karşı hayret ifadesidir.

Nur Külliyatında, hamdın ancak ALLAH'a yapılabileceği izah edilir*sansürlü kelimeken şöyle buyrulur:

"Sebeb-i medh olan nimet ve ihsan ve kemâl ve cemâl ve medar-ı hamd olan herşey O'nundur, O'na aittir." [Mektubat.] Bu kâinatta her şeyin en mükemmel şekilde yaratıldığını gören bîr mü'min, neye baksa ALLAH'a hamd eder. Semaları direksiz durduran, kuru ağaçlardan meyveler çıkaran, beyin tezgahında düşünceleri dokuyan, cansız elementlerden hücreler yaratan ALLAH, sonsuz hamd ve senaya lâyıktır.

Yiyip içtiğimiz nimetler için de ALLAH'a hamd ederiz. Burada hamd, şükür mânâsına yapılmışsa da biraz düşünüldüğünde, bu şükürde de bir methetme ve senada bulunma mânâsının saklı olduğu görülecektir.

Meselâ, soframızda ekmek, peynir, yumurta ve zeytin bulunmuş olsun. Biz bu nimetler için ALLAH'a şükretmekle, aslında şöyle demiş oluruz: Buğday toprağın eseri değildir, toprağı ve suyu buğday haline getirmek bir ilâhî sanattır ve ancak ALLAH'a mahsustur. Aynı şekilde, zeytin de zeytin ağacının mahareti değildir. İneği süt, tavuğu yumurta fabrikası haline getiren ancak ALLAH'tır. Öyle ise bütün bu nimetler için ancak ALLAH'a şükür ve hamd etmeliyim.

Hamdın şükürden farkı, insana ulaşmayan nimetler için de hamd edilebilmesidir. Meselâ, bütün hayvanların dünya sofrasında birlikte rızıklanmalarını düşünen insan, bu muhteşem ziyafetin sahibi olan ALLAH'a hamd ve senada bulunur.

Fatiha sûresinde, "hamdın, yani bütün medih ve senanın, ancak, Rabbü'l-âlemîn, Rahman, Rahîm ve Mâliki yevmiddin olan ALLAH'a" ait olduğunun beyan edilmesi, ALLAH'ın diğer bütün isimlerinin de hamd ve senaya lâyık oldukları konusunda bir irşat ve bir işarettir.

Kul olarak, bize düşen vazife, her şeyi en mükemmel şekilde yaratan ALLAH'ın, bu akıl almaz harika icraatını tefekkür ve takdirle seyrederek medih ve senada bulunmaktır.

Hamd etme şerefinden nasiplenen bir insan, ALLAH'ın ihsanıyla, beğenilen ve methedilen bir kul olur; böylece bu isimden ayrı bir tecelli nuruna daha kavuşmakla şereflenir, yükselir ve yücelir.


 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 17. Gün

Esma-ül Hüsna 17. Gün

Esma-ül Hüsna 17. Gün

elmuhsiqd4.jpg


EL-MUHSÎ

"Her şeyin sayısını bilen."

“Yemin olsun kî, O hepsini toptan ve teker teker saymıştır.” [Meryem: 19/94.]

Bu ilâhî isim Alîm ismiyle yakından ilgilidir. İkisi arasındaki ince fark, Müzeyyîn (ziynet veren, süsleyen) ismiyle Mülevvin (renk veren) ismi arasındaki fark gibidir. Bilindiği gibi, bir şeye ziynet vermenin, yani süslemenin bir vasıtası da onu renklerle donatmaktır.

Buna göre ALLAH'ın Müzeyyin isminde, Mülevvîn ismi de dahildir. Ama, renk verme ayrı bir fiil olduğundan, Mülevvîn de yine müstakil bir isim olmuş ve bizi renkler âlemini tefekküre sevk etmiştir.

Bunun gibi, ALLAH'ın Alîm ismi, 'her şeyi, her şeyiyle bilen' mânâsına umumî bir isimdir. 'Sayıları bilmek' de bu isim içerisine dahil olmakla birlikte, ayrı bir kemâl olduğundan, müstakil bir isim olmuştur.

Bu ism-i şerifle nazarımız adetler ve sayılar âlemine çevrilir ve bunların tamamının ALLAH tarafından bilindiğine dikkatimiz çekilir.

Denizdeki kum sayısından, bedendeki hücre sayısına kadar bütün adetler, hayalimizin önüne konulur. Hayalin bir hudut biçmekten aciz kaldığı bütün bu adetleri ALLAH'ın bildiği nazarımıza sunulur.

Alîm ve Muhsî isimleri için bir ile bin, bin ile milyar farketmez. Sayılarına adet biçemediğimiz bütün varlıklar tek tek düşünüldüğünde, bunların her biri yaratılmıştır ve ALLAH bütün bu mahîukatından haberdardır.

Bir kul olarak, ilmimizin çok sınırlı ve kifayetsiz olduğunu bilerek, ALLAH'ın Alîm ve Muhsî isimlerini tekbirle yâd etmeliyiz.

Nur Külliyatında 'tekbir' için, 'marifetimiz haricindeki kemâlât-ı kibriyasınm mücmel bir unvanıdır' buyrulur.

ALLAH'ın her bir sıfatı ve her bir ismi gibi Alîm ve Muhsî isimleri de sonsuz kemâldedirler.

Ve insan aklı bu kemâli anlama ve kavrama noktasında son derece acizdir.

elmbdiic6.jpg


EL-MÜBDÎ'

"Varlıkları daha önce bir misli ve benzeri olmaksızın ilk defa yaratan."

Varlıkların yaratılışı iki tarzdadır: Birisi ibda', diğeri ise inşâ. İbda', daha önce yapılmış bir başka şeyi taklit etmeden, bir şeyi ilk ve son olarak en mükemmel ve misilsiz şekilde yaratmak demektir. Ne güneş sistemi bir başka sistemden örnek alınarak yaratılmıştır, ne insan, ne de bir başka canlı.

Bunların hepsinde Mübdî' ismi tecelli etmiştir.

Bütün varlık âleminin çekirdeği olan Nur-u MUHAMMEDi de ibda' ile vücut bulmuştur.

Nur Külliyatında geçen, "Eşya zeval ve ademe gitmiyor, belki daire-i kudretten daire-i ilme geçiyorlar" (Mektûbat) cümlesinde, "eşya yokluk ve hiçlikten gelmiyorlar, belki ilim dairesinden kudret dairesine geçiyorlar" hükmü de saklıdır. Zira, yokluğa gitmeyen, yokluktan da gelmiyor demektir.

Bu hikmet dersinin ışığında şöyle diyebiliriz:

İlâhî ilimde mahiyetleri ve bütün özellikleri tayin edilen varlıkların, şu âlemde boy göstermeleri, ibda' iledir.

Her şeyin, kendisine has müstakil özellikleri vardır. Bu yönüyle her şey, bir eşi ve benzeri olmaksızın, ilk defa dünya yüzüne gelmektedir. Ve bu yaratılışta Mübdî' ismi tecelli etmektedir.

İnşâ ise, hikmet âlemi olan bu dünyada, bazı şeylerin bir anda yahut zamansız olarak değil de, belli bir zaman dilimi içerisinde ve kademeli olarak yaratılmasıdır. İnşâda, 'terbiye fiili' daha hâkimdir.

Bu mânâ Nur Külliyatında çok güzel dile getirilir:

"Kadîr-i Mutlak'ın iki tarzda, hem ibda' hem inşâ suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek; en kolay en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin enva'-ı zîhayat mahlukatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı, 'yoğu var edemez!' diyen adam, yok olmalı!.."
[Lem'alar.]

Kendi simamıza ve parmak izimize bakalım. Bu yüz ve bu iz ilk defa yaratılmıştır. Daha önce bir benzeri görülmemiştir. Buna göre insanın bedeni nutfe, alâka... dönemlerinden, çocukluk gençlik çağlarından bir inşâ ile geçmiş olsa bile, onun ruhu, simasının şekli ve daha nice hususiyetleri ilk defa vücut bulmakta ve Mübdî' isminin bir tecellisini sergilemektedir.

Kula düşen vazife bu tecellileri tefekkürle okumak ve her şeyi misalsiz olarak yaratan O misilsiz zâtın, varlığına iman ederek,
O'na hakkıyla kulluk etmeye çalışmaktır

elmuidwo1.jpg


EL-MUÎD

"Ölümden sonra dirilten.”

Muîd, iade eden demektir. Varlıkların ilâhî ilimde planlandıktan sonra bu dünyaya gönderilmeleri, "ilim dairesinden kudret dairesine geçiştir." Bu geçiş, ibda' ile tahakkuk eder.

Dünya faslının sona ermesiyle, bütün nefisler ölümü tadarlar ve yeniden ilim dairesine geçerler.

İşte, ahirette bu varlıkların ikinci kez kudret dairesine geçirilmeleri, bir iadedir ve Muîd isminin tecellisiyledir.

Konuyu ruh yönünden ele aldığımızda şöyle de diyebiliriz:

İnsanın esası ruhtur ve ruha verilen hayat sıfatı onda ebediyen kalacak, geri alınmayacaktır. İnsanın ölmesiyle, ruh hayatiyetini yine devam ettirir ama beden artık elinden gitmiştir. Meyveyi sadece seyir ve tefekkür eder, fakat tadına bakamaz. Çünkü, dil elinden gitmiştir. Diğer cismanî lezzetler de buna kıyas edilebilir. İşte mahşere çıkışta, ruha yeniden beden iade edilecek ve bu yeni dirilişle ruh, cismanî lezzet ve elemleri almaya yeniden başlayacaktır.

Bu ism-i şerifi yâd eden bir mü'min, ölümün mutlak yokluk olmadığını bir kez daha hatırlayacak ve beden-ruh beraberliğiyle geçirdiği bu hayatın, ölümle son bulmayacağını, bedeninin daha mükemmel bir şekilde kendisine yeniden iade edileceğini hatırlayacaktır.

Bu ikinci yaratılışın kendisi hakkında Cennet olarak tezahür etmesi için, ömrünü istikamet dairesinde geçirmeye çalışacaktır.Aksi halde, Cehennemde hem cismanî, hem de ruhanî azaplar çekeceğini hatırlayıp nefsini dizginleyecek, şeytandan uzak duracaktır.

elmuhyipz0.jpg


EL-MUHYİ

"Hayat veren. Dirilten."

"Hayatı icad eden." 'O, diriltir ve öldürür. Ve O'na döndürüleceksiniz." [Yunus: 10/56.]

Cansız elementlerle dokunan dünyamızda bir milyondan fazla canlı türü bulunuyor. Dünün, güneşten kopmuş bir parçasında bugün çiçekler açıyor, kuşlar uçuyor, balıklar yüzüyor, insanlar geziniyor. Bu eşsiz mucize, ALLAH'ın 'ihya' yani 'hayat verme' fiiliyle icra ediliyor.

"Ölüden diri çıkarırsın, diriden de ölü çıkarırsın." [Âli İmran: 3/27.]

Cansız yumurtalar, onlardan çıkan canlılar ve yine o canlılardan çıkan cansız yumurtalar birlikte düşünüldüğünde bu âyet-i kerîmeyle verilen haberin, çok tezahürlerine şahit olunur.

Bütün canlıların temel taşı olan elementler cansızdırlar. Onlarla dokunan varlıkların hayat sahibi olmaları, hayat mucizesinin elementlerin işi olmadığını açıkça gösterir, ilan ederler.

Şu kâinat fabrikası, bütün makineleri, aletleri ve çarklarıyla cansızdır. Hayattan nasipsiz olma noktasında yumurtadan çok daha gerilerde kalır. O fabrikadan çıkan bütün canlılar, Muhyî ismini gösterir ve hayatlarının o fabrikanın işi olmadığını ilan ederler.

Kâinat fabrikasında canlıların sadece bedenleri dokunur, ruhları değil.

Ölülerden çıkarılan bütün diriler, Muhyî isminin bir tecellisine sahiptirler.

Hayat ruhun bir sıfatıdır. ALLAH, ruhları hayat sahibi kılmakla onlarda Muhyî ismini tecelli ettirmiş bulunuyor. Canlı olan ruh, girdiği bedene de hayat nurunu saçıyor ve bütün hücreler bu nurdan nasiplerini alıyorlar. Böylece, Cenâb-ı Hak bedenler âlemine de ruhlarla hayat veriyor ve onlarda Muhyî ismini böylece tecelli ettiriyor.

Hayat sahipleri denilince aklımıza, insanlar, melekler, cinler ve hayvanlar gelir. Yani, bunlar kendilerine hayat verilmesiyle Muhyî ismine ayna olmaktadırlar.
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 18. Gün

Esma-ül Hüsna 18. Gün


Esma-ül Hüsna 18. Gün

elmmithc7.jpg


EL – MUMİT

"Ölümü yaratan."

"Canlılara ölümü tattıran."

“O, diriltir ve öldürür. Ve O'na döndürüleceksiniz." [Yunus: 10/56.]

Mümit ismi, 'imâte' yani 'öldürme' fiilinden gelmektedir. Nur Külliyatında geçen ölüm tariflerinden birinde, 'vazife-i hayattan paydos, haps-i bedenden azat etmek' tabirleri kullanılır.

İnsanın hayat vazifesine başlaması 'ihya’ fiiliyle gerçekleştiği gibi, bu vazifeden terhis edilmesi de 'imâte' fiiliyle tahakkuk eder.

Ruhun beden hapsine sokulması gibi, bu hapisten azat edilmesi de ayrı ve müstakil bir fiildir. Zaten, ölüm 'bu dünyadan kabir âlemine doğuş' demektir. Bu doğuş, rastgele ve tesadüfen olmuş bir olay değildir.

Ruh bu ilâhî fiil ile bir ülkeden bir başka diyara göç ettirilmiştir. Eğer bu göç tesadüfe verilirse, insanın dünyaya gelişinin de kendi kendine olması gerekir.

Nur Müellifi,

"(ALLAH, o zâttır ki,) hayatı ve ölümü yarattı" [ Mülk: 67/2.] âyet-i kerîmesini tefsir ederken, şöyle buyurur:

"Mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuddur, hayat-ı bakiyeye bir davettir, bir mebde'dir, bir hayat-ı bakiyenin mukaddimesidir, Nasılki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir. " [Mektubat.]

Kulun bu isimden alacağı en büyük ders, ölümü unutmamak ve bütün işlerini ölüm ötesi ebedî hayata göre tanzim etmektir.

Kur'ân-ı Kerîm'de, bütün nefislerin ölümü tadacakları haber veriliyor. Âyette geçen 'tatma' kelimesinde büyük bir teselli ve müjde saklıdır. Zira, tatma fiili, insana ölümden önce tattığı, 'ana rahmi, doğum ve dünya' safhalarını hatırlatır ve ölümden sonra da başka şeyler tadacağını haber verir.

Ölüm ötesinde, 'kabir hayatı, diriliş, mahşer ve hesap safhaları' da tadılacak ve bu tatma silsilesi, Cennet yahut Cehennemle neticelenecektir.

Birinde zevklerin en güzeli, diğerinde ise azapların en acısı tadılacaktır.

elhayxr3.jpg


EL-HAYY

"Hayat sahibi."

"Ezelî hayata sahip olan."

“O, Hayy'dır. O'ndan başka ilâh yoktur; öyleyse dini O'na halis kılanlar olarak hep O'na dua edin..." [Mü'min: 40/65.]

Hayy kelimesinin zıddı, ölü ve cansızdır. Ölünün sıfatları ise, bilmemek, görmemek, işitmemek, kendi iradesiyle iş görmeyip başkasının iradesine mahkum olmaktır.

İşte Hayy ismi, bütün varlık âlemini yoktan var eden, onların her türlü ihtiyaçlarını rahmetiyle gören, tümünün isteklerini işiten ve bu arzulara rahmetli icraatıyla cevap veren ALLAH'ın, vacip olan zâtına münasip, bir kutsî hayatı olduğunu ders verir.

Ruh, O'nun bilinmez bir sırrı, ulvî bir kanunudur. Hayat sahibi olan bu kanunuyla, canlıları sevk ve idare ettiği gibi, cansız varlıkların hareketlerini ve vazifelerini de bizzat kendisi yürütür.

Ve cansızlar alemindeki bütün faaliyetler, Hayy ismini bir başka açıdan bize ders verirler.

ALLAH, Vâcibu'l-Vücuttur. Kadîm'dir, evveli yoktur; Bâki'dir âhiri yoktur. Mümkin, hadis ve fani mahlukatına hiçbir cihetle benzemez. O halde, O'nun mukaddes hayatı da hiçbir hayat çeşidine benzemeyecek, mahiyetçe hepsine muhalif olacaktır.

Melek ve cin hayatından, insan, hayvan ve bitki hayatına kadar sayısız hayat çeşitlerinin her biri, ALLAH'ın Hayy olduğuna delalet ederler. Ama bunların hiçbiri O'nun mukaddes hayatını anlamakta ölçü olamazlar.

ALLAH'ın vücud (var olma) sıfatının hakikati hiçbir mevcutla anlaşılmadığı gibi, hayat sıfatı da hiçbir hayatla bilinemez.

elkayyumqh7.jpg


EL-KAYYÛM

“Varlığı ve bekası kendi zâtından olan."

"Zeval bulmayıp devamlı kaim olan."

“Her şeyi ayakta tutan, varlıklarını devam ettiren."

“ALLAH, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, Hayy ve Kayyum olandır." [Âl-i İmrân: 3/2.]

Nur Külliyatından, Kayyûm isminin bir tarifi:

"Bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâlî Kayyûm'dur. Yani bizatihi kaimdir, daimdir, bakidir. Bütün eşya onunla kaimdir, devam eder ve vücudda kalır, beka bulur. Eğer kâinattan bir dakikacık olsun o nisbet-i kayyûmiyet kesilse, kâinat mahvolur." [Lem'alar.]

ALLAH, insanın ayakta durmasını yerdeki çekim kanununa, bedenin canlı olmasını ruh kanununa, Ay'ın düşmemesini Dünyanın çekimine, Dünyanın dönmesini de Güneşin cazibesine bağlamış ve bu mahluklarında Kayyûm ismini tecelli ettirmiştir.

Bütün bu sebepler zincirini bizzat yaratan ve eşyayı onlarla ayakta tutan ALLAH, elbette devam ve bekası için başkasına muhtaç olmayacaktır. Zira, O'nun varlığı zâtındandır, başkalarının varlığı ise O'nun var etmesîyledir. Varlığı zâtından olanın kıyamı da yine kendi zâtı iledir.

ALLAH, 'emir âlemi' denilen bir kanunlar manzumesiyle, eşyayı sevk ve idare ediyor, varlıklarını ayakta tutuyor, devamlarını temin ediyor.

Nur Müellifi, ruh için 'âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u emrî’ tabirini kullanır ve ruhun diğer kanunlardan farklı olarak, hayat ve şuur sahibi olduğunu nazara verir. Demek ki, ruhumuz da ilâhî bir kanun. Bedenimizdeki bütün organlar onunla ayakta duruyorlar. Onun gitmesiyle kıyam son buluyor ve insan bedeni cansız olarak yere yıkılıyor.

Bir ağacın, meselâ, yapraklan o ağaçta faaliyet gösteren bir kanunla gelişip büyüyorlar. Dikkatten kaçmaması gereken önemli bir nokta, o kanunun da iş görmesi için bir başka kanuna, yani bahar kanununa ihtiyaç göstermesidir. Büyüme kanunu, tek başına iş görecek durumda değil. Baharı kim getiriyorsa, o kanunu da yine o işletiyor ve ağacın devam ve bekasına, yaprakların, çiçeklerin açmasına o kanunu sebep kılıyor.

Dünyada iman ehli yaşadıkça, kıyametin kopmayacağı dikkate alındığında, iman ve ibadetin de kâinatı bir bakıma ayakta tuttukları ve Kayyûm ismine bir başka şekilde ayna oldukları anlaşılır.

Kayyûm ismini tefekkür eden insan, kalbini ancak ALLAH'a bağlar, şükrünü yalnız O'na yapar. O'nun var etmesiyle var olan ve Kayyûm isminin tecellisiyle ayakta duran fanilere gönlünü kaptırmaz.


 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 19. Gün

Esma-ül Hüsna 19. Gün

Esma-ül Hüsna 19. Gün

elvacidog5.jpg


EL-VÂCİD

“Kendisine darlık, acizlik ve fakirlik arız olmayan”

İmam Gazâlî Hazretleri, Vâcid kelimesinin zıddının fâkıd", yani 'yitiren, elde edemeyen, arzusuna kavuşamayan' olduğunu beyan eder. Buna göre, Vâcid ismi, bunlardan münezzeh olan zât demek oluyor.

Vâcid olan zât, sonsuz ilim, mutlak irade, nihayetsiz kudret... sahibi olmalıdır. Vâcid isminde bütün ilâhî sıfatlara işaret ve delalet vardır.

Bu ismi yâd eden insan, kendisinin son derece aciz ve fakir olduğunu hatırlar. Aczi ve fakirliği bedeninden kâinata, dünyadan ahirete uzanmaktadır. Bütün bunlara muhtaç bulunmakla son derece fakirdir ve bunların hiçbirini yapamaması cihetiyle de sonsuz acizdir.

Mü'min çok iyi bilir ki, onun bütün ihtiyaçlarını gören ve güç yetiremediği şeyleri emrine veren, ancak Vâcid olan ALLAH'tır.

elmacidmy5.jpg


EL-MÂCİD

"Zâtı mukaddes, şânı yüce, ihsanı bol olan."

Bu ismi şerif, Mecîd ismiyle aynı mânâdadır. Mecîd ismi, Mâcid ismine göre daha mübalağalıdır.

elvahidpw6.jpg


EL-VÂHİD (EL-EHAD)

[Ehad ismi, Esmâ'ül Hüsna' hadisinde geçmemekle birlikte, Vahid İsmiyle farkını belirtmek maksadıyla burada açıklanmasında fayda görülmüştür]


Vahid: "Kemâl sıfatları bütün eşyayı kuşatan, eşi ve benzeri olmayan, bölünmez ve parçalanmaz tek zât."

"Sıfatlarında şeriki olmayan."

Ehad: "Bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan yegâne zât"

"Zâtında şeriki olmayan."

“Sizin ilâhınız tek bîr ilâhtır; O'ndan başka ilâh yoktur." [Bakara: 2/16.]

Vahid ve Ehad isimlerinin her ikisi de ALLAH'ın birliğini ifade ederler. Hatibi bu iki isim arasındaki ince farkı şöyle ortaya koyar:

"Ehadiyet zâtın birliğidir, Vahidiyet ise sıfatta ortaklığı red içindir."

Nur Külliyatında da Vahidiyet ve Ehadiyet için şu izah getirilir:

"Vahidiyet ise, bütün o mevcudat birinindir ve birine bakar ve birinin icadıdır demektir. Ehadiyet ise herşeyde Hâlık-ı Külli Şey'in ekser esması tecelli ediyor demektir."

ALLAH, Vahid'dir, birdir. Sıfatları bütün mahlukati kuşatmıştır. Nihayetsiz kudret, sonsuz ilim, mutlak irade... ancak O Vahid'e mahsustur.

ALLAH, Ehad'dir, birdir. Mahlukatın zâtlarındaki bütün noksanlıklardan, sıfatlarındaki bütün eksikliklerden, fiillerindeki bütün acizliklerden münezzeh olan ve onların hiçbirine benzemeyen yegâne bir, tek bir, benzersiz, eşsiz bir ancak O'dur.

ALLAH, Vahid'dir. O'nun kemâl sıfatları bütün eşyayı kaplamış, kuşatmıştır.

Bütün âlemlerde faaliyet gösteren tek kudret O'nun, her şeyde tecelli eden tek ilim O'nun.

Semadaki bütün yıldızlar da, dünyadaki bütün insanlar, hayvanlar, bitkiler de O'nun. Denizler, nehirler, ovalar O'nun. Cinler, ruhaniler, melekler O'nun...

Ve ALLAH Ehad'dir, zâtı birdir. Her mahlukuna müstakil bir zât ve ona mahsus sıfatlar takmış ve o mahlukunun her ihtiyacını bizzat görmekte ve onda birçok esmasını tecelli ettirmektedir.

ALLAH'ın birliğine iman eden bir insanın bu imanını amel âlemine nasıl dökeceği, nasıl bir ruh haleti taşıması gerektiği Nur Külliyatından Mektubat adlı eserde şöylece nazara verilir:

"ALLAH birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temellük edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme. Çünki Sultan-ı Kâinat birdir, herşey'in anahtarı O'nun yanında, herşey'in dizgini O'nun elindedir; herşey O'nun emriyle halledilir."
 

keremcik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ağu 2008
Mesajlar
34
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
58
allah razı olsun emeğine sağlık bende kartları aldım
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 20. Gün

Esma-ül Hüsna 20. Gün

Esma-ül Hüsna 20. Gün

essamedaa4.jpg


ES-SAMED

"Her şey kendisine muhtaç olduğu halde, kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan."

“De ki, O, ALLAH, bir tektir. ALLAH Samed'dir." [İhlâs: 112/1-2.]

İlâhî ilimde takdir edilmiş bulunan mahiyetler, bu görünen âleme gelmek için ALLAH'ın irade ve kudretine muhtaç oldukları gibi, var olduktan sonra da varlıklarını sürdürmeleri için yine ilâhî rahmet ve inayete muhtaçtırlar. Lakin, ALLAH onları yaratmaya ve varlıklarını devam ettirmeye muhtaç değildir.

Bütün canlıların, organlarından rızıklarına kadar, her türlü ihtiyaçlarını, ALLAH yerine getirmektedir. ALLAH, o ihtiyaçları dilerse doğrudan ihsan eder, dilerse bir başka mahlukunun eliyle gönderir. Her iki halde de hamd ve şükür ancak O'na yapılır ve yapılmalıdır.

İhlas sûresinde, bu ism-i şeriften önce iki ilâhî isim daha geçer: ALLAH ve Ehad isimleri. Ve bu isimden sonra ALLAH'ın 'doğurmaktan ve doğurulmaktan' münezzeh olduğu ifade edilir.

Bu hakikatler birlikte düşünüldüğünde şöyle bir mânâ ortaya çıkar:

Bütün doğuran ve doğurulanların her türlü ihtiyaçlarını, ancak Ehad ve Samed olan ALLAH, yerine getirir.

İnsanın ihtiyaçları ilâhî isimlerin tecellileriyle karşılanmaktadır. İnsan, rızık istiyorsa Rezzak ismine muhtaçtır, şifa istiyorsa Şâfi ismine, mülk istiyorsa Gani ve Mâlik isimlerine muhtaçtır. İşte kulun bütün bu maddî ve manevî ihtiyaçlarını, ancak ALLAH giderebilir. Zira sonsuz sıfatlar O'na ait olduğu gibi bütün esmâ-i hüsna da O'nundur.

Kulun bu isminden alacağı feyiz, her ihtiyacı için Samed olan Rabbine iltica etmesi ve her şeyin ALLAH'a muhtaç olduğunu bilerek muhtaçlara dilenci olmamasıdır.

Bir aşk ehlinin şu duası, bu noktada, çok manâlıdır:

"Namımı defter-i uşşakından ihraç eyleme, Kendi muhtacını muhtacına muhtaç eyleme."


elkadirfk9.jpg


EL-KADÎR / EL-MUKTEDÎR


Kadîr: "Kudret sahibi."

"Dilediği gibi yapmaya gücü yeten."

"Dilerse yapan, dilemezse yapmayan."

elkadirfk9.jpg


Muktedir: "Kudretini izhar edip gösteren."

“Şüphesiz onu (yeryüzünü) dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir. Çünkü O, her şeye Kadîr'dir." [Fussilet: 41/39]

Kudret, 'fiilin sıhhati ve terki' şeklinde tarif edilir. Yani, bir işi yapmaya güç yetirebildiği gibi, o işi terk etmeye de güç yetîrebilen kimse kudret sahibidir. Bunlardan birine sahip olmayana, kadir (kudret sahibi) denilmez.

Bir insan, kolunu kaldırmaya da güç yetirir, indirmeye de. Böylece, bu pek az kuvvetiyle, kudret sıfatından bir tecelliye sahip olmuş olur. Ama, koca güneş bütün gezegenlerini etrafında çevirmesine rağmen, kudret sahibi sayılmıyor, çünkü bu fiili terk etme imkânından mahrumdur.

Güneşin, ALLAH'ın kudretini ilan etmesi ve o kudrete ayna olması ayrı meseledir.

İnsan yaratılmadan önce de, ilâhî kudret yine faaliyette idi. Ama, ne taşta, ne ağaçta, ne güneşte, ne yıldızda o kudretin varlığını keşfedecek kabiliyet yoktu, çünkü kendileri kudret sahibi değillerdi. İnsan, bu âleme sonradan geldi ama, bu noktada kendinden öncekilerin hepsini geri bıraktı. Kendisine cüz'î bir kudret verilmesiyle,ALLAH'ın kudretini bilme kabiliyetine kavuşmuş oldu.

Nur Külliyatından kudretle ilgili bir vecize:

"Kudret-i İlâhiye zâtiyedir. Öyle ise acz tahallül edemez." [Sözler]

ALLAH'ın bütün sıfatları gibi kudreti de zatîdir. Yani, bu kudret O'nun zâtındandır; bir başkası tarafından verilmiş değildir. Ve bu kudret zatî olduğu içindir ki, kudretin zıddı olan acz o kudrete giremiyor, dahil olamıyor.

Bir çiçek niçin soluyor? Renkleri zatî olmadığı için.

Bir lamba niçin sönüyor? Işığı zâtından olmadığı için.

Elmasın parlaklığı ve güneşin ışığı, bir bakıma zatîdir. Onun için solmaz ve sönmezler.

Bizim kudretimiz sonradan verilmiştir, Hakk'ın mahlukudur, ilk ve son noktası vardır. Bir insan, faraza yüz kilogramlık bir yükü kaldırabiliyorsa, yüz kilogramdan sonsuza kadar uzanan bütün ağırlıklar onun aczini ifade ederler.

ALLAH'ın kudreti için az-çok, büyük-küçük fark etmez. Bu hakikati, Kur'ân-ı Hakîm şu âyetiyle bize ders verir:
[Prof. Dr. Alaaddin Başar, Esmâ-i Hüsna ALLAH'ın Güzel İsimleri, Zafer Yayınları, İstanbul, 2001: 163-164.]

"Yaratılmanız ve yeniden diriltilmeniz bir tek nefis (bir insanın yaratılması ve diriltilmesi) gibidir." [Lokman: 31/28.]



Kadîr, Kaviyy Ve Metîn İsimleri Arasındaki Fark:


Kadîr, Kaviyy ve Metîn isimleri arasındaki farkı bir derece anlamak için bu isimlerin, sırayla kudret, kuvvet ve *sansürlü kelime*sansürlü kelime*sansürlü kelime*sansürlü kelimenetle ilgili olduklarını dikkate almak gerekiyor. Kudretin zıddı 'acizlik,' kuvvetin zıddı 'zayıflık ve güçsüzlük,' *sansürlü kelime*sansürlü kelime*sansürlü kelime*sansürlü kelimenetin zıddı ise 'sağlam olmamak, dayanıksız olmaktır.

Bunları düşünürken, sözkonusu kelimelerin bizim için ifade ettikleri mânâlarla, ALLAH'ın Kadîr, Kaviyy ve Metîn isimlerinin, hakkıyla bilinemeyeceğini dikkatten uzak tutmamalıyız. ALLAH'ın zâtı mahrukatına benzemediği gibi, kudreti, kuvveti ve *sansürlü kelime*sansürlü kelime*sansürlü kelime*sansürlü kelimeneti de mahlukattaki kudret, kuvvet ve *sansürlü kelime*sansürlü kelime*sansürlü kelime*sansürlü kelimenete benzemezler.

 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 21. Gün

Esma-ül Hüsna 21. Gün

Esma-ül Hüsna 21. Gün


elmukaddimza1.jpg


EL-MUKADDİM / EL-MUAHHİR


Mukaddim: "Dilediğini öne geçiren."

"İleri alan"

elmuahhirac4.jpg


Muahhir: "Dilediğini geri bırakan."

"Tehir eden."

"ALLAH'ı sakın zalimlerin yaptıklarından gafil sanma.

Onları gözlerin dehşetle dışarı fırlayacağı bir güne ertelemektedir.” [İbrahim: 14/42.]

Her iki isim de Cenâb-ı Hakk'ın meşiet ve iradesiyle ilgilidir. Hakîm olan ALLAH'ın bu dilemeleri de hikmet üzeredir. İnsan bedenine bakalım: Başa bîr üstünlük verilmiş, kıymet ve rütbece diğer organların önüne geçirilmiştir. Görme, işitme, konuşma, koklama gibi nice faaliyetler insan başında yürütülmektedir. Bedenin tamamında hükmeden bütün sinir sistemleri insan beyninde merkezileşmiştir. Böylece baş, diğer organlara meselâ, ayaklara takdim edilmiş, ayaklar geri bırakılmıştır.

Her iki tecelli de hikmetlidir ve insanın menfaatine uygundur. İnsanın arza halife olması da Mukaddim isminin tecellisîyledir. Onun hizmetine verilen bitkilerde ve hayvanlarda ise Muahhir ismi tecelli etmiştir.

Peygamberlerin (a.s.) insanlık âlemine rehber kılınmalarında da Mukaddim ismi tecelli eder. Kendilerine bu rütbe verilmeyenler ise Muahhir ismine mazhar olmuşlardır.

İlim tahsil edenler, Alîm ismine ayna olmaları yönüyle, diğer insanlara takdim edilmişlerdir. Onlara talebe olan ve onların irşat ve talimlerine muhtaç insanlarda ise Muahhir ismi tecelli eder.

İnsana düşen vazife, iradesini doğru kullanarak, meşru dairede başkalarına takaddüm etmeye, onların önüne geçmeye çalışmasıdır. Bu noktada gerekli sebeplere teşebbüs ettikten sonra, neticeyi rıza ve tevekkül ile karşılamak gerekir.

Bir insan, dilediği servet ve makamı elde etmekle Mukaddim isminden feyiz almaya çalışırken, kendisinden aşağılarda bulunanlara bakıp şükretmeyi de ihmal etmemelidir.

Ayrıca, ilâhî bir ihsan ve ikrama mazhar olan büyük insanların üstünlüğünü takdir etmek ve kendilerinden faydalanmaya çalışmak gerekir. Onları kıskanmak, ilim ve irşatlarından uzak kalmak en büyük bîr hatadır.

İnsan, cezaların tehir edilmesinde de Muahhir isminin tecelli ettiğini düşünerek, kendisine karşı işlenen suçlara ceza vermekte acele etmemelidir.

elevvelip4.jpg

EL-EVVEL / EL-ÂHİR EZ-ZÂHİR / EL-BÂTIN

elahirgd4.jpg

Evvel: "Başlangıcı olmayan."

Âhir: "Sonu olmayan,,
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
ezzahireq3.jpg


Zahir: "Kat'î delillerle bilinen."

Bâtın: "Mukaddes zâtı idraklere sığmayacak derecede yüce olan."

elbatnfo4.jpg

"O, Evvel'dir, Âhir'dir, Zâhir'dir, Bâtın'dır. O,

herşeyi bilendir." [Hadid: 57/3.]

Evvel ve Âhir, Zahir ve Bâtın isimleri Kur'ân-ı Kerîm'de beraberce beyan edilir.

Evvel ismi, Kıdem sıfatına dayanır ve ALLAH'ın ezelî olduğunu ifade eder. Âhir ismi ise, Beka sıfatına dayanır, varlığının ebediyen devam edeceği mânâsına gelir.

Zahir ismi, ALLAH'ın mukaddes varlığının, şu mahlukatın varlığından çok daha açık olduğunu, Bâtın ismi ise, kutsî zâtının idrak edilemeyeceğini ders verir.

Son iki isim hakkında özlü ve veciz bir tarif:

"O herşeyden sezilen Zâhir, hiçbir şeyle bilinmez Bâtın'dır." [Hak Dini Kur'ân Dili]

İmam Gazâlî Hazretleri, Zahir ve Bâtın isimlerine şöyle bir açıklama getirir:

"ALLAH, duyu organlarıyla idrak edilemez, bu cihetle Bâtın'dır. Ve yine ALLAH'ın varlığı istidlal yoluyla, yani aktî deliller getirilerek isbat edilebilir. Bu bakımdan ALLAH Zâhir'dir."

Nur Külliyatından Asa-yı Musa'da bu dört ismin tecellileri harika bir şekilde izah edilir. Bütün çekirdeklerin Evvel ismine, bütün meyvelerin Âhir ismine, bitkilerin elbise hükmündeki dış yüzlerinin Zâhir ismine, birer fabrika mahiyetindeki iç yüzlerinin ise Bâtın ismine âyine oldukları ders verilir.

Bu güzel misali yaygınlaştırabilir ve tefekkürümüzü genişletebiliriz.

Bu âlemde yaratılan her varlığın bir evveli vardır. Zira, mahluk hadistir, yâni sonradan ihdas edilmiş, yaratılmıştır. Ve yine her varlığın bir âhiri vardır. Zira, mahluk fanidir.

Buna göre bütün çekirdekler, yumurtalar, nutfeler Evvel isminden haber verdikleri gibi; bütün neticeler ve meyveler de Âhir ismini ders verirler. Bütün bedenler Zahir isminden, o bedenlerde vazife gören ruhlar ise Bâtın isminden haber verirler.

Şu âlemin görünen kısmı Zâhir ismine mazhardır. Tabiat kanunları dediğimiz görünmeyen kanunlar manzumesi, melekler ve ruhaniler âlemi ise Bâtın ismini bize ders verirler.

Bu dört isimden alacağımız hisseye gelince:

Evvel ismi bize nutfe dönemimizi, Âhir ismi ise ölümümüzü ders verir. Bütün varlıkların evvel ve âhirlerini yaratan ALLAH'ın, ezelî ve ebedî olduğunu kalbimize ihtar eder.

Zahir ismi, bizi ilâhî eserleri temaşa ve tefekküre sevk ederken, Bâtın ismi eşyanın melekût denilen iç yüzlerine nazarımızı çevirir ve şu görünen âlemi seyretmekle ALLAH'ın ancak varlığının bilinebileceğini, zâtının ise idrak edilemeyeceğini ders verir.
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 22. Gün

Esma-ül Hüsna 22. Gün

Esma-ül Hüsna 22. Gün

elberrwb5.jpg


EL-BERR

"İyilik ve ihsan eden."

"Kullarına karşı iyiliği çok olan."

“Şüphesiz, biz bundan önce (dünyada iken) O'na (ALLAH'a) dua ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olandır." [Tür: 28.]

ALLAH'ın iyilik ve ihsanları saymakla bitmez. İnsan, başkalarına iyilik ettiği nisbette bu isimden feyiz alır. Bu iyilik, açları doyurma, evsizleri barındırma şeklinde olabileceği gibi, bilmeyenlere öğretme, sapık yolda gidenleri uyarma şeklinde de olabilir.

İnsanlara zarar verir düşüncesiyle, yoldaki bir taşı kaldırmayı bile sevap sayan ve yine insanlara tebessüm etmeyi sadaka kabul eden dinimiz, böylece bizi daima ve her vesileyle iyilik yapmaya teşvik etmektedir.

Bir iyiliğe en az on kat sevap verilmesi, ALLAH'ın Berr isminin bir tezahürüdür.

eltevvabnr5.jpg


ET-TEVVÂB

"Kullarının tövbesini kabul eden."

"Kullarına tövbe kapılarını açan, onları tövbeye sevk edecek sebepler yaratan.”

"Kullarını cezalandırmayıp mağfiret eden."

“Ancak, tövbe edip hareketlerini düzeltenler ve hakikati gizlemeyip açıklayanlara gelince); artık ben onların tövbelerini kabul ederim. Ben, Tevvâb ve Rahîm'im." [Bakara: 2/160.]

İsyanlarının artmasıyla tövbe kapısından uzaklaşan kullarını, Cenâb-ı Hak değişik vesilelerle düşünmeye ve pişman olmaya sevkeder.

Bütün ilâhî yasaklar ve tehditler kulu tövbeye sevk eden sebeplerdendir.

İnsanı hatadan döndüren önemli bir vesile onun vicdanıdır. Nitekim, ALLAH, insanı 'iyiyi kötüden ayıracak bir kabiliyette yarattığını' Şems sûresinde, "Ona (o nefse) fücuru da takvayı da ilham etti" âyetiyle haber veriyor.

Bazen de, okuduğu bir eser, dinlediği bir nasihat onu pişmanlığın eşiğine getirir.

Sıkça karşılaştığı ölüm vak'aları, taziye merasimleri birer tövbe vesilesidirler.

İnsan bazen de yanlış yolda gidenlerin kötü akıbetlerine şahit olur ve kendine çekidüzen vermek ister.

ALLAH, bu ve benzeri nice sebeplerle kullarını tövbe etmeye sevk eder.

Nefis ve şeytana uyarak yanlış işler yapan, günah ve isyana sapan kullar, bu yanlış yoldan dönmeye karar verdikleri takdirde, ALLAH, onların tövbelerini kabul etmektedir.

Bir hadis-i kutsisinde 'rahmetim gazabını geçti' buyuran Cenâb-ı Hak, kulunun isyanları ne kadar fazla olursa olsun, tövbe ettiği takdirde onu affedeceğini ve günahlarını sileceğini müjde vermiştir.

Tevvâb ismi Kur'ân-ı Kerîm'de, çoğu kez Rahim ismiyle birlikte gelmiştir. Bu beraberlik şöyle tefsir edilmektedir:

Cenâb-ı Hak, tövbe eden kullarını sadece bağışlamakla kalmaz, onlarda Rahîm ismini de tecelli ettirir. Yeter ki, kul tövbesine sadık kalsın ve hatalı yoldan vazgeçip istikamet yolunda yürüsün. Kul, bâtıldan vazgeçip hakka dönmekle, sonu Cennet olacak bir yola girmiş demektir. Cennet ise Rahîm isminin tecelli diyarıdır.

Bu isimden dersini alan bir kul, Tevvâb olan Rabbine karşı isyan yoluna girmekten sıkılır, hicap eder. Nefsine uyarak bir günah işlediği takdirde ise derhal tövbe eder ve yanlış yoldan vazgeçer.


elmuntekimix3.jpg


EL-MÜNTAKÎM

“Zulüm etmeksizin intikam alan."

"Asilerin belini kıran, canileri cezalandıran.”

“Vakta ki, bizi böylece gazaba davet ettiler; biz de onlardan intikam aldık,böylece onları toplu olarak suda boğduk." [Zuhruf: 43/55.]

İlâhî intikamın ilk muhatapları, insanları şirk, küfür, dalâlet ve sefahat yoluna sürüklemek için çalışan din ve ahlâk düşmanlarıdır. Cenâb-ı Hak bunlardan bile intikamını hemen almaz ve onlara tövbe etmeleri için süre tanır. Yaşadıkları sürece, bütün bir kâinatı onlara da hizmet ettirir, onları rızıklandırır, besleyip büyütür.

Tövbe etmeyerek isyanında ısrar eden kimselerde, Müntakim ismini tecelli ettirir. Bu tecelli çoğu kez ahirete bırakılır. Zira intikam mahalli ve ceza beldesi orasıdır.

Bazen, insanlara ibret olmak üzere bu dünyada da bu ismin tecellileri görülür; Nuh ve Semud kavminin başına gelenler gibi.

Bu ismin tecellisine mazhar olacak bir başka güruh ise zalimlerdir. Zalimler, kul hakkına tecavüz etmekle, kendilerinde bu ismin tecelli etmesini, bir bakıma istemiş olurlar.

Bir mü'min, takva dairesinde yaşayarak bu ismin tecellisinden hassasiyetle kaçınmalıdır. Ne kendi nefsine, ne de diğer kullara zulüm etmemelidir.

O masum organlarını ve duygularını isyan yolunda kullanan bir insan, onlara zulmettiğini düşünmeli ve kendisinden mutlaka intikam alınacağını bilerek korkmalı ve tövbe yoluna girmelidir.

elafvvub2.jpg


EL-AFÜVV

"Çok affedici olan."

“Günahları imha edip sahibini cezalandırmaktan vazgeçen."

"Bir hayrı açıklar ya da gizli tutarsanız veya bir kötülüğü bağışlarsanız, şüphesiz ALLAH, Afüvv ve Kadîr'dir.” [ Nisâ: 4/149.]

Bu ismin Ğaffâr isminden daha şümullü olduğu beyan edilmiştir. Zira, Gaffar ismi 'günahları örten' manasınadır. Afüvv ismi ise, 'günahın karşılığı olan cezayı tamamen ortadan kaldıran' demektir. Bu isme mazhar olan bir günahkâr, yaptığı isyana karşı kendisinde Müntakim (intikam alan, şiddetle cezalandıran) isminin tecelli etmesinden kurtulmuş demektir.

Bir mü'minin bu isimden alacağı ders, ALLAH'ın rahmetinden daima ümitli olmakla yeis (ümitsizlik) tehlikesinden uzak kalmaktır.

Bir mü'min, kendisine karşı işlenen suçları bağışlar ve affederse bu isme mazhar olmaya daha fazla liyakat kazanmış olur. Affetmediği halde affedilmeyi bekleyen insan, nefsine mağlûp olmuş ve aldanmıştır.

Bir insan, nefsini tam mağlûp etmek istiyorsa, muhataplarının kusurlarını bağışlamakla da kalmayacak,

"sen kötülüğü en güzel iyilikle bertaraf et" [Mü'minûn: 23/96.] âyetinden ders alarak, kendisine kötülük yapanlara iyilikle mukabele etmeye çalışacaktır. Bu ise nefsin hiç hoşuna gitmez, ama ilâhî rıza, af ve mağfiret de bu yoldadır.


 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 22. Gün

Esma-ül Hüsna 22. Gün

Esma-ül Hüsna 23. Gün

erraufgf9.jpg


ER-RAUF

"Pek re'fetli, çok rahmet eden."
"Kulları hakkında kolaylık murat eden.”
"ALLAH, sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz, ALLAH, Rauf tur, Rahîm'dir." [Bakara: 2/143.]
Re'fetin lügat mânâsı 'acımak, merhamet etmek' tir. Rauf ismi, "her mahlukunun bütün ihtiyaçlarını gören ve onu düşmanlarından emin kılacak her türlü duygularla ve organlarla donatan" demektir. Yani, Rauf ismi, merhameti çok fazla olan, bol ihsan eden mânâsına gelir.
Rauf ismi, Rahîm ismine göre daha bir mübalağa ifade eder. ALLAH'ın re'feti de rahmeti de kul tarafından lâyıkıyla anlaşılamaz. Ancak aralarındaki farka, ruhumuza ilâhî bir ihsan olarak konulan iki duygu vasıtasıyla bir derece bakabiliriz:
İnsanda bir 'kalb yumuşaklığı', bir de 'acıma duygusu' vardır. Birincisi re'fete, ikincisi ise merhamete misaldir. Yumuşak kalpli insanlarda acıma duygusu fazlaca bulunur. Böyle bu insanlar muhtaçlara yardım elini daha fazla uzatırlar. Demek oluyor ki, yardım etmek, 'acımanın ve merhametin' neticesidir, merhamet ise yumuşak kalplerde bulunur.
Bir insan, muhtaçlara acıdığı, onların dertleriyle dertlendiği ve gücü yettiğince kendilerine ikram ve ihsanda bulunduğu nisbette bu isimden feyiz alır.

maliklmlkkc5.jpg


MÂLÎKÜ'L-MÜLK

"Bütün mülk âleminin yegâne sahibi."

“Mülkünde dilediği gibi tasarruf edebilen.”

"De ki: Ey mülkün sahibi ALLAH'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğin­den mülkü çekip alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini zelil edersin; 'hayır' senin elindedir. Gerçekten sen, her şeye kadirsin." [Âl-i İmrân: 3/26.]


Bu âlemde hiç kimse hiçbir mülkün gerçek sahibi değildir. Ne güneş, gezegenlerine mâliktir, ne de ağaçlar meyvelerine.

Yunus Emre:

Mal sahibi mülk sahibi. Hani bunun ilk sahibi?

diyerek, insanların bu mülk âleminde sırayla nöbetçilik ettiklerini ve kendilerine emanet verilen mülkü geride bırakarak, bu dünya memleketinden göçtüklerini çok güzel ifade eder.

ALLAH, insanoğluna şuur ve akıl ihsan etmekle, bu mülk âleminden süzülmüş müstesna bir misafir, hassas bir meyve olduğunu ona idrak ettirmiştir.

Bütün âlemlerde dilediği gibi tasarruf eden ALLAH, insanda da elbette dilediği gibi tasarruf edecektir. Nitekim ediyor ve onu kendi iradesi dışında nutfe, alâka... menzillerinden geçirdiği gibi, çocukluk, gençlik, ihtiyarlık menzillerinden geçirerek kabir âlemine gönderiyor.

İnsan şöyle düşünmeli:

Kâinatı tabakalara ve sistemlere ayıran kim ise, bedenimi organlara taksim eden de yine odur. Ben, misafir olduğum bu âlemde hiçbir şeye müdahele edemediğim gibi, bana emanet verilen bu beden mülkünü de kendi keyfimce kullanamam. Her ne kadar bana cüz'î irade verilmişse de, bu bir imtihan içindir. Benim vazifem o iradeyi, bütün mülk âleminin yegâne Mâliki ve sahibi olan ALLAH'ın rızasına uygun olarak kullanmaktır. Aksi halde, ahirette bunun hesabını çok ağır ve acı bir şekilde veririm.

Ömrünü bu şuurla geçiren bir kulunu, O Mâlikü'l-Mülk, Cennet memleketine koyacak ve orada ebedî saadete mazhar kılacaktır.

zlcelalivelikramqp0.jpg



ZÜ'L-CELÂLÎ VE'L-İKRAM

"Celâl ve ikram sahibi."

"Celâl ve cemâl sıfatlarının sahibi.”

“Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin adı ne yücedir!” [Rahman: 55/78.]

Cenâb-ı Hakk'ın isimleri bir tasnife göre, cemâli ve celâli olmak üzere ikiye ayrılır. Kahhâr, Cebbar, Kadir, Muktedir, Aziz gibi isimler celâlî isimlerdir; Kerîm, Rahîm, Afüvv, Gaffar, Rezzak gibi isimler de cemâli isimler.

Nur Külliyatında, "Cemâline muhabbet etmek, celâlinden havf etmek" şeklinde bir ibare geçer.

İnsan, ALLAH'ın cemâli isimlerini düşündüğü zaman kalbi şükür, muhabbet, ümit, ferah gibi hislerle dolar. Celâli isimler ise ruhta korku ve haşyet doğurur.

Kerîm, cemâli bir isimdir. Zü'1-Celâli ve'1-İkram isminde celâl ve cemâl beraberce zikredilmekle, insan kalbinin terakkisine vesile olan korku ve ümit, takva ve amel-i salih birlikte nazara verilmiş; celâl ile Cehennem hatırlatılırken, ikram sıfatının zikriyle de Cennet nimetlerine dikkat çekilmiştir.

Bu ismi hatırlayan bir kul, ömrünü havf ve reca (korku ve ümit) sınırları arasında geçirir. ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmemekle birlikte, azabından da emin olmaz. Bu ise istikametin çok önemli bir şubesidir.
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 24. Gün

Esma-ül Hüsna 24. Gün

Esma-ül Hüsna 24. Gün

elvalivt1.jpg


EL-VÂLÎ

“Bütün mahlukat âlemini tedbir ve idare eden."

"Eşyanın mütevellisi, mutasarrıfı."

Bu kâinata 'insan-ı ekber', onun meyvesi olan insana da 'âlem-i asgar' denilir.

İnsan-ı ekber denilen şu uçsuz bucaksız âlem, Vâlî isminin tecellisiyle, bir insan gibi kolayca tedbir ve idare ediliyor.

Vâlî isminin âlem-i asgar olan insandaki tecellisiyle de, her duyguya, her organa ve her hücreye en uygun vazifeler yükleniyor; o vazifelerin yerine getirilmesi için gerekli bütün şartlar da en güzel şekilde hazırlanıyor.

Beden hanesini ruh kanunuyla tedbir ve idare eden ALLAH, âlem şehrini de, şeriat-ı fıtriye denilen bir kanunlar manzumesiyle, en mükemmel şekilde tedbir ve tanzim ediyor.

İnsana düşen vazife, kendi varlığında icra edilen bu tedbir ve idare için Rabbine hamd ve şükürde bulunmak ve bütün kâinatta hükmeden ilâhî tedbir ve tanzimi de hayret ve ibretle tefekkür etmektir.

elmtealiku4.jpg


EL-MÜTEÂLİ

"Şanına lâyık olmayan vasıflardan uzak."

"Aklın mümkün gördüğü her şeyden, her hal ve tavırdan çok yüce."

"...O yüce ALLAH, Melîk ve Hak olandır. O'nun vahyi sana gelip tamamlanmadan önce, Kur'ân'ı (okumada) acele etme ve de ki: 'Rabbim, ilmimi arttır.'” [Tâhâ: 20/114.]

Aliyy mânâsındadır. Bu isim Aliyy ismine göre mübalağa ifade eder. Yani, Müteâlî, çok Aliyy, mübalağa derecesinde Aliyy demektir.

elmuksituq2.jpg


EL-MUKSÎT

"Mazlumun hakkını zalimden alan."

"Haksızlıkları düzeltip hakkı yerine getiren."

“Kullarına muamelesi, tam adalet ve merhamet üzere olan.”

ALLAH, zulme uğrayan bir kulunun hakkını zalim kulundan alırken, o zalimin hukukuna da riayet eder. Ona da kıl kadar olsun zulmetmez.

İnsanların bu mânâda bir adalet tesis etmeleri oldukça zordur. Meselâ bir insan diğer bir insana on birim zarar vermişse, zarar verene on iki birim ceza vermek zulümdür.

Maddî hukuka tecavüzde, bu bir derece gerçekleştirilebilir. Ama manevî hukukta, insanoğlu işin içinden çıkamaz. Bir kul ne ölçüde rencide edilmişse, karşıdaki adama da o kadar ceza vermek yahut her ikisini de memnun edecek bir yol bulmak, insan takatinin çok üstündedir.

ALLAH, Muksit ismiyle adaleti öyle tesis ve temin eder ki sonuca zalim de razı olur, mazlum da.

Bunun sonsuz misalleri ahirette, hesap gününde tahakkuk edecektir.

elcamiiy6.jpg


EL-CÂMÎ

"Kıyamet gününde insanları bir araya getiren."

"Varlıkları bir araya toplayan."

“Rabbimiz! kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten toplayacak olan sensin. Doğrusu ALLAH, va'dinden cayıp dönmez."
[Âl-i İmrân: 3/9.]

Elementleri maddede, hücreleri bedende, yıldızları semada, bitkileri ve hayvanları yeryüzünde bir araya getiren, ancak Cami' olan ALLAH'tır.

Her terkipte, her bedende, her sistemde bu ismin tecellisi mevcuttur.

ALLAH' cemaat halinde yaşama kabiliyetinde yarattığı insanları, tanışmaya, kaynaşmaya, birbirlerini sevmeye ve ortak hareket etmeye teşvik etmektedir. Bunu başaran insanlar, Cami' isminin tecellisinden bir nur, bir feyiz alırlar.

Kişinin tek başına kıldığı namaza bir sevap verilirken, cemaatle kılınan namaza yirmi yedi kat sevap verilmesi, mü'minleri cemaat halinde hareket etmeye bir teşviktir.

Nur Külliyatında üç tane elifin (üç tane bir rakamının) ittihat etmedikleri taktirde 'üç' kıymetinde oldukları, bir çizgi üzerinde omuz omuza vermekle 'yüz on bir' kıymetini aldıkları hatırlatılarak cemaattaki feyiz ve bereket çok güzel ders verilmiştir.

Cami' isminin en muhteşem bir tecellisi mahşer meydanında görülecektir. Bu dünyanın asırlar boyunca verdiği bütün mahsuller, mahşer meydanında ilk ve son olarak bir araya getirilecektir.

"Ey Rabbimiz! Geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde, muhakkak ki insanları toplayacak olan ancak sensin."

[Âl-i İmrân: 3/9.]

Nur Külliyatında, "insanın ilâhî isimlere en cami' bir ayna olduğu" ders verilir. Cansız bir varlıkta, meselâ bir taşta sadece Hâlık, Mâlik gibi birkaç isim tecelli ettiği halde, hayvanda Semi', Basîr, Rezzak, Muhyî, Mümît gibi nice isimler tecelli ederler. Bu yönüyle hayvan, taşa göre daha cami' bir ayna olur.

Ve insan, bütün isimlere mazhar olmakla Cami' isminden en büyük tecelli payına sahip olma şerefine erer.

Bu isimden kulun alacağı ders, varlık alemindeki terkipleri, birlik ve beraberlikleri tefekkür etmek, cami' mahiyetini en verimli şekilde kullanmak ve bütün insanların bir araya toplanacağı o dehşetli mahşer meydanına hazırlıklı olmaktır.

 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 25. Gün

Esma-ül Hüsna 25. Gün

Esma-ül Hüsna 25. Gün

elganikb6.jpg


EL-ĞANİYY / EL-MUĞNÎ


Ganiyy: "Nimet ve rahmet hazineleri sonsuz olan."

“Hiçbir şeye muhtaç olmayıp her şeyden müstağni olan.”

Muğnî: "Dilediğine zenginlik veren."

elmugnini9.jpg


“Has kullarını, istiğna kemâline erdiren.”

"Ey insanlar, sîz ALLAH'a muhtaçsınız; ALLAH ise, Ğaniyy'dir, Hamîd'dir (övülmeye lâyıktır)."[Fâtır: 35/15.]
Önce Ganiyy ismi için verilen birinci mânâ üzerinde duralım: "Nimet ve rahmet hazineleri sonsuz olan." İnsan mutlak fakirdir.Göze muhtaç olduğu gibi güneşe de muhtaçtır. Gecenin gelmesine ihtiyacı olduğu gibi, gitmesine de ihtiyacı vardır. Havadan, sudan, mevsimlerin gelip gitmelerine kadar her türlü ihtiyacını ancak bütün varlık âleminin yegâne sahibi olan ALLAH karşılamaktadır.

İkinci mânâ: "Hiçbir şeye muhtaç olmayıp her şeyden müstağni olan."

Varlığı vacip, kadîm ve baki olup bütün kemâl sıfatlara sahip olan ALLAH, yarattığı ve bütün ihtiyaçlarını bizzat gördüğü mahlukatından elbette müstağnidir.

ALLAH, Rezzak ismini tecelli ettirmekle besleyip büyüttüğü bir kulunun, yiyip içmesine nasıl muhtaç değilse, aynı şekilde Hâdî ismiy­le kalb gözünü açtığı ve kendisine manevî nimetler ihsan ettiği bir kulunun da imanına, ibadetine öyle muhtaç değildir. ALLAH bütün bunlardan müstağnidir.

Bütün insanlar iman, amel ve ahlâk sahasında kemâle erseler, ALLAH'ın kemâlinde bir ziyadelik olmayacağı gibi, yine bütün insanla­rın küfür ve dalâlete düşmeleriyle de O'nun kemâlinde bir noksanlık olmaz.

ALLAH'ın sıfatları da tecelliden müstağnidirler, yani tecelliye muhtaç değildirler. Bütün tecelliler mahlukat içindir, mahlukatın kemâlleri içindir, onlara rahmet ve inayet içindir.

Bu isimlerden feyiz alan bir insan, kalbini sadece ALLAH'a bağlar, mutlak Ganiyy olarak ancak O'nu tanır ve her türlü ihtiyacını yalnız O'na arz eder ve eriştiği her türlü maddî ve manevî nimetler için ancak O'na hamd ve şükür eder.

Sebepler âleminden ve bütün mevcudattan istiğna gösterir. ALLAH'ın aziz bir kulu olarak yaşar; mahlukata dilencilik etme zilletinden kurtulur.

Bu şuura ermiş bir kul, artık kendi gibi aciz, kendi kadar fakir olan başka bir mahluka gönül bağlamaz, bütün mümkinat âleminden istiğna ile Ganiyy ve Muğnî olan ALLAH'ın dergahına sığınır, "yalnız sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz" diyerek manen yükselir.
elmaniao5.jpg


EL-MÂNÎ '


"Koruyucu sebepler yaratarak zararları önleyen."

"Bir şeyin meydana gelmesine müsaade etmeyen."

Bilindiği gibi, her türlü hayra ulaşmanın iki önemli sebebi vardır. Birisi 'menfaati celp', diğeri ise 'mazarratı def etmektir.

Bir milyonu aşkın hayvan türünün bütün fertlerinin, koruyucu cihazlarla donatılmış olmaları Mâni' isminin tecellisiyledir.

İnsan bedeninde, hatta her hücresinde zararları def edecek koruyucu sistemler kurulmuştur. Meselâ, akyuvarlar Mâni' isminden bir tecelliye mazhardırlar ve zararlı mikroplarla mücadele etmek suretiyle hayata hizmet ederler.

Bu ismin bir başka tecellisi de şu şekilde tahakkuk eder:

İnsan, kendisine faydalı sandığı bir sahada gayret gösterir, gerekli sebeplere baş vurur; ama umduğu neticeye ulaşmasında karşısına bir hayli engeller çıkar. İşte bu engeller de Mâni' isminin tecellileridirler.

Kişi, kendine düşen vazifeyi hakkıyla yaptıktan sonra, dilediği neticeyi elde edemezse, Mâni' isminin tecellisindeki hikmet ve rah­mete itimat etmeli, hırs göstermeden ve şikayet yoluna girmeden neticeyi rıza ile karşılamalıdır.

elbediibg2.jpg



EL-BEDİ'

"Eşi ve benzeri olmayan."

"Örneksiz olarak yaratan."

“(ALLAH), gökleri ve yeri yoktan (örneksiz) yaratandır. O, bir işin olmasını murat etti mi, ona yalnız 'ol' der, o da oluverir."
[Bakara: 2/117.]

Bedi' ismi, ALLAH'ın zâtında ve sıfatlarında misilsiz ve benzersiz olduğunu ifade eder ve 'Muhalefetü'n-lil-havadis' sıfatına dayanır. Yani O'nun yaratmasıyla sonradan varlık sahasında boy gösteren hiçbir varlık, hiçbir cihetle O'na benzemez ve O, bütün bunlara muhaliftir.

Zâtı bütün zâtlara muhalif olduğu gibi, sıfatları da mahlukatın sıfatlarına muhaliftir.

'Muhalif kelimesi, 'benzemez' kelimesinden farklı bir mânâya kapı açar. Mahlukat âleminden bir misal vermek gerekirse, 'İnsanın kolu, ayağına benzemez,' deriz, ama bu kolun ruha 'benzemediğinden' değil, 'muhalif olduğundan' söz ederiz. Yani, kol ayrı bir mahiyettir, ruh ise ona muhalif apayrı bir mahiyettir.

ALLAH hem zâtı, hem sıfatları hem fiilleri ve icraatı bakımından bütün mahlukata muhalif olmakla misilsiz bir Bedi'dir.

ALLAH'ın varlığı vaciptir, mahlukatın varlığı ise mümkindir. Yani olmasıyla olmaması müsavidir.

ALLAH Kâdîm'dir, mahlukat ise hadîstir; yani sonradan yaratılmışlardır.

ALLAH Bâkî'dir, mahlukat ise fanidir.

ALLAH'ın sıfatları mutlaktır, kayıt altına alınamaz. Mahlukatın ise bütün sıfatları sınırlı ve kayıtlıdır.

İşte Bedi' ismi, bu muhalefetlerin tamamını birden ders vermekle, ALLAH'ın kemâlinin idrak edilemeyecek kadar ulvî, son derece bedi' olduğunu ifade eder.





"ALLAHumme inneke afuvvun kerîmun tuhibbul afve fa'fu annî."

"ALLAH'ım, şüphesiz sen affedicisin, ikram sahibisin, affetmeyi seversin, beni affet."
(Tirmizi, Daavat, 12)
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 26. Gün

Esma-ül Hüsna 26. Gün

Esma-ül Hüsna 26. Gün

eddarrde9.jpg


ED-DÂRR / EN-NÂFİ'

Dârr "Dilerse kullarına zarar veren.”

"Zarar verici şeyleri yaratan."

Nâfi': "Dilediği kullarına fayda veren.''

“Rahman (olan ALLAH), bana bîr zarar dileyecek olsa, onların şefaati bana bir fayda vermez, beni kurtaramazlar."
[Yasin: 36/23.]

Bu iki isim, hayır ve şerrin ALLAH'tan olduğunu, yani her ikisinin de ALLAH tarafından yaratıldığını ders verirler.

Bilindiği gibi hayır ve şer, 'fiilin sıfatıyla' ilgilidir. Yani, bir iş rızaya uygun ise 'hayır', değilse 'şer' ismini alır. Her iki halde de fiili yaratan ALLAH'tır.

Yazma fiilini düşünelim: Beyni, düşünecek şekilde programlayan, eli de kalem tutmaya müsait şekilde yaratan ALLAH'tır. Bir kimse, faydalı şeyler yazıyorsa bu yazma fiili hayır olur, zararlı şeyler yazmak ise serdir. Her iki halde de 'yazma' fiilini ALLAH yaratır.

Cenâb-ı Hak, kullarının eliyle, diğer kullarına zarar ve menfaat verdiği gibi, bazı isimlerini doğrudan tecelli ettirmekle de onları faydalandırır yahut zarara uğratır.

Dolu ile harap olan ekinler Dârr isminin bir tecellisi olduğu gibi, yağmurla yeşeren çimenler de Nâfi’ isminden bir tecelli taşırlar.

ALLAH, sıhhat ve bereketle kullarında Nâfi' ismini tecelli ettirdiği gibi, hastalık ve kıtlıkla da onları zarara uğratabilir ve Dârr ismini tecelli ettirir.

ALLAH, insanları Cennete teşvik etmekle, onlarda Nâfi' ismini tecelli ettirmek ister. Ancak, nefis ve şeytana uyarak şer yolunu tutanları da zarara uğratarak, Dârr isminin tecellisine mazhar kılar.

Bazen de sevgili kullarını bir takım zararlara uğratmakla imtihan eder. O bahtiyar kullar Dârr isminin bu tecellilerini rıza ile karşılamakla, Nâfi' isminden daha fazla feyiz alma şerefine ererler.
ennafifq1.jpg


image.php



"ALLAHumme inneke afuvvun kerîmun tuhibbul afve fa'fu annî."

"ALLAH,ım, şüphesiz sen affedicisin, ikram sahibisin, affetmeyi seversin, beni affet."
(Tirmizi, Daavat, 12)
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 27. Gün

Esma-ül Hüsna 27. Gün

Esma-ül Hüsna 27. Gün

ennurdw9.jpg


EN-NÛR

“Kendisi zahir (görünen) olduğu gibi, başka varlıkları da izhar eden (gösteren)." İmam Gazâlî

"Âlemleri nurlandıran, aydınlatan."

"ALLAH, göklerin ve yerin nurudur." [Nur: 24/35.]

ALLAH'ın bir ismi Nûr olduğu gibi, bütün isimleri de nurânîdir. Vücut (varlık) için 'hayır ve nur'; adem (yokluk) için ise 'şer ve zulmet' tabirleri kullanılır. Buna göre yoklukta kalmayıp varlığa kavuşan herşey, Nûr isminin bir tecellisine mazhar olmuş demektir. Kur'ân-ı Kerîm'de,

'ALLAH, göklerin ve yerin nurudur' [Nur: 24/35.] buyrulur.

Gökleri ve yeri varlık nuruna kavuşturan ALLAH, yıldızlara ışık vermekle onları varlık nurundan daha fazla hissedar kılmıştır.

Yeryüzünde ise semadaki ışığı çok gerilerde bırakan, hayat nurunu parlatmıştır.

Canlılar içerisinde, insana iman ve ilim nurları bağışlayarak, onu semalardan daha aydın ve daha yüksek kılmıştır.

Varlık nur, yokluk karanlık olduğu gibi ilim nurdur, cehalet ise karanlıktır.

Nur Külliyatında, "İman hem nurdur, hem kuvvettir" buyrulur. Işık eşyanın görülmesini sağladığı gibi, iman nuru da mü'minin nice hakikatleri bilmesine ve bulmasına vesile olur. İnsan bu nur ile eşyanın yaratıcısını, O'nun kutsî isimlerini ve sıfatlarını bilir. Meleklerden, kabir âleminden, mahşer meydanından. Cennet ve Cehennemden haberdar olur.

Nur isminin insanlık alemindeki tecellisi şu âyet-i kerîme ile nazara verilir:

"ALLAH, mü'minlerin dostudur, onları zulmetlerden nura çıkarır." [Bakara: 2/257.]

Zulmetin çoğul olarak zikredilmesiyle, iman edenlerin küfür karanlığı yanında, cehalet, zulüm, ahlâksızlık gibi daha birçok karanlıktan kurtuldukları ve nura kavuştukları haber verilir.

ALLAH Resûlü(a.s.m.) bir hadîs-i şeriflerinde, günahı 'kara lekeye' benzetir. "Günah işleyen bir mü'minin kalbinde bir kara leke hasıl olduğunu haber verir." Günahlar kara leke olunca, onların zıddı olan sevapların da nur olduğu anlaşılıyor. Keza, günahları silip yok eden tövbe de bir nur olmuş oluyor. Bunu göre, mü'mine düşen vazife, iman nurunu taklitten tahkike çıkarma hususunda gayret göstermek, o nuru söndüren küfür ve şirkten büyük bir hassasiyetle kaçınmak, ona leke konduran bütün günahlardan uzak durmak ve sevaplarını artırarak kalbinin daha feyizli ve daha nurlu olmasına çalışmaktır.

elhadibu2.jpg


EL-HÂDÎ

"Kalplere iman yolunu gösteren."

"Hidayet lütfederek, bâtıldan ve dalâletten uzaklaştıran."

"Bütün canlılara, her türlü ihtiyaçları için yol gösteren."

"Şüphesiz, ALLAH, iman edenleri dosdoğru bir yola yöneltir.” [Hacc: 22/54.]

Bu ismin Nur isminden hemen sonra zikredilmesi çok manâlıdır. Sanki bu sıralamayla, Nur isminin en büyük tecellisinin, 'kalpleri hidayetle aydınlatmak' olduğu ders verilir.

Cenâb-ı Hak, kullarına istikamet yolunu göstermek üzere Peygamberler(a.s.) gönderir. Böylece onları hidayete kavuşturur; bütün sapık anlayışlardan ve bâtıl inançlardan kurtarır.

"Onları, emrimiz ile, insanları doğru yola götüren önderler yaptık" [Enbiya: 21/ 73.]

Bu ismin, sadece insanlarda değil, bütün eşyada tecelli ettiğini şu âyet-i kerîmeden öğreniyoruz:




"Rabbimiz, her şeye bir fıtrat verip, (o yaratılışın gereğini yerine getirmeyi) o şeye hidayet edendir (öğretendir)." [Tâ-Hâ: 20/50.]

Nöbetçi arıların kovandaki bütün anları tanımasından, işçi arıların petek yapmalarına, uzak beldelerde yumurtadan çıkıp ana vatanlarına şaşırmadan dönen balıklara, hastalanan bir hayvanın kendi derdine deva olacak bitkileri bulup yemesine kadar uzanan sayısız hadiseler bu hakikati isbat ederler.

Nur Külliyatında bu âyet-i kerîme tefsir edilirken şöyle buyrulur:

"Zahirî ve bâtınî duygular, âfâkîve haricî deliller, enfüsîve dâhilî burhanlar, peygamberlerin irsaliyle, kitabların inzali gibi vasıtalar itibariyle de hidayetin mânâsı taaddüd eder."

"En büyük hidayet, hicabın kaldırılmasıyla hakkı hak, bâtılı bâtıl göstermektir." [İşârât-ül l'caz.]

Demek oluyor ki, her bir duygu insan için ayrı bir hidayettir, ayrı bir hakikati gösterir, yeni bir âleme kapı açar.

Göz, 'şekil ve renkler âlemini;' kulak, 'sesler âlemini' gösteren birer hidayet vesilesidir. Akıl, hafıza, hayal gibi batını duygular da insan için birer hidayet vesilesidirler...

Peygamber göndermek ve kitap indirmek suretiyle insanlara hak ve hakikati bildirmek, hidayetin en ileri mânâsıdır.

Bu vesileyle yanlış yorumlanan bir hakikate, kısaca temas etmek isterim:

Kur'ân-ı Kerîm'de, "ALLAH'ın, hidayeti dilediğine vereceğini" bildiren âyet-i kerîmenin [Şûra: 42/52.] doğru anlaşılabilmesi için bu konudaki bütün âyetlerin birlikte mütalaa edilmesi gerekiyor.

Bu âyet-i kerîmelerden üçünün mealleri şöyle:

"Biz ona hidayet yolunu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör." [İnsan: 76/3.]

"Ona hayır ve şerri, her iki yolu da gösterdik." [Beled: 90/10.]

"Onlar öyle kimselerdir ki, hidayet karşılığında dalâleti (sapıklığı) satın almışlardır." [Bakara: 2/16.]

Bu âyet-i kerîmelerde kulun, dalâlete kendi iradesiyle müşteri olduğu çok açık şekilde ders veriliyor. Aynı gerçeği ders veren üç âyet:

"ALLAH zalimler topluluğunu hidayete eriştirmez." [Bakara: 2/258.]

"ALLAH kâfirler topluluğunu hidayete eriştirmez." [Bakara: 2/264.]

"ALLAH fâsıklar topluluğunu hidayete eriştirmez." [Tövbe: 9/24.]

'Zalim, kâfir ve fâsık' olmayı tercih eden insandır. Ve ALLAH, hidayete zıt bir yola giren bu insanları, tövbe edip dönmedikleri taktirde, hidayete erdirmeyeceğîni haber vermiştir.

ALLAH'ın dilediğini hidayet yoluna sokması, dilediğini de sapıklık içinde bırakması, islâm'ın tevhid akidesiyle de yakından ilgilidir. Elbette ALLAH, dilediğini yapar ve O'nun iradesine karşı koyacak bir başka irade düşünülemez. Şu var ki, Alîm ve Hakîm olan ALLAH'ın bu dilemesi de mutlaka ilim ve hikmete dayanır. Bu nokta gözden uzak tutulmamalıdır.

Bu mânâyı ders veren başka bir âyet-i kerîme de şudur:

"Doğrusu sen sevdiğine hidayet veremezsin. Fakat ALLAH kimi dilerse ona hidayet verir. Ve hidayete erecekleri en iyi O bilir."





image.php



"ALLAHumme inneke afuvvun kerîmun tuhibbul afve fa'fu annî."

"ALLAH'ım, şüphesiz sen affedicisin, ikram sahibisin, affetmeyi seversin, beni affet."

(Tirmizi, Daavat, 12)
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 28. Gün

Esma-ül Hüsna 28. Gün

Esma-ül Hüsna 28. Gün
elbakihw3.jpg


EL-BÂKÎ

"Varlığının sonu olmayan."

"Mahlukat yok olduktan sonra da varlığı devam eden."
"Size verilen her şey, yalnızca dünya hayatının *sansürlü kelime*sansürlü kelime*sansürlü kelime*sansürlü kelimei ve süsüdür. ALLAH katında olan ise, hem daha hayırlıdır, hem de bakidir. Hâlâ, akıllanmayacak mısınız?"


ALLAH'ın varlığı vaciptir, mahlukatın varlığı ise mümkin. Vacip varlığın, evveli olmadığı gibi âhiri de olmaz. Yani, O hem Kadîm'dir, hem Baki. Mümkin varlıkların ise hem evvelleri vardır, hem de âhirleri.
İşte mahlukat, evvelleri cihetiyle ALLAH'ın Kadîm olduğunu gösterdikleri gibi; varlıklarının fani olması cihetiyle de ALLAH'ın Bakî olduğunu bütün akıl ve şuur sahiplerine ilan ederler.
Bu konuda Nur Külliyatından güzel bir temsil:
"Nasılki Güneş'e karşı cereyan eden bir nehrin yüzünde kabarcıklar parlar gider. Gelenler aynı parlamayı gösterip, taife taife arkasında parlayıp sönüp gider. Bu sönmek, parlamak vaziyet'iyle; yüksek daimî bir Güneş'in devamına delalet ederler. Öyle de, şu mevcudat-ı seyyaredeki hayat ve mevtin değişmeleri ve münavebeleri, bir Hayy-ı Bâki’nin beka ve devamına şehadet ederler."

elvariseb8.jpg


EL-VÂRİS

"Her şeyin tek varisi, hakikî sahibi"
“Her şey yok olup gittikten sonra Bakî kalan.”
"Biz, refahından şımarıp azmış nice şehri helak ettik. İşte meskenleri kendilerinden sonra bunların pek azında oturuldu. (Onlara) biz vâris olmuşuzdur."

[Kasas: 28/58.]


Bu ismin bir önceki isimle çok yakın ilgisi vardır. Fani olan var­lıklar bu dünyadan göçtüklerinde, bütün mülklerini o mülkün Baki olan hakikî Mâlikine teslim etmiş olurlar. Bu terk ve teslimde, ALLAH'ın Vâris ismi tecelli eder.
Bu isimden kulun alacağı en büyük ders, mal ve mülkünün manevî temizliğine dikkat etmesidir. ALLAH'ın tertemiz olarak yaratıp, ömrü süresince emanet verdiği mülkü, faizle, rüşvetle, ihtikârla, zulümle kirletmeden O'na teslim etmeye çalışmak gerekir.
Aynı şekilde, günahsız olarak yaratılan organların, hislerin ve duyguların da lekelenmemesine gayret gösterilmelidir.
Bir yönüyle Vâris ismi, cüz'î irademizle işlediğimiz her türlü amele bakar.
Hadis-i şerifte "dünya ahiretin tarlasıdır" buyruluyor. İnsan, bu dünya tarlasının içinden çıkmış harika bir mahluk. Kendi bedenine hakiki mâlik olmadığı gibi, dünyanın da gerçek sahibi değil.

Ömür denilen hizmet ve imtihan süresini doldurduğunda, ruhu bedeninden ayrılıyor ve bedeni bu dünya tarlasının bir köşesine defnediliyor.
Gidenlerin yerine başka bedenler ve başka ruhlar bu dünyaya geliyorlar ve ahiretleri namına bir şeyler devşirip göçüyorlar.
İşte Vâris ismi, hem bu misafirlerin dünya tarlasını terk etmelerinde tecelli ediyor, hem de kazanç yahut kayıplarını ilâhî ilme tevdi etmelerinde.
Buna göre Varis ismi, hem Mâlik hem de Hasîb isimleriyle yakından alâkalıdır.


image.php



"ALLAHumme inneke afuvvun kerîmun tuhibbul afve fa'fu annî."

"ALLAH'ım, şüphesiz sen affedicisin, ikram sahibisin, affetmeyi seversin, beni affet."
(Tirmizi, Daavat, 12)
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Esma-ül Hüsna 29. Gün

Esma-ül Hüsna 29. Gün

Esma-ül Hüsna 29. Gün

erreidza9.jpg

ER-REŞÎD

“Ezelde takdir ettiği her şeyi, hedefine en hikmetli bir şekilde ulaştıran."
“İnsanları hayırlı yollara irşad eden."
İlmi ve hikmeti sonsuz olan ALLAH, kimsenin yardımına ve yol göstermesine muhtaç olmaksızın, ezelde takdir ettiği işleri bizzat kendisi neticelendirir. Bunun için gerekli yolları yine kendisi açar; tedbirleri hikmetiyle alır ve hiçbir engel olmaksızın netice tahakkuk eder.
Bir zamanlar her tarafa bir buhar gibi yayılmış ve dağılmış olan varlık âlemi, O'nun yol göstermesi ve yön vermesiyle şu gördüğümüz muhteşem kâinat halini almış bulunuyor.
Ana rahmindeki nutfe de yine O'nun irşadiyle 'alâka, mudğa... safhalarından rahatlıkla geçmiş, organlarla donanmış ve insan haline gelmiştir.
ALLAH'ın sıfatlarını, isimlerini, fiillerini, insanın nereden gelip nereye gittiğini ve bu dünyadaki vazifesinin ne olduğunu ilâhi irşad olmaksızın bilmek mümkün değildir. Akıl bütün bu konularda tek başına hiçbir şey söyleyemez. Buna göre, Reşîd isminin en ileri tecellisi, Kitap indirmek ve Peygamber göndermek suretiyle insanlara doğru yolun gösterilmesidir.
Bu isimden insanın alacağı en büyük ders, hayatına Kur'ân'ın irşad ettiği gibi yön vermesi ve başka insanlara da bu vadide yardımcı olmaya çalışmasıdır.
essaburff4.jpg


ES-SABÛR

"Azap etmekte acele etmeyen."
“Cezayı, bir vakte kadar tehir eden.”
Bütün sıfatları mutlak ve sonsuz olup, dilediğini hemen icra edebilen ALLAH'ın, Sabûr ismi, insanların anladığı mânâda bir sabır olmaktan münezzehtir. O'nun sabrı, 'acele etmemek' manasınadır. Kâinatın altı devrede yaratılmasında, bir ağacın yıllar sonra meyve vermesinde, ekilen tohumun aylar sonra yeryüzüne çıkmasında hep bu Sabûr isminin tecellileri okunur.
Yaratma hususunda acele etmeyerek bütün icraatını hikmetle yürüten ALLAH, asi, münkir ve müşrik kullarının cezalarını vermekte de yine acele etmez. Onlara belli bir süre tanır.
Bir mü'min, sabırlı olduğu ölçüde bu isimden feyiz alır. Nur Külliyatında sabır üçe ayrılarak incelenir:
"Sen üç sabır ile mükellefsin. Birisi taat üstünde sabırdır. Birisi: masiyetten sabırdır. Diğeri: musibete karşı sabırdır."

[Sözler]


Buna göre bir kul, nefis ve şeytanın telkinlerine rağmen hayırlı bir iş yapar ve bunda sebat gösterirse, 'taat' üstünde sabır etmiş olur.
Kendisine kötülüğü emreden nefsinin sözlerine ve şeytanın vesveselerine kapılmamak için mücadele vermek suretiyle 'masiyete', yani günahlara karşı sabretmiş olur.
Bu dünya imtihanın bir cilvesi olan sıkıntılara, hastalıklara ve 'musibetlere' sabredip, şikayet yoluna girmemekle de sabrın üçüncü şubesinde başarıya ulaşır.



image.php



"ALLAHumme inneke afuvvun kerîmun tuhibbul afve fa'fu annî."

"ALLAH'ım, şüphesiz sen affedicisin, ikram sahibisin, affetmeyi seversin, beni affet."
(Tirmizi, Daavat, 12)
 

beyazmasa40

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
4
Tepki puanı
0
Puanları
0
Allah razı olsun çok güzel bir paylaşım olmuş emeğinize sağlık selam ve dua ile...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt