HIRİSTİYAN VE MUSEVİLERDEN İBRET ALMAK
Kuran’da, geçmiş toplulukların hataları ibret almamız için anlatılır. Bu topluluklardan günümüzde de varlığını sürdüren Hıristiyanlık ve Museviliği ele alırsak, içine düşülen hatalardaki benzerliği hemen kavrayabiliriz.
Bu ortak temel hatalar; Peygamber ve din adamlarını putlaştırma, Allah’ın kitabı dışında kitaplar oluşturma, Allah’ın dinini mezheplere bölmektir.
Papazların, mezheplerin dini adına matbaaya ve halkların kendi dillerinde ibadet etmelerine karşı çıkmaları, Hıristiyanlık’ta din adına yapılan yobazlığa örnektir: “Matbaanın bulunmasıyla kitap yayınlarının çoğaldığı ve eğitim-öğretimin geliştiği doğrudur, fakat aynı zamanda fikir ve görüş ayrılıklarının oluştuğu da bir gerçektir. Bunun sonucu olarak insanlar Kilise’nin yerleştirdiği iman ve akideler konusunda düşünmeye ve sorular sormaya başlamışlardır. Din kitaplarını okuyor, anlıyor ve kendi anladıkları dilde ibadet ediyorlar. Bu nedenle kendi kendilerine din adamlarına artık gerek bulunup bulunmadığı sorusunu sormaları söz konusudur. Eğer herkes kendi bildiği dilde ve kendi anladığı şekilde Tanrı’ya ibadet etmeye kalkışacak olursa... Böyle bir durum bizim mensup bulunduğumuz din adamları sınıfının çok zararına olur. Din esaslarının, din adamlarının dışında hiç kimse tarafından bilinmemesi koşul olmalıdır.” (Bakınız İlhan Arsel – Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları: Din Adamları sayfa 18) Hıristiyanlık’ta bilimsel gelişimin önünü tıkayan ve geciktiren, mezheplerin savaşlarıyla ortalığı kan gölüne çeviren papazların hegemonyası kaybolur diye matbaaya, kendi dilinde ibadete karşı çıkan, aforoz, endülüjans, engizisyon gibi kurumlarıyla halka kan kusturan, kulların affedilme yetkisinin bile kendisinde olduğunu iddia eden hep kilise olmuştur.
Enam Suresi 154, Araf Suresi 145. ayetlerde Tevrat’ın da aynı Kuran gibi detaylandırıldığını görüyoruz. Oysa Yahudiler ellerinde detaylı bir şekilde Tevrat dururken ‘Mişna’ (hadis, söz) ve ‘Gamara’ (sünnet, pratik) başlıklarıyla kutsala fatura edilmiş rivayetlerle dinlerine ilaveler yapmışlardır. Görüldüğü gibi Yahudi yobazlığının kendi dinlerini bozarken kullandığı başlıklar bile dinimizin mezhepçileriyle örtüşmektedir. Oysa Yahudiler’e dinleri Tevrat’ta detaylı olarak açıklanmıştır. Kuran’ın izahına göre Yahudiler Tevrat’ta, Hıristiyanlar İncil’de hükümlerini bulurlar.
HIRİSTİYANLIKTAKİ BABA-OĞUL MESELESİ
Dinimizin bağlıları Hıristiyanlar’ın ve Museviler’in sapmalarını çok iyi tespit eder ve çok mantıklı eleştirirler. Ne yazık ki bu eleştiriyi yapanların birçoğu Kuran dışı dini kaynaklara tabi olmuşlar veya mezheplerin hegemonyasına girmişlerdir. Hıristiyanlıktaki en büyük sapma olan Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu sapmasını ele alalım. Bugünkü bilinen en eski İncil bile Latince’ye çeviridir. Hz. İsa’ya indiği dilde bir İncil elde mevcut değildir. Orjinalinde ne olduğunu bilmediğimiz kelimeler Latince’ye “Baba” ve “Oğul” şeklinde çevrilmiştir. Fakat bu Latince tercümelerde bile “Oğul” kelimesi sadece Hz. İsa için değil, Allah’ın tüm sevgili kulları için kullanılır. Aynı şekilde Baba kelimesi de sırf Hz. İsa’nın Baba’sı manasında değil tüm kulların Baba’sı manasında kullanılır.
Yani mevcut İncil’i şu andaki tercümesiyle eline alan bir kişi bile şu andaki anlatımıyla Allah’ın oğlu tanrı İsa’yı İncil’de bulamaz. Çünkü bu tabirin tüm insanlar için kullanılması, bu kavramın mecaz bir kavram olduğunu gösterir. Bizim tahminimize göre İncil’in orijinalinde kul manasına yakın bir kelime “oğul”, Yaratıcı manasına yakın bir kelime de “baba” diye çevrilmiştir. Fakat her şeye rağmen İncil’in her yerinde bu kelime bu tarzda çevrildiği için, kelimenin tüm insanlık için kullanılmış olmasından, ne manayı kastettiği anlaşılabilir. Günümüzdeki İncil çevirilerini incelemek bile tercümelerle Hıristiyanlıkta ne kadar tahrifat yapılabildiği hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayacaktır.
BAŞ SORUMLU KİLİSE
Görüldüğü gibi tercümede yeryüzündeki kimseyi Babanız diye çağırmayın deniyor. Oysa “Baba” herkesin biyolojik kan bağı olan babasını çağırdığı isimdir. Hiçbir zaman Allah’ın çağrıldığı bir isim değildir. Burada da kanaatimiz Baba diye tercüme edilen kelimenin orjinalinin Allah’a mahsus yaratıcı veya benzeri bir kelime olduğu fakat tercümelerle bu kelimenin günümüzdeki “Baba” kelimesi şeklinde kaldığıdır. Fakat yine de tercümeler ikinci dereceden suçludur. Çünkü bu kelimelerin tüm insanlar için kullanıldığını gören objektif değerlendirici, bu kelimelerin mecazi bir kelime olduğu kanaatine varırdı. Bugünkü Katolik ve Ortodoks mezheplerinin yorumcuları bu kelimelerin tüm insanlar için mecazi manada, Hz. İsa için ise gerçek manasında kullanıldığını söylemişlerdir. Yani bugünkü Hz. İsa’nın oğul Tanrı ilan edilmesindeki asıl suçlu Katoliklik, Ortodoksluk tipi mezhepler ve onların kurumu olan kilisedir.
Kilisenin yorumundan ibaret olan bu yaklaşımlara, dini sadece mevcut İncil’lerden öğrenmeye çalışan Hıristiyanlarca varılmayacağı kanısındayız. Yıllarca insanlar Hıristiyanlığı kilise kurumunun anlatımlarıyla öğrendiler. Hıristiyanlık için durum daha da zordur. Çünkü mevcut İncil’lerin orijinali yoktur. Oysa Kuran’ın orijinali elde mevcut olduğu için Kuran’a gidip de ilaveleri ve eksiltmeleri düzeltmek; gerçek dinle, uydurulan dini ayırt etmek gayet kolaydır.
Tüm bu dejenerasyonlardaki metotları incelediğimizde; Hıristiyanlar’ın kendi mezhepleriyle dejenerasyonunun, dinimizin felsefi tasavvuf eliyle dejenerasyonuna benzerliğini saptayabiliriz. Mevcut İncil (tercümelerle saptırmalara rağmen) bir kenara bırakılmış ve kilise kendi yorumunu İncil’in üstüne çıkartmıştır. Kilisenin burada rahipler topluluğu olduğunu unutmayalım. Hz. İsa’nın öldürülmesi için karar alan da Yahudi haham toplumuydu. Dinimizdeki ilaveleri yapanlar ise din adamı topluluklarıdır. Biz Hz. İsa’yı öldürmek isteyen hahamların sapkınlığını, Hz. İsa’yı aşırı yücelten Saint Paul gibi papazların sapkınlığını çok iyi anlarız. Ama söz uydurma hadis toplayıcılarına veya arabi gibi tasavvuf imamlarına geldi mi onların kutsallığından bir türlü vazgeçmeyiz. Fakat yine de Hıristiyanlar’ın Saint Paul’den, Museviler’in katliamcı hahamlarını savunmaktan neden vazgeçemediklerine çok şaşırırız. Bir de kendimize şaşıracağımız günler gelebilse! Aslında tarih nüans farklarıyla tekrarlanmakta, geçmiş kavimlerden alınmayan ibretler felaketlerin sebebi olmaktadır. Dine en büyük zararı ise bir kısım hahamlar, rahipler, imamlar diye bilinen sözde kutsallar vermektedir.
DİNE EN BÜYÜK ZARARI SAHTEKAR DİN ADAMLARI VERİYOR
Allah’ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i Rabler edindiler. Halbuki hepsi de tek Tanrı’ya kulluk etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka Tanrı yoktur. O bunların ortak koştukları şeylerden yücedir. 9-TevbeSuresi31
Ey iman sahipleri! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan da geri çevirirler. 9-TevbeSuresi34
Ne yazık ki birçok Müslüman bu ayetleri masal gibi dinlemektedir. “Allah bize geçmişteki bu kavimlerin durumunu anlatıyorsa, bunun önemli bir sebebi bizim de aynı yanlışı tekrarlayabilecek olmamızdır.” çıkarımı ne yazık ki düşünülmemektedir. Bugün görüyoruz ki benzer hatalara düşülmüştür. Nasıl Hıristiyanlar’da papazlar Rab kabul edildiyse, İslamiyet’te imamlar fetva, içtihad, mezhep görüşü başlıklı yutturmalarla, dinde olmayan dini hükümleri icat etmişlerdir.
Yani din adamı zümresine, sırf Allah’ın tekelinde olan hüküm koyucu yetkisi verilmiştir. Nasıl Hıristiyanlar Katolik, Protestan, Ortodoks rahiplerini, ruhanilerini her şeye rağmen temize çıkartıyor, onların evliyalık ve üstünlük hikayelerini anlatarak onların Hıristiyanlığı dejenere etmelerini temize çıkartıyorlarsa, bizim imamlarımız da aynı evliyalık, üstünlük ... hikayeleriyle temize çıkarılmaktadırlar.
Kilisenin maddi menfaatler için dini nasıl istismar ettiğini ise Güney Afrika’lı, Nobel ödüllü rahip Desmond Tutu çok güzel anlatmaktadır: “Misyonerken Güney Afrika’ya geldiklerinde toprak bizde, İncil onlardaydı. Sonra bize gözlerimizi kapatalım, dua edelim dediler. Gözlerimizi açtığımızda gördük ki İncil bizde, toprak onlardaydı.”
Din adına insanların paralarını haksızlıkla bazı rahipler, hahamlar nasıl yiyorlarsa, hiç merak etmeyin bizim şeyhler, hocalar, mevlidhanlar onlardan aşağı kalmamaktadırlar. Tüm bu manzaralarda hem Museviler, hem Hıristiyanlar, hem de bizim için elbette bir çok ibretler vardır. Bu üç din de, tüm bu mezhepleri ve mezhep önderlerini kenara itmeden dinlerini gerçek manasıyla kavrayamazlar.
Öncelikle tüm ilave Mişnalar, falancanın mektupları çöpe atılıp, Allah’ın kitabı tek başına masa üstüne konulup çözüme başlanmalıdır. Kuran’ın orjinali elimizde olduğu için biz bu konuda çok daha rahat çözüm şansına sahibiz. Fakat Musevi ve Hıristiyanların da aynı metotla Allah’ın istediği orjinal dine çok daha fazla yaklaşacakları kanaatindeyiz. Ne yazık ki şu anda din diye anlatılan ne Musevilik’te Tevrat’tır, ne Hıristiyanlık’ta İncil’dir, ne de bizde Kuran’dır.
azizlerin, hahamların kitapları ne acıdır ki Allah’ın kitaplarının önüne geçmiştir. Bu üç dinin yobazlıklarının temel sebebi de aynıdır: İnsani olana kutsal kılıfı giydirilmiş ve bunlar gerçek kutsal olan Allah’ın kitabının yanına ve önüne konmuştur. Dinlerdeki bir diğer istismar mekanizması da kitapta yazılan açık gerçeklerin yorumla, kelimelerin manasını kaydırarak gizlenmesi veya saptırılmasıdır. Onlar kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar. Öğüt almak için çağrıldıkları şeyden nasiplenmeyi unuttular. 5- Maide Suresi 13
Kuran’da, geçmiş toplulukların hataları ibret almamız için anlatılır. Bu topluluklardan günümüzde de varlığını sürdüren Hıristiyanlık ve Museviliği ele alırsak, içine düşülen hatalardaki benzerliği hemen kavrayabiliriz.
Bu ortak temel hatalar; Peygamber ve din adamlarını putlaştırma, Allah’ın kitabı dışında kitaplar oluşturma, Allah’ın dinini mezheplere bölmektir.
Papazların, mezheplerin dini adına matbaaya ve halkların kendi dillerinde ibadet etmelerine karşı çıkmaları, Hıristiyanlık’ta din adına yapılan yobazlığa örnektir: “Matbaanın bulunmasıyla kitap yayınlarının çoğaldığı ve eğitim-öğretimin geliştiği doğrudur, fakat aynı zamanda fikir ve görüş ayrılıklarının oluştuğu da bir gerçektir. Bunun sonucu olarak insanlar Kilise’nin yerleştirdiği iman ve akideler konusunda düşünmeye ve sorular sormaya başlamışlardır. Din kitaplarını okuyor, anlıyor ve kendi anladıkları dilde ibadet ediyorlar. Bu nedenle kendi kendilerine din adamlarına artık gerek bulunup bulunmadığı sorusunu sormaları söz konusudur. Eğer herkes kendi bildiği dilde ve kendi anladığı şekilde Tanrı’ya ibadet etmeye kalkışacak olursa... Böyle bir durum bizim mensup bulunduğumuz din adamları sınıfının çok zararına olur. Din esaslarının, din adamlarının dışında hiç kimse tarafından bilinmemesi koşul olmalıdır.” (Bakınız İlhan Arsel – Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları: Din Adamları sayfa 18) Hıristiyanlık’ta bilimsel gelişimin önünü tıkayan ve geciktiren, mezheplerin savaşlarıyla ortalığı kan gölüne çeviren papazların hegemonyası kaybolur diye matbaaya, kendi dilinde ibadete karşı çıkan, aforoz, endülüjans, engizisyon gibi kurumlarıyla halka kan kusturan, kulların affedilme yetkisinin bile kendisinde olduğunu iddia eden hep kilise olmuştur.
Enam Suresi 154, Araf Suresi 145. ayetlerde Tevrat’ın da aynı Kuran gibi detaylandırıldığını görüyoruz. Oysa Yahudiler ellerinde detaylı bir şekilde Tevrat dururken ‘Mişna’ (hadis, söz) ve ‘Gamara’ (sünnet, pratik) başlıklarıyla kutsala fatura edilmiş rivayetlerle dinlerine ilaveler yapmışlardır. Görüldüğü gibi Yahudi yobazlığının kendi dinlerini bozarken kullandığı başlıklar bile dinimizin mezhepçileriyle örtüşmektedir. Oysa Yahudiler’e dinleri Tevrat’ta detaylı olarak açıklanmıştır. Kuran’ın izahına göre Yahudiler Tevrat’ta, Hıristiyanlar İncil’de hükümlerini bulurlar.
HIRİSTİYANLIKTAKİ BABA-OĞUL MESELESİ
Dinimizin bağlıları Hıristiyanlar’ın ve Museviler’in sapmalarını çok iyi tespit eder ve çok mantıklı eleştirirler. Ne yazık ki bu eleştiriyi yapanların birçoğu Kuran dışı dini kaynaklara tabi olmuşlar veya mezheplerin hegemonyasına girmişlerdir. Hıristiyanlıktaki en büyük sapma olan Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu sapmasını ele alalım. Bugünkü bilinen en eski İncil bile Latince’ye çeviridir. Hz. İsa’ya indiği dilde bir İncil elde mevcut değildir. Orjinalinde ne olduğunu bilmediğimiz kelimeler Latince’ye “Baba” ve “Oğul” şeklinde çevrilmiştir. Fakat bu Latince tercümelerde bile “Oğul” kelimesi sadece Hz. İsa için değil, Allah’ın tüm sevgili kulları için kullanılır. Aynı şekilde Baba kelimesi de sırf Hz. İsa’nın Baba’sı manasında değil tüm kulların Baba’sı manasında kullanılır.
Yani mevcut İncil’i şu andaki tercümesiyle eline alan bir kişi bile şu andaki anlatımıyla Allah’ın oğlu tanrı İsa’yı İncil’de bulamaz. Çünkü bu tabirin tüm insanlar için kullanılması, bu kavramın mecaz bir kavram olduğunu gösterir. Bizim tahminimize göre İncil’in orijinalinde kul manasına yakın bir kelime “oğul”, Yaratıcı manasına yakın bir kelime de “baba” diye çevrilmiştir. Fakat her şeye rağmen İncil’in her yerinde bu kelime bu tarzda çevrildiği için, kelimenin tüm insanlık için kullanılmış olmasından, ne manayı kastettiği anlaşılabilir. Günümüzdeki İncil çevirilerini incelemek bile tercümelerle Hıristiyanlıkta ne kadar tahrifat yapılabildiği hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayacaktır.
BAŞ SORUMLU KİLİSE
Görüldüğü gibi tercümede yeryüzündeki kimseyi Babanız diye çağırmayın deniyor. Oysa “Baba” herkesin biyolojik kan bağı olan babasını çağırdığı isimdir. Hiçbir zaman Allah’ın çağrıldığı bir isim değildir. Burada da kanaatimiz Baba diye tercüme edilen kelimenin orjinalinin Allah’a mahsus yaratıcı veya benzeri bir kelime olduğu fakat tercümelerle bu kelimenin günümüzdeki “Baba” kelimesi şeklinde kaldığıdır. Fakat yine de tercümeler ikinci dereceden suçludur. Çünkü bu kelimelerin tüm insanlar için kullanıldığını gören objektif değerlendirici, bu kelimelerin mecazi bir kelime olduğu kanaatine varırdı. Bugünkü Katolik ve Ortodoks mezheplerinin yorumcuları bu kelimelerin tüm insanlar için mecazi manada, Hz. İsa için ise gerçek manasında kullanıldığını söylemişlerdir. Yani bugünkü Hz. İsa’nın oğul Tanrı ilan edilmesindeki asıl suçlu Katoliklik, Ortodoksluk tipi mezhepler ve onların kurumu olan kilisedir.
Kilisenin yorumundan ibaret olan bu yaklaşımlara, dini sadece mevcut İncil’lerden öğrenmeye çalışan Hıristiyanlarca varılmayacağı kanısındayız. Yıllarca insanlar Hıristiyanlığı kilise kurumunun anlatımlarıyla öğrendiler. Hıristiyanlık için durum daha da zordur. Çünkü mevcut İncil’lerin orijinali yoktur. Oysa Kuran’ın orijinali elde mevcut olduğu için Kuran’a gidip de ilaveleri ve eksiltmeleri düzeltmek; gerçek dinle, uydurulan dini ayırt etmek gayet kolaydır.
Tüm bu dejenerasyonlardaki metotları incelediğimizde; Hıristiyanlar’ın kendi mezhepleriyle dejenerasyonunun, dinimizin felsefi tasavvuf eliyle dejenerasyonuna benzerliğini saptayabiliriz. Mevcut İncil (tercümelerle saptırmalara rağmen) bir kenara bırakılmış ve kilise kendi yorumunu İncil’in üstüne çıkartmıştır. Kilisenin burada rahipler topluluğu olduğunu unutmayalım. Hz. İsa’nın öldürülmesi için karar alan da Yahudi haham toplumuydu. Dinimizdeki ilaveleri yapanlar ise din adamı topluluklarıdır. Biz Hz. İsa’yı öldürmek isteyen hahamların sapkınlığını, Hz. İsa’yı aşırı yücelten Saint Paul gibi papazların sapkınlığını çok iyi anlarız. Ama söz uydurma hadis toplayıcılarına veya arabi gibi tasavvuf imamlarına geldi mi onların kutsallığından bir türlü vazgeçmeyiz. Fakat yine de Hıristiyanlar’ın Saint Paul’den, Museviler’in katliamcı hahamlarını savunmaktan neden vazgeçemediklerine çok şaşırırız. Bir de kendimize şaşıracağımız günler gelebilse! Aslında tarih nüans farklarıyla tekrarlanmakta, geçmiş kavimlerden alınmayan ibretler felaketlerin sebebi olmaktadır. Dine en büyük zararı ise bir kısım hahamlar, rahipler, imamlar diye bilinen sözde kutsallar vermektedir.
DİNE EN BÜYÜK ZARARI SAHTEKAR DİN ADAMLARI VERİYOR
Allah’ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i Rabler edindiler. Halbuki hepsi de tek Tanrı’ya kulluk etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka Tanrı yoktur. O bunların ortak koştukları şeylerden yücedir. 9-TevbeSuresi31
Ey iman sahipleri! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan da geri çevirirler. 9-TevbeSuresi34
Ne yazık ki birçok Müslüman bu ayetleri masal gibi dinlemektedir. “Allah bize geçmişteki bu kavimlerin durumunu anlatıyorsa, bunun önemli bir sebebi bizim de aynı yanlışı tekrarlayabilecek olmamızdır.” çıkarımı ne yazık ki düşünülmemektedir. Bugün görüyoruz ki benzer hatalara düşülmüştür. Nasıl Hıristiyanlar’da papazlar Rab kabul edildiyse, İslamiyet’te imamlar fetva, içtihad, mezhep görüşü başlıklı yutturmalarla, dinde olmayan dini hükümleri icat etmişlerdir.
Yani din adamı zümresine, sırf Allah’ın tekelinde olan hüküm koyucu yetkisi verilmiştir. Nasıl Hıristiyanlar Katolik, Protestan, Ortodoks rahiplerini, ruhanilerini her şeye rağmen temize çıkartıyor, onların evliyalık ve üstünlük hikayelerini anlatarak onların Hıristiyanlığı dejenere etmelerini temize çıkartıyorlarsa, bizim imamlarımız da aynı evliyalık, üstünlük ... hikayeleriyle temize çıkarılmaktadırlar.
Kilisenin maddi menfaatler için dini nasıl istismar ettiğini ise Güney Afrika’lı, Nobel ödüllü rahip Desmond Tutu çok güzel anlatmaktadır: “Misyonerken Güney Afrika’ya geldiklerinde toprak bizde, İncil onlardaydı. Sonra bize gözlerimizi kapatalım, dua edelim dediler. Gözlerimizi açtığımızda gördük ki İncil bizde, toprak onlardaydı.”
Din adına insanların paralarını haksızlıkla bazı rahipler, hahamlar nasıl yiyorlarsa, hiç merak etmeyin bizim şeyhler, hocalar, mevlidhanlar onlardan aşağı kalmamaktadırlar. Tüm bu manzaralarda hem Museviler, hem Hıristiyanlar, hem de bizim için elbette bir çok ibretler vardır. Bu üç din de, tüm bu mezhepleri ve mezhep önderlerini kenara itmeden dinlerini gerçek manasıyla kavrayamazlar.
Öncelikle tüm ilave Mişnalar, falancanın mektupları çöpe atılıp, Allah’ın kitabı tek başına masa üstüne konulup çözüme başlanmalıdır. Kuran’ın orjinali elimizde olduğu için biz bu konuda çok daha rahat çözüm şansına sahibiz. Fakat Musevi ve Hıristiyanların da aynı metotla Allah’ın istediği orjinal dine çok daha fazla yaklaşacakları kanaatindeyiz. Ne yazık ki şu anda din diye anlatılan ne Musevilik’te Tevrat’tır, ne Hıristiyanlık’ta İncil’dir, ne de bizde Kuran’dır.
azizlerin, hahamların kitapları ne acıdır ki Allah’ın kitaplarının önüne geçmiştir. Bu üç dinin yobazlıklarının temel sebebi de aynıdır: İnsani olana kutsal kılıfı giydirilmiş ve bunlar gerçek kutsal olan Allah’ın kitabının yanına ve önüne konmuştur. Dinlerdeki bir diğer istismar mekanizması da kitapta yazılan açık gerçeklerin yorumla, kelimelerin manasını kaydırarak gizlenmesi veya saptırılmasıdır. Onlar kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar. Öğüt almak için çağrıldıkları şeyden nasiplenmeyi unuttular. 5- Maide Suresi 13