_YUSUF_
Yönetici
- Katılım
- 26 Haz 2008
- Mesajlar
- 4,070
- Tepki puanı
- 1,043
- Puanları
- 113
- Yaş
- 43
el'VAHHAB
el'VAHHAB
Hibe, karşılığı olmayan ivezsiz ve garazsız bir bağıştır.. Bu sıfatla bağışı çoğaltan kişiye cömert ve Vahâb (ziyadesiyle veren ve bağışta bulunan) denir.
Gerçek Cömertlik, karşılığında hiç bir şey beklemeden vermek ve bağışlamak ancak Allah'dan beklenir. Bu, ancak Allah'a mahsustur. Çünkü O, her muhtaca verdiği zaman karşılık beklemeden vermiş ve halen de vermektedir. Hem de peşin verir, vereceğini sonraya bırakmaz..
Bir kimse, bir bağışda bulunduğunda, karşılığını hemen beklerse ve yahut zamanla insanlar tarafından övülmesini veya en azından kınanmaktan kurtulmasını isterse o insan bağışda bulunmuş bir insan değildir. Cömerd olmak şerefini bile ihraz etmiş sayılmaz. Çünkü her verilen şeyin karşılığı mutlaka para veya mülk olamaz. Bazan da bunların cinsinden olmayan, elle tutulmayan manevî değerler de olabilir verdiği şeyin karşılığı...
Her kim şeref kazanmak veya övülmek için bir bağişda bulunursa o sadece bu bağışı meydana getiren bir işçi olabilir. Çünkü gerçek bağışlayıcı o kimsedir ki, herkes ondan karşılıksız faydalar görür, yani herkese ivezsiz ve garazsız faydası dokunur.
Hattâ bazen öyleleri de olabilir ki, sırf hayrı (bak ne cimri adamdır, hiç hayr yapmıyor) demesinler için sırf korkusundan yapar, işte böyle bağışlarda bulunanlara da bağışda bulunan insan denemez. Çünkü bu da bağışını ötekiler gibi karşılık için yapmıştır..
Kuldan, hiç bir zaman gerçek mânâda cömertlik ve bağışlayıcılık beklenemez. Çünkü o, yapılacak bir işin, yapılmaması evlâ olunca o işi yapmaya katiyen yanaşmaz. Fakat, bütün varlığını hatta en aziz varlığı olan ruhunu Allah yolunda, Cennetine tama etmeden veya azabından kurtulmak gibi bir gaye beklemeden feda edese o kişi şüphe yok ki gerçekten Vahhâb (Bağışta bulunan) ve Cevad (son derece cömert olan) ismine lâyık olmuş olur.
Böyle olmayıp da sırf Allah'ın cennetine kavuşmak veya azabından kurtulmak gayesiyle yaparsa veyahut insanlar tarafından övülmek, beğenilmek dolayısıyle nam ve şöhret kazanmak için bir bağışta bulunmuşsa, o kişi her ne kadar zahiren karşılıksız bir bağışta bulunmuş hissini vererek, insanlar tarafından Cevad (son derece cömert) kabul edilirse de aslında böyle değildir. Çünkü insanlar karşılığın yalnız madde olduğunu sanırlar oysa maddî olmayan, manevî olan karşılıklar da vardır...
— Pekâlâ sadece Allah rızası için bir manevi nasib bekliyerek bütün varını bağış olarak veren kişi nasıl Cevad (fazla cömert) olma vasfına mazhar olamaz? diye bir sual varid olursa deriz ki:
Bu tip kimselerin hazzı yalnız Allah'tır, nzasıdır,. ona kavuşmaktır.. İnsanoğlunun ihtiyarî olan fiilleri ile,kazanabileceği en büyük mutluluktur bu! O öyle bir haz ve saadettir ki bütün mutluluklar onun yanında hiç kalır..
Şu halde Arif-i Billâh o kişidir ki, Allah'a yalnız Allah için ibadet eder. Yoksa karşılığında herhangi bir şey beklemek için değil sözünün mânası nedir? Ayrıca Allah'a karşılıksız ibadet edenle, ondan birşeylei bekleyen kişinin ibadeti arasında ne gibi farklar vardır? dersen, cevabım şu olur:
— Haz, insanlarca yapılan herhangi bir işin karşılığı demektir. Kul, ibadeti esnasında bu gibi niyet ve arzudan tamamen tecerrüt ettiğinde, Allah'dan başka gayesi ve maksadı kalmamış demektir. Ona, insanların haz kabul ettiği şeylerden tamamen tecerrüt etmiş derler..
Meselâ bir köle, efendisine, efendisi olduğu için değil de, ondan bir ikram beklemek için hizmet eder.. Efendi de kölesini, kölesi olduğu için değil de ondan hizmet ve hürmet beklemek için korur.. Bir baba böyle mi ya?!
Bir baba, çocuğunu, çocuğu olduğu için korur, onlardan menfaat beklemek için değil.. |
Hattâ, oğlu ona gereken hürmeti göstermese bile yine onu düşünür, onun iyiliğine çalışır.. (Adama sende!..) diyemez!
Bir kimse, bir şeyi (o şeyin kendisi için değil de) başka şeye ulaşmak için talep ederse, sanki onu talep etmemiş demektir. Çünkü istemesinde o gaye değil, başka şeydir. Altın isteyen kimse gibi... Altın isteyen kişi, onu bizatihi istemez, bilâkis onunla yiyecek ve giyecek almak için ister... Hatta yiyecek ve giyecek de bizatihi murat değildir; lezzet elde edip, elem ve kederi gidermek için arzulanmışlardır..
Lezzet (zevk) bizatihi murat edilmiştir.. Ardında başka gaye yoktur!
İnsanoğluna arız olacak elem ve kederin önlenmesi de öyle. İşte altın, yiyecek elde etmek için bir vasıtadır.
Yemek de şehvet ve lezzet elde etmek için bir köprü!... Lezzet ise gayedir, vasıta değil...
İşte çocuk da bir baba için vasıta değildir.. Babanın onu arzulaması (sevmesi) onun selâmeti içindir. Çünkü çocuğun kendi, bizatihi pederin hazzıdır...
Allah'a Cennet için ibadet eden de böyledir: Allah onu (Cenneti) kendisinin aranması ve istenmesi için bir vasıta kılmıştır; gaye değil.. Vasıtayı şöyle anlayabiliriz: Şayet gayeye onsuz (vasıtasız) ulaşılacak olursa o aranmaz...
Dünyevî istekler eğer altınsız elde edilse hiç şüphe yok ki, altın aranmaz. Kimse ona iltifat etmez.. Şu halde gerçekte mahbûb olan ulaşılmak istenen gayedir,altın değil..
Eğer Allah'a ibadet edilmeden cennet elde edilseydi, kimse Allah'a ibadet etmezdi.. Şu halde Abid'in (İbadet eden kişinin) mahbûbu ve matlûbu cennetti, başkası değil.. Lâkin Allah'dan gayri mahbûbu olmayan, bütün hazzı ve gayesi Allah'a kavuşmak olan kişi böyle değildir. Onun bütün gayesi ve arzusu Allah'a kavuşmak, Mele-i Ala da mukarreblerde beraber olmaktır.. İşte bu niteliği taşıyan kişiye «O, sadece Allaha ibadet ediyor, yani Allah'a Allah için ibadet ediyor; başka bir gaye güderek değil..» derler..
Bu demek değildir ki, onun hiç bir hazzı yoktur.. Onun hazzı vardır ve o hazzı yalnız Allahtır, O'ndan başkası değil...
Allah'a kavuşmak, onu müşahede etmek, onu bilmek sevinç ve neşesine inanmıyan, ona müştak olamaz.. Ona müştak olmayan hakkında, Allah'ın onun gayesi olduğu düşünülemez. Bu sebebledir ki, o kişi yaptığı ibadet babında, sadece maddiyatı düşünen kötü bir işçi gibi olur
Ne yazık ki insanların çoğu, bu zevki tatmamışlardır, bu zevki tanımamışlardır, Allah'ın cemaline bakmanın lezzetini anlayamamışlardır.. Bu tip kimselerin, îmanı yalnız dilledir.. İçlerine işlememiştir.. Çünkü içlerinden biran evvel Cennette Müminlerin emrine verilecek hurilere kavuşmak isterler...
Bütün bu anlattıklarımızdan şu neticeyi elde ediyoruz: Kazlardan hali olmak muhaldir. Allah'a kavuşmak nazların en büyüğüdür.. Eğer insanların kabul ettiği, yapılan herhangi bir işin karşılığı olan maddi veya. manevî menfaati bir haz olarak kabul ederseniz ben buna (Haz) demem..
Kul hakkında elde edilmesi, ondan mahrum olmasından daha iyi ise tabii ki bu onlarca haz kabul edilebilir...
el'VAHHAB
Hibe, karşılığı olmayan ivezsiz ve garazsız bir bağıştır.. Bu sıfatla bağışı çoğaltan kişiye cömert ve Vahâb (ziyadesiyle veren ve bağışta bulunan) denir.
Gerçek Cömertlik, karşılığında hiç bir şey beklemeden vermek ve bağışlamak ancak Allah'dan beklenir. Bu, ancak Allah'a mahsustur. Çünkü O, her muhtaca verdiği zaman karşılık beklemeden vermiş ve halen de vermektedir. Hem de peşin verir, vereceğini sonraya bırakmaz..
Bir kimse, bir bağışda bulunduğunda, karşılığını hemen beklerse ve yahut zamanla insanlar tarafından övülmesini veya en azından kınanmaktan kurtulmasını isterse o insan bağışda bulunmuş bir insan değildir. Cömerd olmak şerefini bile ihraz etmiş sayılmaz. Çünkü her verilen şeyin karşılığı mutlaka para veya mülk olamaz. Bazan da bunların cinsinden olmayan, elle tutulmayan manevî değerler de olabilir verdiği şeyin karşılığı...
Her kim şeref kazanmak veya övülmek için bir bağişda bulunursa o sadece bu bağışı meydana getiren bir işçi olabilir. Çünkü gerçek bağışlayıcı o kimsedir ki, herkes ondan karşılıksız faydalar görür, yani herkese ivezsiz ve garazsız faydası dokunur.
Hattâ bazen öyleleri de olabilir ki, sırf hayrı (bak ne cimri adamdır, hiç hayr yapmıyor) demesinler için sırf korkusundan yapar, işte böyle bağışlarda bulunanlara da bağışda bulunan insan denemez. Çünkü bu da bağışını ötekiler gibi karşılık için yapmıştır..
Kuldan, hiç bir zaman gerçek mânâda cömertlik ve bağışlayıcılık beklenemez. Çünkü o, yapılacak bir işin, yapılmaması evlâ olunca o işi yapmaya katiyen yanaşmaz. Fakat, bütün varlığını hatta en aziz varlığı olan ruhunu Allah yolunda, Cennetine tama etmeden veya azabından kurtulmak gibi bir gaye beklemeden feda edese o kişi şüphe yok ki gerçekten Vahhâb (Bağışta bulunan) ve Cevad (son derece cömert olan) ismine lâyık olmuş olur.
Böyle olmayıp da sırf Allah'ın cennetine kavuşmak veya azabından kurtulmak gayesiyle yaparsa veyahut insanlar tarafından övülmek, beğenilmek dolayısıyle nam ve şöhret kazanmak için bir bağışta bulunmuşsa, o kişi her ne kadar zahiren karşılıksız bir bağışta bulunmuş hissini vererek, insanlar tarafından Cevad (son derece cömert) kabul edilirse de aslında böyle değildir. Çünkü insanlar karşılığın yalnız madde olduğunu sanırlar oysa maddî olmayan, manevî olan karşılıklar da vardır...
— Pekâlâ sadece Allah rızası için bir manevi nasib bekliyerek bütün varını bağış olarak veren kişi nasıl Cevad (fazla cömert) olma vasfına mazhar olamaz? diye bir sual varid olursa deriz ki:
Bu tip kimselerin hazzı yalnız Allah'tır, nzasıdır,. ona kavuşmaktır.. İnsanoğlunun ihtiyarî olan fiilleri ile,kazanabileceği en büyük mutluluktur bu! O öyle bir haz ve saadettir ki bütün mutluluklar onun yanında hiç kalır..
Şu halde Arif-i Billâh o kişidir ki, Allah'a yalnız Allah için ibadet eder. Yoksa karşılığında herhangi bir şey beklemek için değil sözünün mânası nedir? Ayrıca Allah'a karşılıksız ibadet edenle, ondan birşeylei bekleyen kişinin ibadeti arasında ne gibi farklar vardır? dersen, cevabım şu olur:
— Haz, insanlarca yapılan herhangi bir işin karşılığı demektir. Kul, ibadeti esnasında bu gibi niyet ve arzudan tamamen tecerrüt ettiğinde, Allah'dan başka gayesi ve maksadı kalmamış demektir. Ona, insanların haz kabul ettiği şeylerden tamamen tecerrüt etmiş derler..
Meselâ bir köle, efendisine, efendisi olduğu için değil de, ondan bir ikram beklemek için hizmet eder.. Efendi de kölesini, kölesi olduğu için değil de ondan hizmet ve hürmet beklemek için korur.. Bir baba böyle mi ya?!
Bir baba, çocuğunu, çocuğu olduğu için korur, onlardan menfaat beklemek için değil.. |
Hattâ, oğlu ona gereken hürmeti göstermese bile yine onu düşünür, onun iyiliğine çalışır.. (Adama sende!..) diyemez!
Bir kimse, bir şeyi (o şeyin kendisi için değil de) başka şeye ulaşmak için talep ederse, sanki onu talep etmemiş demektir. Çünkü istemesinde o gaye değil, başka şeydir. Altın isteyen kimse gibi... Altın isteyen kişi, onu bizatihi istemez, bilâkis onunla yiyecek ve giyecek almak için ister... Hatta yiyecek ve giyecek de bizatihi murat değildir; lezzet elde edip, elem ve kederi gidermek için arzulanmışlardır..
Lezzet (zevk) bizatihi murat edilmiştir.. Ardında başka gaye yoktur!
İnsanoğluna arız olacak elem ve kederin önlenmesi de öyle. İşte altın, yiyecek elde etmek için bir vasıtadır.
Yemek de şehvet ve lezzet elde etmek için bir köprü!... Lezzet ise gayedir, vasıta değil...
İşte çocuk da bir baba için vasıta değildir.. Babanın onu arzulaması (sevmesi) onun selâmeti içindir. Çünkü çocuğun kendi, bizatihi pederin hazzıdır...
Allah'a Cennet için ibadet eden de böyledir: Allah onu (Cenneti) kendisinin aranması ve istenmesi için bir vasıta kılmıştır; gaye değil.. Vasıtayı şöyle anlayabiliriz: Şayet gayeye onsuz (vasıtasız) ulaşılacak olursa o aranmaz...
Dünyevî istekler eğer altınsız elde edilse hiç şüphe yok ki, altın aranmaz. Kimse ona iltifat etmez.. Şu halde gerçekte mahbûb olan ulaşılmak istenen gayedir,altın değil..
Eğer Allah'a ibadet edilmeden cennet elde edilseydi, kimse Allah'a ibadet etmezdi.. Şu halde Abid'in (İbadet eden kişinin) mahbûbu ve matlûbu cennetti, başkası değil.. Lâkin Allah'dan gayri mahbûbu olmayan, bütün hazzı ve gayesi Allah'a kavuşmak olan kişi böyle değildir. Onun bütün gayesi ve arzusu Allah'a kavuşmak, Mele-i Ala da mukarreblerde beraber olmaktır.. İşte bu niteliği taşıyan kişiye «O, sadece Allaha ibadet ediyor, yani Allah'a Allah için ibadet ediyor; başka bir gaye güderek değil..» derler..
Bu demek değildir ki, onun hiç bir hazzı yoktur.. Onun hazzı vardır ve o hazzı yalnız Allahtır, O'ndan başkası değil...
Allah'a kavuşmak, onu müşahede etmek, onu bilmek sevinç ve neşesine inanmıyan, ona müştak olamaz.. Ona müştak olmayan hakkında, Allah'ın onun gayesi olduğu düşünülemez. Bu sebebledir ki, o kişi yaptığı ibadet babında, sadece maddiyatı düşünen kötü bir işçi gibi olur
Ne yazık ki insanların çoğu, bu zevki tatmamışlardır, bu zevki tanımamışlardır, Allah'ın cemaline bakmanın lezzetini anlayamamışlardır.. Bu tip kimselerin, îmanı yalnız dilledir.. İçlerine işlememiştir.. Çünkü içlerinden biran evvel Cennette Müminlerin emrine verilecek hurilere kavuşmak isterler...
Bütün bu anlattıklarımızdan şu neticeyi elde ediyoruz: Kazlardan hali olmak muhaldir. Allah'a kavuşmak nazların en büyüğüdür.. Eğer insanların kabul ettiği, yapılan herhangi bir işin karşılığı olan maddi veya. manevî menfaati bir haz olarak kabul ederseniz ben buna (Haz) demem..
Kul hakkında elde edilmesi, ondan mahrum olmasından daha iyi ise tabii ki bu onlarca haz kabul edilebilir...