Çanakkale Cephesinden Asker Mektupları
Yüzbaşı Kazım Efendi
21. Alay, 1. Tabur, 1. Bölük Kumandanı
27 Nisan 1915 (1331)
Seddülbahir civarında Selimbey Çiftliğinden
18-19 “M” 331 Kazım
Sevgili Kardeşim,
Ben vatan ve millet uğrunda bana düşen vazifeyi ifa ettim. Artık gerisini size terk ediyorum. Ben cümlenize hakkımı helal ettim, tabiidir ki siz de helal edersiniz. Hemşiremin, Ziyanın kemali hasretiyle gözlerinden öperim. Muhterem amcamın ellerinden öperek dualarını her zaman beklerim. Çoluk çocuğumu evvel Cenabı Hakka sonra vatan ve millete ve sizlere emanet ederim. Sevgili valideme, aileme, çocuklara güzel bakınız. Tahsillerine himmet ediniz. Maaşlarının tahsisi, icap eden muamelenin ifası için arkadaşlardan alayımızın tabur katibi ve aynı zamanda alay naibi bulunan Hasan Efendiye yazdım. Bulunduğum fırkanın kumandanı Miralay Remzi Beydir Alay Kumandanı Binbaşı Halil Beydir. Bu isimler size lazım olursa kendileri ile muhabere edersiniz. Binbaşımız Şevki Beyde benim gibi tehlikede bulunduğu için sağ kalırsa ona da müracaat edersiniz. Kolordu kumandanımız malum olduğu üzere Esat Paşa Hazretleridir. Hayvanım hakkında lazım gelen muamele içinde katip efendiye yazdım. Oradaki hakkımı da çocuklarım için yazdım. Sana çok rica ederim, efradı ailemi, validemi hiçbir vakit üzme. Daima rıfk ile muamele et. Bana acımasınlar. Ben mukaddes vatan uğruna terk-i can ettim, bahtiyarım.
Cenabı Hâke sizleri de bahtiyar bulunsun. Baki cümlenizi Cenabı Hakka emanet ederim sevgili kardeşim.
Yüzbaşı Kazım Efendi bu mektubu yazdıktan tam 26 gün sonra hissettiği veçhile şehit olmuştur. Yukarıdaki mektup onun son mektubudur.
55. Alay, 5. Bölükten
Eskişehir’inIlıca Köyünden Ekderis Oğullarından Ömer Oğlu Nasuh, 1306
İnegöl Kazasının Muzal Köyünden Resul Oğullarından Mehmet Emin Oğlu Mustafa, 1304
Ankara Kalecik Kazasından Dalyasan Köyünden İbrahim Oğlu Hüseyin, 1302
Eskişehir’inIlıca Köyünden Mehmet Oğlu Abdurrahman, 1299
Kerevizdere’de taburun önünde düşmanın yapmış olduğu büyük bir ileri siper hazır kıt’a olarak bulunan taburun sinirlerine dokunuyordu. Tümen komutanı bile, “2. Taburun önünde düşman bu cesareti göstersin... Tuhaf şey!” diyordu. Bu siperi yıkmak, perişan etmek gerekirdi! Fakat bu da büyük fedakarlığa bağlıydı. Yüzbaşı durumdan etkilenmişti. Tabur komutanıyla görüşerek “Biz bu siperi yıkarız, fakat en sevgili askerlerimden birkaç tanesini feda etmek lazım.” Diyordu. Yüzbaşının bu sözlerini dinleyen biraz mütevazı bir asker olan Ömer Oğlu Nasuh ilerleyerek, “Ben bu siperi yıkarım, sen bana istediğim arkadaşlarımı ver, Yüzbaşım!” dedi. Tabur komutanı muvafakat gösterdi. Yüzbaşı da lazım gelen talimatı verdi.
Gece pek karanlıktı. Nöbetçilerimiz ve düşman tarafından atılan silahların kesik sesleri, siperleri saran zifiri karanlığı yırtmak için haykırıyorlar gibiydi. Nasuh Onbaşı; Mehmet Oğlu Mustafa, İbrahim Oğlu Hüseyin ve Mehmet Oğlu Abdurrahman’dan oluşan küçük ordusunun başında düşman siperlerine doğru karanlıklar içinde süzülüp gitti.
