Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Dedenin Hikayesi (1 Kullanıcı)

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
OTUZYEDİNCİ BÖLÜM

...benim köpek çok sinsi bir hayvandı. Saldıracağı kişiye havlamaz, arkasından yaklaşır aniden üstüne atlardı. Ben geceleri, köpeğin yularını elime dolar öyle uyurdum. Bir gece baktım, köpek yavaşça kalktı, ben de çaktırmadan onu takip ettim. Bir koyunu boğazlayarak sırtına attı ve dağın yolunu tuttu. Ben de peşinden gittim. Koyunu götürüp dişi bir kurda teslim etti. Hayvandır bir hata yapabilir dedim. İkinci bir sefer gene aynısını yapınca, bunun bir hata değil ihanet olduğunu anladım. Şayet ben köpeğin bu ihanetini görmeseydim bunu kurttan bilecektim. Ama hain benim yanımdaydı. Ben de bu yüzden köpeği astım. Buyur bu da bana verdiğin mühür.
--Vay be Dede, bu ne hainlik böyle?
--Evet çocuklar, şunu hiç bir zaman unutmayınız ki bir kale daima içten fethedilir. Aksi takdirde kaleyi almanız imkansız olur.
--Peki neden birileri ihanet etme ihtiyacı duyar?
--Dünyanın geçici zevklerine aldanma tabii ki. Ama bu da İslamı anlamama ve yaşamamadan kaynaklanır.Bir müslümanın ihanet etmesi düşünülemez. İnançları zayıflarsa ancak ihanet edebilir.
--Desene, geçen gece bizim erzağa saldıranlar da bizim içimizdeki hainlerden.
--Aynen öyle. Buraya erzak getirdiğimizden diğer orman sakinlerinin haberi yok ki, böyle bir işe kalkışsınlar.
--VALLAHi doğru.
--Öyleyse çok iyi tedbir almamız lazım.
--Merak etmeyin, nasıl olsa bir yerde hata yapacaklar. Her şeyden önce içimizde hain birilerinin olduğunu biliyoruz.

Kafilede Son Durum

Nene ve torunu getirmek için gönderilen kafile, herhangir bir problemle karşılaşmadan Dede'nin evinin yanına kadar varmıştı. Torun ne zamandır rüyalar görüyor, Dede'sinin bir an önce kendilerini aldırmalarını bekliyordu. Gördüğü rüyaya göre bugünlerde birilerinin gelmesi gerekiyordu.
Torun her gün, geç saatlere kadar dışarıda bekliyor, birilerinin gelip gelmediğini gözlüyordu. Bugün de geç vakte kadar bekledi ama heyhat ki gene kimse gelmemişti. Melul mahzun bir şekilde içeri girdi ve bir süre sonra da deriiiiiiin bir uykuya daldı. Yine rüyalar alemindeydi. Rüyasında Dede'sini görmüştü gene.
--Dede, hani bizi aldıracaktın. Ninem de gelmeye razı.
--Tamam kızım, yarına hazır olun inşaALLAH.
--Ne, yarın mı?
--Evet yarın.
--ALLAH ALLAH! Büyük haber.
O gün de sabah olmuştu. Torun mest olmuş bir şekilde uykudan uyandı ve:
--Nine!
--Ne var gene?
--Bu gece de rüya gördüm.
--Hayırlara tebdil olsun. Ne gördün yine?
--Dedem bizi bugün aldıracak.
--İnşaALLAH!
--Ben namazı kılıp dişarı çıkacağım.
--Üstüne kalın bir şeyler al, üşütmeyesin.
--Tamam tamam!
Torun namaz kıldıktan sonra, kahvaltıyı beklemeden yolu gözetlemeye gitmişti ki...


OTUZYEDİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
OTUZSEKİZİNCİ BÖLÜM

...güvercin yanına gelerek mektubu eline bırakıverdi. Torun mektubu heyecanla açtı, okudu ve:
--Nineeeeeeeeeeeeee!
Nine dışarı fırladı:
--Ne var, ne oldu?
--Dedemden mektup var.
--Ödümü kopardın kız. Ver bakalım.
Nine mektubu aldı ve okumaya başladı. Bitirdiğinde:
--Hadi gözün aydın. Gel kahvaltı yap. Hemen yola çıkalım. Bu arada ben de elbiselerimizi paketliyeyim.
--Tamam, ama çabuk ol.
--Tamam tamam peki.
Torun kahvaltı yapmaya Nine ise elbiseleri bir torbaya koymaya gitti. Takriben yarım saat sonra ikisi de hazırdı. Elbiselerle birlikte yanlarına iki çul ve iki de minder aldılar. Komşularla vedalaşıp yola çıktılar. Bir süre sonra kendilerini bekleyen ekibin yanına vardılar.
--Kızım bunlar bizi yemesin?
--Olur mu nine? Onları Dedem göndermiş. Sakın korkmayın diye de iyice tembihlemiş.
--İnşaALLAH dediğin gibi olur.
Nine ve torun yaban birer yaban eşeğinin sırtına çulları ve minderleri koydular, diğerine de torbayı bağlayıp sırtlarına bindiler. Dördüncü eşek diğerlerine:
--Yük bu kadar mı acaba?
--Demek ki bu kadar. Hesabını Dede'ye verirler. Hadi bakalım, hemen yola çıkmalıyız.
--Evet haklısın. Ortalık kararmadan,bir an önce varmamız lazım.
--ALLAH (cc ) rast getirsin.
Kafile yola çıktı. Güvercin dördüncü eşeğin sırtına kondu. Böylesi daha güvenliydi Kartal da uçarak etrafı gözetliyordu. Bu arada ormandaki diğer hayvanlar da kendi ormanlarını sınırına gelmişler kafileyi bekliyorlardı. Dede'nin biraz işi vardı. Şahine talimat vererek, kafile ormana yaklaştığında kendisine haber vermesini istedi.
Epeyce süren bir yolculuktan sonra nihayet sınıra varmışlardı. Yolda herhangi bir sıkıntı ile karşılaşmadılar. İki kere mola vermişlerdi. Bunun dışında da fevkalade bir olay olmamıştı. Kafile sınıra varınca şahin Dede'ye koşup:
--Müjde! Kafile sağ salim sınıra geldi.
--Öyle mi? ALLAH (cc) senden razı olsun. Müjdeni sonra veririm. Hadi gidip onları karşılayalım.
Dede aşağıda kendisini bekleyen bir yaban eşeğine binip hızla sınıra doğru gitti. Kısa bir süre sonra da kafile ile burun buruna geldiler. Dede'yi gören torun hemen eşeğin sırtından atlayıp Dedesine doğru koştu. Dede de aşağıya indi ve kollarını açarak torununu kucakladı. İkisi de ağlamaya başlamıştı. Ama bunlar sevinç gözyaşlarıydı. Diğer orman sakinleri de oldukça duygulanmışlardı.
--Hoş geldin kızım, nasılsın?
--Hoş bulduk dedeciğim. Şimdiye kadar iyi değildim ama şimdi çok iyiyim.
Bu arada Nine de yanlarına varmıştı.
--Hanım sen de hoş geldin!
Nine özlemle Dede'ye baktı ve:
--Hoş bulduk bey, nasılsın?
--ALLAH (cc) razı olsun hanım. Şu andaki mutluluğumu anlatamam. Belki bana kızgınsın ama, buradaki hayatı görünce eminim ki bana olan kızgınlığın geçecek.
--Sana kızgındım ama hepsi geride kaldı. İnşaALLAH burada rahat bir hayat süreriz.
--Ondan endişen olmasın hanım. Buraya geldiğim günden itibaren duyduğum huzuru anlatamam. Buranın sakinleri arasında hainlik düşünen çok az kişi var. Onların da esamesi okunmuyor zaten. Hem size gönderdiğim hayvanlara baksana, ayı, kurt, yaban eşeği, güvercin ve kartal. Ya bir de bunların insan olduğunu düşün. Acaba buraya kadar size kötülük yapmadan sizi getirirler miydi?
--Haklısın bey. Sen ayrıldıktan sonra, bazı tehlikeler ile karşıkarşıya kaldık ama, ALLAH'a (cc) şükürler olsun ki herhangi bir zarar görmeden bertaraf ettik.
--Hadi bakalım. Şimdi kulübemize gidelim. Bütün bunları sonra konuşuruz inşaALLAH. Her üçü de tekrar yaban eşeklerinin sırtına binerek oradaki orman sakinleri ile birlikte kulübeye doğru yola koyuldular. Kulübenin yanına varmışlardı ki...


OTUZSEKİZİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKINCI BÖLÜM

--Senin bu hayvanlarla aran çok iyi bakıyorum da.
--İçlerinde çok azı hariç herhangibir kötülük düşüneni görmedim. Üstelik ALLAH'a (cc) isyan edene de rastlamadım. Bir iş söylediğimde de hiç itiraz etmeden yerine getiriyorlar.
--Doğrusunu istersen bu gıpta edilecek bir durum, yani bir çok insanı düşündüğümüzde.
--Evet, aynen öyle. Hadi bakalım tarlaya gidiyoruz.
--Tarla takım işleriyle de mi uğraşıyorusun?
--Buradaki hayvanların hepsinden ben sorumluyum. Hem artık bakmakla yükümlü olduğum bir ailem de var.
Dede, Nene ve Torun tarlayı gezdiler. Ekinler bir kaç santim olmuştu. İşin enteresan tarafı otobur hayvanlar da buraya karışmıyorlardı. Zaten Dede'nin talimatı da vardı. Ve burası sürekli gözetim altındaydı.
--Ekinler oldukça güzel görünüyor.
--Evet ama yağmur istiyorlar.
--O da olur inşaALLAH, merak etme.
--Endişen olmasın. Hem biz kadere iman etmişiz ve kederden de eminiz biiznillah.
--Amenna amenna!
--Dede hadi gidelim. Nasılsa buradayız. Buraları daha çok gezeriz inşaALLAH.
--Tamam kızım gidelim.
Üçü birlikte kulübeye döndüler. Nene ve torun yemek hazırlığına başladılar. Doğrusu Dede yemek kokusuna hasret kalmıştı. Uzun süredir şöyle güzel bir yemek yememişti. Bir süre sonra yemek hazırdı. Üçü birlikte öğle yemeğini yedi. Öğle namazından sonra da derenin kenarına inip akşam için bir kaç tane balık yakaladılar. Akşam yemeği, namaz ve yatsıdan sonra, tüm hayvanlar yine toplantı yerindeydi. Dede bu akşam dış düşmanlara karşı neler yapılacağını anlatacaktı ve hepsi de sabırsızlıkla onu bekliyorlardı. Dede çayını da içtikten sonra:
--Hadi bakalım, sohbete.
--Ne sohbeti?
--Biz burada hemen hemen her akşam orman sakinleri ile sohbet yaparız. Bu akşamki sohbetimizin konusu da Cihad.
--Hadi bakalım, doğrusu biz de merak ediyoruz.
--E buyrun o zaman.
Üçü birden aşağıya indi. Orman sakinleri onları dört gözle bekliyordu.
--Sizi biraz beklettim kusura bakmayın. Evet hazırsanız başlayalım inşaALLAH?
--Hepimiz hazırız.
--Güzel, o halde başlayalım inşaALLAH. Daha önceki sohbetimizde içeride suç işleyenlere karşı nelerin yapılacağı konusunda size bilgi vermiştim. Bugünkü sohbetimizin konusu dış düşmanlar hakkında nasıl bir işlem yapılacağı hususundadır ki yapılan bu işleme Cihad denir. Cihad ne dir peki?
Cihad; çalışmak, uğraşmak, çabalamak, gayret sarfetmek.
İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir. Daha açık bir ifade ile ALLAH (c.c.) tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri ALLAH yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir. İnsanın maddî-manevî bütün varlığını ALLAH yolunda ortaya koyarak Hakk'ın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması "cihad"dır.
İslâm'da cihad farzdır. ALLAH Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor: "Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı" (el-Bakara, 2/216). "Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız ALLAH'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın " (el-Bakara, 2/193). "ALLAH'a ve ahiret gününe inanmayan kişilerle savaşınız" (et-Tevbe, 9/29); "Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşınız. " (et-Tevbe, 9/36). Hz. Peygamber (s.a.s.)'de "Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır" (Ebû Davûd, el-Cihad, 33) buyurmuştur.
Yalnız, bu farz bazı hallerde farz-ı ayın; bazı hallerde ise farz-ı kifayedir. Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gayesini gerçekleştirebiliyor, müslümanların yurt, mal, ırz, namus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı koruyabiliyorsa o taktirde cihad farz-ı kifaye olmuş olur ve diğer müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar. Şayet fert fert gücü yeten her müslümanın düşmana karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayın olur; herkesin bizzat cihâd etmesi icab eder.
Cihâdın gayesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir. İslâm'da savaş, intikam, öldürme yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil: bunları ortadan kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanları zorla İslâm'a sokmak yoktur. Cihad'dan maksat, insanları baskılardan kurtarmak, İslâm'ın yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla müslüman olabilecekleri onamları hazırlamaktır.
İslâm'ın gayesi toprak ele geçirmek değildir. O yalnız bir bölge ve kıta ile yetinmez. İslâm bütün dünyanın saadet ve refahını düşünür. Bütün insanlığa, kendisinin beşeri sistemlerden ve diğer dinlerden daha üstün âlemşumül bir din olduğunu göstermek ister. Bu yüce maksadı gerçekleştirmek için müslümanların bütün güçlerini seferber eder. İşte bu bitmeyen cehd ve uğraşmaya, büyük bir enerji ile çalışma işine ve meşrû bütün yollara başvurma gayretine cihad denir. Yeryüzünde zorbalar, batılın ve fitnenin devamını isteyenler, şirk ve müşrikler ile küfür sistemleri var oldukça, onların yeryüzünde yayacakları kötülüklerine karşı bir emniyet olan cihad da devam edecektir. Bu bakımdan cihadın İslâm'da önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber'e, hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda, "İman ve ALLAH yolunda cihad'dır." (Tecrîd-î Sarîh Tercümesi, VII, 445), buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın cihadla varlığını sürdüreceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca ALLAH yolunda savaşanları, gazilik ve şehitlik rütbesine erenleri öven ve onlar için büyük nimetler ve dereceler bulunduğunu haber veren birçok ayet ve hadis vardır.

KIRKINCI BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64

KIRKBİRİNCİ BÖLÜM


Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş vukû bulunca sabır ve metanetle savaşırlar. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.): "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Fakat düşmanla karşı karşıya gelirseniz sabrediniz, direniniz. " (Buharî, Cihad, 112, 156, Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud, Cihad, 89) buyurmuştur. Müslümanlar savaş anında ALLAH'a güvenir ve ALLAH'ın kendileriyle beraber olduğunu bilirler. Onun şu buyruğunu hiç akıllarından çıkarmazlar. "Ey peygamber; sana da sana tâbi olan müminlere de ALLAH yeter. " (el-Enfâl, 8/64)
İslâmiyet'e göre cihad, bize harp açanlara (el-Bakara, 2/190) verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara (et-Tevbe, 9/12-13), ALLAH'a ve ahiret gününe inanmayarak, ALLAH ve Peygamberin haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı (et-Tevbe, 9/29), yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve ALLAH'ın dinini hâkim kılmak (el-Bakara 2/19) gayesi ile meşrû kılınmıştır.
Müslümanlar savaş için düşman memleketine girip bir şehri veya bir kaleyi muhasara ettikleri zaman, önce onları İslâm'a davet ederler. Kabul ederlerse kendileriyle savaşmazlar. Şayet İslâm'ı kabul etmezlerse İslâm devletine cizye vergisi vermesini isterler. Verirlerse mal ve can güvenliğini elde ederler. Bunu da kabul etmezlerse geriye savaşmak kalır.
Bu durumda cihad için şu şartlar gerekir:
a- Düşman, İslam'a girmeleri için yapılan çağrıyı yahut cizye vermeyi reddetmiş olmalıdır.
b- Müslümanlarla düşman arasında herhangi bir anlaşma sözkonusu olmamaktır.
c- Müslümanlarda cihad için gerekli askerî güç siyasî otorite bulunmalıdır.
Bütün bu hususlar bir araya geldiğinde cihadın farziyeti gerçekleşir. O zaman düşmanla yapılacak savaşta şehirler yakılabilir, insanlar öldürülebilir ve düşmanın savaş gücü her şekilde zayıflatılmaya çalışılır. Yalnız kadın, çocuk, kötürüm, yaşlı ve körler öldürülmez. Barış, İslam devleti için uygun olduğu zaman yapılabilir. Düşmana hiç bir şekilde silâh vb. savunma vasıtası satılamaz. Bir müslüman topluluğu kâfirlere emân verirse, bunlarla, yeryüzünde fesat çıkarma ve İslâm'a saldırma durumu hariç, savaşılmaz. Cihad, bizzat sıcak bir savaş olacağı gibi normal şartlarda mal, dil ve kalple de yapılabilir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: Müminler ALLAH ve Rasûlüne iman ederler, sonra da şüpheye düşmezler. Hak yolunda malları ve canları ile cihad ederler. İşte sadakat sahibi kimseler bunlardır" (el-Hucûrât, 49/15)
Hz. Peygamber (s.a.s.) ise: "Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz" ALLAH benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla eli ile fiilen mücadele eden mümindir, dili ile mücadele eden mümindir kalbi ile mücahede eden mümindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur" (Müslim, İman 20); "Şüphesiz ki mümin kılıcı ve dili ile cihad eder" (İbn Hanbel, VI, 387), buyurmuşlardır.
İslâmiyet'in ilk devrelerinde müminlere İslâm düşmanlarına karşı yumuşak davranmaları, eziyetlerine katlanmaları müdafaa kasdıyla da olsa karşılık vermemeleri; sadece öğüt vererek İslâm'a davet yolunu takip etmeleri emredilmiştir. Bir ayet-i kerimede, "Siz, şimdilik, ALLAH onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoş görün. Şüphesiz ki ALLAH her şeye kâdirdir" (el-Bakara, 2/109) buyurulmuştur. Çünkü o zaman müslümanlar sayı ve imkân bakımından son derece zayıftı. Düşmana karşı koyacak güçleri yoktu. Müslümanların adedi ve kuvveti biraz daha çoğalınca kendilerine ve akidelerine karşı direnenlerle savaşmalarına izin verildi. Müslümanlar büsbütün güçlenip düşmanları mağlup edecek seviyeye gelince de cihad müsaadesi verildi. " Artık saldırıya uğrayan müminlere zulme uğratıldıkları için cihad etme izni verildi... " (el-Hacc, 22/39). Bu izin Medine döneminde olmuştur.
Ayrıca ALLAH Teâlâ'nın " ALLAH uğrunda gereği gibi cihad edin" (el-Hacc, 22/79), buyruğuyla, müslümanların nasıl davranması gerektiği belirlenmiştir. " Müminler ancak ALLAH'a ve Peygamberine iman eden, sonra şüpheye düşmeyen; ALLAH uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır. " (el Hucurât, 49/15) ayetinden de cihadın mal ve canla yapılacağını öğreniyoruz. Cihad konusundaki diğer ayet ve hadisler de göz önüne alındığında, cihadın başlıca şu çeşitlere ayrıldığını görürüz:
1- Nefs'e Karşı Cihad Şüphesiz en güç cihad, insanın nefsiyle ve nefsinin arzularına karşı yaptığı cihaddır. Müslüman, gerçek cihadı nefsine karşı verir. Nefsine karşı cihadı kazanamayan, düşmanın karşısına çıkmak için kendisinde güç ve cesaret bulamaz. Hz. Peygamber Tebük seferinden dönüşte ashabına şöyle buyurmuştu: " Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" (Adûnî, Keşfu'l-Hafâ', I, 425). Bu hadisinde Hz. Peygamber, en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebük seferini "küçük cihad" olarak vasıflandırırken; nefse karşı verilecek mücadeleyi "büyük cihad" olarak nitelendirmektedir. " Hakiki mücahid nefsine karşı cihad açan kimsedir" (Tirmizî, Cihad, 2) hadîsi de aynı manayı ifade etmektedir.
Aynı meâlde başka hadis-i şerifler de vardır. Bütün bunlar bize, insanın nefsi ile, nefsinin boş ve mânâsız, hatta gayr-ı meşrû istekleri ile mücadele etmesinin cihad olarak değerlendirildiğini göstermektedir.
2- İlim İle Cihad
Cihad'ın başka bir çeşidi de ilim ile yapılan cihaddır. Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir. Hakk'a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir.
Bilginin ortaya koyduğu delillerin gönüller üzerinde icra ettiği tesiri silâh gücü ile temin etmek mümkün değildir. Onun için şöyle buyurulmuştur:
"Ey Muhammed! İnsanları Rabbi'nin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış. Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir. " (en-Nahl 16/125).
Temeli ilim yoluyla tebliğ ve davete dayanan İslâmiyette, bu tebliğ faaliyetinin adı "ilim ile cihad"dır. Bu usûle "Kur'an ile cihad" da denilir. En güzel mücadele şekli Kur'an'ın mücadele şeklidir. Bunun için Cenâb-ı Hak:
"Sen kâfirlere uyma, uyanlara karşı Kur'an ile büyük bir cihadla cihad et" (el-Furkan, 25/52) buyurmuştur. Ayet-i kerimede Kur'an ile cihadın "büyük cihad" olarak belirtilmesi, Kur'an'ın ilim ile cihad konusuna ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Hak ve hakikatı, en tehlikeli zamanda bile, hiç bir şeyden korkmadan ve çekinmeden olduğu gibi söylemek de bir çeşit cihaddır. Rasûlullah (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti açıkça söylemek, büyük bir cihaddır. " (İbn Mâce, Fiten, 4011)
3- Mal İle Cihad
Mal ile cihad, ALLAH Teâla'nın insana ihsan etmiş bulunduğu mal ve servetin yine ALLAH (c.c.) yolunda harcanması demektir.

