Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

büyüklerimiz...FOTOĞRAF TOPLU HALDE... (1 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Ebu Musa el-Eş’arî’den rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: «Kuşkusuz ki Allah’ın bazı kulları vardır ki onlar peygamber değillerdir, şehid de değillerdir. Ancak peygamberler de, şehidler de onların meclislerinden ve Allah’a yakın olmalarından dolayı onlara gıpta ederler».
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Bir bedevi «Ey Allah’ın Rasûlü! Onların özelliklerini bize tanıt» deyince Hz. Peygamber (s.a).şöyle dedi:

«Onlar insanların, dünya mertebesi yönünden düşük kabilelerinden ayrılmış, aralarında yakın bir sıla-i rahim olmayan, sadece Allah için seven, Allah için dost olan kimselerdir. Onlar için kıyamet gününde nurdan tahtlar konulacak ve onlar da o tahtlar üzerinde oturacaklardır. O gün insanlar korku içindeyken, onlar korkmazlar. îşte onlar Allah’ın veli kullandır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.» (İmam Ah-med, İbn Ebi Hatim, Beyhakî)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
YUNUS 62-64 TEFSİRİ

İmam Kurtubi El Camiu li Ahkam Tefsiri:

62. Haberiniz olsun kî, Allah’ın velilerine hiç bir korku yoktur, onlar kederlenecek de değillerdir.

Yüce Allah’ın dost edindiği, kendisini korumayı ve himayeyi üzerine aldığı ve razı olduğu kimse, kıyamet gününde korkmaz ve üzülmez. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz kendileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar, işte onlar oradan ‘yani cehennemden’ uzaklaştırılmışlardır.. En büyük korku onları kederlendirmez.” (el-Enbiyâ)

Said b. Cübeyr’in rivayetine göre de Rasûlullah (sav.Va: Allah’ın velileri kimlerdir? diye sorulmuş, o da: “Görüldüklerinde Allah’ın hatırlandığı kimselerdir” diye cevap vermiştir.

Bu âyet- kerime hakkında Ömer b, el-Hattab da şöyle demektedir:

Ben, Rasûlullah (sav)’ı şöyle buyururken dinledim: “Allah’ın kullan arasında Öyle kimseler vardır ki onlar ne peygamberdir, ne de şehiddirler. Fakat peygamberler de, şehidler de kıyamet gününde yüce Allah’ın nezdindeki üstün mevkiileri dolayısıyla onlara gıpta ederler.” “Ey Allah’ın Rasûlü! Bize onların kim olduklarını ve amellerinin ne olduğunu bildir”, denildi. “Belki böylelikle onları severiz.”

Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Bunlar, aralarındaki akrabalık bağları ve alış veriş ettikleri mallar olmamakla birlikte Allah için bir birbirlerini seven kimselerdir. Allah’a yemin ederim, onların yüzleri bir nurdur. Ve şüphesiz onlar nurdan minberler üzerinde olacaklardır. İnsanlar korktuklarında onlar korkmayacak, insanlar kederlendiklerinde onlar kederlenmeyeceklerdir.” Daha sonra Hz. Peygamber: “Haberiniz olsun ki, Allah’ın velilerine hiç bir korku yoktur, onlar kederlenecek de değillerdir” âyetini okudu.

Ali b. Ebi Talib (r.a) da dedi ki:

Allah’ın velileri, uykusuzluktan yüzleri sararmış, ibret almaktan gözleri kamaşmış, açlıktan karınları nerdeyse sırtlarına yapışmış, susuzluktan da dudakları kırışmış kimselerdir.

Onlar İçin hiç bir korku yokturbuyruğundan kasıt, geriye bıraktıkları zürriyetleri hususunda (korkmayacaklarıdır). Çünkü, yüce Allah onlara riâyet eder. “Onlar kederlenecek de değillerdir.” Yüce Allah, gerek dünyalarında, gerekse âhiretlerinde onlara dünyalıklarının karşılığını vereceğinden dolayı kederlenmezler. Çünkü onların gerçek dostları ve yardımcıları O’dur.

63. Onlar iman edip takvâlı davrananlardır.

İşte bu da yüce Allah’ın dostlarının, velilerinin niteliğidir. ... “Takvâlı davranmaları”ndan kasıt ise şirk ve masiyetten sakınmalarıdır.

64. Onlar için dünya hayatında da âhirette de müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişiklik olmaz. İşte bu, en büyük kurtuluşun tâ kendisidir.

“Onlar için dünya hayatında da... müjde vardır” buyruğu ile ilgili olarak Ebu’d-Derdâ’dan şöyle dediği nakledilmektedir:

Rasûlullah (sav)’a bu buyruk hakkında sordum, şöyle buyurdu: “İndirildiğinden bu yana buna dair senden başka bana soru soran olmadı. Buradaki “müjde”den kasıt, müslümanın gördüğü, yahut ona gösterilen salih (gerçek çıkan) rüyadır.” Bu hadisi Tirmizî, Câmi’i’ nde rivayet edilmiştir.

ez-Zührî, Ata ve Katade de şöyle derler:

Buradaki müjdeden kasıt, meleklerin Ölüm esnasında dünyada iken mü’mine verdikleri müjdedir.

Muhammed b. Ka’b el-Kurazî’den de şöyle dediği nakledilmektedir:

“Mü’min kulun canının çıkmasına yakın bir zamanda ölüm meleği gelir ve şöyle der: “Ey Allah’ın velisi, sana selam olsun, Allah sana selam gönderdi” der, sonra da Muhammed b. Ka’b, şu: “Onlar ki, melekler hoş ve temiz olarak ruhlarını alırken: Selam size... derler” (Nahl, 16/32) âyetini okudu. Bunu, İbnü’l-Mübârek zikretmektedir.

Katade ve ed-DahMk da derler ki: “Bu müjdeden kasıt, ölmeden önce nereye gideceğini bilmesidir.”

el-Hasen ise şöyle der: “Bu, yüce Allah’ın, Kitab-ı Keriminde kendilerine cennetine ve bol mükâfaatına dair vermiş olduğu müjdedir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Rableri, onları, katından bir rahmet, hoşnutluk... ile müjdeler (et-Tevbe, 9/21); ‘İman edip Salih amel işleyenlere de şunu müjdele; gerçekten onlar için... cennetler vardır” (.el-Bakara, 2/25); “Ve size va’dolunan cennet müjdesiyle sevinin...” (Fussilet, 41/30)

İşte bundan dolayı: “Allah’ın sözlerinde asla değişiklik olmaz” diye buyurulmaktadır ki, “va’dinden caymaz” demektir. Çünkü O, vaadlerini sözleriyle dile getirir.

“Âhirette de” buyruğu ile kabirlerinden çıktıklarında cennetlik olduklarına dair müjde verilir, anlamına geldiği söylendiği gibi, ruh cesetten çıktığı vakit, Allah’ın rıza ve hoşnutluğu ile müjdelenirler”, dîye de açıklanmıştır.

Ebu İshâk es-Sa’lebî nakleder: Ben, Ebu Bekr Muhammed b. Abdullah el-Cevzakî’yi şöyle derken dinledim:

“Hafız Ebu Abdullah’ı, rüyamda üzerinde Taylasandan bir kaftan ve sarık sarınmış olduğu halde bir katıra binmiş olarak gördüm. Ona selam verip: "Hoş geldin dedim. Bizler hâlâ seni anmaya, senin güzelliklerini zikretmeye devam edip duruyoruz." O da: "Biz de hâlâ seni anmaya, senin güzelliklerini zikretmeye devam edip duruyoruz", dedi Yüce Allah: “Onlar İçin dünya hayatında da âhirette de müjde vardır” diye buyurmaktadır. Buradaki müjdeden kasıt, güzel şekilde övülerek kendisinden söz edilmesidir, deyip eliyle işarette bulundu: “Allah’ın sözlerinde asla değişiklik olmaz” yani, O’nun va’dinden cayma olmaz.

Haberlerinde değiştirme olmaz”, anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani, “verdiği haberleri herhangi bir şey ile nesh etmez ve O’nun haberleri ancak haber verdiği şekilde gerçekleşir.”

İşte bu, en büyük kurtuluşun tâ kendisidir.” Yani, Allah’ın velilerinin, gerçek dostlarının vardığı sonuç, büyük kurtuluşun tâ kendisidir
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
YUNUS 62-64 TEFSİRİ

Fahreddin Razi Tefsir-i Kebir:

Haberiniz olsun kî Allah’ın velileri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar iman edip, takvaya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da âhirette de onlar için müjdeler var. Allah’ın kelimelerinde asla bir değişme söz konusu değildir, işte bu, en büyük saadetin ta kendisidir." (Yûnus, 62-64).

... Allah Teâlâ, bunun peşi sıra, muhlis, sâdık ve sıddîkların hallerini açıkladı. Bu haller, işte bu ayette zikrediliyor.

... “Veli”nin kim olduğu meselesini, hem Kur’ân, hem hadis, hem eser, hem de akıl gösterir. Bunun Kur’ân’dan delili, Hak Teâlâ’nın bu ayetteki:

“Onlar iman edip, takvaya ermiş olanlardır” beyanıdır. ‘İman etmek” kelimesi nazarî kuvvetin (tefekkür kuvvetinin) mükemmelliğine, “takvaya ermek” tabiri de amelî kuvvetin mükemmelliğine işarettir. Burada bir başka husus da, imanın, ittkad ve amelin toplamına hamledilmesidir.

Sonra biz “velî”yi, bütün bu hususlarda ittikâ sahibi olarak tavsif ederiz. Takva, ilim hududunda olur ve o hududu aşar. ... Böylece o kimsenin devamlı olarak havf ve takva makamında olmuş olduğu sâbıt olur.

Veli’nin kim olduğunun, hadisden delilleri pek çoktur:

Hz. Ömer (r.a), Hz. Peygamber (s.a.s)’in: ‘‘Onlar, aralarında bir akrabalık ve alıp-verecekleri bir mal olmadığı halde, birbirlerini Allah için seven kimselerdir. Allah’a yemin olsun ki onların yüzleri nurdur ve insanlar korkup hüzünlendikleri zaman, onlar korkup hüzünlenmezler” dediğini ve bu ayeti okuduğunu rivayet etmiştir.

Yine, Hz. Peygamber (s.a.s)’in: “Onlar öyle insanlardır ki onları görenler, Allah’ı hatırlarlar” buyurduğu rivayet edilmiştir. Muhakkik âlimler şöyle derler: “Bunun sebebi şudur: Onlarda görülen, huşu ve huzû alâmetlerinden ötürü, bir de Hak Teâlâ onlar hakkında, “Secde izinden nişanlan yüzlerindedir” (Fetih, 29) buyurduğu için, onların bütün bakıp müşahede edişleri, ahireti hatırlamaya yöneliktir.

Bunun eserden deliline gelince, Ebû Bekr el-Esamm şöyle demiştir: “Allah’ın velileri, Allah’ın aklî delili ile kendilerini hidayete erdirmeyi deruhte ettiği, kendilerinin de Allah’a kulluğu ve O’nun yoluna davet etme işini deruhte ettikleri kişilerdir.

... Allah’a mekân ve cihet bakımından yakın olmak imkânsızdır. O halde ona yaklaşmak, ancak insanın kalbi, Hak Teâlâ’yı bilmenin nuruna gark olduğunda olur. Bu kimse, baktığında, Allah’ın kudretinin delillerini görür; dinlediğinde Allah’ın ayetlerini dinler; konuştuğunda, Allah’ı sena eder; hareket ettiğinde, Allah’a kulluk ve hizmet için hareket eder, çalışıp çabaladığında, Allah’a taat için çalışıp çabalar. İşte bu şekilde de, Allah’a son derece yaklaşmış olur. İşte bu şahıs, Allah’ın velîsidir. İnsan böyle olduğunda, Allah da onun dostu ve velîsi olur. Nitekim Hak Teâlâ, “Allah imân edenlerin velîsi (yardımcısı)dır. Onları karanlıklardan nura çıkarır” (Bakara 257) buyurmuştur. Durumun da böyle olması gerekir. Çünkü yakınlık, ancak iki taraflı olur.

...

Bazı muhakkikler şöyle demişlerdir: “Veliler için, korku ve hüznün olmamasının söylenmesi, ya onlar bu dünyada iken olur, yahut ahirette iken olur.

...

Bazı arifler şöyle demişlerdir: “Velayet (velîlik), yakınlık demektir. O halde Allah’ın velisi, Allah’a çok yakın olan kimsedir.” Bu izahı biz, “Allah’dan başka hiç birşey kalbine gelmeyecek şekilde, insanın marifetullah’a gark olması” diye açıklamıştık. İşte bu durumda tam velilik tahakkuk eder. Ne zaman bu hal tahakkuk etse, bu halin sahibi hiçbir şeyden korkmaz ve hiçbir şeye üzülmez. ... Halbuki Allah’ın celâl nuruna dalmış olan kimse, Allah’ın dışındaki her şeyden bî-haberdir. Dolayısıyla onun için, ne bir korku, ne de bir hüzün söz konusudur. İşte bu son derece yüce bir derecedir ki onu tadmayan bilemez. Sonra insandan bu hal zail olunca, diğer insanlarda olduğu gibi, maddî-dünyevî haller sebebiyle ona korku, hüzün, ümid ve arzu halleri de gelebilir.

...

Muhakkik âlimlerin çoğu “Kıyamet meydanında, mükâfat ehli için bir korku söz konusu değildir” demişler ve görüşlerine hem “Haberiniz olsun ki Allah ‘m velileri için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir” ayetini, hem de “O en büyük korku bunları asla tasaya düşürmez..”(Enbiya. 103) ayetini delil getirmişlerdir.

...

Hak Teâlâ’nın “Dünya hayatında da. âhirette de onlar için müjdeler var” ifâdesi ile ilgili bazıgörüşler vardır. Şöyle ki:

1) Bu müjdeden maksad, sâlih rüyadır. Hz. Peygamber (s.a.s)’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Büşrâ (müjde), müslümanm kendisinin gördüğü veya senin, onun için gördüğün salih (güzel) rüyadır,”

...

Bil ki ayetteki, “büşrâ” tabirini “sâdık rüya” manasına aldığımızda, ayetin zahiri bu halin ancak veliler için söz konusu olmasını gerektirir. Akıl da buna delalet eder. Çünkü Allah’ın velisi, kalbi ve ruhu zikrullaha gömülmüş kimsedir. Binâenaleyh kim böyle olur ise, uyurken de ruhunda sadece marifetullah bulunur. Marifetullah’ın ve Allah’ın celâlinin nurunun da, ancak hakkı ve doğruluğu göstereceği malumdur. ... Cenâb-ı Hak, hasr ve tahsîs yolu ile (sadece onlara âit olduğunu belirterek) “Dünya hayatında da, ahirette de büşrâ onlar içindir” buyurmuştur.

2) Büşrâ, insanların bir kimseyi sevip, güzel bir medh-ü sena ile onu övmeleridir. Ebu Zerr (r.a)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ya Resulallah, bir kimse Allah için amel ediyor ve insanlar da o kimseyi seviyorsa (onun hakkında) ne buyurursunuz?” dedim, Hz. Peygamber(s.a.s) de: “İşte bu, müminin büşrasının (müjdesinin) peşin olarak verilmesidir” buyurdu.”

... Binâenaleyh herhangi bir kemâl sıfatı ile muttasıf olan kimse, herkesin sevdiği insan olur. Kul için, kalbinin marifetullaha; dilinin, zikrullaha; bütün uzuvlarının, Allah’a kulluğa dalmasından daha yüce ve kıymetli bir kemâl (olgunluk-yücelik) yoktur. Dolayısıyla kendisinde bunlardan birisi bulunan kimseyi, diller över durur. Kalbler, onu sevme fıtratı üzere yaratılmıştır. Bu kıymetli sıfatlar ne kadar çok olursa, o sevgi de o nisbette güçlü olur. Hem sonra. marifetullahın nuru, bizatihi kendisine hizmet edilen bir şeydir. Binâenaleyh hangi kalbte o mevcûd olursa, sahibi tabiî olarak hizmete layık olur.

3) el-Büşrâ (müjde), onlar ölürken tahakkuk eden müjde, iyi haber demektir. Nitekim Cenâb-ı Hak, “Onların üzerlerine, “Korkmayın, tasalanmayın, vaad olunduğunuz cennetle sevinin” diye melekler inecektir” (Fussiiet, 30) buyurmuştur.

Ahiretteki müjde ise, meleklerin onlara vermiş olduğu selâmdır. Nitekim Allah “melekler de her bir kapıdan onların yanına girecek ve şöyle diyeceklerdir: “Sabrettiğiniz şeylere mukabil, sizlere selâm...” (Rad, 23-24) buyurmuştur.

Yine, ahiretteki müjde, Allah’ın onlara selâm vermesidir. Nitekim O, “Çok merhametli Rab’den bir de sözle olan bir selâm (var)dır” (Yasin. 58) buyurmuştur. Bu konuya, Cenâb-ı Hakk’ın, Kur’ân’da bahsettiği, yüzlerinin beyazlığı, amel defterlerinin kendilerine sağdan verilmesi ve ahirette sevindirici hallerle karşılaşmaları da dahildir ki, bütün bunlar verilen müjdeler cümlesindendir.

4) Bu, Allah Teâlâ’nın, kitabında; ve peygamberlerinin de lisanıyla muttaki olan kullarına müjdelemiş olduğu cenneti ve bol mükâfatıdır. Bunun delili; “Rableri onlara rahmetini, rızasını... müjdeler”(Tevbe) ayetidir.

Bil ki “beşaret” kelimesi, eseri ve etkisi kişinin yüzünde meydana gelecek sevindirici haber manasından türemiştir. Binâenaleyh, böyle olan her şey, bu ayetin muhtevasına girer. Yukarda bahsedilenlerin tamamı, bu sıfatta müşterektirler. Dolayısıyla, hepsi de bu müjdenin içine dahil olur.

Daha sonra Cenâb-ı Hak, Allah’ın dostlarının sıfatını zikredip, onların durumlarını iyice ortaya koyunca, “Allah’ın kelimelerinde asla bir değişme söz konusu değildir” buyurmuştur ki, bu, “Bu kelimelerden caymak söz konusu değildir” demektir.

Kelime ve kavi lafızları, aynı anlamdadır. Bu ayetin bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk’ın, “Benim yanımda söz değiştirilmez” şeklindeki ayetidir.

...

Daha sonra Cenâb-ı Hak, bunun en büyük kurtuluş ve mutluluk olduğunu beyân buyurarak, “işte bu, en büyük saadetin ta kendisidir” buyurmuştur. Bu, “orada herhangi bir yere baktığın zaman, bir nimet, büyük bir saltanat, mülk görürsün “ ayeti gibidir.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Maide 55

"
Sizin veliniz ancak Allah'tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler."
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Allah'ın velilerini sevmek ve onları dost edinmek Allah'ı sevmenin ve O'nu dost edinmenin biricik anahtarıdır.. Allah'ı layıkıyla hatırlamak isteyenler Allah'ın Velilerine koşsunlar.. Allah'a yakın olmak isteyenler Onlara yakın bulunsunlar.. Onlardan hem zahir ilmimlerinde hem de batın ilimlerinde talepkar olsunlar..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - RABITA, SALİHLER

Allah dostlarına, mübarek Alimlere bakanlar, onları hatırlayanlar Allah’ı hatırlarlar; yani gafletten kurtulup Allah’tan ayık hale kavuşurlar.. İşte bazılarının kabul edemedikleri Rabıta’nın özü budur.. Bakınız:

1371. [2:528, Hadîs No: 2466]

İbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:

İnsanların öyleleri vardır ki Allah'ı hatırlamanın anahtarıdır. Onlar görüldükleri anda Allah hatırlanır.

(Taberâni’nin Cebf/'inden)

***

Evliyaullah, insanlara önden yol göstererek, onlara imamlık ederek Allah’a ulaştırırlar:

1461. [3:29, Hadîs No: 2664]

Mersed el-Ganavî'den rivayetle:

Eğer namazınızın kabul edilmesini istiyorsanız, âlimleriniz size imam olsun. Çünkü onlar sizinle Rabbiniz arasında elçilerinizdir

(Taberâni'nin Kebîrinden)

***

Eğer istenecekse ahiret istenir.. İstenecekse Allah’tan kendi rahmeti ve sevgisi istenir.. İstediğin Hak olsun.. Allah’ın rızasını arayan Salihler zümresine yakın olmalıdır.. Salih kimselerden maddi şeyler de istenebilir.. Ancak, asıl olan baki olanı istemektir Kaldı ki maddi şeyleri istemek dahi Salihlere yakın olmak demektir:

1467. [3:35, Hadîs No: 2677]

El-Ferrâsî'den rivayetle:

Bir şeyi mutlaka istemen gerekiyorsa, salih kimselerden iste.”

(Neseî, Zekât: 84.)

***

Kamil İnsan, Evliyaullah insanı ve halini bilir.. Onlar işinin ehli manevi doktorlardır.. Kişi hasta olduğunu bilip kabullenir, bu Tabib dükkanına ayak atar ise; Mürşid-i Kamiller onun haline feraset ile vakıf olarak ona uygun reçeteler ihsan ederler..

Çünkü Allah dostları Allah’ın nuruyla bakarlar.. O nur görünmeyeni görünür kılar:

Bir Hadis-i Şerifte de
, "Mü'minin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah'ın nuruyla bakar" buyurulmuştur.

1314. [2:477, Hadîs No: 2349]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ın öyle kulları vardır ki insanları ferasetleriyle tanırlar.”

***

Allah’a giden yolda izini kaybetmemek için Batın ilmine sahip Mürşid-i Kamil’i adım adım izlemek icap eder:

1356. [2:519, Hadîs No: 2441]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Yeryüzünde âlimlerin durumu, karanlık gecelerde karada ve denizde kendisine bakılarak yol bulunan gökteki yıldızlara benzer. Yıldızlar kararınca yol arayan yolcuların kaybolması an meselesidir.”

(Müsned, 3:157.)

Alim iki türlüdür:

Birisi Şeriat ilimlerine yani Nübüvvet-i Muhammediyye'ye varis olan alimler; diğeri de kalb ilimlerine yani Velayet-i Muhammediyye'ye varis olanlar.. Bu iki veraset tek bir kimsede toplanabilir ki ona "Mevlana" sıfatını verirler.. Eğer sadece Velayet-i Muhammediyye'ye varis de zahir ilimlerini tahsil etmemişse buna da "Hoca" ya da "Hace" lakabı verilir.. Bir Salih kimsenin "Hoca" olması onun Mürşidlik vasfına halel getirmez ve engel değildir!

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - İLİM VE MÜRŞİD-İ KAMİL

İlim iki türlüdür dedik.. Satırdan okunan ilim; sadırdan alınan ve bilinen ilim.. Tasavvuf, sadır ilmidir.. Her halukarda insanın ilminin kalbine inmesi ve sinmesi gerekiyor.. Öbür türlü insan bütün ilimleri öğrenmiş olsa bile faydası yoktur.. Tasavvuf sadır ilmi olduğu gibi; satır (kitabi) ilimlerin(nin) yaşama geçmesi reçetelerinden birisidir:

2762. [4:390, Hadîs No: 5717]

Cabir (r.a.) rivayet ediyor:

İlim ikidir: Birisi kalbdedir. Faydalı ilim de budur. Birisi de sadece dildedir. Bu ilim Allah'ın insanoğlu aleyhindeki delilidir.

(İbni Ebî Şeybe ve Hatib'in Tarih’inden.)

***

Sadır ilminin ve Allah muhabbetinin merci ve menbası olanlar Allah dostlarıdır.. Musa AS. o ilme "Allah katından kendisine ilim verilen" Hızır AS'a tabi olarak ve onu izleyerek ulaşmıştır.. Çünkü o ilmin mercii Hızır AS.'dı.. Ümmet-i Muhammed'in Hızır'ları ise Mürşid-i Kamillerdir ve Kur'an'da bu örnek Onlara tabi olunması sebebiyle zikredilmiştir.. Hızır'ı, yani Evliyaullah'ı izleyenler her hayıra mutlaka ulaşacaklardır:

1370. [2:528, Hadîs No: 2465]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

İnsanlardan öyleleri vardır ki hayrın anahtarı, şerrin de kilitleridir. Öyleleri de vardır ki şerrin anahtarları, hayrın kilitleridir. Allah'ın ellerine hayrın anahtarını verdiği kimselere müjdeler olsun. Ellerine şerrin anahtarlarını verdiği kimselere de yazıklar olsun

(Ibni Mâce, Mukaddime: 19.)

***

Hayrın anahtarı olan Allah dostları öyle bir ali ve yüce bir makamdadır ki:

1390. [2:540, Hadîs No: 2494]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ın öyle kulları vardır ki ‘Şu şöyle olacak’ diye yemin etse, Allah onu yalancı çıkarmaz.”

(Buhari, Sulh: 8; Cihad: 12; Müslim, Kasame: 24; Timizi, Cehennem: 13.)

Dost olan, dostunu mahcup etmez.. Dost olan dostunun isteğini geri çevirmez.. O yüzden Evliyaullah’ın kişi hakkındaki duası muradullahtır… O yüzden insanlar Allah dostlarını memnun ve razı edip duasını alma yollarını aramalıdır..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - ALLAH'IN SEVDİKLERİ

Zümer 35: Çünkü Allah, onların önceden yaptıkları amelin en kötüsünü bile keffaretle örtüp, işlemekte bulundukları güzel amellerin en güzeline göre mükafatlarını kendilerine verecektir.


***

Din ilmi ancak ehlinden öğrenilir.. Kalb ilimlerinin ehli ise Evliyaullahtır:

1398. [2:545, Hadîs No: 2411]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz bu ilim din ilmidir. Öyle ise dininizi kimden öğrendiğinize iyi bakın.”



***

Allah’ın sevdiklerini sevmek, onlara yakın olanlar için ya da onları hiç tanımasalar bile bir şekilde görenler ve karşılaşanlar için mukadderdir.. Kaçınılamayacak bir neticedir:

203- [1:246, Hadîs No: 356]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Allah bir kulunu sevdiğinde onun sevgisini meleklerin kalbine kor. Bir kuluna da buğz ederse nefretini meleklerin kalbine kor. Sonra sevgisini de, nefretini de insanların kalblerine atar

(Ebû Nuaym'in Hıfye'sinden)

Tasavvuf farz ibadetleri tamamlamakla birlikte Nafile ibadetler ile Allah'a yaklaşmanın, O'na makbul bir kul olmanın usul ve yöntemlerinden mürekkeptir.. Kul, Allah'a yaklaştıkça O'na yakın ve dost olur.. Allah, o kuluna çok üstün nimetler ihsan eder.. İnsanlar, Allah'a yakınlaşmış bu kimseye karşı ellerinde olmayan bir sevgi ve hürmet duyarlar.. Allah'ı can u gönülden seveni Allah da sever; kulları da sever, meleklerin hepsi de sever.. Allah'a hürmet ve tazim'de; O'ndan çekinip havf duymada ziyade olan kulunu Allah koruyup gözettiği gibi; kulları da ona karşı ister istemez hürmet ve riayet duyarlar.. Melekler, böyle bir kulun şanını semada yad ederler.. Onun ismini anarak, hakkında hayır dua ve temennilerde bulunurlar.. Yeryüzünde de kullar bu kimsenin etrafında pervane olurlar.. İşte bazılarının anlıyamadığı ve hazmedemediği Meşayih'e olan sevgi ve bağlılığın, ona karşı ileri derecdeki hürmet ve bağlılığın asıl nedeni Allah'ın bunu böylecene takdir etmesi yüzündendir.. Bir Allah dostunu sevmeyi, ona karşı hürmet ve bağlılık duymayı "şirk" addedenlerin kulakları çınlaya!

Allah dostlarını, sevmeyip onlara düşmanlık besleyenlerin hasmı ise Alahu Zül-Celal Hazretleridir.. O nedenle, Allah dostlarına bir şekilde sevgisizlik, hürmetsizlik ve düşmanlık duyanların bir takım nimetlerden mahrum olmasından korkulur.. Hele bir de bu düşmanlıklarını aşikar edip Allah dostlarına dil uzatanlar var ya Allah uyanmak nasip etsin onlara; eğer pişman olup tevbe etmezlerse onların sonu feci olacaktır.. Bu gine Allah dostlarından insanlara bir uyarıdır:


48- Allah Bir Kulu Sevdiği Vakit, Onu Kullarına da Sevdirmesi Babı

157- (2637) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz ki, Allah bir kulu sevdiği vakit, Cibril'i çağırır da : "Ben filânı seviyorum, onu sen de sev!" der. Ve onu Cibril de sever. Sonra semâda seslenerek : "Gerçekten Allah filânı seviyor; onu sîz de sevin!" der. Artık onu semâ ehli de severler. Sonra onun için yeryüzüne kabul konur.

Bir kula da buğzetti mi Cibril'i çağırarak : "Ben filâna buğzediyorum, ona sen de buğzet!" der. Ve Cibril ona buğzeder. Sonra semâ ehli arasında : "Allah filâna buğzediyor, ona sîz de buğzedin!" diye seslenir. Onlar da kendisine buğzederler. Sonra o kul için yeryüzüne buğz konur.
» buyurdular.

Bu Hadis-i Şerifin Senedleri:

(...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kub (yâni İbnr Abdirrahrnan El-Kaâri) rivayet etti. Yine Kuteybe dedi ki: Bize Ahdu'l-Aziz (yâni Ed-Derâverdî) rivayet etti.

Bize bu hadîsi Saîd b. Anır El-Eş'asî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abser, Alâ' b. MüseyyeVden naklen haber verdi.

Bana Harun b. Saîd El-Eylî dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îbm Vehl) rivayet etti. (Dedi ki): Bana Mâlik (bu zat İbnü Enes'dir) rivayet etti. Bu râvilerin hepsi Süheyl'den bu isnadla rivayette bulunmuşlardır. Şu kadar var ki: Alâ' b. Müseyyeb'in hadîsinde buğz zikredilmemiştir.

158- (...) Bana Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezid b. Harun rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdu'1-Aziz b. Abdillah b, EM Se-lemete'I-Mâcişun, Süheyl b. Ebî Sâlih'den naklen haber verdi. Süheyl şöyle demiş :

Arafat'da idik. Derken Ömer b. Abdi'l-Aziz (Tabiinden İslam'ın ilk Mücedditi) geçti. Kendisi hac emîri İdi. İnsanlar ona bakmaya kalktılar. Ben babama :

— Babacığım! Görüyorum ki, Allah Ömer b. Abdi'l-Aziz'i seviyor, dedim. (Babam) :

— Ne o? diye sordu.

Çünkü insanların kalblerinde onun sevgisi var, dedim. Bunun üzerine babam ;

— Baban hakkı için yemin ederim ki, ben Ebû Hüreyre'yi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet ederken dinledim, dedi. Sonra Cerîr'in Süheyl'den rivayet ettiği hadîs gibi anlattı.


Bu hadîsin Ebû Hüreyre rivayetini Buhari «Kitâbu'l-Edeb» ile «Kitâbu't-Tevhid»'de tahric etmiştir.

Allah'ın kulunu sevmesinden murad; onun için hayr irâde buyurması, kendisine hidayet ve nimet vermesidir. Buğzu da azabım veya şekavetini irâde buyurmasıdır. Semâ ehlinden maksad meleklerdir. Cebrail (Aleyhisselâm) ile diğer meleklerin bir kulu sevmeleri, ya onun için istiğfar ve duada bulunmaları yahut sair insanlar gibi sevmeleridir. Ki bu sevgi kalbin meylinden biriyle mülakat için şevk duymasından ibarettir. Meleklerin bir kulu sevmeleri Allahü Teâlâ'ya itaat ettiği ve onun rızasını kazandığı içindir. Kabulün yeryüzüne konmasından murad; insanların o kulu sevmeleri ve ondan razı olmalarıdır. Bunun zıddı da buğz etmeleridir.

Cebrail (Aleyhisselâm)'ın meleklere seslenmesi, o kul hakkında istiğfar ve niyazda bulunsunlar diyedir.

***

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - YÖNELME VE GÜZEL AHLAK

Tasavvuftan asıl maksat tek bir an dahi Allah’tan gafil kalmayacak bir hale ulaşılmasıdır.. Bahtiyarlık ancak tam bir ayıklıktadır:

1388. [2:538, Hadîs No: 2490]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Kişinin ömrünün uzun olup da, Allah'ın, her an ona Kendisine yönelmeyi nasip etmesi bahtiyarlığındandır

(Hâkim'in Müstedrek’inden)

Oradaki "her an" ifadesi bizim söylediğimiz daimi ayıklık ve daimi teveccühü göstermektedir..

***

Tasavvuf demek çeşitli usul ve yöntemlerle insanın ahlakını güzelleştirmek demektir; hatta İnsan-ı Kamil'in uhdesinde bulunan 79 Ahlak-ı Hamidenin tamamını elde etmek demektir.. Cenab-ı Hak buyurmuş:

"Allah'ın boyasıyla boyanınız" (Sıbgatullah)

Allah’ın boyası güzel ahlaktır.. İşte bu güzel ahlakın tamamıdır.. Kişinin Allah'a ulaşması ancak Ahlakının güzelleşmesiyle mümkündür.. Çünkü Allah, güzel ahlakın tamamını sever.. Tersi de şöyledir: Güzel Ahlak sahibi olmayan Mevlasına layık olamaz..

Ancak Ahlak-ı Hamide sahibi olmak için evvela Hz. Resulullah'a zahir ve batın tam bir ittiba gerekir.. Hazreti Resulullah’ın razı olmadığından Allah da razı değildir.. Hz. Resulullah’ın kabulü olmayan Allah’ın da kabulü değildir.. Hadis-i Şerif’e dikkat ediniz.. Peygamber Efendimizin “bana en sevimli olan” buyurması bu hikmeti gösterir..

İnsan-ı Kamili kendine örnek kılmayan da bir takım güzel hasletleri olsa bile Ahlak-ı Hamidenin tamamını elde edemez.. Çünkü aletsiz kemalat olmaz.. Şüphesiz insan, bir güzelliğin örneğini görüp tatmadan, onun güzel olduğuna ve elde etmekle yükseleceğine muttali olamaz.. İlla örneği görmek ve peşinden taklid etmek gerekir.. Biz Peygamber Efendimizi doğrudan görmedik, onun hal ve tavırlarına vakıf olmadık ama; Hz. Resulullah’ın izinden giden Kamil insanı görüyoruz.. Kamil İnsanı kendine örnek kılan, Peygamber Efendimizi kendine örnek kılmış gibidir.. Çünkü Kamil İnsan Peygamberimizin hal ve tavırlarıyla ahlaklanmış, Onun nuru ile nurlanmış olandır.. Kamil insanın ahlakı Güzel Ahlakın kemalidir ve Peygamber Efendimizin ahlakı işte ondaki ahlaktır.. Peygamber Efendimizi de Rabbısı terbiye etmiş; ahlakını Rabbısı baş etmişti.. Şüphesiz mübarek Resulullah Efendimiz Güzel ahlakı tamamlamak için bu süflayı teşrif etmiştir.. Peygamber Efendimizdeki Ahlak ise Allah’ın boyasıdır..


1372. [2:529, Hadîs No: 2468]

Îbni Amr'dan (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz içinizden bana en sevimli olan, ahlâkı en güzel olandır.

(Buharı, Fezâilû'l-Kur'ân: 27; Menakıb: 23; Tirmizî, Birr: 71; Müsned, 4:193,194.)

1360. [2:521, Hadîs No: 2446]

Alâ bin Kesir'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır;

Güzel huylar Allah katında bir hazine gibi korunmaktadır. Allah bir kulunu sevince, ona güzel bir huy ihsan eder.

Bunları ayrıntılandırmak gerekse:

1375. [2:529, Hadîs No: 2471]

Cündüb bin Abdullah rivayet ediyor:

Olgun müminin özelliklerinin bir kısmı şunlardır:

1- Dinde tavizsizlik,
2- Yumuşaklıkta tedbirlilik,
3- İmanda kesinliğe ulaşmak,
4- ilimde aç gözlü olmak,
5- Yürekte şefkat,
6- Alim olmakla birlikte yumuşak huylu olmak,
7- Fakirlikte sabır,
8- Tamahkârlıktan sakınmak,
9- Helâl kazanç,
10- İstikâmet üzere iyilik,
11- Doğru yolda gayret,
12- Nefsânî isteklerini dizginlemek,
13- Bitkin düşene merhamet.
14- Allah'ın mü'min kulu, kızdığına zulmetmez.
15- Sevdiği kişi için günaha girmez.
16- Kendisine emânet edilen şeyi zayi etmez.
17- Hased etmez.
18- Başkasının şerefini lekelemez.
19- Sövüp saymaz.
20- Şahidi bulunmasa da üzerindeki hakkı itiraf eder.
21- Başkasına kötü lakap takmaz.
22- Namazda huşu sahibidir.
23- Zekâtını acilen verir.
24- Sarsıcı olaylarda metanetini kaybetmez.
25- Bollukta çok şükreder.
26- Sahip olduklarına kanaat eder.
27- Kendisine âit olmayan şeyi "Benimdir" diye iddia etmez.
28- Başkalarının kusurlarını biriktirip intikam alma yoluna gitmez.
29- Yapmak istediği bir işe cimrilik mâni olmaz.
30- Öğrenmek için insanlarla haşir neşir olur.
31- Meseleleri kavramak için insanlarla konuşur.
32- Zulüm ve haksızlık da görse Rahman olan Allah bizzat intikamım alıncaya kadar sabreder.

(Harim'den.)

***

Alimlerimiz güzel ahlakın, yani övülmüş Ahlak-ı Hamidelerin sayısını 79 olarak bildirmişlerdir.. Tasavvuf, nefisle mücahede (savaş) ile ilim (Allah’ı bilmek) ve hilm (güzel ahlak) sahibi olmaktır:

1417. [2:569, Hadîs No: 2577]

Ebu'd-Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:

İlim ancak kendini zorlamakla öğrenilir. Hilim de ancak gayretle elde edilir. Kim hayrı araştırırsa ona verilir. Kim de şerden sakınırsa ondan korunur

(Dârekutnî'nin Efradı ve Hatibin Taritfinden.)

Buradaki zorlamak ve gayret ifadelerinin nefsi mücahadeler ile doğrudan ilgisi vardır.. Nefsine bu konularda cebretmeyen, ona karşı mücadele ve gayret vermeyen ne ilim sahibi olabilir ne de ahlakı güzelleşebilir.. Ehline malumdur..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - NAFİLE İBADETLER

Nafile ibadet ile Allah'a yaklaşma ve Eviyaullah'tan olma konusu, ayrıca Evliyullah'a düşmanlık etmenin tehlikesi:

3. (4663)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Allah Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı [aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem." [Buhârî, Rikak 38.]

Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh)'den gelen bir rivayette namazın neticesiyle ilgili bir ziyade şöyle: "...Kulum, evliyalarımdan, asfiyalarımdan biri olur. Nebiler, sıddıklar ve şehidlerle birlikte cennette komşum olur."

Bu hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Rabbinden rivayet ettiği hadis-i kudsilerden biridir.

Hadiste geçen veliyyullah tabiri ile, Allah'ı bilen, ibadetlerine eksiksiz, muntazam ve ihlasla devam eden kimse kastedilmiştir

Bazı alimler demiştir ki: "Veliyyullah, takva ve taatla Allah'ın dostluğuna talip olduğu için, Allah da onu, muhafaza ve ona yardımını garanti ederek dostluğa kabul eder. Allah'ın cereyan eden bir sünnetine göre düşmanın düşmanı dosttur, düşmanın dostu da düşmandır. Öyleyse veliyyullahın düşmanı Allah'ın da düşmanıdır. Bu durumda veliyyullaha düşmanlık eden ona harp açmış gibi olur. Ona harp açan da sanki Allah'a harp açmış gibi olur."

Kuşeyrî devamla der ki: "Allah'ın ilim ve kudretiyle yakınlığı bütün insanlara şamildir. Lütuf ve nusretiyle yakınlığı ise havassa mahsustur. Ünsiyetiyle yakınlığı ise velilere hastır."

Fâkihânî der ki: "Hadisin manası şudur: "Kul farzları eda eder, namaz, oruç vesaireye bağlı nafileleri yapmaya devam ederse, bununla Allah'ın muhabbetine ulaşır."

Süleyman et-Tûfî demiştir ki: "Bu hadis, Allah'a sulûk ve O'nun marifet, muhabbet ve yoluna vasıl olmada mühim bir asıldır. Çünkü dahili farzlar olan iman, harici farzlar olan İslam ve bunların ikisinden hasıl olan her ikisinde de ihsan, -tıpkı Cibril hadisinde beyan edildiği şekilde- bu hadiste yer almaktadır. İhsan ise, salikinin zühd, ihlas, murakabe vs. nevinden bütün tabakatını ihtiva etmektedir."

Hadiste geçen son bir husus, Allah'ın tereddüt etmesi meselesidir. Hattabî: "Allah hakkında tereddüt caiz değildir" dedikten sonra tevil sunar:

“Mâna şudur: "Ben yaptığım bir şeyde elçilerimi, mü'minin nefsi hakkında geri çevirdiğim gibi geri çevirmedim. Nitekim Hz. Musa kıssasında böyle olmuştur. Hz. Musa ölüm meleğinin gözüne tokat vurmuş ve melek ona birkaç kere gidip gelmiştir. "Bu tereddüt manasının hakikatı, Allah'ın kuluna karşı duyduğu şefkat ve merhamet ve ona gösterdiği lütuf ve ikramdır" diye de izah edilmiştir."

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
TASAVVUF

* İnsanın kalbi sağlam olursa, bütün vücudu da iyi olur. Kalp bozulursa, bütün vücut bozulmuş olur.

* Kalp Allah Teâlâ‘nın zikrinin yapıldığı yerdir. Kalp ölürse, bütün vücut yok olur. (İnsana bahşedilen ahsen-i takvim, en güzel kıvam, en güzel suret yok olur gider.. Cesed hayvani sıfatlarıyla başbaşa kalır..)

* Nakşibendîlikte asıl önemli olan, kalbi ıslah etmektir. Zikirden maksat, kalbi bütünüyle çalıştırmaktır. Çalışmaya başlayan kalp, saat gibi işler. O zaman kalbin sahibi hangi işle meşgul olursa olsun, kalp zikretmeye devam eder. Böylece insanın her ânı zikirle ve ibadetle geçer.

* Rabbü‘l-âlemin mahzun kalplere rahmet eder. Mahzun gönülleri çok sever. Çünkü mahzun kalplerin huzur bulması, ancak Allah Teâlâ‘nın merhamet etmesi ile rahatlar. O zaman yüce Allah‘ın nazargâhı olan kalpler de yücelir, ilâhî sevgi ile dolar. Bu, kalbe Allah zikrinin yerleşmesidir.

* Ama dünya sevgisi ile dolu olan kalpler, Allah‘tan gafildir. Kişi ne kadar mahzun olur ve Allah‘a muhtaç olduğunu idrak ederse, o kadar Allah katında değerli görülür.

Seyyid Abdulhakim Bilvanisi Hz.(k.s)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - YARDIM İSTEME

Abdurrahman ibni Sa'd (Radıyaliahu Anh) şöyle anlatıyor:

Bir kere Abdullah ibni Ömer'in (Radıyaliahu Anhuma) ayağı uyuştu, o zaman bir adam ona: "En sevdiğin insanı an." dedi.

O da: "Ya Muhammed" deyince bağlardan kurtulmuş gibi rahatladı.

(Buhari, el-Edebü'l- Müfred:438, No:993, Sh.262)

Bu şekilde değişik bir rivayet de İmam Mücahid (Radıyaliahu Anh) vasıtasıyla, İbni Abbas (Radıyaliahu Anhuma) dan nakledilmiştir.

***

İnsan zaten en çok sevdiğini en çok hatırlar.. Bizlerin imanının kemali, mübarek Hazreti Resulullah Efendimizi nefsimizden ve hatta canımızdan çok sevmekle mümkün olacaktır.. Bu ham maddelerimizle, bu terbiye edilmemiş sıfatlarımızla Resulullah Efendimizden haberdar olmamız; onunla bir bağ kurmamız ise mümkün değildir.. Belki lutfederlerse rüya aleminde görebiliriz ama o da bizi Kemale erdirecek kuvvetde ve yeteri vakitte değildir..

Ya nasıl seveceğiz Hazreti Resulullah'ı? Onun mübarek sünnetlerini sevip başımıza tac edeceğiz.. Onun mübarek Ehl-i Beytini seveceğiz.. Onlara hürmet göstereceğiz.. Peygamberimizin zahir ve batın varisi olan ulemayı seveceğiz.. Bu ulemanın ilminden, meclisinden, sohbeti bereketinden istifade edeceğiz.. Onların meclisinde oturan Resulullah Efendimizin meclisinde oturmuş gibidir.. Onların elinden tutan Resulullah Efendimizin elinden tutmuş gibidir.. Onların gösterdiği yolda gidenler, Resulullah Efendimizin yoluna girmiştir.. Onlara Allah için muhabbet besleyenlerin bu muhabbeti mutlaka Peygamber Efendimizin pek mübarek sevgisine bizi ulaştıracaktır..

Yoksa bu ham halimizle, bu tebdil olmamış sıfatlarımızla biz nerde? Resulullah Efendimiz nerde?

Ona ve mübarek aline, ezvacına, ashabına adet-i zerredatça salat u selamlar olsun..

İşte yukardaki "en sevdiğin insanı an" ifadesi, Evliyaullahta başlayıp Peygamber Efendimizle devam eden Rabıta ve teveccüh terbiyesinin en açık delillerinden biridir..


***

Şafiî ulemasından Allâme Şihab er-Remlî'ye (Rahimehulal), "Bazı insanlar zorluklarla karşılaştıklarında: 'Ya Resulallah!', 'Ya Şeyh filan!' gibi nidalarla, Peygamberlerden, Velilerden, Alimler ve Salihlerden istiğâsede bulunuyorlar (meded dileniyor), bu caiz midir? Bu zatların, vefatlarından sonra bir iğâseleri (yardımları) var mıdır?" diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:

"Resullerin, nebilerin ve velilerin, vefatlarından sonra da yardımları vardır. Çünkü Peygamberlerin mucizeleri ve velilerin kerametleri ölümlerinden sonra kesilmez.

Zira birçok sağlam hadis-i şeriflerde varid olduğu üzere, peygamberler kabirlerinde diridirler, namaz kılarlar, hacca giderler, dolayısıyla onların yardımları mucizelerinden sayılır.

Şehitler de diridirler, gündüz gözüyle aşikâre kâfirlerle harbettikleri açıkça görülmüştür. Velilerin yardımı ise onların kerametleridir."

(Fetâve'r-Remlî, fîHâmişi'l-Fetâve'l-Kübrâ, libni Hacer el-Heytemî, 4/382,el-Fetâve'l-Hayriyye,fîHâmişi'l-Ukûdi'd-DürriyyefîTenkîhi'l-Hâmidiyye,2/279-280, Tehânevî, Ahkamü'l-Kur'an, 3/67, Nebhânî, Şevâhidü'l-Hak, Sh.141)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - SOHBET MECLİSLERİ VE TEVAZU

Tasavvuf Allah için sevmeyi, Allah için bir araya gelip sohbet etmeyi tavsiye eden ve bunun cemiyet şartlarını hazırlayan bir okuldur.. Sohbet için şarttır ki Allah için, Allah’a halis olsun.. İçinde menfaat ve dünya şuğulu olan konuşmalar sohbet değildir.. Sohbet tekildi kuvvetli bir sünnet-i seniyedir.. Sohbet kalbden gelmeli ve kalblere gitmelidir ki Allah için olsun..

***

1303. [2:464, Hadîs No: 2313]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır.

Cennette üzerinde zebercetten köşklerin bulunduğu yakuttan direkler vardır. Bu köşklerin kapıları açıktır. Parlak yıldızın ışık saçtığı gibi ışık saçarlar. Buralarda Allah rızâsı için birbirini sevenler, Allah rızâsı için sohbet meclisi kuranlar ve Allah rızâsı için bir araya gelip yardımlaşanlar bulunacaklardır.”

(Beyhaki nın Şı bu l-lmanından)

***

1366. [2:525, Hadîs No: 2459]

Talha bin Ubeydullah'tan (r.a.) rivayetle:

Kişinin sohbet toplantılarında aşağılarda oturmaya gönlünün râzı olması Allah için tevâzudandır

Tasavvuf tevazuya çok özel ihtimam gösterir.. Allah için alçalanı Allah yükseltir çünkü.. Kibir sahibi olan da alçalmaya mahkum edilir..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
RABITA'NIN DELİLLERİNDEN BİRİ DAHA

Hasan bin Ali hazretlerinden mervidir. Hz. Hasan Peygamber Efendimizin torunudur. Cennet ehlinin gençlerinin seyyididir. Künyesi Ebu Muhammed, Lakabı Nakiy’dir. Hicreti nebeviyenin 3. senesi Ramazanı şerifin ortasında dünyaya teşrif buyurdu. Hz. Ali'nin şehid olduğu saatte 40 bin kişi kendisine biat etti. Hicretten 41 sene geçtikten sonra Hilafet işlerini Hz. Muaviyeye teslim edip, 45 tarihinde dâr-ı bekaya irtihal ettiler. Mübarek nesilleri Hasan bin Hasan ve Zeyd bin Hasen’den devam etti.

İmam-ı Hasan hazretleri buyurdular ki;

"Validem Fatımatüz Zehra hazretlerinin validesi bir biraderi olan Hind bin Ebi Hale'den sordum. Bu Hind, Resuli Ekrem hazretlerinin iki oğlu olan Hind bin Ebi Haledir ki, validesi Haticetül Kübradır. Haticetül Kübra Resuli Ekrem hazretlerine herkesten evvel iman getirdiği ulema arasında müttefekun aleyhtir. Resuli Ekrem hazretleri 25 yaşında ve Haticenin 40 tama olmuştu ki aralarında izdivac akdi oldu. Ve Hind Resuli Ekrem hazretlerinin terbiyelerinde büyüdü. Ve Resuli Ekremin İbrahimden başka kız ve erkek evladının tümü Haticeden oldu. Nebiyyi muhterem Efendimizin nikahı altında 25 sene kalıp, yaşı 65’e ulaştığında Mekkede, Nübüvvetin 10. senesinde dâr-ı bekaya irtihal buyurup Hücun dağında defnolundu."

Hz. Hasan buyurdular ki;

"Hind Resuli Ekrem hazretlerinin vasfını öğrendi. Hz. İmam Resuli Ekrem hazretlerinin evsafını Hindden sorduğunda, tümüyle beyan etti. Hind Resuli Ekremin şerefi hizmetleriyle müşerref olduğundan dolayı layıkıyla şemaili kerimelerine vakıf ve evsafı celilelerini hakikatıyla zabtetmekle Hz. Hasan ondan Resuli Ekremin Hey’et ve Şemailini sordu ve sordum" buyurdu.

Hz. İmam buyurur ki:

"Ebi Halenin Resuli Ekremin bazı evsafı cemilelerini vasfeylemesini isterdim. Hilye-i nebeviyyeyi beyan eylemesini ister idim ki, ta o vasfa teşebbüs edip, o vasfı hayalimde hıfz edeyim ve onunla ahlaklanayım."

İmamı Hasan (RA) hazretlerinin Resuli Ekrem efendimizin dâr-ı bekaya teşrif buyurduklarında temyiz yaşına tamamen ulaşmadığı cihetle eşkalini hıfz ve suretini zabta kadir olmamakla, yukarıdaki sözü söylemiş oldu.

Velhasıl İmam-ı Hasan Resuli Ekrem hazretlerinin vasfını tamamen bilen Halam Hind bin Ebi Hâle'den bazı güzel vasıflarını beyan eylemesini ister olduğum halde, Hz.Peygamberin Hilye ve Şekil ve Hey’etinden sordum ki vasfını kendi hayalimde hıfz eyleyeyim, buyurdu.

...

Hadisin Senedi: Hz. Tirmizi bu hadisi şerifi Süfyan bin Veki’den, o da Cemi’ bin Amir'den, o da Ebi Halenin çocuğundan ve Beni Temim kabilesinden Ebu Abdullah künyesiyle bilinen bir zattan, o da İbni Ebi Haleden, o da Hasan bin Ali (RA) dan rivayet buyurdu.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF

Abdulgadir Geylani Hazretleri, Fethur Rabbani’de buyurur ki:

İlim, kâmil âlimlerin ağzından öğrenilir. Âlimlerin meclislerinde hüsn-ü edeple oturunuz. Ta ki, ilimlerine siz de nail olasınız. İlim ve irfanlarının bereketi size de gelsin. Faydaları, size de şamil olsun. Ariflerin yanında, sükut ederek oturunuz.

Kim ki İzzet ve Celâl sahibi Allah’ı bilenlerle haşır neşir olmayı arttırırsa, o, nefsini bilir. Rabbine karşı da daha çok mütevazi olur.

Daha ruhun bedenden çıkmadan önce, sen nefsini öldürmeye gayret et.

Önce beni ziyaret et. Sonra da Kâbe’ye git, orayı ziyaret et. Ben Kâbe’nin kapısıyım. Bana gel, ta ki nasıl haccedeceğini sana öğreteyim.

Ben ne zaman ki kalbimden dünya sevgisini çıkarıp attım, işte o zaman bu mertebeye ulaştım. Sen Resulullah’ın şu sözünü hiç duymadın mı ki: “Dünya sevgisi, her hatanın başıdır.

Temelin harcı fıkıhdır. Fıkıh dedimse bundan maksadım, ilmihal ve fıkıh kitaplarında yazılan, bedenle ve zahirle ilgili fıkıh değildir. Bilakis, kalp fıkhıdır. Kalp fıkhı, seni Allah’a yaklaştırır. Zahirle ve bedenle ilgili fıkıh ise, halka yakınlaştırır.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Gazali(ra): 'El-Munkızu meneddelal' adlı eserinde sofulardan ,onların seyru-sulükünden, Allah'a ulaştıran gerçek tarikatlerden bahsederken şöyle der:
'' Kesin olarak bildim ki,özellikle Allah yolunda olanlar gerçek sofulardır.Onların sireti,siretlerin en güzeli tuttukları yol, yolların en doğrusudur.Ahlakları ise en güzel huydur.Böylece bir müddet devam ettikten sonra,tasavvufu inkar edip onlara hucum edenleri red etmek üzere der ki:
Hülasa; önce tarikatın temizliğini ele alalım, bakalım buna ne derler? Mesela: tarikatın ilk şartı, kalbi masivatının taharet olması gibidir. Namazın ilk rüknu tahrime tekbiri olduğu gibi, tarikatın ilk rüknu de kalbi,tamamen Allah zikri ile doldurmaktır. Buna da kim kim ne diyebilir? Sonu ise Allah'ta yok olmaktır'' dedi.
(el munkızı Mineddelal s.131)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
İhya kitabında ''Hakikata sofilerin yoluyla ulaşılır'' başlığı altında İmam -Gazali(r.a) şöyle buyurmuştur:
'' İslam alemindeki dört büyük cereyanı derinden tetkik etmiş, Kitaplarını okumuş,fikirlerini öğrenmişti. Bunlar:
1- Kelam alimleri, 2-Batınıler, 3-müslüman feylesoflar, 4- sofiler
buların herbiri hakkı arıyor ve kendi yollarının hakka ulaştığını iddia ediyorlardı.
Kelamcıları kuru ve yetersiz bulmuş, Batınıleri, yanlış inanç,fikir ve metodlara saplanıp sapıtmış olarak görmüş,feylesofların ise; şeriata bir çok meselede aykırı düşünceler leri sürdüklerini, onlara mahsus bu düşücelerdenüçününde küfür olduğunu tesbir etmişti.Sadece sofileri beğenmişti. Onların bilgileri iki nev'e ayrılıyordu.Okuyup dinleyerek öğrenilen nazari bilgiler , birde yaşanılarak, tadılarak ,hissedilerek elde edilen haller,zevkler,makamlar...(İhya C.1 Sh.25)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF

Abdulgadir Geylani Hazretleri, Fethur Rabbani’de buyurur ki:

Melekler içinde resim, suret bulunan eve girmezlerse, içinde bir sürü suretlerle putlar bulunan senin kalbine Allah nasıl girer? Allah dışında her şey, bir puttur. Kişi Allah’tan gayrı neye bağlandı ve neye gönül verdiyse, o onun putudur.

İzzet ve Celâl sahibi Allah şöyle buyurur: “Bizim uğrumuzda mücahede edenlere gelince, onları elbette doğru yolumuza eriştiririz,” (Ankebut, 29:69). Ve gene, “Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder,” (Muhammed, 47:7).

Eğer nefsini sabrettirirsen ve o da sabrederse, Aziz ve Celil olan Allah, onunla beraber olur. Zira, şanı yüce olan Allah şöyle buyurur: “Hiç şüphesiz, Allah sabredenlerle beraberdir,” (Bakara, 2:153).

Tasavvuf kelimesi, safa’dan türemedir. Bu, halis, safî, temiz demektir.

Bu iş, gündüz oruç tutup gece namaz kılmakla olmaz. Nefs, heva, kötü tabiat, cehalet ve kalpte Allah’tan gayrı şeylerin sevgisi var oldukça hiçbir şey olmaz.

Mürid’e behemehal bir kılavuz, bir rehber lâzımdır. Zira o öyle bir çöldedir ki, orada akrepler, yılanlar, âfetler vardır. Susuzluk vardır. Yırtıcı, vahşi hayvanlar vardır. İşte kılavuz, onu bu âfetlerden korur. Su bulunan yerleri gösterir. Meyvalı ağaçların bulunduğu bölgelere götürür. Halbuki tek başına, kılavuzsuz olduğu takdirde, yırtıcı hayvanların, akreplerin, yılanların, âfetlerin bulunduğu bölgelere düşer. Perişan olur, mahvolur.

Allah yolunda bir rehber bulduğun an, ona hemen yapış. Hiç şüphe yok ki, mânâ onun dışında değildir, içindedir. Onun çevrendeki bütün diğer insanlardan daha faziletli ve üstün bil. Her yönüyle mürşidine bağlı ol.

Benden bir kelime öğrenmek için, bin senelik mesafede olsan bile gelmelisin. Kaldı ki aramızda sadece birkaç adımlık bir uzaklık var.

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Şeriat: Allah (cc) koyduğu, inanılması ve yaşanılmasını emir buyurduğu İTİKADİ; İÇTİMAİ; HUKUKİ VE AHLAKİ kanunların bütünüdür. Yani şeriat İslam’dır.(1)
Şeriatımız en güzel hayat nizamıdır. Çünkü o, Âlemlerin Rabbinin nizami ve kanunudur. Zira Allah (cc) Kuran-ı kerimde:


Emir ve yasaklarını uygulaman için’’seni din konusunda ve şeriatın üzerinde görevli kıldık. Artık Ona uy.(şeriatın kanunlarına) Hak şeriatı gerçek muhtevası ile bilmezlerin arzularına öğütlediği düsturlara ve düzenlere uyma. Çünkü Allah(cc)’a ve peygambere muhalefetle (şeriata karşı çıkan yok mu? Onlar dünya ve ahrette en aşağılık olan zümreler içindedirler.’’ Buyuruyor.(2)

Şeriat; Kulluğa sımsıkı sarılmak hakkındaki emirdir.(3)
Şeriat; Beden ve cesetle ilgili olup, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekât vermek ve kelime şahadet getirmek gibi fıkıh kitabında zikredilen farz, vacib, sünnet ve müstehablar ile yasaklanan haram ve günahları terk etmek gibi vucud organlarına mahsus ibadet ve mükellefiyetlerdir. Neticesi ise cehennemin yakıcı ateşinden kurtulup, selamete ermek ve cennetin Firdevs bahçelerine girmektir.(4)

TARİKAT:
Sözünün menşe-i, kelimenin aslına bakıldığında Arapça kökten geldiği açıkça görülür. Buna göre kelimenin Arapçadaki kelime anlamının tam karşılığı’’yol’, gidilen veya tutulan yol anlamındadır.(5)

Tarikat, bütün güzel ahlaklarla donanmak, hertürlü çirkin davranışlardan uzak durmak gibi kalbi mükellefiyetler olup, iyi ve güzel huylarla hemhal olmak, kötü adet ve alışkanlıklardan kalbden kovmak ve kalben Allah’ı(c.c) zikretmek manasında :’’ Kalbi her türlü kötülükten temizleme, Allah’tan (c.c) gayrı her şeyi kalbden çıkarma’’ şeklinde ifade edilir. Bunun neticesi kalbi kötülüklerden ve kötü düşüncelerden temizleme ve Allah(c.c)’ tan gafil bırakan duygu ve düşüncelerden arındırma ve imanda yakın derecesine ermektir.(6)
Mezhep, kelimesi de aynı anlamdadır. O halde mezhep ile tarikatın farkı nedir? Mademki ikisi de aynı ve ikisi de dini birer sitemdirler, neden ayrı ayrı araştırma konusu oluyorlar? Mezhep ve tarikat sözlerinin gerçekte yani pratik tatbikattaki anlamları ise başka başkadır.

Mezhep, İtikatta yani inançta, amelde yani ibadette muamelatta yani dünyaya ait dini emirlerde uyulması gereken yol ve emirlerin tümüdür. (7)

Bir başka deyimle, edile i şeriyye( kitap, sünnet, icmai ümmet ve kıyası fukaha)’ya dayanarak dinde bir hükme varabilen kişinin kurduğu esasları içine alan ve bu esaslara göre izlenmesi gereken yoldur, mezheb.(8)
Mezheb; yürüyüp gitmek manasındaki ‘’zehab’’ kökünden gelen ‘mezheb’ lügatta gidecek yer, gidecek yol demektir. İstilahta ise, imam ve müctehid kabul edilen bir zatın anlayış ve görüşlerinden teşekkül eden itikadi veya fıkhı yol(dini ve şerri Tarık) diye tarif edilir.(9)

Tarikatta da dinin usul ve furuu( yani dini inanç ve ameller) bakımından mezheplere benzer sistemler mevcuttur. Şu kadar ki tarikat, mezheplerin pratik hayata daima müdahale edişleri ve yol gösterişleri yanında ‘’ Doğrudan doğruya kişiyi Allah(c.c)’a ulaştıran zevk, neşe, irfan, ilahi aşk ve cezbe yoludur.’’denilebilir.(10) Ki, aslında tarikatın en kısa şekliyle tanımı da budur.

Bu mevzuu biraz daha açıklamamız gerekir. Şöyle ki;
Tarikat yolunu tutan ve ona bağlanan kişi sofilere göre varlığını kayıtsız ve şartsız Allah’a adar. Şimdi kendini her türlü kayıt ve şarttan uzak olarak Allah’a adamış bulunan bu kişi tabii olarak her şeyde onun kudret ve hikmetlerini görür. Tuttuğu yola göre kendini, fani varlığını ve bütün varlıkları gerçek ve ebedi olan Allah’ta yok eder ki bu durumda da en son merhale olan ‘’fenafillâh- Allah’ta fani olma’’ mertebesi denir.(11)
Tarikatın bu temel prensiplerini kısaca gördükten sonra yukarıda verdiğimiz tarifi bir daha özetlemek gerekir ki: mezhep; ilim yoludur, tarikat ise irfan yoludur, sezgi ve ruhi yaşayış ve nefisle mücadele yoludur.(12)
Evet, tarikat, şeriat yoluna süluk etmek yani şeriatın mukteza ile amel etmektir.


1- Kurtubi El-camiul Ahkâm il-Kuran, Kahire 1967, cüz 16 s.163
2- Casiye, 18 ve mücadele süresi, 20.
3- Kuşeyri risalesi s.177
4- Tasavvuf ve tarikatlarla ilgili fetvalar S.76
5- Mecmua ur-Resail C.1, S.68
6- Tasavvuf ve tarikatlarla ilgili fetvalar S.76
7- Ö.N Bilmen, Muvazzah İbni Kelal S.14–15
8- S. Vicdani Tumar Turuk’u aliye S.100, cüz1.
9- Mütr. Asım, Kamus Terc. Hüseyin Kazım Kadiri, Türk lügatı zehab maddesi.
10- Nefahitül – Üns S. 91 vd.
11- Sofiye istilahaları İ. Hakkı İzmirli S.72 vd.
12- Vahdeti Vucud Risalesi, Yusuf Zade Abdullah
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt