DUA HAYATIN ISIGIDIR HER DERDIN DEVASI DUA... !
DUA HAYATIN ISIGIDIR HER DERDIN DEVASI DUA... !
Dua, müminin gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, gülen yüzü, helale koşan ayağı, Hakk’a yönelen kalbi, zikreden dili ve fikreden beynidir. Cennet kapıları ancak duayla ve besmeleyle açılır. Cehennem kapılarını sadece dualı diller ve helâle uzanan eller kapatabilir. Dua; açan gülümüz, seherde esen yelimiz, Hakk’a teslim olan ve O’nun adıyla titreyen kalbimizdir. Gönül bahçelerimiz onunla yeşerir. Hayat onunla anlamını bulur. O ki, içimizdeki karanlıkları aydınlatır, yanan kalpleri serinletir. Fırtınanın tipiye dönüştüğü ve kurtuluşun, imkânın sınırlarını zorladığı demlerde tutacağımız yegâne dal duadır.
Dua, kulluğun en güzel ifadesidir. Kalp onunla safa bulur ve yumuşar. Belalara karşı kalkandır o. Karamsarlığın her yanımızı sarıp sarmaladığı demlerde felahlıktır, müjdedir, yeşeren taptaze umuttur. Kırk ağızlı koca kavşaklarda yolumuzu gösteren kılavuzdur. Daralan ruhlara genişliktir. Faniliğe ebedilik iksiridir. Nurdur yolumuzu aydınlığa boğan… Çölleşen maneviyat tarlalarına ilahi rahmetin sağnak sağnak yağmasıdır. Köz köz olan yürek yaralarına merhemdir. Ölümü bekleyen hastalara şifadır.
Duanın temelinde Allah’a sadakat ve güven vardır. Duayla hâl-i pür-melâlimizi Allah’a sunarız. İçimizi o büyük dosta döker, dileklerimizi onun yüce dergâhına sunar, sonra da büyük bir teslimiyetle neticeyi bekleriz. Duanın makbulünü Allah’ın cömertliğinde, reddini günahlarımızda ararız. İç dünyamıza çekidüzen veririz. Tekrar onun kapısına dayanır, duada ısrarcı oluruz. Asla ondan yüz çevirmeyiz. Zira ondan başka gideceğimiz kapı var mıdır?
Niçin dua edilir?
Allah, içimizden geçenleri bilir. Madem öyle, niye isteklerimizi dua yoluyla O’na ulaştırma yoluna başvuruyoruz? Bilinmelidir ki dua aynı zamanda bir ibadettir. Bu yolla isteklerimizi O’na iletmenin yanında; Rabbimize saygımızı, güvenimizi ve O’nun gücünün her şeye yettiğini itiraf ederiz. Bu aynı zamanda Allah’ı ululamaktır. Ondan başka gidecek kapımızın olmadığını kabullenmektir.
Onun için dua da sözden daha ziyade öz önemlidir. Neyi istediğin değil, niçin ve ne amaçla istediğin mühimdir. Dua eden kişi Allah’la arasındaki bağı pekiştirmiş olur, duadan kaçınanlar Rabbiyle aralarındaki iman bağını gevşetirler. Nasıl ki sevdiğimiz dostlarımızı sürekli arar, hâl ve hatırlarını sorar, aramızdaki muhabbet bağını berk tutarsak, işte aynen bunun gibi Allah’la olan bağımızı da duayla güçlü ve sağlam kılarız.
Dua; kulun, aczinin, fakrının ve zaaflarının itirafıdır. Öte yandan Allah’ın her şeye muktedir olduğunun dil ile ifadesi ve kalp ile tasdikidir. Kul dua ettikçe kendi güçsüzlüğünün, Allah’ın sonsuz gücünün farkına varır. Olması gereken de budur.
Dua-tevekkül beraberliği
Dua eden insanın öncelikle yapması gerekenleri yerine getirmesi, ardından tevekkül etmesi gerekir. Tevekkül, elinden gelenin azamisini yapıp, kendini aşan kısmının Allah’ın yardımına havale edilmesidir. Fakat, günümüzdeki insanların tevekkül anlayışında da ciddi yanlışlıklar vardır. Yan gelip yatarak, Allah’tan nimet ve ihsan beklemek doğru değildir. Toprağın mahsul verebilmesi için onun sürülmesi, ekilmesi, gübrelenmesi ve sulanması gerekir. Bunları yapmadan ürün beklerseniz, bu doğru bir davranış olmaz. Böyle hareket etmek tevekkül değil, miskinliktir. Miskinlik de mümine yakışmaz. Bu adetullaha (Allah’ın adeti) da muhalif bir yaklaşımdır. Her şey bir sebebe bağlıdır. Fakat nimetleri veren Allah’tır.
Tedbirsiz tevekkül olmaz. Hz. Peygamber, müminlerin elinden geleni yaptıktan sonrasını Allah’a bırakmalarını önermiştir. Bununla ilgili olarak anlatılan şu kıssa manidardır: “Bir bedevi: ‘Ya Rasûlallah! Devemi çölde bırakıp tevekkül ediyorum!’ demişti. Peygamber (sav) de cevaben : ‘Deveni bağla, ondan sonra tevekkül et!’ diyerek onu ikaz etmiştir. Konumuz tevekkül olmamasına rağmen, duanın tevekkülle yakın bir ilişkisi olmasından dolayı bu meseleye değinmeyi de gerekli gördük. Çünkü; tevekkülü kavramadan dua edilmesi ve edilen duanın netice vermemesi kulu inanç bulanıklığına sürükleyebilir.
Hz. Peygamberin duaya verdiği önem
Peygamber Efendimiz duayı hayatının her anında yaşamın en güzel meşgalesi saymıştır. Her fırsatta Allah’ına iltica etmiş, tebliğ zorluklarının ateş topuna dönüştüğü anlarda duayla serinlemiştir. Yeryüzüne O’nun kadar dua eden bir başka insan gelmemiştir. Oysa o ‘ismet’ sıfatına haizdi. Yani günah işlemezdi. Böyle olduğu halde dua ikliminden uzak durmamıştır. Ona göre “İbadetin en üstünü duadır.”… “Dua ibadetin ta kendisidir.”… “Dua, ibadetin özüdür.” O böyle yaparken biz günahkârlar nasıl olur da Allah’a yakarmaz, affını dilemez?
Resulullah her an Allah’la beraberdi. Otururken, yatarken, ayaktayken, yürürken, yolculuktayken zihni Allah’ın ululuğunu tefekkür etmekle meşguldü. Cenabı Hakk’ın isimlerini, sıfatlarını düşünür, fikrederdi. Allah’ın nimetlerini över, yüceltirdi. O, Rabbinden kendisi için güzel ahlâk ve salih amel dışında fazla bir şey istemezdi. İstekleri hep ümmetinin kurtuluşuna dairdi. Ahir zaman ümmetinin, şeytanın vesveseleriyle imansızlık bataklığına düşmemesi için Rabbine yalvarırdı. Aldığı her nefeste Rabbine şükrederdi. O bilirdi ki, dua; inen felaketlere de, inmemiş musibetlere de fayda verir. Kazayı duadan başka geri çevirecek şey yoktur. Dua her derde devadır. Allah’tan başka sığınacak kimimiz vardır?
Dua tedavi ilişkisi
Dua kula manevi güç verir. Onun dayanacağı bir güç, tutunacağı bir dal olduğunu bilmesi korkularını ve umutsuzluklarını bertaraf eder. Bundan yola çıkarak bazı hastalıkların duayla iyileştiği sonucuna varılmıştır. Zira pek çok hastalığın esas nedeni psikolojiktir. Kişi güçlü olunca hastalıkları da kolayca yenebilmektedir. Allah gibi bir dostu ve sonsuz gücü yanında hisseden kişi, elbette çok daha umutlu ve diri olacaktır.
Duanın hastalıkların iyileşme sürecine katkıda bulunup bulunmayacağı konusu Batılı bilim adamları tarafından araştırılmıştır. Mind/Body Medicam Enstitüsü’nün kurucusu Dr. Herbert Benson tarafından 10 yıl boyunca devam eden ve 1800 kişinin katıldığı bir araştırma, bu alanda şimdiye kadarki en geçerli sonuçların elde edildiği araştırma olarak nitelendirilmektedir. ABD'de federal hükümetin 2,3 milyon dolar fon ayırdığı araştırmalarla ulaşılan sonuç, dua ve hastalıkların iyileşmesi arasında birebir bağlantı olduğudur. Bu ilmî bir araştırmadır. Dolayısıyla bu neticeyi iyi okuyup yorumlamak gerekir. Bu araştırmanın Müslüman bilim adamları tarafından yapılmış olmasını ne kadar çok isterdim. Fakat duanın tesirini bile Batılılar ve Amerikalılar araştırıp bizlere sunuyor. Müslümanlar tevekkül edip çalışmayı erteleyedursun, bakalım sonumuz ne olacak!...
Duanın iyileşme sürecindeki tesirini araştıran bilim adamları, dua eden ve Allah’a dayanan kişilerin daha kısa zamanda iyileştiği sonucuna varmışlardır. Şimdi biz böyle konuşunca, bazıları yine sözlerimizi suistimal edebilirler. İlmi inkâr ettiğimizi iddia edebilirler. Hayır, kimsenin ilmi inkâr ettiği filan yok. Aksine İslam dünyasında en çok gelişen bilim sahalarından birisi de tıptır. Biruni, Farabi, İbni Sina gibi isimler bu alanda köklü çalışmalar yapmış ve kaynak teşkil etmiş müslümanlardır.
Duanın hastalıkların iyileşmesindeki ehemmiyeti, bazı kesimler tarafından çağdaş bulunmasa da bugünkü bilim bunu ispat ediyor. Zaten bu konuda mühim olan inançtır, güvendir, telkindir. İnanmayan kişinin dua etmesi de duadan medet umması da abestir. Çünkü duayla inanç, yapışık ikizler gibidir. Birbirlerinden ayrı düşünülemezler. Yüce Allah bir ayette duaya şöyle dikkat çekmektedir: “Rabbiniz dedi ki: ‘Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mümin, 60)
Böyle diyen bir Allah nasıl olur da hastalıklarla savaşan inançlı bir kuluna yardım etmez, ‘Şafi’ sıfatını onun üzerinde tecelli ettirmez? Elbette Allah hastalıklarla cedelleşen kulunun sesine cevap verecektir. Şayet iyileşme olmasa bilinmelidir ki bu da bir imtihan sırrıdır. Şükreden kul, çektiği acıların mükâfatını kat kat görecektir. Mükâfata en çok ihtiyaç duyduğumuz yer şüphesiz ki ahiret yurdudur.
İyilere gelen musibetlerin sebebi?
Rabbimiz biz kullarını sınamak için yeryüzüne göndermiştir. Onun için çektiklerimiz kötülüğümüzden değil, imtihan sırrındandır. Öyle olmasaydı en büyük zorlukları peygamberler yaşamazdı. Allah dünyayı yüzü suyu hürmetine yarattığı Hz. Muhammed (sav)’e bile imtihan sırrının gereği olarak bazı acıları tattırmıştır. Hz. Eyüp, Hz. Yunus, Hz. Zekeriya gibi peygamberlerin başına gelenler hangi kulun başına gelmiştir?
Musibetlerle karşılaşanlar kendilerini diri tutmalı ve Allah’a dayanmalıdır. Dua zırhıyla zırhlanmalıdır. Bu zırhı giyinenlere hiçbir belâ tesir edemez. Başlarına belalar gelen Peygamberler her zaman dua etmiş, şükürlerinde hiçbir noksanlık olmamıştır. Aksine Allah’a daha bir sevgiyle ve güvenle bağlanmışlardır. Yüce Allah kendilerine değişik belalar gönderdiği Peygamberlerle ve onların dualarıyla ilgili olarak Kuran’da şöyle buyuruyor:
“Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: ‘Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.’ Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik.” (Enbiya, 83,84)
Darda kalınca mı?
Dua etmek için her zaman ve zemin müsaittir. Kişinin sadece namaz sonunda dua etmesi şart değildir. Kişi her fırsatta dua etmelidir. İnsanlar genellikle darda kaldıkları zaman dua ederler. Bu doğru değildir. Rahat günlerimizde de Allah’a yönelmeli, ondan istemeliyiz. İstemek derken aklımıza hep maddi varlıklar gelmemelidir. İmanlı ölmeyi, Allah’a yakın kul olmayı, İslam’a hizmet etmeyi, dürüst ve muttaki bir kul olmayı istemek en güzel dileklerdir. Duada işi, maddi menfaate dökmek samimiyet noksanlığına işarettir.
Müslümanın müslümana gıyaben duası çok muteberdir. Müminler dua hususunda bencil olmamalıdır. Kendisi ve yakın çevresi için istediklerini bütün Müslümanlar için de istemelidir. Çünkü Müslümanlar kardeştir. Allah katında din bağından kaynaklanan kardeşlik, kan bağıyla olan kardeşlikten daha evlâdır. İman kardeşliği her şeyin üstündedir.
Dua ruhumuzun karardığı demlerde nur coğrafyasında soluklanmadır. Dua ümitsizliklere ümit, dertlere tesellidir. Kuşkuları inanca, karanlığı aydınlığa, üzüntüleri sevince tebdil eder. Pörsüyen tenimize can, körelen gözlerinize fer, çirkinliklere örtü, inanan kalplerde iman ve mağfirettir dua… Günahlarla kirlenen kalplerimizin cilasıdır dua… Rahmettir, ihsandır, berekettir, şefkattir, merhamettir, lütuftur, servettir, manevi huzurdur…
Ruhumuz buhranlar anaforunda çalkalandığında mübarek dualar içimizi serinletir. Onlar lafızların en güzelidir. İç sıkıntılarımızın ilacıdır. Pespaye duygular nefsimizle elele verip imanımıza tuzaklar kurduğunda, dualara sığınırız. Mücadele gücümüzü onlardan alırız. Korkularımız dua ikliminde erir; ümitlerimiz onunla beslenir. Benlik ve bencilik duvarlarını dua merdiveniyle aşarız. Uzaklıklar onunla bertaraf olur. Zaman ve mekân dualarla kalkar ortadan… Dua kalın perdelerin arkasını gösteren şeffaf bir tüldür. Aczin itirafıdır aynı zamanda… Kısacası dua hayatımız kuşatan ve gecelerimizi aydınlatan ışıktır.
Nasıl dua edileceğini bilmeyenler, Peygamber Efendimizin ettiği duaları aynen söyleyebilirler. Peygamberimizin dualarından bazılarını birleştirerek dikkatinize sunmak istiyorum:
“Ya Rabbi, Sana ve Resulüne itaat etmemizi ve bildirdiklerinle amel etmemizi nasip eyle!... Ya Rabbi, faydasız ilimden, makbul olmayan ibadetten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım… Ya Rabbi, bildiğimiz-bilmediğimiz bütün iyilikleri ver, bildiğimiz-bilmediğimiz bütün kötülüklerden de koru!... Ya Rabbi, her işimizin sonunu güzel eyle, dünya sıkıntılarından ve ahiret azabından bizi koru!... Ya Rabbi, bizi sabreden ve şükredenlerden eyle! Ya Rabbi, bizi dostlarına dost, düşmanlarına düşman olanlardan eyle!... Ya Rabbi, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten ve her çeşit hastalıktan sana sığınırım!... Ya Rabbi, işinde sebat eden, nimetine şükreden, ibadetini güzel yapan ve doğru konuşanlardan eyle! Bedenime, kulağıma, gözüme sıhhat ver! Küfürden, fakirlik ve kabir azabından sana sığınırım… Ya Rabbi, kusurlarımızı ört, korkulardan emin kıl ve borçlarımızı ödememizi nasip et!... Ya Rabbi, sıhhat, afiyet ve güzel ahlak ver! Kaza ve kaderine rıza gösterenlerden eyle!... Ya Rabbi, gece ve gündüz gelecek kötülüklerden, sıkıntılardan, kötü arkadaştan ve kötü komşudan sana sığınırım… Ya Rabbi, ölünceye kadar ibadet etmemizi, ömrümüzün hayırlı amellerle sona ermesini nasip et ve Cennetini ihsan eyle!... Ya Rabbi, zulmetmekten, zulme uğramaktan sana sığınırım. Bize dünya ve ahirette iyilik, güzellik ver ve Cehennem azabından bizi koru!...”