Vakit bir hayli ilerlemişti. Dede:
--Evet, bugünlük bu kadar yeter. Bu konuya yarın devam ederiz inşaALLAH.
--Ya Dede, bu İslam dini ne kadar güzel bir din. Tüm insanların saadetini isteyen bir din ama gel gör ki insanlar nankör. Nasıl olur da böyle bir nimeti teperler anlamıyorum doğrusu?
--O nimeti anlamayanlar var ya ALLAH (cc) onların derecelerini sizden daha aşağı kılmıştır. Yani siz onlardan üstünsünüz.
--Bizi onlardan üstün kılan ALLAH'a (cc) hamdolsun.
--Elhamdulillah! Hadi bakalım ALLAH (cc) rahatlık versin.
--Size de.
--Evet, Nene hadi bakalım biz de yukarı çıkalım.
--Ya Dede, doğrusu bu cihad konusu gerçekten bir çok müslüman tarafından bilinmeyen bir konu. Bu konunun ehemmiyetine binaen müslümanlara öğretilmesi lazım.
--Haklısın. Zaten başımıza ne geliyorsa bu Cihad farizasını yerine getirmemekten geliyor. Bu farizayı yerine getirmediğimizden başımız beladan kurtulmuyor.
--ALLAH (cc) bize feraset ihsan etsin. Bir de hayvanların İslami konulara karşı gösterdiği duyarlılık takdire şayan.
--Evet, hayvanlar ALLAH'a (cc) isyan edenlerden çok daha üstün. Bunu bizatihi gördüm burada. Neyse yatalım, yarın yapacak işlerimiz var.

KIRKBİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKİKİNCİ BÖLÜM

Ertesi gün Dede, Nene ve Toruna ormanın yakın çevrelerini gezdirdi. Doğrusu bu orman sanki Cennetten bir parça gibiydi. Şarıl şarıl akan sular, yemyeşil ağaçlar ve binbir nağme ile ören kuşlar. Tam da insanı dinlendirecek bir yer. İlk geldiği zaman içinde bir burukluk yaşayan Nene bunları görünce tüm sıkıntılarını atlatmışa benziyordu. Hem yaşadığı şehirde var olan bir çok problemden burada eser yoktu. Kimse kimse için hainlik düşünmüyor, dedikodu hiç yoktu. Hele hele ALLAH'a (cc) isyanın esamesi okunmuyordu. Herkes kendisine verilen görevi yerine getirmekle meşguldü. Bırakın birbirlerinin hakkını gaspetmeyi, tam bir dayanışma sözkonusuydu ve tüm bunlara gıpta etmemek de mümkün değildi.
--Şu duruma bakıyorum da, şayet yeryüzü ALLAH'ın (cc) kanunları ile idare edilseydı herhalde durum bundan farksız olmazdı.
--Elbette ki. Sen Hz. Ömer (ra) dönemini bilmiyor musun? Kurtlar kuzularla yanyana yayılıyordu. Tabii ki bu Hz. Ömer'in (ra) adaleti değil, İslam'ın adaletiydi. Bugün de Hz. Ömer (ra) gibi İslamı en güzel şekilde uygulayan adil bir yönetici gelse, yine kurtlar kuzularla beraber yayılmaya başlar. Ama insanlar ALLAH'a (cc) isyan ettikleri zaman da-ki bugün olduğu gibi-insanların bir kısmı kurt-hem de en haininden-bir kısmı da kuzu oluyor ve bu kurtlar gerçek kurtlardan daha zalim olabiliyor. Tüm bunlar da insanların öleceklerine ve bir gün hesaba çekileceklerine ihtimal vermemelerinden kaynaklanıyor. ALLAH (cc) ve Ahiret Günü'ne iman eden bir kulun bu kadar isyan etmesi ve zalim olması mümkün müdür?
--Haklısın! Eve dönelim isterseniz.
--Evet ya! Namaz vakti geliyor. Hadi bakalım.
O gün akşama kadar herhangibir şey yapmadılar. Sadece namaz ve yemek ve bir de kulübenin ufak tefek işleri ile uğraştılar. Yatsıdan sonra da sohbet vakti gelmişti. Sohbetin müdavimleri yine tam kadro yerlerini almışlardı.
Dede, Nene ve Torun aşağıya indiler.
--Nerede kalmıştık?
--En son mal ile cihad konusuna geçmiştik.
--Evet orada kalmıştık. Aferin konuyu çok güzel takip ediyorsunuz. Hepinize teşekkür ederim.
--Asıl biz sana teşekkür ediyoruz. Sayende İslam'ın ne kadar güzel bir din olduğunu öğreniyoruz.
--Evet, kaldığımız yerden devam edelim inşaALLAH:
Bilindiği gibi dünyada her iş para ile yapılmaktadır. Hakkın korunması ve zafere ulaşılması da yine paraya bağlıdır. Bunun için mal ile cihadın önemi büyüktür. Müslümanların, İslâm'ın yücelmesi hakkın muzaffer olması için her türlü mal, servet ve paralarını bu yolda fedâ etmeleri mal ile cihaddır.
Hz. Peygamber'in, mal ile cihad hususundaki teşvik edici sözleri ashabı kiramı harekete geçirmiş ve kendileri yoksulluk içinde sıkıntılı bir hayat geçirirken, mal ile cihad farizasını edâ edebilmek için elde avuçta ne varsa getirip Rasûlullah'a vermişlerdir. Bu konuda Kur'an-ı Kerîm'de de pek çok ayeti kerîme vardır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"İman edip hicret eden, ALLAH yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden, (mücâhidlere) yer veren ve yardım edenlerin hepsi birbirinin vekilidir. " (el-Enfal, 8/72).
"...ALLAH yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşın. Bilseniz bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır. " (et-Tevbe, 9/41).
"ALLAH, mallarıyla, canlarıyla mücadele edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. " (en-Nisâ, 4/95).
4- Savaşarak Cihad Yapmak
Cihad, müslümanlara farıdır. Her müslümanın nefsi ile, ilim ve malı ile sürekli cihad yapması, böylece dinin korunması, Hakk'ın galip kılınması için çalışması gerekir. Bazen "İ'lây-ı kelimetullah" yani ALLAH adının yüceltilmesi dinin korunup yayılması içinde elde silâh düşmanla savaşmak icab edebilir. Bu en büyük cihaddır ve müslümanlara farzdır. Hattâ cihad denildiği zaman ilk akla gelen husus, düşmanla sıcak savaşa girmektir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Sizinle savaşanlarla; ALLAH yolunda siz de savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın." (el-Bakara, 2/190)
Bu ilâhi emir ALLAH yolunda, İslâm uğrunda savaşmanın ve İslâm yurdunu düşmana karşı korumanın cihad olduğunu bize ifade etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir hadis-i şeriflerinde; ganimet elde etmek, şan ve şöhrete ulaşmak, mevki ve makam elde etmek için yapılan savaşın cihad olmadığını, cihadın, ALLAH (c.c.)'ın adının yüceltilmesi (İ'lây-ı kelimetullah) için yapılan savaş olduğunu haber vermiştir.
Çağımızda bir takım gruplar her ne kadar savaşsız bir dünyanın özlemini dile getirmekte ve bunun için açık veya gizli savaş aleyhtarı faaliyetler sürdürmekte iseler de, bu hiç bir zaman, binlerce yıldan beri devam eden gerçeği değiştirmeyecek ve savaşlar sürüp gidecektir. Cenâb-ı Hak bu değişmez gerçeği aşağıdaki ayet-i kerîmede bize haber vermiştir:
"Hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir Şey, hakkınızda hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de, hakkınızda kötü olabilir. Bunları ALLAH bilir, siz bilemezsiniz. " (el-Bakara, 2/216).
"Savaşan, ancak kendi öz canı için savaşmış olur. ALLAH hiç bir şeye muhtaç değildir. " (el-Ankebut, 29/6).
İslâm dini müslümanlara şerefli bir hayat yaşatmayı hedef edinmiştir. Bu sebeple bu dinin emrettiği savaş, savunma savaşı, zâlimlerden mazlumları kurtarma savaşı, her yere adalet götürme savaşı ve müslümanların haysiyetini koruma savaşıdır. Kur'an-ı Kerîm'de:
"Kendilerine karşı savaş ilân olunduğunda zulme uğrayanlara cihad etmeleri için izin verildi. Hak Teâlâ onlara yardıma hakkıyla kadirdir." (el-Hac, 22/39) buyurulup meşrû savunma savaşına izin verilirken her an savaşa hazır olmak da emredilmiştir.
Savaşın önemini ısrarla belirten İslâm dini ve onun yüce kitabı, barışın da gereğine işaret etmekte, barış teklifi düşmandan geldiği takdirde taviz vermeden teklifin yerine getirilmesini istemektedir:
" Eğer onlar barış isterlerse sen de onu kabul et. ALLAH'a güven ve dayan."
"Her şeyi işiten, herşeyi hakkıyla gören O'dur. Onlar seni aldatmak isterlerse, şunu kesin olarak bil ki, ALLAH sana yeter. Seni,yardımlarıyla ve müminlerle destekleyen O'dur." (el-Enfâl, 8/63).
İslâm, müslümanlara yapılan tecavüzlerin hiç birinin karşılıksız bırakılmamasını istemektedir:
"O halde, size karşı tecavüz edenlere siz de aynıyla mukabele edin. " (el-Bakara, 2/194).
Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar müslümanların cihada devam etmelerini isteyen İslâm, savaş hukukunu da en güzel şekilde tanzim etmiştir. ALLAH Teâlâ'nın:
" Andlaşma yaptığınızda ALLAH'ın ahdini (andlaşma hükümlerini) yerine getirin." (en-Nahl, 16/91)
"Haddi aşmayın, ALLAH haddi aşanları sevmez." (el-Bakara, 2/190) buyurması; Peygamber Efendimiz'in cephe gerisinde bulunan kadın, çocuk, ihtiyar ve din adamlarının öldürülmemesini, savaşçılara işkence edilmemesini çapulculuk yapılmamasını istemesi, İslâm savaş hukukunun temel kuralları olmuştur.
Dinimizin müslümanlara farz kıldığı cihadın fazileti ve bu emri yerine getirenlerin ALLAH katında ulaşacakları yücelikler Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber verilmektedir:
"ALLAH Teâlâ, Cennet'e karşılık müminlerin canlarını ve mallarını satın aldı. Onlar ALLAH yolunda savaşırlar. Savaş meydanında şehît ve gazi olurlar. ALLAH'ın bu öyle bir vâdidir ki, Tevrat'ta da, İncil'de de, Kur'an'da da sabittir. Kim ALLAH'tan daha çok vadini yerine getirir? Yaptığınız bu hayırlı alış verişten dolayı sevinin. İşte büyük kurtuluş budur." (et-Tevbe, 9/111)
"Ey mü'minler! Sizi çetin bir azabdan kurtaracak bir ticaret yolu göstereyim mi? O da şudur: ALLAH'a ve Rasûlüne iman eder ve ALLAH yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşırsınız. Bir bilseniz bu iş sizin için ne kadar hayırlıdır. Bu takdirde ALLAH sizin günahlarınızı mağfiret eder, altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn Cennetlerindeki hoş konutlara koyar. İşte büyük kurtuluş budur." (es-Saf, 6/10-12). Cihadın fazileti hakkında Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle buyurur:



KIRKİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU

 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKÜÇÜNCÜ BÖLÜM


"Rasûlullah'a: "-hangi iş daha hayırlıdır?" diye soruldu. " Allah'a ve Peygamberine iman etmektir. " dedi.
"-Sonra hangisi faziletlidir, denildi: Allah yolunda cihaddır" cevabım verdi sonra "hangisidir?" sorusuna karşı da: "-Makbûl olan hac'dır, " buyurdu" (Buhâri, İman, 18)
Abdullah b. Mes'ud şöyle anlatıyor: "Rasûlullah'a: -Yâ Rasûlallah, Allah katında hangi iş daha sevimlidir? diye sordum. -Vaktinde kılınan namazdır, dedi. -Sonra hangisidir? dedim. -Anne ve babana iyilik etmendir, buyurdu. Sonra hangisidir? sorusuna da: -Allah yolunda cihaddır, cevabını verdi." (Buhârî, Cihad, 1)
Ebû Zerr (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir: "-Ya Rasûlallah, hangi amel daha faziletlidir?" dedim. "Allah'a iman etmek ve onun yolunda savaşmaktır" buyurdu. (Riyâzü's-Sâlihîn, II, 531).
Bir adam Peygamberimiz (s.a.s.)'e geldi ve: "-İnsanların hangisi efdaldir?" diye sordu. Rasûlullah: "-Allah yolunda malı ve canı ile cihad eden mümin kişidir" buyurdu (Buhârî, Cihad, 2)
Elde silâh, din ve İslâm diyarı uğrunda hudut boylarında nöbet beklemenin asil bir görev olduğunu ve bunun Allah Teâlâ'yı ziyadesiyle memnun ettiğini bildiren Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Hudut ve İslâm diyarının muhafazası için bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay (nafile olarak) gündüz oruç tutup gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır." (Müslim, İmâre,163; Tirmizî, Cihad 2)
"İki çeşit gözü, Cehennem ateşi yakmaz: Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz. " (Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad, 12)
Görüldüğü gibi cihad ilâhi bir emir olup kadın erkek bütün müslümanlara farzdır. Bu farzı yerine getirenler Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğunu kazanacak ve ahirette yüce mertebelere ulaşacaklardır.
Cenâb-ı Hak:
"Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve (cihad için) başlanıp beslenen atlar hazırlayın" (el-Enfâl, 8/60) buyurarak müslümanlara her zaman cihad için hazırlıklı olmalarını emretmiştir.
İşte bütün bu ayet ve hadislerin ışığında cihad, dünya ve dünya malı için olmayan, Kelîme-i Tevhîd'in kabulü ve gönüllere yerleşmesi için gösterilen cehd ile bunun neticesinde kazanılan kardeşliğin adıdır. Cihad; insanları, kula kul olmaktan kurtarıp Allah'a kul etmeğe davet edişin ve bu uğurda çekilen sıkıntıların adıdır. Cihad, insanları, sınıf, zümre, parti ve bütün beşeri hegemonyalardan kurtarıp Allah'ın hâkimiyeti altına gönül rızası ile davet etmenin adıdır. Kinsiz, kansız ve mutlu bir İslâm toplumu oluşturmak için gösterilen ihlaslı hareketin adıdır. Cihad, her ferdin, kendisini günahlardan arındırıp Allah'a istiğfar etmesi, Allah'a yönelmesi, Allah'a yönelen insanlardan oluşan bir dünya kurması ve bu dünyada kendisi ve insanlar için yalnız Allah'ın hâkimiyetini istemesi ve bunun için devamlı hareket halinde olmasıdır. Cihad, eskiden yapılan ve pişmanlık duyulan bütün yanlış işlerin aksini yapma gücüdür. Cihad, zimmete geçirilen bütün hakları geri iade edebilmektir.
Cihad, terkedilen hukukullahı telâfi etmektir. Cihad, nefis ve bedendeki her türlü taklidi terk etmektir.
Rasûlullah (s.a.s.)'ın torunu Hz. Hasan der ki: "Adam Allah uğrunda cihad eder. Halbuki bir kılıç vurmamış bulunur. Sonra Allah uğrunda cihadın hakkı da; hak ve ihlâsa yakın bulunması, haksızlıktan ve kötü niyetlerden gücü yettiği oranda kusur ve ilgisizlikten uzak bulunmasıdır."
Cihad, insanları baskı ve zorlamadan korumak ve kurtarmaktır. Zorlama ve baskı olmayan İslâm'a, insanları davet ederek Allah'ın adını yüceltmektir. Cihad, herkesi, mensubu olduğu akîdeden zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın kabulü ve yayılışına engel olmak isteyen ve gücünün yettiğine baskı yapan hak düşmanlarının kovulması ve her türlü engelin kaldırılması ile, sağlam kalp ve dosdoğru düşünen bir akıl için belirlenmiş en güzel nizamı, yani İslâm'ı hâkim kılmaktır. Cihad, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yaşayıp tebliğ ettiği İslâm'a yapışarak Allah yolunda kendini ve. malını feda etmiş, orta yolu seçmiş, aşırılıktan sakınmış ilâh olarak Allah'ı ve onun hâkimiyetini tanımış, İslâm'ı bütün dinlerin üstünde ve tamamlanmış tek din kabul ederek bu dini müdafaa ve yaşanılır kılmak için çalışmak demektir. Bunun için İslâm'da mutlak surette, öldürme, intikam, din değiştirmeye zorlama yoktur. Düşmanı yenmek, onun kuvvet ve gücünü bertaraf edip, dinde serbest olarak Allah'ın hükmüne tabi tutmaktır ki, işte Allah'ın adını yüceltmek için yapılan cihad şekillerinden birisi de budur.
Cihad, ne bir savunma savaşı ne düşmana saldırıda bulunup onu imha etme savaşıdır. Kıtal ve kan dökme değildir. Yahut bir üstünlük ve egemenlik kurarak insanları boyunduruk altına alma savaşı da değildir.
İnsanlarla mücadele ve insanlar arası savaş ilişkilerini anlatan pek çok kelime varken, İslâm bu kelimeleri cihad kavramı yerine kullanmadı. Meselâ, harp, kıtal, ezâ kelimeleri cihad kelimesinin yerini tutmamaktadır. İslâm niçin eskiden Araplar'ın kullandığı harp vb. gibi kelimeleri almadı da yepyeni bir ifade olan cihad tabirini aldı. Bunun birinci sebebi, harp tabiri şahsi menfaatler, polemik oyunlar için ateşi sönmeyen, yangını çağlar boyu milletlerin, kabilelerin içinden çıkmayan kıtal anlamında kullanılmıştır. Harplerde genellikle, kişisel ve toplumsal kinler hâkim olmuştur. Harplerde fikir endişesi, bir akîdeyi galip kılma çabası göze çarpmaz.
Cihad Allah İçindir ve Allah Yolundadır
İslâm'da cihad, hedefsiz, gayesiz bir savaş değildir. İslâm'da cihad yalnız Allah yolunda olur. Bu şart, cihaddan ayrılmaz. İslâm'ın kendi hedeflerine varmak için niçin harp veya başka bir kelimeyi değil de; "cihad" kelimesini seçtiğini belirtirken, cihadın diğer kelimelerden farklı olduğunu ifade ettik. Bu farklılığı sağlayan bir hususiyet de "Allah yolunda" ifadesinin ve kavramının cihad kelimesinin içinde bulunmasındandır. "Allah yolunda" tabiri de İslâm'ın kendi mefkûresi için kullandığı terimler sözlüğünden bir terimdir. Bu terimi de bir çok kişi yanlış anlamış, halkı İslâm inancına boyun eğdirip, İslâm'ı kabul ettirip bunun için zorlamak olduğu düşüncesini "Allah yolunda cihad" olarak düşünmüşlerdir.
Gerçekte, "Allah yolunda" terimi, İslâm kavramları içinde onların düşündüğünden çok geniş bir anlam belirtir. "Allah yolunda cihad" batılıların anladığı manada kutsal bir savaş değildir.

Hadi bakalım. Bugünlük de bu kadar. Geç oldu, sabah erken kalkmamız lazım. Allah (cc) rahatlık versin.
--Size de inşallah.


KIRKÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKDÖRDÜNCÜ BÖLÜM



Ertesi günkü rutin işlerin sonunda yine akşam olmuştu. Yatsı namazının akabinde sohbet zamanı gelmişti gene. Dede, Nene ve Torun aşağıya inmişlerdi.
--Bakıyorum tam tekmil hazırsınız.
--Evet ya, sohbet zamanını iple çekiyoruz.
--Evet, görüyorum. Nerde kalmıştık?
--Cihad konusuna devam ediyorduk. Yalnız kafama takılan bir şey var.
--Nedir, kafana takılan?
--İnsanlar hâlâ birbirlerini öldürüyorlar mı? Yani kendileri ile cihad edilmesi gereken kimseler var mı? Bunlar daha iman etmediler mi?
--Nerdeeeeeeeeeeeeeeeee! Maalesef. Gerçi İslam'a hızlı bir yöneliş var ama yine de kendileri ile cihad edilmesi gereken çok zalim gayri müslim var. Bunların başında da Yahudiler geliyor.
--Bu Yahudiler ne menem bir kavim?
--Çok berbat ve zalim bir millet. Kur'an-ı Kerim'de lanetlenen bir kavim. Bugünlerde de Filistin diye işgal edilmiş bir ülke var. O ülkenin vatandaşı olan kardeşlerimizi şehid ediyorlar. Hem de çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere.
--Yani bunlar çocukları da mı şehid ediyorlar?
--Evet maalesef.
--Peki bunlara dur diyecek başka müslüman yok mu? Yani müslüman yoksa biz gidelim. Elimizden ne gelirse. Hiç olmazsa safımız belirlenmiş olur.
--Aslında bunlarla savaşacak çok gönüllü müslüman var da. Yine maalesef o müslümanların bulunduğu ülke yöneticileri ya gafil ya da hain. Hatta ve hatta belki inanmayacaksınız ama, Filistin'in şimdiki başkanı bile o müslümanlara karşı İsrail ile işbirliği içinde. Bir de bu kardeşlerimizin yaşadığı yerin-ki oraya Gazze deniyor-sınır olduğu Mısır diye bir ülke var. İçinde müslümanların yoğun olarak yaşadığı bir ülke. İşte bu ülkenin bir yöneticisi var ki tam bir Firavun.
--Firavun kim?
--Çok önceleri yaşamış ve İlahlık iddiasında bulunmuş bir geri zekalı.
--Yahu bu insanlar ilahlık iddiasında da mı bulunuyorlar?
--Ohoooooooo neler var neler.
--Peki Kur'an-ı Kerim bu yahudiler hakkında ne der?
--Kur'an-ı Kerim'deki yahudilerle ilgili bazı ayetler şunlar:
Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabiiler(den kim) ALLAH'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların ALLAH katında ecirleri vardır Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır (2/62)

Dediler ki: "Yahudi veya Hıristiyan olmayan hiç kimse kesin olarak cennete giremez" Bu, onların kendi kuruntularıdır De ki: "Eğer doğru sözlüyseniz, kesin-kanıtınızı (burhan) getirin" (2/111)

Yahudiler dediler ki: "Hıristiyanlar bir şey (herhangi bir temel) üzere değillerdir"; Hıristiyanlar da: "Yahudiler bir şey üzere değillerdir" dediler Oysa onlar, Kitabı okuyorlar Bilmeyenler (bilgisizler) de, onların söylediklerinin benzerini söylemişlerdi Artık ALLAH, kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri şeyde aralarında hüküm verecektir (2/113)

Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir De ki: "Şüphesiz doğru yol, ALLAH'ın (gösterdiği) yoludur" Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için ALLAH'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı (2/120)

Dediler ki: "Yahudi veya Hıristiyan olun ki hidayete eresiniz" De ki: "Hayır, (doğru yol) Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dini(dir); O müşriklerden değildi" (2/135)

Yoksa siz, gerçekten İbrahim'in, İsmail'in, İshak'ın, Yakub'un ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: "Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa ALLAH mı? ALLAH'tan kendisinde olan bir şehadeti gizleyenden daha zalim olan kimdir? ALLAH, yaptıklarınızdan gafil değildir" (2/140)

İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslümandı, müşriklerden de değildi (3/67)

Kimi Yahudiler, kelimeleri 'konuldukları yerlerden' saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: "Dinledik ve karşı geldik İşit, -işitmez olası- ve 'Raina' bizi güt, bize bak" derler Eğer onlar: "İşittik ve itaat ettik, sen de işit ve 'Bizi gözet' deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu Fakat ALLAH, onları küfürleri dolayısıyla lanetlemiştir Böylece onlar, az bir bölümü dışında, inanmazlar (4/46)

Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kişiyi ALLAH'ın yolundan alıkoymaları nedeniyle (önceleri) kendilerine helal kılınmış güzel şeyleri onlara haram kıldık (4/160)

Yahudi ve Hıristiyanlar: "Biz ALLAH'ın çocuklarıyız ve sevdikleriyiz" dedi De ki: "Peki, ne diye sizi günahlarınızdan dolayı azablandırıyor? Hayır, siz O'nun yarattığından birer beşersiniz O, dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır Göklerin, yerin ve bunların arasındakilerin tümünün mülkü ALLAH'ındır Son varış O'nadır" (5/18)

Ey Peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "İnandık" diyenlerle Yahudiler'den küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, "Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının" derler ALLAH, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen ALLAH'tan hiçbir şeye malik olamazsın İşte onlar, ALLAH'ın kalplerini arıtmak istemedikleridir Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azab vardır (5/41)



KIRKDÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKBEŞİNCİ BÖLÜM

Gerçek şu ki, biz Tevratı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), ALLAH'ın kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi) Öyleyse insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın Kim ALLAH'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kafir olanlardır (5/44)

Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır Şüphesiz ALLAH, zalimler topluluğuna hidayet vermez (5/51)

Yahudiler: "ALLAH'ın eli sıkıdır" dediler Onların elleri bağlandı ve söylediklerinden dolayı lanetlendiler Hayır; O'nun iki eli açıktır, nasıl dilerse infak eder Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun taşkınlıklarını ve inkârlarını arttıracaktır Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin salıverdik Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse ALLAH onu söndürmüştür Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar ALLAH ise bozguncuları sevmez (5/64)

Gerçek şu ki, iman edenlerle Yahudiler, sabiîler ve Hıristiyanlardan ALLAH'a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır (5/69)

Andolsun, insanlar içinde, mü'minlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulursun Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: "Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir (5/82)

Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık 'Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları' nedeniyle onları böyle cezalandırdık Biz şüphesiz doğru olanlarız (6/146)

Yahudiler: "Üzeyir ALLAH'ın oğludur" dediler; Hıristiyanlar da: "Mesih ALLAH'ın oğludur" dediler Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklid ediyorlar ALLAH onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar? (9/30)

Yahudi olanlara da, bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı (16/118)

Gerçekten iman edenler, Yahudiler, yıldıza tapanlar (Sabii) Hıristiyanlar, ateşe tapanlar (Mecusi) ve şirk koşanlar; şüphesiz ALLAH, kıyamet günü aralarını ayıracaktır Doğrusu ALLAH, herşeyin üzerinde şahid olandır (22/17)

De ki: "Ey Yahudi olanlar, eğer siz, (bütün) insanlardan ayrı olarak yalnızca sizlerin gerçekten ALLAH'ın velileri (dost ve sevgili kulları) olduğunuzu öne sürüyorsanız, şu halde ölümü temenni edin; eğer doğru sözlü iseniz (bunu çekinmeden yapın)" (62/6)

--Bu yahudilerin şerrinden ALLAH'a (cc) sığınırız. Bunlar ne lanet bir kavimmiş böyle.
--Evet çok lanet bir kavim. Ama onların bu saltanatları çok sürmeyecek biznillah. Bir gün gelecek ve tüm yahudiler müslümanlar tarafından yok edilecek. Dağ, taş, kurt,kuş, ağaçlar dile gelecek ve arkasında bir yahudi olduğunu, onu gelip öldürmesini isteyecek müslümanlardan. Yalnız ğarkad denilen bir çalı hariç. Bu nedenle; yahudiler durmadan ğarkad çalısı dikiyorlar.
--Bu çalı bunları gizleyebilecek mi ki?
--Mümkün mü? Belki kısa bir süre için. Hem Rabbimizden herhangi bir şeyi gizlemek mümkün mü.
--Değil tabi. Bak buna çok sevindim. O güne kavuşmayı ve bir kaç yahudiyi dişlerimle öldürmeyi çok isterdim doğrusu.
--Merak etme. Bize vekaleten, o zamandaki müslümanlar bunu yapacak biiznillah. Hadi bakalım. Bu gece epeyce geciktik.
--Konu çok hassas, sabaha kadar da bekleyebilirdik.
--Yarın devam ederiz inşaALLAH. ALLAH (cc) hepinize rahatlık versin.
--Size de inşaALLAH.



KIRKBEŞİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKALTINCI BÖLÜM


Yahudilerle ilgili Efendimiz’in (sav) bazı Hadis-i Şerifleri şöyle:

Ömer ibn-i Hamza (ra) bildirmiştir: “Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: ‘Sizler Yahûdîlerle muhakkak savaşacaksınız! Harp o kadar şiddetli olacaktır ki, hattâ taş: ‘Ey Müslüman! Şu arkamdaki bir Yahûdî’dir! Gel de onu öldür!’ diyecektir.”

Abdullah bin Ömer (ra) bildirdi: “Resûl-i Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm şöyle buyurdu: ‘Yahûdîler sizinle savaşacaktır! Fakat netîcede siz onlara musallat kılınacaksınız! Öldürme o kadar şiddetli olacak ki. Bir kaya parçası: ‘Ey Müslüman! Şu arkamda duran kişi bir Yahûdî’dir. Onu öldür!’ diye haber verecektir.”

Ebû Hüreyre (ra) bildirmiştir: “Resûl-i Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm şöyle buyurdu: ‘Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudi’dir, gel de onu öldür!’ diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.

Evet, Ahirzaman peygamberi buyuruyor:

“Müslümanlar, Yahudilerle harp etmedikçe kıyamet kopmayacak. Harp olacak ve Müslümanlar onları yenip öldürecekler. Öyle ki, Yahudiler ağaç ve taşların arkasına saklanacaklar, o ağaç ve taşlar konuşarak, “Ey Müslüman, ey Allah’ın kulu, arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür,” diyecek. Sadece ğarkad ağacı haber vermeyecek, çünkü bu ağaç, onların ağacıdır.

Hadiste adı geçen ğarkad ağacı. Sözlükte: “Sincan Dikeni” veya “Yahudi ağacı” olarak belirtilir. Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde ise Karaçalı, Karadiken, Kunar, Çalıtohumu, Çalıdikeni, Çeşmizen ve Hz. İsa Dikeni gibi çeşitli isimler altında tanınır. Boyu 2-3 metre kadardır.

Tehlikeli dikenlere sahip olan bu ağaç, Filistin havalisinde Yahudiler tarafından hâlen çok yaygın bir şekilde dikilmektedir...

“Onlar toplu olarak sizinle savaşmazlar ancak müstahkem şehirlerde yahut surların ardında sizinle savaşmak isterler. Kendi aralarındaki çekişmeleri oldukça çetindir. Sen onları toplu sanırsın, oysa onların kalpleri dağınıktır. Öyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur”

Bundan yıllar önce gazetecilerin, İsrail Devleti’nin o günkü başbakanı Şimon Perez’e “Kur’an-ı Kerim, sizin devletinizin yıkılacağından haber veriyor” diye hatırlattıklarında, Perez şu cevabı vermişti:

“Kur’an’ın bahsettiği Müslümanlar gelsin, düşünürüz.”
--Dede, bu durum Müslümanların içinde olduğu acziyeti de göstermiyor mu?
--Doğru söylüyorsun. Aslında bu durum Müslümanların azlığından kaynaklanmıyor. Şu an dünyada 1,5 milyar Müslüman var ama maalesef dağınık bir haldedirler. Yani Müslümanlar cemaatçiklere bölünmüştür ve bu da onların bu hale düşmelerine neden olmuştur.
--Cemaat ne demek Dede?
--Onu inşallah başka bir gün anlatırım size. Biz şimdi kaldığımız yerden devam edelim inşallah:

Hadislerde Müslümanların Yahudilerle savaşacakları açık bir dil ile bildirilmiştir. Bu savaşta Müslümanların saldırgan taraf olmayacağını da hadîslerin metninden anlamak mümkündür. Müslümanlar dâvâlarında haklı bulunacaklardır. Bundan dolayı Müslümanlar; Müslüman olsun gayr-i Müslim olsun dünya kamuoyunu arkalarına alacaklardır. Hadiste taş ve ağacın konuşması, insanlığın ortak vicdanına, yani dünya halklarının ortak sesine teşbihtir.

Demek, dünya kamuoyu Yahudi’leri tasvip etmeyecektir. Ancak Yahudi’leri saldırganlıklarında tasvip eden, onlara destek veren, onları koruyan ve kollayan ve onlar adına savaşan bir kavim olacaktır. Bu kavim, istikbali çok net gören Peygamber Efendimiz (asm) tarafından “Garkad Ağacı” olarak tasvir ve teşbih edilmiştir.

O zaman henüz kurulmamış olan Basra ve Bağdat şehirlerinin kurulacağını ve buralarda Müslüman halkın yaşayacağını Allah Resûlü (asm) mucizevî bir şekilde haber vermiştir.

Hicrî 656 tarihinde Irak Devletinin başkenti Bağdat bir kez de Hülâgu adında Moğol Devleti Hakanı tarafından yakılıp yıkılmıştır. Fakat günümüzde Yahudilerle dirsek teması bulunan Amerika ve İngiltere adında iki devlet Bağdat’ı ve Basra’yı yeniden yakıp yıkması, Yahûdî’lere destek veren Garkad Ağacı teşbihiyle birlikte, bir defa daha gündeme getirmiştir.

Günümüzde Yahudi fitnesinin Ortadoğu’yu ne derece ateş cehennemine çevirdiği malûmdur. Hadislerden anlaşılan odur ki, Yahudi’ler bozguna uğratılıncaya kadar bu savaş ahir zamanın acı bir musibeti olarak devam edecektir. Allah hayıra tebdil eylesin.
--Amin Dede amin. Doğrusu bu Yahudilerden nefret etmeye başladık.
--Nefret edilmeyecek gibi değil ki. Bazen insanlar zalim birini vasıflandırırken onu hayvana benzetirler.
--Yani Dede biz gerçekten insanlar kadar zalim miyiz?
--Hayır ben bugüne kadar zulmeden bir hayvan görmedim. Zaten Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de, bu tip insanların hayvanlardan daha aşağı bir derecede olduğunu beyan buyurmaktadır. Bu nedenle, içiniz rahat olsun. Hadi bakalım bugünlük de bu kadar. Yarın cihad konusuna devam ederiz inşallah. Allah (cc) hepinize rahatlık versin. Hadi hanım kulübeye.
--Size de Dede.
--Tamam bey. Zaten uykum da gelmeye başladı.





KIRKALTINCI BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKYEDİNCİ BÖLÜM

Ertesi gün, yine Dede, Nene ve Torun tarlaları gezmeye gittiler. Buğdaylar boy vermeye başlamıştı. Henüz yeteri miktarda yağmur yağmamıştı. Bir süre daha yağmur yağmazsa buğdayların kuruma tehlikesi vardı.
--Yağmur yağmazsa buğdaylar kuruyacak.
--Kısmet bey.
--Evet hanım kısmet. İnşallah yağar. Bu arada biraz ot stok etsek iyi olacak.
--O niye ki?
--Kış çok sert geçerse şayet, otçul hayvanların kışın aç kalmamaları için.
--Bunu iyi düşündün. Yarından tezi yok ot biçip stok etmeye başlayalım.
--Evet, bu akşamki sohbette konuyu dile getireyim inşallah.
--Akşama sohbet var ha gene?
--Evet, var inşallah. Cihad konusunu işliyorduk. O konu yarım kaldı.
--Yahu ben de merak etmeye başladım ha. Dede torununa dönerek;
--Sen niye hiç konuşmuyorsun, a benim güzel torunum?
--Sizi dinliyorum, bir yandan da manzarayı seyrediyorum.
--Buranın manzarası yazın daha da güzel olur. İnşallah ömrümüz vefa eder de yaza çıkarsak görürsün manzarayı.
--İnşaallah dedeciğim.
--Hadi bakalım hanım. Yavaş yavaş gidelim. Öğle namazı olmak üzere. Acıktım da bu arada. Buranın hem havası hem de suyu mükemmel. İştahım açıldı buraya geldim geleli.
--Al benden de o kadar. Hatta ve hatta torunun bile iştahı açıldı. Şehirdeyken, kavga gürültü zor yediriyordum yemeği.
--Ben de farkındayım. Hadi bakalım.
Dede ve ailesi kulübeye döndü. Öğle yemeği, namaz, ikindi, akşam, yatsı derken yine sohbet zamanı gelmişti. Herkes her zamanki yerinde hazır bekliyor, dört gözle Dede’nin yolunu gözlüyorlardı.
--Ooooooooooooo bakıyorum tam tekmil hazırsınız.
--Öyle valla, gözümüz yollarda kaldı.
--Sizin bu İslamı öğrenme isteğinize hayranım doğrusu.
--Biz de senin anlatma tarzına hayranız.
--O halde sizi fazla bekletmiyeyim. Cihad konusunu işlemeye devam edelim inşallah.
İslâm nazarında, toplumun fayda ve mutluluğu için, geçici dünya arzusunda bulunmadan yapılan her hareket "Allah yolunda"dır.
Allah'ın sana verdiği malları geçici dünyalık faydalar umarak sarfedersen bu "Allah yolunda" olmak değildir. Ama sırf Allah rızası için, bildiğin muhtaçlara yardım edersen şüphesiz ki bu "Allah yolunda" bir iştir. İşte bu "Allah yolunda" terimi, yalnız İslâm'a mahsus; maddi menfaat ve arzulardan uzak, sırf Allah rızası umulan davranışlar için kullanılır. Bunu yapan kimse bilir ki mümin. kardeşlerinin saadeti için yaptığı her iş Allah rızası içindir. Müminin geçici dünya hayatında istediği tek husus Allah Teâlâ'nın rızasını kazanmaktan başka bir şey değildir. İşte yüce Allah, bu anlama işaret etmek için cihadı, "Allah yolunda" kaydıyla sınırlamıştır. İslâm'ın istediği de budur. Müslüman topluluk veya fert, batıl ve beşerî sistemleri yıkıp, yerine İslâm akîdesine dayalı bir sistemi getirirken, harcayacakları çabaları ve yapacakları her türlü fedakârlıkları, kişisel çıkarlardan, nefsânî arzulardan uzak tutmalıdır. Bütün çırpınmalarının karşılığı olarak, hak ölçülerine uygun, adaletli bir sistemi getirmekten başka bir şey gözetmemelidirler. Mümin, yaptığı şeylerin karşılığını bu dünyada beklemez. Allah'ın kelâmını yüceltmek için, bu bitmeyen mücadelenin, dinmeyen savaşın karşılığında; mal, mülk, şan, şeref, rütbe, geçici dünyalık elde etme düşüncesi aklından geçmez.
"İnananlar Allah yolunda savaşırlar, küfredenler ise tâğût yolunda savaşırlar..." (en-Nisâ, 4/76).
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allah, ancak kendi rızası için olan cihadı kabul eder. Nefsânî arzulardan, kavmiyetçi kinlerden, kabilecilik taassubundan kopan savaşı değil... Yeryüzündeki her canlı, hayatını devam ettirmek için çırpınıp durur. Fıtrî gayesine ulaşmak için gece gündüz demeyip çalışır. fakat müslümanın çırpınış ve çalışması başka gayelere yöneliktir. O, yani, İslâm'a inanıp, onun sistemine bağlanan kimse, her şeyden önce İslâm inkılâbının gayesi olan Hakkı getirmek için canla başla, malla Allah yolunda cihad eder. Bütün gücüyle şer güçleri yıkmak, fitne ve fesat tohumlarının yeryüzünde yayılmasına engel olmak için çalışır. "Fitne yok olup din ve hâkimiyet yalnız Allah'ın oluncaya kadar" cihad eder. İşte İslâmî cihad budur.

Allah yolunda, yalnız Allah rızası için cihad yapmak çok büyük bir fazilettir. Çünkü cihadda bezledilen, insanın en kıymetli varlığı CAN’ıdır.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et. Onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir yerdir.” (Tevbe/73)
“Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Çünkü onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir. Siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfal/60)
Bu ayetlerden anlıyoruz ki, Müslümanlar dini vecibelerini layıkıyla yerine getirebilmek, namuslarını, vatanlarını korumak için cihad etmekle, savaşmakla görevlidirler.

Müslüman cihada hazır olmalıdır
Allah yolunda cihadı terkeden, savaşa hazırlanmayan milletlerin zillete düşmesi, İslam düşmanlarının boyunduruğu altına girmesi mukadderdir.
Müslüman milletler savaş günü gelip çatmadan, savaş için hazırlanmalıdırlar. Aksi takdirde gâfil avlanırlar, kendi nefsî isteklerinin peşinden koşarken, sefahet içinde yüzerken perçemlerinden yakalanır, tüm izzet ve şereflerini kaybedebilirler.
Yakın ve uzak tehlikeler, yakın ve uzak düşmanlar vardır. Uzak tehlikeler ve uzak düşmanlar ile meşgul olunurken, yakın düşman taarruza geçebilir. Zayıf olsalar da çok büyük bir tehlike oluşturabilirler. Onun için öncelikle yakın düşmanla cihad etmek gerekir. Ancak yakın düşmanla uğraşırken elbette uzak düşman gözardı edilemez. O da sürekli olarak gözaltında tutulur, gerekli tedbirler alınır.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlara karşı savaşın ve onlar (savaşırken) sizde bir sertlik bulsunlar. Biliniz ki Allah muttakilerle beraberdir.” (Tevbe/123)
Yakın düşmanla uğraşırken elbette uzak düşman gözardı edilemez. O da sürekli kontrol altında bulundurulur.
Müslüman, sulhda yumuşak, halîm, selimdir. Ancak kılıçlar sıyrıldığı, savaş kızıştığı zaman kükreyen arslan gibidir. Allah Teala, Müslümana cihad esnasında her zamankinden daha fazla bir mehâbet verir. Düşmanın kalbine korku salar.

Cihad, bir düğün şenliğidir
Şehâdete susayan, bir an önce Rabbine kavuşmaya sevdalı bir Müslümanın yılgınlık ve bıkkınlık göstermesi, korkak ve ürkek davranması düşünülemez. Can ve mallarını Allah’a satan bir Müslüman, bir mücahid için cihad, bir düğün şenliğidir.
“Allah Mü’minlerden mallarını ve canlarını onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’dan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır?
O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevinin. İşte bu, büyük kurtuluştur.” (Tevbe/111)
Ne mübarek ve kârlı bir alışveriş ya Rabbi! Satıcı mahlükatın en mükerremi, en mükemmeli insan, satılan meta bu mükerrem insanın en değerli varlığı, canı ve halk arasındaki tabiri ile canın yongası olan malı, alıcı ise alemlerin Rabbi, mülkün sahibi Allah celle celaluhu. Mal ve cana karşılık olarak verilen ebedi cennet ve cemalullahı temâşa... Mü’min olan, Müslüman olan böyle bir alış verişe sevinmez de ne yapar. Onun için bu alış veriş bir ŞEB-İ ARÛS olmaz da ne olur?
İşte bu muhabbet pazarı, aşk pazarıdır.
Bu meydan, cihadı fillah meydanıdır.
Can alınır, can satılır.
Hak yolunda canını feda eden bir şehid;
Kınalanmış kurbanlık bir koç gibi,
Alnından kırmızı kanlar akarak,
Dudaklarında tebessümlerle,

KIRKYEDİNCİ BÖLÜMÜN SONU

 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKSEKİZİNCİ BÖLÜM


Va’dolunan cennete girmek için Rabbine yükselir.

Düşmana karşı daima uyanık olmalı
Müslüman milletler, İslam düşmanlarına karşı devamlı uyanık olmak, asla gaflet etmemek, ribatlarda, sınırlarda nöbet beklemek, savaşa hazırlanmak, her an hazır olmak, savaş başlayınca da sabır ve sebat göstermekle yükümlüdür.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Sabredin. Sabırda yarışın. Uyanık olun. (Sınırlarda) nöbet bekleyin, hazırlıklı olun ve Allah’dan korkun. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Âl-i İmran/200)
Demek oluyor ki, dünyada da, ukbada da kurtuluşa ermek, her türlü tasalluttan kurtulmak için, Allah yolunda cihad etmek, hizmet etmek gerekmektedir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Kim Allah’a inanarak ve O’nun vaadini tasdik ederek, onun yolunda bir at beslerse, ona verdiği otlar, su ve gübresi, idrarı kıyamet gününde birer sevap olarak mizanında yer alacaktır.” (Buhari)
“Kim Allah yolunda bir gaziyi techiz ederse, harbe iştirak etmiş gibi sevap alır. Kim geride kalıp gazinin çoluk çocuğuna bakarsa, o da savaşmış gibi olur.” (Buhari, Müslim)
“Allah yolunda bir gün nöbet tutmak, dünya ve üzerindekilerden daha hayırlıdır. Birinizin cennetteki bir kamçılık yeri, dünya ve üzerindekilerden daha hayırlıdır. Kulun Allah yolunda yola çıkması, bütün dünya ve üzerindekilerden daha hayırlıdır.” (Buhari, Müslim)
Ebu Said radıyallahu anh’den şöyle bir rivayet vardır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim Rab olarak Allah’dan, din olarak İslam’dan, Peygamber olarak Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den razı olursa, cennet ona vacip olur.”
Bu söz, Ebu Said radıyallahu anh’in hoşuna gitti ve dedi ki: “Ya Rasulullah! Bunu bana tekrarla.”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem tekrarladı ve sonra şöyle buyurdu: “Bir başka şey daha vardır ki, Allah, onunla kulun cennetteki makamını yüz derece yüksektir. Her iki derecenin arası gök ve yer arası kadardır.”
“O nedir ya Rasulullah?” diye sorduklarında:
“O, Allah yolunda savaşmaktır. Allah yolunda savaşmaktır. Allah yolunda savaşmaktır.” buyurdular. (Müslim)
“Müşriklere karşı, mallarınız, canlarınız ve dillerinizle savaşın.” (Ebu Davud)
“Cihadı terkettiğiniz zaman, Allah size zilleti musallat kılar. Tekrar dininize dönünceye kadar, onu üzerinizden atamazsınız.” (Ebu Davud)

Cihad, Müslümanın hayatıdır
Peygamberimiz, efendimiz, önderimiz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mübarek kelamlarında görüldüğü gibi, CİHAD, MÜSLÜMANIN HAYATIDIR. Cihadsız bir Müslüman, cihadsız bir toplum düşünülemez. Ayet ve hadislerin yüce meallerinden anlıyoruz ki; cihad:
1- Canla olur.
2- Malla olur.
3- İlimle olur.
4- Dil ile olur.
Dil ile yapılan cihad, tebliğ, emri bil maruf, nehyi anil münker yapmaktır. Yani İslam’ın hakikatlerini, Kur’an ve sünnetin mesajlarını ulaşabildiğimiz herkese, tebliğ usûlüne uygun bir tarzda duyurmak, anlatmaktır. Bu konuda hizmet heyecanımızı kaybetmeden, yılmadan, bıkmadan, asla ümitsizliğe düşmeden, bu yolda uğranılan bela ve musibetlere sabrederek, ne kadar kötü şartlar içinde bulunursak bulunalım, halimize şükrederek, kulluk yolunda çekilen çileleri zevk edinerek çalışmak... Çalışmak... Çalışmak... Hizmet etmek... Hizmet etmek... Hizmet etmektir.
Tebliğ, İslam’ı bilmeyen, İslam’dan uzak kalmış, ondan, onun güzelliklerinden habersiz insanlara yapılır. Emri bil maruf ve nehyi anil münker ise, Müslüman ve fakat Müslümanlığının vecibelerini yerine getirmeyen, günah işleyen, haramlara dalan, ibadetlerini terkeden veya bu konuda tembellik gösteren, ahlâken düşük davranışlarda bulunan kişileri uyarmak için yapılır.
Bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa, diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa, kalbiyle değiştirsin (yani buğz etsin). İmanın en zayıfı da budur.” (Müslim)

Dil ile cihad, bilmekle başlar
Dil ile cihad, yani İslam’ı tebliğ etmek, iyilikleri emredip kötülüklerden nehyetmek ilim ister. İslami hakikatleri en güzel bir şekilde bilmek ister. Tebliğ usulünü bilmek ister. Onun için dil ile cihadı ve bütün cihad çeşitlerini en iyi bir şekilde, İslam’a en uygun bir tarzda yapabilmek için ilim öğrenmek, ilim öğretmek gerekir. İşte bu da bir cihaddır. İLİM İLE CİHADDIR.
Çünkü İslam’ı bilmeyen, tebliğ usullerinden habersiz kişiler İslam’a faydalı olayım derken, zararlı olurlar. İnsanları İslam’a ısındırayım derken, İslam’dan uzaklaştırırlar.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en aşağı derecede olan kişiye üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz Allah, melekler, gökler ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve denizdeki balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere salat ederler.” (Tirmizi)
“Her kim ilim talep etmek için bir yola girerse, cennet yollarından birine girmiş olur. Melekler kanatlarını ilim talebesine, ondan hoşlandıkları için indirip gererler. İlim talep edene, göklerdekiler, yerdekiler, su içindeki balıklar bile, günahının affı için Allah’dan mağfiret dilerler. Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayda ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz âlimler Peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler ne dinar ve ne de dirhem miras bırakmışlardır. Kim o ilmi alırsa, çok büyük bir nasip almış olur.” (Tirmizi, Ebu Davud)

--Ya Dede, peki insanların ekseriyeti neye talip?
--Dünyaya maalesef.
--Bu insanları anlamak mümkün değil. Neden hep geçici şeylerin peşine düşerler. Hiç mi daha öncekilerden ibret almazlar?
--Doğrusu ben de insanım ama ben bile bu insanları anlayamadım. Adamın babası gözünün önünde ölür, ondan ibret almaz ve sanki ölmeyecek gibi yaşamaya devam eder.
--Yani fani olduğunu bile bile isyana devam eder ha?
--Aynen öyle. İşin ilginç yanı ne biliyor musunuz?
--Nedir?
--İşin ilginç yanı….


KIRKSEKİZİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKDOKUZUNCU BÖLÜM


--Birbirlerine hakaret ederken, karşıdakini hayvanlıkla suçlarlar.
--Deme yahu?
--Evet aynen öyle.
--İyi ama, biz hiç Allah’a (cc) isyan etmeyiz ki.
--Biliyorum. Ama onlar isyankar olduklarının şuurunda olmadıklarından böyle davranırlar.
--Peki bunun şuurunda olmamak onları kurtarır mı?
--Kesinlikle kurtarmaz.
--Bunların sonu ne olacak peki?
--Şayet kafir olarak ölürlerse gidecekleri yer Cehennem.
--Allah (cc) bizi korusun.
--Amin, amin. Ama sizin korkmanıza gerek yok. Siz hesaba çekildikten sonra toprak olacaksınız.
--Evet Dede, söylemiştin. Hatta onların hayvan olmak istedikleri ile ilgili ayeti de iletmiştin bize.
--Evet, böyle bir şey söylediğimi hatırlıyorum. Ha bu arada, yarın sabah, işi olmayan herkes buraya gelsin, kış için ot toplayacağız.
--Ot mu?
--Evet ot ve yaprak.
--Niye ki?
--Kış sert geçerse şayet, aç kalmamanız için.
--Bak bunu iyi düşündün Dede, çok iyi olur.
--Diğer yandan, bu ot işini hallettikten sonra, kanatlı hayvanlar için de şehirden yem alacağım inşallah.
--Ya Dede, seni bize gönderen Allah’a (cc) hamdolsun.
--Elhamdulillah. Hadi bakalım, gidip yatın yarın çok işimiz var. Allah (cc) rahatlık versin.
--Size de inşallah.
Herkes derin bir uykuya çekildi. Bu arada hırsızlardan herhangi bir haber çıkmadı. Bu nedenle, nöbet tutma işi biraz gevşemeye başlamıştı. Gerçi çalacak herhangi bir şey de yoktu. Bu yüzden Dede de konu üzerinde fazla durmuyordu. Ertesi sabah, sabah namazı ve kahvaltıdan sonra Dede’nin akşam söylediği gibi herkes aşağıda toplanmıştı.
--Hayırlı sabahlar!
--Size de inşallah.
--Hazırmısınız?
--Evet, hemen gidebiliriz.
--Hadi bakalım.
Dede, tahra, orak, balta ne varsa hepsini aldı, Nene ve torunla birlikte hayvanları da alıp otlağın yolunu tuttu. Başladılar ot biçmeye. Dede ve nine ot biçiyor, Torun ve diğer hayvanlardan ayaklarını kullanabilenler de onları demet yapıp bir araya topluyorlardı. Öğleye doğru epeyce yorulduklarından mola vermeye karar verdiler. Tam oturmuşlardı ki sincap koşa koşa Dede’ye doğru geldi ve…


KIRKDOKUZUNCU BÖLÜMÜN SONU

 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ELLİNCİ BÖLÜM



--Dede şu dağın yamacında bir şey buldum. Şimdiye kadar böyle bir şey görmemiştim. Bak bakalım bu nedir?
--Ver hele. Allah Allah bu da ne? Yahu bu altına benziyor. Gidip bir bakalım bunu bulduğun yere.
--Hadi gidelim.
Dede ve diğer hayvanlar sincapın peşine takılıp dağın yamacına vardılar. Sarı bir damara rastladılar orada. Epeyce de büyük bir damardı bu.
--Şayet bu altınsa çok işimize yarayacak. Ama çok da dikkatli olmalıyız. İnsanlar bunun farkına varırlarsa eğer, hayatımız alt üst olur. Şundan bir miktar alayım, şehre gittiğimde sarraflara göstereyim hele. Şuradan biraz çalı çırpı getirin de üstünü örtelim.
Hemen biraz çalı getirip damarın üstünü örttüler. Bu damarın birileri tarafından görülmemesi gerekiyordu. Buraya avcıların gelme ihtimali vardı her zaman. Gerçi tedbirlerini almışlardı ama gene de dikkatli olmak zorundaydılar. Dede ve diğerleri damarı orada bırakıp diğer işlerine döndüler. O gün akşama kadar epeyce ot ve yaprak kesip demet yapmışlardı.
--Ellerinize sağlık, bunlar burada kurusun. Daha sonra götürüp mağarada saklarız inşallah. Hadi bakalım gidiyoruz. Geç oldu. Hem sohbetimiz de var.
--Sohbeti sabırsızlıkla bekliyoruz, dedi kurt.
--Biliyorum. De hadi.
Dede ve orman sakinleri kulübenin yolunu tuttular. Kulübeye vardılar. Akşam ve yatsı namazından sonra her zamanki yerlerini almışlardı. Herkes Dede’ye dikkat kesilmişti.
--En son nerede kalmıştık.
--Cihad konusu yarım kalmıştı.
--Evet cihaddan bahsediyorduk. Araya kahrolası İsrail girmişti de o konu yarım kalmıştı. Ha bu arada, saldırıya uğrayan Gazze’de ateşkes yapılmış.
--Son durum ne peki?
--Allah’ın (cc) yardımıyla Müslümanlar galip gelmişler elhamdulillah.
--Nasıl peki?
--Bu İsrail’in elinde her türlü silah var. Gazeli kardeşlerimizi elinde ise sadece tüfekler var. 22 gün boyunca bu kahrolası İsrail Müslümanları bombaladılar. Buna rağmen şehid sayısı 1500 kadar.
--Ya bu silahların aynısından Müslümanların elinde olsaydı durum ne olurdu?
--İsrailliler becerebilselerdi şayet dünyayı terk ederlerdi. Diğer yandan bu İsrail’li askerler tüm bu üstün teçhizatlarına rağmen Müslümanlarla karşı karşıya gelmemek için ellerinden gelen gayreti göstermişler. Ve bunlardan çok da pis kokular geliyormuş.
--Koku mu? Ne kokusu?
--Canım anlayın işte. Korkudan meydana gelen bir koku bu.
--Ha evet, anladık. Yani bunlar bu kadar korkak ha?
--Evet dünyanın en korkak milleti bunlar. Bunların gücü ancak kadın ve çocuklara yeter. Evet bu bilgiyi verdikten sonra konumuza dönelim:
Arapça'da "cihâd" kelimesi; bir amaca ulaşabilmek için, kişinin elinden gelen her türlü çabayı sarfetmesi anlamına gelir. "Kutsal savaş" ile eş anlamlı değildir. Bundan daha geniş bir anlamı vardır ve her türlü çabayı içerir. Savaş, cihadın bir bölümü veya yerine göre bir safhasıdır. Dille, kalemle, malla veya bizzat savaşa katılarak Allah yolunda yapılan tüm mücadeleler, hatta kişinin; Allah'ın emirlerini yerine getirme hususunda kendi nefsiyle mücadelesi, ıstılah olarak cihâd kavramına girer.
"Emîr" ise, bir kavmin veya memleketin başı, reisi, genel vali ve ordu komutanı gibi anlamlara gelir.
Buna göre "cihâd emîri"; cihâdı başlatmak veya yönetmekle görevli kimse dernektir. Duruma göre, devlet reisi bu işi yürütebileceği gibi, kendi yerine bir başkasını görevlendirmesi de mümkündür. Bu durumda "veliyyü'l-emr=(devlet reisi)"nin, savaşta askeri sevk ve idare etmesi için ordunun başına tayin ettiği kimseye "cihâd emîri" denir. (Maverdî, el-Ahkâmü's-Sultâniyye, 37; Ö. N. Bilmen, "Istılahatı Fıkhiyye Kamusu ", III, 341).
Savaş için tayin edilen kumandanın makamına "İmâre ale'l-Cihâd = Cihâd Emîrliği" denir.
Cihâd emîrliği iki kısımdır; Biri "imâret-i hâssa (özel anlamda emîrlik)"tir ki, yalnızca orduyu idareye ve harp işlerini yönetmeye mahsustur. Diğeri, "imâret-i âmme (genel emîrlik)"tir. Savaşı idare, ganimet mallarını taksim, barış sözleşmesi imzalama gibi bütün cihâd işlerini kapsayan emirliktir. (Mâverdî, a.g.e., 37; Ö. N.B. a.g.e., III, 341)
Harbe lüzum görülüp de bir ordu veya bir seriyye gönderileceği zaman "veliyyü'l-emr"in ilk yapacağı iş, bunların başlarına bir "emîr (komutan)" tayin etmektir. Çünkü askeri sevk ve idare etmek, yönetimindekileri gözetmek, orduda birlik ve beraberliği sağlamak, gerekli hükümleri uygulamak için bir "emîr"e ihtiyaç vardır. Zira her hâdisede devlet başkanına müracaat edilmesi bir takım zorlukları doğurabilir. (Ö. N. Bilmen, a.g.e., III, 361)
Savaş; cesaret, iyi bir sevk ve idare, ganimetleri taksim hususunda hakkı koruma, güvenilir olma, hesap ve yazı bilme gibi hasletlere dayanır. Bu yüzden devlet başkanı; bu iki görevi (savaşı yönetme, ganimetleri taksim) bir şahsa verebileceği gibi, ayrı ayrı kimselere de verebilir. Bu konuda ehliyet ve ihtisas aranır.
Şayet "veliyyü'l-emr", ganimetlerin taksimini "emîr-i harb (savaş emîri)" ile "emîr-i kısmet (ganimeti paylaştırma emîri)" olmak üzere, tayin edeceği iki şahsa verirse, bu hususta bunlardan herhangi biri yalnız başına hareket edemez; taksimi birlikte yapmaları icabeder.
"Cihâd emîrliği"ne tayin edilecek zatın; adil, iyi bir yönetici, savaş siyasetini bilen, harb usulüne âşinâ, helâl ve haramı tanıyan, şefkat ve cesaretle muttasıf tehlikeleri umursamaz bir şekilde atılmaktan sakınan biri olması gerekir. Zira bu özellikleri taşımayan bir kimsenin, "emîr" tayin edilmesiyle umulan faydalar sağlanamaz.
Hadi bakalım, bu akşam da bu kadarı yeter. Hem yoruldunuz hem de yarın yine işimiz var. İnşallah yine ot biçmeye gideceğiz. Bu işi bir an önce bitirelim ki şehre gideceğim inşallah. Allah (cc) rahatlık versin hepinize.
--Size de inşallah.



ELLİNCİ BÖLMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ELLİBİRİNCİ BÖLÜM


Ertesi sabah, sabah namazı kahvaltı ve ev işlerinin ardından, Dede, Nene, Torun ve diğer orman sakinleri yine ot ve yaprak biçmeye gittiler. Akşama doğru da işlerini bitirip kulübeye döndüler. Yatsı namazını müteakip, yine herkes sohbet için yerini almıştı. Dede de onları fazla bekletmedi ve aşağıya indi. Tabi yanında Nene ve Torun da vardı.
--Bakıyorum da tam tekmil hazırsınız.
--Evet, doğrusu bu sohbeti kaçırmak istemeyiz.
--Eksik kimse yok değil mi?
--Nöbetçilerin dışında herkes burada.
--İyi o halde kaldığımız yerden devam edelim inşallah. Cihad Emiri konusunda size bilgi vereceğim inşallah. Tüm toplumsal hareketlerde olduğu gibi Cihada da bir cihad emirine ihtiyaç vardır. Peki nedir cihad emiri? Buyurun dinleyin:

Harbe kumandan tayin edilen zat, ordu içinde bulunma ihtimali olan casusları ve askerin maneviyatını bozacak zararlı davranışlarda bulunabilecek şahısları temizlemesi, orduyu teftiş ve kontrol etmekle meşgul olması icabeder.
"Emîr"in soy ve fikir bakımından kendi soy ve fikrinde olanlara kendi mezhebinde bulunanlara meyletmemesi, soy, fikir ve mezhepte ayrı olanlara sırt çevirmemesi: ufak tefek bazı hâdiselere gereğinden fazla önem verip işi büyütmek suretiyle ihtilaf ve ayrılıklara yol açmaması gerekir." (Mâverdi, a.g.e., 39)
"Cihâd emîri", devlet başkanının vekilidir. İslâm'da devlet başkanına itaat bir görev olduğu gibi; onun vekiline de itaat bir görevdir. Hatta fertler, emîrin emrettiği veya yasakladığı şeylerin faydalı olup olmadıklarına bakmaksızın ona itaat etmeleri gerekir. Çünkü bu şekilde içtihada dayanan hususlarda devlet başkanı veya vekiline itaat gereklidir. Meselâ: Emîr, orduyu teşkil eden su taşıyıcıları, sağ cenah temsilcileri, sol cenah temsilcileri vb. gruplara "hiç birinin harp halinde diğerine yardım için bulunduğu noktayı terketmemesini" tenbih edecek olursa, bu grupların yerlerinden kımıldamamaları gerekir. İsterse bu gruplardan birinin düşman tarafından yenilgiye uğratılmasından endişe duyulsun (Ö. N. Bilmen, a.g.e., III, 362)
"Emîr"in emrettiği veya yasakladığı şeylerin Allah'a karşı bir masiyet yahut helâk olmayı gerektiren, uygun olmayan bir davranış olduğu herkes tarafından kabul edilirse, bu takdirde kendisine itaat gerekmez. Çünkü Yaratan'a karşı gelmeyi gerektiren hususlarda, yaratılana itaat edilmesi caiz değildir. "Üstün, kanuna aykırı emirlerine uyulmaz" kuralı mâlûmdur. Buna rağmen böyle masiyeti gerektiren bir emir veya yasaklama durumunda sabır ve tahammül gösterilir, isyandan kaçınılır.
Yukarda anılan durumlar, müslümanların, kendilerinden olan bir yönetici (veliyyü'l-emr) tarafından yönetildikleri dönemlere mahsustur. Ülkeleri istilaya uğramış, başlarına tâğutlardan biri geçmiş olan müminlerin eli kolu bağlı oturmaları kendilerine yakışmaz. Bu durumda da bir cihad emirinin başkanlığında cihad etmeleri üzerlerine farzdır. Cihadı terketmeleri Allah'ın emirlerine karşı gelmek demektir. Bu cihadın mutlaka silâhla yapılması da şart değildir. Zamanı gelinceye kadar; dille, kalemle,malla, ve akla gelebilen her türlü vasıta ile yapılabilir. Tâ ki müminler, aralarından kendilerine önderlik yapacak birini hazırlayıp, onun etrafında birlik olsunlar. Böyle biri görev yüklenince de ona muhalefet etmek, yahut ona yardım etmemek cihadı terketmek demektir. Normal zamanlarda devlet reisine itaat nasıl farz ise, bu durumda da müminlerin çevresinde birleştikleri "lider" yani cihad emirine itaat farzdır.
--Bir cihad emirinin olması çok önemli desene.
--Elbetteki. Savaşta düşmanlar ilk önce karargâha saldırır.
--Neden peki?
--Komutan ölürse asker dağılır. Bu sebeple cihad emirinin sağ kalması çok önemli. Evet, bugünlük de bu kadar yeter. De hadi Allah (cc) rahatlık versin. Yarın şehre gideceğim inşallah. Yarın ot biçme işi yok. Yük hayvanları ve muhafızlar sabaha hazır olsunlar.
--Tamam Dede, merak etme. Allah (cc) size de rahatlık versin.


ELLİBİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ELLİİKİNCİ BÖLÜM



Ertesi sabah, kahvaltıdan sonra Dede, hazırlık yapmaya başladı.
--Listeyi kontrol ettin mi hanım?
--Ettim, ettim.
--Var mı eksik bir şey?
--Şu an görünmüyor.
--Neyse, herhangi bir şeye ihtiyaç olursa daha sonra temin ederiz inşallah.
--Bu bulduğun sarı kütlenin altın olduğundan emin misin bey?
--İnşaallah öyledir. Yoksa listedeki her şeyi almam mümkün değil.
--İnşaallah bey, inşallah.
-- E hadi ben gidiyorum. Allah’a (cc) emanet olun.
--Sen de Allah’a emanet ol. Sakın geç kalmayasın ha.
--Kalmam inşallah. Hem bir şey olursa kuşlarla haber gönderirim.
--Tamam. Hadi uğurlar olsun.
Dede aşağıya indi, yanına muhafız ve yük hayvanları ile haberleşmeyi sağlayacak kuşları aldı ve yola çıktı. Yolda herhangi bir problemle karşılaşmadan şehrin kenar mahallelerine kadar vardılar. Orada sık ağaçlarla kaplı bir orman vardı. Ormanın yakınlarına kadar gelen bir araç yolu vardı. Eşyaları buraya kadar araçlarla getirip hayvanlara yükleyerek kulübeye götürecekti. Elini çabuk tutmalıydı. Yoksa çok geç kalabilirdi. Hem güvenilir bir kuyumcu da bulmalıydı. Dede hiç oyalanmadan oradan ayrıldı. Ayrılırken de hayvanlara bazı tembihlerde bulundu.
--Beni burada bekleyin ve çok dikkatli olun. Sakın ola ki kendinizi açığa vurmayın. Nöbetçiler çok dikkatli olun.
--Merak etme dede. Biz seni burada bekliyoruz. Sen işini gör gel.
--Hadi Allah’a (cc) emanet olun.
--Sen de.
Dede seri adımlarla şehrin ortasındaki çarşıya gitti. Önce kuyumcuları bir gezdi. Kuyumculara dikkatle bakıp hangisinin yüzünün güven verici olduğunu anlamaya çalıştı. Bir süre sonra temiz yüzlü sakallı bir kuyumcunun önünde durdu. Adamın yüzü güven telkin ediyordu. İçeride de kimseler yoktu. İçeri girdi ve:
--Selamun aleykum!
--Vealeykum selam ve rahmetullah! Hoş geldin. Buyur.
--Estağfurullah. Yanımda bazı parçalar var. Bunlar altın mı diye soracaktım.
--Ver bakalım.
--Buyur.
Kuyumcu, bir parçayı alıp arkaya geçti. Dede heyecanla ve biraz da endişe ile beklemeye başladı. Herne kadar adamın yüzü güven telkin ediyorsa da insan haliydi bu. Ne olacağı belli olmuyordu. Takriben yirmi dakikalık bir beklentiden sonra kuyumcu kapıda göründü ve …



ELLİİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU


 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt