YUNUS 62-64 TEFSİRİ
Fahreddin Razi Tefsir-i Kebir:
“Haberiniz olsun kî Allah’ın velileri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar iman edip, takvaya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da âhirette de onlar için müjdeler var. Allah’ın kelimelerinde asla bir değişme söz konusu değildir, işte bu, en büyük saadetin ta kendisidir." (Yûnus, 62-64).
... Allah Teâlâ, bunun peşi sıra, muhlis, sâdık ve sıddîkların hallerini açıkladı. Bu haller, işte bu ayette zikrediliyor.
... “Veli”nin kim olduğu meselesini, hem Kur’ân, hem hadis, hem eser, hem de akıl gösterir. Bunun Kur’ân’dan delili, Hak Teâlâ’nın bu ayetteki:
“Onlar iman edip, takvaya ermiş olanlardır” beyanıdır. ‘İman etmek” kelimesi nazarî kuvvetin (tefekkür kuvvetinin) mükemmelliğine, “takvaya ermek” tabiri de amelî kuvvetin mükemmelliğine işarettir. Burada bir başka husus da, imanın, ittkad ve amelin toplamına hamledilmesidir.
Sonra biz “velî”yi, bütün bu hususlarda ittikâ sahibi olarak tavsif ederiz. Takva, ilim hududunda olur ve o hududu aşar. ... Böylece o kimsenin devamlı olarak havf ve takva makamında olmuş olduğu sâbıt olur.
Veli’nin kim olduğunun, hadisden delilleri pek çoktur:
Hz. Ömer (r.a), Hz. Peygamber (s.a.s)’in: ‘‘Onlar, aralarında bir akrabalık ve alıp-verecekleri bir mal olmadığı halde, birbirlerini Allah için seven kimselerdir. Allah’a yemin olsun ki onların yüzleri nurdur ve insanlar korkup hüzünlendikleri zaman, onlar korkup hüzünlenmezler” dediğini ve bu ayeti okuduğunu rivayet etmiştir.
Yine, Hz. Peygamber (s.a.s)’in: “Onlar öyle insanlardır ki onları görenler, Allah’ı hatırlarlar” buyurduğu rivayet edilmiştir. Muhakkik âlimler şöyle derler: “Bunun sebebi şudur: Onlarda görülen, huşu ve huzû alâmetlerinden ötürü, bir de Hak Teâlâ onlar hakkında, “Secde izinden nişanlan yüzlerindedir” (Fetih, 29) buyurduğu için, onların bütün bakıp müşahede edişleri, ahireti hatırlamaya yöneliktir.
Bunun eserden deliline gelince, Ebû Bekr el-Esamm şöyle demiştir: “Allah’ın velileri, Allah’ın aklî delili ile kendilerini hidayete erdirmeyi deruhte ettiği, kendilerinin de Allah’a kulluğu ve O’nun yoluna davet etme işini deruhte ettikleri kişilerdir.”
... Allah’a mekân ve cihet bakımından yakın olmak imkânsızdır. O halde ona yaklaşmak, ancak insanın kalbi, Hak Teâlâ’yı bilmenin nuruna gark olduğunda olur. Bu kimse, baktığında, Allah’ın kudretinin delillerini görür; dinlediğinde Allah’ın ayetlerini dinler; konuştuğunda, Allah’ı sena eder; hareket ettiğinde, Allah’a kulluk ve hizmet için hareket eder, çalışıp çabaladığında, Allah’a taat için çalışıp çabalar. İşte bu şekilde de, Allah’a son derece yaklaşmış olur. İşte bu şahıs, Allah’ın velîsidir. İnsan böyle olduğunda, Allah da onun dostu ve velîsi olur. Nitekim Hak Teâlâ, “Allah imân edenlerin velîsi (yardımcısı)dır. Onları karanlıklardan nura çıkarır” (Bakara 257) buyurmuştur. Durumun da böyle olması gerekir. Çünkü yakınlık, ancak iki taraflı olur.
...
Bazı muhakkikler şöyle demişlerdir: “Veliler için, korku ve hüznün olmamasının söylenmesi, ya onlar bu dünyada iken olur, yahut ahirette iken olur.
...
Bazı arifler şöyle demişlerdir: “Velayet (velîlik), yakınlık demektir. O halde Allah’ın velisi, Allah’a çok yakın olan kimsedir.” Bu izahı biz, “Allah’dan başka hiç birşey kalbine gelmeyecek şekilde, insanın marifetullah’a gark olması” diye açıklamıştık. İşte bu durumda tam velilik tahakkuk eder. Ne zaman bu hal tahakkuk etse, bu halin sahibi hiçbir şeyden korkmaz ve hiçbir şeye üzülmez. ... Halbuki Allah’ın celâl nuruna dalmış olan kimse, Allah’ın dışındaki her şeyden bî-haberdir. Dolayısıyla onun için, ne bir korku, ne de bir hüzün söz konusudur. İşte bu son derece yüce bir derecedir ki onu tadmayan bilemez. Sonra insandan bu hal zail olunca, diğer insanlarda olduğu gibi, maddî-dünyevî haller sebebiyle ona korku, hüzün, ümid ve arzu halleri de gelebilir.
...
Muhakkik âlimlerin çoğu “Kıyamet meydanında, mükâfat ehli için bir korku söz konusu değildir” demişler ve görüşlerine hem “Haberiniz olsun ki Allah ‘m velileri için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir” ayetini, hem de “O en büyük korku bunları asla tasaya düşürmez..”(Enbiya. 103) ayetini delil getirmişlerdir.
...
Hak Teâlâ’nın “Dünya hayatında da. âhirette de onlar için müjdeler var” ifâdesi ile ilgili bazıgörüşler vardır. Şöyle ki:
1) Bu müjdeden maksad, sâlih rüyadır. Hz. Peygamber (s.a.s)’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Büşrâ (müjde), müslümanm kendisinin gördüğü veya senin, onun için gördüğün salih (güzel) rüyadır,”
...
Bil ki ayetteki, “büşrâ” tabirini “sâdık rüya” manasına aldığımızda, ayetin zahiri bu halin ancak veliler için söz konusu olmasını gerektirir. Akıl da buna delalet eder. Çünkü Allah’ın velisi, kalbi ve ruhu zikrullaha gömülmüş kimsedir. Binâenaleyh kim böyle olur ise, uyurken de ruhunda sadece marifetullah bulunur. Marifetullah’ın ve Allah’ın celâlinin nurunun da, ancak hakkı ve doğruluğu göstereceği malumdur. ... Cenâb-ı Hak, hasr ve tahsîs yolu ile (sadece onlara âit olduğunu belirterek) “Dünya hayatında da, ahirette de büşrâ onlar içindir” buyurmuştur.
2) Büşrâ, insanların bir kimseyi sevip, güzel bir medh-ü sena ile onu övmeleridir. Ebu Zerr (r.a)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ya Resulallah, bir kimse Allah için amel ediyor ve insanlar da o kimseyi seviyorsa (onun hakkında) ne buyurursunuz?” dedim, Hz. Peygamber(s.a.s) de: “İşte bu, müminin büşrasının (müjdesinin) peşin olarak verilmesidir” buyurdu.”
... Binâenaleyh herhangi bir kemâl sıfatı ile muttasıf olan kimse, herkesin sevdiği insan olur. Kul için, kalbinin marifetullaha; dilinin, zikrullaha; bütün uzuvlarının, Allah’a kulluğa dalmasından daha yüce ve kıymetli bir kemâl (olgunluk-yücelik) yoktur. Dolayısıyla kendisinde bunlardan birisi bulunan kimseyi, diller över durur. Kalbler, onu sevme fıtratı üzere yaratılmıştır. Bu kıymetli sıfatlar ne kadar çok olursa, o sevgi de o nisbette güçlü olur. Hem sonra. marifetullahın nuru, bizatihi kendisine hizmet edilen bir şeydir. Binâenaleyh hangi kalbte o mevcûd olursa, sahibi tabiî olarak hizmete layık olur.
3) el-Büşrâ (müjde), onlar ölürken tahakkuk eden müjde, iyi haber demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak, “Onların üzerlerine, “Korkmayın, tasalanmayın, vaad olunduğunuz cennetle sevinin” diye melekler inecektir” (Fussiiet, 30) buyurmuştur.
Ahiretteki müjde ise, meleklerin onlara vermiş olduğu selâmdır. Nitekim Allah “melekler de her bir kapıdan onların yanına girecek ve şöyle diyeceklerdir: “Sabrettiğiniz şeylere mukabil, sizlere selâm...” (Rad, 23-24) buyurmuştur.
Yine, ahiretteki müjde, Allah’ın onlara selâm vermesidir. Nitekim O, “Çok merhametli Rab’den bir de sözle olan bir selâm (var)dır” (Yasin. 58) buyurmuştur. Bu konuya, Cenâb-ı Hakk’ın, Kur’ân’da bahsettiği, yüzlerinin beyazlığı, amel defterlerinin kendilerine sağdan verilmesi ve ahirette sevindirici hallerle karşılaşmaları da dahildir ki, bütün bunlar verilen müjdeler cümlesindendir.
4) Bu, Allah Teâlâ’nın, kitabında; ve peygamberlerinin de lisanıyla muttaki olan kullarına müjdelemiş olduğu cenneti ve bol mükâfatıdır. Bunun delili; “Rableri onlara rahmetini, rızasını... müjdeler”(Tevbe) ayetidir.
Bil ki “beşaret” kelimesi, eseri ve etkisi kişinin yüzünde meydana gelecek sevindirici haber manasından türemiştir. Binâenaleyh, böyle olan her şey, bu ayetin muhtevasına girer. Yukarda bahsedilenlerin tamamı, bu sıfatta müşterektirler. Dolayısıyla, hepsi de bu müjdenin içine dahil olur.
Daha sonra Cenâb-ı Hak, Allah’ın dostlarının sıfatını zikredip, onların durumlarını iyice ortaya koyunca, “Allah’ın kelimelerinde asla bir değişme söz konusu değildir” buyurmuştur ki, bu, “Bu kelimelerden caymak söz konusu değildir” demektir.
Kelime ve kavi lafızları, aynı anlamdadır. Bu ayetin bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk’ın, “Benim yanımda söz değiştirilmez” şeklindeki ayetidir.
...
Daha sonra Cenâb-ı Hak, bunun en büyük kurtuluş ve mutluluk olduğunu beyân buyurarak, “işte bu, en büyük saadetin ta kendisidir” buyurmuştur. Bu, “orada herhangi bir yere baktığın zaman, bir nimet, büyük bir saltanat, mülk görürsün “ ayeti gibidir.