Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Asrın Direnişi (2 Kullanıcı)

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64

ONSEKİZİNCİ BÖLÜM

Rus askeri: Tamam! Tamam! Gel hadi.
Ebubekir: Malzemeyi ne zaman teslim alırım?
Rus askeri: Sanırım bir hafta sürer.
Ebubekir: Tamam.
Rus askeri: Evet! parayı alıyım o zaman.
Ebubekir: Sana şimdi 20 dolar vereceğim. Kalanı da malzemeyi teslim aldığımda alırsın.
Rus askeri: 20 dolar az ama neyse, tamam, anlaştık, ver hadi.
Ebubekir 20 doları rus askerine verdi. Rus askeri malzeme tesliminde muhtemel aksaklık-
lara karşı tedbirli olmasını istedi Ebubekir'den.
Ebubekir nefretle baktı rus askerine, 300 dolar için yapamıyacağı şey yoktu bu askerin.
Halbuki müslümanlarda öyle miydi ya durum. Bırakın 300 dolara böyle bir şey yapmayı.
Gerçek bir müslümanın dünya kendisine verilse dahi bir müslüman kardeşinin kılına zarar gelmesini istemesi dahi düşünülemez.
İslam tarihi, müslümanların, kardeşlerini kendi nefislerine tercih ettiklerine dair, sayısız hadiselerle doludur. Ebubekir'in aklına, hemen bu konu ile alakalı bir hadise gelmeişti ki hadise şöyleydi:

Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: " Bir adam (ki Ebû Hüreyre'nin kendisidir) Peygamberimize geldi ve:
--Ya Resûlullah, açlıktan takatım kalmadı, diye şikayet etti.
Efandimiz (yiyecek bir şey göndermesi için) kadınlardan birine haber saldı.
O da:
--Seni Hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki evimde sudan başka bir şey yoktur, dedi.
Sonra Resûlullah (sav) diğer hanımına haber gönderdi. O da birincisi gibi cevap verdi.
Hatta (bütün hanımlarına aynı şekilde haber saldı) hanımlarının hepsi: "Hayır! Seni Hak dîn ile gönderene yemin olsun ki yanımda sudan başka bir şey yoktur" dediler.
Bunun üzerine Allah Resûlü yanında bulunanlara:
--Şu açı bu gece kim konuk eder? diye sordu.
Ensâr'dan bir kişi:
--Ben, yâ Resûlullah, deyip misafiri ile birlikte evine gitti.
Hanımına:
--Allah Resûlü'nün konuğunu ağırla, dedi.
Diğer bir rivayette şu ziyadelere rastlıyoruz: "Konuk sahibi misafiriyle evine varınca hanımına:......

ONSEKİZİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ONDOKUZUNCU BÖLÜM

--Yanında yiyecek bir şey var mı? diye sordu.
--Hayır, çocukların azığından başka yiyecek bir şey yoktur.
--Onları bir şekilde avut, akşam yemeği istediklerinde kendilerini uyut. konuğumuz içeri girince bir düzenle kandili söndür, ona bizim de yediğimizi göster, dedi.
Nihayet sofraya oturdular. Misafir yemeğini yedi. Karı-koca aç gecelediler. Sabah olunca ev sahibi, Resûlullah'ın yanına gitti.
Allah Resûlü:
--Allah, (karı-koca) sizin bu gece misafirinize yaptığınız muameleden hoşnut oldu, dedi.
Diğer bir rivayette be hâdise üzerine Haşr sûresinin şu meâldeki 9. âyetinin indiği kaydediliyor: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler endilerine hicret edip gelenleri severler, onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler.
Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saâdete erenlerin ta kendileridir."
Ebubekir bunları hatırladı ve sahabeleri hayırla yad etti.
Evet bir tarafta cüz-i bir menfaat karşılığında en yakının bile satmaktan çekinmeyen bir zihniyet, diğer taraftan her ahvalde müslüman kardeşini kendi nefsine tercih eden bambaşka
bir zihniyet. İşte bu zihniyet nedeniyledir ki. Bir avçu Çeçen Mücahidi bir zamanların ikinci süper gücü olan rusyaya kök söktürüyordu.
Ebubekir meşakkatli bir tırmanıştan sonra, nihayet karargâha varabildi. Oldukça yorulmuştu.
Rus askerinin ihaneti de onun yorgunluğuna yorgunluk katmıştı. Her ne kadar rus askerinin ihaneti onların lehine ise de böyle bir zihniyete lanet etti Ebubekir. Maalesef böyle zihniyete sahip olanların içinde çeçen asıllılar da vardı. Ama zihniyet olarak onların ruslardan bir farkı yoktu. her iki kesim de küfre hizmet ediyordu.
"Keşke yarın başlarına gelecekleri bilseler de böyle bir alçaklığı yapmasalardı," dedi Ebubekir içinden.
Selamun Aleykum, dedi Ebubekir.
Vealeykum selam ve rahmetullah dedi mücahitler.
Komutan:Ne haber getirdin? Ebubekir.
Ebubekir: Tamam komutanım. 300 dolara meseleyi halettim.
Komutan: Malzemeyi ne zaman alacağız?
Ebubekir: Bir hafta sonra.
Komutan: Allah cihadını makbul eylesin Ebubekir. Say-u gayretini anlatsın.
Ebubekir: Amin, ecmain komutanım.
Tam o esnada güney tarafında nöbet tutmakta olan nöbetçilerden biri heyecandan nefes nefese kalmış bir şekilde geldi ve...

ONDOKUZUNCU BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKINCI BÖLÜM

...üst düzey bir rus subay grubu karargâha gelecekler. Sanırım şimdilik sizin için en önemli haber, şimdilik bu.
Komutan:--Evet, gerçekten de bizim için çok önemli bir haber. Bunu söylediğin çok iyi oldu.
Şimdilik bu kadar bilgi yeter. Sizi kalacağınız yere götürsünler de dinlenin. Kusura bakmayın herne kadar bizim nisafirimiz iseniz de, gerekli tedbirleri almak zorundayız. Sanırım bizi anlıyorsunuz.
Sergei:--Evet, sizi çok iyi anlıyorum. Doğrusu, benim yerimde siz olsaydınız, size bu kadar hoşgörü göstermezdik.
Komutan:--İşte aramızdaki fark da bu. Biz, esirlerimize misafir muamelesi yaparız. Dinimiz bize bunu emreder. İslâm'ın bu konudaki hükmü şudur:
Semavi Dinlerde Esirlere Davranış

Barışa, dostluğa ve kardeşliğe en çok ihtiyaç duyulan bir dönem olan günümüzde yaşanan bazı gelişmeler, dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Daha önce de birçok kez gündeme gelen “esirlere nasıl davranılacağı” konusu, geçtiğimiz günlerde tekrar araştırma konusu oldu.

Tüm dünya basınında zaman zaman yer alan ve dünyanın değişik bölgelerinde meydana gelen esir ve mahkumlara yönelik insanlık dışı uygulamalar, vicdan sahibi her insanı derinden etkileyecek niteliktedir. Elleri kelepçeli olarak dövülen, giysileri çıkarılarak aşağılanan, ölüm tehdidi ile boğazına bıçak dayanan ve çeşitli sapkın işkencelere maruz bırakılan esir ve mahkumların kamuoyuna yansıyan görüntülerini seyreden insanlar, bu işkenceleri yapan kişilere karşı nefret duyguları beslemektedir. Ancak burada unutulmaması gereken önemli bir nokta vardır: Bu işkenceler, bunları yapan şahısların, kendi karanlık ve sapkın kişiliklerinden kaynaklanmamaktadır. Bu, onların yetişme sürecinde aldıkları ahlaki eğitimin sonucudur. Bu eğitimin kaynağının ise din ahlakı olmadığı açıktır. Çünkü üç semavi dinde de bu tür davranışlara yer yoktur. İslamiyette, Hıristiyanlıkta* ve Yahudilikte* esirlere merhamet ve insani duygularla davranılması gerektiği açık olarak belirtilmiştir.
“Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”

* (Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, dünyadaki diğer iki İlahi din olan Yahudilik ve Hıristiyanlık zaman içerisinde dejenere olmuş, bu dinlerin içlerine birtakım hurafeler ve batıl inanışlar karışmıştır. Bununla birlikte, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat ve Hıristiyanların kutsal kitabı İncil incelendiğinde, hak dine ait bazı inanç ve ahlak esaslarının da muhafaza edildiği ve Kuran ile mutabık yönlerinin olduğu açıkça görülecektir. Söz konusu dinlerin hangi inançlarının tahrif edilmiş, hangilerinin hak dine uygun olduğunu ise ancak Kuran'ı ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetini rehber edinerek belirleyebiliriz.)

Kuran’da Esirlere Davranış
Tüm insanlığa önder olan Peygamber Efendimiz (sav)’in günümüzden 1400 yıl önce indirilen Kuran'da emredilen ahlaka uygun olarak, savaşlarda tutuklu bulunan esirlerin özgürlüğünü hedefleyen merhametli davranışları, tüm dünya için uygulanması gereken önemli bir örnektir.

Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, günümüzde basın-yayın organları tarafından dile getirilen esir ve mahkum hakları, ilgili devletler tarafından Cenevre Konvansiyonları kapsamında 20. yüzyılda yürürlüğe sokulmuştur. Oysa, bu hakların çok daha gelişmişi, Yüce Kuran’da bundan 14 yüzyıl önce bildirilmiştir.

İslam Ahlakı Esirlere İyilikle Davranmayı Gerektirir
İslam dininde (diğer İlahi dinlerde olduğu gibi) savaş tutsakları da dahil olmak üzere insanlara yönelik olarak işkence, hor görme, aşağılama, alaycılık, saldırganlık, azgınlık ve zalimliğe yer yoktur. Kuran ahlakına göre inananlara yakışan tavır; sevgi dolu, adaletli, vicdanlı, şefkatli, merhametli, yardımsever, fedakar, yumuşak huylu olmaktır. Dolayısıyla, intikam almak, bilgi toplamak, direnci kırmak, kontrol altına almak için veya hangi amaçla olursa olsun esirlere işkence ve kötü muamele yapmak asla kabul edilecek bir davranış değildir.

Müslümanlar her alanda olduğu gibi savaş şartlarında da adaleti gözetmekle ve Kuran ahlakını yaşamakla yükümlüdürler. Savaş sırasında ele geçirilen esir ve rehinelere iyi davranmak, insanca muamele etmek, onların haklarına saygı göstermek İslam’ın getirmiş olduğu başlıca savaş kurallarındandır. Yüce Allah, esirlerin durumuna ilişkin hükmünü şöyle bildirmektedir:
“… Sonunda onları 'iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da' artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak (onları bırakın) veya bir fidye (karşılığı salıverin). Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin). İşte böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı. Ancak (savaş,) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin ise; kesin olarak (Allah,) amellerini giderip-boşa çıkarmaz.” (Muhammed Suresi, 4)

Allah’ın emrinin, savaş esirlerinin karşılıksız veya fidye karşılığı salıverilmesi olduğu ayette açıkça bildirilmektedir. Müslümanların tutsaklardan intikam almaları asla İslam ahlakına yakışan bir hareket değildir. İslam’da günümüzde görülen uygulamalara, yani işkence ve kötü muameleye asla yer yoktur.

Hz. Muhammed (sav)’in Alemlere Örnek Adaleti
Hz. Muhammed (sav)’in savaş esnasındaki uygulamaları incelendiğinde, esirlere karşı en adaletli, en insani, en doğru, kısacası Kuran ahlakına en uygun tutumun hayata geçirildiği görülmektedir. Peygamberimiz (sav), sahip olduğu merhameti çevresindeki müminlere de aşılayarak “Esirlerinize iyilikle davranınız” şeklinde buyurmuş ve savaşa çıkan ordusunu bu konuda özellikle uyarmıştır:

“Allah adına çıkınız. Çünkü siz Allah yolunda savaşıyorsunuz, zulmetmeyiniz.”

Allah, Peygamber Efendimiz (sav)’e, esirlere hitap ederken şöyle söylemesini bildirmiştir:

“Ey Peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: "Eğer Allah, sizin kalblerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Enfal Suresi, 70)

Belirtilmelidir ki Peygamberimiz (sav)’in uygulamaları sadece esirler için değildir. Savaşta sivil halka yönelik kötü muamele ve işkenceyi de önlemiştir.

İslam Tarihinden Merhamet Örnekleri
Kuran ahlakının yaşandığı toplumlarda esirlere kötü muamele yaparak, onları devamlı esaret altında tutmak ve devletin zor işlerine koşmak kesinlikle söz konusu değildir. İnsan onurunu ve saygısını ön planda tutarak onları tekrar topluma kazandırmak için bu kişilerden -şayet esir alınan devletle aralarında bir anlaşma olmadıysa- Müslümanlara yardımcı olması düşünülen bu kişilere iyi muamele yapılması istenmiştir. Bu davranış Peygamberimiz (sav)’in uygulamalarında da böyle olmuştur.
Peygamber Efendimiz (sav), bir hadisinde şöyle buyurmuştur;
“Huneyn Savaşı'ndan sonra, Havazin kabilesinden bir heyet gelerek esirlerinin serbest bırakılmasını istemişti. Ama o sırada bütün esirler bölüştürülmüş durumdaydı. Hz. Peygamber (sav) Müslümanları toplayarak, "Bu insanlar tövbe etmiş ve pişman olmuşlardır. Esirlerinin geri verilmesini uygun görüyorum. Sizden kim hissesine düşen esiri kendi isteğiyle karşılıksız serbest bırakmak istiyorsa, o şekilde serbest bıraksın. Karşılık isteyenlere ise, Beytü'l-Mal'a ilk gelen gelirden karşılığını vereceğiz" buyurdu. Bunun üzerine 6.000 esir serbest bırakıldı. Karşılık isteyenlere de Beytü'l Mal'dan karşılığı verildi.”

İslam tarihinde esirlere yapılan adalet ve merhamet uygulamalarından bir diğeri ise Bedir Savaşı’nda Peygamberimiz (sav)’in gösterdiği örnek uygulamadır:
Bedir Savaşı’nda esirler fidye karşılığı serbest bırakılmaktadır. Fakat fidyesini ödeyemeyenler kendilerinin öldürüleceklerini beklerlerken hiç ummadıkları bir haberle karşılaşırlar. Fidyesini ödeyemeyen her esirin, on Müslüman’a okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakılacakları, özgürlüklerine kavuşacakları haber verilir. Ayrıca bu uygulama Peygamberimiz (sav)’in okuma yazmaya ve ilme önem verdiğinin bir işaretidir.

Bu konuda bir diğer örnek davranış ise bir Kuran ayetinde şu şekilde bildirilmiştir:
“Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür." (İnsan Suresi, 8-9)

Esirlere kendi yedikleri ve giydiklerinden veren Müslümanlar, Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla, koşullar ne olursa olsun Kuran ahlakının güzelliklerini ortaya koymuş ve bu konuda tarih boyunca tüm dünyaya örnek olmuşlardır



Kafilede Son Durum


İki rus askeri, motorin bulmak için yola koyuldu. Epeyce gittikten sonra, bir rus ileri karako-
luna rastladılar. Karakoldaki nöbetçiler bunları görünce, silahlarını doğrulttular ve:
--Durun, klıpırdamayın!
--Ateş etmeyin! biz de rus askeriyiz.
--Ne rus askeri mi?
--Evet, rus askeri.
--Ne aryıyorsunuz burada?
--Aracımızın yakıtı bitti. Biz de yakıt aramaya çıktık.
--Ya! demek yakıt aramaya çıktınız ha!
--Evet, yakıt aramaya çıktık.
--Siz onu, bizim külahımıza anlatın, yatın yere!
--Ya, niye inanmıyorsunuz? biz gerçekten rus askeriyiz.
--Yat dedim, yoksa ateş ederim.
İki asker yere yattı. Nöbetçiler, karakol komutanına durumu haber verdi. Komutan gelenleri
tutuklamalarını sonra onlarla ilgileneceğini bildirdi.
İki askeri tutuklayıp, karakolun nezarethanesine kapattılar. Burası çok pis bir yerdi. Ahır
bile saray gibi kalırdı burada. İkisi de çok korkmuştu. Ya onlara inanmazlarsa. Doğrusu
böyle bir ihtimali düşünmek bile istemiyorlardı. Böyle, ne kadar zaman geçti bilmiyorlardı.
Epeyce bir zaman sonra, birden...

KIRKINCI BÖLÜMÜN SONU

 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKBİRİNCİ BÖLÜM

...ayak sesleri gelmeye başladı. Duruma bakılırsa epeyce
hırpalanacaklardı. Hırpalanmaya razıydılar, yeter ki onları öldürmesinlerdi.
Kapı açıldı, dört rus askeri belirdi kapıda, içlerinden biri:
--Kalkın bakalım, komutanımız sizi bekliyor. Yeteri kadar dinlendiniz.
Komutanın yanına gitmek için dışarı çıktılar, silahların namlusu onlara doğru çevrilmişti.
Her an yanlışlıkla bir silah ateş alabilirdi. Bunun olmaması için bildikleri tüm duaları okuyorlardı. Nihayet komutanın kapısındaydılar. Askerlerden biri içeri girdi ve tutsakların getirildiğini söyledi. Komutan da içeri alınmalarını emretti. İçeri alınıp komutanın karşısına geçtiler.
Komutan:--Evet, anlatın bakalım, kimsiniz ve burada ne arıyorsunuz?
Erlerden biri:--Komutanım, bizler rus askeriyiz, akaryakıtımız bitti, biz de akaryakıt aramaya çıktık.
Komutan:--Ya, demek akaryakıtınız bitti ha?
Rus askeri:--Evet, komutanım.
Komutan:--Ve siz benim buna inanmamı bekliyorsunuz ha! Asilerin casusu olmadığınız ne
malum?
Rus askeri:--Dedim ya komutanım, biz de rus askeriyiz diye.
Komutan:--Götürün bunları ve doğruyu söyleyene kadar bir güzel tımar edin.
Korktukları başlarına gelmişti. Onları getiren askerler gerisin geri götürerek, hücrede bağladılar ve kaba dayak atmak suretiyle işkence yapmaya başladılar. Ne kadar işkence ettilerse de
onlar rus askeri olduklarını söylediler. Aslında her şeyi kabulleneceklerdi ama, işin içinde öldürülmek vardı. İşkencecilerden biri komutana gidip durumu anlattı ve bunların gerçekten rus askeri ola bileceğini söyledi. Bunun üzerine komutan onları alıp getirilmelerini istedi. Tekrar komutanın yanına getirilmişlerdi.
Komutan:--Umarım aklınız başınıza gelmiştir. Konuşun bakalım.
Rus askeri:--Dedim ya komutanım, biz buraya akaryakıt almaya geldik. Aracımız buraya yakın isterseniz gidip baka biliriz.
Komutan:--Pekala, beş kişi bunları da yanınıza alıp, gidip bakın hele, doğru mu söylüyorlar.
Dikkatli olun, yalan söylediklerini anlarsanız öldürün.
Rus askeri:--Komutanım bize yakıt lazım.
Komutan:--Tamam, bir bidon da yakıt alın.
Rus askerleri, yanlarına bir bidon motorin ve gelen iki askerle
birlikte bir araca binip, diğer aracın kaldığı yere gittiler, onbeş dakikalık bir yolculuktan sonra kafilenin yanına vardılar.
Silahları ellerinde kafileye yaklaştılar. Askerlerden biri:
--Kimsiniz ve burada ne arıyorsunuz?
Kafile komutanı:--Biz özel bir görevle Moskovadan gönderildik, adım üsteğmen İvan. Bunlar da belgelerimiz, diyerek gelen askerlere belgeleri gösterdi.
Bunun üzerine, iki rus askerini bırakıp motorin bidonunu verdiler.
İvan motorini aracın deposuna boşalttı ve oradakilere:
--Hadi hazırlanın gidiyoruz, dedi.
Kafile araca binip yola koyuldu. Yolda iki asker başlarına gelenleri anlattı. Komutan da, böyle
şeylerin burada normal olduğunu ve karakol komutanının haklı olduğunu söyledi.
Bu Esnada Çeçen Karargâhında

Karargâhta heyecanlı bir bekleyiş vardı. Gelen mücahidin verdiği habere göre, Allah'tan (cc) bir mani olmazsa, Genel Komutan Şamil Basayev, bugün karargahlarını ziyeret edecekti.
Komutan Mus'ab, sürekli Şamil Basayev ile irtibat halindeydi, birçok kereler onunla birlikte savaşa katılmıştı. Şamil Basayev'i de çok özlemişti. Yeni gelen mücahidler yerlerinde duramıyor-
lardı. Öyle ya Efsane Komutan ile görüşe bileceklerdi. Hepsi de çok heyecanlıydı. Komutanın geleceği haberi verildiğinden bu yana, diğer mücahidlerden, Şamil Basayev ile ilgili çok şey duymuşlardı. Şamil Basayev'ib buraya gelmesinin ertesi gününde, bir rus subay grubunun da gelmesi çok iyi olmuştu. Yola düşedikleri patlayıcının tam da patlatılma sırasıydı.
Onlar bu şekilde düşünüp, kendi aralarında konuşurken, birden...


KIRKBİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKİKİNCİ BÖLÜM

...güney bölgesinde nöbet tutmakta olan nöbetçi, heyecanlı bir şekilde geldi ve:
--Komutanım,güney yönünde bir araç belirdi, buraya doğru geliyor.
Komutan:--Hemen gidelim, bu komutanımızın aracı olabilir. Hep birlikte-görevliler hariç- nöbet yerine gittiler. Komutan, dürbünle aracı gözetlemeye başladı ve:
--Evet evet!, bu gelen, genel komutanımız Şamil Basayev.
--Allah-u Ekber! Allah-u Ekber!
Takriben otuz dakikalık bir bekleyişten sonra, araç aşağıya park etti. Mücahidler hep beraber
aşağıya akın ettiler. Kısa bir aradan sonra aşağıdaydılar, sanki hepsi kuş olup uçmuştu.
Mus'ab:--Komutanım hoş geldiniz, diyerek Şamil Basayev ile kucaklaştı.
Şamil Basayev:--Hoş bulduk! Hepiniz buradasınız ha!
Mus'ab:--Evet komutanım, özellikle yeni gelenler sizi bir an önce görmek için sabırsızlanıyordu.
Şamil Basayev:--Demek aranızda yeni gelen kardeşlerimiz var ha! Ne güzel! Ne güzel!
Şamil Basayev, oradaki mücahidlerin hepsi ile kucaklaştı, yeni gelenlerle ayrıca ilgilendi. Hoş geldin
faslı bittikten sonra Mu'sab:
--Komutanım, uygun görürseniz artık, karargâh'a geçelim.
Şamil Basayev:--Elbette, buyrun gidelim.
Şamil Basayev, daha önceki bir çatışmada, bir ayağını şehid vermişti, bu nedenle, iniş ve yokuşlarda
yürürken biraz zorlanıyordu. Mücahidler, onu sıkıntıya sokmamak için, onun temposuna ayak uydurmuşlardı. Bir müddet sonra karargâhtaydılar.
Karargâh'ta bulunan görevliler de gelip Şamil Basayev ile kucaklaştılar. Ardından da demledikleri çayı getirdiler. Şamil Basayev çayı görünce:
--Ooo! demek çayınız var ha!
Mus'ab:--Evet komutanım, İslâm ülkelerinden gelen bir yardım kuruluşu getirdi.
Şamil Basayev:--Evet, o yardım kuruluşu bize de uğradı. Demek buraya kadar geldiler ha! Allah (cc)
onlardan razı olsun ve onların yâr ve yardımcısı olsun. Onların bu duyarlılığı takdire şayan.
Çaylar içilip, sohbetler edildikten sonra, Şamil Basayev ve Mus'ab, Komutan çadırına geçtiler.
Şamil Basayev:--Evet, Mus'ab kardeşim. Burada son durum ne?
Mus'ab:--Allah'a (cc) hamd olsun komutanım. Bazı şehidlerimiz
var ama biz onlara daha ağır kayıplar verdirdik. Bu arada üç tane de esirimiz var. Birisi yüzbaşı. Ondan aldığımız bilgiye göre, yarın buraya bir rus subay heyeti geliyor. Bu arada, onların geçeceği yola daha önce patlayıcı yerleştirdik, ama bugüne kadar patlatmadık. Sanırım yarın, bu iş için biçilmiş kaftan olacak.
Şamil Basayev:--Evet, yarın çok güzel bir gün olacak inşaallah.
Mus'ab:--Komutanım, bu arada, rus karargâhına, çeçen asıllı bir casus kadın geliyor. Bunu bizim içi-
mize sokacaklar. Allah'a şükürler olsun ki, Moskova'daki adamımız durumu daha önceden bize haber
verdi. Siz de uygun görürseniz, onların bu tuzağını ters çevirmeyi düşünüyoruz. Hem belki, gelen
kadına aslını hatırlatıp, Allah (cc) nasib etmiş se, hidayetine vesile olmak istiyoruz.
Şamil Basayev:--Evet, bunu çok iyi düşünmüisünüz. Böylesi daha iyi olur, inşaallah. Ama çok dikkat-
li olmalısınız. En ufak bir ihmal, bize pahalıya mal olabilir.
Mus'ab:--Merak etmeyin komutanım, bu konuda tüm arkadaşlara gereken talimatı verdim, hatta
aramızda prova bile yaptık. Herkes çok iyi bir performans gösterdi.
Şamil Basayev:--Çok iyi, Allah (cc) yâr ve yardımcınız olsun.
Mus'ab:--Komutanım, daha önce bize çok zararı dokunan ve bir çok kardeşimizin şehadetine sebep
olan, rus casusu Olcayto'yu cehenneme gönderdik.
Şamil Basayev:--Bu da çok güzel bir haber. Ne güzel şeyler başarmışsın, Mus'ab, doğrusu sana
gıpta etmeye başladım.
Mus'ab:--Estağfurullah Komutanım, sizin yaptıklarınız karşısında, benim yaptıklarımın ne önemi var.
Şamil Basayev:--Öyle deme Mus'ab, bazen birinin yaptığı çok küçük bir eylem, başka birinin yaptığı büyük çaplı bir eylemden daha faydalı olabilir. Ama yaptıklarımızla kibirlenmemeliyiz. Çünkü kibir şeytandandır.
Mus'ab:--Evet komutanım, çok haklısınız. Allah (cc) bizi kibirlenenlerden eylemesin.
Onlar bu minval üzere konuşmaya devam ederken, birden dışarıdan...

KIRKİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKÜÇÜNCÜ BÖLÜM

...--Komutanım! Komutanım!
Mus'ab:--Afedersiniz komutanım!
Şamil Basayev:--Ne demek, bak bakalım, sanırım önemli bir şey var, yoksa bizi rahatsız etmezlerdi.
Mus'ab, dışarı çıktı ve:
--Hayırdır, ne var, ne oluyor?
--Komutanım, rus karargâhında, tuhaf şeyler oluyor, size haber vereyim dedim.
Mus'ab:--İyi ettin, bir bakalım, hele ne var?
Mus'ab, çadıra döndü ve:
--Komutanım, rus karargâhında bir tuhaflık varmış, emir buyurursanız bir bakalım.
Şamil Basayev:--Elbette, ben de merak ettim.
Beraber nöbet mahalline gittiler. İlk önce Şamil Basayev, dürbünle baktı, bir müddet sonra
--Evet tuhaf şeyler oluyor. Bayraklar yarıya indirilmiş ve bir hareketlilik var. Bu saldırı hare-
ketliliğine benzemiyor, bir de sen bak.
Mus'ab:--Emredersin komutanım, diyerek dürbünle karargâhı gözetledi ve ardından:
--Doğrusunu isterseniz ben de bir şey anlayamadım komutanım, şayet izin verirseniz, esiri-
miz olan rus subayını getirteyim.
Şamil Basayev:--Buranın komutanı sensin Mus'ab, her şey için benden izin alman gerekmez,
dilediğin gibi hareket et.
Mus'ab:--Sağolun komutanım, dedi ve ardından:
--Hemen Sergei'yi getirin, diye talimat verdi. Hemen Yüzbaşı Sergei'yi getirdiler.
Mus'ab:--Sergei, bak bakalım, karargâhta bir tuhaflık var.
Sergei:--Peki, diyerek dürbünün başına gitti, bir müddet karargâhı gözetledkiten sonra:
--İlginç, çok ilginç!
Mus'ab:--İlginç olan ne, Sergei?
Sergei:--Bayraklar yarıya indirilmiş, bu üst düzey bir subayın öldüğünü gösterir. Komutanlık forsu değişmiş, sanırım karargâh komutanı ölmüş ve bu ölümün patlamayla alakalı olduğunu da sanıyorum. Çünkü komutan çok korkak birisiydi.
--Allah-u Ekber! Allah-u Ekber!
Şamil Basayev:--Demek rus yüzbaşı sensin.
Sergei:--Evet efendim benim. Sizinle tanışmak ne büyük şeref. Sizin gibi mert bir düşmana rastlamadım, şimdiye kadar. Doğrusunu isterseniz, size hayran bir çok rus askeri var.
Şamil Basayev:--Teşekkürler Sergei!
Sergei:--Sizin aranızdaki muhabbeti gördükten sonra, size gıpta etmeye başladım. Bana bir er eman verdi ve bu emanı komutan hiç itiraz etmeden kabul etti. Buna hayran olmamak elde değil. Bizde bırakın erlerin adamdan sayılmasını, bir çok astsubay ve ubayların dahi kıymeti yoktur.
Şamil Basayev:--Bizim gözümüzde, en alt rütbedeki bir insan ile genel komutanımız aynı
değerdedir. Biz sömürge zihniyetine sahip değiliz. Ayrıca biz dünya için de çalışmıyoruz.
Bizim tek gayemiz Allah (cc) rızasıdır. Hal böyle olunca da, biz insanımıza değer veririz.Çünkü
Allah'ın (cc) katında, kimin kimden daha üstün olduğunu, yalnızca Rabbimiz bilir.
Sergei:--Doğrusu size hayran kaldım. Tüm değerleriniz çok güzel.
Şamil Basayev:--Biz müslümanız Sergei, savaşta bile müslümanca davranırız. Ben daha
önce Afganistanda, Azerbaycan'da ve daha bir çok cephede savaştım. Ama bu savaşlarda
ne ben ne de diğer müslümanlar, bir tek çocuk, kadın ya da yaşlı adam öldürmedik. ikiyüz
elli bin insanımızı burada ŞEHİD verdik Sergei, bunların içinde, daha doğmamış bebekten tut
yüz yaşın üzerinde olan insanlar da var. Söyler misin Sergei, böyle savaş mı olur, bu savaşta
adalet nerede, bu savaşta onur nerede, bu savaşta insanlık nerede?
Sergei:--Haklısınız efendim, sizi daha önce bize barbar olarak tanıtıyorlardı, hatta çocuklar
bile birer canavar gibi lanse ediliyordu. Şimdi bütün bunların koskoca birer yalan olduğunu
görüyorum ve asıl barbar ve canavarların bizim yöneticiler olduğu
ortaya çıkmış durumda.
Keşke size karşı değil de sizinle aynı safta savaşsaydım.
Şamil Basayev:--İstersen hâlâ bunu yapa bilirsin Sergei.
Sergei:--Nasıl?
Şamil Basayev:--Müslüman olur ve bizim safa geçersin.
Sergei:--Bu mümkün mü peki?
Şamil Basayev:--Elbette mümkün.
Sergei:--Peki size karşı yaptığım savaş ne olacak, onun hesabını nasıl vereceğim?
Şamil Basayev:--Bir kişi müslüman olursa, İslâm, onun geçmişte işlemiş olduğu günahları
af eder ve ondan hesap sormaz. İslâm'ın sormadığı hesabı, biz nasıl sorarız?
Sergei:--Ben müslüman olmak istiyorum.
Allah-u Ekber! Allah-u Ekber!
Şamil Basayev:--Söyleyeceklerimi tekrarla: EŞHEDU EN LÂ İLAHE İLLELLAH VE EŞHEDU
ENNE MUHAMMEDEN RASULULLAH!
Sergei:--EŞHEDU EN LÂ İLAHE İLLELLAH VE EŞHEDU ENNE MUHAMMEDEN RASULULLAH!
Şamil Basayev:--Seni tebrik ediyorum, Sergei, diyerek ona sarıldı, sonra da diğer mücahidler
gelerek onu tebrik ettiler. Daha sonra, Şamil Basayev:
--Bundan sonra, senin adın Hamza olsun, tamam mı Sergei?
Hamza:--Elbette, senin gibi şerefli ve aziz bir komutanın verdiği ismi ben nasıl red edebilirim?
Sana ne kadar teşekkür etsem azdır.
Şamil Basayev:--Allah'a şükret Hamza. Sana hidayet bahşeden Allah'a (cc)
Hamza:--Allah'a şükürler olsun. Bu arada, Cesim kardeşim iyiki mermilerin bitmişti.
Cesim:--İyi ki mermilerim bitmişti, Hamza kardeşim, iyi ki mermilerim bitmişti. Senin müslüman
olmana dünyayı değişmem.
Hamza:--Teşekkür ediyorum, bu kısacık süre içerisinde sizden çok şey öğrendim, inşaallah daha çok şey de öğreneceğim.
Hamza sevincinden havalarda uçuyordu, şimdi yapması gereken bir şey daha vardı. Şamil Basayev'e döndü ve...


KIRKÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKDÖRDÜNCÜ BÖLÜM


...Komutanım, izin verirseniz, arkadaşlarımı islama davet etmek istiyorum. İnşaallah onlar
da hidayete erer.
Şamil Basayev:--Elbette, inşaallah onlar da hidayete erer.
Hamza, rus askerlerinin kapatıldığı hücreye gitti.
Hamza:--Arkadaşlar, çok kısa bir zamandır buradayız, ama müslümanlar ile hıristiyanlar
arasındaki, kıyas bile kabul etmez farkı gördük. Burada herkes insan, ama rusya'da herkes insan
dan sayılmıyor. Ben bu farkı gördüm ve müslüman oldum. Şimdi size bir önerim var, gelin siz
de müslüman olun, hem bu dünyadaki sıkıntılardan kurtulun, insan yerine konulun ve ham de
ahiretinizi kazanın. Şayet müslüman olmak istemezseniz, sizin buradan gitmenizi sağlayabilirim.
Ama oraya gittiğinizde sizi sağ bırakacaklarını sanmıyorum. Kararınızı siz verin.
Rus askerler:--Komutanım, sizin gördüklerinizi biz de gördük, bize nasıl insanca muamele yaptıkla-
rını ve geldiğimiz yerde insandan sayılmadığımızı biliyoruz.
Hamza:--Yani?
Rus askerler:--Biz de müslüman olmak ve bu sıcak ortama girmek istiyoruz.
Hamza:--O halde benimle gelin.
Hamza, rus askerler ile beraber, Efsane Komutan Şamil Basayev'in huzuruna çıktı ve:
--Komutanım, bu kardeşlerimiz de müslüman olmak istiyorlar.
Şamil Basayev:--Allah-u Ekber! Allah-u Ekber!
Tüm Mücahidler de hep bir ağızdan tekbir getirdiler. Herkes çok sevinmişti.
Şamil Basayev:--Söyleyeceklerimi tekrar edin: EŞHEDU EN LA İLAHE İLLELLAH. VE EŞHEDU ENNE
MUHAMMEDUN RASULULLAH.

Rus Askerler:--EŞHEDU EN LA İLAHE İLLELLAH VE EŞHEDU ENNE MUHAMMEDUN RASULULLAH.
Herkes yine tekbir getirdi ve başta Efsane Komutan Şamil Basayev olmak üzere, tüm mücahidler
bu yeni müslümanları tebrik ederek onlara büyük bir muhabbetle sarıldılar. Yeni müslümanlar bu
durum karşısında gözyaşlarını tutamadılar, hem onlar ve hem de mücahidler ağlıyordu. Şimdiye
kadar böyle bir muameleye tabi tutulmamışlardı. Geride kalan rus askerlerinin de bu tabloyu gör-
melerini ve onların da müslüman olmalarını can-ı gönülden istiyorlardı ama hidayet Allah'tandı ve
layık olana hidayet ediyordu.
Tebrik faslı bittikten sonra, Mus'ab:--Komutanım, yeni müslüman olan bu kardeşlerimiz için bir
etkinlik yapmak istiyoruz, izin verirseniz tabi.
Şamil Basayev:--Ne demek, elbette, çok iyi olur.
Mus'ab, hemen mücahidlere talimat verdi ve akşama bir ziyafet hazırlamalarını emretti.
Mücahidler hemen hazırlıklara başladılar ve mevcut imkanlarla tam bir mükellef sofra hazırladılar.
Bu arada yeni müslüman olan iki kişiye de Hasan ve Hüseyin adı verilmişti. Onlar da bu isimlerini
çok beğendiler. Bu isimlerin Efsane Komutan Şamil Basayev tarafından verilmesi, onlar için ayrıca
bir gurur kaynağıydı.
Akşam yemeğinin yenmesinin ardından, Efsane Komutan Şamil Basayev imamlığında akşam
namazı kılındı. Namazdan sonra demlenen çaylar içildi. Çaylar da içildikten sonra Şamil Basayev,
mücahidlere ŞEHADET konusunda bilgi verdi.
Şamil Basayev:--Kardeşlerim! hepinizin malumu, bizler Allah (cc) rızası için savaşmaktayız. Bizim
en büyük dileğimiz Allah (cc) yolunda şehid olmaktır. Şimdi size ŞEHADET konusunda, dilimin döndü-
ğünce bilgi vermeye çalışacağım:

Allah yolunda öldürülen müslümana şehit denir. Şehitlik, Allah katında yüksek bir rütbedir.
Şehit Allah’ın huzurunda diri olarak hazır bulunup rızıklanacağı ve cennete gireceğine şehadet olunduğu için bu adı almıştır. Kur’an-ı Kerim’de şehitler hakkında şöyle buyurulur:
“Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) ölüler demeyin. Bilakis onlar diridirler. Lakin siz onu anlayamazsınız.” (Bakara, 154)

Şehit üç çeşittir
1- Hem dünya, hem de ahiret bakımından şehit. Bu, savaş alanındaki şehittir. Bunun dünya bakımından hükmü şöyledir: Cumhura göre yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine cenaze namazı kılınmaz. Ahiret yönünden hükmü ise, özel bir sevaba kavuşmaktır. Bu şehit, tam şehittir.
2- Sadece dünya hükmü bakımından şehit. Bunlar, kafirlerle veya asi ve yol kesicilerle savaşırken yaralandıktan sonra, hemen ölmeyip savaş alanından başka yere nakledildikten sonra ölen.
3- Savaş dışında zulüm edilerek, yahut suda boğularak, Allah için ilim öğrenirken ölen kimseler de şehittir. Dünya hükmü bakımından bunlara şehit muamelesi yapılmaz. Peygamberimiz (a.s.) hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“Her kim malı uğrunda öldürülürse o kimse şehittir. Kim canı uğrunda öldürülürse o kimse şehittir. Her kim dini uğrunda öldürülse o kimse şehittir. Her kim ırzı namuzu uğrunda öldürülürse o kimse şehittir. (Müslim, 2/7)

İsyankar, günahkar kişi şehit olur mu?
İsyankar ve günahkar olmak şehitliğe mani değildir. Ölen kişi asi olsa da iman ve amel bütünlüğü içerisinde ölmüş ise o kimse şehittir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz iyilikler, kötülükleri yok eder.” (Hud, 44)
Hz. Peygamber (s.a.v.) de bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“Kötülüğün ardından bir iyilik işle ki onu silsin. Doğum neticesinde ölen de şehittir. Hatta zinadan meydana gelme bir çocuğu doğurma esnasında ölen kadın da şehittir. Fakat böyle bir hamile kadın karnındaki çocuğu düşürmeye çalışırken ölünce şehit olmaz.”
Şamil Basayev, bunları anlattıktan sonra...


KIRKDÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 

_semra_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ağu 2011
Mesajlar
465
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
kıtap halınde olsa keske ben uzun sure bılgsyara bakamyrm gzlerım rahatsız oldugu ıcın emegınıze saglık ancak bı bolum okuyabıldm daha
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKBEŞİNCİ BÖLÜM

...şöye bir mücahidlere baktı, hepsi cankulağı ile dinliyordu. Özellikle Hamza pür dikkat dinliyordu.
Şamij Basayev konuşmasına devam etti...

Rus Karargâhında



Eski komutanın yerine yeni bir komutan atanmıştı. Yeni komutan eski komutanı mumla aratıyordu.
Hemen kurmaylarını topladı ve onlarla bir durum değerlendirmesi yaptı.
Komutan:--Eski komutan çok pasif ve korkak birisiymiş. Burada taş taş üstünde bırakılmamalı idi.
Halbuki duruma bakıldığında, ortalık güllük gülistanlıkmış gibi görünüyor. Bunların gözlerini iyice
yıldırmamız lazım. Bunun için de tüm planları uygulamalıyız. Burası cehenneme dönmeli. Bu arada
ne yapıp yapmalı, asilerin komutanlarının yerini tesbit etmeliyiz.
Yüzbaşı Lev!
Yüzbaşı Lev:--Buyurun komutanım!
Komutan:--Hemen birini ya da birilerini kendi safımıza çekmeliyiz. Ama bunlar Olcayto gibiler
olmasın. Dikkat çekmeyen ve kimsenin kendilerinden, şüphelenmeyeceği ve çekinmeyeceği
kişiler olmalı. Böyle kişileri bulduğunda ilk yapacağın şey onları uyuşturucuya alıştırmak olsun.
Ne olursa olsun bizden kopmamalı.
Yüzbaşı Lev:--Başüstüne komutanım. İlk işim bu olacak.
Binbaşı Leonid, sana gelince senin ilk işin Grozni'de operasyon olacak, bunun için de her şeyi yapmalısın. Operasyon muhakkak netice vermeli.
Binbaşı Leonid:--Başüstüne komutanım!
Rus komutan ve kurmayları geç saatlere kadar toplantı yaptılar ve bir takım kararlar aldılar.
Alınan kararlara bakıldığına göre çeçenleri zor günler bekliyordu. Çünkü bu zalimlerin hiç acıması
yoktu ve bunlardan her şey beklenirdi.
Ertesi gün Binbaşı Leonid komutasında, iri yarı ruslardan müteşekkil bir birlik hazırlandı ve bu
birlik hemen Caharkale sokaklarına daldı. Sokaklarda kadın ve çocuklar ile yaşlı insanlardan
başka kimseler yoktu. Bir rus askeri sokakta yürüyen bir yaşlı çeçenin kafasına tüfek dipçiği
ile vurdu, darbe o kadar şiddetliydi ki yaşlı adam orada canverdi.
Ruslar acımasızca saldırmaya başladı, bütün evlere girdiler, evlerin altını üstüne getirdiler. Kısa bir süre içerisinde kadın, çocuk ve yaşlılardan gördüklerini bir meydanda topladılar. Binbaşı Leonid:--Hepiniz beni iyi dinleyin, asilere yardım yaptığınızı, onlara yiyecek, giyecek ve lojistik yardımda bulunduğunuzu biliyorum. Şimdi bana söyleyin bakalım, asiler nerede?
Yaşlı bir kadın:--Bizim kimseden haberimiz yok, kendimizi geçindirecek gücümüz var mı ki, asi
dediğiniz insanlara yardımda bulunalım.
Binbaşı Leonid:--Kes sesini bunak kadın, diyerek, silahını çekti ve kadının kafasına iki el ateş
etti. Yaşlı kadın kısa bir süre çırpındı ve oracıkta şehid oldu. Orada toplanan insanlar adeta
donmuşlardı. Ne olmuştu da bunlar bu kadar acımasız olmuşlardı. Bu arada yaşlı bir adam:
--Neden bu kadını vurdunuz, bu mu sizin insanlığınız, bu mu sizin erkekliğiniz? diye tepki göste-
rince, binbaşı onuda şehid etti. Kimseden herhangi bir cevap alamayacağını anlayan binbaşı
ateş emri verdi, rus askerleri oradaki insanların üstüne mermi yağdırdılar, yüzden fazla insan
şehid edilmiş, yüzlerce insan da yaralanmıştı. Yaralıların durumu, şehid edilenlerden daha kötüydü,
çünkü onların tedavi olma durumu da yoktu. Bir çoğu şehid olacak, şehid olana kadar da epeyce
acı çekeceklerdi, diğerlerinin bir kısmı ise bir çok organını kaybedip sakat kalacaklardı. Zalimlerin
tarihi hep bu tür olaylarla doluydu. Onlardan mertçe savaşmaları beklenemezdi, mert olsalardı
zaten zalim olamazlardı. Dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi burada da yine savaştan en çok
zarar gören, yine kadın, çocuk ve yaşlılardı. İnsanlar gittikçe daha da zalimleşiyordu. Teknoloji
zulmü de beraber getiriyordu. Mekke müşrikleri bunlar kadar zalim değildi. Onlar kadınlara ve
çocuklara el kaldırmayı zillet sayıyorlardı. İçlerinde istisnalar vardı ama, bu zalimler onları mumla
aratıyordu. Irak'ta Amerika'nın Saddam'ı arattığı gibi.
Binbaşı Leonid, askerlerine geri çekilme emrini verdi. Tüm insanları bir günde öldürmeleri onların da
işine gelmiyordu. Askerlerin moralini düzeltmek ,için ara sıra böyle katliamlara ihtiyaç vardı.
Diğer yandan, Yüzbaşı Lev, kendisine uygun bir yem aramaya
başlamıştı. Caharkale'nin kenar
mahallelerini dolaşıyordu. Tam ümidini kestiği bir sırada...

KIRKBEŞİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKALTINCI BÖLÜM



Çeçen Karargâhında

Şamil Basayev, Şehidlik konusunda bilgi vermeye devam etti.
--Kardeşlerim! hepinizin beni can kulağı ile dinlediğinizi görüyorum. Hepinizin şehadete sevdalı
ve susamış olduğunuzu, görüyorum. Evet! kaldığımız yerden devam edelim, inşaallah.

...İmansız kişi şehit olamaz
Uhud harbinde Peygamberimiz’e (s.a.v.) demir zırh ile yüzü örtülü bir kişi geldi de:
“Ya Rasulallah! Hemen harp edeyim de sonra müslüman mı olayım?” diye sordu. Rasulullah (s.a.v.):
“Müslüman ol, sonra harp et.” buyurdu. O da hemen müslüman oldu, sonra vuruştu. Nihayet şehit edildi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
“Az işledi, fakat çok kazandı.” buyurdu. (Buhari, 8/277)
Ebu Hureyre, bu hadiseyi bir bilmece haline sokarak, haydi bana bir kişi bildiriniz ki o, bir kere olsun namaz kılmadan cennete girmiş olsun, diye sorarmış.
Allah (c.c.), iman edenlerin amellerini zayi etmez. Şehadet, Allahu Teala’nın mümin kullarına ilahi mevhibesidir. Bunu belirleyen Allah Teala’dır. Kullar, sadece zanni hükümle, hüsnü zan besleyerek umarız şehit olmuştur diye sadece iyi niyetini açıklar.
İmansız olan kafirler hangi şartlarda olursa olsun onlar asla şehit olamazlar. Zira kafirin bütün amelleri seraba benzer. Beklentileri olmasına binaen umduklarını bulamazlar.
Şehitlik, Muhammed ümmetine tahsis edilmiş üstün bir gaye, büyük bir mertebedir. Peygamberimiz (s.a.v.):
“Kim şehit olmayı içtenlikle dilerse, Allah, onu şehitlerin menziline ulaştırır. Bu kişi, isterse yatağında ölmüş olsun.” buyuruyor. (Müslim)

Kur’an ve sünneti birbirinden ayıranlar şehit değildir
İman bir bütündür. Bölünmeyi kabul etmez. İnanılması gerekenlerin büyük çoğunluğunu kabul etseniz de, bir veya bir kaçına inanmasanız iman etmiş olmazsınız. Kur’an-ı Kerim’de Allah
(c.c.) şöyle buyuruyor:
“Allah’ı ve peygamberlerini inkar edenler ve (inanma hususunda) Allah ile Peygamberini birbirinden ayırmak isteyip, bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız diyenler ve iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu işte gerçekten kafirler bunlardır.” (Nisa, 150-151)
Son zamanlarda “sünnetsiz Kur’an sevdalısı” olanların sayısı artmaktadır. Bu anlayışın dinen hiçbir değeri yoktur ve merduttur. Allahu Teala, Kur’an-ı Kerim’de habibine ve O’nun sünnetine uymamızı şöyle beyan buyuruyor:
“Peygamber (s.a.v.) size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr, 7)
Kur’an-ı Kerim’e, din ve imana, Peygamberlerden herhangi birine Peygamberin bir sünnetine, bir hadisi şerife, bir İslam mabedine Allah korusun sövmek, hakarette bulunmak veya bunlardan birini küçümseyip hiçe saymak küfürdür. Tevbe etmeden, imanı, nikahını tazelemeden bu hal üzere ölenlerin ölüm şekli ne halde olursa olsun şehadet gibi muazzam rütbede nasibi yoktur.
Rasulullah’ın da bulunduğu bir savaşta ashab-ı kiramdan biri için, “Ya Rasulallah, falan da şehit oldu.” buyurduklarında rahmet Peygamberi şöyle dedi:
“Hayır o şehit olmadı. Çünkü “ne güzel savaşıyor” desinler diye savaştı, bundan dolayı şehit olamadı. Şehitlik ihlas ister, iyi niyete muhtaçtır. Amelleri niyetlere göre karşılık bulur.”

Kötülüğü emredenler ve iyiliği nehyedenler şehit değildir
Mü’min, iyiliği emir, kötülüğü nehiy ile görevlidir. Bu Allah’ın emridir. Allah’ın emrine muhalefet edenler, onun şehitlik gibi bir nimetinden nasipleri yoktur. Hatta kötülüğü emredenlere severek, inanarak itaat edenler, bu hal üzere yaşar ve ölürlerse onlar da şehitlikten nasiplenemezler. İslamî bir kaidedir: Eğer bir mümin avcı ile mecusi bir avcı, iki av köpeğini av için gönderseler de avı hangisinin yakaladığı belli olmaz ise, o avın eti yenmez. İnsanlar ne uğurda, niçin öldüklerini bilmeden gaflet üzere ölürse şehit değildir.
Av için kurallar koyan İslam dini, şehadet için de şartlarını belirlemiştir. Şehitlikten ancak Allah için yaşayan ve ölenler Allah’tan nasiplerini alabilirler. Ayeti Celile, kötülüğü bile bile emredenler hakkında -bırakın şehit olmayı- şöyle buyuruyor:
“Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil) birbirindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkor. Allah, erkek münafıklara ve kadın münafıklara da, kafirlere de içinde ebedi kalacakları cehennem ateşini vadetti. O, onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir. Onlar için devamlı bir azap vardır.” (Tevbe,
Bu uygulamalarda haramın haram olduğunu bile bile işleyenler günahkar olurlar. Ama harama haram değildir diyerek yanlış yapanlar imandan uzaklaşır. Allah’ın lanetlediği insan sınıfına girerler. “Zamanımız böyledir, ne yapalım.” gibi ham hayallerde bulunanlar günahta ısrar ederlerse Allah korusun ilahi azaba düçar olabilirler.

Şehit kimdir?
İman eden ve salih amel işleyen, Rabbına teslim olan, Allah kendisinden, kendisi de Rabbından razı olan, Allah için, Allah yolunda ölendir şehit. Bu hükmü de Allah (c.c.) verir ve onu mükafatlandırır.
Secde etmeye lüzum hissetmeyen, dinin emirlerinden rahatsız olan, baş örtüsünü içerisine sindiremeyen, müslümanları inancından dolayı hakir görenler, gafletle ölenler asla şehit olamazlar. Onlara A, B, C, E şehitleri dense de Allah ve Rasulü’ne karşı savaş açanların ne kendileri, ne de tabileri şehitlik mertebesine ulaşabilirler.
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
“Allah ve Rasulü’ne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak (acımadan) öldürülmeleri.”
Allah’a savaş açanların Allah’tan alacağı yoktur. İçkiyi, kumarı, faizi, zinayı hoş gören ve devamını sağlayanlar Allah’la savaş halindedir.

Tavsiyemiz
Bizi ve kainatı yoktan var eden Allah (c.c.), bizden nasıl bir yaşam tarzı istemiş ise rızası doğrultusunda, amel-i salih işleyerek, geçmiş günahlarımız varsa günahlarımıza samimi tevbe etmek, ihsanla yaşayıp imanla ölmektir. İşte o zaman Allah (c.c.), bizleri nice güzel nimetleri ile tezyin eder.
Niyet halis olursa Rabbimiz şehitlik gibi büyük bir nimetle bizi mükafatlandırır.
Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’i Kur’an’a mahkum et. Amin.

--Kardeşlerim! şehadet konusunda, acizane size anlatacaklarım bu kadar. İnşaallah, bu anlattık-
larımdan faydalanmışsınızdır.
Mücahidler:--Allah (cc) sizden razı olsun komutanım, böyle bir konuyu sizden dinlemenin ruhumuzda
bıraktığı etki bir başka oldu. Yaşayan insanların anlattıkları, ancak insanlar üzerinde etkili olabilir.
Bu arada Hamza, Şamil Basayev'e döndü ve:.......

KIRKALTINCI BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKYEDİNCİ BÖLÜM


...--Komutanım, şehid olan kişiyi ne gibi bir akibet bekliyor? Şehid olana ne mükafat vardır?
Şamil Basayev:--Şehid olanlar için, âyet ve hadislere baktığımızda, Allah'ın (cc) cenneti vaad
ettiğini görmekteyiz.
Hamza:--Cennet nasıl bir yerdir?
Şamil Basayev:--Anlaşılan, sen cennete girmek istiyorsun!
Hamza:--Komutanım, doğrusunu isterseniz, bu anlattıklarınızdan sonra, bir an önce şehid
olmak istiyorum. Ama gideceğim yerde beni neyin beklediğini de bilmek istiyorum. Aslında
beni iyi şeylerin beklediğini biliyorum. Yine de merak ediyorum.
Şamil Basayev, gülümsedi ve Hamza'nın omuzunu sıvazladı, ardından:
--Madem ki bu kadar istiyorsun, o halde dilimin döndüğünce size cennetten bahsetmeye ça-
lışayım. İlkönce bir hadis-i şerifle başlayalım:
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Allah Teâla hazretleri ferman etti ki: "Ben Azimu'ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım." Ebu Hureyre ilaveten dedi ki:
"Dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun. (Mealen): "Yaptıklarına karşılık Allah katında onlar için göz aydınlığı olacak ne mükâfaatların saklandığını kimse bilemez" (Secde 17).

Evet! cennetten bahseden âyet ve hadisler bunlardan ibaret değildir. Şimdi de diğer âyet ve
hadislere kısaca bir göz atalım.

Buhari, bir diğer rivayetinde şu ziyadeyi kaydeder: "Sehl İbnu Sa'd anlatıyor -deyip, hadisin aynısını kaydettikten sonra- der ki: "Muhammed İbnu Ka'b dedi ki: "Onlar Allah için ameli gizli tuttular. Allah da onların sevabını gizli tuttu. Kullar yanına gelince onları nimete boğacak."
Hadis, bu muhtevada olarak Buhari'de mevcut değildir. Hâkim'in el-Müstedrek'inde mevcuttur (2, 413-414).
Yine Sa'd İbnu Sa'd radıyallahu anh anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü dedim, insanlar neden yaratıldı?"
"Sudan!" buyurdular.
"Ya cennet?" dedim, o neden inşa edildi?"
"Gümüş tuğladan ve altın tuğladan! Harcı da kokulu misk.
Cennetin çakılları inci ve yakuttan, toprağı da zâferandır. Ona giren nimete mazhar olur, eziyet görmez, ebediyet kazanır, ölümle karşılaşmaz. Elbisesi eskimez, gençliği kaybolmaz."
Aleyhissalâtu vesselâm sözlerine şöyle devam buyurdular: "Üç kişi vardır duaları reddedilmez (mutlaka kabul edilir):
-Âdil imâm (devlet başkanı).
-İftarını yaptığı zaman oruçlu.
-Zulme uğrayanın duası.
Allah, (mazlumun) duasını bulutların fevkine çıkarır ve onlara sema kapıları açılır ve Allah Teâla Hazretleri:
"İzzetime yemin olsun! Vakti uzasa da, duanı mutlaka kabul edeceğim!" buyurur."
Tirmizi, Cennet 2, (2528).
Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Gümüşten iki cennet vardır. Kapları ve içinde bulunan diğer şeyleri de gümüştendir. Altından iki cennet vardır, kapları ve içlerinde bulunan diğer eşyaları da hep altındandır. Adn cennetinde, cennetliklerle Rablerini görmeleri arasında Allah'ın veçhindeki rıdâu'l-kibriyadan (büyüklük perdesinden) başka bir şey yoktur."
Buhari, Tefsir, Rahman 1, 2, Bedu'l-Halk 8, Tevhid 24; Müslim, İman 180, (296); Tirmizi, Cennet 3, (2530).
Yine aynı kaynaklarda şu rivayet gelmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennette, mü'min için, içi boş tek bir inciden bir çadır vardır. -Bir rivayette- Genişliği altmış mildir. Her köşesinde bir refikası bulunur, hiçbiri diğerini görmez, mü'min bunların herbirini dolaşır."
Buhari, Bed'ü'l-Halk 8, Tefsir, Rahman 1, 2, Tevhid 24; Müslim, Cennet 23, (2838); Tirmizi, Cennet 3, (2530).
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennette yüz derece vardır. Her iki derece arasında yüz yıl(lık yürüme mesafesi) vardır."
Tirmizi, Cennet 4, (2531).
Ubâde İbnu's-Sâmit radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, sema ile arz arası kadar geniştir. Firdevs bunların en yukarıda olanıdır. Cennetin dört nehri buradan çıkar. Bunun üstünde Arş vardır. Allah'tan cennet istediğiniz vakit Firdevs'i isteyin."
Tirmizi, Cennet 4, (2533).
Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennette yüz derece vardır. Bütün alemler bunlardan birinin içinde toplansalar, hepsini de kuşatır, istiab eder."
Tirmizi, Cennet 4, (2534).
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennette bir ağaç vardır ki, binekli bir kimse yüz yıl gölgesinde yürüse onu katedemez. İsterseniz şu ayeti okuyun: (Mealen) "Daimi gölgededirler, çağlayıp duran su başlarındadırlar" (Vâkı'a 30-31).
Tirmizi, Tefsir, Vakıa, (3289), Cennet 1, (2525).
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Cennette hiçbir ağaç yoktur ki gövdesi, altından olmasın."
Tirmizi, Cennet 1, (2527).
Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennette, yay kadar bir yer, güneşin üzerine doğduğu veya battığı şeyden (dünyadan) daha hayırlıdır."
Buhari, Bed'ü'l-Halk 8, Tefsir, Vakı'a 1; Müslim, Cennet 6, (2826); Tirmizi, Cennet 1, (2525).
Tirmizi, Hz. Enes'ten şu ziyadede bulunmuştur: "Sizden birinizin yayı kadar veya kamçısı kadar cennetteki bir yer, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Cennet ehlinden bir kadın, arz ehline görünecek olsa, dünya ve içindekileri aydınlatır, arzla semâ arasını güzel koku ile doldururdu, onun başörtüsü dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır."
Sa'd İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennette olan şeyden bir tırnağın azalttığı miktar, semavat ve dünya arasında dört ciheti de tezyin etmiş olarak görünürdü. Eğer cennet ehlinden bir adam dünya ehline zuhûr etse ve bilezikleri görünse o(nun şavkı) güneşin ziyasını bastırırdı, tıpkı güneşin, yıldızların ziyasını bastırması gibi."
Tirmizi, Cennet 7, (2541).
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sidretü'l-Müntehâ'ya çıkarıldım. Orada dört nehir gördüm: İki nehir zâhirdi, iki nehir de bâtın. Zâhir olan iki nehir Nil ve Fırat nehirleriydi. Bâtın olanlar da cennetin iki nehri idi."
Buhari, Eşribe 12; Müslim, İman 264, (164).
Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a: "Cennette at var mı?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da:
"Allah Teâla Hazretleri seni cennete koyduğu takdirde, kızıl yâkuttan bir at üzerinde orada dolaşmak isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır" buyurdular. Bunun üzerine diğer
biri de:
"Cennette deve var mı?" diye sordu. Ama buna Aleyhissalatu vesselam öncekine söylediği gibi söylemedi. Şöyle buyurdular:
"Eğer Allah seni cennete koyarsa, orada canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şey bulunacaktır."
Tirmizi, Cennet 11, (2546).
Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennette siyah gözlülerin (hurilerin) toplanma yerleri vardır. Orada, benzerini mahlukâtın hiç işitmediği güzel bir sesle şarkı okurlar ve şöyle söylerler:
"Bizler ebedileriz, hiç ölmeyiz!
Bizler nimetlere mazharız, fakr bilmeyiz!
Rabbimizden razıyız, mükedder olmayız!
Kendisinin olduğumuz beylerimize ne mutlu!"
Tirmizi, Cennet 24, (2567).
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgârı eser, elbiselerini ve yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle hüsün ve cemalleri artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları:
"Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!" derler. Erkekler de:
"Sizler de, Allah'a kasem olsun, bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz!" derler."
Müslim, Cennet 13, (2833).
Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cennette bir çarşı vardır. Ancak orada ne alış, ne de satış vardır. Sadece erkek ve kadın sûretleri vardır. Erkek bunlardan bir suret arzu ederse o sûrete girer."
Tirmizi, Cennet 15, (2553).

Şamil Basayev:--Kardeşlerim, cennet konusunda size verebileceğim bilgiler bu kadar, inşaallah
bu bilgilerden yararlnmışsınızdır.
Mücahidler:--Allah (cc) sizden razı olsun komutanım. Allah (cc) sizi cennetine dahil eylesin ve bizi de size komşu yapsın.
Hamza:--Allah'tan (cc) tek dileğim, bir an önce şehid olmak ve o bahsedilen nimetlere kavuşmaktır.
Şamil Basayev:--Amin, kardeşlerim! Allah (cc) dualarınızı kabul buyursun. Hem şunu da unutmayın
ki Allah (cc) öbür dünyada, bizi ve kafirleri aynı yerde toplamaz.
Cennet mü'minler için yaratılmıştır.
Yeter ki biz Allah (cc) yolunda savaşımızı sürdürelim.
Evet, haydi bakalım, şimdi herkes yatağa, unutmayın yarın karşılamamız gerekenler var.
Nöbetçiler nöbet değişimi için, nöbet yerlerine gitti. Herkesin hayalinde cennet vardı. Ve hepsi
bu gece rüyalarında cenneti göreceğini umuyordu.

Bu Arada Caharkale'de

Yüzbaşı Lev, serseri bir mayın gibi dolaşan Cemşit'e rastladı. Cemşit tam bu iş için biçilmiş kaftandı.
Hemen yanına yaklaştı ve:

KIRKYEDİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKSEKİZİNCİ BÖLÜM

...Hey! Adamım nasılsın?
Cemşit, Yüzbaşı Lev'e tuhaf tuhaf baktı ve:
--Sen de kimsin?
Yüzbaşı Lev:--Demek beni tanımadın ha! E uzun zaman oldu tabi. Bu arada bir sigara yak,
ciğerlerin bayram etsin, bu vesile ile kafanı da toplarsın, o zaman beni hatırlarasın.
Yüzbaşı Lev, Cemşit'e işi esrarlı sigarayı uzattı, Cemşit sigarayı yaktı, derin bir nefes çekti.
Hakikatten de sigara iyi gelmişti. Cemşit'in yüz hatlarının değişmekte olduğunu gören Yüzbaşı
Lev:--Nasıl, şimdi hatırladın mı, beni?
Cemşit:--Hatırladım ama, adını hatırlayamadım.
Yüzbaşı Lev:--Ben Yüzbaşı Lev, karargahtayım.
Cemşit:--Ha, evet! şimdi tanıdım, ben de Cemşit.
Yüzbaşı Lev, bir de Cemşit'in adını sorma zahmetinden kurtulmuştu. Aralarında bu minval üze-
re konuşma devam etti....

Ertesi Gün Çeçen Karargâhı

Sabah namazı vakti girmişti, tüm mücahidler ayaktaydı, herkes abdestini aldı. Bu arada Hamza
ile Hasan ve Hüseyin'e de abdest konusunda yardımcı oldu, diğer mücahidler.
Herkes safa geçip, sabah namazının sünnetini kıldı, Hamza ile Hasan ve Hüseyin de diğer mücahid-
lere bakıp sünnetlerini kıldılar. Sünnetten sonra, bir mücahid
kamet getirdi, Hamza:
--Nasıl niyet getireceğim? diye bir mücahide sordu. O da:
--Niyet ettim Allah rızası için, sabah namazının farzını kılmaya, uydum hazır olan imama, Lillahi
Teâla Allah-u Ekber, diye niyet getirmesini söyledi.
Şamil Basayev, imam oldu, namazlarını eda ettiler. Bugünkü sabah namazından ayrı bir feyz almış-
lardı. Sabah namazından sonra, kahvaltı hazırlandı, kahvaltılarını neşe içerisinde yaptılar. Şamil
Basayev, diğer mücahidlerle şakalaştı. Herkes Şamil Basayev'i çok seviyordu. Baba adamdı.
Kahvaltıdan sonra, Şamil Basayev ve Mus'ab, mücahidleri bir yere topladılar. Bugün rus subaylar
gelecekti ve patlayıcının patlatılması gerekiyordu. Bu işi için adam seçilecekti. Mus'ab mücahidler
konusunda, Şamil Basayev'e kısaca bilgi verdi. Bu bilginin ardından, Şamil Basayev:
--Cesim, Ebu Süleyman, aldığım bilgiye göre patlayıcı konusunda en uzmanlar sizlersiniz, yanınıza
bir mücahid daha alın ve bu görevi siz yerine getirin.
Cesim:--Başüstüne komutanım!
Hamza:--İzin verirseniz, yanlarında ben gitmek istiyorum. Buraya gelecek olan subayların bazılarını
tanıyorum. Bunlar kesinlikle kılık değiştirirler. Rütbesiz askerlerin olduğu bir aracı havaya uçurmanın
bize bir yararı olmaz sanırım.
Şamil Basayev:--İyi ama, bu tehlikeli bir görev ve sen daha yenisin, seni şimdi böyle bir göreve gön-
dermek sana haksızlık olmaz mı?
Hamza:--Komutanım, hani siz şehadet konusunu anlatırken, aynen şunları aktarmıştınız:
Uhud harbinde Peygamberimiz’e (s.a.v.) demir zırh ile yüzü örtülü bir kişi geldi de:
“Ya Rasulallah! Hemen harp edeyim de sonra müslüman mı olayım?” diye sordu. Rasulullah (s.a.v.):
“Müslüman ol, sonra harp et.” buyurdu. O da hemen müslüman oldu, sonra vuruştu. Nihayet şehit edildi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
“Az işledi, fakat çok kazandı.” buyurdu
Ben neden, o müslümanın ulaştığı dereceye ulaşmıyayım?
Şamil Basayev gülümsedi ve (zaten yüzünden gülümseme hiç eksik olmazdı) : Peki Hamza, peki!
Allah (cc) senden razı olsun ve seni mükafatlandırsın.
Şamil Basayev, Hamza'nın imanına hayran kalmıştı. Keşke diğer ruslar da bu duruma şahit olabilselerdi. Gerekli hazırlıklar ve son kontroller yapıldı. Hiç bir ksiklik yoktu. Üç mücahid, diğer mücahidlerle vedalaştılar.
Şamil Basayev, Cesim ve Ebu Süleyman'a:--Hamza kardeşimizin bilgisinden yararlanın ve ona göz
kulak olun.
Cesim:--Başüstüne komutanım, o konuda hiç endişeniz olmasın.
Üç kişilik tim yola çıktı, dağın batı tarafından inişe geçtiler. Cesim buraları iyi bildiğinden, önden gidiyor ve diğer arkadaşlarına da yardımcı oluyordu. Takriben bir saat sonra ovaya indiler. Bundan
sonra, çok dikkatli olmalıydılar. Her an, rus askerleri ile karşılaşabilirlerdi.
Hamza:--Kardeşlerim, ne de olsa ben eskiden burada görev aptım, bu yüzden benim önden gitmem daha uygun olur. Rus askerlerinin nerelere gittiklerini çok iyi biliyorum. E az devriye gezmedim buralarda.
Cesim:--Tamam, ama dikkatli ol!
Hamza:--Sen merak etme.
Takriben yarım saatlik bir yürüyüşten sonra bir viraja girmişlerdi. Virajı tam dönmüşerdi ki...
KIRKSEKİZİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
KIRKDOKUZUNCU BÖLÜM


...yolun sağında, nöbet tutmakta olan, rus askerlerini gördüler. Hamza geriye döndü ve:
--Burada askerler var. Bunları haklayabiliriz ama o zaman da burada olduğumuz belli olur
Bu da operasyonu riske sokar. En iyisi aşağıdaki dereyi takip etmek.
Cesim:--Evet Hamza kardeş, doğru söylüyorsun, operasyonu riske sokamayız.
Geri döndüler ve aşağıdaki dere yatağından ilerlemeye başladılar. Bu yollarını biraz uzatmış-
tı ama operasyonu da riske sokmaktan kurtarmışlardı. Epeyce yürüdükten sonra, nihayet
patlayıcıların yerleştirildiği yere yaklaşmışlardı. Cesim bir tepenin ardından yolu gözetlemeye
başladı. Ortalıkta kimseler görünmüyordu. Hamza ve Ebu Süleymana dönerek:
--Siz beni burada bekleyin ben patlayıcıyı ayarlayıp geleceğim.
Gelen olursa ateş edersiniz.
Ebu Süleyman:--Tamam, ama dikkatli ol.
Cesim:--Merak etme, inşaallah herhangi bir problemle karşılaşmadan patlayıcıyı aktif hale
getirir ve geri dönerim.
Hamza:--Allah (cc) yardımcın olsun.
Cesim, etrafına dikkatli bir şekilde göz attıktan sonra, hızla yola çıktı, kısa bir süre sonra da
patlayıcının yanına vardı. Hemen patlayıcının üzerindeki toprağı kenara çekti, gerekli ayarları
yaptıktan sonra da koşar adımlarla geri döndü. İşin en tehlikeli ve zor kısmı halledilmişti.
Cesim:--Kerdeşlerim, geriye çekilelim, patlayıcının etkisi buradan da hissedilir.
Patlayıcıya sinyellerin ulaşabileceği en son mesafeye kadar çekildiler ve beklemeye başladılar.
Epeyce bir müddet sonra, uzaktan üç tane askeri araç göründü.
Cesim:--Hamza, araçlar göründü, bak bakalım birşey görebilecek misin?
Hamza:--Tamam, Cesim kardeşim, dedi ve dürbünü alarak gözetlemeye başladı.
Hamza:--Ben sana şimdi dediğim zaman, patlayıcıyı patlat. Öndeki araçta bulunanlar korumalar.
Ortadaki araçtakilerin üzerinde sade elbiseler var, evet subaylar ortadaki araçtalar. Yavaş bir şekilde
patlayıcının olduğu yere yaklaşıyorlar, çok temkinli davranıyorlar, ama başlarına geleceklerden
haberdar değiller tabi. Cesim kardeşim hazır ol, epeyce yaklaştılar.
Bir müddet sonra, öndeki araç patlayıcıyı geçti, ortadaki araç patlayıcıya bir kaç metre mesafeye
gelmişti ki,
Hamza:--Hazır ol, şimdi!
Cesim, kumandanın düğmesine bastı, çok şiddetli bir patlama oldu, araç takriben on metre kadar
havaya fırladı, içindekiler sağa sola fırladılar. Patlayan araçtan savrulan parçalar ve ateşten diğer
iki araç ta yanmaya başladı. İki araçtan zorla çıkabilen askerler, yolun karşı tarafına kaçmaya başla-
dılar.
Tim elemanları, hep bir ağızdan tekbir getirmeye başladılar.
Allah-u Ekber! Allah-u Ekber!
Hamza:--Kardaşlerim çok iyi bir iş başardık, şimdi ne yapalım, kaçan askerlerle çatışmaya mı girelim
yoksa geri mi dönelim.
Cesim:--Çatışmaya girmemiz çok riskli olur, askerlerin sayısı oldukça fazla, zaten biz yapmamız gerekeni yaptık. Ayrıca çatışma için de izin almadık. Askerler üzerlerindeki şoku atlatmadan bizim geri dönmemiz gerekiyor.
Rus askerleri hâlâ şaşkındılar, böyle bir şeyi hiç kimse beklemiyordu. Bilanço oldukça ağırdı. Ortadaki araçta bulunan subayların hepsi paramparça olmuşlardı. Ayrıca arkadaki aracın şoför mahallinde bulunan askerlerin üçü öndeki araçta bulunan yedi asker de ölenler arasındaydı. Çok sayıda da yaralı bulunuyordu. Yaralılar inim inim inliyordu. Bu inleme hem yaralarından ve hem de korkudan kaynaklanıyordu. Ortalık ana-baba gününe dönmüştü. Orada daha fazla beklemek çok riskliydi, zaten bunun bir anlamı da yoktu.
Cesim ve diğer arkadaşları oradan ayrıldılar. Bu arada rus karargâhından da askerler akın akın olay
yerine gelmeye başlamışlardı. Mücahidlerin geldikleri yerden gitmeleri de tehlikeye girmişti.
Hamza:--Geldiğimiz yerden gidemeyiz, oradan gidersek, kesin görülürüz, geriye bir tek yön kalıyor,
batıya gidip, güneye dönmek.
Cesim:--Evet haklısın! Tamam, batıdan gidiyoruz.
Hemen geriye döndüler, dere yatağını takip ederek
bir saatlik bir süre gittikten sonra, güneye döndüler. Karargâha gitmek için dağın güneyinden çıkmala-
rı gerekiyordu. Dere, burada ikiye ayrılıyordu, bir kolu batıya, diğer kolu ise güneye gidiyordu. Güney
yönünde, bir müddet gittikten sonra, doğuya doğru yol almaları gerekiyordu. Olay yeri oldukça geride
kalmıştı, rusların onları bulmalarına imkan yoktu. Böyle, saatlerce yürüdüler, hem acıkmış hem de
yorulmuşlardı.
Cesim:--Kardeşlerim! yol ayrımına geldik, buradan itibaren doğu yönüne gitmemiz lazım. Hem acıktık
ve hem de yorulduk, ayrıca namaz vakti de geldi. Yemeğimizi yiyip, namazımızı kılalım, biraz da dinlen-
dikten sonra yola devam ederiz.
Hamza:--Evet, çok iyi olur, adım atacak halim kalmamıştı.
Ebu Süleyman:--Hamza kardeşim haklı, al benden de o kadar.
Hemen oraya oturup, yanlarındaki yiyecekleri yediler. Ardından da namazı kılıp bir müddet dinlendikten
sonra yola koyuldular. Dağın güneyine doğru yönelmeleri, yollarını oldukça uzatmıştı. Bugün karargâha
varmaları imkansızdı. Böyle bir ihtimali düşünemediklerinden,
yanlarında hem az yiyecek vardı ve hem
de geceyi geçirebilecekleri, herhangibir malzemeleri yoktu. Ama onlar bunu düşünmüyorlardı. Ve fakat Hamza'nın başına böyle bir olay gelmemişti, sadece o biraz endişeliydi, bu yüzden Cesime dönerek:
--Geceyi nerde geçireceğiz. Gerçi geceye daha var ama, gene de bir çare bulmalıyız.
Cesim:--Endişe etmene gerek yok, Hamza kardeşim, Allah (cc) büyüktür.
Yollarına devam ettiler, ikindi namazı vakti girmişti, Cesim'in imamlığında namazlarını eda ettiler. Bu
arada Hamza, fırsatı ganimet, namaz konusunda, habire sorular soruyor, Cesim ve Ebu Süleyman,
onun sorularına cevap veriyorlardı. Anlamadığı yerleri tekrar tekrar soruyor, onlar da sabırla cevap
veriyorlardı. Hamza'daki bu istek ikisinin de hoşuna gidiyordu. Bu arada, akşam için yiyebilecekleri
bitkilerden de biraz topladılar. Çünkü yanlarında az bir ekmekten başka bir şey yoktu.
Cesim:--Hamza kardeşim, bu akşam bu bitkilerden yiyeceğiz, sen bunlara alışık değilsin, ama merak
etme ekmeği sana verir biz de bunları yeriz.
Hamza:--Kat'iyyen olmaz. Siz ne yerseniz ben de onlardan yerim. Anca beraber, kanca beraber.
Cesim ve Ebu Süleyman, Hamza'nın bu tavrına hayran olmuşlardı. Ona hayır duada bulundular. Yine
yorulmuşlardı, bir müddet dinlendikten sonra, tekrar yola koyuldular. Epeyce gittikten sonra akşam
namazı vaktine doğru, bir pınarın başında durdular. Hem namaz kılıp hem yemek yiyecekler ve hem de
barınacakları bir yer arayacaklardı. Abdestlerini aldılar, yine Cesim'in imamlığında akşam namazını eda
ettiler. Tesbihat ve duadan sonra oturmaya uygun bir yere bakıyorlardı ki...


KIRKDOKUZUNCU BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ELLİNCİ BÖLÜM


Kafilede Son Durum

Kafiledekiler Caharkale'ye doğru hızla yol almaya başladılar. Doğrusu çok geç kalmışlardı. Ama geç kalmalarının nedeni başlarına gelen olaylardı. Bun dan dolayı da onlara kimsenin bir şey demeye hakları yoktu. Meryem yine derin düşüncelere dalmıştı. Caharkale'ye az bir yolları kalmıştı. Caharkale'de onu neyin bakladiğin bilmiyordu. Doğrusu biraz da tedirgindi. Başına gelen olaylar, onun zihnini allak bullak etmişti. Neye karar vereceğin o da bilmiyordu. Aslında şu an içinde bulunduğu durum hiç te içaçıcı değildi. Ruslar tarafından daima itilip kakılmıştı ama tam bir rus gibi de yetiştirilmişti. bir rus gibi yetiştirilmesi bazı şeyleri sorgulamasına engel değildi. Yine elindeki kitaba daldı. Bu arada kafile komutanı:
--Bana bak fazla kitap okuyup ta başımıza bela olmaya kalkma sakın.
Komutanın bu çıkışı Meryem'in canını sıkmıştı, ama belli etmemeye çalıştı ve:
--Görevimi yerine getirebilmem için, daha çok şey öğrenmem lazım.
Komutan ona baktı ve umursamaz bir tavırla omuz silkti. Meryem yine kitaba eğildi ve okumaya başladı.
Konu İslam'ın savaşa bakış açısıydı. Doğrusu okudukları çok ilginç gelmişti. Kur'an da yazılı olan savaş kuralları ile hıristiyan ve diğer dinlere mensup kişilerinuyguladıkları kurallar arasında insani açıdan kıyas yapılamıyacak kadar değişikti. İslâm'ın savaş hakkındaki hükümlerinden bir bölümü şöyleydi:
Kur’an’daki savaş ile ilgili ayetler inkarcılar tarafından kasıtlı olarak çarpıtılıp kullanılmaya çalışılmaktadır. Ayetlerdeki ifadeler metnin ana akışından koparılarak farklı yorumlanır. Oysa bu ayetler Kur’an’ın genel mantığı ve konunun akışına göre değerlendirilse durum daha bir açıklık kazanacaktır. Tevbe suresinde ki ayet şöyledir:

Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam’ı) din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın. (9 Tevbe Suresi, 29)

Ayetteki ifadeye dikkat edilirse burada savaşmanın emredildiği insanlar tüm kitap ehli değildir. Bunlar kitap verilenlerden bir gruptur. Bunlarla savaşmak istenmesinin nedeni yine onların Müslümanlarla savaşmalarından dolayıdır. Eğer Tevbe suresi başından itibaren okunursa konu daha iyi anlaşılacaktır.
Savaş ile ilgili ayetleri Kuran’ın bütünlüğü içinde değerlendirmek lazımdır. Tüm bu iddiaların aksine Kuran’a göre savaş savunma
amaçlı yapılmalıdır. Başka insanların topraklarını fethetmek için yapılan savaş Kuran’a göre dini bir savaş olamaz. Tarih boyunca fetih amaçlı İslam devletleri bazı savaşlar yapmış olabilir. Fakat bunların hepsi dini savaşlar değil, siyasi savaşlardır. Allah bu tarz bir savaşı yasaklamaktadır. Bakara suresinde şöyle buyrulmaktadır:

Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah, aşırı gidenleri sevmez.Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir. Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur. (2 Bakara Suresi , 190-193)

Bu ayetlerden anlaşıldığı gibi savaş ancak savaşanlara karşı yapılır. Üstelik bu savaşta aşırılığa gidilmemesi için Allah, inananları uyarmaktadır. Savaş esnasında karşı taraf savaşa son verip aman dilerse, Müslümanlar buna uyar ve savaşa son verirler. Kuran’da savaşın ancak savunma amaçlı olduğunu yukarıdaki ayetlerde görmüştük. Bunun dışında saldırı olduğunda ise Allah Müslümanların bu saldırganlığa karşı cevap vermelerini ve tüm güçleriyle bu saldırganlarla savaşmalarını ister. Tevbe suresindeki ayetler şöyledir:

Yeminlerini bozan, elçiyi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır. Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azarlandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü’minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun. Ve kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (9 Tevbe Suresi, 13-15)

Savaşta kararlı ve güçlü olmanın hem savaşın daha çabuk bitmesini sağlayacağı, hem de muhtemel savaşlar için caydırıcı bir örnek oluşturacağı açıktır. Saldırganlara karşılık vermek ve onları
bu hareketlerine pişman etmek sonuçta barışı korumak için en doğru yol olacaktır.
Burada durdu Meryem. İslâm suçsuz insanlara kesinlikle karışmıyordu. Hatta savaşılan tarafa mensup olup, savaşa katılmayan, yaşlı ve çocuklar ile din adamlarına da hiç bir şekilde müdahale edilmiyordu.
Meryem bir de rusların daha önce Afganistan'da ve şimdi de Çeçenistan'da yaptıklarını düşündü. Ruslar, savaşanlara karşı adil olmadığı gibi, yaşlılara, kadınlara ve çocuklara da acımıyordu. Hatta çocuklara karşı tam bir soykırım uyguluyordu. Şöyle ki, uçaklardan oyuncak şeklinde bombalar atıyor, bunları alıp oynayan çocuklar ise bu bombaların patlaması sonucunda parçalanarak can veriyordu. Buna gerekçe olarak da, yarın bunların büyüyüp kendilerine karşı savaşacaklarını ileri sürüyordu. Diğer yandan hiçbir uluslararası kuruluş da buna karşı çıkmıyordu. Ne hikmetse, Birleşmiş milletler, ABD, Rusya ve İsrail'in yaptığı katliamlara sessiz kalıyor, ara sıra çıkarılan cılız sesleri ise kimsenin kaale aldığı yoktu. Meryem bu düşünceler içerisindeydi ki, birden...

ELLİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ELLİBİRİNCİ BÖLÜM

...İşte Grozni, dedi,şoför. Caharkale'nin bacaları görünmüştü uzaktan. Ama o da ne? bir kalabalık vardı ileride. Hem de askerler çoğunluktaydı. Askerler gelen, aracı farkettiler ve silahlarını kafileye doğrultup, siper vaziyeti aldılar. Araç hemen durdu. Çünkü bir metre daha gitmeleri demek, kalbura çevrilmeleri demekti. Kafile komutanı araçtan indi ve kendisinin de rus subayı olduğunu, yanlarına gitmesi için, izin vermelerini istedi.
--Yaklaş, ama ellerin ensende olsun, dedi oradaki subay.
Kafile komutanı, elleri ensesinde yaklaştı onlara ve kendisini tanıttı. Hangi görevle gönderildiğini de belirtti. Diğer subay:
--Evet, bundan haberimiz var.
Kafile komutanı:--Komutanım! ne oldu burada?
Rus subayı:--Asiler, Moskova'dan gelen bir heyet vardı, onlara patlayıcılı tuzak kurmuşlar. Maalesef tüm
subaylar ile on cıvarında asker öldü. Ayrıca epeyce de yaralımız var.
Kafile komutanı:--Doğrusu böyle bir manzara ile karşılaşmak
istemezdim. Çok üzüldüm. Buraya geldiğimizin ilk günü, bu şekilde bir hadise ile karşılaşmak hiç te hoş değil.
Rus subayı:--Evet, ama ne yapalım? Bu tür eylemleri önleyecek gücümüz yok. Ölümü ve öldürmeyi göze alan bir kişiyi engellemenin imkanı yok.
Kafile komutanı:--Anlıyorum komutanım! doğru söylüyorsunuz, bu tür eylemleri önleyecek bir güç te tanımıyorum.
Rus subayı:--Evet ama, gel de bunu merkezdekilkere anlat. Bu sefer kimin kellesi gidecek bilmiyorum.
Kafile komutanı:--Haklısınız komutanım, ama merkezdekilerin bunu anlamalrı mümkün değil. Bu arada, biz karargâha gidelim, izin verirseniz.
Rus subayı:--Elbette, siz de yol yorgunusunuz. Umarım merkezden gönderilen eleman başarılı olur da bundan böyle buna benzer olaylarla karşılaşmayız.
Kafile komutanı:--Bu konuda umutluyuz komutanım. Hiç endişeniz olmasın. Eleman sağlam birisi.
Rus subayı:--Umarım öyledir. Siz gidin bu arada, karargâhtakilerin sizden haberleri var.
Kafile komutanı:--Başüstüne komutanım! dedi ve geriye dönerek araca bindi, araç Caharkale'ye doğru yola koyuldu. Kafile komutanı Meryem'e:
--Görüyorsun vahşeti değil mi Olga? Bu subaylar daha bu sabaha kadar sağdılar. Ama şimdi yoklar. Ülkemiz onlardan çok şey bekliyordu ve fakat ne yazık ki hepsi ülkemiz uğrunda can verdi. Bunları gör ve elinden geleni yap.
Meryem:--Olur! gibisinden başını salladı.
Bu arada, Caharkale'ye de girmişlerdi. Caharkale sokaklarında tam bir vahşet hakimdi. Şehrin sokaklarında, kadın, çocuk ve yaşlı erkeklerin cesetleri vardı. Rus subaylarının öldürülmelerinin ardından, karargah komutanı çılgına dönmüş, mücahidlere ulaşamayınca da yüzden fazla masum sivili katletmişti. Kimse cesetleri de kaldıramıyordu. Zaten sokaklarda çeçenlerden de eser görünmüyordu. Hepsi bulabildiği sığınaklara girmiş, bir kısmı da Caharkale'yi terk etmişti. Bu durumu gören Meryem'in midesi bulandı. Bu kadar vahşet olmazdı ki. Askerleri öldürmek ile sivilleri öldürmek arasında dağlar kadar fark vardı. Bunların hepsi silahsızdı. Zaten çoğu da çocuk ve yaşlıydı. Bu insanlık olamazdı. Meryem bunlara hizmet edecek ve bunlar da bu vahşeti sergilemeye devam edecekti. Bu düşünceler içerisindeki Meryem ve kafile karargâhtan içeri girdi.

Bu Esnada Tim'in Son Durumu

...Uzakta, bir ışık gördüler.
Cesim:--Kardeşlerim, o ışığa doğru gidelim, ama tedbirli olalım. Her şey olabilir.
Dikkatli bir şekilde, ışığa doğru yürümeye başladılar, bir süre sonra, ışığın bir kulübeden gelmekte olduğunu gördüler. Sessizce kulübeye yaklaştılar, kulübenin önünde ak sakallı, yaşlı bir adam oturuyordu. Başka da kimseler yoktu. Derin bir nefes aldılar ve Allah'a hamdettiler. Kulübeye yaklaşıp selam verdiler:
--Selamun aleykum baba!
--Vealeykum selam ve rahmetullah evlatlarım! hoşgeldiniz!
--Hoş bulduk baba!
--Nereden böyle evlatlar?
--Görevden geliyoruz baba!
--Allah (cc) gazanızı mübarek kılsın!
--Allah (cc) razı olsun baba!
--Sanırım açsınız!
--Evet baba! ama yanımızda az bir yiyecek var.
--Olmaz evlat! siz bu akşam benim misafirimsiniz. O yiyeceğinizi sonraya saklayın.
--Peki baba! Allah (cc) senden razı olsun.
Akşam yemeğinde çok lezzetli bir yemek yedilere. Doğrusu bu güne kadar bu lezette yemek yememişlerdi. Yemekten sonra, yatsı namazı vakti girmişti. Ev sahibinin imamlığında yatsı namazını kıldılar. Namazı huşu içerisinde kıldılar. Namazdan sonra bir de çay içtiler. Çay da çok lezzetliydi. Çayın ardından koyu bir sohbete daldılar, sohbet o kadar güzeldi ki zamanın nasıl geçtiğinin farkına varamadılar. Neden sonra, yaşlı adam:
--Hadi kalkın evlatlar! vakit epeyce geç oldu. Siz de yorgunsunuz zaten.
İhtiyarın gösterdiği odada yatağa girdiler, yatağa girmeleri ile uyumaları bir oldu. Bir süre sonra, yaşlı adam onları sabah namazına kaldırdı. Abdest alıp namazlarını kıldılar. Namazdan sonra kahvaltı yaptılar. Kahvaltı da çok lezzetliydi. Hiç kimsenin aklına bir şey sormak da gelmemişti. Kahvaltının ardından:
--Baba! bize müsaade. Arkadaşlarımız bizleri merak ediyordur. Zaten birgün geç kaldık. Onları daha fazla merakta bırakmayalım.
--Elbette! hepsine benden selam söyleyin. Allah (cc) yâr ve yardımcınız olsun.
İhtiyarın ellerinden öpüp yola çıktılar. Bir müddet yürüdükten sonra Cesim dönüp arkasına baktı. o da ne?...

ELLİBİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ELLİİKİNCİ BÖLÜM

...Ortada ne kulübe vardı ne de ak sakallı ihtiyar.
Cesim:--Hey kardeşlerim, şuraya bakın!
İkisi de ger,ye dönüp baktılar, en çok da Hamza şaşırdı.
Hamza:--Ne oldu, kulübe ve ihtiyara, ikisi de yok? İyi ama herhangibir patlama da olmadı.
Cesim:--Hatırlıyorsan, hem akşam yemeği ve hem de yatacak yer konusunda, sıkıntıya düşmüştük. Ve Allah'ın (cc) yardımı da işte tam sıkıntı anında imdada yetişir.
Hamza:--Peki bu durumda ne yapmak lazım?
Cesim:--Şükür secdesi kılmak lazım elbette.
Hamza:--Evet, bence de.
Üçü birden şükür secdesi yaptılar ve bu yardımından dolayı Allah'a (cc) hamdettiler. Şükür secdesinden sonra tekrar yola koyuldular, çünkü daha gidilecek epeyce yolları vardı.

Patlama Esnasında Çeçen Karargahında

Şamil Basayev sık sık patlamanın olacağı yeri dürbünle gözetliyor ve yanındakilere durum hakkında bilgi veriyordu. Olayı saniye saniye yanındakilere aktarıyordu. Patlamanın ardından, aracın havaya uçurulduğunu ve bu patlama neticesinde araçta canlının kalmasının imkansız olduğunu söyleyince, tüm mücahidler tekbir getirmeye başladılar. Karargâhtaki sevinç görülmeye değerdi. Daha sonra gözetlemeye devam eden Şamil Basayev, rus askerlerinin yolu tamamen tuttuğunu görünce endişelenmeye başladı ve durumu mücahidlere bildirdi.
Şamil Basayev:--Rus askerleri dönüş yolunu tuttular, umarım kardeşlerimiz buraya gelmek için arka taraftan bir daire çizerler.
Tim elemanları sanki Şamil Basayev'i duymuş gibi, batı yönüne gitmiş ve ardından da güneye yönelmişlerdi.
Şamil Basayev:--Evet, kardeşlerimiz benim istediğmi yöne gitmeye başladılar. Ve dere yatağında gözden kayboldular. Kardeşlerimiz için dua edelim.
Tüm mücahidler, tim elemanları için dua etmeye başladılar. Daha sonra da tim elemanları dağı dolanmış ve Allah'ın (cc) yardımına mazhar olmuşlardı.
Üş kardeşlerinin yakalanmaması karargâhtaki mücahidleri oldukça sevindirmiş ve onnların geri geleceklerine dair umutlanmalarına sebep olmuştu.
O geceyi, onlara dua ederek geçirdiler. Daha sonra da görevliler görev yerlerine diğerleri de yatmaya gittiler. Sabahleyin hepsi uyanıp abdest aldılar, arkasından da Şamil Basayev'in imamlığında
sabah namazını eda ettiler. Dua esnasında, yine kardeşlerine dua etmeyi ihmal etmediler. Namazdan sonra mücahidlerden Abdullah, Şamil Basayev'e:
--Komutanım, rüyamda üç kardeşimizin sağ salim buraya geldiğini gördüm.
Şamil Basayev:--Evet ben de böyle bir rüya gördüm. İnşaallah kardeşlerimiz buraya sağ salim dönecekler.
Daha sonra sabah kahvaltısını yaptılar. Ardından nöbetçiler değiştirildi. Şamil Basayev ve Mus'ab, günlük toplantısını yaptı. Diğer mücahidler de çeşitli şeylerle meşgul olmaya başladılar.

Caharkale'de Son Durum

Ruslar tarafından şehid edilen çeçenlerin cesetleri sokaklarda duruyordu. Cesetlerin kaldırılmasına izin verilmiyordu. Bu arada, rusların yaptığı katliam haberi dış dünyada duyulmuştu ve bir kısım medya mensubu Caharkale'ye girmeyi başarmıştı. Rus katliamı canlı yayınla dış dünyaya duyurulmuştu.
Karargah komutanı, medya mensuplarının yanına gelmek zorunda kalmıştı. Komutan gelince de sorular ardı ardına gelmeye başlamıştı. Komutan zor durumdaydı, herhangi bir şey yapacak durumda da değildi. Çünkü bir çok ülkeden medya mensubu vardı ve canlı yayınla herkes kendi merkezine bağlanmıştı. Muhabirin biri:
--Sokaklar, kadın, çocuk ve yaşlı adamların cesetleri ile dolu. Ben daha önce Halepçe'ye de gittim. Burası aynı Halepçe'ye dönmüş. Böyle bir vahşeti nasıl yaparsınız.
Rus Komutan:--İyi ama biz savaştayız ve onlar da karşı taraftan.
Muhabir:--Savaştasınız anlıyorum, fakat bunlar silahsız sivil halk, bunların kendilerini savunma imkanları ve gücü de yok.
Rus Komutan:--Savaştayız ve savaşta buna benzer yanlışlıklar olabilir.
Muhabir:--Bakın, bir yeri bombalarsınız, orada bulunan herkes bundan etkilenir, ama buradakiler kurşunlanarak öldürülmüş.
Rus komutan:--....
Moskova zor durumdaydı. Tüm dünya yapılan katliamı haber almıştı. Genel karargâh'tan rus komutan merkeze çağrılmıştı. Rus komutan apar topar Caharkale'yi terk etti.
Komutanın gitmesinin ardından, şehidlerin defnedilmesi konusunda çeçenlere izin verildi. Katliamlar da durdurulmuştu. Sokaktaki cesetler toplandı. Cesetlerde herhangi bir bozulma sözkonusu değildi. Bir rus öldüğü zaman, kısa bir süre sonra cesedi kokuyordu ama müslümanların cesetleri Allah (cc) tarafından korunuyordu.
Şehidlerin cenazeleri, kılınan cenaze namazının ardından, dua ve gözyaşları arasında defnedildi. Ruslara lanet yağdırılıyordu.

Çeçen Karargâhında

Güney bölgesinde nöbet tutan nöbetçi, heyecanla karargâha koştu ve:
--Komutanım, uzaktan üç kişi göründü, bu tarafa doğru geliyorlar.
Mücahidler tekbir getirerek, güney yönüne doğru koştu. Şamil Basayev ve Mus'ab da oraya doğru gittiler. Mus'ab dürbünle gelenleri izledi ve:
--Evet, gelen kardeşlerimiz, Allah'a hamd olsun ki üçü de sağ ve salim.
Ardından Şamil Basayev, dürbünle gelenleri kontrol etti ve o da Allah'a (cc) hamd etti. Tim elemanlarının sağ salim görünmeleri, mücahidleri oldukça sevindirmişti. Bir süre tekbir getirdikten sonra, aralarında şakalaşmaya ve sohbet etmeye başladılar. Takriben bir saat sonra Cesim, Ebu Süleyman ve Hamza geldiler.
--Selamun Aleykum!
--Ve Aleykum Selam ve rahmetullah. Hoş geldiniz safâlar getirdiniz!
--Hoşbulduk!
Mücahidler, gelen kahramanlara sarıldılar. Musafaha faslı bittikten sonra, hep beraber karargâh'a gittiler.
Şamil Basayev:--Anlatın bakalım ne oldu?
Cesim:--Komutanım emir başarıyla yerine getirildi. Hamza kardeşimizin çok yardımı oldu. Subayların ortadaki araçta olduğunu o söyledi. Araç patlayıcıya yaklaştığında patlayıcıyı ateşledik. Ortadaki araçtan kurtulan olmadı. Öndeki ve arkadaki araçtan da ölenler, ayrıca bir çok da yaralı vardı. Tam geriye dönecekken, yolun rus askerleri tarafından tutulduğunu gördük, kısa bir durum değerlendirmesi sonucu, biz de batı yönüne gidip daha sonrada güneye döndük bir müddet gittikten sonra doğuya döndük...Cesim başlarından geçeni en ince ayrıntısına kadar anlattı. Cesim'in konuşması bitmişti.
Şamil Basayev:--Allah (cc) sizden razı olsun. Say-u gayretinizi arttırsın. Çok faydalı bir iş yaptınız.
Onlar aralarında koyu bir muhabbete dalmışlardı ki birden...

ELLİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ELLİÜÇÜNCÜ BÖLÜM

...Caharkale cihetinde nöbet tutan nöbetçi:
--Komutanım!, birisi buraya doğru geliyor.
Bunun üzerine Mus'ab kalktı ve söylenen yere gitti. Dürbünle geleni gözetlemeye başladı. Bir müddet sonra, gelenin Mir Hüseyin olduğu anlaşıldı. Mir Hüseyin tepe çıktı. Komutan Mus'ab onu karşıladı.
Mir Hüseyin:--Selamun aleykum, komutanım!
Mus'ab:--Vealeykum selam ve rahmetullah, hoşgeldin Mir Hüseyin.
Mir Hüseyin:--Hoş bulduk ama pek de hoş gelmedim komutanım.
Mus'ab:--Niye ne oldu Mir Hüseyin?
Mir Hüseyin:--Sormayın komutanım, çok kötü şeyler oldu.
Mus'ab:--Gel hele şöyle, karargâha geçelim, hem komutanımız da burada.
Mir Hüseyin:--Komutanımız mı?
Mus'ab:--Evet, efsane komutan Şamil Basayev.
Mir Hüseyin, birden tüm dertlerini unutmuştu. Şamil Basasyev'in gelmesi onu oldukça heyecanlandırmıştı. Hemen ona doğru koştu ve boynuna sarıldı. Mir Hüseyin sevincinden ağlıyordu.
Mus'ab, Mir Hüseyin'i; Şamil Basayev'e tanıttı.
Mus'ab:--Komutanım, bu Mir Hüseyin, Caharkale'de görevlidir kendisi. Çok faydalı işler yaptı, bu güne kadar. Ama sanırım şimdi bize üzücü haberler verecek.
Şamil Basayev:--Hayırdır, Mir Hüseyin, ne oldu, ne var?
Mir Hüseyin:--Sormayın komutanım, çok kötü şeyler oldu.
Şamil Basayev:--Bizi merakta bırakma Mir Hüseyin. Hem şunu da unutma, kötü şeyler gerçekten inanan müslümanlar için olmaz, aksine onların düşmanlarına olur. Biz ölsek te kardayız, kalsak ta, biiznillah. Şimdi neler oldu anlat bakalım?
Mir Hüseyin:--Komutanım, malumunuz, bundan bir süre önce, bir tane haini gebertmiştik, Olcayto'yu.
Olcayto'nun öldüğü gün, rus karargah komutanı da korkudan ölmüş. Ben bunu sonradan öğrendim. Ölen komutanın yerine, yenisini atadılar. Bu, gelen yeni komutan çok acımasız çıktı. Kadın, çocuk, yaşlı demeden, bir çok insanı katlettirdi. Adeta bir insan avı başlatmıştı. En son, rus subaylarının geldiği araç havaya uçurulup, araçtaki subaylar ölünce, kırmızı görmüş boğadan beter oldu bu komutan. Tam bir katliam gerçekleştirdi. Yüzden fazla şehidimiz var. Ama bu arada, Allah'ın (cc) yardımı olsa gerek, bu olayları yabancı medya haber almış, Caharkale'ye gelerek, canlı yayınla olayları dünyaya duyurdular. Bunun üzerine küplere binen Moskova, komutanı görevden aldı, yerine yenisini gönderdi. Şehidlerimizin naaşları yerde kalmıştı. Ancak komutanın değişmesi ile rahat bir nefes ala bildik ve şehidlerimizi gömdük.
Şamil Basayev:--Zalimlerin özelliklerindendir, bunlar. Bize karşı savaşmaktan çekinirler, ama çocuk, kadın ve yaşlılara gelince, aslan kesilirler. Ama tüm bunlar bizi yıldırmamalı ve mücadelemizden alıkoymamalı. Onlar zulümlerini yapmaya devam etsinler. Varsın müslümanların yaşadığı ülşke yöneticileri bizi desteklemesin, ne gam. "Allah bize yeter."
Mir Hüseyin:--Komutanım, bu arada, beklenen misafir geldi. Şamil Basayev:--Beklenen misafir kim?
Mus'ab:--Komutanım, beklenen misafir, Moskova'nın aramıza casus olarak sokmaya niyetlendiği ve bizim haber aldığımız, Çeçern asıllı bir kadın. Şayet siz de uygun görürseniz, ona müslüman asıllı olduğunu hatırlatıp, hidayetine vesile olmak istiyoruz.
Şamil Basayev:--Çok iyi düşünmüşsünüz, ama çok dikkatli olmalısınız. Şunu unutmayın ki, o bizim için bir rus ajanı.
Mus'ab:--Emredersiniz komutanım. Bu konuda endişe etmenize gerek yok. Tüm mücahidlere gerekli talimatları verdim. İnşaallah, rusların oyunlarını onların başlarına geçireceğiz.
Şamil Basayev:--Allah (cc) yâr ve yardımcınız olsun.
Daha bir müddet bu şekilde konuştuktan sonra, Mus'ab, Şamil Basayev'e:
--Komutanım, kardeşlerimizin sizden bir istekleri var:
Şamil Basayev:--Neymiş o istekleri bakayım?
Mus'ab:--Komutanım, kardeşlerimizin hepsi...


ELLİÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ELLİDÖRDÜNCÜ BÖLÜM

...sizden, Budenovsk Baskını'nı dinlemek istiyorlar.
Şamil Basayev:--Ya! demek öyle?
Mus'ab:--Evet komutanım, anlatırsanız memnun oluruz.
Şamil Basayev:--Eh! ne yapalım, şimdi bu kadar insanı kırmak hoş bir şey olmaz. Dinleyin öyleyse:
--Kardeşlerim! Budenovsk Baskını, maalesef çok istismar edilen bir olay. Hani bir atasözü vardır: "Bekara kadın boşamak kolaydır" diye. Bu baskından dolayı çok eleştirildik. Ve maalesef bizi eleştirenler arasında müslümanlar da var. Hadi diğer dinlere mensup olanların eleştirilerini anlamak mümkün ama, müslümanlar neye dayanarak eleştiriyorlar, işte onu anlamak mümkün değil. Tabi ki rahat yatağında yatıp, gününü gün edip, bizi eleştirmek kolay. Acaba bizi eleştiren bu müslümanlar Allah (cc) için bir tepeye tırmanmış mıdırlar? Savaşmalarından vazgeçtik, aç kalmalarından vazgeçtik, sıkıntı çekmelerinden vaz geçtik, bir tepeye bari tırmansaydılar da bizi eleştirseydiler. Acaba bu müslümanlar, bize karşı müslümanlık görevlerini yerine getiröiş midirler? Aslında, bizi eleştirmelerinin nedeni, İslâm'ın kendilerine yüklediği yükümlülük görevini yerine getirememenin verdiğ psikolojik buhranın bir sonucudur. Görevlerini yerine
getiremeyince bunalıma gidriyor ve kendi vicdanını rahatlatmanın yollarını arıyor. Bizi eleştiren birilerine de rastladı mı, mal bulmuş mağribi gibi buna sarılıyor.
Aslında vicdanın rahatlattığını sanıyorlar ama gene de yanılıyorlar, o vicdan onları rahat bırakmayacak ve bizim suçlu olmamız, onların üzerindeki yükümlülüğü kaldırmayacaktır.
Biz alıştık bu tür hadiselere, hem bu sadece bize reva görülen bir davranış değil, Filistin'de siyonist yahudiler, yıllardır çocukları şehid ediyorlar, buna kimse tepki göstermiyor, sözkonusu müslümanlar da seslerini çıkarmıyorlar, ama bir yahudi çocuğu kazara öldürüldüğünde onun için ağlaya biliyorlar.
Bizi eleştirenler, bu güne kadar ikiyüz elli bin Çeçen'in şehid edildiğini bilmelidirler. Ama maalesef, günümüzde haklılığın ölçüsü güçle değerlendirilmektedir. İşgal altında olan bizim ülkemiz, kurtuluş savaşı veren biziz, ama terörist olan da yine biziz. Aynı şey diğer müslümanlar için de geçerli, Filistin, Lübnan, Afganistan, ama hayret edilecek bir şey ki, Bosna'lı müslümanları teröristlikle suçlamadılar. Herhalde gözlerinden kaçtı. Ya da Bosna'lı müslümanlar, Amerika ya da Rusya ve İsrail ile savaşmadığından bundan kurtuldular.
Gelelim Budanovsk Baskınına, bunu yapmamız gerekiyordu. Dünya liderlerinin bizden haberleri vardı ama, özelde müslüman, genel de ise dünya kamuoyunun dikkatlerini çekmeliydik. Bunun en iyi yolu da buna benzer bir baskın düzenlemekti ve biz de onu yaptık.
Rusların sivillere yaptığı katliam had safhaya ulaşmıştı. Arkadaşlarımla beraber, oturup uzun uzun düşündük ve sonunda, böyle bir eylem yapmaya karar verdik.Bir araçla birlikte yola çıktık. Yolda çeşitli yerlerde rus kontrol noktaları vardı. Kontrol noktalarına yaklaştığımızda araçtan iniyor, yola uzak bir mesafeden dolaşıp kontrol noktasının arka tarafına geçiyorduk. Aracımızın şoförü rus gibi giyinmişti, rusçası da mükemmel olunca kontrol noktalarını geçmek zor olmuyordu. Bu şekilde tüm kontrol noktalarını geçtik. Daha sonra bize diğer bölgelerden katılanlarla birlikte sayımız 63 kişiyi bulmuştu. Yolculuğumuz, Kafkasya'nın stavropol (Şetkale) bölgesindeki Budenovsk Kentine kadar sürdü.
Budenovsak'a vardığımızda, hemen bir araştırma yaptık burada rus subay ve askerlerinin de tedavi gördüğü, bin kişinin üzerinde insanın bulunduğu hastanenin varlığını tesbit ettik. O günü, akşama kadar dinleneberek ve plan yaparak geçirdik. Nihayet akşam olunca da hastaneyi bastık. İçeride 1200 kişi vardı, hepsini
rehin aldık. Rehin alınanlar arasında 8 tane rus pilotu vardı ki bu
pilaotlar Çeçenistan'ı bombalamış ve binlerce çocuğun şehid edilmesine neden olmuşlardı. Onları şeriat mahkemesinde yargıladık ve idama mahkum ederek, infaz ettik. Diğer rehinelere ise sakin olmalarını, rahat durdukları takdirde, kendilerine herhangi bir zarar vermeyeceğimizi belirterek, daha rahat olmalarını sağladık.
Baskın, Moskova gündemine bomba gibi düştü. Tabi olaydan tüm dünya kamuoyu da haberdar oldu.
Rus tarafı bize teslim olmamızı, teslim olmamız halinde bize zarar verilmeyeceğini bildirdi. Ama yalan söylediklerini biliyorduk, ellerine geçtiğimiz takdirde, bizi sağ bırakmayacaklardı. Ve fakat biz ölümden korkmuyorduk. Bizim amacımız, halkımızın üzerindeki zulmü biraz da olsa hafifletmekti.
Onların bu isteklerini reddettik. Bunun üzerine, hastaneye ateş açtılar. Bu ateş esnasında, 129 kişi ölmüş, 415 kişi de yaralanmıştı.
Dünya kamuoyu ve Moskova halkının tepkisi üzerine, Rusya Başbakanı Çernomirdin, beni aradı ve isteklerimizi sordu. Biz de, ilk isteğimizin geçici ateşkes olduğu belirterek, ayrıca buradan bize gideceğimiz yere, güvenli geçiş imkanının sağlanması talebinde bulunduk. Çernomirdin bunu kabul etmek zorunda kaldı.
Bunun üzerine, yanımıza bir kaç rehine alarak, bize tahsis edilen araçlara bindik. Diğer rehineleri ise serbest bırakmıştık. Bizimle araçlara binen rehineler, rus yöneticilere güvenilmemesi gerektiğini belirterek, camların perdelerle kapatılmasını, cam kenarına ise kendilerinin oturtulmasını istediler. Biz de onların dediğini yaptık. Bu şekilde, oradan ayrıldık ve güvenli bir bölgeye geldik. Orada araçlardsan indik, diğer rus rehineleri de serbest bırakmıştık ki...

ELLİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ELLİBEŞİNCİ BÖLÜM

...rehineler arkamızdan geldiler. Onların geldiğin görünce durduk. Ne istediklerini sorduk. Bize, "Biz kendi yöneticilerimizden görmediğimiz yakınlığı ve insanlığı sizden gördük, insan oılduğumuzun farkına vardık. Şayet sizin yerinizde biz, bizim yerimizde siz olsaydınız, herhalde size insanca davranmazdık. Meğerse, sizi bize nasıl yanlış tanıtmışlar, ve biz sizi nasıl yanlış tanımışız. Umarız ki bu işgaldan bir an önce kurtulursunuz ve
insanlarınız bu zulümden kurtulur," dediler. Biz de: "Biz müslümanız, müslümanca davranmak zorundayız. İslâm bize böyle davranmamızı emreder. Bizim amacımız sömürü değildir. Biz sadece rahat bırakılmak istiyoruz. Bizim rusyanın toprağında da gözümüz yok. Bizim topraklarımızı terk etsinler, bu bize yeter," diye karşılık verdik. Çoğunun gözlerinden yaşlar akıyordu.
Onlarla vedalaştık ve ayrıldık oradan. İşte kardeşlerim, Budenovsk Baskınının kısaca mahiyeti bu.
Evet, orada bir kısım rus insanı öldü, ama biz pilotların dışında kimseyi öldürmedik. O ölen insanların hepsini rus askerleri öldü. Çünkü onlar için insanın hiç değeri yok. Hatta bazıları için evlerinde besledikleri hayvanlar daha da kıymetli. Aslında gayri müslim kamuoyunun kahir ekseriyetinin gözünde hayvanların değeri, insanlardan daha fazladır. Özellikle karşıdaki müslüman ise. Hani hatırlarsanız, iki tane balina, Kuzey Buz Denizi'nde sıkışmıştı da günlerdir onların kurtarılması için çalışılmış ve bu basında birinci haber olarak verilmişti.
Ama yıllarca, islâm dünyasında insanlar öldürülmekte ve fakat kimsenin kılı kıpırdamamaktadır.
Şamil Basayev, burada sözlerine ara verdi ve mücahidlere baktı, hepsi etkilenmişti, hayran hayran ona bakıyorlardı. En son söylediklerinden dolayı da, zalimlere öfke besliyorlardı.
Şamil Basayev:--Sanırım merakınızı giderdim.
Mus'ab:--Allah (cc) sizden razı olsun ve sizi başımızdan eksik etmesin.
Şamil Basayev:--Allah (cc) sizden de razı olsun, yâr ve yardımcınız olsun. Bu arada, akşam namazı vakti de girmek üzere, hadi abdestinizi alın da namazımızı kılalım.
Hepsi kalktı, abdestlerini alarak namaza hazırlık yaptılar. Akşam namazı vcakti girince, bir mücahid ezan okudu ve Şamil Basayev'in imamlığın da akşam namazlarını kıldılar. Namazdan sonra akşam yemeği hazırlıkları başladı. Bugün Şamil basayev'in buradaki son gecesiydi. Ertesi gün,genel karargâha gitmek üzere yola çıkacaktı. Bu nedenle, eldeki imkanlar dahilinde mükellef bir sofra hazırlanmıştı. Akşam
yemeği neşe içerisinde yendi, mücahidler yine birbirleri ile şakalaşıyorlardı. Onların bu durumunu gören, sanki burada hiç savaşın olmadığı kanaatine varırdı. Nice varlıklı insanlar, varlık içerisinde yokluk çekerken, hiç bir eksikliklerinin olmadığı bir ortamda sıkıntı içinde sıkıntı çekerken, mücahidler yokluk içerisinde varlığı, sıkıntı içerisinde huzuru yaşıyorlardı. öyle ya "canlarıın ve mallarını cennet karşılığı Allah'a (cc) satan"
kimselerden daha mutlu birsi olabilir miydi?
Yemek bitmişti. Mus'ab:
--Komutanım, yarın Moskova'ya bir ekip göndereceğim, izniniz olursa?
Şamil Basayev:--Aslında, böyle bir operasyona bizzat katılmak isterdim. Ama yapmam gereken başka işler var. Peki bu iş için kimleri görevlendirdin?
Mus'ab:--Henüz, kimseyi görevlendirmedim, uygun görürseniz birlikte seçelim.
Şamil Basayev:--Peki, ama önce gönüllüleri seçelim.
Mus'ab:--Nasıl uygun görürseniz komutanım.
Şamil Basayev:--Bu işi için gönüllü olan var mı?
Bu soru üzerine tüm mücahidler gönüllü olduklarını söyleyip, herkes kendisinin gönderilmesini istiyordu.
Muaz:--Komutanım, ben gönüllüyüm, zaten ailemden sağ kalan kimse yok. Ayrıca, komutan olan amcam da ruslar tarafından şehid edildi.
Şamil Basayev:--Senin görevin ne?
Muaz:--Takım komutanıyım, komutanım.
Şamil Basayev, Mus'ab'a dönerek:--Ne diyorsun?
Mus'ab:--Uygundur komutanım! Çok becerikli bir takım komutanıdır. Ben de kendisinin bu işte takım komutanı olarak görevlendirilmesini talep ediyorum.
Şamil Basayev:--Peki, tamam! takım komutanı sensin. Yanına beraber gideceğin arkadaşlarını sen seç.
Hamza:--Komutanım, ben de gitmek istiyorum.
Şamil Basayev:--Sen henüz yenisin, istersen sen gitme.
Hamza:--Komutanım, sanırım rus askerleri kılığına girip gideceğiz. Benim eski bir rus subayı olduğumu biliyorsunuz, kimliğim de üniformam da yanımda, ben de gidersem kontrol noktalarından rahatça geçebiliriz.
Şamil Basayev:--Evet, bu konuda haklısın. Sen ne diyorsun Mus'ab?
Mus'ab:--Hamza kardeşimiz haklı, her ne kadar kendisinden ayrılmak istemiyorsak da, umduğu şeylere nail olmasını engelleme hakkımızın olmadığı kanaatyindeyim.
Şamil Basayev:--Peki Hamza, sen de git. Muaz, Hamza kardeşimizin bilgilerinden faydalan, Hamza'yı komutan yardımcısı olarak tayin ediyorum.
Muaz:--Emredersin komutanım. Hamza kardeşimizin bize çok faydalı olacağından eminim. En son olayda çok faydasını gördük.
Hamza'nın sevincine diyecek yoktu. Herkes Hamza'yı tebrik
ediyordu. Bu arada Hasan ve Hüseyin de gitmek istediklerini söylediler, ama onların burada daha yararlı olacağı gerekçesiyle, gitmelerine izin verilmedi.
Takım tamamlanmış, gerekli hazırlıklara başlamışlardı. Kısa bir süre sonra tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. O gece dinlenecek, ertesi gün Şamil Basayev tarafından uğurlanacaklardı. Hepsi çok heyecanlıydı. Geride kalan mücahidler ise bir burukluk yaşıyorlardı. Bu burukluk, hem kardeşlerinden ayrılma ve hem de göreve gidememelerinden kaynaklanıyordu. Geç saatlere kadar sohbet edip, yapacakları konusunda Şamil Basayev'den talimat almışlardı. Daha sonra da dinlenmeye çekildiler.

Rus Karargâhında

Yeni komutan gelmişti. Eski komutana verip veriştiriyordu. Bu, onun yaptıklarını gizliyememe ve görevden alınıp onun yerine kendisinin görevlendirilmesinden kaynaklanıyordu. Tüm subayları toplayıp bir durum değerlendirmesi yaptı. Toplantıda rusyadan gelen kafileden, kafile komutanı ve Meryem de vardı.
Komutan:--Asilerin yaptıklarını hepiniz biliyorsunuz, sürekli yer değiştirdiklerinden, öldürücü darbeyi indiremiyoruz. Silah ve mühimmat ile yiyecek ve giyeceklerini sakladıkları sığınakları da bulamadığımızdan onları engelleyemiyoruz, bu da bize pahalıya mal oluyor. Ayrıca dünya kamuoyunun burada yapılanları görmemesini de başaramadık bu da ayrı bir handikap bizim için. En büyük görev sana düşüyor Olga, Ne yapıp yap, sığınakların yerini öğren ve bize bildir. Senin görevin bundan ibaret. Seni bir şekilde asilerin karargâhına sokacağız. Yalnız sen de çok dikkatli olmalısın.
Meryem:--Başüstüne komutanım, bu konuda hiç endişeniz olmasın.
Komutan:--Şayet, asileri bertaraf edersek, sivil halk da rahat eder. Sen şimdi Grozni'de biraz gez, buralara alış. Halk ile diyaloğa gir ki karargâha gittiğinde acemilik çekme.
Meryem:--Başüstüne komutanım.
Meryem karargâhtan dışarı çıktı. Caharkale sokaklarında dolaşmaya başladı. Çeçen kadınlar gibi giyinmişti, bu nedenle rahatça dolaşabiliyordu. Sokakları kolaçan ederek geziyordu. Bir sokaktan başka bir sokağa girmişti ki...

ELLİBEŞİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt