Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Dedenin Hikayesi (2 Kullanıcı)

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ONSEKİZİNCİ BÖLÜM



..işte o zaman esfeli safiline düşerler.
--Esfeli safilin ne demek?
--Aşağıların aşağısı demektir.
--Yaw iyiki öyle bir yükümlülüğümüz yok ha! Ne ederdik sonra?
--Orası öyle ama, yükümlülüğü yerine getirenler iç,in de büyük mükafaatlar var.
--Nedir o mükafaatlar?
--Mesela Cemalullahı görmek. Sonra cennete gitmek.
--Yani müslümanlar ALLAH'ı (cc) görecekler mi?
--Evet, elbette.
--Çok büyük bir saadet.
--Tabii ki.
--Peki cennet nasıl bir yer?
--Onu daha sonra size anlatacağım inşaALLAH. Şimdi size oruçtan bahsedeyim inşaALLAH.
--Evet ya oruç.
--Şimdi size orucu anlatmaya başlayacağım inşaALLAH:
Ramazan-ı Şerif ayı, 11 ayın sultanıdır. Ümmet-i Muhammed’in ayıdır. Gündüzleri oruçla, geceleri Teravih namazlarıyla ihyâ edilir. Ramazan-ı Şerif Kur’an ayıdır. Bu itibarla, Kur’an okumasını bilen herkes, bu ayda bir hatim yapmalıdır. Ramazan-ı Şerif ayının evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da Cehennem’den âzaddır.
Oruç lügatte, bir şeye karşı kendini tutmaktır. Nitekim ALLAH Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de Hz. Meryem’den hikâyeten şöyle buyurmuştur: “Ben, Rahman (olan ALLAH) için oruç adadım (Yani söz söylememeye nezrettim). Onun için bugün hiçbir kimseye kat’iyyen söz söylemeyeceğim” (Sûre-i Meryem, Âyet 26) Kısaca Meryem vâlidemiz burada, konuşmamayı adadım demek istemiştir.
Dînî ıstılahta ise Oruç; tutmakla mükellef kimselerin niyet ederek, fecrin doğuşundan, imsâk vaktinden güneşin batışına kadar, ibâdet niyetiyle yemek, içmek ve cinsî münasebette bulunmak gibi orucu bozan şeylerden uzak durmak, bunları yapmamaktır.
Oruç, İslâm’ın beş temel şartından biridir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “Ey iman edenler! Takvâ üzere olasınız diye, sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi, size de oruç tutmak farz kılınmıştır.” (Sûre-i Bakara, Âyet 183) “Kim o aya (Ramazan ayına) erişirse oruç tutsun” (Sûre-i Bakara, Âyet 185.)
Hâdis-i Şeriflerde de; “Eğer kullar Ramazan ayındaki fazileti bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi” (Mecmau’z-Zevâid, 3/140-14.) “Ramazan ayı gelince, Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır” buyrulmuştur. (Et-Terğib ve’t-Terhîb, 2/92)
Ramazan Orucu, Hicret’in ikinci yılı Şâ’ban ayının onunda, kıble Kâ’be’ye döndürüldükten bir buçuk sene sonra farz kılınmıştır. Gerek Âyet-i Kerîmelerden gerekse Hadis-i Şeriflerden anlaşılacağı üzere, orucun ruhî ve bedenî yönden pek çok hikmetleri vardır. Ancak, hepsinden önce oruç, Rabbimiz Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’ne itaat ve ibâdettir. Mü’min kul, bu itaatinden ötürü hudutsuz bir şekilde ecir kazanır, ALLAH’ın rızâsına nâil olur. Çünkü oruç, sadece ve sadece ALLAH içindir. ALLAH’ın keremi ise pek geniştir. Kezâ, “Reyyan” denilen ve sadece oruçlulara tahsis edilmiş bulunan Cennetin o hususi kapısından içeri girme hakkı elde edilmiş olur.
Mü’min oruç sebebiyle, daha önce hasbelbeşer işlediği günahlardan dolayı hak ettiği azaptan da kendini uzaklaştırır. Oruç, bir yıldan öbür yıla kadar işlenen küçük günahlara keffarettir. Oruçtan hâsıl olan itaat sebebiyle Mü’min, ALLAH’ın çizdiği yolda dosdoğru gider. Çünkü oruç, ALLAH’ın emirlerini tutmak ve yasaklarından sakınmaktan ibâret bulunan takvâyı gerçekleştirir, irâdeyi kuvvetlendirir, gayreti biler, sabrı öğretir, zihnin berraklaşmasına, tefekkürün parlamasına yardımcı olur. Lokman Hekim oğluna şöyle demiştir: “Oğlum, mide dolduğu zaman tefekkür uyur, dil hikmetsiz olur, â’zâlar ALLAH’a ibâdetten geri kalır.”
...orada toplanan mahlukat pür dikkat Dede'yi dinliyorlardı.
--Ya bu oruç gerçekten çok güzel bir ibadetmiş. Şayet ben mükellef olsaydım, kesinlikle bu ibadetten geri kalmazdım.
--Elbette ki hiç bir müslüman ibadetlerden geri kalmaz. İbadetlerin hem manevi hem de maddi faydaları vardır.
--Nasıl yani?
--Şöyle ki:

Oruç insana, düzen ve disiplin öğretir. Çünkü oruç, oruçluyu muayyen bir vakitte yemeye içmeye mecbur eder.
Oruç, insandaki merhamet ve kardeşlik bağlarını geliştirir. Müslümanları birbirine bağlayan yardımlaşma ve ictimâî tesânüd (sosyal dayanışma) bağlarını kuvvetlendirir. Oruçlu kişinin açlık ve ihtiyaç hissetmesi onu başkalarına iyilik yapmaya sevkeder… Fakirlik, hastalık ve açlık sıkıntıları mevzuunda başkalarının derdine ortak olmaya teşvik eder. Oruç fiilen insanın hayatını yeniler, vücuttaki fazlalıkları atar, mideyi ve hazım organlarını rahatlatır, yiyecek ve içeceklerin bıraktığı kokuları yok eder. Hadis-i Şerifte de buyrulduğu gibi; “Oruç tutan sıhhat bulur”, “Sizlere oruç tutmanızı tavsiye ederim. Çünkü oruç kalplerinizi saflaştırır” (Künz-ül Hakâyık) Oruç, fakirlere karşı şefkatli ve merhametli olmayı öğretir. Çünkü nefis bazı zamanlarda açlığın acısını tadınca, bu acıyı diğer bütün zamanlarda da hatırlayarak, fakirlere karşı merhametli davranmasını temin eder, dolayısiyle ALLAH indinde güzel bir mükâfata kavuşur.
Hülâsa, yukarıdan beri saymaya çalıştığımız bütün bu faydalı ve güzel hasletleri kazandıran orucun farz olduğu mübârek Ramazan-ı Şerif ayına ulaşmış bulunmaktayız. Bu bakımdan herşeyden önce bizleri bu aya kavuşturan yüce Rabbimize şükretmeliyiz. Zirâ, geçen sene beraber iftar ettiğimiz bazı insanlar, ne yazık ki bu aya ulaşmadılar. Rabbimiz bizleri ve topyekün Ümmet-i Muhammed’i Ramazan ayının rahmet, mağfiret ve feyz deryasından mahrum etmesin, felâha ermeyi nasib ü müyesser kılsın.

RAMAZAN-I ŞERİF AYININ FAZİLET VE ESRÂRI
İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed el-Farûkî es-Serhendî Kuddise Sırruh Hazretlerinden: «Ramazan-ı Şerif ayı büyük bir aydır. Bu ayda nâfile olarak kılınan namaz, zikir, sadaka ve benzerî ibâdetler, diğer aylarda edâ olunan farz ibâdetlerin sevâbı ile eşittir. Bu ayda bir farz ibâdeti edâ eden, diğer aylarda yetmiş farz ibâdeti edâ edenin ecrini alır.
Bir kimse, Ramazan-ı Şerif ayında bir oruçluya iftar ettirirse, günahlarına keffâret olacağı gibi, kendisini de Cehennem azâbından kurtarmış olur. İftar ettirdiği kimsenin sevabından birşey eksilmeksizin, onun sevâbı kadar da kendisine sevap verilir.
Ramazan-ı Şerif ayında, bir kimse kölesinin veya hizmetinde bulunanların vazifelerini hafifletirse, ALLAH Teâlâ kendisini bağışlar ve Cehennem azâbından âzâd eder. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Ramazan-ı Şerif ayına girdiği zaman, bütün esirleri serbest bırakırdı. İstek ve ihtiyaç sahiplerine ihsanlarda bulunurdu.
Bir kimse Ramazan-ı Şerif ayında hayırlı işler ve faydalı amellerde muvaffak olursa, bu muvaffakiyeti bütün sene boyunca devam eder. Şayet bu ay, dağınık ve perişanlık içerisinde geçerse sene boyunca, dağınıklık ve perişanlık sürer. Bu bakımdan, mümkün olduğu kadar bu ay içinde cem’iyyet elde etmeye (derlenip toparlanmaya) çalışmak lâzımdır. Bunun için de bu ayı ganîmet bilmelidir. ALLAH sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, bu gecelerin her birinde, Cehennem azâbına müstehâk olmuş binlerce kimseyi âzâd eder. Bu ay içinde Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, Şeytanlar zincire vurulur ve rahmet kapıları açılır.


ONSEKİZİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ONDOKUZUNCU BÖLÜM


--Yaw Dede bu çok güzel bir olay.
--Hangisi?
--Cennet kapılarının açılması, Cehennem kapılarının kapanması.
--Elbette ki. Bu ALLAH'ın (cc) ne kadar merhamet sahibi olduğunu göstermektedir. ALLAH (cc) hiç bir kulunun Cehenneme gitmesini istemez.
--Peki bir kısım insanlar ne diye ille de Cehennemi istiyorlar?
--Bu akıllı bir adamın isteyebileceği bir şey değil. Şimdi bunları konuşturun, neredeyse ilahlık iddiasında bulunacaktır bunlar. Nitekim tarihte ilahlık iddiasında bulunanlar olmuştur. Nemrut, Firavun gibi.
--Yok yahu, demek ilahlık iddiasında bulunan insanlar da var ha? Hayret doğrusu. Bir kul nasıl olur da bu kadar ahmak olabilir. Doğrusunu istersen, senin bu söylediklerini görünce hayvan olduğumuza şükrediyoruz.
--Peki ALLAH'a (cc) isyan edenler, öbür dünyada ne diyecekler biliyor musunuz?
--Ne diyecekler?
--Sizin sorgunuz bittikten sonra, ALLAH'ın (cc) takdiri gereği toprak olacaksınız. O kafirler bunu görünce, şöyle söyleyecekler: "Ne olurdu biz de toprak olsaydık".
--Vay be, yani hayvan olmak isteyecekler ha?
--Evet, hayvan olmak isteyecekler ama olamayacaklar.
--Yani hayvandan daha aşağı bir derecede olacaklar.
--Evet aynen, öyle.
--Bizi isyankar kul olarak yaratmayıp, hayvan olarak yaratan ALLAH'a (cc) hamd olsun.
--Haklısınız, yatın kalkın halinize şükredin.
--Evet, her zaman halimize şükrediyoruz. Bizde nankörlük yoktur. Bu arada oruç ile ilgili bilgileri dinlemeye devam edelim inşaALLAH.
--Elbette, devem edelim inşaALLAH:
İftarda acele etmek, sahuru te’hir etmek sünnettir. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bunun üzerinde ehemmiyetle dururdu. Bu hususa ehemmiyet vermek, âdeta kulluk makâmına münasip bir tarzda ihtiyacını arzetmektir.
Hurma ile iftar etmek sünnettir. Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.), iftarda şu duâyı okurdu: “Zehebe’z-zamâü ve’b-telleti’l-urûku ve sebete’l-ecru inşâallaâhü teâlâ”. (Meâli: Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşâALLAH ecir de sâbit oldu.)
Bu ayda, Terâvih namazı kılmak, Kur’ân-ı Kerîm’i hatmetmek sünnet-i müekkededir. Bunların neticeleri çok faydalıdır. ALLAH Teâlâ Habîb’i (s.a.v.) hürmetine cümlemizi muvaffak eylesin.» (Mektûbât, c.1, s. 61)


SABIR VE ŞÜKÜR AYI
Ramazan-ı Şerif oruç ayı olduğu gibi aynı zamanda bir sabır ve şükür ayıdır. Sabır, hem zirvedeki insanların hâli hem de o yolda mesafe katetmeye çalışanların güç kaynağı… Şükür ise, insana bahşedilen duygu, düşünce ve âzâları yaradılış gâyesi istikâmetinde kulanmak… Ramazan-ı Şerif ayı da hem sabrın hem de şükrün; kalb, lisan ve bütün âzâlarla zirve noktasında îfâ edildiği mukaddes bir aydır.
En uzun ömürlüler, en çok yaşayanlar değil, uhrevî bakımdan hayatlarından en çok semere almasını bilenlerdir. İşte Ramazan-ı Şerif ayı böylesine bir ömür sürmek isteyenlerin, acziyet ve fakirliklerini itiraf ile ilâhî hazinelerden bolca istifade edebilecekleri bolca bir zaman dilimidir. Zirâ bu ay, sînesinde “Bin aydan daha hayırlı olan” bir geceyi, yani Kadir Gecesi’ni barındırmaktadır.
İnananlar olarak bize düşen sadece rahmet, mağfiret ve felâh ayı olan Ramazan-ı Şerif’de değil, onun dışındaki günlerde de Rabbimize müteveccih bir hayat yaşayıp bütün bir seneyi Ramazanlaştırmak… İslâm’ın ulvî düsturlarını hayatımıza esas kılmak… Ve Efendimiz (s.a.v.)’in sünnet-i seniyyelerine sımsıkı sarılmaktır.


ONDOKUZUNCU BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
YİRMİNCİ BÖLÜM

Dede burada durdu, şöyle etrafına bir baktı. Vakit epeyce geç olmuştu.
--Hadi bakalım! Bugünlük bu kadar yeter. Gidin yatın. Yarın yapılacak çok iş var.
--Ya aslında daha dinleyebilirdik.
--Yok hayır. Yarın devam ederiz inşaALLAH. Hem yarın kulübe için yapmamız gereken şeyler var.
--Anlaşıldı, tamam. Hadi ALLAH (cc) rahatlık versin.
--Sizlere de inşaALLAH.
Herkes yuvasına gitti. Dede de bu gece yine mihmandarının inine gitti. Gece sahura kalkıp sahurunu yedi. Sabah namazını kıldıktan sonra biraz uzandı. Rüyasında yine torununu gördü. Torunu sürekli ona doğru koşuyor ama bir türlü yanına varamıyordu. Nenenin bakışları da değişmişti sanki. Artık eskisi gibi hiddetle bakmıyordu sanki. Bu minval üzere uyandı. Vakit kuşluk vaktiydi. Diğer orman sakinleri gelmiş mağaranın dışında aralarında sohbet ediyor, Dede'nin oruçla ilgili anlattıkları üzerinde yorumlar yapıyorlardı.
--Ya ALLAH (cc) ne güzel insanlara Cenneti kazanabilecekleri imkanlar yaratmış, ama onlar ise nankörlük yapıyorlar.
--Doğru söylüyorsun. Sonsuz bir hayatı geçici şeylere feda etmek akıllı adam işi mi?
--Düşünsene, bu dünyadaki yaptığın işlere göre, ya sonsuza kadar Cennete gireceksin, ya da Cehenneme. Dede'ye söyleyelim de bize Cennet ve Cehennem hakkında da bilgi versin inşaALLAH.
--Ya, iyi olur. Ama oruç hakkında anlatacakları bitmedi daha. Akşamı sabırsızlıkla bekliyorum.
--Ben de öyle.
Dede, konuşulanları gülümseyerek dinliyordu. Bu arada, çantasından kalem kağıt çıkarıp, torununa bir mektup yazdı.
"BismillahirRahmanirrahim! Elhamdulillahi Rabbil Alemin. Vessalatu Vesselamu Alâ Rasulina MUhammedin âlihi ve Sahbihi ecmain.
Sevgili torunum!
İki seferdir, seni rüyamda görüyorum. Sanırım beni çok merak ediyorsun. Ben çok iyiyim, beni merak etmeyesin. Buradaki işlerimi tamamlayınca inşaALLAH sizi de aldıracağım. Bir kulübe yaptırıyorum. Bir çınar ağacının üstünde. Görsen çok şirin bir şey oldu. Burası da çok güzel bir yer. Yemyeşil bir alan. Berrek mı berrak suyu olan bir de dere var. Derede de balıklar. Balıkçı Osman'dan balık tutma malzemesi al. Bolca hem de. Hani balık tutmayı çok istiyordun ya. İnşaALLAH bu isteğin yerine gelecek. Daha kulübeyi tam olarak bitiremedim. Kapı ve pencereler kaldı. Bir de bazı ufak tefek şeyler. İnşaALLAH bir dahaki sefere sizleri aldıracağım. Neneni de gelmeye ikna et. Bu mektubu bir güvercinle gönderiyorum. Baki selamlar.
ALLAH'a (cc) emante olun.
Dede güvercini çağırdı.
--Buyur.
--Bu mektubu al, doğru torunuma götür. Dikkat et da yolda düşürme.
--Merak etme. Kendim düşerim ama onu düşürmem inşaALLAH.
--Peki. Al bakalım.
Dede mektubu büvercinin gagasına tutturdu. Güvercin tam havalanıyrodu ki...

YİRMİNCİ BÖLÜMÜN SONU

 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
YİRMİBİRİNCİ BÖLÜM


--Bekle! Kartal da seninle gelsin. Diğer ormanlardaki kuşlara yem olma.
--Peki. Zaten geçen sefer bir tehlike atlattım.
--Ya kusura bakma. Geçen sefer düşünemedim. Kimseye düşmanlık beslemediğimden, herkesi kendim gibi sanıyorum. Böyle durumlarda beni uyarın.
--Tamam inşaALLAH.
Dede kartala dönerek:
--Güvercin sana teslim. Onu gözün gibi koruyacaksın.
--Merak etme. İnşaALLAH ikimiz da sağ salim döneriz.
--Benim de temennim bu zaten. Hadi ALLAH (cc) yolunuzu açık etsin.
--ALLAH (cc) razı olsun inşaALLAH.
Kartal ve güvercin uçarak gözden kayboldu. Dede diğer hayvanlara dönerek:
--Hadi bakalım. Şu kulübenin yarım kalan işlerini bitirelim. Tabana bir şeyler döşememiz lazım. Ne önerirsiniz.
--En uygunu ot. Ağaç yaprakları da olabilir.
--Ağaç yaprakları kuruyunca parçalanır.
--Ardıç ağacının kabukları da bu iş için uygundur. Kabuklar ovulunca yumuşar.
--Evet bu iyi fikir. Ama kabukları alta koyalım. Üste de yine ot koyalım. Sizden isteğim kuruyunca da yumuşak kalan ot bulmanız, hem de bolca.
--Tamam hemen gidiyoruz. Ardıç kabuğu da getiririz inşaALLAH.
--Tamam inşaALLAH. Bekliyorum.
Hayvanlar etrafa dağıldılar. Epeyce bir süre sonra yığınla ot ve ardış kabuğu ile döndüler.
Ardıç kabuklarını bür güzel ovup yumuşattılar.
--Bakıyım hele. Hımmmmmmm! Tam kıvamında. Ben yukarı çıkıyorum, siz önce kabukları verin.
--Tamam.
Dede ip merdivenden yukarı çıktı. Diğer hayvanlar da ayının yardımıyla önce kabukları yukarı verdiler. Dede aldığı kabukları bir güzel tabana döşedi. Ardından da kabukların üzerini otlarla kapladı. Çok yumuşak bir zemin hazırlanmıştı. Artık kulübesinde kalabilirdi.
--Eveeeeeeeeeeeet! Çok güzel oldu ellerinize sağlık.

BU Arada Güvercin ve Kartal Cephesinde

Güvercin ve kartal hızla yollarına devam ediyorlardı. Kartal:
--Sen öne geç. Herhangi bir tehlike esnasında seni koruyabileyim.
--Tamam.
Kendi ormanlarından çıkmışlardı ki birden....


YİRMİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM


...komşu ormandan bir atmaca hızla güvercine doğru atak yaptı. Bunu gören kartal:
--Derhal geri dön ve bana doğru gel.
Güvercinin kalbi güm güm atmaya başladı. Geriye dönünve atmacanın saldırısı boşa gitti. Kartal atmacaya hücum etti. Atmacaya yaklaştı ve ensesine bir pençe attı. Neye uğradığını şaşıran atmaca ağaçların arasında gözden kayboldu.
--ALLAH (cc) senden razı olsun.
--Ecmain inşaALLAH. Ya iyi ki Dede beni seninle göndermiş ha. Hadi bakalım, yola devam inşaALLAH.
--Evet ya, daha gidecek epeyce yolumuz var.
Kartalla güvercin, başka bir olayla karşılaşmadan Dede'nin evinin olduğu yere varmışlardı. Güvercin:
--Sen burada beni bekle. Ben mektubu verip geliyim inşaALLAH.
--Peki. Sakın geç kalma.
--Kalmam inşALLAH.
Güvercin Dede'nin evinin yolunu tuttu. Evin yanına vardığında, Torun'un sesini duydu. Yine Nenesi ile tartışıyordu.
--Ya nene, nereye gitti dedem. Ben dedemi isterim.
--Kızım bilmiyorum. Doğrusunu istersen, ben de pişman oldum. Deden gittikten sonra, yokluğunu iyice hissetmeye başladım. Dedenin başının etini yedim, biliyorum. Keşke burada olsaydı da obenim başımın etini yeseydi. Hadi bakalım, sen biraz bahçeye çık. Ben ortalığı süpüreceğim.
--Tamam.
Nene'nin bu itirafı Torunu etkilemişti. BU sefer hiç tiraz etmeden dışarı çıktı. Bunu gören güvercin:
--İyi yav. Tam istediğim gibi oldu bu iş, diyerek toruna doğru süzüldü. Torun da güvercini görmüştü. Güvercinin ağzında bir kağıdın olması torunu şaşırtmıştı.
--ALLAH! ALLAH! Bu da ne? Ya yavrulama zamanı da değil. Bu yuva yapma işine de benzemiyor. Tuhaf, çok tuhaf.
Güvercin alçaldı, toruna iyice yaklaştı ve mektubu önüne bıraktı. Torun iyice şaşırmıştı. Bu da neyin nesiydi? Eğilip kağıdı aldı. Kağıtta bir şeyler yazılıydı. Heyecanla açtı ve açmasıyla bağırması bir oldu. Onun bağırmasına Nenesi koştu.
--Ne oldu kızım?
--Dedemden mektup var.
--Neeeeeeeeee, mektup mu?
--Evet!
--Kim getirdi?
--Bir güvercin.
--Güvercin mi? Kızım sen iyi misin? Ne güvercini? Masallarda olur o.
--Ya inanmıyorsan al oku.
Nene mektubu alıp bir çırpıda okudu. Evet bu Dede'nin yazısıydı. Yalnız mektubun güvercin tarafından getirilmesine hâlâ akıl erdiremiyordu.
--ALLAH! ALLAH! Nasıl olur bu?
--Nene!
--Buyur kızım!
--Gidecek miyiz, Dedemin yanına?
--Kızım acele etme. İyice düşünüp taşınmalıyız. Şu mektubu bir daha iyice okuyalım hele. Hadi bakalım içeri gidelim.
Mektubu bıraktıktan sonra ağaca konan güvercin. Neticeyi adlıktan sonra, havalandı ve kartala doğru uçmaya başladı. Az sonra kartalla buluştular.
--Ne yaptın?
--Tamam, mektubu verdim. Torun aldı ve Nenesi ile birlikte okudu. İkisi de çok sevindi.
--E sevinilmeyecek bir haber de değil hani. Hadi bakalım. Yolumuz uzun.
--Evet ya, gidelim.
Birlikte havalandılar ve kendi ormanlarına doğru yol almaya başladılar. Gelirken güvercinin saldırıya uğradığı yere varmışlardı ki...

YİRMİBİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
YİRMİİKİNCİ BÖLÜM


...10 tane atmacanın hücumuna uğradılar. Kartal hemen etrafa bir göz attı. Bir kayalığa gözü ilişti. Güvercine:
--Şu sağ tarafımızdaki kayalığı görüyor musun?
--E evet!
--Hızla oraya doğru uç. Orada bir yarık var, oraya gir.
--Ta tamam!
Güvercin iyice korkmuştu. 10 atmaca ile baş edebilecekler miydi? Hemen hızla oraya doğru uçtu. Kartal da diğerleri ile çarpışa çarpışa oraya geldi. Güvercin yarığa girmişti bile. Kartal yarığın ağzına geldi ve sırtını yarığa dayadı, bekleme başladı. En azından güvercini sağlama almıştı. Ayrıca ancak bir atmaca onlara saldırabilirdi. BU da onlara epeyce zaman kazandıracaktı. Gerisi için de ALLAH Kerim dedi.
Onların bu durumunu kendi ormanlarından baykuş görmüştü. Her ne kadar dinlenme vakti ise de. Dinlenecek zaman değildi. Derhal Dede'ye haber vermeliydi. Hızla Dede'nin olduğu yere uçmaya başladı. Nefes nefese kalmıştı. Dede diğer hayvanlarla sohbet ediyordu. Birden baykuşun telaşlı telaşlı gelmekte olduğunu gördüler. Dede:
--Hayırdır inşaALLAH, hortlak görmüş gibisin?
--Dede yetiş. Kartal ve güvercin saldırıya uğradılar.
--Neeeeeeeeee saldırı mı? Kimmiş saldıran?
--Diğer ormandaki atmacalar.
--Derhal, hava saldırı timi hazırlansın. Saniye kaybetmek yok.
Ormanda ne kadar kartal, doğan, şahin, atmaca ve baykuş varsa havalandı. Kısa süre sonra olay yerine varmışlardı.
Kartal gelenleri gördü, güvercine:
--Hele şükür, bizimkiler geldi. Kurtulduk biiznillah.
--Elhamdulillahi Rabbil Alemin.
Saldırıda bulunan atmacalar gelenleri fark ettiklerinde artık çok geçti. Saldırı timi kısa sürede onları etkisiz hale getirmişti bile. Böylece yaptıkları zulmün kısa sürede cezasını bulmuşlardı.
--Geçmiş olsun kardeşim, dedi gelen kartallardan biri.
--EyvALLAH kardeşim. ALLAH (cc) sizden razı olsun. Tam zamanında yetiştiniz.
--Baykuş haber verdi.
--Baykuş kardeşim, ALLAH (cc) senden de razı olsun.
--Ecmain inşaALLAH. Hem şunu unutmayın biz artık bir ekibiz. Biz böyle dayanışma içinde olduğumuz müddetçe kimse bizi yenemez bizzinillah.
--ALLAH (cc) Dede'den razı olsun. Kısa sürede bize cemaat olma şuurunu öğretti. Gerçekten bir bütün olursak dünyanın tüm hayvanları üstümüze gelse bize bir şey yapamazlar.
--Evet, hem şunu da unutmamak lazım. Birlikten kuvvet doğar.
--Doğru söylüyorsun kardeşim. Hadi bakalım, gitme vakti.
--Hava timi ve haber ekibi derhal yola çıktı. Dede'nin yanına vardıklarında...

YİRMİİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
YİRMİÜÇÜNCÜ BÖLÜM

...herkesi onları bekler halde buldular. Dede:
--Geçmiş olsun inşaALLAH.
--ALLAH razı olsun.
--Ya hakkınızı helal edin, size de epeyce zahmet verdirdik. Acaba çok mu bencil davrandım?
--Estağfurullah, ne demek. Bu bizim görevimiz ve seve seve yerine getirmeye de razıyız. Şimdi bize git desen yine gideriz.
--ALLAH (cc) ne muradınız varsa versin. İnşaALLAH çok sıkıntı çekmediniz?
--Ecmain inşaALLAH. Yok, hayır. Baykuş kardeşimiz tam zamanında haber vermiş, diğer kardeşlerimiz de tam vaktinde yetiştiler.
--Arkadaşlar, görüyorsunuz ki birlikten kuvvet doğar. Birbirlerine bağlı çok küçük bir grup dağınık sürüleri rahatlıkla yener. Anladığım kadarıyla atmacalar arasında da bir dayanışma varmış ama yeteri kadar değil.
--Evet, doğru söylüyorsun. Şayet onlarda düzenli bir ekip olsaydı işimiz daha da zorlaşırdı.
--Evet o da doğru. Bu arada, evdekilerden ne haber var?
Güvercin kısaca olanları anlattı ve nene ile torunun gelmek istediklerine dair bir izlenim edindiğini söyledi.
--Anladım, o halde müsait bir zamanda onları aldırmak üzere bir ekip gönderelim inşaALLAH.
Diğer hayvanlar da geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra, ayı:
--Dede, ramazanla ilgili bilgiler yarım kalmıştı. Gerisini çok merak ediyoruz.
--Evet, onu unutmuşum. Nerde kalmıştık en son?
--En son şunu söylemiştin:"İslâm’ın ulvî düsturlarını hayatımıza esas kılmak… Ve Efendimiz (s.a.v.)’in sünnet-i seniyyelerine sımsıkı sarılmaktır."
--Evet, en son onu söylemiştim. O halde devam edelim inşaALLAH:
RAMAZAN VE KADİR GECESİ GİBİ FIRSATLARI GANİMET BİLMELİ

Mü’min fırsatları iyi değerlendirmelidir. Ömür, bize verilen en büyük nimetlerdendir ve fırsatlarla doludur. Zaman zaman, gaybten bir fırsat treni istasyonumuza uğrar… Fakat biz gaflet uykusundaysak yükünü boşaltmadan gelip geçer. O trenin bazen tekrar geldiği de olur. Fakat sizin ondakilere duyduğunuz ihtiyaç önceki gibi değildir artık.
Haşr günü’nün isimlerinden biri “pişmanlık günü” (Sûre-i Meryem Âyet 39) Bir diğeri de, “aldanma günüdür” (Sûre-i Teğâbûn, Âyet 9) “Ölen herkes pişman olacak… Kötülük yapanlar, kötülüklerinden dolayı: iyilik yapanlar da daha fazla yapamadıkları için” (Sahih-i Tirmizî, Zühd, 64)
Cehennemdekiler, belki de Cehennem ateşinden ziyade, pişmanlık ateşiyle yanıp tutuşacaklar. Fakat, “Ey bizim Rabbimiz! Bizi buradan çıkar; eğer tekrar kötülüğe dönersek, gerçekten biz zalimleriz” (Sûre-i Mü’minûn Âyet 107) “Yâ Rabbenâ! Bizi (dünyaya tekrar) çıkar; yaptığımızdan başkasını yapalım (salih amel işleyelim)” diyerek canhıraşhâne feryatları bir fayda temin etmeyecektir. Zirâ Cenâb-ı Hakk, “Size, düşünebilecek kimsenin düşünebileceği, öğüt alabileceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size Peygamber de geldi. (Fakat siz inanmadınız) O halde tadın! (azabı) Çünkü zalimlerin yardımcısı yoktur” buyuruyor. (Sûre-i Fâtır, Âyet 37)
Hayatta bize sunulan fırsatlar bazen de aleyhimize gibi görülen şeylerde gizlidir. Şartlar, limon gibi ekşi olabilir. Fakat biz su ve şeker ilâve ederek, o limonu limonata yapabiliriz. (Dale Carnegie, Üzüntüsüz Yaşamak Sanatı)
Sesiniz, kasîde okumaya müsâit olmayabilir; üzülmeyin. Zirâ buna rağmen iyi bir âlim olabilir ve güzel sesli bir çok kimsenin düştüğü tuzaklardan selâmette kalırsınız.
Hasta mı oldunuz? Tedaviye çalışmakla beraber bunu aynı zamanda ALLAH’a iltica ve tazarruya vesile yapıp, mânen istifâde edebilirsiniz. Fakir bir ailenin çocuğu musunuz? Merak etmeyin; zirâ değerlendirebilirseniz, bu sizin lehinize olacaktır. Pek çok zengin çocuğu tembelce oyalanırken, siz ciddî bir çalışma temposuyla vakitlerinizi değerlendirebilirsiniz.
Sözlerimizi, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in bir Hadis-i Şerifleri ile noktalıyalım: “Mü’minin hâli ne güzeldir. Eğer bir nîmete mazhar olsa şükreder, sevap kazanır. Bir musîbete uğrasa, sabreder yine sevap kazanır.” (Sahih-i Müslim, Zühd, 64) Sabredip, şükredebilenler ne mutlu!
--Eveeeeeeeeeet! Vakit epeyce ilerledi, hadi bakalım herkes istirahate çekilsin. Yarın inşaALLAH size Kadir Gecesinden bahsedeceğim. ALLAH (cc) rahatlık versin.
--Ecmain inşaALLAH. Ağzına sağlık Dede, yarını iple çekeceğiz inşaALLAH.



YİRMİÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
YİRMİDÖRDÜNCÜ BÖLÜM


Ertesi gün, sıradan işler yapıldı, akşam ve yatsı namazlarının ardından, orman sakinleri yine yerlerini aldılar ve merakla Dede’nin söyleyeceklerini dinlemeye koyuldular.
--Doğrusu sizdeki bu İslam aşkına imrenmemek elde değil. Keşke, insanlardan İslamı yaşamayanlar da sizin bu halinizi görüp ibret alsaydı.
--Doğrusu bu anlattıklarınız çok güzel şeyler. Yani bir kulun ALLAH’a (cc) karşı nankörlük yapmasını anlamak mümkün değil. Hem ne adına ALLAH’a (cc) karşı nankörlük yapıyorlar anlayamıyoruz.
--ALLAH (cc) Hz. Adem’i (as) yarattığı zaman, Melekler Adem’e (as) secde etmeleri emrini verdi. Tüm Melekler secde etti ama İblis etmedi.
--İblis kim?
--Kim olacak Şeytan aleyhilane.
--Yahu bunun adı da ne kötüymüş.
--Evet! .Kötü olan şeylerin adı da kötü. İyilerin de adı da iyi.
--Çok doğru. Sonra peki?
--Şeytan aleyhilane secde etmeyince, ALLAH (cc): “Seni Adem’e secde etmekten men eden şey nedir?” Şeytan aleyhilane:
--Beni ateşten, Ademi (as) ise topraktan yarattın, ateş topraktan üstündür.
Bunun üzerine, ALLAH (cc) Şeytan aleyhilaneyi huzurundan kovdu, yani lanetledi. Bunun üzerine Şeytan aleyhilane, ALLAH’tan (cc) mühlet istedi. ALLAH (cc) kıyamete kadar kendisine mühlet verdi. Tabi Şeytan aleyhilane, insanları yoldan çıkaracağını da söyledi. ALLAH (cc) ise, “Seni ve sana uyanları Cehenmeme dolduracağım” buyurarak onları ikaz etti. İşte o gündür bu gündür, insanların kimi ALLAH’a (cc) uymakta, kimi de Şeytan aleyhilaneye.
--Yani ALLAH (cc) insanların yüzünden Şeytan aleyhilaneyi huzurundan kovduğu halde, insanlar bu Şeytan aleyhilanenin peşinden mi gitmektedirler?
--Evet, maalesef durum bu.
--Doğrusu bu kadar nankörlüğe de pes yani.
--Pes ki hem de ne pes.
--Bir şey daha dikkatimi çekti.
--Nedir o?
--Şeytan aleyhilane kendi ırkının üstünlüğünü savunduğuna göre ilk ırkçı oluyor demektir bu.
--Evet, ilk ırkçı Şeytan aleyhilanedir.
--O halde ırkçılar da Şeytan aleyhilanenin taraftarı olmuyorlar mı?
--Aynen öyle oluyorlar.
--Bu insanları anlamak gerçekten çok tuhaf.
--Evet, maalesef çok tuhaf.
--Yani gel de durumuna şükretme hadi.
--E insanların hepsi de öyle değil tabi.
--E ona şüphe yok zaten.
--Neyse biz konumuza kaldığımız yerden devam edelim inşALLAH. Ne anlatacaktık bugün?
--Sanırım orucun farzlarını.
--Evet, orucun farzlarını anlatacaktık. Orucun farzları:

1- Niyet etmek,
2- Niyetin evvel ve ahir (son) vaktini bilmek,
3- Şafak yeri ağarmadan önceki vakitten güneş batıncaya kadar orucu bozan şeylerden kendini muhafaza etmek.
Oruca başlama zamanına “imsak”, orucu açmaya da “iftar” denir.

ORUCUN KISIMLARI
Oruç altı kısımdır:
1- Farz,
2- Vâcip,
3 - Sünnet,
4 - Mendup,
5 - Nâfile,
6 - Mekruh.
Farz Oruç: Ramazan Orucunun edâ ve kazası, keffaret orucu ve nezredilen (adamak, va”detmek suretiyle borçlanılan) oruçlar.
Vâcip Oruç: Bozulan nâfile orucun kazası.
Sünnet Oruç: Muharrem ayının 9”uncu günüyle beraber Aşure günü yani 10”ncu günü tutulan oruçtur.
Mendup Oruç: Her ayda tutulan 3 gün oruç. O üç günün “eyyam-ı bıyz” (Her ayın 13. 14. ve 15inci günleri) olması da mendupdur.
Nâfile Oruç: Şu zikrettiğimiz oruçlardan başka mekruh olmayan oruçlar nâfiledir.
Mekruh Oruç: Oruç tutulması mekruh olan günler “tahrîmen” ve “tenzîhen mekruh” diye ikiye ayrılır.
a) Tahrîmen Mekruh Olan Oruç: Ramazan Bayramı’nın birinci günü ile KurbanBayramı’nın birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü günleridir. Bu beş günde oruç tutmak, tahrîmen mekruhtur. Buna haram da denilir.
b) Tenzîhen Mekruh Olan Oruç: Muharrem ayının onuncu günü olan (Aşure gününü) yalnızca bir gün olarak tutmak. Yalnızca Cuma günü veya yalnızca Cumartesi günü oruç tutmak gibi.
Oruç ayrıca iki kısımdır:
1- Geceden niyet icap eden: Ramazan’ın kazası, nâfileden bozulan ve gününe gün tutulan oruç, keffaret oruçları, zamanı belli olmayan nezir oruçları. Bunlarda mutlaka geceden niyet şarttır.
2- Geceden niyet icap etmeyen: Ramazan ayında tutulan oruç, zamanı muayyen olan nezir ve nâfile oruçlarda geceden niyet şart değildir.
Gece niyet yapılabildiği gibi gündüzün kaba kuşluğa kadar da niyet yapılır. Ramazan günlerinde ister mutlak oruca niyet edilsin, isterse nâfileye veya başka bir vâcibe niyet edilsin, oruç Ramazan orucu olur.


ORUCU BOZUP SADECE KAZA İCAP ETTİREN ŞEYLER

1- Oruç hatırında iken boğazına birşey kaçmak,
2- Mazmaza (gargara) ederken boğazına su kaçmak,
3- Niyetin vakti geçip öğleden sonra niyet etmek,
4- Unutarak yedikten sonra, orucu bozulmadığı halde bozuldu zannederek yeyip-içmek ve cinsî münasebette bulunmak,
5- Ağzına giren kar veya yağmur suyunu yutmak,
6- Şırınga (iğne) vurdurmak,
7- Burnuna ilaç çekmek,
8- Kulağına yağ akıtmak,
9- Sabah vakti girdiği halde, sahur vaktidir zannederek yemiş olmak,
10- Güneş battı zannı ile iftar etmek,
11- Kusmuğunu ağzından çıkarmayıp yutmak,
12- Kendi tükrüğünü dışarı çıkarıp sonra yutmak,
13- Dişi kanayıp kanı tükrüğünden fazla veya tükrüğü ile müsâvi olduğu halde yutmak,
14- Sigara içmek, buhur yakıp, dumanını boğazına kaçırmak.

Herkes pir dikkat Dede’yi dinliyordu. Bugün de vakit epeyce geç olmuştu. Dede:
--Vakit bir hayli ilerledi. Hadi bakalım toparlanın. Yarın devam ederiz inşALLAH. ALLAH (cc) hepinize rahatlık versin.
--Ecmain inşALLAH. Ağzına sağlık, sayende çok güzel şeyler öğreniyoruz. Aklımız yine yarın akşamda olacak.

YİRMİDÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
YİRMİBEŞİNCİ BÖLÜM


Vakit yine akşam olmuştu ve herkes yerini almıştı. Dede bu sefer lafı uzatmadan konuya girdi. Bu oruç konusunu bir an önce bitirmeliydi. Çünkü şehre gidip kapı, pencere, tohum ve zahire almalıydı. Yarın inşALLAH şehre gidecekti. Bu konudaki hazırlıklarını da yapmıştı. Yanına 10 tane yaban eşeği ve koruma olarak da orman güvenlik timinden elemanlar alacaktı.
--Evet! Kaldığımız yerden devam edelim inşALLAH. Bu konuyu bugün bitirmeliyiz. Malumunuz yarın şehre gideceğim inşALLAH.
--Sabırsızlıkla bekliyoruz.
--Dün orucu bozup kaza gerektiren şeyleri anlatmıştım. Bugün ise, orucu bozup kefaret gerektiren şeylerden başlayacağım inşALLAH:
ORUCU BOZUP KAZA VE KEFFARET İCAP ETTİREN ŞEYLER
1- Bilerek yemek, içmek ve cinsî münasebette bulunmak,
2- Bilerek sigara içmek,
3- Kil çamurunu veya bunun haricinde yemeği adet edindiği çamuru yemek,
4- Sevdiği bir kimsenin tükrüğünü yutmak.
Yukarıda saydığımız hallerden birisini yapan kimse bozduğu orucu gününe gün kaza edeceği gibi, suçuna keffaret olarak, arasını bölmeden iki ay daha oruç tutacaktır. Yani 61 gün peşpeşe oruç tutması lâzımdır.


ORUÇLU İKEN MEKRUH OLAN ŞEYLER

1- Bir şey tatmak,
2- Zaruretsiz bir şey çiğnemek,
3- Şekersiz sakız çiğnemek, (Şekerli sakız orucu bozar)
4- Zevcesini öpmek,
5- Zevcesiyle sarılmak,
6- Tükürüğünü ağzında biriktirip yutmak,
7- Kan aldırmak.


ORUCU BOZMAYAN ŞEYLER
1- Unutarak yemek, içmek ve cinsî münasebette bulunmak,
2- Delirmiş olarak sabahlamak,
3- Ağza gelen balgamı yutmak,
4- Burnunun içine inen akıntıyı çekip yutmak,
5- Kulağa su kaçmak,
6- Dişler arasında sahurdan kalan, nohuttan küçük bir şey yemek,
7- Kendi kendine çok dahi olsa kusmak,
8- Sürme çekmek,
9- Gıybet etmek (Gıybet, orucu bozmaz ancak geriye sevapta bırakmaz).


TERAVİH NAMAZI
Teravih Namazı, Ramazan ayının sünnetidir.
Kadın ve erkeğe sünnet-i müekkede olup yirmi rek’attir. Cemaatle kılmak sünnettir. Tek başına da kılınabilir.
Yatsı namazından sonra, vitir namazından evvel kılınır. Her iki veya dört rek’atte bir selâm verilir. Her selâmdan sonra biraz oturmak sünnettir. Bu esnâda salavât-ı şerîfe, salât-ı ümmiye, âyet veya dualar okunur.
İmam teravih namazı kıldırırken, arkasındaki cemaatin durumunu dikkate alması lâzımdır.


KUR’AN’I KERİM’İN İNDİRİLDİĞİ GECE KADİR GECESİ

“Hakikat Biz onu (Kur’an’ı Levh-i Mahfuz’dan dünya semâsına) Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’nin (o fazilet ve şerefini) sana bildiren nedir? Kadir Gecesi (içinde Kadir Gecesi bulunmayan) bin aydan daha hayırlıdır. Onda melekler ve ruh, Rablerinin izniyle her bir iş için (yani, o seneden gelecek seneye kadar ALLAH Teâlâ’nın hüküm ve kazâ buyurduğu her emirden dolayı yeryüzüne) iner de iner. O (gece) fecrin tulûuna kadar (yani tan yeri ağarıp sabah oluncaya kadar) bir selâmdır. (O vakte kadar melekler uğradıkları her mü’mine selâm verirler. yani o gece aynı selâmettir.) Sûre-i Kadir
Kur’an-ı Kerim’de Kadir Gecesi’nin kadr-u kıymeti bu ilâhî beyanlarla anlatılıyor. Cenâb-ı Hakk, Ümmet-i Muhammed’e hâs, bir ömre bedel bir geceyle onları taltif ediyor. Kur’an’ın Kadir Gecesi’nde indirildiğini beyân bu gecenin kadir ve faziletinin anlatılmasıda yine onun kıymet ve şerefini açıklamaktadır.
Şâir bunu anlatırken,
“Azîzim bin aya değer
Hilâlin bin aya değer
Yıl var ki, bir güne değmez
Leyl var ki bin aya değer” diyor.
Kısaca, zaman katlanarak değer kazandığı mübârek Kadir Gecesi gibi ilâhî rahmetin coşup zirveye ulaştığı gün ve geceleri anlatmak istiyor.
Bir tek gece; ama bin aydan daha hayırlı, daha bereketli, bir ömre bedel bir gece… Hallâc-ı Mansur hazretleri; “saymak, sıralamaktır” diyor. Kadir Gecesi’nin faziletini bin ayla sınırlamak da öyledir. Zirâ Cenâb-ı Hakk “Bin aydan daha hayırlı”dır buyuruyor ki, bu fazlalığın miktarını da ancak Zâtı bilir.
Mâdem Kadir Gecesi Cenâb-ı Hakk tarafından bizim için bir ihsân-ı ilâhîdir, o halde biz de bizim için olan bu gecenin kıymetini bilmeli ve ona göre hareket etmeliyiz.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz: “Kim Kadir Gecesi’nde (sevabına) inanarak, ihlâs ile kâim olursa (o geceyi ibâdetle ihyâ ederse) geçmiş günahları bağışlanır” buyurur. (Buhârî, Müslim) Demek ki, bu geceyi değerlendirmenin birinci şartı “kâim olmak” yâni gafletle geçirmemektir. Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) Ramazan-ı Şerif ayını ve bâhusus son on gününü diğer gün ve gecelerden daha farklı bir şekilde ihyâ eder, âile efradını da kaldırır, ibâdet hususunda daha çok gayret gösterirlerdi.
Kadir Gecesi’nin Ramazan-ı Şerif ayında, bilhassa son on gününde saklı oluşunun hikmeti, insanların ona güvenip diğer zamanlarda isyâna dalmamaları bir diğer hikmeti de yine buna bağlı olarak, Kadir Gecesi’ne tesadüf etme ümidiyle bütün bir Ramazan ayını ihyâ etmelerini istemek olabilir.
Bir başka Hadis-i Şerif’te de ALLAH Resûlü (s.a.v.) “Kadir Gecesi yatsı namazında cemaatte hazır bulunan, ondan nasibini almıştır” buyurur. Kadir Gecesi’nin gündüzünde de gecesi gibi ibâdet ve tâatten uzak kalınmamalıdır. Zirâ mâlumdur ki, yeryüzünde bir yerde gece olurken, diğer bir yerde gündüz olmaktadır. Böylece her iklimde bulunan, kendi gecesini ihyâ etmek suretiyle aynı hayır ve selâmetten istifade etmektedir.
Mü’minlerin annesi Hz. Âişe (r.a.) şöyle diyor:
– Dedim ki: “Yâ Resûlüllah, Kadir Gecesi’ni bilirsem onda ne (şekilde) duâ edeyim?
Şöyle söyle (duâ et) buyurdu:
– “ALLAHümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbül afve fa’fü annî” (Mânâsı: ALLAHım! Şüphesiz ki sen çok afvedicisin, affı seversin: o halde beni affet) (Tirmizî)
İslâm Büyükleri Kadir Gecesi’nde ALLAH rızası için kılınacak olan nâfile namazdan sonra 100 defa bu duânın okunmasını tavsiye etmektedirler. Rabbimiz bu mübârek geceye erişip ihyâ ederek; rahmet-mağfiret ve feyzinden â’zamî derecede istifâde edebilmeyi hepimize nasip eylesin.

KADİR GECESİ NASIL ANLAŞILIR?
Kadir Gecesi’nin Ramazân-ı Şerif’in 20’sinden sonraki tek gecelerinde aranmasına dair müteaddit Hâdis-i Şerifler vârid olmuştur. Birinden itibaren tek gecelerde aranmasını tavsiye eden büyükler de vardır. İmâm-ı Şâ’ranî Hazretleri Kadir Gecesi’nin kaçıncı gece olduğunu, Ramazân-ı Şerif’in giriş günlerine göre şöyle tesbit etmiştir:
Pazar günü girerse, 28’i 29’a bağlayan gece.
Pazartesi günü girerse 20’yi 21’e bağlayan gece.
Salı günü girerse, 26’yı 27’ye bağlayan gece.
Çarşamba günü girerse, 18’i 19’a bağlayan gece.
Perşembe günü girerse, 24’ü 25’e bağlayan gece.
Cuma günü girerse, 16’yı 17’ye bağlayan gece.
Cumartesi günü girerse, 22’yi 23’e bağlayan gece.
İmâm-ı Şâ’rânî hazretleri 30 sene Kadir Gece’siyle bu târife göre müşerref olmuşlardır. Bir çok ehlullah bu usûlle Kadir Gecesi’ni bulmuşlardır.
Kadir Gecesi’nin bu ay içerisinde hangi gece olduğunun gizlenmesi, müminlerin her geceyi Kadir bilip, her gece çokça ibâdet etmeleri içindir.
Kadir Gecesi’nde hava berrâk ve güzel olur. O gece her şey ALLAH’a secde eder. Denizlerin suyu bir an için tatlılaşır. Mü’minlerin afv-ı ilâhi ve mağfiret-i sübhanîye mazhar olurlar.



KADİR GECESİ’NDE NE YAPILIR?

Bu gece dört rek’at Kadir Gecesi namazı kılınır:
1’inci rek’atte 1 Fatiha 3 Sûre-i Kadir (İnnâ enzelnâhü fî leyletil Kadr ve mâ edrâke mâ leyletül Kadr leyletül Kadri hayrun min elfi şehr tenezzelül melâiketi verrûhu fîhâ biizni Rabbihim min külli emrin selâm hiye hatta metla‘ı-l fecr)
2’inci rek’atte 1 Fâtiha 3 Sûre-i İhlâs, (Kul hüvALLAHû ehad ALLAHüssâmed lem yelid ve lem yûled ve lem yeküllehû küfüven ehad)
3’üncü rek’atte 1 Fatiha 3 Sûre-i Kadir,
4’üncü rek’atte 1 Fâtiha 3 Sûre-i İhlâs okunur.
Namazdan sonra okunacaklar:
1 defa, “Allâhüekber Allâhü ekber. Lâ ilâheillallâhü vallâhü ekber. Allâhü ekber ve lillâi’l-hamd.”
100 defa Sûre-i İnşirah (Elemneşrah leke sadrâk ve vezağnâ anke vizrâk ellezî en kaza zahrâk verafeğnâ leke zikrak fe inneme‘al usri yüsran inneme‘al usri yüsrâ fe izâ ferağte fensab ve ilâ Rabbike ferğâb)
100 defa Sûre-i Kadir (İnnâenzelnâhü…)
100 defa da Resûlüllah Efendimiz’in Hz. Âişe vâlidemize öğrettiği “ALLAHümme innekeafüvvün kerîmün tühibbü’l-afve fâ’füannî” duâsı okunup, ondan sonra duâ edilir.
Mümkünse, kandil gecesi olması hasebiyle bir de Tesbih namazı kılmalıdır


YİRMİBEŞİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
YİRMİALTINCI BÖLÜM


Dede'yi dinleyen orman sakinleri mest olmuştu. Kurt:
--Yaw Dede, bu anlattıklarını dinleyince, insan olmadığımıza hayıflanıyoruz. Ama bir çok insanın ALLAH'ın (cc) emir ve yasaklarına uymadıklarını duyunca da, halimize şükrediyoruz.
--Doğru söylüyorsun. Daha önce, ALLAH'ın (cc) emir ve yasaklarına uymayanların ahirette size imreneceklerini söylemiştim. Ama bu bile ellerine geçmeyecek. Pişman olacaklar. Ama artık onlar pişmanlığın fayda vermeyeceği bir zamanda olacaklar. ALLAH(cc) bizi pişman olanlardan eylemesin inşaALLAH.
--Aminnnnnnnnnnnnn!
--Hadi bakalım. Vakit de epeyce geç oldu. Herkes yatmaya gitsin.
Bu arada ayı:
--Benim bir fikrim var.
--Nedir?
--Daha dün, güvercin ve kartal saldırıya uğradı. Ben diyorum ki, sırayla nöbet tutalım.
--Hay ALLAH (cc) senden razı olsun. Askında bu benim de aklımdaydı. Ama sizi zora sokmak istemediğimden söylememiştim.
--Ne zoru, güvenliğimiz için bunun gerekli olduğu meydanda. Ve bu fikre kimsenin karşı çıkacağını da sanmıyorum.
--Ne diyorsunuz ahali?
--Evet ayı haklı. Hepimiz bunu seve seve yaparız.
--Pekala. O zaman ilk nöbet benim.
--Hayır olmaz. Çünkü sen yarın şehre gideceksin. İlk nöbet benim olsun.
--Evet haklısın. O zaman seninle birlikte baykuşgiller da nöbet tutsun.
--Evet tutarız. Nasıl olsa biz gececiyiz.
--Tamam. Bundan böyle sizin göreviniz gece nöbet tutmak olsun. Tabi gündüz yapmanız gereken bir iş olursa da belirli bir dinlenme süresinden sonra o görevi de yaparsınız.
--Başımız üstüne.
--Başınız varolsun. De hadi hayırlı nöbetler o zaman. Diğerlerinize de ALLAH (cc) rahatlık versin.
--Ecmain inşaALLAH.
Nöbetçilerin dışında herkes dinlenmeye çekildi. Dede de kulübesine çıktı. Kısa bir süre sonra da derin bir uykuya daldı. Sahur vakti kalkıp, önce teheccüd namazını kıldı. Sonra da sahurunu yedi ve aşağıya inip nöbet tutan ayıyı kontrol etti. Ayı da zikrini yapıyordu.
--ALLAH (cc) kabul etsin.
--ALLAH (cc) razı olsun.
--Asayiş berkemal mi?
--Evet, vukuat yok.
--Peki. ALLAH(cc) kolaylık versin.
--ALLAH (cc) razı olsun inşaALLAH.
--Ecmain inşaALLAH.
Dede tekrar yukarı çıktı. Sabah namazına kadar zikirle meşgul oldu. Tan yeri ağarmaya başladığında ise sabah namazını kıldı ve yatağa uzandı. Uyandığında...


YİRMİALTINCI BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
YİRMİYEDİNCİ BÖLÜM


...neredeyse kuşluk vakti olmuştu. Hemen abdest alıp kuşluk namazını kıldı. Yaban eşekleri gelmişti. İki tane de ayı hazırdı.
--Geldiniz mi?
--Evet.
--Çok bekletmedim inşaALLAH?
--Hayır, hayır. Biraz uyuyacağınızı tahmin ettiğimizden acele etmedik.
--İyi ettiniz. Hazırsanız gidelim.
--Evet hazırız.
--Hadi bakalım.
Dede eşeklerden birine bindi. Ve şehrin yolunu tuttular. Hem gidiyorlar hem de sohbet ediyorlardı.
--Dede bu oruç kaç gün sürüyordu?
--Bazen 29 gün bazen 30 gün.
--Niye öyle?
--Oruç ay yılına göre tutulur. Ay yılına göre aylar bazen 29 bazen de 30 çeker.
--Peki niye güneş yılına göre tutulmuyor?
--Şayet güneş yılına göre tutulsaydı, bazı insanlar sürekli yazın oruç tutarken bazıları da kışın tutacaklardı. Bu da yazın oruç tutanlara haksızlık olacaktı. ALLAH (cc) de haksızlık yapmaktan münezzehtir.
--Gerçekten Rabbimiz çok merhametlidir.
--Aynen öyle.
--Peki, bu 29 ya da 30. günün sonunda ne olacak?
--Bayram yapacağız.
--Yani?
--Yani oruç bitecek. Ama farz olan oruç bitecek tabi.
--Başka oruç da mı var?
--E var tabi. Bu oruçlara nafile oruç denir.
--Tutmazsan günahı var mı?
--Günahı yok ama sevaptan mahrumiyet var.
--Nasıl yani?
--Şöyle mesela. Şevval ayında 6 gün oruç tutulduğu takdirde tüm seneyi oruçlu geçirmiş gibi olursun.
--Yok yav?
--Elbette.
--Yav bu insanlar gerçekten nankör. Bir sene boyunca yemek yiyip duruyorlar. Topu topu 35 ya da 36 gün oruç tutsalar ne olur sanki?
--Yaaaaaaa maalesef öyle. Ama çok pişman olacaklar sonunda.
--Evet, bize imreneceklerine dair söylediğin ayet hâlâ aklımda.
--Keşke insanlar da sizin aklınızda tuttuğunuz gibi islami bilgileri akıllarında tutup uygulasalardı.
Böyle sohbet ede ede şehrin dışına kadar gelmişlerdi ki.



YİRMİYEDİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
YİRMİSEKİZİNCİ BÖLÜM

Dede kafileye:
--Siz burada bekleyin. Ben gerekli erzağı alıp geleceğim inşaALLAH. Siz de kimseye görünmeden yapmanız gerekenleri yapın.
--Tamam, merak etme.
--Burası sizin kendinizi rahatlıkla saklayacağınız bir yer. Ormanın sık ağaçlardan meydana gelmesi büyük bir avantaj.
--Evet, bu çok iyi.
--Hadi ALLAH'a (cc) emanet olasınız. En kısa zamanda dönmeye çalışacağım inşaALLAH.
--Tamam inşaALLAH.
Hayvanları orada bırakan Dede, çarşıya gitti. İlk önce, kapı ve pencerelerin ölçüsünü verdi.
--Ne zamana kadar hazır olur?
--Ne zaman istiyorsunuz?
--En erken ne zaman olursa.
--Bir saate kadar hazır olur.
--Tamam inşaALLAH. De hadi ALLAH (cc) kolaylık versin.
--ALLAH (cc) razı olsun.
Dede oradan yatak yorgan almak üzere bir mağazaya girdi. Gerekli eşyaları aldı ve bir süre sonra gelip alacağını söyleyerek diğer eşyaları almak üzere oradan ayrıldı. Takriben iki saat sonra tüm ihtiyaçlarını karşılamıştı. Bir kamyon tutarak eşyaları yükledi ve hayvanları bıraktığı yere geldi. Kamyon şoförü:
--Buraya mı indireceğiz?
--Evet.
--İyi ama burada bir şey yok.
--Sen merak etme, gelip beni buradan alacaklar.
--Eh ne yapalım. Buyrun indirelim bari.
--Tamam şu agaçların altına indirelim.
--Peki.
Dede şoförle beraber, aldığı eşyaları ağaçların altına indirdi. Parasını alan şoför kafasını sallaya sallaya gitti. Şoför gittikten sonra, ayılar ve yaban eşekleri geldi. Dede ayılarla birlikte eşyaları eşeklere bindirdi ve yola koyuldular. Vakit akşam olmak üzereydi.
--Epeyce geç kaldık.
--Ne yapalım sağlık olsun. Tüm ihtiyaçları aldın galiba.
--Evet aklıma gelen her şeyi aldım. Eksiklikler olursa da başka sefer yine geliriz inşaALLAH.
--İnşaALLAH.
Bir süre sonra akşam namazı vakti girmişti. Dede namazını kıldı ve yola devam ettiler. Kendi ormanlarının sınırına varmışlardı ki.





YİRMİSEKİZİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
YİRMİDOKUZUNCU BÖLÜM


...diğer hayvanları, onları bekliyor buldular.
--Hayırdır?
--Geç kaldınız, biz de merak ettik.
--Merak etmeyin, olumsuz bir şey yok. Alışveriş uzadı biraz. Hadi bakalım, zaten epeyce de geciktik.
Dede ve diğerleri sohbet ederek kulübeye kadar vardılar.
--Evet, hadi bakalım. Şu yükleri indirelim. Bu hayvanlar da oldukça yoruldular. Onları daha fazla yormayalım.
--Elbette, hadi bakalım.
Hep beraber, kısa bir sürede yükleri indirip uygun bir yere yığdılar.
--Tamam çocuklar. Bunlar burada kalsın. Yalnız nöbet tutmayı unutmayın. Ard niyetli kişilerin hücumuna uğramaylım.
Baykuş:
--Merak etme, ben nöbetteyim. Ne de olsa geceleri uyumuyorum.
--Tamam, gözünü dört aç ama.
--Gözünü dört aç ne demek?
--Doğru ya, siz böyle şeyleri bilmezsiniz. "Gözünü dört aç" bir deyimdir. Yani çok dikkatli ol anlamında. Sakın av peşine düşüp burayı sahipsiz bırakma.
--Hiç merak etme.
--İyi, o halde. Ben namaz kılayım da yatalım. Yarına yapacak çok işimiz var.
Dede yatsı namazını kıldı ve hemen uykuya daldı. Oldukça yorulmuştu zaten. Baykuş yanına bir kaç tane daha baykuş aldı.
--Arkadaşlar, ikiye bölünelim. Bir kısmımız nöbet tutalım diğerleri de öbür ormana gidip avlansın. Dede'ye mahçup olmayalım.
--Doğru söylüyorsun. Siz burada kalın biz de avlanmaya gidiyoruz. Ne avlarsak buraya getirir paylaşırız.
--Hadi bakalım, ALLAH (cc) rast getire.
--EyvALLAH!
6 tane baykuş orada kaldı, diğerleri de avlanmak üzere havalandı. Ortalık sakin görünüyordu. Vakit gece yarısını geçmişti ki baykuşlar bir hışırtı duydu.
--Bir hışırtı geliyor, duydunuz mu? Dedi baykuşlardan biri.
--Hangi taraftan?
--Kuzey tarafından.
--Hadi bakalım, iki kişi burada kalsın. Bakalım neymiş.
4 baykuş oraya doğru uçtu. Kuzey tarafındaki ormanlık alan oldukça sık ağaçlardan oluşuyordu. Ormanın içi oldukça karanlıktı. Çok dikkatli olmalıydılar. Baykuşlar gece görüşü oldukça iyi hayvanlar olmasına rağmen, onlar bile pek bir şey göremiyorlardı. Yapmaları gereken şey gelecek olan seslere kulak kabartmaktı.
--Arkadaşlar dedi, baykuşların tim komutanı, çok dikkatli olmalıyız. Ard niyetli birileri olabilir. Tam emin olmadan da kimseyi boşuna rahatsız etmeyelim. Bu arada çok da sessiz olmalıyız. Aşağıdaki ya da aşağıdakiler bizi fark etmemeliler. Ta ki biz onları tesbit edene kadar.
--Çok doğru söylüyorsun. Şayet birileri varsa, ALLAH (cc) vere de bizim ormandan olmasalardı.
--İnşaALLAH değillerdir. Ama olma ihtimali de yok değil hani. Hainler sadece insanlar arasından çıkmaz.
--O da doğru.
--Hadi bakalım, sessizce etrafı kolaçan ediyoruz.
--Tamam, ALLAH (cc) yardımcımız olsun.
Aradan bir süre geçmişti ki..


YİRMİDOKUZUNCU BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
OTUZUNCU BÖLÜM



...aşağıdan bır hışırtı geldi. Baykuşlar kulak kabarttı. Seslere bakılırsa üç ya da dört kişinin ağaçların olması gerekiyordu.
--Heeeeeeeeeeeyyyy! Kim var orada?
--Eyvah! Bizi gördüler. Çabuk tüyelim.
--Durun, kaçmayın!
--Çabuk Dede'ye haber verelim.
Sorumlu baykuş derhal kulübeye gidip Dede'yi uyandırdı.
--Ne var ne oluyor?
--Bir kaç kişi getirdiğiniz erzağı çalmaya yeltendi.
--Yok yahu!
--Evet!
--Derhal gidelim.
Dede ve baykuş aşağıya indiler. Diğer hayvanlara da haber verildi. Kısa sürede tüm orman sakinleri kulübenin önünde toplandılar.
--Birileri bizim erzağı çalmaya yeltenmiş. Kim olabilir sizce?
İlk önce ayı sözü aldı:
--Bu konuda benim fikrim yok. Bugüne kadar böyle bir olaya şahit olmadım. Bunlar bizim ormandan da olabilir, komşu ormanlardan da.
Kurt:
--Ben de ayıya katılıyorum. Ben de bugüne kadar böyle bir olaya şahit olmadım. Ama bu, burada böyle bir olayın olmayacağı anlamına gelmez. Hemen bir araştırma yapalım derim ben.
--Araştırma yapacağız inşaALLAH. Ama yarın. Bu karanlıkta size zahmete sokmanın bir alemi yok. Ama tedbir olarak nöbetçileri arttıralım. Ben nöbet tutacağım.
--Hayır, sen zaten yorgunsun. Kurtla ikimiz tutarız, dedi ayı.
--Peki. ALLAH kolaylık versin. Bu arada hazır uyanmışken teheccüd namazımı kılayım bari.
--ALLAH (cc) kabul etsin.
--EyvALLAH!
Dede namazını kıldı ve yattı. Ayı ile kurt baykuşlarla beraber sabaha kadar nöbet tuttu. Sabah olduğunda Dede ilkönce namazını kılıp kahvaltısını yaptı. Hayvanlar da rutin işlerini yaptıktan sonra kulübenin önünde toplandılar.
--Herkes geldi mi?
--Evet, buradayız.
--Nöbetçiler istirahate çekilsin. Diğerleri benimle gelsin.
--Peki!
Ayı, kurt ve baykuşlar yatmaya gittiler. Diğerleri, baykuşun tarif ettiği yöne gitti. Hırsızların geldiği yerde zemin yumuşak olduğundan izler oldukça belliydi.
--Dikkatli yürüyün. İzleri kaybetmeyelim. Evet, burada bazı izler var. Bunlar ne izi acaba, fikri olan var mı?
--Bu izlerden biri çift tırnaklılara ait. Yaban keçisi, geyik ya da domuza ait olabilir.
--Yaban keçileri ve geyikler böyle bir şeye tevessül etmezler. Geriye bir tek şüpheli kalıyor, domuz. Zaten bizim toplantılarımıza da katılmıyor domuzlar. Katılmamaları daha iyi tabii ki.
--Torplantılarımıza katılmamaları böyle bir şey yapma hakkı vermez onlara.
--Elbette ki vermez. Böylelerine asi denir.
--Peki, İslam bu asiler hakkında herhangi bir müeyyide öngörmüyor mu?
--Görüyor elbette! İslamın düzenlemediği hiç bir yönü yok hayatın. Ve böyleleri hakkında yapılan işlem de bulunduğu konuma göre değişiklik arzeder. Devlet sınırları içerisinde ise suçu işleyen, buna uygulanan müeyyideye had cezası denir. Yok ülke dışından ise bunlara karşı yapılan uygulamaya "CİHAD" denir.
--Doğrusunu istersen, bu had cezası ve cihad hakkında bilgi almak isterdik.
--İnşaALLAH bu dediğin olacak. Önce bu problemi halledelim.
--Tamam inşaALLAH!
Dede ve orman sakinleri gerekli incelemeyi yaptıktan sonra...

OTUZUNCU BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
OTUZBİRİNCİ BÖLÜM


...kulübeye döndüler. Kulübeye vardıklarında Dede:
--Şu izleri birileri takip etsin. Kurt ve tilki siz bu işle ilgilenin, bakın hele izler nereye kadar gidiyor?
--Başüstüne, hemen gidiyoruz.
Kurt ve tilki hemen yola koyuldular. İzleri takip etmeye başladılar. Epeyce yukarıda bulunan dere kenarına vardıklarında izlerin dereye doğru gittiğini gördüler. Kurt:
--Burada suya girmişler. Anlaşılan bunlar bu kadar da ahmak değil.
--Evet, bence de.
--Benim merak ettiğim şey acaba bunlar bizim ormandan mı?
--Bizim ormandan birilerinin olduğu kesin. Diğerlerinin nereden haberi olacak, gelen erzaktan.
--Haklısın. Hadi bakalım. Sen aşağıya doğru git ben de yukarıya. Bakalım bir şeyler bulabilecek miyiz?
--Tamam.
Kurt yukarı, tilki ise aşağıya doğru gitti. Epeyce bir yeri kontrol etmelerine rağmen, herhangibir ize rastlayamadılar. Buluşma yerinde bir araya gelip kulübeye dönmeye karar verdiler. Kulübeye vardıklarında Dede ve hayvanların kulübede hummalı bir çalışma içerisinde olduğunu gördüler.
--Gelin bakalım. Ne haber var sizde?
--Sorma Dede. Bunlar çok kurnaz anlaşılan. Dereye girmişler ama nerede sudan çıktıklarını bir türlü belirleyemedik.
--Kayalık yerler var mıydı?
--Derenin etrafı kayalıklarla dolu.
--Anlaşıldı. Şu kapı ve pencereleri takıp malzemeleri içeriye taşıyacağız. Bundan sonra da herkes çok dikkatli olacak. Bu bir çete işi olabilir. Ve bu çetenin elemanlarının içerisinde bizim orman sakinlerinden birileri de var.
--Haklısın Dede. Biz de aynı şeyden şüphelendik. Bizim içimizder hainler olmasa, dışımızdakilerin bize zarar vermeleri mümkün değil.
--Evet aynen öyle. Bundan böyle çok dikkatli olacağız ve onların hata yapmalarını bekleyeceğiz. Hadi bakalım şu işleri bir an önce bitirelim.
Dede ve hayvanlar ikindi namazına kadar kapı ve pencereleri takıp getirdikleri erzağı da içeriye taşıdılar.
--Eveeeeeeeeeeeeeeet! Oldukça yorulduk. Hepiniz sağolun. Hadi bakalım dinlenmeye çekilin. Akşama sohbetimiz olacak inşaALLAH.
--EyvALLAH Dede. Akşamı iple çekeceğiz.
Akşam namazını müteakip, herkes kulübenin önünde toplanmıştı. Büyük bir sabırsızlıkla Dede'nin konuşmaya başlamasını bekliyorlardı. Dede konuşmaya başladı:
--Hepinizin merakla beklediğini görüyorum. Doğrusu bu çok hoş bir manzara. Keşke tüm insanlar da sizin kadar duyarlı olsaydı. O zaman kurtla kuzu yanyana otlardı. kimse de aç kalmazdı. Evet, bu akşam size had cezalarını anlatmaya çalışacağım inşaALLAH.

--İslam gelirse insanları kesecek mi ? İslam hırsızın kolunun kesilmesi cezasını neden vermiştir. İslam'da zina eden taşlanarak öldürülür mü (Recmedilirmi) ?

İslam huzur, barış dinidir. İnsanların dünya ve ahiret mutluluğunu amaçlayan kurallar bütününü vaz eder. Hedef, iyi kul olup ALLAH'ın rızasına ulaşmaktır. İslam değil kimseyi kesmeyi, kimsenin dedikodusunu yapmayı, malını çalmayı, namu-suna göz ile bile olsa yan bakmayı ... yasaklamıştır. İslamın amacı toplum ahlakını temin etmektir, toplumu tehdit etmek değil.
İslam'da hırsızlığın cezası nedir ?


--Evet ya Dede, sahi İslam'da hırsızlığın cezası nedir?
--Sabredersen anlatacağım inşaALLAH. İşlenen her suça olduğu gibi elbette hırsızlığın da bir cazsı vardır. Hırsızlığın cezası neymiş onu görelim inşaALLAH:
Bir olayın öncesi, olayın anı ve sonrası vardır. Şimdi gayri İslamiı yaşam düzeni ile İslami yaşam düzeninin hırsızlık olayına bakışını, olayın önce, anı ve sonrası ile kıyaslayarak karşılaştıralım:
Hırsızlık bir hastalıktır. Buna alışanlar (tıpkı evleri, milyarları olduğu halde dilenmeye devam edenler gibi...). insanlar bir kaç ay yatmakla düzelmez, aksine bu işin kıdemlilerinden cezaevlerinde ders alıp, daha bir bilenmiş olarak cezaevlerinden çıkarlar. Özellikle günümüzde cezaevlerini, kış yaklaştığında küçük bir adi suç işleyerek, kışı geçirmek için kullanan "mevsimcilerin" bulunduğunu düşünürsek, hırsızlığa karşılık cezaevlerinin caydırıcı bir unsur olmadığı görülmüş olur.
Hırsızlık cezası, hırsızlıktan caydırmalıdır. Bu nedenle kimseye torpil, adam kayırma yapmadan tüm seviye-mekandaki insanlara bu ceza uygulanmalıdır. Efendimiz (sav), zengin bir arabın kızı hırsızlık yapıp ta cezanın kıza uygulanmamasını istemeyerek, " O ileri gelen birinin kızıdır, cezayı azaltalım" talepleri ile karşılaşınca "VALLAHi hırsızlık yapan kızım Fatıma (ra) bile olsa yine aynı cezayı veririm" buyururlar.
İslam hırsızlık cezasının uygulanabilmesi için, önce hırsızlığa neden olan olayları (açlık, kıtlık, işsizlik...) ortadan kaldırmayı amaçlar. Bir ülkede açlık, kıtlık, işsizlik varsa, o ülkede hırsızlığın cezası uygulanmaz. Hz. Ömer (ra), kıtlık vakti hırsızlık cezasını yasaklamış, kendilerini aç bırakıp, hırsızlık yapmak zorunda bırakılan hizmetçilere değil, onları o hale düşüren kişiye ceza vermiştir... Halbuki küfrü esas almış düzenlerde, kişi açlık, zaruret, işsizlikten ... dolayı hırsızlık yapsa, cezasını mutlaka görür. O kişiyi o hale düşüren ortam, şartlar göz önünde bulundurulmaz. İslam ise, kişilerin asgari ihtiyaç maddelerini karşılayacak ortamı oluşturup, aç, işsiz...kimse ortada kalmadıktan sonra; toplum, genel itibarıyla derinlemesine ve geniş bir açıdan bilinçlendirilip, eğitildikten sonra, hırsızlık cezasını uygulamaya başlar.
Kısaca, hırsızlık olmadan önce, İslam gerek şartlar, gerek eğitim olarak, hırsızlığa neden olacak durumları ortadan kaldırır.
Hırsızlık olduğunda bakılır ;
• Eğer hırsız, akıllı, ergen ise (çocuk, deli değilse)
• Mal belli bir değerin üstünde olursa (sikkeli, halis 10 dirhemin üzerinde olursa...)
• Mal gizlenmiş iken, evde, iş yerinde... korunan, kapalı bir yerde iken çalınmış ise,
• Hırsızın, çaldığı malda mülkiyet hakkı yok ise,
• Mal, kamu malı değilse,
• Çabuk bozulan et, süt, yaş meyve,... değilse,
• Eşi, çocuğu, babasının... malı değilse,
• Mahkemeye başvurmadan önce, mal geri verilip tevbe edilmemiş, uslanılmamış işe,
• İki şahit var ise veya hırsızın itirafı ile suç kesinleşmiş ise,
Tüm bu şartlar var ise ... hırsızlığın cezası uygulanır.
Batı tarzı adalet sistemine baktığımızda, hırsız çocukta olsa, mal açıkta da olsa, çalınan mal yakın akrabanın da olsa, kamunun veya belli bir değerle sınırlan-dırmadan, az bir değere ( Bir simit, ekmek,... dahil) sahipte olsa, açlık, işsizlik... o kişiyi bu duruma düşüren şartlar gözönüne alınmaksızın, o kişiye ceza verilir.
Peki verilen cezaları kıyasladığımızda İslam'ın mı cezası yoksa batıl düzenin verdiği bir ceza mı caydırıcılık özelliğine sahiptir?
--Dede, elbette ki İslam'ın verdiği ceza caydırıcı özelliklere sahip. Anlattıklarına bakılırsa, gayri İslami düzenlerin hırsızlara ceza vermediği gibi onları ödüllendirdikleri bile söylenebilir.
--Ben de şunu merak ediyorum Dede. Hırsızlar ceza verenlere zarar verdiği zaman durum ne oluyor?
--İşte o zaman "Fareli Köyün Kavalcısı" misali bir durum meydana geliyor.
--O ne Dede?
--O şöyle...

OTUZBİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
OTUZİKİNCİ BÖLÜM


...köyün birini fareler istila eder. Yiyecek namına bir şey bırakmazlar. Köylüler her ne kadar muhtara bir çare bulmasın isterse de muhtarın evi muhkem olduğundan içeriye fareler giremez, bu yüzden muhtar rahattır ve köylülerin isteklerine olumlu cevap vermez.
--Vay be! Ne muhtarmış ha!
--Maalesef bu da böyle bir muhtar işte.
--Sonra ne olmuş Dede?
--Bir gün muhtarın hizmetçisi kapıyı açık unutmuş, içeriye fareler doluşmuş. Yiyeceklere saldırmışlar. Muhtar akşama durumu görünce basmış feryadı ve, hemen bir çare bulunması için kolları sıvamış.
--Demek ki hizmetçi kapıyı açık unutmazsa muhtar daha uzun süre bu işe bir çare bulmayackmış.
--Aynen öyle.
--Peki kurtulmuşlar mı farelerden?
--Evet kurtulmuşlar. Zaten hikayenin gerisi de bizi ilgilendirmiyor. İşte bu muhtar gibi, batıl sistemin sahipleri de kendileri zarar gördüklerinde çareler aramaya başlarlar.
--Dede konunun gerisinı anlatmadın.
--Nerde kalmıştık?
--"Peki verilen cezaları kıyasladığımızda İslam'ın mı cezası yoksa batıl düzenin verdiği bir ceza mı caydırıcılık özelliğine sahiptir?" burada kalmıştık.
--Aferin, bakıyorum da ezberlemişsin. Evet ne devam edelim inşaALLAH: Hapis cezasının caydırıcı olmadığı, bir otel gibi, kış mevsimlerinin geçirildiği, hırsızlığın ihtisasının yapıldığı mekanlar olduğu ... uzmanlarca itiraf edilen bir durumdur. Hiç bir hırsız bu ortamda aldığı cezadan dolayı pişman olmaz, hırsızlığa niyet edenlerde, bu cezalardan çekinip, hırsızlıktan vazgeçmez. İslam ise verdiği ceza ile hırsızlıktan insanları caydırır. Hele hele, o insan aç, işsiz... değil ise, böyle bir cezayı göze alıp hırsızlığa niyet etmez.
Bir insan düşünelim. Bir emeklinin yeni aldığı 20-30 senelik çalışmasının karşılığı olan parayı, emekli ikramiyesini; aç, işsiz olmadığı halde, kısa yoldan köşeyi dönmek için çalmak amacıyla planlar yapıyor olsun. Bu düşünceler içinde yürürken bir kalabalık dikkatini çekse, yaklaşsa o kalabalığa ve sorsa " ne oluyor?". " Bir hırsıza had cezası uygulanıyor" cevabını alsa ve şu manzarayı seyretse: Bir hırsızın eli kesilmek üzeridir... ve kesilir... Acaba bu hırsız adayı, yaptığı planları mı yoksa niyetini mi yeniden gözden geçirir. Sağ koluna bakıp, aç olmadığı, işsiz gezmediği hayatını, aldığı İslami eğitimi, şartları... düşünüp, hırsızlık niyetinden vazgeçmez mi acaba ?...
Özetle, İslam gerek eğitim, gerek emirler ( dayanışma, yardımlaşma, zekat, komşu hakları, kul hakkı...), gerekse açlık, kıtlık, işsizlik ... şartlarını göz önüne alıp, hırsızlığın olmayacağı bir ortamı hazırlamaya çalışır. Yine hırsızlık olursa, belli şartları arar ( gizlenmiş, belli bir değerin üstünde, şahit...), tüm bunlar varsa, o adi hastalığın yayılmasına engel olacak, en katı ve caydırıcı cezayı verir ki, insanlar niyetleri bazında bile olsa, böyle bir şeye tenezzül etmesin.
Batı tarzı cezalandırmada ise, kişiyi hırsızlığa sürükleyen şartlara, olayın nedenlerine ve hırsızlığın olduğu andaki şartlara bakılmaksızın, asıl suçlular aranmadan, hırsıza bir ceza verilir ve bu cezada genellikle caydırıcı olmaktan uzaktır.
Orman sakinleri pür dikkat Dede'yi dinlemektedirler. Bu durum Dede'nin hoşuna gider. Tam burada...

OTUZİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
OTUZÜÇÜNCÜ BÖLÜM


--Eveeeeeeeeeeeeet! Bugünlük bu kadar yeter. Hadi bakalım herkes istirahate çekilsin. Yarın yapılacak çok işimiz var:
--Ya Dede ne güzel anlatıyordun.
--Gerisini yarın akşam anlatırım inşaALLAH. ALLAH (cc) hepinize rahatlık versin.
--Sana da Dede.
O gece de her zamanki geceler gibi rutin bir şekilde geçti. Ertesi gün kuşluk vaktine doğru Dede ayıya:
--Bana şu yaban eşeklerini çağır, bugün tarla süreceğiz inşaALLAH. Ekim zamanı geldi.
--Tamam, ben hemen çağırıyorum.
Ayı gitti az sonra da 4 tane yaban eşeği ile çıkageldi.
--Buyur, bizi çağırmışsın.
--Evet! Ya kusura bakmayın size de çok yük oluyorum ama sizden başka da bu işi yapabilecek kimse yok.
--Estağfurullah, ne kusuru. Bu bizim görevimiz. Rabbimiz bize bu görevi vermiş biz de canı gönülden bu görevi yaparız.
--Hay siz sağolasınız. Şu aşağıdaki tarlayı ekeceğiz.
--Tamam hemen gidelim.
Dede, karasabanı ve tohumluk buğdayı alıp 4 tane yaban eşeği ve ayı ile aşağıya doğru gitti. Tarla olabilecek alan takriben 10 dönüm kadar vardı. Buna benzer verimli arazi çoktu burada. Toprak da bakirdi zaten. Hatırı sayılır bir ürün alacağını düşünüyordu Dede.
O gün akşama kadar tarlayı sürüp tohumu ektiler, tapanı da yaptıktan sonra kulübeye döndüler. Dede:
--Epeyce yoruldunuz bugün. Hakkınızı helal edin.
--Helal olsun. Ne zaman bize iş düşerse biz hazırız.
--ALLAH (cc) sizi korusun.
--Amin ecmain inşaALLAH!
Akşam ve yatsı namazlarında sonra, yine herkes kulübenin önünde toplanmıştı. Vakit sohbet vaktiydi. Dede aşağıya indi. Kimseden çıt çıkmıyordu.
--Ne anlatacaktık bugün?
--Sanırım kısas konusunu anlatacaktın.
--Evet kısas konusunu anlatacağız inşaALLAH:
Kısas’, sözlükte aynıyla karşılık vermek demektir
Herhangi bir hakkı dengiyle takas etmek, değiştirmek anlamına da gelmektedir
Kavram olarak bir suç işleyenin aynı cinsten bir ceza ile cezalandırılmasıdır
İslâma göre insan öldürmek, intihar etmek, kana, mala ve ırza (iffete) tecavüz haramdır Müslümanın canı, malı, ırzı ve şerefi koruma altındadır Yine müslümanın müslümana, hakaret etmesi, alay etmesi, ona karşı kibirlenmesi, ona eliyle ve diliyle zarar vermesi de helâl değildir
Bir kimse diğerini öldürürse veya bedenine zarar verirse; İslâm bunun cezasının verilmesini öngörür Hem insan haklarının korunması, hem toplumun huzurunun sağlanması, hem de kin ve nefret duygularının azalması için buna ihtiyaç vardır Karşılığı verilmeyen suçlar, sahibini daha da azdırır
ALLAH’ın insana verdiği en kutsal şeylerden biri de hayattır Hayatı sona erdirmek hakkı da sadece onu veren ALLAH’a aittir Hiç kimse haksız yere bir cana kıyamaz ALLAH (cc) haksız yere cana kıyanlara ve insanların bedenlerine zarar verenlere belli cezaların verilmesini emrediyor
Kur’an-ı Kerim diyor ki:
“Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksızca) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur Kim de onu (öldürmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur… ” (5 Maide/32)
Görüldüğü gibi bir insanı haksızca öldürmek bütün insanları öldürmek kadar ağır bir suçtur Böylesine ağır bir suçun cezası da kendi cinsinden olmalıdır Bu da adaletin gereğidir
Bir kimsenin hayatına saldıranın, bunu hayatıyla ödemesi, bir kimsenin bedenini zedelemesi, kendi vücudunda bunun karşılığı kadar zedelemeye uğraması gerekir Bu insana ve onun haklarına bir saygıdır Öldüreni affetmek, ölenin hakkına tecavüzdür
Kur’an, öldürenin (katilin) bağışlanmasını tavsiye ediyor Ancak bu af yetkisi yalnızca ölenin yakınlarına aittir Onlar dilerlerse af ederler, dilerlerse diyet (kan bedeli) alırlar Ama affetmezlerse, suçlunun cezası verilmelidir Bu cezayı da ancak müslümanların işlerini yürüten yetkililer yerine getirebilir
Kısas, Kur’an’ın tesbit ettiği bir cezadır Peygamberimiz bunu hem uygulamış hem de tavsiye etmiştir Bütün İslâm alimleri bu konuda fikir birliği (icma) etmişlerdir Akıl yönünden de bu cezanın gerekliliği ortadadır Bir tarafta suçlu, bir tarafta ise haksızlığa uğrayan taraf vardır Suçlunun ceza alması, haklının da hakkının ödenmesi gereklidir
Bu konuda Kur’an-ı Kerim şöyle diyor:


OTUZÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
OTUZDÖRDÜNCÜ BÖLÜM



“Ey iman edenler! (haksızca) öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı) Özgüre karşı özgür (hüre karşı hür), köleye karşı köle, kadına karşı kadın Ancak her kimin kardeşi (öldürülenin varisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) haklarına razı olmalı ve öldüren ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir Bu söylenenler Rabbinizden size bir hafifletme ve rahmettir Her kim bundan sonra hakkına razı olmazsa onun için elem verici bir azap vardır? Ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayrat vardır Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız ” (2 Bekara/178-179)
Maide Suresi beşinci âyetinde ise, cana can, kulağa kulak, göze göz, buruna burun, dişe diş karşılığı kısas olduğu bildirilmektedir
Günümüzde kimileri kısas cezasını ağır bulurlar ve karşı çıkmaya çalışırlar Kısas, dengiyle karşılık vermektir, yani adaleti yerine getirmedir Üstelik katilin varislerine af etme veya diyet alma yetkisi de verilmiştir Hatta bunu Kur’an’ın teşvik ettiğini de yukarıda gördük Asıl haksızlık bu cezaların kaldırılması, ölenin yakınlarının haklarının kendilerine sorulmadan ellerinden alınmasıdır Kim hangi yetkiyle öldürülenin varislerinin bu hakkını ellerinden alıyor?
Katile ceza vermemek, bir başkasının hakkına saldırıdır Aynı zamanda ölenin varislerinin intikam duygularını kabartır Nitekim bir çok yerde, katillere hak ettiği ceza verilmediği için ölünün yakınları ceza vermeye kalkıyorlar ve kan davaları sürüp gidiyor
Öldüren katilin yaşama hakkı öleninkinden daha kutsal değildir
Kısasta insanlar için hayat vardır Hem ahlâk yönünden, hem sosyal barış yönünden, hem caydırıcılık yönünden, hem de merhamet yönünden en tutarlı yoldur ALLAH, insanları bu konuda akıllı davranmaya çağırıyor
Kötülüğün cezası yapılan kötülük kadardır Ancak af edip barışma yolunu seçenlere ALLAH mükâfat verecektir (42 Şura/40) İslâmda, bir yanağına vurana öbür yanağı da çevirmek yoktur Ne zulmetmek vardır, ne de zulme uğrayınca sessiz kalmak
Kur’an-ı Kerim, haklının hakkını ortaya koyduktan sonra, hakk sahibini af etmeye çağırır Bu da tam bir dengedir
Kısas cezasını uygun gören bizzat Rabbimizdir Her şeyi bilen Rabbimiz insanlar hakkında şüphesiz en hayırlısını bilir Kimin hakk sahibi olduğunu en iyi o gösterir Doğruyu ve yanlışı O’ndan daha iyi kim bilebilir? O’nun hükmüne karşı çıkanlar ya bilgisiz cahillerdir, ya da çok cüretli kibirlilerdir Onlar ALLAH’ın Rabliğini yeterince bilemeyenlerdir
Kısas cezasının uygulanması için bir takım şartlar aranır Bir kısmı kısaca şöyle:
-Kısas, cinayeti (suçu) kim işlemişse ona uygulanır
-Kısası ancak müslüman otorite sahipleri yerine getirir Bir kişi veya bir topluluk bunu yapamaz
-Bir cinayeti bir kaç kişi işlemişse, kısas hepsine uygulanır
-Cinayetin işlendiği tam kesin olmazsa, yani şüphe halinde kısas uygulanmaz
-Suçlulara bu ceza uygulanırken makamlarına göre ayrım yapılmaz Halk ile devlet başkanı arasında fark yoktur
-Suçun kasten yani bilerek işlenmesi gerekir Hatalı öldürme ve yaralamalarda ayrı cezalar uygulanır
-Öldürülenin varisleri veya yaralananın kendisi ‘diyet’ isterse veya affederse, kısas uygulanmaz
-Kısas, kendi dengine göre uygulanır, aşırıya gidilmez
İslâmın bütün hükümlerinde ve ölçülerinde insanlar için hayırlar ve faydalar vardır Kimi cahiller bunu görmese de bu böyledir Çünkü O, yerin ve göklerin sahibi ALLAH’ın dinidir
Yaralamlara ve organlara verilecek zararlara karşı, onların dengi bir ceza, yani bir diyet uygulanır Göze göz, kulağa kulak demenin, anlamı, gözün aynen çıkartılması, kulağın aynen kesilmesi değil, onların bedellerinin günün şartlarına uygun olarak diyet şeklinde verilmesidir
İnsanlar arasında adalet ancak ALLAH’ın koyduğu hükümlerin uygulamasıyla sağlanır İnsan, toplum, hayvan ve çevre haklarının garantisi ilâhí hükümlerdir Bu hükümlere yüz çevirenler hem gerçek adaletten, hem de herkese ait hakları gereği gibi yerine vermekten mahrum kalırlar Adaletten mahrum kalmanın sonucu ise zulüm, baskı, ezilme, horlanma ve hakkını alamama gibi kötülüklerdir
Kısasla ilgili size anlatacaklarım şimdilik bu kadar. İnşaALLAH, daha sonra bu yönde bir talebiniz olursa bu konuya yeniden değiniriz. Hadi bakalım, herkes yatmaya gitsin. Nöbetçiler çok dikkatli olsunlar. Ard niyetli kişilerin olduğunu unutmayın. Bu konuda size bir hikaye anlatacağım inşaALLAH.
--ALLAH (cc) razı olsun Dede! Çok güzel bilgiler bunlar. İnsanlar İslam'a nasıl bu kadar kayıtsız kalabiliyorlar hayret doğrusu!
--Maalesef gerçek bu! Ama kayıtlı kalanlar da var. Bu konudaki ümidimizi hiç bir zaman kaybetmemeliyiz. İman ve küfür taraftarları kıyamete kadar var olacak ve onlar arasındaki çatışma da devam edecek.
--ALLAH (cc) müslümanların yardımcısı olsun.
--Amin. ALLAH (cc) zaten müslümanların yardımcısıdır. Bu konuda şüpheniz olmasın. Hadi ALLAH (cc) rahatlık versin.
--Sana da!


OTUZDÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
OTUZBEŞİNCİ BÖLÜM



Herkes uykuya çekildi. O gece herhangi bir olay yaşanmadı. Ortalık sakindi bu sıralar. O olaydan sonra sırra kadem basanlardan bir haber alınamadı. Onlar da bir daha görünmediler. Anlaşılan alınan tedbirlerden haberleri vardı. Ertesi sabah kuşluk vaktine doğru Dede ve bir kaç hayvan tarlayı görmeye gittiler. Ekilen buğdaylar çimlenmişti.
--Dede buğdaylar çimlenmiş.
--Evet. Çok dikkatli olmalıyız. Belki şimdi değil ama daha sonra buğdaylar uzayınca birileri zarar verebilir.
--Merak etme, baykuşlar zaten sürekli nöbette. Sabotaj alarm kuvveti de sürekli teyakkuzda.
--ALLAH (cc) sizi tüm sıkıntılarınızdan kurtarsın inşaALLAH.
--Ecmain inşaALLAH.
--Buğdaylar su ister mi?
--İster ama, şimdi değil. Hadi bakalım, dönüyoruz.
--Dede, hani hainlerle ilgili bir olayı anlatacaktın bize.
--Akşama anlatırım inşaALLAH. Diğer kardeşleriniz de duysun.
--Bir şey soracağım. Nene ile torun ne zaman gelecek?
--Sahi ben o konuyu unutmuştum. Yerleri de hazır nasılsa. Bu gün göndereyim ekibi de getirsinler.
Dede ve beraberindekilker kulübenin yanına vardılar. Dede, güvercin ve kartalı çağırdı. Ayrıca dört tane yaban eşeği, ayı ve kurt da muhafız olarak gideceklerdi.
--Ne zaman yola çıkıyoruz?
--Hazırsanız hemen.
--Hazırız.
--Al bakalım şu mektubu. Yarın sabah verirsin. Bu gün geç kalırsınız, onlarda korkarlar.
--Anlaşıldı. Merak etme.
--Hadi bakalım, ALLAH (cc) yolunuzu açık etsin.
--ALLAH (cc) razı olsun.
Kafile yola çıktı. Diğerleri de günlük, rutin işleri yapmaya başladı. Dede'nin aklında bir fikir vardı. Kış için, hem kendisi ve ailesi ve hem de hayvanlar için yiyecek stoku yapmalıydı. Gerçi ailesi için şehirden epeyce yiyecek getirmişti. Bu yiyecekler onları ilkbahara çıkarabilirdi. Ama gene de ormandaki meyvelerden kurutsa iyi olacaktı. Yarın ilk iş olarak bu konuda bir şeyler yapmalıydı. O gün de akşam olmuştu. Orman sakinleri yine kulübenin etrafında toplanmıştı.
--Bakıyorum da herkes burada.
--Dede iyiki geldin ha! Akşamları iple çekiyoruz artık.
--Sizin şu halinize gıpta etmemek elde değil. Evet içteki hainlerle ilgili bir hikayecik anlatacaktım. Vakti zamanında bir padişah ile veziri tedbili kıyafet edip gezintiye çıkmışlar. Bir yere gelmişler ki çobanın biri köpeğini asmış. Bu durum padişahın tuhafına gitmiş, çok da merak etmiş. Çobana:
--Bu köpeği niye astın? Çoban:
--

OTUZBEŞİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
OTUZALTINCI BÖLÜM


--Köpek benim değil mi, istediğimi yaparım.
--Ben padişahım, söyle bu köpeği niye astın?
--Kim olursan ol, köpek benim. İstediğimi yaparım.
Tabi o zamanlar memleket şeriatle yönetildiğinden padişah halka bir şey yapamıyordu. Bu yüzden çobana da bir şey yapması mümkün değildi. Ama padişaha dert olmuştu, ille de köpeğin niye asıldığını öğrenmek istiyordu. Çobanı saraya çağırıp kızını verdi ona. Gerdek gecesinde kız:
--Ya sahi sen o köpeği niye asmıştın?
--Baban bunun için mi seni bana verdi? Diyerek, çoban kıza bir tokat atar ve babasının yanına gönderir.
Günlerden bir gün komşu devletten üç elçi gelir. Padişaha, onlara savaş açtıklarını, haberinin olması gerektiğini söylerler.
Padişah başlar kara kara düşünmeye. Bunu gören çoban:
--Hayırdır?
--Komşu devletin kralı bize savaş açtı, ne yapacağım onu düşünüyorum.
--Üç günlüğüne padişahlığı bana devredersen, seni bu dertten kurtarırım.
--Ben padişahken bir çare bulamıyorum da sen bu çoban aklınla mı çare bulacaksın?
--Sen bilirsin. Ama yetkiyi devredersen sakın üç günlüğüne devrettim deme.
Başka bir çare bulamayan padişah, tellal çağırtır ve yetkiyi damadına devrettiğini beyan eder. Çoban işbaşı yapar, ilk talimatı:
--Sarayın etrafına dar ağaçlarını kurun, ne kadar üst düzey yetkili varsa hepsini ipe çekin.
Hemen sarayın etrafı darağaçları ile donatılır ve ne kadar üst düzey yetkili varsa hepsi ipe çekilir. İkinci talimat:
--Gidin elçileri getirin. Yalnız getirirken her darağacının etrafında bir tur attırın.
Gidip elçileri getirirler ve her darağacının etrafında bir tur attırdıktan sonra huzura alırlar. Elçiler bakar ki padişah da değişmiş. Çoban:
--Dışarıdaki dar ağaçlarını gördünüz, şayet elçi olmasaydınız sizin için de üç darağacı dikerdim. Hadi gidip kralınıza savaşa hazır olduğumuzu ve ne zaman isterse gelebileceğini söyleyin.
Elçiler gidip krallarına durumu arzederler. Kralları savaştan vazgeçtiklerini, bunu gidip padişaha bildirmelerini söyler. Elçiler gelip yeni durumu bildirir ve geri giderler.
Çoban:--O ipe çektiğim yetkililer var ya!
--Evet!
--Hepsi öbür devletin casuslarıydılar. Burada ne var ne yok, tüm bilgileri günü gününe aktarıyorlardı, karşı tarafa. Onları ipe çekince o devletin haber kaynakları kurudu. Bu yüzden savaşa yanaşmadılar. Gelelim köpeğe...

OTUZALTINCI BÖLÜMÜN SONU
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt