Selamunaleykum;
Elhamdülillah Müslüman'ım
Büyük sıkıntılar içerisindeyim sorularıma cevap bulmakta güçlük çekiyorum, bana yardım ederseniz bu sıkıntılardan kurtarırsanız çok sevineceğim
Şu geçtiğimiz 1 haftadır ilginç videolar izledim, bu videolar beni sanki bir boşluk içinde bıraktı darlanıyorum korkuyorum
bunun üzerine kur'an meallerini okumaya başladım kendime cevap bulamadım, burada soru cevap şeklinde bulacağıma inanıyorum
size videoların linklerini veriyorum bu sapıklık düşüncelerden kurtarın beni lütfen
Allah yok diyenlere ispat. - YouTube
Kuran ve çelişkiler! - YouTube
beni tahminim ise şöyle doğruluğunu bulmaya çalışıyorum bu videolar sadece akıl bulandırmak için hazırlanmış çelişkiler ise kur'an mealleri hatalarından kaynaklı
birde aklıma takılar sorulardan birkaç tanesi bize öğretilen dinde zorlama yoktur diye öğretildi fakat Allah'ın kitabında
"O halde, hürmetli aylar çıkınca artık öbür müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp esir edin, onların geçebileceği bütün geçit başlarını tutun. Eğer tövbe eder, namaz kılar, zekât verirlerse onları serbest bırakın. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir." (Tevbe, 9/5)
yazıyor zorlama yok peki neden öldürmemiz emrediliyor veya peygamberimiz neden "yedi yaşına geldi mi çocuğa namazı emredin, on yaşına geldi mi kılmadığı takdirde dövün." demiş ?
kolay gelsin.
5. 0 haram aylar çıkınca, artık o müşrikleri nerede bulursanız öl*dürün. Onları yakalayın. Onları alıkoyun. Onların bütün geçit yerlerini tutun. Eğer, tevbe edip namaz kılar ve zekât verirlerse, yollarını serbest bırakın. Gerçekten Allah Gafurdur, Rahimdir.
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:[24]
1. Bu Buyrukta Haram Aylar'dan Kasıt:
"O haram aylar çıkınca" anlamındaki buyrukta, kelimesi, çıktı anlamına gelir. Mesela, bir ayın son günlerine doğru geldiğini ifade etmek üzere kişi; Aydan çıktım, der. "Aydan çıkarsın," yani ayı bitiriyorsun, demek olur. Şair de der ki:
"Aydan çıktım mı, hemen onun gibi[25] bir aya girerim
Benim aylardan çıkışım ve aylara girişim katil olarak (bana) yeterlidir.
"Ay çtktt (bitti)," demektir, ifadesi ise, gündüz ge*lecek geceden sıyrıldı, çıktı anlamındadır. ise, kadın man*to (ve benzeri üst giyeceğini) üzerinden çıkardı, demektir. Kur'an-ı Kerim*de de: " Onlar için bir âyet de gecedir. Ondan gün*düzü soyup çıkarım" (Yâsîn, 36/37) diye buyurulmaktadır. ise, meyvesi henüz daha yeşilken etrafa dağılan hurma ağacı, demektir.
(Bu âyet-i kerimede geçen) "haram aylar" ile ilgili ilim adamlarının iki ayn görüşü vardır. Bilinen ve üçü arka arkaya (Zülkade, Zilhicce ve Muhar*rem) biri de tek (Recep) olmak üzere dört haram aydır denildiği gibi, el-Asam da şöyle demiştir: Bununla, kendileriyle herhangi bir antlaşma akdi bulun*mayan müşrikler kastedilmiştir. İşte, yüce Allah bu buyrukta bu haram ay*lar çıkıncaya kadar onlarla savaşmaktan uzak durmayı emretmektedir ki, bu da İbn Abbas'ın naklettiğine göre elli günlük bir süredir. Çünkü, Kurban bay*ramı birinci günü bu husus ilan edilmişti. Bu görüş daha önceden geçmiş bu*lunmaktadır.
Bunların, antlaşmalara tanınan dört aylık süre olduğu da söylenmiştir. Bu görüşü de Mücahid, îbn İshak, İbn Zeyd ve Amr b. Şuayb ileri sürmüşlerdir.
Haram aylardan kastın, hürmetleri bulunan aylar olduğu da söylenmiştir. Çünkü yüce Allah bu aylarda mü'rninlere, müşriklerin kanını dökmeyi ve ha*yırlı bir maksat ile olması müstesna, onlara herhangi bir şekilde taaruzda bu*lunmayı haram kılmış idi.[26]
2. "Müşrikleri Öldürün" Emrinin Mahiyeti:
Yüce Allah'ın: "Artık o müşrikleri... öldürün" buyruğu, bütün müşrikler hakkında umumi olmakla birlikte sünnet, bunlar arasından daha önce el-Ba-kara Sûresi'nde (2/190. âyet 1. başlıkta) açıklaması geçtiği üzere kadın, ra*hip, çocuk ve benzeri kimseleri tahsis etmiş (bu genel hükmün dışında bı-rakrruşMır. Nitekim yüce Allah kitap ehli hakkında da: "Cizye verinceye ka*dar..." (et-Tevbe, 9/29) diye buyurmaktadır. Ancak "müşrikler" lafzının ki*tap ehlini kapsamına almaması da mümkündür. Bu da cizyenin puta tapan*lardan ve diğerlerinden -ileride açıklanacağı üzere- alınmamasını gerektirir. Şunu bilmeli ki, yüce Allah'ın: "Müşrikleri öldürün" buyruğundaki mutlak ifade, herhangi surette olursa olsun onları öldürmenin caiz olmasını gerek*tirmektedir. Ancak, Hz. Peygamberden müsleyi yasaklayan haberler varid ol*muştur.
Bununla birlikte Ebu Bekr es-Sıddik (r.a)'ın irtidad edenleri ateşle yakma*sı, taşla öldürmesi, dağların tepelerinden atması, başaşağı kuyulara atması şek*lindeki öldürmelerine de âyetin umumi ifadesini kendisine delil almış olabilir. Aynı şekilde Ali (r.a)'ın, irtidat eden birtakım kimseleri yakarak öldür*mesini de bu görüşe meyletmesi ve lafzın genel oluşuna dayanarak bunu yap*mış olması ihtimali de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.[27]
3. Müşriklerin Bulundukları Yerde Öldürülmelerinden İstisnalar:
"O müşrikleri nerede bulursanız..." buyruğu, her yer hakkında umumi*dir. Ebu Hanife -Allah ondan razı olsun- ise, dalıa önce el-Bakara Sûresi'nde (2/191-192. âyetler, 3. başlıkta) geçtiği üzere Mescid-i Haramı istisna etmiştir, Bununla birlikte (hükmün mensuh olup olmadığı hususunda) ilim adam*ları arasında görüş ayrılığı vardır. el-Hüseyn b. el-Fadl der ki: Bu âyet-İ ke*rime, Kur'an-ı Kerimde yüzçevirmekten ve düşmanların eziyetlerine sabre*dip katlanmaktan söz eden bütün âyetleri nesli etmiştir.
ed-Dalıhâk, es-Süddî ve Ata da şöyle demektedir: Bu âyet-i kerime yüce Allah'ın; "Bundan sonra ister karşılıksız serbest bırakın, ister fidye alın" (Muhammed, 47/4) buyruğu ile nesli edilmiştir ve hiçbir esir eli kolu bağlı öldürülmez demişlerdir. Esir ya karşılıksız serbest bırakılır, yahut fidye karşılığın*da bırakılır.
Mücahid ve Katade ise derler ki; Bilakis bu âyet-i kerime yüce Allah'ın: "Bundan sonra ister karşılıksız serbest bırakın, ister fidye alın" (Muhammed, 47/4) buyruğunu neshetmekte ve müşrik olan esirîer hakkında öldürülmelerinden başka bir uygulama caiz bulunmamakladır.
îbn Zeyd her iki âyet de muhkemdir demektedir ki, doğru olan da budur. Çünkü, karşılıksız serbest bırakmak, öldürmek ve fidye almak, müşriklerle yaptığı İlk savaş olan -önceden de geçtiği üzere- Bedir gününden itibaren uy*guladığı hükümler olagelmiştir. Yüce Allah'ın: "Onları yakalayın" buyruğu da buna delildir. Yakalamak ise esir almaktır. Esir almak da, imamın uygun göreceği tercihe göre ya öldürmek için, yahut fidye almak için veya karşı*lıksız bırakmak için olur.
"Onları alıkoyun" buyruğu ise, sizin topraklarınızda tasarrufta bulunma*larını ve yanlarınıza girmelerini engelleyin; ancak, siz onlara izin verirseniz eman ile yanınıza girebilirler, demektir.[28]
4. Müşriklerin Geçit Yerlerini Tutmak:
"...onların bütün geçit yerlerini tutun" buyruğunda geçen ve "geçit ye*ri" diye meali verilen; kelimesi, kendisinde düşmanın gözetlendi*ği yer, demektir. "Filanı gözetledim, gözetlemekteyim," de*nilir. Buyruk, onların gözetlenebilecekleri ve gafil yakalanabilecekleri yer*lerde onlar için oturun (pusu kurun) demektir. Âmir b. et-Tufeyl der ki:
"Ben kesin olarak biliyorum ve hiç de unuttuğumu sanmayın: Genç delikanlıyı ölümün gözetleyip durduğunu,"
Şair Adiy de şöyle demektedir:
"Ey Âzile, (hanımının adı) şüphesiz ki bilgisizlik genç olanm zevkin (e düşkünlüğün) den ötürüdür Ve hiç şüphesiz nefisler için ölümler gözetlemededir."
Bu buyrukta davette bulunmadan önce müşrikleri gatîl avlamanın caiz ol*duğuna delil vardır, ": Bütün" kelimesi zarf olarak nasbedilmiştir. ez-Zec-câc'ın tercihi de budur. Mesela; "Bir yolda gittim denildiği" gi*bi, "Her yolda gittim" denilir (ve "bütün, her" anlamındaki ke*lime nasbedilir). Yahut da bu kelime cer eden kelimenin düşürülmesinden ötürü de mansub gelmiş olabilir, İfadenin takdiri şöyle olur: "Bütün geçit yerlerinde, üzerinde gözetlemede bulunun" demek olur. Böylelikle ": Geçit yerleri" kelimesi geçtikle*ri yolun adı kabul edilir.
Ebu Ali ise, ez-Zeccâc'ı , "yol" kelimesini zarf kabul etmekte hatalı bulur ve şöyle den Yol, ev ve mescid gibi özel bir yerin adıdır. Dolayısı ile semaî olarak hazfın varid olduğu haller müstesna, bundan cer harfinin hazfedilme-si caiz olamaz. Nitekim Sibeveyh "Şam'a girdim, eve girdim" şeklindeki kullanışları nakletmektedir. Şu mısra da buna benze*mektedir:
"Tilkinin yolda sallanarak koşması gibi..."[29]
5. Müşriklerle Savaşmanın Hedefi:
"Eğer tevbe edip" yani, şirkten vazgeçip "namaz kılar ve zekât verirler*se, yollarını serbest bırakın" âyet-i kerimesi üzerinde dikkatle durup dü*şünmek gerekir. Çünkü yüce Allah önce öldürülme sebeplerini şirke bağlamakta, daha sonra da: "Eğer tevbe edip..." diye buyurmaktadır. Asıl kaide de şudur: Öldürme, eğer şirk dolayısıyla sözkonusu ise, şirkin zevali ile bu emir de zail olur. Bu da namazın kılınmasını, zekâtın verilmesini gözönün-de bulundurmaksızın mücerred tevbe etmekle öldürme emrinin ortadan kalkmasını gerektirir. İşte bundan dolayı, namaz vaktinden ve zekât verme zamanından önce mücerred tevbe etmek dolayısıyla öldürme hükmü de or*tadan kalkmıştır. Bu ise, bu yönüyle gayet açıkça anlaşılan bir konudur. Şu kadar var ki: Şanı yüce Allah, tevbe etmekle birlikte iki şart daha sözkonu-su etmiştir ki, bunları boşa çıkarmanın imkânı yoktur. Hz. Peygamberin şu buyruğu da buna benzemektedir; "Ben insanlarla lâ ilahe illallah deyinceye, namaz kılıncaya ve zekât verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Onlar bunu yapacak olurlarsa, benden kanlarını da mallarını da korumuş olurlar. Onun hakkı ile olması hali müstesna hesapları ise Allah'a aittir."[30]
Ebu Bekr es-Sıddik (r.a) da şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemin ederim, na*maz ile zekât arasında ayırım gözetenlerle mutlaka savaşacağım. Çünkü ze*kât mahn hakkıdır." İbn Abbas da: Allah Ebu Bekir'e rahmet eylesin. O, ne kadar da fakih bir kimse idi demiştir.
İbnü'l'Arabî der ki: Böylelikle Kur'an ve Sünnet aynı gerçekleri dile ge*tirmiş olmaktadır. Namazı ve sair farzları helal kabul ederek terkedenin kâ*fir olduğu hususunda müslümanlar arasında görüş ayrılığı yoktur. Sünnetle*ri önemsemeyerek terkeden de fasık olur. Nafileleri terkeden için ise bir ve*bal yoktur. Ancak, nafilenin faziletini inkâr ederse kâfir olur. Çünkü o, bu tu*tumu ile Rasûluilah (sav)'m getirip haber verdiği bir hususu reddetmiş olmak*tadır. Ancak farz olduğunu inkâr etmeksizin ve terkini de helal kabul etmek*sizin namazı terkeden kimsenin hükmü hususunda ilim adamlarının farklı gö*rüşleri vardır. Yunus b. Abdulalâ dedi ki: Ben, İbn Vehb'i şöyle derken din*ledim: Malik dedi ki: Allah'a iman edip, rasûlleri tasdik eden, fakat namaz kıl*mayı kabul etmeyen kimse öldürülür. Ebu Sevr de; Şafiî mezhebinin bütün alimleri bu görüştedir, der. Hammad b. Zeyd, Mekhul ve Veki'in görüşü de budur. Ebu Hanife der ki: Böyle bir kimse hapse atılır, dövülür ama öldürül*mez. Bu, İbn Şihab'ın da görüşüdür. Davud b. Ali de bu görüştedir. Bunla*rın delilleri arasında Hz. Peygamberin şu buyruğu da vardır: "Ben insanlar*la la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu diyecek olurlarsa, -onun hakkı İle olması müstesna- benden kanlarını ve mallannı ko*rumuş olurlar."[31]Bu görüşü kabul edenler derler ki: Onun hakkı ise, Hz. Peygamberin bir başka hadisinde şöylece dile getirilmiştir: "Müslüman bir kim*senin kanı ancak üç şeyden birisiyle helal olur: İmandan sonra kâfir olmak, yahut muhsan olduktan sonra zina etmek, ya da bir başka nefse karşılık ol*maksızın birisini öldürmek."[32]
Ashab-ı kiram ve tabiinden bir topluluğun görüşüne göre kasti olarak ve özrü bulunmaksızın vakti çıkıncaya kadar tek bir namazı terkeden ve onu eda etmeyi de kaza etmeyi de kabul etmeyip namaz kılmam, diyen bir kimsenin kâfir olduğu, kanının da malının da helal olduğu, müslüman mirasçılarının ondan miras alamayacağı ve tevbe etmesinin de istenmeyeceği görüşünde*dirler. Eğer (kendiliğinden) tevbe ederse mesele yok. Aksi takdirde öldürü*lür. Ve malının hükmü de mürtedin malı ile aynıdır. Bu, aynı zamanda İshak'ın da görüşüdür. İshak der ki: İşte Peygamber (sav)'dan şu günümüze kadar ilim ehlinin görüşü böyledir.
İbn Huveyzimendad der ki: Bizim mezhep alimlerimiz, namazı terkeden kişinin ne vakit öldürüleceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Kimisi, na*mazın kılınması için uygun görülen vaktinin sonunda öldürülür derken, ki*misi de zaruret vaktinin sonuna kadar bırakılır demişlerdir. Bu konuda sahih olan görüş budur. Bu zaruret vakti de şöyledir: İkindi namazı vaktinden gü*neşin batacağı zamana kadar dört rekat kılabilecek bir süre, yatsı namazının çıkış vakti olan gecenin bitimine dört rekat kala, sabah namazı vaktinin bi*timi olan güneşin doğuşundan önce iki rekat kılacak kadar bir zamandır. İs*hak der ki: Vaktin gitmesinden maksat ise, öğle namazını güneşin batışına, ak*şam namazını da tan yerinin ağarması vaktine kadar ertelemesi demektir.[33]
6. Gerçek Tevbe Ne İle Anlaşılır:
Bu âyet-i kerime "tevbe ettim" diyen kimsenin, fiilleri arasına tevbenin muhakkak olduğunu ortaya koyan hususlar da eklenmedikçe, bu sözüyle ye-tinilmeyeceğine delildir. Çünkü yüce Allah burada tevbe etmekle birlikte na*maz kılmayı ve zekât vermeyi de şart koşmaktadır ki, bunların yerine geti*rilmesiyle tevbenin gerçekten yapıldığı ortaya çıksın. Faizi yasaklayan âyet-i kerimede de: "Şayet tevbe ederseniz ana mallarınız sizindir" (el-Bakara, 2/279) diye buyurmaktadır. Bir başka yerde de: 'Tevbe edenler, ıslah eden*ler ve açıklayanlar müstesna..." (el-Bakara, 2/l60) diye buyurmaktadır, el-Bakara Sûresi'nde bu anlamdaki açıklamalar (2/160. ayetin tefsirinde) geç*miş bulunmaktadır.[34]
6. Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse ona eman ver. Tâ ki Allah'ın kelâmını dinlesin. Sonra onu emin olacağı yere ka*dar ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olduklarından do*layı böyledir.
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:[35]
1. Eman Verme:
"Eğer" sana kendileriyle savaşma emrini vermiş olduğum "müşriklerden biri senden eman dilerse" buyruğunda geçen ve "senden eman dilerse" an*lamındaki; kelimesi, senin himayeni isterse; yani, senin emâmnı ve senin korumam isterse, Kur'an-ı Kerimi dinleyebilmesi için onun hükümle*rini, emir ve yasaklarını anlayabilmesi için böyle bir istekte bulunursa) sen de ona eman ver, demektir. Eğer, bir emri kabul ederse, bu güzel bir şey*dir. Şayet kabul etmeyecek olursa, sen de onu güvenlik duyacağı yere geri götür. Bu, hakkında görüş ayrılığı bulunmayan bir husustur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Malik der ki: Harbî bir kişi müslümanların ülkesine giden yolda bulunup da: Ben eman istemek üzere geldim diyecek olursa, bu gibi haller şüpheli hu*suslardan olduğu için görüşüme göre bu durumdaki bir kimse güven duya*bileceği bir yere geri götürülür. İbnü'l-Kasım da şöyle der: Bizim kıyılarımı*za ticaret maksadıyla gelmiş görünen ve: Ben malımı satıncaya kadar ticaret yapmak üzere gelen kimselere dokunmadığınızı zannediyorum, diyen kim*senin durumu da böyledir.
Âyet-i kerimenin zahiri ise, Kur'an-ı Kerimi dinlemek ve İslâm üzerinde düşünmek isteyen kimseler hakkındadır. Bunun dışındaki maksatlar için eman vermek ise, müslümanların maslahatı ile ilgili ve onlara fayda sağla*yan hususların gereği gibi tetkik edilmesi ile ilgilidir.[36]
2. Eman Verme Yetkisi:
İlim adamlarının tümüne göre sultanın (İslâm devlet yöneticisinin) verdi*ği eman caizdir. Çünkü imam, müslümanların lehine olan menfaat ve maslahatlara bakmak İçin öne geçirilir. O, menfaatlerin sağlanması, zararların ön*lenmesi konusunda herkesin vekilidir.
Halifeden başkasının eraan vermesi hususunda ise ilim adamlarının fark*lı görüşleri vardır. Hür bir kimsenin verdiği eman, bütün ilim adamlarına gö*re geçerlidir. Ancak İbn Habib şöyle demektedir: İmam, verilen bu emanı göz*den geçirir.
Kölenin de, Malikî mezhebinde meşhur olan görüşe göre eman vermek yetkisi vardır. Şafiî, Şafiî mezhebi alimleri, Ahmed, İshâk, Evzaî, Sevrî, Ebu Sevr, Davud ve (Hanefilerden) Muhammed b. el-Hasen de bu görüştedirler. Ebu Hanife'nin görüşüne göre ise, kölenin eman vermek yetkisi yoktur. Bi*zim (Malikî mezhebi > ilim adamlarımızın ikinci görüşü de budur. Ancak, bi*rinci görüş daha sahihtir. Çünkü Peygamber şöyle buyurmuştur: "Müslüman*ların kanları birbirine denktir. Onların en aşağı olanları dahi zimmetlerini ye*rine getirmeye çalışır. "[37]
İlim adamlarımız derler ki: Hz. Peygamber: "En aşağılan" dediğine gö*re, kölenin de emanı caizdir. Hür kadının eman verebilmesi ise daha bir uy*gundur. "Köleye (ganimetten) pay verilmez" diye gösterilecek gerekçe ise mu*teber değildir. Abdulmelik b. el-Macişûn der ki: İmamın geçerli kabul etme*si hali müstesna, kadının emanı caiz değildir. O, bu görüşüyle cumhurdan ayrı istisnai bir kanaat ortaya koymuş olmaktadır.
Çocuğa gelince, eğer savaşabilecek güçte ise, onun emanı da geçerlidir. Çünkü o da savaşçılar arasındadır ve koruyucu kesim arasına girmektedir.
ed-Dahhak ve es-Süddî ise, bu âyet-i kerimenin, yüce Allah'ın: "Müşrik*leri öldürün" buyruğu ile nesli olduğu kanaatindedirler. el-Hasen ise şöy*le demektedir: Bu âyet-i kerime kıyamet gününe kadar muhkem ve uygula*nabilecek bir âyettir. Mücahid de bu görüştedir.
Bu âyet-i kerimenin hükmünün müşrikler için tayin edilen dört aylık sü*re boyunca geçerli olduğu da söylenmiştir. Ancak bu görüşün hiç bir kıyme*ti yoktur. Said b. Cübeyr der ki: Müşriklerden bir kişi Ali b. Ebi Talib'in ya*nına gelerek şöyle dedi: Bizden herhangi bir kimse bu dört ayın bitişinden sonra Muhammed'in yanına gelip de Allah'ın kelamını işitmek isterse veya bir ihtiyâcı dolayısıyla gelirse öldürülür mü? Ali b, Ebi Talib (r.a): Hayır de*di. Çünkü şanı yüce Allah: "Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse ona eman ver. Tâ ki Allah'ın kelamını dinlesin" diye buyurmuştur. Doğ*ru olan da budur ve âyet-i kerime muhkemdir.[38]
3. Şart Edatlanyla İlgili Bir Açıklama:
Yüce Allah'ın: " Eğer... biri" buyruğundaki; Biri kelime*si, daha sonra gelen ("Senden eman dilerse" anlamındaki) fiil gibi bir fiil takdiri ile ref edilmiştir. Böyle bir açıklama, şart edatı için güzeldir, an*cak diğer kardeşlerinde (şart edatlarında) çirkindir. Sibeveyh'in benimsedi*ği görüş de, bu edat ile diğerleri arasında fark gözetmek şeklindedir. Çün*kü bu, şart edatlarının anası olduğundan onun böyle bir özelliği vardır. Di*ğer taraftan böyle bir özellik diğer edatlarda yoktur. Ancak, Muhammed b. Yezid şöyle demektedir: Sibeveylı'in: "Çünkü böyle bir özellik diğer edat*larda yoktur" demesi yanlıştır. Zira, bu edat, kimi zaman; anlamında olup, kimi zaman da şeddelisinden hafifletilmiş olur. Diğer şart edatları ise böyle değildir.
Sibeveylı şu beyiti örnek olarak zikretmektedir:
"Benim nefis ve değerli şeyleri tüketmemden ötürü sızlanma
Fakat ben ölüp gidersem, işte o vakit ağlayıp sızla."[39]
4. Allah'ın Okunan Kelâmı İşitilir:
İlim adamlarımız derler ki: Yüce Allah'ın: "Tâ ki Allah'ın kelâmını din*lesin" buyruğunda, şanı yüce Allah'ın kelâmının okuyucu tarafından okun*ması halinde işitildiğine delildir. Şeyh Ebu'l-Hasen (el-Eş'arî), Kadı Ebu Bekr (el-Bakiİlânî) ile Ebu'l-Abbas el-Kalanfcî, İbn Mücahid, Ebu îshak el-İs-ferayinî ve başkaları bu görüştedir.
Çünkü yüce Allah: "Tâ ki Allah'ın kelâmını dinlesin" buyruğu ile ken*di kelâmının Kur'an okuyan kimsenin okuması esnasında işitilen bir kelâm olduğunu açıkça ifade etmektedir. Aynca müslümanlar, bir kimse mesela Fa-tihatü'l-Kitabı veya herhangi bir sûreyi okuyacak olursa, "Allah'ın kelâmını dinledik işittik" demek üzerinde icma etmiş olmaları ve Allah'ın kelâmının okunmasıyla mesela İmriu'l-Kays'ın şiirinin okunması arasında fark gözetmek*te icma etmiş olmaları da buna delildir. el-Bakara Sûresi'nde de (2/75. aye*tin tefsirinde) Allah'ın kelâmının anlamı, O'nun kelâmının harfe ve sese muh*taç olmadığına dair açıklamalar da geçmiş bulunmaktadır. Cenab-ı Allah'a hamd olsun.[40]
KARDEŞİM BU PAYLAŞIM KURTUBİ TEFSİRİ TEVBE SURESİ 5. AYETİYLE İLGİLİDİR