Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Asrın Direnişi (1 Kullanıcı)

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
Bu bir ahmetmeydani yapımıdır.
Daha önce başka sitelerde yayınladığım bu romanımı sizinle paylaşmaya çalışacağım inşaallah. Fiemanillah.
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
BİRİNCİ BÖLÜM

Olga Rus Ordusu Özel Kuvvetlerde görev yapan bir casustur. Olga aslında çeçen bir
ailenin kızıdır ve fakat küçükken komünist rejim tarafından kaçırılmış ve tam bir rus gibi
yetiştirilmiştir. Çeçen-Rus savaşı patlak verdiğinde ise RÖKK (Rus Özel Kuvvetler Komu-
tanlığı) Komutanı Albay İgor onu Çeçenistana gönderme kararı alır. İgor Olga'yı odasına
çağırır. Olga odaya girer.
İgor:-- Hoş geldin Olga, otur bakalım. Çeçenistanada ki durumumuzu biliyorsun. 500
kişiyle başa çıkamıyoruz. Bunları bu kadar kuvvetli kılan nedir anlamıyorum. Bir zaman-
ların iki süper gücünden bir olan biz nasıl oluyor da bunlarla başa çıkamıyoruz. Neyse
sana yeni bir görev veriyorum. Daha önceki görevleri nasıl başarıyla yerine getirdiysen
bu görevi de başaracağına inanıyorum. Seni gizli görevle Çeçenistana göndereceğim.
Adın da Meryem olacak. İşte bunlar da kimliklerin. Bu ihtiyacını giderecek olan para,
bunlar da diğer evraklar. Sormak istediğin bir şey var mı?

Olga:--Orada kiminle irtibata geçeceğim?

İgor:--Orada bizim adamımız olan Olcayto ile irtibata geçeceksin. O da Çeçen asıllı ama
bizim casusumuz.
Olga:--Ne zaman yola çıkıyorum?
İgor:--Bu gece dinlen, yarın sabah yola çıkacaksın.
Olga:--Anlaşıldı, komutanım. Hoşçakalın.
Olga odadadan çıkar. Komutan yardımcısı Sergei odaya girer ve İgor'a:--Komutanım!
Olga bu işi becerebilecek mi?
İgor:--Öyle umuyorum, ama başaramazsa da o kadar önemli değil.
Sergei:--Neden Komutanım?
İgor:--Sergei unutma ki Olga da bir Çeçen asıllı. Bu işi başarırsa bir taşla iki kuş
vururuz. Yok başaramazsa bir taşla bir kuş vururuz.
Sergei:--Nasıl yani Komutanım?
İgor:--Aptal Sergei ben bu müslümanları iyi tanırım. Er ya da geç müslüman
olduklarının farkına varıyorlar ve başımıza bela oluyorlar. Şimdi, şayet Olga-
ya da asıl ismiyle Meryem- bu işi başaramazsa çeçenler tarafından öldürülür
biz de kurtuluruz. Anladın mı aptal sergei?
Sergei:--Anladım komutanım. Gerçekten çok zekisiniz.
Bu arada RÖKK da görev yapmakta olan ve Çeçenlerin casusu olan Şamil (oradaki
adıyla dimitri) Çeçen komutan Musab'a haber gönderir ve durumu kendisine etraflıca
izah eder.
Şimdi şartlar eşittir. Bundan sonrası artık her iki tarafın maharetlerine bağlıdır.
Burada yapılacak iki şey vardır. Ya Çeçen komutan Olga'yı tutuklar, konuşturur ve
öldürür ya da ona Müslüman olduğunu hatırlatır ve onun daha faydalı olmasını
sğlayacaktır.

BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU

 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
İKİNCİ BÖLÜM

Ertesi Gün Moskova Karargahı

Olga (ya da Meryem. biz bundan sonra ona Meryem diyeceğiz) komutanın odasına girer.
--Komutanım, benim tam olarak görevim ne olacak, orada ne yapacağım?
--Senin görevin asilerin komutanu Mus'ab hakkında bilgi almak olacak. Onun hakkında
bilgi alırsak, diğerlerine de ulaşma şmkanına kavuşmuş olacağız. Ayrıca asilerin morallerini
bozmak için elinden geleni yapacaksın.
--Anladım Komutanım, ben hazırım.
--Tamam Meryem, sana Svetlana ve 8 asker refakat edecek. İyi şanslar dilerim.
--Sağolun, komutanım, hoşçakalın.
--Güle güle Meryem. Beni hayal kırıklığına uğratma.
--Tamam komutanım.

Bu Arada Çeçen Karargâhında

--Komutanım, Moskovadaki adamımızdan haber var, "kuş kafesten uçmuş" diyor.
--Tamam Hüseyin. Karargâhımıza bir rus casus geliyor, ama gelen Çeçen asıllı biri ama
küçükkken ruslar tarafından kaçırılıp rus gibi yetiştirilmiş, şimdi bizim görevimiz hem
ondan gelecek tehlikeleri bertaraf etmek ve hem de Bizinillah onun hidayetine vesile
olmak. Şimdi senin görevin Meryem'e göz kulak olmak, yalnız bu durumdan kimsenin
haberi olmasın. Sadece onlara her şeyi her yerde konuşmamaları talimatını ver.
--Anladım, komutanım.

Bu Esnada Kafile...

İKİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


Kafile yola çıkar. Diğer yollar güvenli olmadığından, Gürcistan üzerinden gidilecektir.
Tabi haliyle Pankissi Vadisinden geçilmesi gerekmektedir. Kafile Gürcistan sınırına vardı.
Oradaki işlemleri sınırda görevli RÖKK görevlisi hemen halletti ve kafile Gürcistan sınırından
içeri girdi. Hava ve yol durumu gayet güzeldi, herhangibir olumsuzluk göze çarpmıyordu.
Tabi kafilenin görüntüsü de sıradan vatandaş görüntüsü çiziyordu, ayrıca hangi milletten
oldukları da anlaşılmıyordu. Diğer yandan daha önceki olaylardan sonra bu güzergâhta
hiç bir olay da olmamıştı.
Kafile olaysız olarak yol alıyordu. Yolculuk esnasında hiç kimse konuşmamıştı. Meryem
boyuna düşünüyordu. İçinde tarif edemediği bir sıkıntı vardı. Epeyce bir müddet yol aldıktan
sonra yeşilin bol olduğu bir yerde mola verip öğle yemeği yemişlerdi. Aslında kafiledeki
herkeste bir huzursuzluk vardı. Herkes korkuyordu. Ama Meryem'in huzursuzluğu korkunun ötesinde bir şeydi. Yemeğin ardından toparlanıp yola koyulmuşlardı. Sarp dağlar bol virajlı yollarda gitmekten hepsi bitkin düşmüştü. Akşama doğru bir dağın eteğindeki düzlükte mola verme ve geceyi orada geçirme kararı almışlardı. Çadırları kurdular. Tam akşam yemeği için hazırlık yapıyorlardı ki birden...

ÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

...Birden bir gürültü kotu yukarıda. Yukarı doğru baktıklarında bir kayanın hızla aşağı
doğru gelmekte olduğunu gördüler. Ve fakat kaçmaya fırsat bulamadan, kaya Meryem
ve Svetlana'nın arasından geçti ve iki rus askerini altına alarak metrelerce sürükledi.
Şaşkınlıkları geçince yaralıların olduğu yere koştular ama iki asker çoktan ölmüştü.
Karargâhı arayarak durumu bildirdiler. Karargâhtan gelen talimat morallerini bozma-
maları yönünde oldu. Ayrıca yolarına devam ederek görevi muhakkak ifa etmeleri istendi.
Meryem'in yanında görevli olan rus askerleri onu gideceği yere kadar götürüp geri gele-
ceklerdi. Tabi bu onların planıydı. Allah'ın planı ise elbetteki bambaşkaydı.
Bu olay Meryem'i derinden etkilemişti. Pekala o kayanın altında kendisi de kalabilirdi.
İlk defa ölümü düşündü. