Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Düşünce Ve İnanç Hürriyeti.... (2 Kullanıcı)

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
İnsan hakları düşünce ve inanç hürriyeti
''İNSAN HAKLARI’’ DEDİLER, HÜRRİYET ADINA ABİDELER BİLE DİKTİLER, İNSANLARI, İNSANİ DEĞERLERİ, HÜRRİYET DİYE DİYE KATLETTİLER.''




TARİHÎ BOYUT


Fikir ve inanç hürriyeti ''hayat hakkı'' gibi, ''mülkiyet hakkı'' gibi, insanın insan olarak doğuştan sahip oduğu tabii haklardandır.


Fikir ve inanç hürriyeti veya hürriyetsizliği konusu insanın varolduğu günden bu yana mevcuttur. Düşünce, fikir, insan olmanın lâzım-ı gayr-ı mufârıkı (değişmez özelliği) dir.






İnsanı diğer varlıklardan ayıran akıl, düşünme meziyetidir. Onun içindir ki, ''fikrin tarihi insanın arz üzerinde mevcut olduğu günden başlar'' denilmiştir.


Fikir ve inancın suç teşkil etmesi, yasaklanması, harekete dönüşmesine bağlıdır. O fikir ve inanç zararlı da olsa.. Fiile inkılâp etmeyen, düşünce olarak kalan fikr'in suç olarak görülmesi, yasaklanması düşünülemez, düşünülmemelidir. Hatta kınanması, hor görülmesi de..


Fikre, düşünceye, fiil'e inkılâp etmemiş fikir ve düşünceye zincir vurulamaz. Bunun en güzel misali Galile'dir.





Galile tâ milâdî 1611'lerde kendi eliyle bir dürbün yapmış; bu dürbünle güneş'in üzerindeki lekeleri tesbit etmiş; bu lekenin hareketinden, dünyanın, kâinâtın merkezi olmadığı; sâbit te olmadığı; güneşin etrafında döndüğü fikrine, kanaatına ulaşmıştı.


Roma'daki ''SanctumOffictum'' (Kutsal dâire) bu kanaatından dolayı Galile'yi idama mahkum etti. Tabii bu kanaatını açıkladığı için..






Yakın dostları Galile'yi ikna ettiler. İdamdan kurtulmak için büyük ilim adamı SANCTUM OFFİCİUM önünde kanaatından vaz geçtiğini söyledi. ..Ve idamdan kurtuldu. Fakat mahkemeden çıkınca EPPUR Sİ MOUVE (Dünya yine de dönüyor) demekten kendini alamadı.


Yani düşünceye zincir vurulamaz. Roma'nın Sanctum Officium'una rağmen.. Modern zamanlarda en modern zincirlerle fikir ve inançlar için hazırlanmış en modern, en çağdaş parangalara rağmen..






Bunun en güzel örneği, şte bu Galile misali. Diyanet Gazetesi, Temmuz 1983 sayısında ''Geç kalmış bir itiraf'' başlığı ile geniş bir ''Haber yorum'' yayınladı:''Kilise Galile'ye Haksızlık Etmiştir'' Bu haber ve yorumda şöyle deniliyor:


''Geçtiğimiz yıl, aralarında 33 tane Nobel ödülü almış bilim adamının da bulunduğu milletlerarası üne sahip 200 kişilik bir bilim heyeti, Vatikan'da Papa II.Jean Paul'a başvurarak davanın geri alınmasını istediler.''






Papa dünyanın döndüğünü kabul etti ve kilisenin namusunu kurtarmak için tarihî bir itirafta bulundu:''Kilise Galile'ye haksızlık etmiştir'' dedi. Neden sonra değil mi? ''Ba'de harab'il Basra''.. Halbuki Kopernikte'ten 500, Galile'den 591 yıl önce yaşamış olan büyük İslâm Bilgini Birûni, Kur'an-ı Kerim'in ışığında bu gerçeğe ulaşmış, hatta yerçekimi hesapları bile yapmıştır. Hiçbir müslümandan herhangi bir tepki görmediği gibi, bil'akis devrin müslüman idarecilerinden alâka ve teşvik görmüştür.






Galile misali tek örnek değil şüphesiz.. Daha önceki ve sonraki çağlarda fikir, düşünce ve inançlarından dolayı zulme uğrayan ''Mazlum'' lar, ''Mağdur'' lar var.. Çok sayıda var!.



SOKRAT Atina'da fikirlerinden dolayı yargılanmış, idama mahkum edilmiş.. Dünya Sokrat gibi bir soylu fikir ve düşünce âbidesinden ''Fikir ve Düşüncelere tahammül Edememe ibtidâiliği'' yüzünden mahrum kalmış.



ARİSTO, hakkında aynı hüküm uygulanacağını farketmiş, Atina'yı terketmiş..



SPİNOZA, inanç ve kanaatleri sebebiyle yahudi toplumu tarafından aforoz edilmiş.. Bununla yetinilmemiş, Amsterdam'da yargılanmış; sürgün cezasına çarptırılmış..


ROMA İMPARATORLUĞU, 4'ncü asrın sonlarına kadar Yahudi ve Hristiyan'ları canhıraş işkencelere tabi tutmuş.





YAHUDİ VE HRİSTİYANLAR, kendi dinlerinden insanlara, ayrı koldan, ayrı mezheptendir diye olmadık zulümler, cezalar uygulamışlar. Yüz kızartıcı Engizisyon Mahkemeleri uygulamaları insanlığı bugün de utandırır.





İNSAN HAKLARINA GENEL BİR BAKIŞ



ZENCİ TİCARETİ


AFRİKA'nın çeşitli bölgelerinden Amerika'ya yüzyıllarca zenci ticareti yapılmış. Gemiler Afrika'dan Amerika'ya bir mal taşır gibi zenci taşımışlar. Bu zenci aşağılamasının yer-yer bugün bile devam ettiği izahtan vâreste..


Amerikalı zenci müslümanların bu konuyu drama uslûbuyla anlatan bir plâkları var. Sözleri şöyle :




''Sen dünyanın en sıcak, en renkli vatanı Afrika'da yaşıyordun. İstediğin meyveyi koparabilir, istediğin hayatı yaşayabilirdin. Adın Ali, Abdullah, Ahmet, Mehmet'ti.


Bir gün kıyıya adamlar geldiler. Sen onları çiçeklerle karşıladın. Ama onlar seni demirlere vurup memleketlerine götürdüler; köle ettiler. Adını Cassius. John, Michel koydular.




Bodrumlara kapattılar. Hürriyetini elinden aldılar. Seni alkole ve ahlâksızlığa mahkum ettiler. Tekrar hürriyetine, insanlığa dönmek istiyorsan Müslüman ol. Adını değiştir, ahlâkını değiştir, ruhunu değiştir. Allah'a ve Peygamber'e koş...''


Bu plâk Amerika'daki zenci müslümanlar tarfından her zaman çalınıp dinlenmekte ve İslâmiyet çığ gibi büyümektedir.




Yeni kıt'a Amerika'daki dram zenci dramından mı ibaret? Uzun yıllar devam eden Kızılderili avı, tahkir ve terzil edici tarzda bugün de devam ediyor. Bugün sadece şekil/metod değişmiş. Avlana avlana bitirilen Kızılderililerden artakalanlar, büyük parklarda, teşhir yerlerinde toplanmış... Turistlerin seyir ve başka zevklerini tatmin için..


İngiltere'nin Gurka askerleri, Hindistan'da görülen Parya uygulaması, Ortaçağ'dan kurtulup, gûya modernleşen dünyanın insanlık adına yüzünü kızartan modern ibtidaîlikler değil midir?




 

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
ENDÜLÜSTEN BİZE KALAN
Müslümanların 8 yüzyıl kaldıkları İspanya'da dünyaya parmak ısırtan Endülüs Medeniyet'inden geriye bugün ne kalmıştır? Taş-taş üstünde kalmamış...



Müslümanlar Endülüs'te 800 yıl kaldılar. Sadece Kurtuba'da 200 bin hane, 1 milyon nüfus, 80 bin saray ve konak, 600 cami, 80 mektep, 50 hastana, 900 hamam, 600 han bulunuyordu.
Kurtuba kütüphanesinde 600 bin cilt kitap toplanmıştı. Bunların sadece katalogu bile 44 cilt tutuyordu.


İlmî gelişmeler öylesine ilerlemişti ki, Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan çok sayıda genç Endülüs üniversitelerinde eğitim görüyorlardı.
Fransa'da Bologne, Montpellier, Salerne, ve Paris üniversitesi, İngilterede Oxfoed, Almanya'da Köln üniversiteleri, İslâm medreselerini takliden, İslâm ilim, kültür ve medeniyetinin Batı'ya aktarılması gayesiyle kurulmuş okullardı.




Bugün bu göz kamaştırıcı medeniyetten tek iz, tek eser yok.
Halbuki, bizim 5 yüz, 6 yüz, 4 yüz, 2 yüz yıl kaldığımız Balkanlarda, Doğu ve Orta Avrupa'da kiliseler de ayakta, mahalli-milli gelenekler de, vaftiz ve ibadetler de. İşte farkımız!..



''DELENDA EST CARTHAGO!'' ( KARTACA İMHA EDİLMELİDİR)
Roma'lı Caton'un bu kararı sadece Kartaca Medeniyeti'nin talânı değil, insanlığın daha bu ilk çağlarda yeşertebildiği ümitlerin imha plânı idi.



M.Ö. 5'inci yüzyılın ilk yarısından itibâren Kartaca'lılar Magonların ticârî emperyalizmini kırarak ,Magrib'in iç kısımlarına kadar genişleyen güneşli bir ülke kurdular. Toprak ananın cömertliği ile altın buğday başaklarının süslediği bu ak ülkede, Roma ve eski Yunan'ın emperyalist ihtiraslarını kamçılayan bir ak medeniyet kuruldu.




Yerli Libyalıların insan kanına bulaşmamış asaletleri ile girişken,atılgan ve denizci Fenikelilerin karışıp birleşmesinden, çalışkan bir millet oluştu. Toprağı yeşerten, insanlığın ilk ve son ana besini mübarek buğdayın zümrüt yeşili ve altın sarısı destanını bu cennet topraklarını kazıyarak yazan, toprağın derinliklerini ve uçsuz bucaksız denizin karanlıklarını fetheden bu çalışkan millet, Roma'nın insan kanına bulaşmış hançerinden kurtulabilseydi, insanlık daha o zamandan,belki de uzayı fetih çağının yolunu açan bir ileri medeniyet atılımı yapabilecekti.





Tunus ve Libya arasındaki topraklarda bugün Kartaca Medeniyetinin yıkıntılarını bile bulmak mümkün değildir.. İnsanlığın sulh ve sükununa saplanan hançer, öyle bir kararlılıkla kullanıldı ki, mazlum Kartaca'nın yüzyıllarını vererek kurduğu medeniyet, üzerinden çekirge sürüleri geçmiş buğday tarlaları gibi, yürek paralayıcı bir enkaz yığını haline geldi..




Enkaz ne demek, enkazın kalıntıları bile kazınarak, medeniyet eserlerinin yükseldiği topraklar kin ve ihtirasları tatmin için sabanlarla sürüldü.. Sokaklar cesetlerle; toprak kan birikintileri ile doldu. Yapılan zulüm, çıkan yangın öylesine canhıraş idi ki, insanlık tarihinin bu sayfasını Appianus'un dramatik tasvirlerinden okuyanlar, cehennemî yangını görmemek; masum ve mazlum insanların canhıraş çığlıklarını duymamak; sokakları dolduran kan ve ceset kokularını hissetmemek için gözlerini kapatırlar, kulak ve burunlarını tıkarlar...1.,2. ve 3'ncü Pön savaşları, bu dramı sergiler...




Kuru topraklarda yeşertip, dünyanın en münbit buğday tarlaları haline getiren bu insanları aç, susuz bırakan; sonunda açlıktan ölmemek için leş yemeye mahkûm eden mecburiyet ne idi? Bu sorular daha uzun yıllar sorulacak..



Hoş, Ortadoğu'dan Lübnan'dan bugün de aynı ibtidaîlik haberleri geliyor değil mi? Filistin mülteci kamplarında kedi-köpek ve ölü eti, yiyecekler arasına girmiş 21. Asrın dramı!.




BİR KÜLTÜR SÖMÜRGESİ ÖRNEĞİ

Le Monde Gazetesi'nin 1986 Şubatında yayımlanan bir nüshasından öğrendik. 17-19 Şubat 1986 tarihleri arasında Paris'te Fransızca konuşan devletler kongresi yapılmış. Bu kongreye tam 41 devlet katılmış. Bu 41 devlette Fransızca ya resmî veya yarı-resmî dil olarak konuşuluyormuş. Bu 41 devlet geçmişte 50 yıl, 100 yıl,en fazla 200 yıl Fransız hakimiyetinde kalmış devletler.. ''200 yılı bile geçmeyen bir hakimiyet sonunda bu ne korkunç asimilasyon, bu ne başarılı kültür emperyalizmi'' diye sormaktan insan kendini alamıyor.






Osmanlılar Doğu ve Orta Avrupa'da, Orta ve yakın şark'ta 300 ila 600 yıl kaldı. Bu 300, 400,600 hatta daha fazla sürelik hakimiyete rağmen,Türkçe hangi ülkede resmî dildir? ''İşte farkımız'' deyişimiz bundan..





DOKTRİNER BOYUT
Fikir ve inanç hürriyeti; İstediği gibi inanmak, istediği gibi düşünmek hakkı; fikir ve düşüncelerini serbestçe yaşama serbestliği, tarih boyunca çetin mücadelelere sebeb olmuştur.



Bugün gelinen nokta, sosyal mukavele hatta resmî mukavele noktasıdır. Fikir ve inanç hürriyetini de içine alan tabii haklar, ve topyekûn insan hakları, Magna Charta'dan başlayarak, çeşitli milletlerin üzerinde ittifak ettikleri, 30'dan fazla resmî metinde yer almıştır.





1776 Amerikan,1789 Fransız İnsan Hakları Beyannameleri,insan haklarını teorik manada ele alan metinlerdir.Bu haklar 1830'dan sonra Batı Anayasalarına da girebilmiştir.
Fikir ve inanç hürriyetine geniş yer verilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin tarihi ise, henüz 1948'dir.




''Fikir ve inanç Hürriyeti'' ve topyekûn ''İnsan hakları'' açısından bugün gelinen nokta ''teorik manada'' iyi bir noktadır. İnsanlık bu seviyeye yüzyılların emekleri, bin yılların çabalarıyla gelebilmiştir.
Fakat bu metinler çoğunlukla kağıt üzerinde,metinlerde, raflarda, kitap sayfalarında, yani nazariyede kalmaktadır.




Nitekim, bugün bir çok ülke halen savaş halinde. Bu savaşlarda her ay binlerce kişi ölüyor. Bir dakikada kırk çocuk açlıktan ölürken, güya ileri,çağdaş dünya silahlanmaya her iki dakikada 1 milyar lira ayırmış. Sovyetler Afganistan'dan elini henüz tam çekmemiş; Vietnam Kamboçya'dan.. İran Irak'la, Irak İran'la henüz kalıcı sulha ulaşmamış. İsrail Filistin'de Mescid-i Aksa halâ işgal altında..




Lübnan içeriden ve dışarıdan körüklenen cehennemî ateşin ortasında... Kuveyt'in işgali, dünyayı hâlâ meşgul ediyor. 35 milyonluk siyah Güney Afrika, 2 buçuk milyonluk müstevlî beyaz azınlığın istîlasında... Şimdi oralarda da hürriyet meş'aleleri yakılıyor.. Bulgaristan Türklüğü halterci Nâim SÜLEYMANOĞLU'nun kaçış serüveninden bin beter. Azerbaycan, Doğu ve Batı Türkistan'la aramıza, üşenilmemiş demirden perdeler çekilmiş.




Şimdi onlar da bir bir yıkıldı, yıkılıyor.. Yıkılacak! Göreceksiniz zulüm payidâr olmayacak; sonunda Allah'ın dediği olacak.
Hiroşima ve Nagazaki'yi vuku bulduğu kırk yıldan bu yana anar, lânetleriz. Öyleyse,adına süper denilen bazı devletler, nükleer silah imal etmeye hâlâ niçin devam ederler? Sadece iki büyük devletin elinde bugün mevcut nükleer güç ihtiyar dünyayı yirmi defa imha etmeye yeter seviyede.




Gerçi şimdi, ''silahların azaltılması''; ''Güçler'in indirimi'' gibi makûl yaklaşımlar da gündemde.. Allah'ın iradesine ters bu gidişten kurtulmak için, inşallah yeni gelişmelerde gündeme gelecek.
Demek insan haklarını; fikir ve inanç hürriyetini, nazariyede, kağıt üzerinde resmî mukaveleye, sosyal mukaveleye bağlamak yetmez. O da bir merhaledir, fakat kâfi değil.




HÜRRİYETTE FERDÎ BOYUT
Buraya kadar sunulanlar olayın bir boyutu, devletler plânındaki boyutu.. Bir de ferdî plândaki boyutu var ki, o da hürriyetlere lâyık olmak, hürriyetlerin yüklediği mes'ûliyeti kaldırabilmek, hürriyetleri hazmedebilmektir.




Erich Fromm, 20. asrın dramını,''hürriyetlerin getirdiği sorumluluğu taşıyamaması''nda görür. Ve buna ''hürriyetten kaçış!'' der. Kitaplarından birine de bu adı verir:''Hürriyetten kaçış''..
Şunu kasdeder:''İnsana bir takım hürriyetler vermek, şüphesiz iyi bir şeydir. Fakat ferdi de buna hazırlamak lâzımdır.''
Üsküdarlı Tal'at bey, bu liyakatsızlığı şöyle hicveder :



''Adem olmazsak, kalırsak biz bu istîdatta,
Devr-i hürriyet te birdir, devr-i istibdat ta..''
Merhum Âkif'de, bu başıbozuk hürriyetten yakınır:
''Bir de İstanbul'a geldim ki bütün çarşı-pazar,
Nâradan inliyor.. Öyle ya hürriyet var..
Kim ne derse, hemen el vurup alkışlanacak
''YAŞASIN! Kim yaşasın? Ömrü olan.. Şak, şak, şak..''




20.yüzyılın noksanı budur. Hürriyetin arka plânı, tabir caizse alt yapısı hazırlanmadan ferde hürriyet verilmesi, sonuca ulaşmaya yetmez. Hürriyete lâyık olabilmek için ferde şahsiyet vermek lâzım. Hürriyetin ilk şartı, ona lâyık olmaktır.





İnsanımızı hürriyetin getirdiği sorumluluğu taşıyacak seviyeye ulaştırmazsak ne olur? O zaman, işte bugünkü manzara ortaya çıkar:''Kapalı Grup Yapıları'' oluşur.
Hürriyeti getirdiği sorumluluğu yüklenmeyi göze alamayan nesiller, sığınacak yerler ararlar. Yakın geçmişte emsallerini çok gördüğümüz bugün de bazı illerimizde yeniden tırmandırılmaya çalışan terör odakları, şer hücreleri, işte böyle oluştu.




Hiçbir mes'ûliyet taşımadan emir almak, sadece emredileni yapmak kolay, hayatın sorumluluklarını idrak ederek, o sorumlulukla yaşamak zordur. Mutlaka daha şerefli, daha değerli,fakat zordur.
Mes'ûliyetten kaçan insan, emir kulu olmaya hazır insandır. Şu veya bu kampa, şu veya bu hücreye kapılanmaya, hazır insandır.






Yapılacak şey, insanımıza şahsiyet kazandırmaktır. Sadece bizim değil, bütün dünyanın problemi budur. Dünyanın en modern, en zengin ülkesi ABD'de bunalıma düşmüş, arayış içinde büyük kitleler mevcut. Sahte peygamberler türemiş. Uyuşturucu salgını başını almış gidiyor. Avrupa'da öyle.. Bu tehlikeler Türkiye için de kapıya dayanmış.
 

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
VAHİY BOYUTU



İSLAMİYETTE FİKİR VE DÜŞÜNCE HÜRRİYETİ

İşte tam burada karşımıza İSLAMİYET çıkıyor. İslâmiyet hürriyeti getirmekle kalmıyor, hürriyetin atmosferini de getiriyor. Yani hürriyetin sosyal şartlarını... Hürriyeti, hayatın temel ve ön şartı kabul ediyor. Hürriyet tecezzi kabul etmez bir bütündür.
Hürriyet vardır ama, hemen yanında ferdî ve vicdânî mes'ûliyet de vardır. İslâmiyet insanı hürriyetleri ve sorumlulukları ile olgunlaştırmayı hedef alır. Hedef İNSAN-I KÂMİL'dir. Onun da şartı, ''Bilgi'' ve ''İman'' ın sentezidir.





İslâmiyet iyi, doğru ve mükâfatını da, yanlış, günah ve mücâzatını da göstermiş; ''Cüz'î İrade'' yi ise bu doğru ve yanlış tercihte hür bırakmıştır.


''İctihat'' müessesesi, İslâmiyetin fikre, kanaata saygı hududunun ne kadar geniş olduğunu gösteren bir örnektir. Kur'an ve sünnetin yorumunda, müctehid derecesinde dünyada ne kadar insan varsa, o kadar farklı yorum çıkıyor; bu karşı görüşlerin arkasına yüz milyonlarca insan takılıyor da karşılıklı kavga, kınama, küçümseme görülmüyor. Hatta, farklı yorum sahipleri, karşı görüş ve kanaat belirtenleri hep saygı, rahmet, duâ ile anıyorlar.
İşte bir farkımız da bu...





Batı da aynı dinin, aynı Hristiyanlığın iki mezhebi arasındaki kanlı kavgalar, bu kavgaların kanlı izleri, Batı toplumundan bugün de silinebilmiş değil..


İslâmiyet ise, insana ''insan'' olarak değer vermiş; inanç ve kanaatler üzerine zecrî tedbir, devlet terörü, resmî zincir vurulmasını temelden reddetmiştir.
Gerçekten ''Kur'an'' ve ''Sünnet'' temeline dayalı İslâmiyet, yüzyıllarca sonra ''Magna Charta'' ve ''İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'' ile ele alına bilinen ve çeşitli metinlerle hâlâ savaşı sürdürülen insan haklarının gerçek teminatını getirdi.
''Hayat Hakkı'' ile, insan hayatı kutsallaştı. Haklı sebep olmaksızın cana kıymak, büyük günahlardan sayıldı.




''Eşitlik Hakkı'' ile her türlü imtiyaz kaldırıldı. Kanun önünde eşitliğin, mahkeme önün de eşitliğin kesin tedbirleri getirildi.
''Hürriyet Hakkı'' ile, şahıs hürriyeti, mülkiyet hakkı, rey (görüş) hürriyeti, eğitim-öğretim hürriyeti, ictimâî sigorta hakkı teminat altına alındı.
Müslim-gayr-ı müslim farkı gözetmeksizin getirilen bu klasik, sosyal hak ve teminatlar, Kur'an ve Sünnet'ten kaynaklanan dinî kararlar olarak yazılı metinlerde, uygulamalarda ve valilere gönderilen talimatlarda yer aldı.





Hicret'in ilk yılında Medine'de yürürlüğe konulan 47 maddelik ana metinde (M.Hamidullah bu metnin dünyada ilk yazılı anayasa olduğunu belirtir), din hürriyeti, can-ırz-mülkiyet emniyeti, anarşi, cinayet ve iç harp yasağı getirildi.
Valilere gönderilen talimatlarda, belirtilen haklar tekrarlandı, yerli halka zulüm yasaklandı ve vergi adaleti öngörüldü.






Vedâ hutbesinde, İslâmiyet'ten önce insan haysiyetine reva görülen bütün cahiliyet âdetlerinin kaldırıldığı duyuruldu. Arab'ın Arab olmayana, Arab olmayanın Arab'a üstünlüğü kaldırıldı. Bütün insanlar kardeş ilân edildi. Kan gütme dâvaları, piyasayı alt-üst eden riba, her türlü zulüm yasaklandı. Can ve malın kutsallığı belirtildi. Kadın hakları yüceltildi.


Beşer aklının ancak 1789 yılında Fransız Kurucu Meclisi'nce yayınlanan ''İnsan ve Yurttaş Hakları Evrensel Beyannamesi'' ile teoride tesbit edilen ''İnsan Hakları'' gerçek teminâtını İslâmiyet'te buldu.
İslâmiyet, düşünce ve inanç hürriyetini de teminat altına almıştır. Bu konudaki âyetlerden bazıları şunlardır :




''Dinde zorlama yoktur.'' (Bakara suresi:256)
''Ya Muhammed! Sana düşen sadece duyurmaktır. Hesap görmek bize düşer.'' (Ra'd suresi :40)
''Ya Muhammed! Eğer Rabb'ın dileseydi, yer yüzündeki insanların hepsi iman ederlerdi. Böyle iken sen, hepsi mü'min olsunlar diye insanları zorlayıp duracak mısın?'' (Yunus Suresi:99)
''Mü'minler. Rabbımız Allah'tır dediler diye haksız yere yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah bazı inanların şerlerini önlemeseydi manastırlar, kiliseler, havralar ve camiler yıkılıp giderlerdi'' (Hacc Suresi :40)
''Ben sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim ibadet ettiğime kulluk etmezsiniz. O halde sizin dininiz size, benim dinim bana ''(Kâfirun Suresi :6)
Şu hadis, İslâmiyette Müslüman olmayanlara ve onların inançlarına gösterilen müsamahanın bir örneğidir:



''Sizden herhangi biriniz gayr-i müslim Teb'adan birine zulmederseniz, biliniz ki ben Kıyamet Günü'nde zulmedilen o kimse tarafında olacağım.''
Bu örneklere bugün bile ulaşılabilmiş değildir.
 

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
TATBİKAT ÖRNEKLERİ


Kur'an-ı Kerim ve hadislerde yer alan bu hükümler, Hz. Peygamberin hayatından başlayarak bütün İslâm tarihi boyunca uygulanmıştır.



Hz. Peygamber, bütün tatbikâtında aynı dinden insanların inanç ve ibadetlerine müsâmaha göstermiştir. Hudeybiye Muâhedesi'nde müşriklerin ileri sürdükleri şartları anlayışla karşılamış; Hayber'in fethinde ganimet olarak ele geçirilen ''Tevrat'' nüshalarını sahiplerine iâde etmiş; ibadet edenlere, rahib ve zâhidlere dokunulmamasını emretmiş; fethedilen topraklarda yaşayan gayr-ı müslimleri kendi inanç ve ibadetlerinde serbest bırakmıştır.





Mağlup milletlerin inanç ve ibadetlerine müsâmaha gösterilmesine en canlı örnekler, Kudüs ve İstanbul'un fethi üzerine yerli halka tanınan din hürriyeti olmuştur. Kudüs'ün fethinden sonra yerli halk âyin ve ibadetlerinde tamamen serbest bırakılmışlardır.
İstanbul'un fethinden sonra ise yerli Hristiyan halka şu imtiyazlar tanınmıştır:



''1-Başta Patrik olmak üzere, bütün psikopas, papaz,Sinod Meclisi âzaları her türlü taarruzdan mâsundur.

2-Patrik, düşmanlarına karşı devletin himayesindedir.

3-Bütün rûhaniler her türlü vergiden muaftır.

4-Ortodoks kilisesi kendi nizam ve kanunlarına göre idare edilecektir.

5-Patrikhane'nin Sinod denilen milli ve ruhânî meclisi, kilise ve cemaat bütçelerini tanzim ve idare edecek, psikoposların kararlarına karşı temyiz mahkemesi vazifesini îfa edecektir.

6-Nikah, defin, vasiyet ve miras muâmeleleri kilise kanunlarına göre Patrikhane tarafından îfa edilecektir.

7-Kilise hristiyan cemaat arasında ortaya çıkacak hırsızlık, gasp, dolandırıcılık gibi suçları da yargılayacak, bu gibi suçlara ancak kilisenin tayin ettiği müeyyideler uygulanabilecektir.

8-Ayinler bütün şehir ve köylerde eskiden olduğu gibi alenen ve mutad merasimle tes'id edilecektir.

9-Hiçbir kiliseye dokunulmayacaktır.


10-Hristiyan halk, makul bir cizye ve haraç vergisi dışında hiçbir mükellefiyetle yükümlü olmayacaklardır.''


Bu haklar -imtiyaz değil belki ama- bu hak ve hürriyetler gayr-ı müslim vatandaşlarımıza bugün de kâmil manada tanınmıştır. Azınlık okulları var, neşriyatları var, kilise, havra ve ibadethaneleri var.
İsmâil Hami DANİŞMEND'in izahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi'nin 1.Cildinin 275'inci sayfasında bir anekdot var :




Fatih Rumeli'de fetihlerine devam ediyor. Sırbistan hududuna gelmiş. Ortodoks Sırbistan, Osmanlılarla katolik Macarlar arasında sıkışıp-kalmış. Sırbistan yutulacağının farkına varmış. Ne yapsın? Katolik Macaristan'ı mı, Müslüman Osmanlı'yı mı tercih etsin.. Bir tercih yapacak ?



Ortodoks Sırp Kralı Hunyad Brakoviç, Macar Kralı Hunyad ve Fatih Sultan Mehmet'e elçiler gönderir, sorar:''-Size iltihak etsem, Ortodoks halkımın dinî hayatı hakkında teminat verirmisiniz?''
Hunyad'ın cevabı:''-Ne teminatı? Ortodoks kiliselerini yıkıp, yerine Katolik kiliseleri yapacağım.''




Fatih'in cevabı:''-Müslüman için cami ne ise, ortodoks için kilise odur. Cami ile kilise, Müslüman ile Hristiyan yanyana, kardeşce yaşayacak.. Bu benim dinimin emridir.''



Fatih'in bir sözü var:''-Teb'amdan müslümanları camide, Hristiyanları kilise'de, Mûsevîleri havra'da görmek isterim.'' Öyle diyor. İstanbul'daki Hristiyan teb'aya kiliselerinde istedikleri gibi ibadet edebilecekleri konusun da teminat veriyor.



Fatih kime dayanıyordu? Bu müsamaha Fatih'le mi başladı? İşte Hz.Ebûbekir (r.a) ın ordu kumandanlarına gönderdiği talimat :
''-Gayr-ı müslimlerden, Teb'amız olan kimseleri, sakın ha, dinlerini bırakmaya, İslâma girmeye zorlamayın!. Papazları kiliselerde serbest bırakın! Onlara baskı ve eziyet etmeyin! Onlara baskı ve eziyet elinizi uzatmayın.'' Fatih'in hareket noktası işte bu!



İslâmiyet'in fikir ve inançlara tanıdığı bu geniş müsamaha, Batılı yazarlar tarafından da itiraf edilmiştir. Buna dâir bazı örnekler şunlardır:




''Muhammed (a.s) kumandanlarını rahipleri öldürmekten menetti. Zira onlar, duâ eden insanlardı. Ömer Kudüs'ü aldığı zaman Hristiyanlara hiçbir fenalık yapmadı. Haçlılar Kudüs'e hâkim oldukları zaman ise bütün müslümanları katlettiler. Yahudileri ateşte yaktılar.'' (George Rivarie)



''Hristiyan milletler dinî müsamahayı Müslümanlardan öğrenmişlerdir.'' (Michoud)
''Kur'an'ın yayılmasında kuvvetin hiçbir tesiri olmamıştır. Zira Müslümanlar mağlup milletleri dinlerinde serbest bırakmışlardır. Eğer Hristiyan milletler İslâmiyet'i kabul etmişlerse bunun sebebi, Müslümanların kendilerine karşı, eski hükümdarlarından daha âdil ve müsamahalı davranmalarıdır.'' (Gustave le Bon)





Sonuç olarak fikir ve inanç hürriyeti insanın doğuştan sahip olduğu tabii haklardandır. İslâmiyet bu hakları beşerî sistemlerden çok önce teminat altına almıştır. Gayr-ı müslimlere tanınan fikir ve inanç hürriyetine dâir haklar Kur'an'da, Sünnet'te, yazılı metinlerde, uygulamalarda, tâlimatlarda ve pratik hayatın her safhasında yer almıştır.




FİKİR HÜRRİYETİNİN İSTİSMARI


Massachusetts kanunnamesi'nde Hürriyet şöyle tarif edilir. ''Doğru ve iyi olanı yapmak hakkı''
Wintrob'un deyimiyle iki türlü hürriyet var :
Biri ''Bozuk..''hayvanda, insan da kullanabilir bu hürriyeti... Bu,hoşuna gideni yapmak demek. Böyle bir hürriyet, her iyiye her otoriteye, her kurala düşmandır. Hak ve hakikata da, barışa da, müsamahaya da...



Her semâvî din gibi, İslâmiyet de yasaklamıştır bu başıbozuk hürriyeti.. Zira sonunda keyfîlik vardır, daha önemlisi hürriyetsizlik vardır.
Bir de medenî ve ahlâkî hürriyet vardır. Gücünü Haktan, doğrudan, güzelden, iyiden, en doğrusu semâvî boyuttan, dinden son hak din İslâmiyet'ten Allah'ın emirlerinden, objektif bilimden alan hürriyet.. Yüz yılların, bin yılların kavgası, işte bu hürriyet üzerinedir.
Fikir hürriyeti, zehir hürriyeti değildir.




Hiçbir eczacı, önüne gelene avuç avuç zehir satamayacağı gibi, hiçbir gazete, hiçbir dergi, hiçbir yayın organı, hiçbir şahıs -kurum- teşkilât da millî ideali zehirleyen fikirleri piyasaya sürmemelidir.
En kuvvetli uzuvdan, en kuvvetli bünyeden bile kuvvetli bir zehire karşı mukavemet beklenemez.




Milli bünyeyi zehirli fikirlere karşı korumak, hürriyet kalkanı, hürriyet zırhı ile bile gelse millet efkârını fitne ve fesat fikirlere karşı muhâfaza etmek, bu bakımdan lüzumludur.
Fikir hürriyeti,inanç hürriyeti,fitne ve fesat hürriyeti değildir.
Fikir hürriyeti derken, inanç hürriyeti derken, basın hürriyeti derken, bu hürriyetlerin nerede başlayıp nerede bittiğini iyi hesab etmelidir.
Biz de hürriyet'in felsefî ve ilmî münakaşası yapılmamıştır. Hürriyetin sosyal şartları incelenmemiştir.





Batı'da bu inceleme iki asra yakın zamandır yapılıyor. Bu konuda Batı'nın binlerce eserine karşılık, bizde bir tek eser bile yok.
Gazetelerde, mecmualarda hürriyet için yazılanlar, fikir kırıntılarıdır. Ekmek kırıntılarından sandaviç yapılamayacağı gibi, fikir kırıntılarıyla da gerçek hürriyet ortamına, atmosferine girmek imkansızdır. İşte onun için birbirimize tahammülümüz yok. Onun için birbirimize, hatta kendimize saygımız, itimadımız yok. Saygımız yok ki inancından, ibadetinden, kıyafetinden, tercihinden dolayı birbirimizi kınıyoruz.




Hürriyet hakkındaki bilgilerimiz beyliktir. Bu beylik lafların, son derece çapraşık, girift sosyal şartlar karşısında bir metelik değeri yoktur.


Fikirsiz bir memlekette, fikir hürriyeti olamaz!

Halbuki bizim tarihimiz bu konuda da aydınlık bir tarihtir. Hürriyete talib olmadan evvel ona lâyık olmaya çalışılmalıdır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt