Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Bir kamil mürşide varmayınca... (7 Kullanıcı)

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Onlar... Veliler... Mürşidler... Allah dostları...

Onlar gıpta, hasret yerindekiler;
Zamandan ve ruhdan derindekiler;
Kur’an’ın, Allah’ın, gaye insanın...
Kıl kadar sapmadan peşindekiler...
(S. Büyükdoğulu).

Evet, onlar... Onları anlamak ve anlatmak...
Ne kadar zor. Onları anlatmak elbette zor. Çünkü heyhat onlar ince bir ruh, bizlerse etten bir kalıp...
Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in sesini duyar gibiyim: “... Efendi hazretlerini her görüşümde insan, ondan her ayrılışımda hayvanım... Yalnız ağzı ve kalbiyle bir takım doğruları geveleyen, fakat teniyle çöplükte yaşayan bir hayvan... Tam da filozofun dediği gibi metafizik hayvan” (O ve Ben, 218 ).
Onlar... Rabbimizin kutsi hadisde buyurduğu üzre; gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum dediği kutlu insanlar... Kutlu Nebi’nin kutlu varisleri...
Bizlere biricik sevgilimiz Rabb’imizden haber verecek, O’ndan hatıralar anlatacak, kokular, renkler, nurlar, ışıklar, şekiller sunacak olanlar... Düştüğümüzde kaldıracak, yanıldığımızda doğrultacak, uyuduğumuzda ayıltacak, bize ışık, rehber, kılavuz olacak, vekil olacak onlardır ancak...
Evet kim onlar kadar koruyucu, onlar kadar ince, onlar kadar şefkatli, onlar kadar güzel, onlar kadar tatlı, onlar kadar görklü olabilir? Ayın ondördü gibidir onlar...
Peygamber’in güzelliğinden akisler taşırlar onlar... Bakmaya kıyamazsınız onlara... Zaman donacak kadar güzeldir onlar göründüğünde.
Necip Fazıl’ın nazmettiği şekliyle:

Allah dostunu gördüm altı yıl evvel;
Bir akşamdı ki zaman donacak kadar güzel
Onlar gül gibidir, felekler dahi onlarda yüzer.

Recep Şahin’in dizelerindeki gibi:

Ben sana Gül diyemem,
Gül ancak sana benzer.
Sana felek diyemem,
Felekler sende yüzer.

Evet, onların farziyeti, mevcudiyeti ayetlerle–hadislerle gün gibi ortada ve aşikardır... Bizler kalemimiz el verdiği oranda şairlerimizin bu kutlu insanlar hakkındaki dizelerine yer vermeye çalışacağız.
Dilerseniz o kutlu erlerden biri olana Mevlana’mızın mürşidi Şems hazretlerine atfettikleri bir beyitle devam edelim:

Ey Tebrizli hak Şemsi!
Yüzünü göstermeseydin sen
Çaresiz yoksul kalırdı kulun
Ne gönlü olurdu ne dini

Şimdi söz her konuda şiir istediğimizde heybesi dolu dolu olan Yunus Emre’mizin olsun:

Bir kuru ağaç idim, yol üzere düşmüştüm,
Er bana nazar kıldı, taze civan oldum ben,

Ve devam edelim Yunus Emre’mizle:

Tapduk’un tapusunda kul olduk kapısında,
Yunus miskin çiğ idi, piştik elhamdülillah.

Hacılar, müftüler, cümle geldiler
Kitaların bir yerlere koydular
Sen bu ilmi kimden aldın dediler.

Yunus, nefsinden başlayıp tüm insanlığa seslenir:

Yunus sen bu dünyaya niye geldin
Gece gündüz hakkı zikretsin dilin
Evliyaya uğramaz ise yolun
Göçtü kervan kaldık dağlar başında.

Şimdi sözü dağlar başında kalmayıp menzile varan, aynı zamanda şair olan padişahlarımızdan Yavuz Sultan Selim Han’a verelim:

Padişahı alem olmak bir kuru kavga imiş
Bir veliye bende olmak cümleden ala imiş.

Söz şimdi bir veliye bende olan halk aşıklarımızdan Erzurumlu Emrah’ta:

Ara bul pirleri intisab eyle
Seni de vasıl–ı Mevla ederler.

İrfan meclislerinde bulunmak... Ne büyük devlet Yarabbi!
O gözler... Sahabinin her bakışta göz eğdiği, bakamadığı Kutlu Peygamber’in vekilinin gözleri...

Bir bakan öldüren gözler
Bir bakan dirilten gözler
İlaç gibi deva gözler
Ateş gibi yakan gözler.
(S. Çetinkaya)

Evet bu bakış, nazar değil miydi bir ömür durup dinlenmeden aradığı, anlattığı ve en nihayet bulduğu merhum Necip Fazıl’ı dirilten, ruhuna temel çivisi çakan:

Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız,
Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız.

Yol göründü. Bundan öte dizeler şairimiz Mustafa Hilmi Yıldırım’ın olsun:

Teslim ol Hak dostuna sessiz bir yaprak gibi
Çiğnese de ses etme sesiz dur toprak gibi

Ne kadar alim olsan herkes gibi beşersin
Örnek insana uy ki gönül bahçen yeşersin

Al testini sen de koş, evliya pınar gibi
İman fideni sula, kök salsın çınar gibi.

Bu kamiller... İslam’ı zahir ve batın bütün cepheleriyle tatbik eden Allah Resulü’nun zamanımızdaki varisleri... Nübüvvet nurunun aynaları... Velayet yolunun şahları... Günümüzün kelimenin tam anlamıyla garip ve musdarip insanları, bu kamillere ne kadar da muhtaç şu an...
Bu herşeyden evvel bir nasip. Ama samimi bir niyetle arayanların da tam karşılarında.
Evet boşlukta sel gibi yüzen bu insanlık öpeceği ele muhtaçtır. Ve unutulmamalı ki:

İnsanlığı kurtaracak yüce gençlik;
Bir gün mutlak bu dergahtan geçecek.

Bundan öteye ne diyelim!...
Sultanım; yoluna bizi,
Aşkına kabul et bizi...


YENİ MESAJ gazetesinden alıntı
 

Nihle

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Kas 2007
Mesajlar
15
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Teşekkürler ...Aminn inşallah
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Ayrilik Ve Arayis

--------------------------------------------------------------------------------

İnsan öyle yalnız ki,kendi kendine uzak
O,hayata koşarken,hayatı ona tuzak

İnsan öyle yalnız ki,şarkılar hep ayrılık
Varlık,yokluk icinde sanılır ah gayrılık

Sevenler sevilenler, ayrı ayrı kefenler
Arzular çürür tende toprak olmuş sevenler

İnsan öyle yalnız ki,yok olmuş en yakınlar
Hasret,hüzün,gözyaşı,umutsuzluk yarınlar

İnsan bu,tükenecek sevgilerde dillerde
Ölümsüz ve doyumsuz O sevgili nerede?

Kafesteki kuş gibi özlenen uçmak hayat
Asıl vatana dogru ölüm gizli seyahat

Ayrılık bana zülüm ,ayrılık ma kimden
Ne ana, ne babamdan,ne fani sevgilimden

Yalnızım gündüz gece,hasretim bir güzele
Güzel ki,öyle güzel sahib ebed ezele

Sahip oldum ben bana ,ben oldu perde bana
Sahip ki sende saklı ey gönül arasana

Ötesinde hayalin gerceği hayal dünya
Gölgenin gölgesinde gerceği yutan rüya

Hayat icinde ölüm,ölümü ahret dünya
Yokluk içinde darlık darlıkta rahmet dünya

İnsan içinde nokta ,noktada nokta dünya
İnsanı çözen nokta ,onda gizli o sevda

Ah o sevda-sevgili gizli,gönlün içinde
Arananla-arayan,gül bülbülün içinde

Bihaber ah arayıs ,hep Hak'tır o aranış
Tek yoldur nur'a varmış,gayrı yollar aldanış

İhsan Kalfa
 

Ahuzar-fakih

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ocak 2008
Mesajlar
1
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
delalet ve bidat

delalet ve bidat

Bilmek üzere oldugumuz gibi insan oglu gunahkardır ve meillidir fakat peygamberler hariç çünkü Allah (CC)tarafından korunanlardır.Bizler Allah dostlarına imrenecegımıze peygamber efendımızı ve sahabe kiram ı ornek alıp idrak etmemiz yeterlidir.İslam temiz ve özdür.Özünden döneni ise veyahut Kuran ve sünnete uygun olmayan herseyı sıler.örnek rabıta yı nerye sıgdıracaksınız veya himmeti mucizeler peygamberlere aittirkalp Allah a gönül ise peygamber efendimize sav.
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Bilmek üzere oldugumuz gibi insan oglu gunahkardır ve meillidir fakat peygamberler hariç çünkü Allah (CC)tarafından korunanlardır.Bizler Allah dostlarına imrenecegımıze peygamber efendımızı ve sahabe kiram ı ornek alıp idrak etmemiz yeterlidir.İslam temiz ve özdür.Özünden döneni ise veyahut Kuran ve sünnete uygun olmayan herseyı sıler.örnek rabıta yı nerye sıgdıracaksınız veya himmeti mucizeler peygamberlere aittirkalp Allah a gönül ise peygamber efendimize sav.

üffffffffffffff...!!! o zaman kendi nefsiniz sizi irşad eder
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Yunus Emre , Allah Dostu, benzeri bulunmayan ilahilerin yazarı, marifet ipine dizilmiş
inciler:

Gel ey kardeş, Hakkı bulayım dersen,

Bir kamil mürşide varmasan olmaz,

Resulün cemalin göreyim dersen,

Bir kamil mürşide varmasan olmaz.

Niceler gittiler mürşid arayı,

Arayanlar buldu derde devayı,

Bin kez okur isen aktan karayı,

Bir kamil mürşide varmasan olmaz.

Gel şimdi kardeşler gidelim bile,

Nice aşıkların bağrını dele,

Cebrail delildir, Ahmet'e bile,

Bir kamil mürşide varmazsan olmaz.

Kadılar mollalar cümle geldiler,

Kitapların hep bir yere koydular.

Sen bu ilmi kimden aldın dediler.

Bir kamil mürşide varmasan olmaz.

YUNUS EMRE bunda mana var dedi,

Bir kamil mürşide sen de var şimdi,

Allah Musa'ya, Hızır'a var dedi,

Bir kamil mürşide varmasan olmaz.
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
ara bul pirleri intisab eyle seni de vaslı mevla ederler
 

sonnur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2006
Mesajlar
32
Tepki puanı
0
Puanları
0
yeryüzünde yüzyirmidörtbin Allah dostu varmış.bir tanesi de ADIYAMAN MENZİL DE........hem de ZAMANIN KUTBU......
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
yeryüzünde yüzyirmidörtbin Allah dostu varmış.bir tanesi de ADIYAMAN MENZİL DE........hem de ZAMANIN KUTBU......

bu rakamın aslı nedir? benim bildiğim hadiste her yüz yıl 40 kişiler İbrahim meşrebinden, 7 kişi Musa, 3kişi İsa, 1 kişi de Hz.Muhammed (sav) meşrebinden bulunur.(Ahmed b.Hanbel.Kitabuzzuhd)
ben de merak ediyorum acaba yaşadığımız bu vahim zamanında mumin olarak sabahlayıp kafir olarak sabahlayanların zamanında Allah dostu şöyle dursun kaç tane Allahın makbul kulu var. ama Peygamberimizin (sav) haber verdiği 51 kişi vardır kesin. Allah herkese onları bulmayı nasib eylesin.
 

sonnur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2006
Mesajlar
32
Tepki puanı
0
Puanları
0
radyo 15 in sohbetlerinde geçmişti.YANLIŞ HATIRLAMIYORSAAM ADEM TOPAL ın hayatın kalbinde sözler diye bir programdan dinlemiştim.o da bir ALLAH DOSTUNUN sözü olarak nakletmişti.ve her asrında bir kutbu bir gavsı vardır.....40 lar 7 ler ve 3 ler de var ayrıca ..bir de hepsi açıkta değil ...kimisi de kendisinin ALLAH IN sevgili dostu bile olduğundan haberi yok garip bir kul gibi yaşıyor..
 

efzairem

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Kas 2007
Mesajlar
758
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
eline saglık kardeş o kamil insanlara dil uzatmaktan ALLAH bizi korusun
 

sonnur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2006
Mesajlar
32
Tepki puanı
0
Puanları
0
Bilmek üzere oldugumuz gibi insan oglu gunahkardır ve meillidir fakat peygamberler hariç çünkü Allah (CC)tarafından korunanlardır.Bizler Allah dostlarına imrenecegımıze peygamber efendımızı ve sahabe kiram ı ornek alıp idrak etmemiz yeterlidir.İslam temiz ve özdür.Özünden döneni ise veyahut Kuran ve sünnete uygun olmayan herseyı sıler.örnek rabıta yı nerye sıgdıracaksınız veya himmeti mucizeler peygamberlere aittirkalp Allah a gönül ise peygamber efendimize sav.

Bazıları tasavvufta tarif ve tavsiye edilen rabıtayı tenkit etmekteler. Kimi bu tenkidin şiddetini artırıp rabıtaya şirk diyecek kadar ileri gitmektedir. Acaba birisine göre ibadet, diğerine göre felaket olan bu rabıta nedir?

Tasavvufta rabıta, terbiyenin temeli ve en büyük zikir sebebi görülürken, onu şirk gören kimse hangi delil ve mantıkla bu sonuca varabiliyor?

Gerçekten şirke götüren bir rabıta çeşidi mevcut mudur?
Rabıtanın Kur’an ve Sünnet’te bir örneği, benzeri, delili ve tarifi var mıdır? İnsan terbiyesi için rabıtanın gereği nedir? Bütün bunlar, cevap arayan sorulardır.


Aslında çözüm kolaydır. Aramızda bir ihtilaf varsa, yapılacak iş hakeme gitmektir. Din işlerinde hakem Kur’an ve Sünnet’tir. Biz de önce Kur’an ve Sünnet’e bakacağız. Onlarda rabıtanın nasıl ele alındığını inceleyeceğiz.

“Rabıta”, “ribat”, “murabata” kelime olarak “rabt” kökünden gelmektedir. Rabıta ve rabt, sözlükte iki şeyi birbirine iyice bağlamak anlamına gelir. Bu kelimeye, iki şeyi birbirine bağlayan ip, alaka, şiddetli muhabbet, münasebet, ilgi ve sevgi ile bir şeye bağlılık, cesur ve dayanıklı olmak gibi manalar da verilmiştir. (Cevherî, Sıhah; İbnu Manzur, Lisanu’l-Arab; Zebidî,Tacu’l-Arus.)

Bu kelimeler kullanıldıkları yere göre, bir şeyin üzerinde sabit durmak, kendini hapsetmek, başkasından kesilip bir şeye tam yönelmek gibi manalar da taşımaktadır. (Razî, Tefsir-i Kebir; Kurtubî, el-Cami li Ahkami’l-Kur’an; İbnu Kesir, Tefsir.)

Kur’an ve Sünnet’te anlatılan rabıta çeşitleri de, bu manaların birini veya birkaçını içermektedir.

KUR'AN'DA RABITA GEÇİYOR MU?

Kur’an’da rabıta kelimesi açıkça zikredilmektedir. Bunu şu ayette görüyoruz:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sabredin, düşmanlarınız karşısında sebat gösterin, rabıta yapın / Allah’ın korumanızı istediği sınırları bekleyin, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran, 200)

Bu ayetteki “rabıta yapın” emri, her mümini ilgilendiren bir emirdir. Tefsirlerde burada geçen rabıtaya şu manalar verilmiştir: Düşmanların saldıracağı yerleri gözetleyin, sınırları bekleyin. Dininizi tehlikelerden koruyun. Nefis ve şeytan düşmanlarına karşı uyanık olun. Onların kalbinize girmesine yol vermeyin. Allah’ın çizdiği sınırları iyi gözetin, ilâhi hükümlere harfiyen uyun. Namaz vakitlerini gözetleyin ve mescitleri ibadet, taat ve zikir ile mamur edin. (Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur; İbnu Kesir, Tefsir.)

Yüce Allah’ın her müminden istediği rabıta, kalbini Yüce Allah’a bağlamaktır. Her işte O’nun rızasını gözetmektir. Bütün yaptıklarında helal ve haram sınırına dikkat etmektir. Kalp kâbesini günah kirlerinden temizlemektir. Oraya Allah’ın sevmediği şeyleri sokmamak için gönlü kontrol altında tutmaktır. Kısaca, Yüce Allah’ın düşman olduğu şeyleri gönülden çıkarmak ve kötülüklerin esaretinden kurtulmuş, hür bir müslüman olmaktır.

Rasulullah s.a.v. Efendimiz, “rabıta yapınız” ayeti indiği zaman, ashabına ayette anlatılan ribat ve rabıtanın ne olduğunu şöyle açıklamıştır:

“Zor ve sıkıntılı zamanlarda güzelce abdest almak, kalbi mescitlere bağlı olmak, ibadet yerlerine çokça gidip gelmek ve bir namazı kıldıktan sonra diğer namaz vaktini gözetlemek var ya; işte sizin için ribat budur, işte asıl ribat budur, işte asıl ribat budur.” (Buharî, Tirmizî, Nesaî, Malik)

Bu hadisten ribatın iki türlü manasının olduğunu anlıyoruz. Birisi manevi, diğeri maddi sınırları kontrol altında tutmaktır. Korunacak manevi sınırlar ilâhi emirler ve kalbimizdir. Maddi sınırlar ise düşmanın saldırı noktalarıdır.

Kalbin Yüce Allah ile ne halde olduğunu kontrol etmeye murakabe denir. Zahiri düşmanları takip ve kontrol etmeye ise mücadele denir. Her ikisi de mümin için vazgeçilmez birer vazifedir. Çünkü ayette kurtuluş bunlara bağlanmıştır.

TEFEKKÜR YA DA VARLIKLARI RABITA

Kur’an ve Sünnet’te emredilen bir diğer rabıta şekli tefekkürdür. Tefekkür etmek, fikretmek, düşünmek aynı şeydir. Hepsi kalple yapılan bir ameldir.

Düşünmek akıllı olmanın gereğidir. İnsanın en başta gelen özelliği düşünmektir. Tefekkür, boş ve gelişi güzel bir düşünce değildir; gizli bir ilim yoludur. Tefekkür kalp aynasında varlıkların iç yüzünü görmektir. Bilinene bakıp gizli olanı fark etmektir. Görünene bakıp görünmeyene ulaşmaktır. Delile bakıp hedefe varmaktır. Tefekkür, sanata bakıp sanatkârı tanımaktır. Kalp gözüyle Yüce Yaratıcı’nın varlıklarda gizlediği ilmini, kudretini, rahmetini ve hikmetini görüp, O’na hayran olmaktır. Bunun sonu O’nu sevmek, zikretmek, yüceltmek ve O’na teslim olup huzura ermektir. Kur’an’da bu sonuç tefekkür, tezekkür, teemmül, tedebbür, ibret, basiret, marifet ve muhabbete bağlanmıştır.

Tefekkürü tarif ettik. Tezekkür, unutulan bir şeyi hatırlamak, unutmamak ve devamlı tekrar ederek onu kalpte tutmaktır. Teemmül, bir şeyi devamlı ve çok yönlü düşünerek içinde saklı olan manayı ortaya çıkarmaktır. Tedebbür, bir şeyi derinlemesine düşünmek ve arkasındaki gizli manayı çözmektir. İbret, bir şeyde verilmek istenen mesajı almaktır. Basiret, işin iç yüzünü görmektir. Marifet, bir şeyi asli haliyle olduğu gibi tanımaktır. Muhabbet, bir şeyi sevmek ve onunla huzur bulmaktır.

Görüldüğü gibi, bütün bunlar bir irade, yöneliş, gayret, iman ve sabır istemektedir.

'MÜRŞİD YERİNE ALLAH'I DÜŞÜN' SÖZÜ DOĞRU MU?

Yüce Allah’ın zatı hariç, her şey düşünülebilir. Yüce Allah’ın zatı hiçbir şeye benzemediği için onu düşünmek mümkün değildir. Rasuiullah s.a.v. Efendimiz, bu konuda şu ölçüyü önümüze koymuştur:

“Allah Tealâ’nın zatını tefekkür etmeyin/düşünmeyin. O’nun nimetlerini ve yarattığı varlıkları düşünün. Çünkü siz Allah’ın zatını düşünmeye güç yetiremezsiniz.” (Ebu’ş-Şeyh, Kitabu’l-Azame; Ebu Nuaym, Hilye; Tabaranî, el-Evsat; Beyhakî, Şuabu’l-İman; Elbanî, Sahiha.)

Alimlerimiz bu hadisten hareketle şu temel kaideyi tespit etmişlerdir: “Her ne ki hayal edilir, o Allah değildir.” (Şa’ranî, el-Yevakıt). Yüce Allah’ın dışındaki her varlık düşünülebilir ve nasıl olduğu hayal edilebilir. Fakat Allah nasıl acaba diye düşünülmez, düşünülemez.

Bu hadis, niçin bir mürşidi düşünüyorsunuz da Allah’ı düşünmüyorsunuz, diyenlere cevap vermektedir. Kâmil mürşid, bir varlıktır, kuldur, edep ve takva sahibi salih bir insandır. Allah’ın dostu, halifesi, şahidi, delili ve davetçisidir. Onu düşünmek, hayal etmek, kalpte canlandırmak, gönülde şekillendirmek, rabıta yapmak mümkündür, fakat bu durum Yüce Allah’ın zatı için mümkün değildir.

AYETLER, İBRETLER

Yüce Allah, Kur’an’da bütün varlıklara, yerlere, göklere, dağlara, denizlere, aya, güneşe, yıldızlara, geceye, gündüze, yağmura, rüzgara, insana, bitkilere, hayvanlara, tarihte olan olaylara “ayet”, “delil” ve “ibret” ismini veriyor ve onların yaratılmasına, seyrine, sevk ve idaresine, hareket ve sonuçlarına ibretle bakmamızı, onların üzerinde derin derin düşünmemizi emrediyor. Bir sivrisineğin halini, arının yaptığı balı, örümceğin ördüğü ağı misal vererek, akıl sahiplerinin ibret almasını istiyor. Cennet, Cehennem, Sırat, Mizan ve diğer ahiret hallerini safha safha anlatarak, hepsi üzerinde düşünülmesini bekliyor.

Kısaca önümüze iki türlü ayet konmuştur. Birisi Kur’an ayetleri, diğeri kainat ayetleridir. Yüce Allah, bütünüyle Kur’an ayetlerini düşünüp öğüt almamız ve Allah’ın tek ilâh olduğunu anlamamız için indirdiğini haber veriyor. (Nisa, 82; Yusuf, 2; İbrahim, 52 v.d.)

Aynı şekilde yerler, gökler ve içindekilerin de aynı hedef için yaratıldığını bildiriyor ve onlardaki bu ilmi insanların okumasını, içindeki mesajı almasını istiyor. (Bakara, 164; Âl-i İmran, 190-191; Yunus, 101 v.d.)

Bu ayetler bize sadece kainatta olanı biteni haber vermek, onların isimlerini öğretmek ve arada bir kendilerini konu etmek için anlatılmıyor. Bunların tek hedefi kalbi uyandırmak ve Yüce Allah’a bağlamaktır. Çünkü disiplinli düşünmek, bir halden diğerine geçmek içindir. Tefekkürle kalp dirilir, hali değişir, sıfatı güzelleşir. Bu dirilik ve güzellik diğer lâtifelere yansır. Kalp gibi ruh, sır, hafi, ahfa, vicdan, akıl ve şuur da ayet ve delilleri tefekkürün sonucu oluşan ilim ve feyzden nasiplenir. Sonuç güzel ahlâktır.

Tefekkürle cehaletten ilme, dünya hırsından zühde, kibirden tevazuya, benlikten edebe, nefretten sevgiye, korkudan emniyete, vesveseden zikre, boş işlerden ibadete, fani dostlardan ebedi sevgiliye yöneliş ve geçiş sağlanır. İşte buna seyr u sulûk, yani Allah’a gitmek denir. Bu hedefe giderken her şey bir vesileden ibarettir. Tefekkür de en güzel vesiledir. Bunun için, “uyanık kalple bir saat tefekkür yapmak, gaflet içinde bir sene ibadet yapmaktan hayırlıdır” denmiştir. (Ebu’ş-Şeyh, Kitabu’l-Azame; Gazalî, İhya)

Kur’an’da, ayetlerden ibret almak ve sonuç çıkarmak için samimi iman, uyanık kalp, güzel yöneliş, takva, temiz akıl ve sabır gerekli görülmüştür. İman etmeyen ve aklı midesine, kulağı para sesine, gözü cüzdanına bağlı yaşayan kimseler, bu halleriyle kör, sağır, dilsiz, hissiz ve kıymetsiz birer varlık olarak tanıtılmıştır.

Görüldüğü gibi tefekkür lazımdır. Tefekkürün hedefi şirkten kurtulmak, tevhide ve şükre ulaşmaktır. Bu şekilde tefekkür etmek, ibret almak, kendini kontrol etmek ve amellerini muhasebeye çekmek her müminin günlük amelleri arasında yerini almalıdır. Hadiste, aklı başında olan her müminin, gününün bir kısmını bu tefekkür için ayırması gerektiği belirtilmiştir. (İbnu Hıbban, Sahih; Ebu Nuaym, Hilye)

MUHABBET RABITASI

Kur’an ve Sünnet’te emredilen rabıtalardan birisi de muhabbet rabıtasıdır. Muhabbet rabıtası kalbi Allah’ın sevdiği şeylere bağlamak ve onları Allah için sevmektir. Bu sevilecek kimselerin başında Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz gelmektedir. Yüce Allah onu sevginin imamı, delili ve rehberi yapmıştır. (Âl-i İmran, 31; A’raf, 157-158) O’na uymadan Allah’ı seviyorum demek yalandır.

Rasulullah s.a.v. Efendimiz, kendisi için her müminden şu derece bir sevgi ve kalp bağı istemektedir: “Sizden biriniz beni kendi nefsinden, ailesinden, çocuklarından, anne babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe, tam iman etmiş olmaz, gerçek imanın tadını tadamaz.” (Buharî, Müslim, İbnu Mace, Ahmed)

Ayrıca her müminden Ashab-ı Kiram’ı, alimleri, salihleri ve mümin kardeşlerini sevmesi, onları hayırla anması, kalbinde onlara yer vermesi, dualarına katması, onlarla ilgilenmesi istenmektedir. “Birbirinizi sevmedikçe mümin olamazsınız” hadisi, bu sevgiyi anlatmaya yeterlidir. Yüce Allah’ın: “Sakın zalimlere meyletmeyin, yoksa size de ateş dokunur.” (Hud, 113) uyarısını her kalp sahibi dikkate almalıdır. “Ey iman edenler Allah’tan korkun ve benim sadık kullarımla beraber olun.” (Tevbe, 119) ayeti, kalbin kimlere yönelmesi ve bağlanması gerektiğini göstermektedir.

ÖLÜM RABITASI

Kur’an ve Sünnet’te emredilen rabıtalardan biri de ölüm rabıtasıdır. Kur’an’da insanı dehşete düşürecek, hayrete sevkedecek ölüm halleri, kıyamet sahneleri ve ahiret manzaraları anlatılmaktadır. Bunlarla kalp dünyadan çekilip ebedi ahiret yurduna yöneltilmek istenmektedir. Rasulullah s.a.v. Efendimiz, Abdullah b. Ömer’e: “Kendini ölmüş ve kabre girmiş say.” (Tirmizî, Ahmed) buyurarak ölüm rabıtasını tavsiye etmiştir. Bu rabıta ile insanın dünyanın boş sevgi ve zevklerinden çekilip ebedi ahiret güzelliklerine yöneleceğini, gafletin gidip kalbin dirileceğini ve günahlardan temizleneceğini haber vermiştir. (Tirmizî, Nesaî, Münavî, Beyhakî)

Allah dostları tefekküre büyük önem vermişlerdir. İnsanın terbiyesi, konuşması kadar susmasından da anlaşılır. Ancak, boş konuşma ve kötü düşünce kınandığı gibi, içinde güzel düşünce ve tefekkür olmayan suskunluk da kınanmıştır.

Velilerden Fudayl b. İyaz rh.a. der ki: “Tefekkür bir aynadır. Sana iyiliklerini ve kötülüklerini gösterir. Onda kalbinin halini görürsün.”

Alimlerden Abdullah b. Mübarek rh.a., velilerden Sehl b. Ali k.s.’yi derin bir tefekküre dalmış halde gördü. Onun ahiret hallerini düşündüğünü anladı ve “Nereye kadar ulaştın?” diye sordu. O da, “Sırat köprüsüne kadar.” cevabını verdi.

Bişr b. Haris rh.a., tefekkürle elde edilecek sonucu şöyle özetler: “Eğer insanlar Yüce Allah’ın büyüklüğünü anlayabilselerdi, ona isyan etmezlerdi.”

RABITANIN SONUCU

Tasavvuf büyüklerinin tarif ve tatbik ettiği rabıta da yukarıda anlatılan tefekkür çeşitlerinden birisidir. Rabıta, görülmesi Yüce Allah’ı hatırlatan kâmil bir veliyi gönül aynasında seyretmek ve üzerinde zuhur eden ilâhi tecellileri görüp, Yüce Allah’ı zikretmekten ibarettir.

Diğer bir yönüyle rabıta, Yüce Allah’ın dostu ile gönülde beraber olmaktır. Onun kalbine emanet edilen ilâhi nura bağlanmaktır. Onun ilâhi aşkla kaynayan kalbine inen feyizden nasiplenmektir. Velideki dostluk sırrını düşünmektir. Salihleri özlemek ve onlardaki güzel ahlâka özenmektir. Sevgi atmosferi içinde kalbi uyandırıp Hakka yöneltmektir.

Kısaca rabıta, Allah’ın yeryüzündeki şahidine bakarak Allah’ı tanımaktır. İşte tefekkürün özü de budur.
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
zaten Allahla dostluk garib bir kulluktur ,çünkü Allahı tanıdıkça kendi yokluğunu kavrıyor insan la ilahe diyerek nfsini aradan çıkararak illallah diyerek yalnız Allaha yöneliyor.Ona kul olmak kadar yüce bir makam yoktur. Nitekim Allahın en sevgili kulu ,uğruna alemleri yarattığı Hz.Muhammed (sav) sultan peygamber mi olmak istiyorsun, yoksa kul bir peygamber mi sorusuna kul bir peygamber olmak istiyorum.'' dedi.
''Allah dostları, onlara korku yoktur. ve onlar üzülecek de değiller'' ayetin tefsiri Peygamberimize sorunca :''onlar öyle kişilerdir ki insanlara Allahı hatırlatır.'' buyurdular.
ehli dünya dünyayı
ehli ukba ukbayı
Allah dostları de Allahı hatırlatır. ve de 'Allah için sevmek ve Allah için bu'z etmek ' vardır. Allaha yaklaşmada en kestirme yoludur. ömrümüz çok kısa.

Allah dostluklarından mahrum eylemsin.
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
eline saglık kardeş o kamil insanlara dil uzatmaktan ALLAH bizi korusun

sanırım bu konuda kesinlikle anlaşmamız mümkün olmayacak. çünkü senin ve benim ''kamil'' bildiğimiz kimseler. batı ile doğu gibidir.
Allah dostu olmak için ilk önce MÜSLÜMAN olmak lazımdır.
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
rabıtayı anlamayanlar ,şunu bir düşünsün. Allahın yarattığı maddi ve manevi mahlukları vardır. Zatı hariç herşey mahluktur. feyiz de altın gibi bir mahluktur. mahluğu halik yerine koymak asıl şirktir. manevi aleme/gayba inanmak ise dinimizin gereğidir.
rabıta gönül bağı demektir. ''insanın kim olduğunu bilmek istersenzi dostlarına bakın'' diyor Hz.Ali .rabıta her iki dost arasında vardır.
dostunuzun sevdiği bir şeyi siz de bir ara sonra sevmeye başlarsınız. Onun için Allah dostları Allah aşkın kaynağıdır.
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Kafirler ve ateistlere karşı, dini yayma amacıyla bizler ile kitap ehlinin aynı kulvarda yürüyebilecekleri gibi bir sanıya kapılmamız, ne kadar korkunç bir bilgisizlik, ne kadar büyük bir budalalıktır.Kitap ehlinin, Müslümanlarla savaşmak söz konusu olduğunda kafirlerin ve ateistlerin safında yer aldıklarını bile bile, böylesi bir sanıya nasıl kapılabiliriz?
Her çağda olduğu gibi bu çağda da aramızdaki saf kişiler söz konusu uyarıcı gerçekleri kavrayamıyorlar. Kur’an’ın buyruklarını, yaşanan tarihî olayları tümden unutarak, kitap ehliyle –hepimiz dine inanıyoruz diyerek– elele tutup materyalizme ve ateizme karşı birlikte mücadele verebileceğimizi ileri sürüyorlar. Oysa, kâfir olan müşrikleri göstererek “Bunların yolu müminlerin yolundan daha doğrudur.” (Nisa Suresi, 51) diyenler kitap ehlinin ta kendileriydi. Medine’deki müşrikleri destekleyip Müslümanlara karşı kışkırtanlar, kitap ehlinin ta kendileriydi. Yine iki yüz yıl süren haçlı savaşlarıyla Müslümanlara saldıranlar kitap ehlinin ta kendileriydi. Endülüs’te yaşanan korkunç trajedinin sorumluları onlar değil midir? Ateistlerin ve materyalistlerin de yardımını alarak, Filistin’deki Müslüman Arapları perişan edenler, onların yurdunu yahudilere verenler kitap ehlinin ta kendileri değil midir?
Tüm bunlara karşın bugün aramızdan kimileri kalkıp, –Kur’an’daki kesin buyrukların tamamen tersine– Müslümanlarla kitap ehli arasında dostluk ve işbirliğinin mümkün olabileceğini ileri sürüyor! Neymiş! Böylece materyalizme ve ateizme karşı dini korumuş olacakmışız!
Bunları söyleyenler, Kur’an’ı okumamış olmalıdırlar. Okuduysalar bile, İslâm’ın özündeki hoşgörü çağrısını, Kur’an’ın yasaklamakta olduğu dostluğa çağrı biçiminde yanlış anlamış olmalıdırlar.
Biz, Kur’an’ın buyruklarını yanlış anlamış ve kavrayamamış ve söz konusu kimseleri bir kenara bırakıp, Kur’an’a kulak verelim:
“Ey müminler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse o, onlardan olur. Hiç kuşkusuz Allah, zalimleri doğru yola iletmez.”
Bu çağrı Medine’deki İslam toplumuna yöneliktir. Ama aynı zamanda bu, yeryüzünün hangi köşesinde olursa olsun, kıyamete dek gelip geçecek olan tüm müslümanlara yönelik bir çağrıdır. “Ey müminler!” hitabının muhatabı durumunda olan herkese yönelik bir çağrıdır.
Yeri gelmişken bu çağrının “iman eden kimseler”e yönelik oluşunun nedenine de değinelim. Bu ayet indiği sırada, Medine’deki kimi Müslümanlar ile kitap ehline –özellikle de Yahudilere– mensup kimi insanlar arasındaki ilişkiler bütünüyle kopmuş değildi. Bu iki kesim arasında, birtakım dostluk ve dayanışma ilişkileri, kimi ekonomik ve karşılıklı ilişkiler, kimi de komşuluk ve arkadaşlık ilişkileri söz konusuydu. Medine’de Araplar ile özellikle Yahudiler arasında bu tür ilişkilerin bulunması, kentin İslâm öncesindeki tarihsel, ekonomik ve sosyal durumu göz önüne alınacak olursa son derece doğaldı. Bu durum, Yahudilerin İslâm’a ve Müslümanlara karşı komplolar hazırlayabilmelerini kolaylaştırıyordu. Onların hazırladıkları bu komploların her biri Kur’an’daki bir çok ayette ortaya konulup sıralandığı gibi, buradaki ayetlerde de bunlardan bir bölümü dile getirilmektedir.
“Ey müminler! Yahudileri ve hristiyanları dost edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse o, onlardan olur. Hiç kuşkusuz Allah, zalimleri doğru yola iletmez.”
Onlar, birbirlerinin dostlarıdırlar.. Bu, çağlar üstü bir gerçektir. Çünkü bu, eşyanın doğasından kaynaklanan bir gerçektir. Onlar, hiçbir yerde, hiçbir tarihte Müslümanlara dost olmayacaklardır. Nitekim geride kalan bunca yüzyıllarda, Allah’ın bu şaşmaz sözündeki doğruluğu perçinlemiştir. Onlar Medine’de peygamberimiz ve Müslümanlara karşı savaşma noktasında birbirlerinin dostlarıydılar. Bu noktada, tarih boyunca da birbirlerinin dostları oldular. Bu kural, tarih boyunca bir kez de olsa delinmemiştir. Yeryüzünde meydana gelen olayların tümü, Kur’an’ı Kerim’in tek bir olay değil, sürekli bir nitelik biçiminde ortaya koyduğu tespitler doğrultusundadır. Ayette, “Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar” biçiminde bir isim cümlesi kullanılması, sadece bir ifade tarzı olarak görülmemelidir. İsim cümlesi kullanılmasının nedeni, ayetin değişmez ve sürekli bir niteliği vurguladığını belirtmek içindir.
Bu temel gerçeğin ardından, bunun sonuçları anlatılıyor... Yahudiler ve Hıristiyanlar birbirlerinin dostları olduklarına göre, ancak kendilerinden olan bir kimseyi dost edinirler. Müslümanların safları arasındaki bir kimse Yahudi ve Hıristiyanları dost edindiğinde, Müslümanların safını bırakmış, kendini “İslâm” niteliğinden soyutlamış ve karşıt safa katılmış demektir. Böylesi bir davranışın, gerçek ve doğal sonucu da budur:
“Sizden kim onları dost edinirse o, onlardan olur.”
O bu tutumuyla, kendine, Allah’ın dinine ve Müslüman topluma zulmetmiştir. Bu zulümden ötürü de Allah onu, kendisine dost bildiği Yahudiler ve Hıristiyanlar kategorisine sokmuştur. Allah onu, artık doğru yola iletmeyecek, yeniden müslümanların safına döndürmeyecektir:
“Hiç kuşkusuz Allah, zalimleri doğru yola iletmez.”


ehli kitabla ittifaka diyaloğa çağır sonra da müslümanlıktan velayetten dem vur
 

sengul

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Haz 2006
Mesajlar
733
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Konum
İSTANBUL
konun seyri nasıl olacak?

konun seyri nasıl olacak?

S.a...

Kardeşim çok Güzel Bir Paylaşimla Karşimiza çikmişsiniz..
Rabbim Sizden Razi Olsun..

Ben Uzun Yazilari Malesef Okuyamiyorum..
Konuya Katilimda Seyir Inşaallah Değişmez..
Selametle..
 

efzairem

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Kas 2007
Mesajlar
758
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
نعىمة;578050' Alıntı:
sanırım bu konuda kesinlikle anlaşmamız mümkün olmayacak. çünkü senin ve benim ''kamil'' bildiğimiz kimseler. batı ile doğu gibidir.
Allah dostu olmak için ilk önce MÜSLÜMAN olmak lazımdır.

ben aynı fikirde degilim ben hiç bir ALLAH dostuna dil uzatmam, ben :senin yada onun kamil bildigi kimseler diye ayırmam
heleki hakkı rahmetine kavuşalı 48 yıl olmuş, onun devrinde yaşamamış bir insan olarak neye dayanarak ALLAH muhafaza müslüman olmadıgnı iddia ediyorsun
yaptıgnız müslümanlıga yakışmaz

ben senden korkarım
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
ben aynı fikirde degilim ben hiç bir ALLAH dostuna dil uzatmam, ben :senin yada onun kamil bildigi kimseler diye ayırmam
heleki hakkı rahmetine kavuşalı 48 yıl olmuş, onun devrinde yaşamamış bir insan olarak neye dayanarak ALLAH muhafaza müslüman olmadıgnı iddia ediyorsun
yaptıgnız müslümanlıga yakışmaz

ben senden korkarım

iyiiiiii sen bilrisinnnn
 

minel_ask

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Kas 2007
Mesajlar
24
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
özün ayrı, sözün ayrı.
demin ki yorumlar, dalga geçmeler ne, bu forum ne!..
Rabbim gaflete dalanlardan etmesin inşaallah
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt