Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

bilmediğimiz zikir (3 Kullanıcı)

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yetmiş surede ve 256 ayette geçen ‘zikir’ kavramı Kur’an-ı Kerim’de şu anlamlara gelmektedir:
1. Kur’an-ı Kerim. Şu ayet zikrin Kur’an-ı Kerim anlamında kullanıldığını göstermektedir: “Şüphesiz ki zikri (Kur’an-ı Kerim’i) biz indirdik ve onun koruyucusu da elbette biziz.” İslam âlimlerinin beyanına göre en faziletli zikir Kur’an-ı Kerim okumaktır.
2. Hz. Muhammed. Şu ayette Resulullah zikir olarak tanıtılmıştır: “Allah, onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Ey iman etmiş sağduyu sahipleri! Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak onun koruması altına girin. Allah size zikir (Hz. Muhammed’i) gönderdi.” Müfessirlerin birçoğu bu ayetteki zikri Hz. Muhammed (s.) olarak açıklamışlardır.
3. Namaz. “Şeytan onları kuşatmış ve onlara Allah’ı zikretmeyi (namazı) unutturmuştur.” ayetinde zikir, namaz olarak belirtilmiştir. Birçok âlim, namazı mutlak zikrin anlam alanı içerisinde saymıştır.
4. Cuma namazı ve hutbesi. Şu ayet cuma namazı ve hutbesinin zikir anlamına geldiğini göstermektedir: “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığınız zaman, Allah’ı zikre koşun (cuma namazını kılmaya ve hutbeyi dinlemeye). Alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” Hz. Peygamber de (s.) bir hadislerinde hutbeyi zikir olarak ifade etmiştir ki hutbe makamında hiçbir kimse Allah’tan başkasını zikretmesin: “İmam (minbere çıktığında melekler de zikri (hutbe) dinlemek için hazır olurlar.”
5. İlim ehli; âlim. “Biz, senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir ehline (âlimlere) sorunuz.”
6. Anmak ve hatırlamak. “(Ey Musa!) Sen ve kardeşin, ayetlerimi (Firavun’a ve İsrailoğullarına) götürün, beni zikretmekte (anmakta) gevşeklik göstermeyin.”
7. Dini ve ilahi emirler. “Kim, benim zikrimden (göndermiş olduğum emirlerimden) yüz çevirirse, onun için dar bir geçim vardır. Kıyamet günü onu kör olarak haşredeceğiz.” ayetindeki zikir, ilahi emirler anlamında kullanılmıştır.
8. Uyarı. “(Müşrikler) kendilerine Rablerinden gelen her yeni zikri (uyarıyı) mutlaka eğlenerek dinlerler.”
9. Öğüt. “Andolsun biz, Musa’ya ve Harun’a hak ile batılı ayırt eden ve muttakiler için bir nur ve zikir (öğüt) olan Kitab’ı verdik.”
10. Şan, şeref, izzet. “Şüphesiz ki biz, size, içinde zikriniz (şerefiniz, şanınız) bulunan bir Kitap indirdik. Aklınızı kullanmayacak mısınız?” Hz. Peygamber de (s.) şu hadislerinde zikri, şan ve şeref anlamlarında kullanmıştır: “Size Allah’ı zikretmeyi ve Kur’an-ı Kerim okumayı tavsiye ederim. Çünkü o, sizin için yeryüzünde nur ve semada da zikir(şeref)dir.” Yüce Allah, zikredenleri meleklere över. Bu övüş onların şerefini arttırır.
11. Tevrat. “Şüphesiz ki zikirden (Tevrat) sonra Zebur’da da: ‘Yeryüzüne mutlaka iyi kullarım vâris olacak’ diye yazdık(karar verdik).”
12. Ehli Kitabın istikamet üzerine olan ve hakikati gizlemeyen âlimleri. “Biz, senden önce yalnız kendilerine vahyedilen erkeklerden başkasına peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir ehline (Ehli Kitabın istikamet üzerine olan ve hakikati gizlemeyen âlimleri) sorunuz.”
13. Tevhidin delilleri. “Derler ki: ‘Senin şanın çok yücedir, senden başka veliler edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onları ve atalarını nimet verip yaşattın (bolluk içinde dünyaya daldılar da zikrini (senin varlığının ve birliğinin delillerini) unuttular ve helaki hak eden bir topluluk oldular.”
14. Hatırlatmak. “Ama yine de zikret (hatırlat), çünkü senin zikrin inananlara fayda verir.”
Zikre, Kur’an-ı Kerim’de geçen anlamlarından soyutlayarak tekil bir anlam vermek metodoloji eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bu eksikliğin olmadığı kâmil mürşidler zikri, Kur’an-ı Kerim ve sünnetteki anlamlarına uygun olarak en geniş biçimde kullanmışlardır. Zikre, tekil anlamı daha çok seyru sülukunu tamamlamamış kişiler vermektedirler. İlim eksikliğinden kaynaklanan onlardaki bu yanlış tutumu Ömer b. Abdülaziz (r.) şöyle dile getirmektedir: “Kim ki, ilimsiz olarak amelde bulunursa onun ifsat ettiği (bozduğu) ıslah ettiğinden daha çok olur.”
İnsan nefsinin heva ve heves ile meşguliyete meyli bulunduğundan bu esnada “Hâlık”ı düşünerek; fısktan, batıldan, dalâletten korunmak amacıyla insana zikir emrolunmuştur. Emrolunan “zikir”, salih amel gurubuna girdiği için, salih amellerin kabulünün alt yapısını oluşturan “tevhid”in sağlam olması esastır. İman olmadan yapılan zikir ve tezekkürle müspet bir adım atılamaz. Bir çok sûfinin ifade ettiği gibi, tasavvufun amacı tevhiddir. Müminlere ihsan (Allah’ı görüyormuşçasına ibadet) makamında bir imanı kazandırmayı amaçlar. Yüce Allah’a davet eden kimseler davet ve eğitimlerinde buna dikkat etmeli; Allah’a (c.) iman ve Allah’ı (c.) çokça anma konusu üzerinde özellikle durmalıdırlar.
Zikrin tevhidî boyutuyla ilgili şunları söylemek mümkündür: Zikir; “Misak”ı hatırlama ve hatırlatmadır. Çünkü Allahuteala, kendisiyle kulları arasında bir sözleşme yapmıştır. Kur’an-ı Kerim bize bu sözleşmeyi şöyle haber vermiştir: “Rabbin, Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye onları kendilerine şahit tutmuştu. “Evet (buna) şahidiz,” dediler. (Yüce Allah) kıyamet günü, “biz bundan habersizdik” dememeniz için bu misakı yaptı.” Anlama yeteneğine sahip olan ruh, “Rabb” kavramının manasını bilerek bu anlaşmayı kabul etmiştir. Fıtratını korudukça anlaşmaya sadık kalan insan; nefis, şeytan, kötü sosyal ortamda bozuldukça anlaşmanın mahiyetinden uzaklaştı. Kendi özgür iradesiyle “Emanet ve Zikir’den” koptu. İşte zikir, fıtratından sapan insana, yeniden Allahuteala’nın yaratıcı, emredici, besleyici, büyütücü, hükmedici, yönetici ve rızıklandırıcı olduğunu hatırlatmadır. Bu hatırlatmayı içten dışa doğru yapmak zorundayız. Kendimize ve ailemize günahlardan uzaklaştıracak şeyleri öğretmeliyiz. Bu açıdan zikir meclisleri; tevhidi şuurun elde edilip yakini bir imana kavuşmak için gayretlerin sarf edildiği mektepler hâline getirilmelidir. “Zikir meclisleri, ilim meclisleri olmalıdır. Öyle ki orada tefsir müzakere edilmeli; Allah Resulünün sünneti ve fıkıh öğretilmelidir. Bu meclisler mücerred olarak tesbih, tahmid ve Allahuteala’nın isimlerinin okunduğu yerler olarak özelleştirilmemelidir. Bilakis bu meclisler, Allah’ın emirlerinin, yasaklarının, helalin, haramın, onun sevdiklerinin ve razı olduklarının içerisinde anıldığı her yeri kapsar.”
Kütüb-i Tisa’yı ve musannefleri taradığımızda Hz. Peygamberin (s.) zikir konusuyla ilgili buyruklarını şu başlıklar altında toplamayı uygun gördük:
1. Hz. Peygamber (s.) sürekli zikir hâlinde yaşamıştır.
2. Hz. Peygamber (s.), müminlerin her yerde zikir yapmalarını emretmiştir.
3. Hz. Peygamber (s.), Allah’ı zikretmenin dışında çok konuşmanın insan kalbine kasvet (katılık) vereceğini belirtmiştir.
4. Resulullah (s.), kul, Allah’ı (c.) zikrettikçe, Allah’ın da kuluyla beraber olduğunu söylemiştir.
5. Resulullah (s.), Yüce Allah’ın (c.) sekiz sınıf insanı arşın gölgesinde himaye edeceğini bunlardan birisinin de tenhalarda Allah’ı zikredip gözyaşı döken müminler olduğunu belirtmiştir.
6. Resulullah (s.), Allah’ı (c.) zikirle başlamayan her söz ve işin bereketsiz olduğunu vurgulamıştır.
7. Hz. Peygamber (s.), kelime-i tevhidi okuyarak zikretmeyi imanı yenilemek olarak değerlendirmiştir ve sahabiler de Hz. Peygamberin (s.) bu isteğini aralarında oldukça canlı tutmuşlardır.
8. Hz. Peygamber (s.), Âdemoğlunun iyiliği emredip kötülüğü yasaklama ve Allah’ı (c.) zikretmenin dışında tüm sözlerinin ahirette aleyhine olabileceğini söylemiştir.
9. Resulullah (s.), Allah’ı (c.) tesbih, tekbir, tehlil ve tahmidi en önemli zikir duaları olarak açıklamıştır.
10. Resulullah (s.), Cuma namazı ve Cuma hutbesinin de zikir olduğunu söylemiştir.
11. Resulullah (s.), ‘Sübhanallahi ve bihamdihi” duasının Allah’ın kendisi için seçtiği en önemli zikirlerden olduğunu belirtmiştir.
12. Resulullah (s.), esmayıhüsna zikri öğrenilip onun anlamına göre yaşandığında insanın cennete girmesini vesile olacağını buyurmuştur.
13. Hz. Peygamber (s.), mümin Allah’ı (c.) zikrettiğinde Allahuteala’nın da mümin kulunu zikredeceğinin müjdesini vermiştir.
14. Hz. Peygamber (s.), Yüce Allah’ı çok zikreden kullarının Allah’ın (c.) dostları ve velileri olduğunu açıklamıştır.
15. Hz. Peygamber (s.), insan sürekli zikir hâlinde olursa meleklerin bile bu insanlarla görüşüp musafaha edebileceğini müjdelemiştir.
16. Hz. Peygamber (s.), sabah namazından sonra güneşin doğmasına kadar ve ikindi namazından sonra Allah’ı zikretmeyi teşvik etmiştir.
17. Hz. Peygamber (s.), geceden gerekli virdini ve zikrini okumayan müminlerin sabah namazıyla öğle namazı arasında, geceden yapamadıkları virdlerini ve Kur’an-ı Kerim okumalarını tamamlamalarını söylemiştir.
18. Hz. Peygamber (s.), Allah yolunda cihad edenin de, oruç tutanın da, namaz kılanın da, sadaka verenin de en üstününün Allah’ı (c.) en çok zikredenler olduğunu söylemiştir.
19. Hz. Peygamber (s.), insanoğlunu cehennemden kurtaracak olan en faziletli amelin zikir olduğunu müjdelemiştir.
20. Resulullah (s.), Allah rızası için zikir meclislerinde bir araya gelen müminlerin bu meclislerden affolmuş bir şekilde dağılacaklarının müjdesini vermiştir.
21. Resulullah (s.), zikir meclislerinde bulunanları ve buralarda zikreden Müslümanları meleklerin kuşatacağını ve Allah’ın rahmetinin kapsayacağını belirtmiştir.
22. Resulullah (s.), bir yerde otururken ve yatağa yatarken Allah’ı (c.) zikretmemeyi büyük bir eksiklik olarak değerlendirmiştir.
23. Resulullah (s.), namazdan sonra diğer namazı beklemeyi ve zikir meclislerine devam etmeyi rıbat (Müslümanların sınırlarını korumak) gibi büyük sevap kazandıran amel olarak belirtmiştir.
24. Resulullah (s.), bir mecliste oturup da Allah’ı zikretmemeyi ilahi azabı celbedebilecek bir davranış saymıştır.
25. Resulullah (s.), mescitlerdeki zikir meclislerini en şerefli zikir halkaları kabul etmiştir.
26. Hz. Peygamber (s.), zikir meclislerinin ganimetinin cennet olduğunun müjdesini vermiştir.
27. Hz. Peygamber (s.), zikir meclislerini müminlerin girip faydalanması gereken cennet bahçeleri diye tanıtmıştır.
28. Hz. Peygamber (s.), en hayırlı zikrin gizli yapılan zikir olduğunu haber vermiştir.
29. Hz. Peygamber (s.), mümin abdestli bir şekilde yatar, geceden kalkıp Allah’ı zikreder ve dileklerde bulunursa Yüce Allah’ın bu kulun dualarını kabul edeceğini müjdelemiştir.
30. Hz. Peygamber (s.), Allah’ı zikretmeyi cihad etmek, Allah yolunda altın ve gümüş harcamak gibi önemli bir ibadet saymıştır.
31. Hz. Peygamber (s.), Allah’ı çok zikredenlerin amel bakımından daha çok sevap kazanacaklarını müjdelemiştir.
32. Resulullah (s.), müminleri taharetli (abdestli) bir şekilde zikretmeye teşvik etmiş ve temizlik üzere yapılan zikri övmüştür.
33. Resulullah (s.), kelime-i tevhid zikrinin günahların bağışlanmasına neden olacağını müjdelemiştir.
34. Resulullah (s.), Kur’an-ı Kerim okumayı en önemli zikirlerden saymıştır.
35. Resulullah (s.), şükreden kalbin, zikreden dilin ve insanın dinine ve dünyasına yardım eden saliha bir eşin kişilerin rağbet ettiği her şeyden daha üstün olduğunu söylemiştir.
36. Resulullah (s.), Kâbe’yi tavaf etmeyi, Safa ile Merve arasındaki sa’yı ve şeytan taşlamayı zikirden saymıştır.
37. Resulullah (s.), Allah’ı zikretmek ve namaz kılmak için mescitler ve kurumlar oluşturmanın karşılığının cennet olduğunu müjdelemiştir.
38. Resulullah (s.), Müslümanların kapalı mekanlarda nafile ibadetleri çokça yapıp bireysel zevk almadan öte kötülüklere karşı tepki duymalarının ve tavır koymalarının daha faziletli olduğunu haber vermiştir.
39. Resulullah (s.), dilin sürekli Allah’ı zikretmekle ıslak olmasının Yüce Allah’a en sevimli gelen amellerden olduğunu söylemiştir.
40. Resulullah (s.), zikir esnasında Hz. Peygambere (s.) salatüselam okumanın gereğine vurgu yapmıştır.
41. Resulullah (s.), günde yüzlerce istiğfar okuyarak zikir yapmıştır. İstiğfar etmek çok önemli bir zikirdir.
42. Resulullah (s.), çokça istiğfar okuyarak zikir yapan kişiyi Yüce Allah’ın her türlü darlıktan kurtaracağının müjdesini vermiştir.
43. Hz. Peygamber (s.), günah ve hatalar ne kadar çok olursa olsun insanın mutlaka tevbe ve istiğfar etmesinin gereğine vurgu yapmıştır.
44. Resulullah (s.), müminlerin seherleri mutlaka ihya edip ibadetle geçirmelerini öğütlemiştir.
45. Resulullah (s.), çocukların sabah namazı dâhil en büyük zikir olan namaza alıştırılmasını istemiştir.
46. Resulullah (s.), müminlerin gece namazlarına alışkanlık kazanmalarını belirtip bu durumun insanların günahlarına kefaret olduğunun müjdesini vermiştir.
47. Resulullah (s.), gece namazına kalkan kişinin aile fertlerini de kaldırmalarını tavsiye etmiştir.
48. Hz. Peygamberin (s.) sahabileri, Resulullah’ın sohbetlerinde eşyanın zikrini bile duymuşlardır.
49. Hz. Peygamber (s.), zikirsiz geçen bir anı olsa (tuvalete girme gibi) bundan dolayı Yüce Allah’tan bağışlanma dilemiştir.
50. Hz. Peygamber (s.), insanı Allah’ı zikretmekten alıkoyan eğlenceleri onaylamamıştır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Zikir bu kadar ehemmiyetli iken tarikatlarda yapılan zikirlere neden saldırıyorsunuz anlamak mümkün değil
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Zikir bu kadar ehemmiyetli iken tarikatlarda yapılan zikirlere neden saldırıyorsunuz anlamak mümkün değil

1.nebevi sünnetten sapıp, zikri sadece sayı ve belli kelimelere bağladıkları için,
2.sünnette olmayan şekilde zikir çekmeyi olmazsa olmaz olarak dayattıkları için,
3.Yabancı düşünce sistemlerinin zikir çekme metodlarını dine soktukları için,
4.Bunun yanında çeşitli felsefi veya dini akımların düşüncelerini dine soktukları için(panteizm,hinduzm,yeni eflatunculuk gb..)
5.Kısaca islama paralel(altarnatif) biryaşam şekli ortaya çıkardıkları için ,
6. Müslümanlara zikir çektiriyorum diye çakra açma egzersizi yaptırdıkları, çakra renklerinin peşine düşdükleri için , (Budistlerin çakra renkleri ile bizimkilerin letaif renkleri nasıl aynı mantığa sahip olduklarının göstergesi) ... diyelim . sorunuza cevap olsun

Not; Önceki peygamberlerin sağlam kalmış hak uygulamaları nebevi sünnetin içine alınmıştır, nebi as.dan sonra alınacak bir metod kalmamıştır...
 

-SEVBAN-

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2010
Mesajlar
208
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
1.nebevi sünnetten sapıp, zikri sadece sayı ve belli kelimelere bağladıkları için,
2.sünnette olmayan şekilde zikir çekmeyi olmazsa olmaz olarak dayattıkları için,
3.Yabancı düşünce sistemlerinin zikir çekme metodlarını dine soktukları için,
4.Bunun yanında çeşitli felsefi veya dini akımların düşüncelerini dine soktukları için(panteizm,hinduzm,yeni eflatunculuk gb..)
5.Kısaca islama paralel(altarnatif) biryaşam şekli ortaya çıkardıkları için ,
6. Müslümanlara zikir çektiriyorum diye çakra açma egzersizi yaptırdıkları, çakra renklerinin peşine düşdükleri için , (Budistlerin çakra renkleri ile bizimkilerin letaif renkleri nasıl aynı mantığa sahip olduklarının göstergesi) ... diyelim . sorunuza cevap olsun

Not; Önceki peygamberlerin sağlam kalmış hak uygulamaları nebevi sünnetin içine alınmıştır, nebi as.dan sonra alınacak bir metod kalmamıştır...


Notunuza istinaden; Tasavvuf zaten Kuran ve sünnetten başka metod kullanmaz :)
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Ne alakası var bize bir delil sunun neresi aynıymış ? sadece okuyup yazmak olmuyor nedir deliliniz ?


bi kere şunda anlaşalım... nebi as. ve sahabe bu letaif zikrini zikir olarak hiçbir zaman çekmemiştir...doğrumu? Eğer çekselerdi sahih hadis kitaplarında olurdu... yanlışına - doğrusuna girmeden söylüyorum..ilk iki asırda böyle bir zikir yok.. varsa kaynağınızı söyleyin ,samimi olarak araştıracağım..
sonradan hint kültürü ile islam karşılaşınca ,eski kültüründen vazgeçemeyen yeni müslümanlar hint kültürünüde müslümanlıklarının içinde yaşatmaya başlamış..bu tesbih veye letaif meselesi ondan sonra ortaya çıkmış..hintlişlerin çakra dediği şeylerin biim sufilerdeki karşılığı letaif... ışık renkleri falan hepsi aynı..
Abdulhalık gucduvaninin 8(sekiz) esasıda onlardan geçme... isterseniz budizm ve hinduizmi araştırın ... benzerliğe şaşacaksınız.... onların bu uygulamaları nebi as. dan da önceki devirlere ait. yani bizimkiler ordan kopyalamışlar....

örnek bir anlatım...

Kundalini'nin uyandırılması
Kundalini; insan bedeninde kuyruksokumunda yer alan Muladhara Çakra'da bulunan gizemli bir enerjidir. Yaşam enerjisi Prana'nın statik yönüdür. Kundalini enerjisinin uyandırılması insan bedeninin sınırsız potansiyelinin açığa çıkmasını sağlar.
Muladhara Çakra'da uyur halde bulunan Kundalini enerjisinin uyandırılması için öncelikli olarak Çakra merkezlerinin, daha sonra enerji kanallarının, daha sonra İda ve Pingala enerji kanallarının ve daha sonra da merkezi enerji kanalı olan Suşumna kanalının Yoga teknikleri ile tam aktif hale getirilmeleri gerekir. Ancak bundan sonra Kundalini uyandırılıp Suşumna kanalından yükseltilebilinir.
Kundalini enerjisi en alt çakra olan Muladhara Çakra dan başlayarak sırasıyla tüm çakralardan geçirilerek Sahasrara Çakra ya yükseltilir.

1. Yoga: Râbıta
2. Çitta: Hûş der dem
3. Mantra: Wird
4. Vritti: Masiva
5. Nirvana: Fenâfillâh
6. Samadhi: Rabıta-i telebbusî
7. Upanişad: Seyr-u Sülûk adabı
8. Penc Prana: Letaif-i Hamse

a.Upana: Kalp
b.Prana samana: Ruh
c.Apana: Sır
d.Sushumna: hafiy
e.Pingala: Ahfa

şunu söylemiyorum sakın yanlış anlaşılmasın.... zikir çekilmesin .zikir islamda yoktur demiyorum sadece bu metodlarla ne sahabe ne nebi as. nede müçtehid imamlar zikir çekmemiş. bizde onlara uyalım diyorum..
 

-SEVBAN-

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2010
Mesajlar
208
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
bi kere şunda anlaşalım... nebi as. ve sahabe bu letaif zikrini zikir olarak hiçbir zaman çekmemiştir...doğrumu? Eğer çekselerdi sahih hadis kitaplarında olurdu... yanlışına - doğrusuna girmeden söylüyorum..ilk iki asırda böyle bir zikir yok.. varsa kaynağınızı söyleyin ,samimi olarak araştıracağım..

Şimdide gelelim zikrullah ile ilgili bazı hadislere


Hz. Ebû Musâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İçerisinde Allah zikredilen evlerin misali ile içerisinde Allah zikredilmeyen evlerin misâli, diri ile ölünün misali gibidir."(Buhârî, Daavât 66; Müslim, Salâtü'l-Müsâfirin 211, (779)


Ebû Ümâme (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim yatağına temiz (abdestli) olarak girer ve uyku bastırıncaya kadar Allah'ı zikrederse gecenin herhangi bir saatinde uyanıp da Allah'tan dünya veya âhiret hayırlarından bir şey isterse Allah Teâla, istediğini mutlaka ona verir." (Tirmizî, Daavât 100, (3525).)
Rasulullah buyurdu ki: Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar oturup Allah tealayı zikretmem benim için dört köle azat etmekten daha hayırlıdır.(Ebu Davut İlim11)

Rasulullah buyurdu ki: Kim (Lam elifi) çekerek La ilahe illallah derse dört bin günahı (bir anda) yakılıverir (Ramuzul Ehadis 5413)

Hz. Muâz İbnu Cebel (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Kul, kendini Allah'ın azabından kurtarmada zikrullahtan daha müessir bir ameli işlememiştir." (Muvatta, Kur'ân 24, (1, 211); Tirmizî, Daavât 6, (3374); İbnu Mâce, Edeb 53, (3790))

Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem “Cennetin anahtarı Lâ ilâhe illallah diye şehadette bulunmaktır. Lâ ilâhe illallah zikrine devam edenler için kabirlerinde ve kabirlerinden kalktıkları zaman mahşerde korku yoktur. Sanki ben lâ ilâhe illallah zikrine devam edenleri görüyorum kabirlerinden kalktıklarını başlarında ki toprağı silkeleyerek “...Bizden tasayı gideren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan, çok nimet verendir.”(Fatır 34) âyetini okuyarak buyurdular. (Ramuzul Ehadis 4475)

Bize Yezid (yâni İbnü Zürey') rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh b. Ka*sım, Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke yolunda yürü*yordu. Derken Cümdan denilen dağın yanından geçti. Ve :
«Yürüyün! Bu Cümdan'dır. Müferridler geçmiştir.» buyurdu. Ashab:
Müferridler nedir yâ Resûlallah? dediler.
«Allah'ı çok zikreden erkek ve kadınlardır.» buyurdular.
Müferridler kelimesi müfridler şeklinde de rivayet olunmuştur. Bu kelimeyi Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Allah'ı çok zikreden erkek ve kadınlardır.» diye tefsir buyurmuştur (Müslüm 2676)

" Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, Cemdan denilen bir dağın yanından geçti,
"Bu Cemdan'dır, devam ediniz, tekçiler (müfridun) geçtiler," dedi.
Bunun üzerine:
Ey Allah'ın, Rasûlu Kimdir tekçiler (müfridun), denilince,
"Allah'ı tenhada çokça zikreden / anan kadın ve erkeklerdir." buyurdu." (İbni Teymiye Kalbin amelleri-Müslim (4/2062)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dile hafif, mîzana konduğunda ağır gelen ve Rahmân olan Allah’ı hoşnut eden iki cümle vardır: Sübhânallahi ve bi–hamdihî sübhânallahi’l–azîm: Ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim. Ben Yüce Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tekrar tenzih ederim (Buhârî, Daavât 65, Eymân 19, Tevhîd 58; Müslim, Zikir 31. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 60; İbni Mâce, Edeb 56.)

Ebû Eyyûb el–Ensârî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse on defa, lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l–mülkü ve lehü’l–hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr, derse, İsmâil aleyhisselâm’ın soyundan dört kimseyi hürriyetine kavuşturmuş gibi sevap kazanır.” (Buhârî, Daavât 64; Müslim, Zikir 30)
Ebû Zer radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:
“Allah’ın en çok hoşlandığı sözü sana bildireyim mi? Allah’ın en çok hoşlandığı söz, sübhânallahi ve bi–hamdihî demektir”, buyurdu (Müslim, Zikir 85)

Ömer İbni'l-Hattab (Radıyallahu Anh) Hazretlerinden rivayet edil*gine göre demiştir ki, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle bu*yurmuştur:
"Kim okumasını âdet edindiği zikrini yahud ondan bir kısmını (gece*leyin yerine getirmeyip) uyur da sonra onu, sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa, geceleyin onu okumuş gibi kendisine sevab yazılır (Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî)

Cabir b.Abdullah'dan (Radıyallahu Ânhüma rivayet edildiğine gö*re, Cabir demiştir ki, Resûlüllah sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle bu*yurduğunu işittim:
Zikrin en faziletlisi, "Lâ ilahe illallah" (Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur), sözüdür (Tirmizi. îbn-i Mâce)

“‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh’ (=Güç ve kuvvet, ancak Al*lah’ındır) sözü, Cennet hazinelerinden bir hazinedir (Buhârî, Da’vât 51, 68; Müslim, Zikr 45; İbn Mâce, Edeb 59)

Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“(Kıyamet gününde) Hz. Al*lah'ın yanında peygamber ve şehit olmayan öyle kimseler bulunacak*tır ki, yüzlerindeki ilahi nur bakanların gözlerini kamaştıracaktır... Bunların mevki ve Allah'a olan yakınlıklarına peygamberler ve şehitler bile gıpta edeceklerdir.
Bu kimseler, her kabileden toplanıp Allah'ı zikredenlerdir. Hurmaların en iyisini seçip yiyenler gibi, bu zevat da Allah'ı tesbih seçerek hamd, sena ve zikreden kimselerdir (Suyuti-Camiüs-sağir)
Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Allah'ı zikrin ( anmanın ) en üstünü ( La ilahe illallah) duaların en güzeli de ( Elhamdü lillah) cümleleri ile olur. (Suyuti-Camiüs-sağir Zikir babı)

Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Kıyamet günü derece bakı*mından insanların en üstünü Allah'ı bol bol anan kimseler olacaktır(Suyuti-Camiüs-sağir Zikir babı)

Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Yıldızlar, dünya sakinlerini aydınlattığı gibi, içinde Allah'ın anıldığı ev de, sema ehlini aydın*latır
(Suyuti-Camiüs-sağir Zikir babı)

Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Dünya ve içinde olanlar hiç makbul değildir. Ancak, Allah'ı zikretmek ve ilim öğrenmek, ilme sahip olmak suretiyle Allah dostu olmak bundan müstesnadır(Suyuti-Camiüs-sağir Zikir babı)

Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim bir yere oturur ve orada Allah'ı zikretmez (ve hiç zikretmeden kalkar) ise Allah'tan ona bir noksanlık vardır. Kim bir yere yatar, orada Allah'ı zikretmezse, ona Allah'tan bir noksanlık vardır. Kim bir müddet yürür ve bu esnâda Allah'ı zikretmezse, Allah'tan ona bir noksanlık vardır." (Ebû Dâvud, Edeb 31, (4856), 107, (5059); Tirmizî, Daavât 8, 3377)

Ebu Hureyre (r.a)’dan rivâyet olunduğuna göre, Nebî sallallâhu aleyhi vesellem şöyle buyurmuşlardır: “Îman yetmiş küsûr şûbedir. En üstün derecesi lâilâhe illallah demek; en aşağı derecesi yoldan ezâ verecek şeyleri temizlemektir. Hayâ da imandan bir şûbedir (Buhari)

Ebu'd-Derda'dan rivayet olunduğuna göre, şöyle de*miştir: "Allah Rasulü, şöyle buyurdu:
"Size, yaptığınız amellerin en hayırlısını, melikiniz (Allah) katında en temiz olanını, sizi derece bakımından en çok yüce yükseltenini, sizin için altın ve gümüş infak etmekten daha hayırlı olanını, sizin için diişmanlarnızla karşılaşmaktan, onların boynunu vurmaktan ve onla*rın da sizin boynunuzu vurmasından daha hayırlı olanı*nı haber vereyim mi?" Sahabilar:
"Evet, ey Allah'ın Rasulü" dediler. Allah Rasulü: Allah'ı anmak (zikrullah)" buyurdu (İbni Teymiye Dualar ve Zikirler)

Evet, Buraya kadar anlattığımız ayet ve hadislerden dolayı Ehlullah zikri ya Hafi(gizli) ya da Cehri ( Sesli) olarak ve cemaatle veya münferit olarak yüz yıllardır bu ümmete öğretmiş aktarmışlardır. Bunları da kuran ve sünnet ışığında İçtihad derecesine ulaşmış Ehlullah yapmıştır. Tarikat yolunda olanlara da bunlara tam bir ittiba gerekir.


Nakşibendi Yolunda Zikir- Kalp Zikri

Nakşibendi yolunda zikir Hafi (gizli) olarak münferit yapılan, cemaatle (Hatme-i Hacegan) beraber yapılan şekilde iki türlüdür. Kalbi zikre delil rabbimizin: Kalpler ancak zikrullah ile mutmain olur (Rad 28) ve Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret(Araf 205) yine "Rabbi'nin adını an ve her şeyi kalbinden çıkarıp sadece O'na yönel". (Müzzemmil 8) ayetleridir.

Ayette geçen Tebtil ve Tebettül:"Rabbinin adını anmaktan murad; tesbih etmek ve gece gündüz O'na ibadet etmektir. Kur'an okumak ve ilim tahsil etmektir." Bu tebtilin manasıdır zira Allah'a yönelmek için bir iş yapma manası vardır. Bir işle meşgul olan kendini tama men Allah'a vermiş olamaz. Tebettül; masivayı bırakıp herşeyi ile Allah'a yönelmektir. Hatta ehl-i tahkike göre cennet ve ahiret hayalini bırakıp Allah'a erişmek ve O'na muttasıl olmak için tevhide girmektir. Meselâ bir kimse yalnızca cennet beklentisiyle ve ahiret endişesiyle Allah'a yönelse, bu yöneliş hakikî bir yönelme değildir. Ve bu yolda dünyadan tecrit olmuş olur ve tebettül, bütün mâsivadan kopup Allah'a yönelmektir. Nefsin heva ve hevesinden elçekmektir.(Beyzavi-Fahrettin razi Tefsiri kebir)
Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım” (Bakara 152) ayetleridir. Bu son ayet zikrin her türlüsünü içine alan bir ifadedir.
Nitekim kutsi bir hadiste Hz. Ebû Hüreyre'nin rivayetinde şöyle gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâla hazretleri diyor ki: "Kulum, hakkımda nasıl bir zan yürütürse ben öyleyimdir. O, beni zikredince ben onunla beraberim. O beni içinden geçirirse, ben de onu içimden geçiririm. O, beni bir cemaat içerisinde anarsa, ben de onu, onunkinden daha hayırlı bir cemaatte anarım. O, bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim." (Buhârî, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2, (2675); Tirmizî, Daavât 142, 3598)
Diğer Hadiste ise Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur: Zikrin en hayırlısı hafi olanıdır. (Ahmet b.Hanbel 1/172-180)

Bir diğer hadiste: Allahu teala benim sadrıma (göğsüme) ne doldurduysa onu olduğu gibi Ebu Bekrin sadrına ilka ettim buyurmuştur. (Keşfül hafa 190)

“İnsan vücudunda bir et parçası vardır o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozuk olduğunda bütün vücut ifsat olur İyi bilin ki, işte o et parçası kalptir” (Buhârî, İmân, 39; Müslim,Musâkât, 107)

İşte hadiste ifade edilen bütün bedenin düzelmesi kalbin düzelmesine bağlanmış. Kalbin düzelmesi de elbette Rad suresi 28 ayetin işaretiyle, zikirle düzeleceğini belirtmiş. Bunun bir hikmeti nefis bir nevi ahtapota benzer kolları bütün azalara uzanmış kendisi kalbe çöreklenmiştir. Kişi kalbi zikrullaha başlayınca nefs bütün kollarını toplayarak büzüşür sıkıntı yaşar. Zikrullah ona en fazla zarar veren bir ilahi ilaçtır. Bu sebeplede sofileri her zaman zikirden uzak tutmak ister. Sofi zikrullaha devam edip Allah lafzını kalbe tanıtınca kalbe bu ismin feyzi akmaya başlar. Bu sefer latife makamına geçilir. Çünkü nefs artık kalbden kaçmak zorunda kalmıştır ki sofiye latife dersi bu yüzden verilir. Bu Esma Zata baktığından diğer bütün isimleri içinde barındırır işte bu yüzden Allah lafza-ı celalin bereketiyle kişi çok hızlı ilerler emmare, Levvame, Mülhime gibi nefis makamlarını hemen aşar, bu ismin bereketinden ilahi heybet ve nur belirir. Aynı usulle bu sefer latifeler Allah lafza-ı celaliyle feyizlenip bereketlendirilir. Taki nefis vucutta kaçacak bir yer olmadığını anlar. Sofiye Nefyi isbat verilerek bu sefer Kelimei Tevhid kılıncıyla nefs hizaya getirilir ve Müslüman olması sağlanır Rabbimizin inayeti ve rahmetiyle Biz O’na teslim olanlarız. (Aliimran 84) ayeti zuhur eder.

Bu hususta Hadiste Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki:Şeytan, herhangi birinizin damarlarında, kan nasıl akıyorsa o şekilde dolaşmaktadır.” Bunun üzerine ashab: “Seninde mi?” diye sordular. Hz. Peygamber:
“Benim de, fakat Allah, şeytana karşı bana yardım etti de, o bana teslim oldu (veya Müslüman oldu) buyurmuştur.( Tirmizi, Rada, 17/1172; A. H. Müsned, III, 309; Darimi, Sünen, II, 320, Rikak, 66.)

Hadiste teslim oldu Müslüman oldu ifadesinde kast edilen manada Nefsin Müslüman oluşu hikmeti saklıdır. Çünkü hadiste ifade edilen şeytan anladığımız şeytan olsaydı Müslüman olması düşünülemez. Diğer bir yorum da Bazı alimlerin buradaki şeytandan kasıt cin denilen varlıktır demeleridir. Buda büyük bir hatadır. Bu söz cinlerin niteliğini ve ne sebeple vucuda girebileceklerini ve nekadar kalabileceklerini bilmeyen şahısların Efendimize (s.a.v) iftirasıdır. Hiçbir cinin Hattine değildir Efendimizin (s.a.v) bırakın latif bedenine girmeyi, hikmetsiz ve izinsiz yanına dahi gelmesi. İkincisi kanın dolaşması gibi ifadesidir ki zaten hayvani ruh dediğimiz nefis, âlimlerin çoğunluğunca buhar diye tarif edilmiştir. İşte böyle Müslüman olan bir nefis artık hakkın ibadet ve taatında asla inatlaşmaz. Ayetin ihbarıyla Kalp tam bir itminana ulaşır ve kullukta huşu ve hudu duyar. Nitekim diğer bir hadiste nefsin şeytan diye tarif edilmesi ve kalpte çöreklendiği ve zikirle beraber kaçmaya başladığı anlatılır.

İbnni Abbas (r.ah) anlatıyor: Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem buyurdular ki: “Şeytan âdemoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allahı zikredince kaçar, gaflette ise vesvese verir.(Buhari) bu hadis yukarda anlattığımız hikmeti elbette içinde barındırır.

 

-SEVBAN-

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2010
Mesajlar
208
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
Neden Allah (c.c) Esması


Bir diyer hususta Allah Lafza-ı celalini yalın halde zikredemezsiniz zikirden kasıt Tesbih, (Sübhanallah) Tahmid (Elhamdülillah) vs. dir Allah, Allah şeklinde zikir edilmez diyen bazı eşhas çıkmış Bütün ümmetin alimlerinin İsmi Azam en büyük esma ve zata bakan esma Allah lafzıdır diye ittifakını hiçe sayıyor. Alimleri hiçe saymaları bir tarafa Allahın (c.c) kuranda Efendimizin (s.a.v) hadislerinde Allah lafzının hep zatı kast için kullanıldığını da görmüyorlar. Böyle zikredenleri eleştiriyor cehaletlerini sergiliyorlar, kısaca onlara diyoruz ki Rabbimiz teala bunu kendi ayette belirtmiş ve demiş ki: De ki: “(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur (İsrâ, 110)
Keşşaf sahibi şöyle demiştir: "Allah ve Rahman" kelimelerinden murat, isimdir; müsemmâ değildir. Buradaki ev edatı, tahyîr (muhayyerlik) içindir. Yani, "Allah'ı ister şu kelimeyle, İsterse bu kelimeyle zikredin" demektir. Eyyendeki tenvîn de, muzafun ileyh'den bedeldir. Mâ lafzı, ibhâm için gelmiş olup, "eyyen"deki manayı tekîd eden bir sıladır. Ve ifadenin takdiri, "Bu iki isimden hangisiyle O'nu çağırır ve zikrederseniz zikredin""nihayet en güzel isimler onundur." Buradaki felehu zamiri yukarıda zikredilen iki isimden birisine raci değildir; onların müsemmâsına, yani Allah'ın yüce zâtına racidir. Buna göre mana, "Bunlardan hangisiyle çağırırsanız çağırın, o muhakkak ki güzel ve yerindedir" şeklinde olur.(Fahrettin razi-Mefatihül Gayb)

Allah (c.c.) Lafzı Varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere lâyık bulunan, her türlü eksiklik ve noksanlıklardan uzak, bütün kemal sıfatları kendinde toplayan, eşi ve benzeri bulunmayan zâtın özel ve en kapsamlı adıdır. Allah'a nisbet edilen isimler hâs (özel) ve âm (cins) olmak üzere ikiye ayrılır. Allah adı özel isim; Rab, Rahmân, Rahîm gibi isimler ise, Allah'ın özel ismine nisbetle anılan isimlerdir. Allah ism-i şerifi, Cenâb-ı Hakk'ın has ismidir. Bu itibarla diğer isimlerin ifade ettiği bütün güzel vasıfları ve İlâhî sıfatları içine alır. Diğer isimler ise, yalnız kendi mânalarına delâlet ederler. Yani Allah (c.c) dediğinde bütün esmalarıda zikretmiş olursun ama Basir dedinmi sadece Allahın (c.c) Görmesini söylemiş olursun diğer vasıflarını merhametini affını keremini cömertliğini vs. zikretmiş olmazsın.Bu İsim, ifade ettiği ilâhî manasıyla yalnız Allah'a aittir ve hiçbir kelime bu ismin manasını ve muhtevasını ifade gücüne sahip değildir. Bu isim başkası için de kullanılamaz. Ayette:
(Allah) göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol. Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? (Meryem 65)
Buyurulur.
Bu bakımdan Allah isminin yerini hiçbir isim tutamaz. Bu isim, Allah'tan başkasına ne hakikaten ve ne de mecazen verilemez. Diğer isimlerin ise, Allah'tan başkasına isim olarak verilmesinde bir mahzur yoktur (Kadir, Celâl gibi). Yalnız bu isimlerin başına, insanlara izafe edildiklerinde, “kul” mânâsına gelen “abd” kelimesinin ilâvesi güzel olur (Abdülkadir (Kadirinkulu) ismi gibi)
İmamı gazalide Esma-i Hüsna Şerhi eserinde derki: Şunu iyi bil ki, bu isim, (Allah) Allah'ın doksan dokuz isminin en büyüğüdür! Çünkü bu, içinden hiç bir şey müstesna, olmaksızın, bütün ilâhi sıfatları cem eden zâta delâlet etmektedir. Diğer isimleri ise, ilim, kudret, fiil gibi yalnız ifade ettikleri mâna birimlerine delâlet etmektedir.
Ve yine bu isim, Allah'dan başkasına, ne hakikat ve ne de mecazen delâlet etmiyeceği cihetiyle, bütün isimlerinden daha hasdır. Yani daha özellik ve hususiyet ifade etmektedir.. Diğer isimler ise, böyle değildir. Ondan başkasına da itlâk edilip çağırılabilir: Kadîr, Alîm, Halım gibi.. İşte bu iki sebebdendir ki, Allah ismi, bütün isimlerin en büyüğü olmuştur.(Gazali Esma-i Hüsna Şerhi)

Görüldüğü gibi yüce Yaratıcının Zatına bakan Esma Allah (c.c) ismidir ve İsmi Azamdır. Diğer bütün isimleri içinde cem etmiştir. Konuya devam edecek olursak.


Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem: “Muhakkak Allahu Teâlâ cesetlerinize ve suretlerinize bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize nazar eder buyurur. (Buhari-Müslim)

Kalbin nurlanmasında veya kararmasında kalbe göz ve kulak yoluyla gelen havâtırın etkisi çoktur fakat kalbin hangi halde bulunduğunun, aklın neyle meşgul olduğunun önemi de büyüktür.
Zikrullahla itminana ermiş bir kalbin dış ve iç düşmanın etkisiyle nurunun sönmesi biiznillah mümkün değildir. Mürşidi kâmil olan seçilmiş velilerde ise ruh cesedin sultanı, akıl ruhun veziri, kalp de onun müftüsüdür. Allahın izniyle şeytan teşviş ve iğvasıyla, nefis varta ve desiseleriyle mürşidi kâmile zarar veremez. Çünkü bu eşhas ayetin ihbarıyla muhlis olanlardır ve şeytanın onların üzerinde bir hükmü yoktur ayette: içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım”(Hicr 40)

Erenköylü Muhammed Efendi arifleri tarif ederken derki: Biliniz ki ârif kulun kalbinin nûru îman, seması mârifet, güneşi şevk, ayı muhabbet, yağmuru merhamet, meyvesi ahlâkı hamîde, sarayları himmettir. O halde mahlûkatın mükerremi mârifet ehlinin kalbidir; feyyâzı feyzi Yezdandır. Her iki cihanın geçididir. Can âleminin gülistânıdır. İlim ve irfan hazinesidir. Lütf u ihsan denizidir. Hazreti Rahman’ın evidir. Nitekim ayette:
“(Onlar) Kudretine nihâyet olmayan Allah’ın sadâkat meclisinde, huzûru Kibriyâsındadırlar (Kalem 55) (Marifeti İlahiye Tarikatı aliye Erenköylü Muhammed Efendi)


Cemaatle zikir


Cemaat halinde zikretmek ile ilgili hadislere örnek ise Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah'ın, yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır. Allahu Teâlâ'yı zikreden bir cemaate rastlarlarsa, birbirlerini "Aradığınıza gelin!" diye çağırırlar. (Hepsi gelip) onları kanatlarıyla kuşatarak dünya semasına kadar arayı doldururlar. Allah, -onları en iyi bilen olduğu halde- meleklere sorar:
"Kullarım ne diyorlar?"
"Seni tesbih ediyorlar, sana tekbir okuyorlar, sana tahmid okuyorlar. Sana ta'zim (temcîd) ediyorlar" derler. Rabb Teâlâ sormaya devam eder:
"Onlar beni gördüler mi?"
"Hayır!" derler.
"Ya görselerdi ne yaparlardı?"
"Eğer seni görselerdi ibâdette çok daha ileri giderler; çok daha fazla ta'zim, çok daha fazla tesbihde bulunurlardı" derler. Allah tekrar sorar:
"Onlar ne istiyorlar?"
"Senden, derler, cennet istiyorlar."
"Cenneti gördüler mi?" der.
"Hayır ey Rabbimiz!" derler.
"Ya görselerdi ne yaparlardı?" der.
"Eğer görselerdi, derler, cennet için daha çok hırs gösterirler, onu daha ısrarla isterler, ona daha çok rağbet gösterirlerdi." Allah Teâla sormaya devam eder:
"Neden istiâze ediyorlar?"
"Cehennemden istiâze ediyorlar" derler.
"Onu gördüler mi?" der.
"Hayır Rabbimiz, görmediler!" derler.
"Ya görselerdi ne yaparlardı?" der.
"Eğer cehennemi görselerdi ondan daha şiddetli kaçarlar, daha şiddetli korkarlardı" derler. Bunun üzerini Rabb Teâla şunu söyler:
"Sizi şâhid kılıyorum, onları affettim!"
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözüne devamla şunu anlattı: "Onlardan bir melek der ki: "Bunların arasında falanca günahkâr kul dahi var. Bu onlardan değil. O başka bir maksadla uğramıştı, oturuverdi." Allah Teâla: "Onu da affettim, onlar öyle bir cemaat ki onlarla oturanlar da onlar sayesinde bedbaht olmazlar" buyurur." (Buhârî, Daavât 66, Müslim, Zikr 25, (2689); Tirmizî, Daavât 140, (3595).)

Ebû Neâmete's-Sa'dî'den, o da Ebû Osman'*dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Muâviye Mescidde bir halkanın yanına çıktı da :
— Sizi (buraya) ne oturttu? diye sordu.
— Allah'ı zikretmek için oturduk, dediler.
— Allah aşkına mı; sizi ancak bu mu oturttu? dedi.
— Vallahi bizi ancak bu oturttu, cevâbını verdiler.
— Beri bakın, ben sizi itham ettiğim için yemin ettirmedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den benden daha az hadîs rivayet etmek hu*susunda benim mertebemde hiç bir kimse yoktur. Gerçekten Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabından müteşekkil bir halkanın yanına çık*tı da :
«Sizi (buraya) no oturttu?» diye sordu. Ashab :
Allah'ı zikretmeye, bizi İslâm'a hidâyet buyurduğu ve onlunla bi*ze imtihanda bulunduğu için ona hamdetmeye oturduk, dediler.
«Allah aşkına mı? Sizi ancak bu mu oturttu?» buyurdu.
Vallahi bizi ancak bu oturttu, dediler.
«Beri bakın! Ben sizi itham ettiğim için yemin ettirmedim. Lâkin şu var ki; bana Cibril geldi de Allah (Azze ve Celle) 'nin sizinle meleklere iftihar ettiğini haber verdi.» buyurdular. (Müslim Zikr 2701)

Ebû Müslim el-Eğarr (rahimehullah) diyor ki: "Ben şehâdet ederim ki Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd (radıyallâhu anhümâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle söylediğine şehâdet ettiler: "Bir cemaat oturup Allah'ı zikrederse, mutlaka melekler etraflarını sarar, Allah'ın rahmeti onları bürür, üstlerine sekine iner ve Allah onları yanında bulunan (büyük melek)lere anar." (Müslim, Zikr 39, (2700); Tirmizî, Daavât 7, 3375)

Evet, buraya kadar verdiğimiz ayet ve hadislerden sonra son olarak deriz ki Zahirî amellerin çıkış yeri olan kalp itminana erince mümin istikametten ayrılmaz. Kalbin ıslahı Cenâb-ı Allah’ın bizi sakındırdığı kötü amellerin terkiyle mümkündür ve zikrullah ile mümkündür. Kalp ıslah olursa o zaman hayat bulur, selim olur, kemale erer. Zaten Rabbimizin de bizden istediği kalbin selime ulaşması kemale ermesidir ayette: O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar Ancak Allaha selim bir kalb ile varan müstesna (Şuara 88-89)
Gaybde rahmana haşyet duyan ve (inâbeli) ona yönelmiş bir kalb ile gelen kimselere (Kaf 33)

Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar fasık kimselerin ta kendileridir. (Haşr 19)

Allahım ayette Allahı unutan ve bu yüzden de Allahın kendilerine kendilerini unutturduğu kimselerden eyleme bizi daima seni bütün benliğimizle zikreden kullarından eyle ve Rabbim bizlere de kalbi selimi ihsan et. Ve bizi razı olduklarından eyle.amin

alıntı "Nefsin tanımı ve mertebeleri" hkerrar


sonradan hint kültürü ile islam karşılaşınca ,eski kültüründen vazgeçemeyen yeni müslümanlar hint kültürünüde müslümanlıklarının içinde yaşatmaya başlamış..bu tesbih veye letaif meselesi ondan sonra ortaya çıkmış..hintlişlerin çakra dediği şeylerin biim sufilerdeki karşılığı letaif... ışık renkleri falan hepsi aynı..
Abdulhalık gucduvaninin 8(sekiz) esasıda onlardan geçme... isterseniz budizm ve hinduizmi araştırın ... benzerliğe şaşacaksınız.... onların bu uygulamaları nebi as. dan da önceki devirlere ait. yani bizimkiler ordan kopyalamışlar....


örnek bir anlatım...

Kundalini'nin uyandırılması
Kundalini; insan bedeninde kuyruksokumunda yer alan Muladhara Çakra'da bulunan gizemli bir enerjidir. Yaşam enerjisi Prana'nın statik yönüdür. Kundalini enerjisinin uyandırılması insan bedeninin sınırsız potansiyelinin açığa çıkmasını sağlar.
Muladhara Çakra'da uyur halde bulunan Kundalini enerjisinin uyandırılması için öncelikli olarak Çakra merkezlerinin, daha sonra enerji kanallarının, daha sonra İda ve Pingala enerji kanallarının ve daha sonra da merkezi enerji kanalı olan Suşumna kanalının Yoga teknikleri ile tam aktif hale getirilmeleri gerekir. Ancak bundan sonra Kundalini uyandırılıp Suşumna kanalından yükseltilebilinir.
Kundalini enerjisi en alt çakra olan Muladhara Çakra dan başlayarak sırasıyla tüm çakralardan geçirilerek Sahasrara Çakra ya yükseltilir.

1. Yoga: Râbıta
2. Çitta: Hûş der dem
3. Mantra: Wird
4. Vritti: Masiva
5. Nirvana: Fenâfillâh
6. Samadhi: Rabıta-i telebbusî
7. Upanişad: Seyr-u Sülûk adabı
8. Penc Prana: Letaif-i Hamse

a.Upana: Kalp
b.Prana samana: Ruh
c.Apana: Sır
d.Sushumna: hafiy
e.Pingala: Ahfa

şunu söylemiyorum sakın yanlış anlaşılmasın.... zikir çekilmesin .zikir islamda yoktur demiyorum sadece bu metodlarla ne sahabe ne nebi as. nede müçtehid imamlar zikir çekmemiş. bizde onlara uyalım diyorum...

Yukarda yazdığınız tamamen benzetmedir kardeşim hiç bir Tasavvuf eserinde bu şekilde bir benzetme göremezsin bu sadece Tasavvuf münkerlerinin öne sürdüğü ve benzerlikten kaynaklanan yakıştırmadır.Hem insandaki maneviyat aynıdır ve manevi olgularda aynıdır temelde, sadece geliştirlmesi lazımdır bunuda kimisi İslama göre kimisi nefsine göre yapar....

vesselam

 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
sevgili sevban yine aynı şeyi yapıyor yani çarpıtıyorsun, ben zikir yoktur demiyorum...
bu metodlarla(nakşilerin metodu) ne sahabe ne nebi as. nede müçtehid imamlar zikir çekmemiş. bizde onlara uyalım diyorum...
istediğin kadar zikir çek , ama nebi as. gibi çek, sahbe ra. gibi çek.

taklidini yaptığın mezhep imamının allah resulünden as. aktardığı gibi çek..

şimdi sorsam amelde hangi mezhepten sin diye ,şafi,hanefi birini diyeceksin. tamam güzel.. niye o zaman zikirde ( zikirde amal olduğuna göre) kendi mezhep imamını taklit etmiyorsun.... samimi olarak soruyorum... samimi de cevap istiyorum...

imamı azam veya şafii böyle letaif veye nefy ıspat zikri mi çekmiş? Siz onlardan daha mı alimsinizde kendi mezhep imamınızı taklit etmiyorsunuz?

şimdi ben ne diyeyim.... resulde sahabede yok diyorum, hint medeniyetinde var diyorum ... olabilir,her insan aynıdır diyorsun..... ozaman işin rast gelsin efendi...yolun açık olsun...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Tarikat, tasavvufun sistemleşmiş şeklidir. Tarîkatlar, hakikatlerin yollarıdır.
Tarîkatlar, şeriatın birer delili, ab-ı hayat dağıtan bir kevser kaynağıdırlar.
Asırlardır nice ehl-i iman, bu menbadan içmiş, bu muazzam hazineden istifade etmiştir.

Tarîkat, Resulullah (asm)'ın miracının gölgesinde kalb ayağıyla ruhanî bir seyrü sülûktur.

Tarîkat, hakîkate giden bir yol olmakla beraber, tek yol değildir. Bütün hak tarikatlar, esaslarını Kur'ân'dan almışlardır.
Tarîkatı kabul etmek istemeyen bazı kimselerin, "Hz. Peygamber devrinde tarikat mı vardı?" şeklindeki soruları, bir cerbezeden ibarettir.

Zira, tarîkatın bütün esasları, zaten Resulullah (asm)'ın tatbikatına dayanmaktadır. Yani, uygulama vardır, fakat adı tarikat değildir. Tarikatın belli bir sistem içinde ortaya çıkması , hicri üçüncü asra dayanır. Cüneyd-i Bağdadî, Bayezid-i Bistami gibi zatlar, tarîkatın ilk önderlerindendir. Daha sonraki dönemlerde gelen Şah-ı Nakşibend, Abdülkadir-i Geylanî, Mevlâna Celaleddin-i Rûmi, İmam-ı Rabbani gibi zatlar ise, tarîkatın en meşhur kahramanlarıdırlar.
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Tarikat, tasavvufun sistemleşmiş şeklidir. Tarîkatlar, hakikatlerin yollarıdır.
Tarîkatlar, şeriatın birer delili, ab-ı hayat dağıtan bir kevser kaynağıdırlar.
Asırlardır nice ehl-i iman, bu menbadan içmiş, bu muazzam hazineden istifade etmiştir.

Tarîkat, Resulullah (asm)'ın miracının gölgesinde kalb ayağıyla ruhanî bir seyrü sülûktur.

Tarîkat, hakîkate giden bir yol olmakla beraber, tek yol değildir. Bütün hak tarikatlar, esaslarını Kur'ân'dan almışlardır.
Tarîkatı kabul etmek istemeyen bazı kimselerin, "Hz. Peygamber devrinde tarikat mı vardı?" şeklindeki soruları, bir cerbezeden ibarettir.

Zira, tarîkatın bütün esasları, zaten Resulullah (asm)'ın tatbikatına dayanmaktadır. Yani, uygulama vardır, fakat adı tarikat değildir. Tarikatın belli bir sistem içinde ortaya çıkması , hicri üçüncü asra dayanır. Cüneyd-i Bağdadî, Bayezid-i Bistami gibi zatlar, tarîkatın ilk önderlerindendir. Daha sonraki dönemlerde gelen Şah-ı Nakşibend, Abdülkadir-i Geylanî, Mevlâna Celaleddin-i Rûmi, İmam-ı Rabbani gibi zatlar ise, tarîkatın en meşhur kahramanlarıdırlar.

tarikatın bütün uygulamaları resulün tatbikatına dayanmaktadır sözü uydurmadır;
letaif zikri , nefy ıspat zikri hindulara dayanır, resulde as. yoktur. varsa geçtiği yeri söyleyin ,bizde bakalım.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bir Müslümanın gerçek mürşid ve rehberi Kur’ân-ı Kerim ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Bir Müslüman bu iki mukaddesi kendisine rehber alıp kılavuz edinirse, sırat-ı müstakimi bulmuş, kendisine doğru bir yol çizmiş olur. Zaten bunları rehber almayan insanın olsa olsa rehberi ve yol göstericisi şeytandır. Çünkü, kâinatta iyi ve kötülerin temsilcisi vardır. Üçüncü bir yol yoktur. Bir insanın rehberi, ya iyi ve iyilerin temsilcisi olan Peygamber Efendimiz (asm)'dir; ya da kötü ve kötülüklerin temsilcisi olan şeytan ve onun fahrî yardımcılarıdır.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bununla birlikte, başta sahabiler olmak üzere müçtehidler, veliler İslâm ulemâsı da insanlara hak ve hakikatı gösteren, doğru yolu işaret eden rehber ve kılavuzlardır. Bunlar zaten ilim ve irfanlarını Kur’ân’dan, Peygamberden (a.s.m.) almaktadırlar. Ve birçokları yüzlerce, binlerce insanın hidâyete ermesine vesile olmuş, hizmet etmiş, dünya ve âhiret saadetine ermesine yardımda bulunmuşlardır.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Meselâ İmam-ı Âzam, İmam-ı Şâfii, İmam-ı Gazâlî, Abdülkadir Gaylânî, İmam-ı Rabbanî, Şah-ı Nakşıbend, Mevlâna ve asrımızda da Bediüzzaman Said Nursî bu mürşid ve rehber şahsiyetlerden bir kısmıdır. Bu mübarek zatların hayatları, hizmetleri incelenirse, büyüklükleri ve İslâm tarihindeki yeri kolayca görülecektir.

Evet, bir Müslüman bu zatların sözlerini, kitaplarını, hal ve hareketlerini, devam etmiş oldukları zikir ve evradı okuyabilir, taklid edebilir ve böylece İslâmî yaşayışını zenginleştirip nurlandırabilir. Böylece bu zatlar insana mürşid olur, rehber olur.

Bu zatları kötü gören, bir peygamber mirasçısı oldukları için imkân nisbetinde taklid etmeyen, tanımayanların da olsa olsa yol göstericisi şeytan ve kötü kimseler olur. Çünkü, bir Müslüman onları Kur’ân’a ve Peygambere uydukları için sevmekte, kitaplarını okumakta, istifâdeye çalışmaktadır.

İnsanın illa da bir tarikata bir cemaate girmesi, bir şeyhe intisap etmesi şart değildir. "Bir tarikat şeyhine veya cemaate bağlı değilse, İslamiyeti yaşayamaz." diye iddiada bulunmak doğru değildir.
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Meselâ İmam-ı Âzam, İmam-ı Şâfii, İmam-ı Gazâlî, Abdülkadir Gaylânî, İmam-ı Rabbanî, Şah-ı Nakşıbend, Mevlâna ve asrımızda da Bediüzzaman Said Nursî bu mürşid ve rehber şahsiyetlerden bir kısmıdır. Bu mübarek zatların hayatları, hizmetleri incelenirse, büyüklükleri ve İslâm tarihindeki yeri kolayca görülecektir.

Evet, bir Müslüman bu zatların sözlerini, kitaplarını, hal ve hareketlerini, devam etmiş oldukları zikir ve evradı okuyabilir, taklid edebilir ve böylece İslâmî yaşayışını zenginleştirip nurlandırabilir. Böylece bu zatlar insana mürşid olur, rehber olur.

Bu zatları kötü gören, bir peygamber mirasçısı oldukları için imkân nisbetinde taklid etmeyen, tanımayanların da olsa olsa yol göstericisi şeytan ve kötü kimseler olur. Çünkü, bir Müslüman onları Kur’ân’a ve Peygambere uydukları için sevmekte, kitaplarını okumakta, istifâdeye çalışmaktadır.

İnsanın illa da bir tarikata bir cemaate girmesi, bir şeyhe intisap etmesi şart değildir. "Bir tarikat şeyhine veya cemaate bağlı değilse, İslamiyeti yaşayamaz." diye iddiada bulunmak doğru değildir.

sözü edilen zatların ancak resulün sünnetine uyan amelleri yapılabilir.. sünnete uymayan amalleri taklit edildiğinde ehli kitabın din adamlarını çıkardığı konuma onları çıkarmış oluruz..

şafi veya hanefi mezhepleri ülkemizde oldukça yaygındır... her iki mezhepte incelendiğinde görülürki bunlar müslümanların fıkhını -muamelatını yani amellerini sünnete dayanarak düzenler... fakat bu gün görmekteyiz ki hanefiyim veya şafiyim diyen insanlar mezheplerinin evradı-ezkarını uygulamak yerine nakşi letaif zikrini çekmekteler..... demekki mezhepleri tam anlamıyla bunları tatmin etmemektedir... o zaman da ehli sünnet zikri yerine kökleri hint medeniyetine dayanan zikirlere kurtarıcı diye sarılmaktadırlar...
sünnette delil bulamadıkları bu zikirleride adap diye geçmiş sadatlarına isnat etmektedirler.
Şu bir gerçektirki islam inançlarını bozabilmek için bin yıldan fazla bir süredir ehli kitap çaba harcamaktadır. Kurana ve sahih sünnete karıştıramadıkları bozuk inançlarını felsefe-tasavvuf yoluyla islama sokmaktadırlar...
Bu sebeple müslüman kendisine Allaha yaklaştırıcı reçete olarak sunulan şeylere dikkat etmeli, bunları nebi as. veya sahabe yapmış mı diye iyi araştırmalıdır.söylenen-tavsiye edilen şeyleri madde madde araştırıp, en azından şu iki soruyu sormalıdır;
1. Bu söylenen şeyi nebi as. yapmış mı?
2. Bunu ilk defa kim, ne zaman çıkarmış...

Böylece müslüman sünnetle bağını koparmayacak, kurtarıcı diye şeytani reçetelere sarılmayacaktır...

""ya hüda ya hurma deyip, hurmayı kendilerine,hüdayı halka ayırıp fakirliği ilahi kader olarak müslümanlara sunan insanlara Ebu zer gibi başkaldırıyorum"" (şeriati)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt