RE: ...Birbirinizin Gizli Yönlerini Araştirmayin ...(Hucurat -12)
GIYBET (ARKADAN KONUŞMA) VE SU-İ ZAN
HADİSLER VE AÇIKLAMA
Yüce Allah buyuruyor ki:
Ey iman edenler!... Zannın (şahsi kanaatlerin) çoğundan kaçının. Çünkü bazı zanlar (şahsi kanaatler) günahın tâ kendisidirler. Birbirinizin kusurlarını araştırmayın. Yek diğerinizi arkadan çekiştirmeyiniz. İçinizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bu sizin için tiksindirici bir şeydir. Allah'tan korkunuz. Çünkü Allah (c.c.) tövbeleri kabul eden ve çok esirgeyendir.
-Hucûrat Sûresi, âyet: 12-
Peygamberimiz diyor ki:
Sohbet toplantılarınız bana salât ve selâm getirerek süsleyiniz. Çünkü bana getirdiğiniz salât ve selâmlar öbür dünyada etrafınızı kuşatan kıyamet karanlıkları içinde sizi aydınlığı çıkaracak ilâhi nurlar olacaktır.
Peygamberimiz diyor ki:
(Kıyamet günü) şu üç kimse benim yüzüm göremiyecektir:
Ana-babayı karşı gelenler;
Sünneti terkedenler;
Adım yanında anıldığında bana salât ve selâm getirmeyenler.
Hz. Peygamber (s.a.v) bir savaşta fakir sahabileri birer birer, zengin ikişer sahabinin yanına yerleştirir. Maksat fakirlerin karınlarını doyurmaları buna karşılık da zenginlerin hizmetini görerek savaş gücünü arttırmaktır. Bu arada Selman Farisî de iki zenginin yanına verilmiş ve kendisinden onların yemeklerini hazırlaması istenmişti. O da her gün yanında bulunduğu zenginlerin yemeklerini hazırlıyor sularını getiriyor ve böylece de eksiksizce hizmetlerini görmeye çalışıyordu.
Fakat günlerden bir gün çadırlarına gelen zenginler yiyecek hazır bir şey bulamazlar. O yüzden de Selman Farisi'yi yiyecek bir şeyler alması için Allah Resûlüne gönderirler. Hz. Selman (r.a) gittiğinde ardından aralarında konuşmaya ve onu çekiştirmeye koyulurlar. Güya Selman, uğursuz adammış. Bol sularıyla ün salmış "Semiha Kuyus'na gitse oranın bütün sularını kuruturmuş. Bu ve buna benzer bir düzine dedikodular yaparla.
Herşeyden habersiz, vazifesinde kusursuzca hareket etme prensibi içinde hareket eden Selman Farisi ise durumu Hz. Peygamber'e iletir. Karşılığında, "Onlara de ki: Siz biraz önce yemek yediniz, daha ne istiyorsunuz?" cevabını aldı ve geri dönerek sevgili Peygamberimizin bu sözlerini ik zengine bildir.i
Bunun üzerine kalkıp Peygamber'e giden zenginler,
"Ey Allah'ın elçisi! Yemek yediğimizi söylemişsiniz. Halbuki biz yemek yemedik" diye ikazda bulunurlar. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) işte, "Şuna emin olun ki ben sizin ağzınızda henüz yemiş olduğunuz etin kırmızı kırmızı kırıntılarını görüyorum. Çünkü siz arkadaşınızın ardından onun dedikodusunu yaptınız. Böylece de onun etini yemiş oluyorsunuz." diyerek zenginlere çıkıştı.
İşte yukarıdaki âyet adı geçen bu iki dedikoducu zengin hakkında inmiştir.
Peygamberimiz diyor ki:
Gıybet (arkadan konuşma), zinadan daha beter bir suçtur. Sahabiler, "Nasıl olur, ey Allah'ın elçisi?" diye sorarlar. O da, "Kişi zina ettikten sonra günahından tövbe edip de Allah'a yönelirse Allah (c.c.) onun bu tövbesini kabul eder. Fakat gıybet eden kimsenin tövbesini kabul edip günahını asla bağışlamak. Tâ ki gıybetini ettiği kimse kendisini affedene kadar."
Bu hadisten açıkça anlamaktayız ki başkalarının ardından onların hoşuna gitmeyeceği şeyleri söylemek, büyük günahlardan biridir. Hattan zinadan da büyük bir günahtır.
Peygamberimiz diyor ki:
Yüce Allah (c.c.) Mûsa Peygamber'e şöyle seslenir: "Ey Mûsa! Şunu bil ki, dedikodu edip de tövbe ederek allah'a yönelen kimseler (öbür dünyada) Cennete en son gireceklerdir. Dedikodu etmekte ayak diretenler ise (öbür dünyada) Cehenneme ilk girenler olacaktır."
-Zübdetül Vaizin-
Peygamberimiz diyor ki:
Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.) sahabilerine, "Gıybetin ne demek olduğunu bilmiyor musunuz?" diye sorar. Onlar da, "Alllah ve Rasûlü bilir" diye cevap verirler. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: "Mü'min kardeşinin ardından onun hoşuna gitmeyecek bir söz söylemendir."
Tekrar sorarlar; "Ya o belirttiğin kusur mü'min kardeşimde varsa, o zaman da bu sözü söylemekle gıybet etmiş olur muyum?" Hz. Peygamber (s.a.v.) bu soruyla da şöyle cevap verir: "Mü'min kardeşine isnat ettiğin kusur gerçekten onda varsa gıybet etmiş olursun, onda olmayan bir kusuru söyledinse o zaman mü'min kardeşine iftira etmiş olursun."
-Kâdi-
Peygamberimiz diyor ki:
Akreme (allah ondan razı olsun) anlatıyor:
Bir gün Hz. Peygamber'in evine uzun boylu bir kadın gelir. Hz. Ayşe (r.a.) kadını görünce, "Amma da uzun boylu kadın ha" der. Bu sözleri duyan sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Ayşe'ye, "Kus, durma, hemen kus" diye bağırır. O da kustuğunda bakar ki bir parça et kusmuştur.
Bunun üzerine Hz. Ayşe (r.a.), "Ey Allah'ın elçisi!. Ben ne dedim ki: Sadece olanı söyledim" der. Hz. Peygamber (s.a.v.) de onun bu sözlerine şöyle cevap verir: "Ey Ayşe!. Gıybet, mü'min kardeşinin ardından onun hoşuna gitmeyen bir kusurun söylemendir. Eğer belirttiğin kusur onda yoksa, o zaman mü'min kardeşine iftira etmiş olursun. İftira ise gıybetten de ağır bir günahtır. Çünkü iftiradan ötürü Allah'a tövbe etmek için şu üç hususu yerine getirmek gerekir:
İlk önce kimlerin yanında iftira ettiysen, oraya gidip, "Ben falanca hakkında şu şu iftiralarda bulundum. Fakat şunu biliniz ki bütün söylediklerim asılsız ve yalandır" diye itirafta bulunması gerekir.
İkinci olarak, hakkında iftira çıkardığın kimseyle yüzleşerek kendisindin hakkını helâl etmesini istemek şarttır.
Üçüncü olarak da Allah'tan günahının bağışlanmasını dilemek ve tövbe ederek O'na yönelmek lazımdır.
O yüzden islâm büyüklerinden biri şöyle diyor: Gıybet, bir mü'min kardeşinin ardından onun hoşlanmayacağı bir kusurunu söylemektir. Ama bu kusur ister vücudunda, aklında, elbisesinde soyu sopunda, malında ve mülkünde olsun; ister başka bir şeyinde olsun yine gıybet olur. Hatta istersen, "falancanın kulağı geniş veya elbisesi uzun veyahut do boyu uzun" de. Hepsi de dedikodu sayılır.
-Zübdetül Vaizin-
Peygamberimiz diyor ki:
İnsanlarla alay edip onları maskaraya alan, ara bozmak için durmadan ondan ona söz taşıyan ve kusursuz kimselerde boyuna kusur araştıran kişileri Kıyamet günü yüce Allah (c.c.) köpek sûretinde haşredecektir.
-Tarikat-i Muhammediye-
Peygamberimiz diyor ki:
Ara bozmak için iki kişi arasında söz tayına kimseye Allah (c.c.) kabrinde öyle bir ateş musallat eder ki bu ateş onu Kıyamete dek cayır cayır yakacaktır.
-Mev'ize-
Dini Hikâye: NÛH TUFANI VE KEDİYLE KÖPEK
Nûh Peygamber Tufan hadisesi başlamadan önce bir gemi inşâ ettirdi. Bu gemiyle bütün yeryüzü canlılarından birer çift aldı. Gemi tamamen dolmuştu. Onun için de çiftlerin birbirleriyle cinsî birleşmede bulunmalarını yasakladı. Çünkü birleşirlerse üreyip gemiyi batırabilirlerdi.
Gemideki canlıların arasında kedi ile köpek de yer alıyordu. Köpek, Nûh peygamberin "Sakın cinsi münasebette bulunmayıh. Çünkü batarız." diye sıkı talimatına rağmen bir gün dayanamayıp hemcinslerinden biriyle çiftleşir. Köpeğin çiftleştiğini gören kedi hemen gidip durumu Nûh peygambere bildirir. Hz. Nûh (a.s.) da köpeği çağırtarak iyece bir azarlar.
Fakat bir süre geçtikten sonra köpek dayanamayıp yine çiftleşir. Daima köpeğin hareketlerini kollayan kedi de durumu tekrar Hz. Nûh'a yetiştirir. Köpeği çağırtan Hz. Nûh (a.s.) yine kendisini iyice bir haşlar köpek bakar ki kurtuluş yolu yok, inkâra yeltenir. Ben böyle bir hareket yapmadım, diye ayak diretir. Kedi yaptı, köpek de yapmadım derken konu iyice arap saçına döner. İşin böylesine kargacık burgacık bir hâl aldığı bu sırada kedi bütün kurnazlığını ortaya seren bir telif atar. Nûh peygamber'e "Ey Allah elçisi! der. "Ben köpeği sizin emrinizi çiğneyerek hem cinsiyle cinsi birleşmede bulunurken şu iki gözümle gördüm. Fakat o, inkâra yelteniyor, zararı yok. Madem ki inkâr ediyor, siz de Allah'a yalvarıp yakararak onları size suçüstü göstermesini dileyin. Eminim ki o zaman onları yakalayacak ve kimin doğru söylediğini gözlerinizle göreceksiniz."
Bunun üzerine Nûh peygamber Allah'a dua ve niyaz eder. der ki, "Ey Rabbim! Köpekler emirlerime ayak uydurmuyor. Suçlarını yüzlerine vurduğumda da inkâra kalkışıyorlar. Bana onlara suç işlerken göster de bende bu konuda aydınlığa kavuşayım. Kimin haklı, kimin haksız olduğunu anlayayım."
Bu duanın üzerinden bir süre geçtikten sonra bir gün köpek yine nefsine hâkim olamayıp hem cinsiyle temasa geçer. Fakat artık Nûh Peygamberin duası kabul olunmuş, o yüzden de kendilerini mutlaka suçüstü yakalayacaklardır. Kuvvet ve kudretine nihayet olmayan Allah (c.c.) birleşen köpeklere öyle bir illet verir ki çiftleşme esnasında uzun zaman bir türlü birbirlerin kopamazlar. Öylesine kenetlenmişlerdi ki ne kadar didinseler ayrılmaları imkânsızdır.
Tabii durumu uzaktan seyreden kedi yine her zaman ki gibi haberi Hz. Nûh'a uçurmakta gecikmez. Durumu haber alan Hz. Nûh (a.s.) hemen olay yerine gelir ve köpekleri çiftleşme halindeyken görür. Köpek öylesine mahcup olur, öylesine utanır ki, o anda yer yarılsa hiç tereddüt etmeden dibine girecektir. Bunun üzerine kediye diş bilemeye başlar ve de ardından kedi için Allah'a şöyle beddua eder:
"Ey Rabbim!. Benim rezaletim meydana çıktı. Yeteri kadar mahcup oldum. Fakat dilerim senden bu kediyi de cinsi münasebet sırasında bütün mahlukata karşı mahcup ve rezil edersin. Tıpkı beni ettiği gibi."
İçten ve yanık bir sesle dua eden köpeğin dileğini yüce Allah (c.c.) kabul eder. İşte o yüzden de kedi cinsi münasebette bulunurken acı feryatlarla bütün etrafı ayağa kaldırır. Çünkü köpeğin sırrını açmıştır. Çünkü söz taşıyıcılık ve dedikodu etmiştir.
İşte kedi gibi, mü'min kardeşlerinin sırlarını yayan, ara bozmak için ona buna söz taşıyan, ötekini berikini çekiştirmekten zevk duyan kimselerin de yüce Allah (c.c.) kıyamet günü mahşer toplantısında, bütün yaratıkların huzurunda, tüm kusur ve günhlarını bir bir ortaya dökecektir.
Dini Hikâye: HZ. MUSA İLE YAĞMUR DUASI
Bir zamanlar İsrailoğulları, büyük bir kıtlıkla karşılaşmıştı. Uzun zamandan beri bir tek damla bile yağmur düşmüyor, yapraklar sararıyor ve toprak susuzluktan yer yer çatlıyordu. Bunun üzerine bir gün Hz. Mûsa (a.s.) kendine inananları alıp yağmur duasına çıkta. Tam üç gün yağmur yağması için başta Hz. Mûsa (a.a.) olmak üzere, bütün mü'minler Allah'a dua ettiler ve niyazda bulundular. Fakat bir türlü yağmur yağmıyordu.
Bu durumda hz. Mûsa (a.s.) merak ederek düşünmeğe başladı. Yüce Allah (a.a.) bizim dualarımızı acaba niçin kabul buyurmuyor, yoksa büyük bir günah mı işledik? Şeklinde düşünürken Allah'a şöyle yalvardı: "İlahi! Senin kulların üç günden bire sana el açıp diz çökerek dua ediyorlar. Sen ise onların bu samimi ve içten yalvarışlarını duymuyor, onların duasını kabul buyurmuyorsun."
Hz. Mûsa'nın bu içten seslenişi karşısında yüce Allah (c.c.) kendisine vahyederek şöyle buyurdu: "Ey Mûsa! Ben içinde ara bozmak için söz taşıyıcılık eden bir insanın bulunduğu bir cemaatin duasını kabul etmem." Böylece Hz. Mûsa, üç günden beri yapılan dua ve niyazların kabul edilmeyişinin gerçek sebebini öğrenmiş bulunuyordu. Fakat bu kim olabildi? Bunu öğrenmek için Allah'a şöyle niyazda bulundu: "Ya Rab! Yaptığımız duaların kabul edilmememsine sebep olan ve içimizde bululan söz taşıyıcı kimdir? Onu bize bildir ki, hemen kendisini aramızdan çıkaralım ve sana tertemiz mü'minler olarak niyazda bulunalım" deyince, yüce Allah (c.c.) şöyle karşılıkta bulundu: "Ben isiz söz taşıyıcılıktan men ediyorum, bundan kaçınmazını istiyorum, böyleyken ben nasıl olurda onu size haber vermek sûretiyle söz taşıyıcı durumuna düşmüş olabilirim?
Bunu yapmam. Ancak siz hepiniz birden tövbe ediniz ve bundan sonra bana yalvarınız."
Daha sonra Hz. Mûsa (a.s.) ve kavmi aynı şekilde yapınca semâ'dan bardaktan dökülürcesine yağmur yağmaya başladı. Böylece görmekteyiz ki, söz taşıyıcılığın zararı sadece kendisine değil, aynı zamanda içinde bulunan topluma varıncaya kadar genişliyor.
Yüce Allah (c.c.) cümlemizi söz taşıyıcılığın kötü âkıbetinden korusun, âmin...
-Zübdetül Vaizin-
Peygamberimiz diyor ki:
İnsanoğlu ömrü boyunca bir defa gıybet edip de tövbe etmeksizin ölürse, yüce Allah (c.c.) kendisini şu dokuz acı akıbete çarpar:
Rahmetinden uzaklaştırır.
Rahmet melekleri ilgisini keser.
Ruhunu zor teslim eder.
Cennete giremez.
Çetin bir kabir azabına uğrar.
İşlediği iyi amellerin sevabı gider.
HZ. Peygamber (s.a.v.) kendisinden hoşnut kalmaz.
Allah'ın gazabına uğrar.
Kıyamet günü amel terazisi kurulup ameller tartıldığında, iyi amellerinin sevabından mahrum olarak ortaya çıkar.
-Zübdetül Vaizin-
Esmâtül Bâhilî diyor ki:
Kıyamet günü kişiye amel defteri verilip de okuduğunda bakacak ki orada dünyada iken işlemediği bir takım iyilikler yer almış, Hayret içinde, "Ey Rabbim! Burada bir takım iyilikler yazılı ki, ben onları işlememiştim" diye soracaktır. Yüce Allah'da o kuluna şöyle cevap verecektir: "Ey Kulum! Sen bilmiyorsun. Onlar senin gıybetini yapan kimselerin iyilikleridir."
Bir gün biri Hasan Basrî'ye, "Falanca sizin dedikodunuzu yapıyor" der. Bu söz üzerine Hasan Basrî de bir tabağın içine para doldurarak hakkında gıybet eden zâta gönderir, gönderdiği adama da şöyle söylemesini tembih eder: "Duydum ki işlediğiniz iyilikleri bana bağışlıyormuşsunuz. Buna karşılık ben de size bu naciz hediyemi takdim ediyorum. Kabul etmenizi rica ederim."
Peygamberimiz diyor ki:
Mü'min kardeşinin ardından dedikodu yapan kimseleri kıyamet günü, yüce Allah (c.c.) yüzünü arkasına çevirerek Mahşer yerine getirir.
Peygamberimiz diyor ki:
Başkalarının ardından konuşmaktan sakının. çünkü başkalarının ardından konuşan kimseleri şu üç felâket beklemektedir.
Ettiği duaları kabul olmaz.
İşlediği iyilikler tesirsiz kalır.
Kötülük ve günahlar artar.
-Zübde-
Peygamberimiz diyor ki:
Abdullah oğlu Câbir (Allah ondan razı olsun) anlatıyor: Bir gün Haz. Peygamber (s.a.v.) ile oturmuş sohbet ediyorduk. Bir ara etrafa bir leş kokusu yayılmaya başladı. Kokuyu alan sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bize, "Bunun ne kokusu olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Biz de, "Allah ve resûlü bilir" diye karşılık verdik. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur: "Bu pis leş kokusu, mü'min kardeşlerini ötekine berikine çekiştiren gıybetçilerin kokusudur."
SORU: Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Sahabileri ve devrinde etrafa yayılan gıybet kokuları burunları sızlatmakta gecikmezdi. Fakat zamanımızda gıybet kokusunu alamaz olduk. Bunun sebep ve hikmeti nedir, açıklar mısınız?
CEVAP: Zamanımızda gıybet, dedikodu ve ötekini berikini çekiştirmek o derece yaygınlaşmıştır ki bu bozulma ve çürümenin etrafa saçtığı pis kokular artık sorunlarımızı doygun hâle getirmiştir. Bu tıpkı tabakhanede çalışmaya benzer. Tabakhaneye giren lâlettayin biri içerde bir dakika durmaya tahammül edemez. Fakat orada çalışanlar derilerden etrafa yayılan pis kokulara katlandığı gibi, alışkanlık kazandığından rahatça yemek de yerler, su da içerler. Çünkü artık onların burunla o pis kokuları alamaz olur.
-Zübdetül Vaizin-
İslâm büyüklerinden biri diyor ki:
Gıybet, dört kısma ayrılır:
Mübah,
Günah,
Münafıklık,
Küfür.
a) Mübah olan gıybet: Aşırı günahkârlıkları ve dinimize bir takım uydurma âdetleri sokmakla tanınmış kimselerin aleyhinde konuşmak ve bunların bütün kötülüklerini ortaya sürerek şerlerinden mü'minlerin sakınmalarını temin etmek herkesin boynuna borçtur. Böylesine bir gıybet de dinimizce helâl ve mübahtır. Nitekim sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Kendilerinden başkalarının korumasını sağlamak gayesiyle aşırı günahkârlıklarıyla tanınmış kimseleri bütün iç yüzleriyle gözler önüne serin."
b) Günah olan gıybet: Bir topluluk arasında herhangi bir mü'min kardeşimizin açık seçik adından bahsetmek sûretiyle kusur ve eksiğini ortaya atmak ve bir kimsenin ardından böylesine hoşuna gitmeyecek bir şekilde konuşmanın da kötülür olduğunu bilerek gıybetini yapmak dinimizce günahtır. Bu tip hareketlere girişen kimseler Allah'ın buyruklarına karşı geliyor demektir ki bu günahlara yüzünden Allah'a muhakkak tövbe etmeleri gerekir.
c) Münafıklık olan gıybet: Bazı kimseler bir topluluk arasında adını vermeksizin, fakat ima ederek bir mü'min kardeşlerinin kusurun ortaya atarlar, kendilerinin de çok tava ve dürüst olduklarını ileri sürerler. Halbuki hiç de dürüst ve takva değildirler. Maksatları başkalarını yererek, kendilerini üste çıkarmaktır. İşte böylesine gıybete de münafıklık adını veriyoruz.
d) Küfür olan gıybet: Bir insan bir topluluk arasında olmadığı halde, "Falancanın, şu şu kusurları ver" diye bir mü'min kardeşini kötülememelidir. Olmayan bir şeyi var göstermek, "Gıybet ediyorsun" dendiğinde, "Hayır, bu gıybet değil. Ben gerçeği söylüyorum" diye ayak diretmek doğru değildir. Bunun tersini yapanların, yani olmadığı halde bir başkasına "kusurludur" diyenlerin küfür ve inkâra düştüklerini söylemek gerekir. Çünkü bir mü'min kendisinde olmayan bir kusur ve eksiği ispat etmek ve ikaz edilirken de, "Hayır, ben gıybet etmiyorum. Gerçeği söylüyorum" diye ayak diretmek küfürdür. Neden? Günkü Allah'ın haram kıldığı gıybeti helâl kabul etmek küfürdür de ondan.
-Zübdetül Vaizin-
Peygamberimiz diyor ki:
Ara bozmak için ona buna söz taşıyan koğuculuk edenler asla Cennete giremezler.
İslam büyüklerinden Hammâd diyor ki:
Adamın biri bir erkek kölesini satılığa çıkarır. Almak üzere gelen müşterilerden birine meziyetlerini bir bir saydıktan sonra koğuculuk (söz taşıyıcılık) ettiğini bildirir. Müşteri bu kusur önemsemeyerek köleyi alıp götürür. Köle yeni sahibinde birkaç gün kaldıktan sonra artık dayanamayarak birgün kendisinin hanımına çıkar ve kocası aleyhinde şöyle konuşur: "Hanımefendi! Kocanız sizi sevmiyor ve sizin üzerinize de metres tutmak istiyor. Ne dersiniz? Kocanızın yine eskisi gibi sizi sevmesini ister misiniz?" Zavallı kadın yeni gelen kölenin bu sözlerine inanarak, "Evet kocamın tekrar bana yakınlaşmasını ve eskisi gibi beni sevmesini isterim" der. İlk safhada daha başarıya erişen köle kadına şu tavsiyede bulunur. "Kocanızın eskisi gibi sizi sevmesini istiyorsunuz. Bu isteğinizi gerçekleştirmek için elinize bir ustura alarak, kocanız uyurken onun çene altı sakallarından birkaç tel keseceksiniz. işte o zaman kocanız sizi eskisinden de daha çok sevecektir."
Köle ara bozmak için ona buna söz taşıyıcılık etmektedir. Bu yolu âdeta kendine meslek seçmiştir. Hiç durur mu? Bu defa gidip efendisinin karşısına dikilir: "Efendim!" der. "Karınız sizi hiç sevmiyor. Hatta üzerinize metres tutmak istiyor. O yüzden de sizi öldürmek istiyor. Bu işin aydınlığa kavuşmasını ister misiniz?" Adam, "Evet, isterim" deyince de köle şu tavsiye de bulunur: "Siz bu gece yatağınıza yattığınızda sakın uyumayın. Uyuyormuş gibi davranın. Göreceksiniz ki karınız sizi elinde keskin ustura bıçağıyla öldürmeye gelecektir.
Akşam olur, yatma saati gelir, adam köselisin dediği gibi yatağına uzanarak uyku taklidi yapmaya koyulur. Karısı ilende usturayla çene altından tüy kesmek için geldiğinde birden sıçrayan koca gerçekten hadisenin doğruluğuna inanır ve kendisini öldürmeye geldiğini sandığı karısının elinden usturayı alarak daha orada onu öldürür.
Bunun üzerine kadının yakınları gelerek adamı öldürmek sûretiyle öclerini alırlar. Artık iş bu noktada iyice alevlenir. Bu defa adamında yakınları harekete geçerek iki taraf birbirine girerek ortalığı âdeta bir savaş meydanına çevirirler.
-Mev'ize-
Dini Hikâye: ÜNLÜ BİLGİN EBUL LEYS VE GIYBET
Bir haç mevsimi hacca gitmeye niyet eden Ebul Leys yola çıkarken yanına bir miktar para alır ve konu komşu huzurunda da şöyle yemin eder:
"Eğer Mekke'ye gidip gelirken bir tek gıybet edersem Allah'a and olsun ki, bu paraları Hak yolda harcayacağım."
Ebul Leys gerçekten Allah'a verdiği sözü tutar ve öteki berike hakkında bir tek söz etmeden hacdan sıcak aile yuvasına döner. Parası da yanında cebindedir.
Durum bilenlerden biri, "Nasıl olur da bir tek gıybet etmeden hacca gidip geldiniz?" diye sorar. Ebul Leys de şöyle cevap verir:
"Bence herhangi birinin ardından konuşmak (gıybet), zinadan daha ağır bir günahtır. Bilgili bir kimse gıybet ederse, iyi bilsin ki kıyamet günü o, alnında "Bu kimse, Allah'ın rahmetinden mahrumdur" diye yazan bir damgayla Allah'ın huzuruna çıkacaktır.
Dedikodusu yapılan da kendisine yetiştirilen kişi bu sözler karşısında sabredip dayandığında ufak tefek günahlarının yarısı bağışlanır. Bu durum karşısında ötekini berikin çekiştiren kimseler hemen Allah'tan günahlarının bağışlanmasını ve bulundukları yerden kalkmazdan önce derhal Allah'a yönelip tövbe etmeleri gerekir. Ola ki yüce Allah )c.c.) kendilerini bağışlar. Nitekim Peygamber (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"İçinizden biriniz bir müslüman kardeşiniz hakkında kötü söz söylediğinizde hemen Allah'a sığının. Çünkü bu şekilde hareket etmek, günahın keffaretidir."
Ey saadet yolunun yılmaz yolcusu! Şunu iyi bil ki şu beş yerde gıybet etmek caizdir.
Hâkim huzurunda haksızlığa uğrayan bir kimsenin kendisine haksızlık edenin aleyhinde konuşması caizdir. Çünkü burada bir zulmü, bir haksızlığı ortadan kaldırmak söz konusudur. Fakat mahkeme ve hâkimden başkasına bir başkasının aleyhinde konuşmak aslâ doğru değildir.
Savcı ve tahkikat memurlarına: Herhangi biri hakkında bilgi soran savcı ve tahkikat memurlarına o kimsenin kötülüğüne konuşmak caizdir. Nitekim Ebu Süfyanın karısı bir gün Peygamber'e gelerek kocası aleyhinde, "Ey Allah'ın elçisi!... Ebu Süfyan hain bir insan. Çünkü bana yetecek kadar nafaka vermiyor" diye şikâyette bulunur.
Aşırı günahkâr ve ahlâksızlar hakkında tanınan kötü kimselerin aleyhinde konuşmak caizdir. Çünkü bu şekilde hareket etmek, bir müslaman kardeşini onların kötülüğünden korumak demektir.
Görünür sakatlık ve kusurlarında. Topallık, körlük gibi sakatlıklarla tanınan kimseleri böylesine lakaplarıyla çağırmak dinimize aykırı değildir. Fakat yine de daha güzel isim ve lakaplarla çağırmak daha iyidir.
Nefret çekmiyen hususlarda. Kişinin ardından nefret etmeyeceği bir kusurunu duygularını üzerinden atan kimselerin gıybetini yapmakta bir mahzur yoktur" demişler.
-Zübdetül Vaizin