15 dakika sonra, düşman siperinden 4-5 el bombasının sesleri duyuldu. Sonra boğuşma başladı. Bu habersiz hücumdan telaş eden düşman, etrafa şaşkın kurşunlar, maksatsız top ve havan mermisi fırlatıyordu. Top ve havan mermilerinin açtığı çukurlardan keskin bayıltıcı ölü kokuları geliyordu. Herkes Nasuh Onbaşı ile arkadaşlarını bekliyordu. Nihayet 7. Bölük mıntıkasından haber geldi. Nasuh Onbaşı vazifesini yerine getirerek sipere dönmüştü fakat yalnızdı. Mustafa, Hüseyin ve Abdurrahman yoktu. Bunlar da vazifelerini yerine getirmişler fakat bu uğurda kurban olmuşlardı. Yüzbaşı; “Arkadaşlar hepimiz için bir şereftir.” Diyordu. Düşman siperinin perişan edilmiş olduğunu derhal fark eden tümen komutanı taburu tebrik ediyor ve Nasuh Onbaşının göğsüne kendi eliyle Osmanlı Yıldızı Nişanı takıyordu.
Nasuh Onbaşı mert ve asil bir eda ile yalnız vazifesini yaptığını söylüyordu. Nasuh Onbaşı bu olaydan 4 gün sonra da (24 Temmuz 1915) askerliğin en şerefli bir rütbesi olan “ŞEHİTLİK” rütbesini kazandı. Allah Rahmet Eylesin!
Bir Askerin Siperdeki İlk Gecesi
(1915)
Sevgili kardeşim Müfit Necdet’e
Başları göklere doğru uzanmış, dağların üzerinde kartallar gibi uçuşan bulutlar, altın kurdelelerle işlenirken muhitin sükun ve sukut ile titreyen kalbinde, karanlıkları yaran zulmetlere meydan okuyan bir seda yükseldi.
“Silah başına!”
Bu emir birkaç şahısta birkaç ağızda tekrar edilerek, yansıdı. Artık gölgeler dolaşıyor, fısıltılar çoğalıyor. Bazen kısa , sert ve keskin emirler duyuluyordu. “Düşman taarruz ediyormuş” deniliyor ve bu cümleyi hafif alaycı bir tebessüm takip ediyordu. Hiçbir yerde hiçbir kimsede olağanüstülük görülmüyordu. Ölüme karşı gitmeye hazırlanan bu cesur kahramanlar üzerinde küçük bir tereddüt bile hissedilmiyordu. Yalnız sükun ve intizamla çalışan, düşmana karşı koyacak, ölümle çarpışacak fakat vatanı kurtarmaya azmetmiş, milletin namusuyla
eğlenen, yurdun, Türk’ün mukaddesatıyla görülüyordu. Genç subaylar kılıçlarını kuşanıyor, azimkar gözlerle düşman istikametinde yıldızlardan haber sezmeye uğraşıyorlardı.
Bunlarda benim gibi, hepsi de genç, yeni terfi etmiş, gençlik devresinin ateşli ihtirasını yenmeden, gençliğin zevk ve emellerine doymadan, vatanın bağrında alçalmış çizmelerle, düşmana haddini bildirmek için namuslarına tecavüz edilmiş millettaşlarının, hakaret görmüş kardeşlerinin intikamını almak için, din için, namus için, vatan için istikballerini çiğneyerek yurdun istikbali uğruna hudutlara koşmuşlardı.
Önde cüretkar adımlarla yürüyen dinç, vakarlı subaylar, arkasında gözleri vatanın her tarafına sokulmak isteyen düşmana şimşekler, ateşler saçan bir kıt’a. Bunlar ayaklarının hareketiyle meydan gelen küçük, hafif çıtırtıları duymayarak, mehtabın ışıklarından sabahın oluğuna hükmeden bülbüllerin ötüşüne asla ehemmiyet vermeyerek etrafın yeşil ormanları arasından gösterilen istikamette, düşmanı kahretmek için ilerliyordu. Sert, kısa ve emredici bir ses, gecenin mahsur karanlığı içinde uçuştu;
“İstikamet 34 No'lu savunma noktası...!”
Başlar sola, ayaklar sola, mangalar sola döndü. Artık yüksek, çetin çakıllı, manalı, bir dağ tırmanılıyordu.
Mesafenin verdiği yorgunlukla terleyen yüzünü, beyaz “MİM” markalı mendile silerken, kalbimde saklayamayacağım bir acı duydum. Ruhum ezildi. Gözlerimde hayaller, beynimde birer birer mazinin tatlı hayalleri dolaştı. Batıya döndüm. İstanbul beyaz ufuklarına doğru 3 senedir hasret çektiğim bir mevcudiyetin hayaline yemin ettim. “Vatanın düşman ayakları, camileri hac gölgeleri altında görmektense, genç hemşirelerin namusları ayak altına alınmak, ihtiyar annelerin beyaz saçlarına hakaret edilmektense, senin; Özellikle senin, “Ey
güzel hayal! Düşman kucağında çırpındığını duymaktansa , şu yüksek tepenin bulutlara karışmış zirvelerinde bayrağım gibi kırmızı kanlara boyanarak ölümü isterim.” Dedim.
Mukaddesatımı çiğnemek isteyen, Kabeme haclar yerleştirmek isteyen, bu sefil düşman leşlerinden kan abidesi ve zafer teşkil etmeden ölmeyeceğim. Gözlerimde beyaz ve güzel bir hayal, ellerimde ölüm püsküren küçük ve yuvarlak bombalar olduğu halde yürüdüm. İlk bombayı sevgilim namına ateşlerken batıya, onun diyarına bulutlarla selamlar hürriyetler yolladım.
Oğlun Hasan Etem
4 Nisan 1331
(17 Nisan 1915)
Tekirdağında Osman oğlu İbrahim
Burdur-Bucak-Kuşbaba Köyü
Hakikatlı validem,
Mahsus selam iderim , iki ellerinden öperim ,hayır duanızı talep iderim .Hamdolsun ,sıhhatteyim. İnşallah sizlerde sıhhattesiniz.18 Eylül 1915 tarihinde harbe iştirak ettik .Şimdiye kadar ingiliz düşmanımızla muharebe itmekteyim. İşte şimdi Osmanlı ordusunun kahraman askerleri,ingiliz düşmanlarımızı kahr iderek tamam denize
kadar döktük.Hamd olsun ,daha çok düşmanlarımızı tepeleyeceğiz. Biz Osmanlı askerleriyiz, bize bu Osmanlılık birinci padişahımız Osman Gazi’den kalmıştır. Asla geri dönmeyiz. Muharebe ettiğimiz gibi mektup yazmaya elimiz değmiyordu. Biz asker olduğumuz gibi her daim mektup yazamayız; benim bir mektubuma siz beş mektup yazacaksınız. Herhalde cevabını gönderiniz, inşallah yakın zamanda . Selamet şerefini ihsan eylesin. Elbaki Hüda’
ya emanet olasınız. Valideciğim meram etmeyesiniz,hamd olsun çok rahatım. Ocak 1916. Oğlunuz İbrahim Çavuş.
Adresim: Altıncı Hatem Nizamiye dir.Birinci Taburun İkinci Bölükğün de, Birnci Takımın birinci Mangasında diyerek yazınız.
Himmetli Biraderim, Muhammet Efendi, Dayım Yusuf Efendi,
Evvela selam ettikten sonra, saniyen iki ellerinizden buse idem ve yengem Kadınlara ayrıca ederim. Biraderim hanesi tarafına, Kerim Kadınlara, Mahdumum Emin Ağa’ya ayrıca ederim. Büyük Pederim Ahmet Ağa’ya hanesi tarafına, kızlarına selam ederim. Amcam Mustafa Ağa’ya, Muhammet Efendiye, Dayım Osman Çavuş Ağa’ya, Hacı Emin Ağa’ya cümlenize selam ederim. Bize selam yok mu diyen ahbaların cümlesine ayrıayrıı selam ederim. Bizim kadına da selam ederim. Şimdiye kadar mektup yollamadığımın sebebi; Ağustos 31 tarihinde İstanbul’dan hareket ettik, Eylül’ün 18’inde Arı Burnu’nun sağından harbe girdik. 21 Aralık 1915’te düşmanı kahrettik Allah izniyle.
21 Aralık 1915 günü sabah namazının evvel vaktinde düşmanları denize düktük. 4 Ocak 1916’ da hareket ettik Tekirdağ’ına geldik. Şimdiye kadar benim elim olmadı,sizde benim nerede olduğumu bilmediniz. Şimdiden geri ben haftada bir mektup gönderirsem sizde haftada beş mektup göndermelisiniz. Ateş altında bir mektup yazdım, 16 Aralık 1915 tarihini atmadım. Şimdi bu mektup ile ikisini birden yolladım. Kusura bakmayınız, inşallah yakın vakitte görüşürüz. Ol tarafta her işinizi nasıl ettiğseniz beyan ediniz. Sizden aldığım iki mektup; biri dayım Osman Çavuş, biri biraderim Muhammed Efendiden. Harp yerinde geldi, vusul buldu,çok memnun oldum. Allah sizleri de memnun eylesin. Emin olduğumuz yeri soruyordunuz. Şimdi Tekirdağına geldik,şimdilik burdayız. Biraderim Hakkı Efendiye ,Mustafa Ağa’ya ayrı ayrı selam ederim. Şükürler olsunn paraca sıkılmadım, tütün içmediğim sebeple; çocuklara tütün içirmeyin. Bir iki ay daha param yeter meram etmeyiniz.
Ömer Onbaşı
Harp cephesinde Ömer Onbaşıdan köyden küçük kardaşına,
Benim nur-i ‘ aynım ve ciğer köşem birader-i can beraberim, efendim, mahsusen selam ve dualar olunub hatır-ı nazikaneleri istifsar kılınmakta ve gülden nazik demirden pek vüdud-ı nazeninleri daima sıhhat ve afiyet üzere olup Cenab-ı Hak Teala hazretleri cenabının bilcümle cismi latif ve ruh-i şerifinize sıhhat ve afiyet ihsan edip hak yüzü suyu hürmetine savn-ı samedaniyyesinde ileriye geriye gitmeyerek masumlar buyara amin. Duaları Hüdaya amma ba’d ile ithaf olunub eğer çi bu taraftan sual-i şerif ve erzani-i latif buyurulursa hafazanallah tarih-i şukkaya değin vücud-i behbudumuz afeyet üzere olup...
Benim bidancik kardeşim Muhammed.
Pek iyi bilinya Muhammed, onbaşı olduk da hala okuyup yazmak öğrenemedik! Başçavuşumuz Hüseyin Efendiden irica ettim, sana şu gözel mektubu yazmağa başladı. Hele bir kerecik dinleyim dedim; okudu, bişey anlamadım. Ama mektub böyle yazılırmış katibcesi bu imiş; hoca efendilerden böyle öğrenilirmiş; benim neyime gerek? Koca Başçavuşun eline ayağına sarıldım. Yarım saat ircalar ettim. Hele hele Allah’a bin şükür ağzımdan ne çıkarsa yazıvereceğine söz aldım. Ama pek de cahilce şeyler söylersem düzeltiverecek. Buna da ben ırazı oldum.
Ne yaparsın, cahil kalmanın sonu işte budur!
Ağabeyin Ömer Onbaşı
Makam-ı Küçük Biraderim Mehmet Efendi
Hatır-ı şeriflerinin istifsar idüb mahsus dide-i enverlerini bus edip ol tarafta bizi sual edenleri ferden ferden selam ve dualar eyleyüb hamd olsun tarih-i şukkaya değin vücudumuz sıhhat ve afiyet üzere olduğunu arz ile duanız berekati ile rahatta bulunduğumuzu ve selamet ile asude bal-ı bi-ibtihal kaldığımızı ba’de’I-beyan ciğer köşem makam-ı evladım ferzendimden ircam şudur ki ağan tarafından , laf aramızda , onun kendi ağzından çıktığı gibi siz efendime yazacağım şu şukka-ı hulusi çok irca ederim. Köyde kimseye okumayasın. Bizim Hüseyin Çavuş yeni cahil olmuş derler ve benimle zevklenirler. Sakın ha Mehmed oğlum sen sen olasın mektubu kimseye göstermeyesin. Sen efendim artık kıraat da imla da öğrendim şu mektubumu zahmet çekmeden kendin pek güzel kendine okursun. İhtiyar amcana sakın köyün aklı başında ağalarından fena sözler getirmeğe zinhar sebebiyet verme ki tasaddi etmeyesin. Mehmed Efendi sonra seni ferzend-i celilü’ş-şanıma istemeyerek beddualar okurum.
Şöyle bilüp ona göre davranmaya gayret eyle. Baki cümleye ve bütün köy ahalisine selamlarımla dualarımı edegör. Allah da seni feyzlendire. Evlatcağızım vesselam ve selavat efendim.
Bölük Emini ve Başçavuş Hüseyin
Benim tek kardeşçiğim Mehmed
Sen bensiz oralarda ne yapıyon? Ne iş tutuyon?Haber ver bakalım koca nine zahirelerimizi öğütdü mü? Köyün değirmeni işliyor mu?Şimdicik ben kalksam da köye geliversem bir dilim ekmek bulub verebilin mi? Küçük bınar daştı mı? Daşmadıysa susuzluk çekersiniz,vah vah.Bana bak oğlum:Şimdicik çocuklar delikanlı yerine geçtiler.Sen de davran Koca ninene,köyün ihtiyarlarına yardım et.Sana ne verirlerse yapıvir,anladın mı? Sen beş
vakit namazını kılıyon mu? Yoksa tenbel tenbel sokaklarda mı dolaşıyon? Aman Mehmedim beş vakit namazını sakın sakın terk idmeyesin.Namazını kılmazsan,orucunu tutmazsan Hak Te’ala Hazretleri seni sevmez;beş sene sonra asker olunca yüzünde nur-i pir görülmez.Sonra senin adını bölükte “yüzü şavksız Mehmed”koyarlar.
Bizim köyün mekteb hocası köy hocası olacak adam değildir,büyük ulemadır.Sen beni dinle,neyine lazım? Hoca efendinin eteğine yapışasın.Sen ondan daha yigirmi bin ilim kaparsın.Bizleri sorarsan,ah oğlum bilsen cenk de neler,ne babayiğitlikler gösteriyoruz.
Ağabeyin Emir Onbaşı
Ciğerköşem Mehmed Efendi,
Ağan şimdi de bizim askerliğimizi kaba lisanıyla yazdırmağa kalkışıb bu işe tahammül olunamayıp her ne kadar bura ahvalini kendim yazsam ve güzelce anlatan demiş isem de elime ayağıma sarılıp Allah (illa) benim istediğim gibi yazacaksın deyub pek çok ve aşırı derecede iricalarda bulunduğundan ve zamanımızın dahi ol mertebe müsaadesi kalmadığından her ne dedi ise aynen yazıb iş bu şukkayı bitirmeğe gayret eylediğin malum olub gözlerinizden bus eylediğin herhalde beyan olunur.Küçük biraderim canberaberim efendim hazretleri.
Bölük Emini ve Başçavuş Hüseyin
Bitanecik kardeşim,oğlum Mehmed,
Sen daha küçüksün aklın ermez amma Türk oğlu cenge girince aslan kesilir.Hey babam hey! Buraya geldik geleli öyle cenk ediyoruz ki yerlerden babalarımız,başlarını kaldırıyor,bize bakıyor.Göklerden melekler iniyor.Ne dersin Mehmed? Ben bir gece iki melek gördüm.Biri geldi,omzuma gondu; öbürüde gözümüzün önünde uçuşdu durdu.Ama nasıl? Düşman yaylım ateş ediyordu.Kurşunlar dolu tanesi gibi yağıyordu.Bu melekleri bizim büyük şefaatci peygamberimiz beni korumağa göndermişti.Dualar edem dedim kollarımı galdıramam ki...Gelsin yaylım ateş! mavzerime gurşun yetiştiremiyordum.Derken melekler uçuverdiler.Düşman da kaçtı,kaçtı teres! Hala ovalarda gölgelerini görüyorum be.Ama biz şehid vermedik mi,gazilerimiz yaralı düşmedi mi? Ne söylüyon?
Kıyamet gibi bir şey oldu.Yalnız bizim bölükden on iki yaralı saydılar.Dört tane şehidimiz vardı.Oh! Şimdicik ağlayacağım.O arkadaşlarımdan bir danesi benim gucağıma düştü.Hasangilin Kara Ali bilin ya,işte o aslan babayiğit birden bire yığılıverdi.Göğsünden bir gurşun yemişdi.Bana dediki “Bölük eminine yazdırıver arkadaş,ben ölüyorum,memlekete yazdır da bana ağlamasınlar.Ben öldüm amma donuz düşman da kaçtı”.O zaman demincek bana gelen melekleri yine gördüm.Şehid arkadaşımın etrafında nurlar saçarak dolaştılar,dolaştılar onun-Mevla rahmet eylesin-asker canını aldılar.Cennete ilettiler.Goca Kara Ali o zaman nede güzel gülüyordu,görsen!...Lakin inşallah göreceksin.Hele birkaç sene daha sabret! Hazırlan, silahını kullanmayı öğren.Kendine çelik gibi göğde yap.
O zaman inşallah bu düşmana gelirsen,benim geberttiğim kadar mel’un gebertirsin.İnanır mısın,Mehmed,bu harpde kendi elimle öldürdüğüm Moskof yirmiyi geçti be! İşte askerlik böyledir,yirmi kişi öldürürüm,bizim ilde yirmi bin kişi yaşar.Hangi birini söyleyeyim,dizim dibinde şehid olan Kara Ali’yi sakın unutma ha o melekler senin rüyana girsin.Mehmed! Düşmanı kırıyoruz,vuruyoruz,bitiriyoruz,orduya namazlarında dua et ağanıda ara
sıra hatırla sen daha ma’sumsun,orduya dua edersin,Allah kabul eder.Beni hatırlarsan vücudumdan kurşun geçmez.Ben şehit olmak isterim.Ama önce seni büyütmeliyim ellerimle askere vermeliyim,sonra beraber cenge gitmeliyiz.Ben de Kara Ali gibi senin dizinin dibinde şehid olayım,anladın mı oğlum?Daha ziyade yazdıramayacağım zira gözlerimden sıcak bir şey dökülüyor gibi oluyor.Beni soranların hepsine çok çok selamlar ederim.
Ağabeyin Ömer Onbaşı
Makam-ı küçük biraderim Mehmed Efendi,
Ağanın bu sözleri üzerine benimde gözlerim yaşarıb artık bir diyecek galmayub Hüda’nın birliğine emanet
olasın.
Bölük Emini ve Başçavuş Hüseyin
BİR ŞEHİDİMİZİN SON MEKTUBU
Çanakkale Savaşlarında şehit olan Kolağası Mehmet Tevfik Bey
Ovacık Karibindeki Ordugahtan 31 Mayıs 1915 Pazartesi
Sebebi hayatım. Feyz-ü refikim. Sevgili Babacığım Valideciğim.
Arıburnunda ilk girdiğim müdhiş muharebede sağ yanımdan ve pantolumdan kurşun geçti, ham-dolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümidim olmadığından bir hatıra olmak üzere şu yazılarımı yazıyorum.
Hamdü senalar olsun Cenab-ı Hakk’a ki beni bu rütbeye kadar isal etti. Yine mukadderati ilahiye olarak beni asker yaptı. Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetiştirmek mümkün ise öylece yetiştirdiniz. Sebeb-i Feyz-ü refikim ve hayatım oldunuz. Cenab-ı Hakk’a ve sizlere çok teşekkürler ederim. Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı bugün haketmek zamanıdır.Vazife-i Mukaddese-i Va-taniyeyi ifaya cehdediyorum.Rütbe-i Şehadete suudedersem Cenab-ı Hakk’ın en sevimli kulu olduğuma kanaat edeceğim.Asker olduğum için bu her zaman benim için pek yakındır,sevgili babacığım ve valideciğim.Göz bebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezih’ciğimi evvela Cenab-ı Hakk’ın saniyen sizin hümayenize tevdi ediyorum.Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapınız.Oğlumun talim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen sayediniz.Servetimizin olmadığı malumdur.Mümkün olandan fazla bir şeyi isteyemem,İstesemde pek beyhudedir.Refikama hitaben yazdığım mel-fuf mektubu lütfen kendi eline veriniz.Ağlayacak üzülecek tabii müteselli ediniz.Mukadderat-ı ilahiye edecek vech ile veriniz.Münevverin hafızasında veyahut kendi defterinde mukayyet duyunat da doğrudur.Münevver’e yazdığı mektubum daha mufassaldır kendisinden sorunuz.Sevgili baba ve valideciğim.Belki bimiyerek size karşı da kusur etmişimdir,beni affet mukadderatı ilahiye böyleymiş hakkını helal et ruhunu şadet,yengeniz Münevver hanımla oğlum Nezih’e sende yardım et.Sizi de Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve himayesine tevdi ediyorum.Ey akraba ve ehibba ve evda cümlenize elveda,cümleniz hakkınızı helal ediniz.Benim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun.Elveda elveda cümlenizi Cenab-ı Hakk-a tevdi ve emanet ediyorum.Ebediyen Allah’a ısmarladım.Sevgili, babacığım ve valideciğim.
Oğlunuz Mehmet Tevfik
Ey Türk Gençliği H.Murat Başbay'ın yazdığı bu kitabı alıp oku ve vatan nasıl kurtarılmış öğren. Öğrenki gasp, tecavüz, uyuşturucu vb. alışkanlıklardan uzak durasın...