malcolm kardeşim inşallah bu durumdan tez zamanda kurtuılursunuz.halit ertugrulun kendını arayan adam isimli kitabında bır alıntı yazdım.cok dikkatli okuyun hatta mumkünse halıt ertugrulun sitesine girip kitap okuma bölümünden düzceli mehmet ve kendini arayan adam isimli kitapları okuyabilirsiniz.eminim aradıgınız tüm soruları cevaplarını bu kitaplarda bulabılırsınız.özellikle düzceli mehmet ateist bir gencin içindeki şüphelerden kurtulusunu anlatıyor.umarım faydalı olur.
"Önce Allah'a imanı anlatmalıyım"
Karşımda materyalist felsefenin parmakla gösterilecek kadar şuurlu bir sîması oturuyordu. Âdeta, "o dâvâ"yı temsil eden "o adam"a karşı imân dâvâsının muzaffiyeti için bütün kalbimle Allah'a yalvarıyor ve âcizliğimi şefaatçi yaparak yine ona sığınıyordum.
"Altıncı Mesele" Allah'a imân hakkındaydı. Allah'ın varlığını ve birliğini, aklî, ilmî ve mantıkî tarzda izah ediyordu. Öncelikle bu meseleyi anlatmaya çalışacaktım. Çünkü her şeyin başı Allah'a imândı ve bu husus izah edilip açıklığa kavuşturulunca, diğer meseleler çok kolay halledilecekti.
Kitabı, okuduğunu pek anlamayan ve orada yazılanlara yabancı olan bir insan tavrıyla okumak istiyordum. Çünkü bu konuda birşeyler bildiğimi ifade edersem, mevzunun tartışma havasına girmesinden korkuyordum. Halbuki ben, kendisinden bazı hususları öğrenmek istediğimi nazara vermeliydim.
"Altıncı Mesele"nin misallerini okumaya başladım:
"Nasıl ki, mükemmel bir eczahane ki, her kavanozunda harika ve hassas mizanlarla alınmış hayattar tiryaklar ve macunlar var. Şüphesiz gayet merhametli ve kimyager ve hakîm bir eczacıyı gösterir. Öyle de, küre-i arz eczahanesinde bulunan ve dört yüz bin çeşit nebatat ve hayvanat kavanozlarındaki zihayat macunlar ve tiryaklar cihetiyle, bu çarşıdaki eczahaneden de ne derece ziyade mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıp mikyasıyla (tıp ilmi ölçüsüyle) Küre-i arz eczahane-i kübrasının eczası olan Hakim-i Zülcelal'i hatta kör gözlere de gösterir, tanıttırır."
Kitabı dikkatle dinleyen "o adam"a, misal bitince sordum:
"Efendim, bu misal ne demek istiyor acaba, biraz izah eder misiniz?"
Gözlerini ilk defa bir şey keşfediyormuş gibi bir noktaya diktikten sonra, düzgün ve tek tek seçtiği kelimelerle konuyu izaha çalıştı:
"Yani demek istiyor ki, bir eczahanenin içinde bulunan hayat ve şifa verici ilâçlar, onların iyi bir kimyager tarafından yapıldığını gösterir. Bir ilâcın ustasız ve kimyagersiz meydana gelmesi imkânsızdır. Aynen bunun gibi, dünya da o eczahanenin daha büyük ve daha mükemmel bir eczahanesidir. Dünyanın içinde bulunan dört yüz bin çeşit bitki ve hayvanların da, o ilâçlar gibi maharetli bir eczacı tarafından yapılması icap eder.
"O küçük eczahanedeki ilâçlar bir kimyager tarafından yapılıyorsa, bu dünya eczahanesi de eczacısız ve kimyagersiz olmaz. O da Allah olmalıdır."
Misâlden anladığını yorumladıktan sonra, sanki onu başkasından duyuyormuş gibi, sağ elini sol elinin içine vurup:
"Mükemmel bir misal" diye gürledi. "Orjinal. Çok güzel."
Bu olağanüstü tesirin ciddiyet derecesini öğrenmek için yüzüne baktığımda, gerçekten samimi olduğunu anlamakta zorlanmadım.
Heyecandan, kalbimin vuruşlarını hissediyordum.
Okuduğum mevzuda dört misal daha olduğu için,
"Efendim, okumaya devam edebilir miyim?" diye sordum.
Kendine has ağırlığı ve ciddiyetiyle:
"Buyurun hocam," dedi. "Lütfen devam edin."
Kendimi zor firenleyebildiğim bir heyecanla okuduğum çarpıcı misallerin açıklamalarını büyük bir takdirle yapıyor ve her izahının ardından da:
"Müthiş bir şey. Duymadığım doğrular" diye hislerini belirtiyordu...
Özellikle şu misal, fevkalâde dikkatini çekmişti:
"Hem nasıl ki: Bir hârika şehirde milyonlar elektrik lâmbaları hareket ederek her yeri gezerler. Yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektrik lâmbaları ve fabrikası, şeksiz, bedâhetle elektriği idare eden ve seyyar lâmbaları yapan ve fabrikayı kuran ve iştial maddelerini getiren bir mu'cizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanıttırır; yaşasınlar ile sevdirir. Aynen öyle de, bu âlem şehrinde dünya sarayının damındaki yıldız lâmbaları, bir kısmı kozmoğrafyanın (astronominin) dediğine bakılsa, küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş def'a sür'atli hareket ettikleri halde, intizamını bozmuyor; birbirine çarpmıyor, sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor.
"Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan ve bir misafirhane-i Rahmaniyede bir lâmba ve soba olan güneşimizin yansımasının devamı için her gün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvi yıldızları gaz yağısız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen ve beraber ve çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan ve nihayetsiz kudreti ve saltanatı, ışık parmaklarıyla gösteren bu kâinat şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lâmbaları ve idareleri ne derece o misâlden daha büyük, daha mükemmeldir..."
Henüz misalin sonunu getirmemiştim ki:
"Bu konu çok derin" diye araya girdi. "Ben astronomiyle biraz meşgul oldum. O akıl almaz sırların içine girilince pek çıkılamıyor, boğuyor insanı. Bu misâlde de anlattığı gibi, kâinatta ince bir nizam var. Bu nizamın nasıl ve kim tarafından korunduğu konusuna farklı insanlar tarafından farklı yorumlar getirilmiş.
"Ama şunu ifade etmek isterim ki, ille de bir Allah aramak gerekirse, astronomi ilmi insana çok şeyler anlatacaktır."
Mevzunun bu tarafına kuvvet kazandırmak için,
"Efendim" dedim. "Geçenlerde ilmî bir kitapta (Yıldızların Esrarı, Hüseyin Demirkan. Yeni Asya Yayınları) bu konuda şöyle bir yorum okumuştum, müsadenizle anlatayım:
"Buyurun" der gibi başını salladı.
"Dünya'nın en güçlü optik teleskopu olan Mount Palomar (ABD) Rasathanesindeki 200 inçlik Hâle teleskopunun gözlem sahası içine 800 milyon galaksi girmektedir. Kâinatta ne kadar galaksi olduğu konusunda tahmin yürütmek bile imkânsızdır. Çünkü, kâinatın gözlenebilen kısmının bütün kâinat içinde ne kadar yer işgal ettiği bilinmemektedir. Belki yüz milyar galaksi, belki daha fazla...
"Çoğunluğu 100 milyar dolayında yıldızı ihtiva eden sayısız galaksiler içinde 100 milyardan fazla yıldızı olanlar da vardır. Bu yıdızların bir çoğu ise, güneşimizden binlerce misli büyük devlerdir.
"İçinde bizim bulunduğumuz Samanyolu Galaksisi, bugüne kadar varlığı hesaplanan 100 milyar galaksiden sadece bir tanesidir. Samanyolu galaksisinin yıldız sayısı 200 milyar olarak hesaplanmıştır. Samanyolu galaksisinin çapı ise 100 bin ışık yılıdır. (Işığın bir saniyedeki hızı 300 bin kilometredir.) Saatte bir ucundan diğer bir ucuna gitmeye kalksak, bu seyahati 15 milyar 800 milyon senede tamamlayabilirdik.
"Aynı rota üzerinde ilerleyen iki galaksiden arkadakinin hızı, öndekinin hızından daha fazla olursa, iki dev galaksi milyarlarca yıldızlarıyla birlikte birbirlerine gireceklerdir. Her bir yıldızın birkaç çeşit hareketi olduğu gibi, her galaksi de ayrıca kendi ekseni etrafında dönüş halindedir. Bir galaksinin çapının yüzbinlerce ışık yılıyla ifade edildiği düşünülürse, iki galaksinin birbiri içinden geçmesi, milyarlarca sene alacaktır. Bu sırada yıldızların birbirine çarpması ve intizamlarını bozmaması, insanı ister istemez hayerete düşürmektedir.
"Bu ince ve dakik sırlarla, derin ve akıl almaz hesaplarla aklını acze düşüren bu muhteşem sistemin puan ve programı kimin eseri olabilir?
"Tesadüfün mü? Tabiatın mı? Sebeplerin mi? Yoksa bir Kadir-i Zülcelal'in mi?"
Karşımda beni biraz endişe, biraz da merakla dinleyen "o adam"a tekrar baktım. Suskun ve düşünceliydi.
Devam ettim:
"Ortada birtakım kanunlar vardır. Bu kanunlara büyük bir itinayla uyulmaktadır. Bu kanunları koyup bütün kâinatı bu kanunlara itaat ettiren kimdir?
"Eğer bu plân ve programcının Allah olmadığını iddia edersek, şu görüşleri kabul etmek zorunda kalırız:
"Biricisi: Kâinatın kendi kendine meydana gelmiş olduğunu ileri sürmek için, evvela kâinatın herbir zerresinde bütün kâinatı görüp bilecek ve ona göre vaziyet alacak bir akıl ve bilgi bulunduğunu farz etmek gerekir. Çünkü meydanda aşikâr bir ilim eseri görülmektedir. Eğer bu ilim, bu kâinatı yaratan bir tek mimara verilmezse, kâinatın değil bütün yıldızlarında, hatta bütün zerrelerinde bu ilmin varlığını kabul etmek lâzım gelecektir.
"İkincisi: Kâinatın zerreleri, kendilerinden var olduğunu farz edilen bu akıl ve ilim ile birlikte, aralarında kusursuz bir anlaşma sağlamaları ve milyarlarca sene boyunca bu anlaşmayı bir saniye bile bozmaksızın tam bir ittifak içinde hareket etmeleri icap eder.
"Üçüncüsü: Kâinatın zerreleri, bu kusursuz kanunları meydana getirmek suretiyle kanun koyucu ve hâkim vasfı kazanacaklar, hem de bu kanunlara kendi kendilerini mahkûm edeceklerdir. Hâkimiyetin ve mahkûmiyetin bir şahısda toplandığı dünyada görülmemişken, sayısız kâinat zerrelerinin tümünde birden toplandığı nasıl düşünülebilir?
"Dördüncüsü: Bu faraziye ile, kâinatın her bir zerresinde misilsiz bir fedakârlık hissinin bulunduğunu kabul etmek lâzım gelir.
"Atomlardan, hücrelerden, tohumlardan, galaksilere ve pulsarlara varıncaya kadar kâinatın her köşesinde kendini gösteren böylesine hassas bir nizamın tesadüflerden, sebeplerden ve tabiattan ibaret olduğunu söylemek, aklı başında bir insan için mümkün değildir. Bütün bu intizamlı işlerin arkasında, bir kudret eli görülmektedir.
"Sizce de böyle değil mi, beyefendi?" diye sordum.
"Birşeyler olmalı ya!" diye cevap verdi.
Toros Dağları sohbetimize kucak açmış, o göz kamaştırıcı muhteşem güzellikleriyle her zerresi Allah'ın varlığına bir delil olarak, âdeta "Siz bana baksanız yeter. Ben size binlerce, milyonlarca misaller sunuyorum" demek istiyordu. Pırıl pırıl suların aktığı o yem yeşil manzaralar içinde süren sohbetimiz, bir ikram-ı İlâhî olarak devam ediyordu.