Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Cihad Allah Içindir Ve Allah Yolundadir (1 Kullanıcı)

berat05

Yönetici
Katılım
26 Eki 2007
Mesajlar
7,764
Tepki puanı
1,036
Puanları
163
Yaş
48
Konum
Gönlün olduğu yerde
AL-İ İMRAN: 157- Yemin olsun ki; siz Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah 'dan size ulaşacak rahmet ve mağfiret, öylelerinin dünyada toplayıp biriktirecekleri şeylerin hepsinden daha hayırlıdır.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
İslâm'ın gayesi toprak ele geçirmek değildir. O yalnız bir bölge ve kıta ile yetinmez. İslâm bütün dünyanın saadet ve refahını düşünür. Bütün insanlığa, kendisinin beşeri sistemlerden ve diğer dinlerden daha üstün âlemşumül bir din olduğunu göstermek ister. Bu yüce maksadı gerçekleştirmek için müslümanların bütün güçlerini seferber eder. İşte bu bitmeyen cehd ve uğraşmaya, büyük bir enerji ile çalışma işine ve meşrû bütün yollara başvurma gayretine cihad denir. Yeryüzünde zorbalar, batılın ve fitnenin devamını isteyenler, şirk ve müşrikler ile küfür sistemleri var oldukça, onların yeryüzünde yayacakları kötülüklerine karşı bir emniyet olan cihad da devam edecektir. Bu bakımdan cihadın İslâm'da önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber'e, hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda, "İman ve Allah yolunda cihad'dır." (Tecrîd-î Sarîh Tercümesi, VII, 445), buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın cihadla varlığını sürdüreceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca Allah yolunda savaşanları, gazilik ve şehitlik rütbesine erenleri öven ve onlar için büyük nimetler ve dereceler bulunduğunu haber veren birçok ayet ve hadis vardır.

Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş vukû bulunca sabır ve metanetle savaşırlar. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.): "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Fakat düşmanla karşı karşıya gelirseniz sabrediniz, direniniz. " (Buharî, Cihad, 112, 156, Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud, Cihad, 89) buyurmuştur. Müslümanlar savaş anında Allah'a güvenir ve Allah'ın kendileriyle beraber olduğunu bilirler. Onun şu buyruğunu hiç akıllarından çıkarmazlar. "Ey peygamber; sana da sana tâbi olan müminlere de Allah yeter. " (el-Enfâl, 8/64)





İslâmiyet'e göre cihad, bize harp açanlara (el-Bakara, 2/190) verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara (et-Tevbe, 9/12-13), Allah'a ve ahiret gününe inanmayarak, Allah ve Peygamberin haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı (et-Tevbe, 9/29), yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah'ın dinini hâkim kılmak (el-Bakara 2/19) gayesi ile meşrû kılınmıştır.
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
[GVIDEO]3061666484761581175[/GVIDEO]

Müslüman Olan Bir Yunan ve Alman'ın Anlatımı İle ...

selamun aleykum ablacım emeğine yüreğine saglık gerçekten çok güzel bir paylaşımdı rabbim razı olsun

şuan gençlik degeri olmayan rabbimizin katında hiç bir degeri olmayan insanları örnek alıyorlar ne yazık ki peygamber efendimizi örnek almaktansa yabancı artist ne kadar varsa isimlerini tek tek biliyor ne giyiyorlarsa ne yapıyorlarsa onları örnek alıyorlar... bir sahabe efendimizin ismini söyle desek tek bir cevap yok ne yazık ne yazık... gerçekten güzel bir video rabbim hidayet versin rabbim tövbelerimizi kabul etsin rabbim bizleri affetsin biz öyle peygamberin ümmetiyiz ki peygamber efendimiz şaçlarında bile dahi onlarla aynı olmaktan kaçınmışken şuan bakdıkça hani nerde o peygamber ümmeti şimdi sakallı veya kuranı kerimde emredildiği gibi örtünen insanlar geri kafalı yobaz oluyor ne yazık ki bunu müslüman kardeşlerimiz diyor yazık çok yazık...


rabbimize emanetsin inşallah ablacım
selam dua ve muhabbetle
<<B)>>
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
<<Rabbim yar ve yardımcınız olsun>>


11.jpg
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
MÜ’MİN, HER SEVİYEDE CİHADLA BÜTÜNLEŞEN İNSANDIR Maddî ve manevî cihad, İslâmî hayat

MÜ’MİN, HER SEVİYEDE CİHADLA BÜTÜNLEŞEN İNSANDIR Maddî ve manevî cihad, İslâmî hayat

MÜ’MİN, HER SEVİYEDE CİHADLA BÜTÜNLEŞEN İNSANDIR
Maddî ve manevî cihad, İslâmî hayatın en büyük müeyyidi ve müeyyidesidir. Mü’minlerin hayatında cihad ruhu söndüğü zaman, yavaş yavaş iman ve İslâm aşkı da söner. Etraflarını çepeçevre fitne kıvılcımları, hattâ fitne alevleri sarar; fitneler de hep fitne doğurur ve neticede evleri, sokakları, çarşı ve pazarları hep birer mel’anet yuvası haline gelir de, artık onlar bu korkunç hadiseler karşısında bile en ufak bir reaksiyon gösterme gayreti taşımaz hale gelirler. Ayrıca, kalplerden cihad arzu ve iştiyakının silinmesi nisbetinde vahyin yümün bereketi, ilâhî maksadı anlama aşk ve şevki de kaybolur gider. Çünki, kalpler artık ilham-ı İlahî’nin indiği yerler olmakdan çıkmış, dolayısıyla kişiler de ilâhi esrardan nasipsiz duruma düşmüşlerdir. Böylelerinin geceleri de karanlıktır, gündüzleri de. Zira Allah, sadece cihad vazifesini omuzlayıp, yüce adını azametine uygun olarak yükseltme işini deruhte edenlerin kalplerine tecellî buyurur ve onların içinde yaşadıkları cemiyeti harabezâra çevirmez. Evet, ferdin, ailenin ve topyekün bir cemaatin ma’mûre olması, Allah’ın yüce adının ufkumuzda şehbal açması istikametinde gösterilecek gayretlere bağlıdır. Mü’minler bu mevzûda bir gayret ortaya koyabiliyor ve köy köy, kasaba kasaba dolaşarak Hakkı anlatıyorlarsa, işte bu takdirde Allah o topulumu her bakımdan ihyâ edecek demektir. Eğer bir cemaat de bu ruh ve bu aşkdan mahrum ise, bugün olmasa yarın, yarın olmasa öbür gün cemiyetleri mutlaka başlarına yıkılacak ve kendileri de bu yıkıntının altında kalacaklardır. Tarih, nice aziz kerimlerin neticede zelil ve payidarken payimal oluşlarına şâhidlik etmektedir. Bir zaman krallara taç giydirenler, bir zaman sonra el ayak öpecek duruma düşmüşlerdir. Biz bugün onların arkalarından âyetini okuyor, “Arkada nice cennetler, bağ ve bahçeler bırakıp gittiler.” diyoruz. Bir gün gelir, bizim için de (Allah korusun) aynı şeyi söylerler. Emevînin, Abbasinin, Selçuklunun ve Osmanlının ruhlarına fatiha çekildi. İslâm Aleminin Anadolu sinesindeki son karakolu olan Türk’ün de “ruhuna fatiha” dedirtmek ve bir mezar haline gelmek istemiyorsak, mezarlara has keyfiyetten uzaklaşarak insana yakışır bir canlılık içinde olmak mecbûriyetindeyiz. Allah’ın dinini büyük gördüğümüz ölçüde büyüyecek Allah’ın yüce adının kalplerimizdeki büyüklüğü nisbetinde Allah nazarında kıymetleneceğiz. Aksi durumda, onu hafife aldığımız, anlatma vazifesini ihmal ettiğimiz ve bu mevzûda misyonumuzu tükettiğimiz nisbette de nazar-ı İlâhî’de küçülecek ve yıkılıp gideceğiz.
Aziz olmayı arzu ediyorsanız, Hz. Allah’a kalplerinizde büyük yer verin, O’nu hayatınıza gaye yapın, O’nsuz bir hayata lânet çekin. “Rabbimi sevemeyeceğim, O’nu anlatamayacağım, O’nun emirlerini hayatıma hayat yapamayacağım bir hayat, benim için kabirden daha beterdir; öyle bir hayatı yaşamaktansa, ahiretin koridoru olan kabre girmeyi tercih ederim. Rabbimin kalbimi yıkayan tecellilerinden mahrum bir gönlü sırtımda taşımaktansa, ölmek benim için yeğdir.” deyin ve bu duyguyu, bu anlayışı milletimizin gönlünde ihya edebilmek için, herşeyi ile yıkılmış içtimaî bünyeyi yepyeni bir nesille onarmaya çalışın. İşte o zamandır ki, Allah da sizi yerde süründürmeyecek ve aziz kılacaktır.
Mü’min, dünya-ahiret muvazenesi karşısında neyi nasıl tercih etmesi gerektiğini bilen ve dünyanın fanî, zâil umûru karşısında ahiretin ağırlığını vicdanında hisseden insandır. O, batıp giden şeylerle batıp gitmeyen, ufûl edenlerle beraber ufûl etmeyen Hz. Allah (cc)’la dünya arasındaki tercihinde reyini nereye kullanacağının şuurundadır. Yani o, kurduğu muvazene ile hiç bir zaman bâkî ve sermedi şeyleri, fani şeyler karşılığında heba etmeycektir. Mü’min, dünyaya dünya, ukbâya da ukbâ kadar ehemmiyet verir ve ne yahudi ifratına, ne de hristiyan tefritine düter.
Mü’min için, dünya işleri karşısında zillet göstermek, zillete maruz kalmanın ilk basamağıdır. Dünyayı dünya olma husûsiyetiyle gaye edinenler, neticede, ahireti kaybettikten sonra dünyayı da kaybetmişlerdir. Ölümden korkan, yaşamak zevki nedir bilmez. Cephede, düşman karşısında paniğe kapılıp, hayat endişesi ve yaşama sevgisiyle çareyi kaçmakta bulan kimseler, hayatı da, yaşamayı da kaybetmeye mahkum kimselerdir. Irz ve namasumu korumak için yuvamın başında duracağım diye bir kulübecik içine sıkışarak mukaddes cihadı terkedenler, neticede ellerindeki o kulübeden de mahrum kalırlar. Dûn-himmet olanlar, himmetlerinin düşüp gitmesine taban bulamaz ve baş aşağı yuvarlanıp giderler. Himmetini âlî tutarak, yıldızlarda umranlar kurmayı düşleyenler ise dünyayı iki hükümdara az görürler ve son vasiyetleri de “Attan inmeyesüz” emri olur. Cihanın fethi de, zaten hep onlara müyesser değil midir?
Ölümü hayata tercih edenler ölümsüzlüğün sırrını keşfetmiş ve ebedî yaşama yolunu bulmuşlardır. Dünyanın maddî cazibesi ve güzelliği karşısında, ben dünyamı koruyacağım diye ona dört elle sarılıp, emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münkeri terk ve bu mevzûda misyonlar kurmayı ihmal edenlere gelince, böyleleri kendileriyle beraber bütün bir nesli de öldürmüş ve insanımızın başına ardı arkası gelmeyen gailelerin açılmasına sebebiyet vermişlerdir.
Bu gailelerin ortadan kalkması, Hakikat-ı Ahmediye ve Kur’ân hakikatlarının yaşanır hale gelmesi, mü’minin cihadına bağlıdır. Sokaklar, mü’minin cihadıyla saadete erecek, dünyayı kana boğan anarşi mü’minin cihadıyla yeryüzünü terkedecek, insanlık huzuru, mutluluğu mü’minin cihadıyla tadıp tanıyacak ve cennet, yine mü’minin cihadıyla yere inmiş olacaktır. Mü’min işte böyle ulvî bir gaye ve ideal uğruna yola çıkan insandır. Belki gayesine ulaşacak, belki de ulaşamayacaktır ama her iki halde de, Cenab-ı Hakk’ın rahmeti onu kucaklayacak ve o, davaları uğruna ölmüş kutlularla, rahmetin eteklerinden tutunmuşlarla beraber haşrolacaktır.
Mühim olan neticeye varmak değil, hak yolda olmaktır. Zaten, herkesin aynı ölçüde hedefe ulaşması da, söz konusu değildir. Ne var ki herkes, hedefe varma duygu ve düşüncesiyle hareket etmeli ve Allah’ın rızasını tahsile bu yolla çalışmalıdır. Hedefe varma ve ulaşma ise, Cenab-ı Hak kime takdir etmişse ancak onun payına düşecektir.
Osman Gazi, Söğüt’de, dala tutunup, kelebek olma devresini bekleyen bir kurtcuk heyecanıyla, içinde yaşattığı ümniye ve idealleriyle çırpındı durdu. Ancak, onun senelerce sancısını çektiği ideal, Yavuz’la, Kanunîyle tahakkuk etti. Fakat her iki devre arasında atılan adımlar, esasen elde edilen netice kadar mühimdi ve Allah katında aynı değer ve kıymete sahipti. Hepsinin yaptığı da, mukaddes cihaddı ve bu cihada katılanların her biri, mücahid defterine yazıldı.
Ata binen, atını tımar eden, sadağını bağlayıp, yayını, okunu sırtlayan, diyar-ı küfre müslümanlığı duyurmak gayesiyle şedd-i rihal yapan herkes, mücahidler listesine kaydoldu. Onlarla Mercidabık ve Ridaniye ovasında savaşlar veren hükümdar arasında ve yine onlarla, bütün Afrika’yı sıcak denizi, soğuk denizi hakimiyeti altına alıp, yeryüzünde muvazene unsuru olan ve turra basıp, hüküm esen cihan hükümdarı arasında fark yoktur. Çünkü hepsi aynı hakikat istikametinde adım atmışlardır.
İnsanlığın gayyanın dibine düştüğü, ahlâken sükut ettiği, anarşinin dört bir yanda kol gezdiği ve milletin kendi neslinden tedirgin ve rahatsız olduğu şu günlerde, yeni bir dünyanın kurulması gerektiğine inanıyoruz. Muhabbet fedailerinin kuracağı bu dünya, bütün insanlığa huzur ve sulh getirecek, onların ebedî teminatının kaynağı, esası ve mesnedi olacaktır. Bunu kurma yolunda atılan her adım mukaddes ve gösterilen en küçük gayret dahi Hakk katında mübecceldir. Eğer atacak bir adımınız varsa, bunu, tek soluğunuzu dahi heba etmeden, Allah’ın yüce adını yüceltmek için bu mevzuda size düşen vazifeyi yapma istikametinde atın. Allah’a giden yolda meleklerle yarışın ki, Allah da sizi aziz etsin ve Kendi katına yükseltsin. Bu yarışı tamamlayamadan ölseniz dahi, ipi göğüslemiş muamelesi görecek ve gayretinizin en küçüğü dahi heba olmayacaktır.
Bu hakikatı Kur’ân bize şöyle anlatır: “Evinden, Allah’a ve peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah’a düşer. Allah, Ğafûr ve Rahimdir.” (Nisa, 4/100)
Bir kimse muhacir olarak evinden ayrılır da, sonra eceli gelir yolda vefat ederse, Allah (cc) onun ecrini tesbit eder, yazar ve onu hicret sevabından mahrum bırakmaz.
Kalplerin Allah’a ve Allah’a imana muhtaç olduğu o günlerde herkes, her taraftan bu âb-ı hayat ve bu şerbetin menbaı olan Medine’ye doğru akıp akıp geliyordu. Nice gedâ, Medine’ye, Hz. Muhammed (sav)’e doğru azm-i rah etmiş, buzdan dağlar çözülmeye yüz tutmuş ve bu istikamette çığlar meydana gelmişti. Kalpler bir bir erimiş ve düşmanlar, dost oluvermişti... Cündüp b. Damre de bunlardan bir tanesiydi. “Ben de artık Medine’ye gitmeliyim”, demiş ve bir kama gibi küfrü yararak dışarı çıkmıştı. Uzaktan uzağa Medine’den gelen esintiler yüzüne çarparken, bir hastalık kendisini kıskıvrak yakaladı. Daha ileriye gidemedi. Sonra vefat edeceğini anlayınca, ciddî bir teessür ve tahassür içinde iki elini birden kaldırdı: “Ey Rabbim! Bunlardan birini Kendi elin, diğerini de Peygamberin’in eli kabul eyle. Ben bu iki elimi yan yana getiriyor ve Hz. Muhammed (sav) Sana ne üzere biat etmişse, ben de Sana aynısıyla biat ediyorum.” dedi ve vefat etti. Durumu, gelip Efendimize naklettiler. Sahabî, “Cündüp muhacir olamadı, hicretin sevabını alamadı” diyordu. Bunun üzerine, bu âyet nazil oldu. Ayet, Cündüb’ün muhacirînden olduğu müjdesini veriyordu. Evinden Allah ve Rasûlullah aşkıyla çıkan, yol meşakkatine katlanan ve sonra hastalık tarafından kıskıvrak yakalanan, vefat ederken de vasıl olamamanın teessürünü vicdanında taşıyan Cündüp b. Damre, aynen diğer muhacirler gibi hicret sevabına nail olmuştu. Doğrunun yolunda olmak da doğruluktur. Doğruya götürücü yollar da mukaddestir. Herkes Ka’be’ye varamayacak, etrafında tavaf edemeyecek, Hacerü’l-esved’e yüz süremeyecek ve Arafat’ta günahlardan arınma imkânını bulamayacaktır. Ama bir insan, bu yola girme ve bu işleri yapma aşkını taşıyorsa ve bunun dertlisiyse, Rahmaniyet ve Rahimiyeti sonsuz olan Allah (cc), böyle iştiyaklı bir gönlü müştâk olduğu şeylerle doyuracak ve onu mahrum bırakmaycaktır. Herkes, bu mücadelede küçüklüğüne, büyüklüğüne bakmadan bir iş yapmalıdır. Zira, Allah yolunda yapılan işlerin küçüğü de büyüğü de farksızdır. Allah (cc), küçüğün küçük işini bu noktada büyük kabûl eder. Binaenaleyh, “Sizin tarif ettiğiniz ma’nâda kavga veremem, irşad ve tebliğde anlatılan meseleleri anlatamam, ciddî mâlî yükler altına giremem, bu işin altından kalkamam” gibi mazeret ileri sürenler bilsinler ki, bir kaşıkla da olsa bu örfaneye iştirak eden insan, hiç farkına varmadan belki deryalarla, ummanlarla iştirak edenler gibi sevap kazanacaktır.
Şanlı Devlet-i Âliye döneminde her paşa ve padişah için, memleketinde bir sadaka-i câriye yapıp, ahirete öyle gitme, en büyük ideal ve ümniye idi. Bu sebeple, fethedilen yerlerde her biri bir cami, bir külliye veya bir şifâhane yapıp gitti. Ecdâdımız, kendi devirlerinin kültürünün gerektirdiği müesseseleri kurdular. İnsan nerde neyi tahsil ederse etsin, ama, Rabbiyle her zaman irtibatlı olsun diye camisiz yer bırakmadılar. Zira camisizlik, cemaatsizlik; cemaatsizlik de, Allah’tan uzaklaşma demektir. Bu sebeple ecdadımız, yapılan her müessesenin yanına bir de cami yapmıştır.
İşte bu düşünce Kanunî’ye de Süleymaniye Camiini yaptırdı. Ancak o, yaptıracağı eserin yalnız kendi defterine kaydolmasını arzu ediyor ve Rabbi’ne böyle bir armağan takdim etmek istiyordu. Onun için, ustalara sıkı sıkıya tenbihatta bulundu ve “Kimseden yardım kabul etmeyin” dedi. Cami duvarları her gün yükseledursun, karşıdan bu camii mahzun mahzun seyreden bir nine vardı. İnekleriyle başbaşa, onların sütüyle geçinen bu yaşlı kadın, inkisar içinde kendi kendine, “Ey Allahım, Kanunî’ye servet verdin, malk-mülk verdin, Senin uğrunda bir cami yaptırıyor. Bu fakir kuluna birşey vermedin; ne yapayım da, ben de Senin rızanı kazanayım. Benim elimden böyle işler gelmez. Elimden gelen, ustalara bir tas yoğurt ikram etmekdir.” der ve ustalara müracaat eder. Onlar, padişahın izni olmadığını söylerlerse de, kadının ısrarına dayanamayıp, yoğurdu alıp yerler. Büyük hükümdar, o gece rüyada, yaptığı işin mizanda tartıldığını görür. Terazinin bir kefesine Süleymaniye camii, diğerine ise bir tas yoğurt konulmuş ve yoğurt, camiden ağır basmıştır. Sabah olur; Kanunî, ayakları titreye titreye ustaların yanına gelir: “Ne yaptınız, kimden ne aldınız?” diye sorar. “Yaşlı bir nine geldi; çok ısrar etti; yalvarıp yakarmalarına dayanamadık ve bir tas yoğurt aldık.” derler. İşte, Süleymaniye’ye ağır basan yaşlı kadının o bir tas yoğurdudur. Kanunî, gördüğü rüyayı oradakilere nakleder.
Evet, Hakk’ın rızası istikametinde amelin küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Belki o istikamette zerre, batmanlara üstün gelir. Bazan o yolda atılan bir adım, insana öyle yümün ve bereket getirir ki, insan onunla ebedî hayatını ma’mur eder. Onun için, halis bir niyetle kendinizi Allah yoluna veriniz. Elinizden geleni kullanınız. Barutunuzu son atımına kadar atınız. Allah’ın inayeti mutlaka sizinle beraberdir; bunda şüpheniz olmasın.
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Cihad en kârlı ticarettir

Cihad en kârlı ticarettir

CİHAD EN KÂRLI TİCARETTİR

Allah (cc) bizi, en kazançlı ticarete davet ederken şöyle demektedir:
“Ey iman edenler! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak ticareti size haber vereyim mi? Allah’a ve peygamberine inanır ve Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihad edersiniz. Bilseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (Saff, 10-11)

Yani, “Ey iman edenler! Sizi öyle bir ticarete çağırıyorum ki, siz o ticareti yapmakla, canınızı yakacak azaplardan kurtulmuş olacaksınız. Allah’a ve Rasûlü’ne gönülden inanın ve Allah yolunda malınızla canınızla mücahede edin. Bu ticaretin en büyüğüdür. Sizi dünya ve ahirette azaptan kurtaracak tek ticaret de budur. Bu yolda sizin soluklarınız ibadet, nefesleriniz tesbihattır. Attığınız her adımda cihad sevabı alırsınız. Zira, kendinizi Rabbinize adamış ve Allah’a bağlanmışsınız”.

Efendimiz de bu hususta şöyle buyurmaktadır:

“Kendinizi Allah’a adadığınız bir gün, dünya ve dünya üzerindeki her şeyden daha hayırlıdır. Bu gayeyle kullandığınız kamçının cennetteki yeri, dünya ve dünya üzerindeki her şeyden daha hayırlıdır. Bir sabah ve akşam cihada gidiş, dünya ve üzerindeki her şeyden daha hayırlıdır”.

Evet, cihad, dünyanın bütün saltanat ve debdebesinden, maddî-manevî bütün füyuzat hislerinden, velîlikten, keşiften ve kerametten, insanların içini okumaktan, burada iken Kâbe’de namaz kılmaktan, elini sokup insanın kalbiyle oynamaktan ve velâyetteki en âlî makamlardan daha hayırlıdır. Zira cihad, insanın ses ve soluğuna kudsiyet kazandırır. Ona şu ölümlü dünyada ölümsüzlüğün sırrını keşfettirir. Zaten ölüme mecburen gittiğimiz şu dünyada ölmeme sırrını araştırmak, insanlığın muktezasıdır. Onu kaybetmeyen herkes, bunu araştıracaktır. Ölümsüzlüğü bulmanın tek çaresi ise, fani şeyleri Bakî’nin yolunda sarfetmektir. Allah (cc): “Allah, mü’minlerden cennet karşılığında mal ve canlarını satın almak istiyor.” buyurmaktadır (Tevbe, 111). Ehlullahtan bir zat, kendi canını üç defa Allah’tan satın aldığını söyler. Her defasında ağırlığınca gümüşü Allah yolunda sarfeder. Bunu yaparken de, “Allahım, benim asıl kıymetim bu kadar da değildir; ama kendime kıymetimden fazlasını ödedim ve senin yolunda kendimi şu kadar gümüşe sattım” der. İşte Allah (cc), tatlı bir mukabele ile sizi böyle bir alış-verişe davet ediyor.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt