DÜNYA SALTANATINDAN KIYMETLİ AMEL
Zikrin hakîkatine ererek ilâhî muhabbetin lezzetini tadan kullar için bütün dünyevî zevkler değerini yitirir. Nitekim dünya saltanatını bir kenara bırakıp ilâhî aşk deryâsına dalmış olan İbrahim bin Edhem Hazretleri buyurur ki:
“İlâhî muhabbetteki vecd ve istiğrâkımız müşahhas bir şey olsaydı; krallar onu alabilmek için bütün hazinelerini de krallıklarını da fedâ ederlerdi.”
Dâvûd (as), kendisine lûtfedilen büyük mülk ve saltanata rağmen kalben dünyaya meyletmezdi. Rabbiyle öyle müstesnâ bir huzur ve yakınlık iklîminde yaşardı ki, zikre başladığı zaman onunla birlikte dağlar, taşlar ve hattâ vahşî hayvanlar bile vecd ve istiğrak hâline bürünürdü.
Dâvûd (as)’ın oğlu Süleyman (as)’a ise, hiçbir kula nasip olmayan muhteşem bir saltanat bahşedilmişti. Rivâyete göre bir gün Süleyman (as), kuşların gölgesinde, insanlar, cinler, vahşî ve evcil hayvanlar sağında ve solunda olmak üzere büyük bir ihtişam içerisinde ordusuyla gidiyordu. Bu hâliyle, İsrâiloğulları’ndan bir âbidin yanına uğradı. Âbid ona:
“–Ey Dâvud’un oğlu, Allah sana ne büyük bir saltanat bahşetmiş!” dedi.
Süleyman (as) bunu işitince şu karşılığı verdi:
“–Mü’min bir kulun amel defterinde bulunan bir tek tesbîh (sübhânallâh sözü) Dâvud’un oğluna verilenden daha hayırlıdır. Çünkü Dâvud’un oğluna verilen fânîdir, hâlbuki tesbîhin kazandıracağı saltanat bâkîdir.” (Rûhu’l-Beyân, VII, 150)
Allah Teâlâ, Hazret-i İbrahim’e (as) de sayılamayacak kadar koyun sürüleri ihsân etmişti. Bir gün Cebrâîl (as), insan sûretinde gelerek:
“–Bu sürüler kimin? Bana sürülerden birini satar mısın?” diye sordu. İbrahim u:
“–Bu sürüler Rabbimindir. Şu anda benim elimde emânet olarak bulunuyor. Bir kere zikredersen, üçte birini; üç kere zikredersen hepsini al, götür!” dedi.
Cebrâîl u da üç defa;
»سُبُّوحٌَ قُدُّوسٌ رَبُّنَا وَ رَبُّ الْمَلَائِكَةِ وَالرُّوحِ «
“Bizim Rabbimiz, Rûh’un ve melâike-i kirâmın Rabbi, bütün kusurlardan münezzeh, cümle eksikliklerden pâk ve yücedir.” diye zikredince İbrahim (as):
“–Al hepsi senin olsun, al götür!” dedi. Cebrâîl (as):
“–Ben insan değil, Cibrîl’im, alamam.” dedi. İbrahim (as) da:
“–Sen Cibrîl’sen, ben de Halîl’im (Allâh’ın dostuyum). Verdiğimi geri almak bana yakışmaz.” karşılığını verdi.
Nihayet İbrahim u, sürülerinin hepsini sattı; mülk alıp vakfetti. Böylece bütün dünya metâının, Allâh’ın zikri karşısında bir “hiç” mesâbesinde olduğunu fiilen tebliğ edip “Halîlullah/Allâh’ın dostu” sıfatına liyâkatini tescil etmiş oldu.
Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem zikrin Hak katındaki kıymetini ifâde sadedinde ashâbına:
“−Size en hayırlı, Allah katında en değerli, derecenizi en fazla yükseltecek, sizin için sadaka olarak altın ve gümüş dağıtmaktan daha kazançlı, düşmanla karşılaşıp da sizin onların boynunu vurmanızdan, onların da sizi öldürmesinden daha çok sevap getirecek amelin ne olduğunu haber vereyim mi?” diye sormuştu. Onlar da:
“−Evet, söyleyiniz!” dediler. Rasûl-i Ekrem r de:
“−Allah Teâlâ’yı zikretmektir.” buyurdu. (Tirmizî, Deavât, 6)
Yine Hazret-i Peygamber r, Necd taraflarına bir birlik göndermişti. Onlar da bir miktar ganimet elde ederek geri döndüler. Adamın biri:
“–Bu birlikten daha çabuk dönen ve daha fazla ganimet elde eden başka bir birlik görmedik.” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz r şöyle buyurdu:
“–Ben size bunlardan daha hızlı ve daha fazla ganimet alan bir topluluğu bildireyim mi? Onlar, sabah namazında hazır bulunan, namazdan sonra oturup Güneş doğana kadar Allâh’ı zikreden kimselerdir.” (Tirmizî, Deavât, 198)
Allah katında dünyanın, bir sivrisineğin kanadı kadar bile değeri yoktur.1 Dolayısıyla dünyanın aldatıcı câzibelerine rağmen dilini ve gönlünü dâimâ Hakk’ın zikriyle meşgul edebilenlerin bu ameli, Allah katında cihan mülküyle değişilmeyecek kadar değerlidir. Bu hakîkati Efendimiz r şöyle ifâde buyurmuşlardır:
“Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allâh’ı zikretmek ve O’na yaklaştıran şeylerle, ilim (mârifet ilmi) öğreten âlim ve (Hakk’a lâyıkıyla kul olmak için) tahsil gören talebe bundan müstesnâdır.” (Tirmizî, Zühd, 14)
Sahâbeden Sevbân t şöyle anlatır:
“…Altın ve gümüşü biriktirip de bunları Allah yolunda sarf etmeyenlere acıklı bir azâbı müjdele!” (et-Tevbe, 34) âyeti nâzil olduğu zaman biz, Peygamber Efendimiz’le birlikte seferde bulunuyorduk. Sahâbeden bâzıları:
“–Altın ve gümüş hakkında inecek olan indi. (Artık bir daha onları biriktirmeyiz. İhtiyacımız dışındakileri infâk ederiz.) Keşke hangi şeyin daha hayırlı olduğunu bilsek de, ondan biraz edinsek.” dediler.
Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şu cevâbı verdi:
“–Sahip olunan şeylerin en fazîletlisi;
(Hayatın hiçbir safhasında Allâh’ı unutmayıp dâimâ) zikreden bir dil,
(Bütün nîmetleri Hakk’ın lûtfettiğinin idrâki içinde) şükreden bir kalp ve
Kocasının îmânına yardımcı olan sâliha bir zevcedir.” (Tirmizî, Tefsîr, 9/9)
ALTINOLUK DERGİSİ (OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAEFENDİ)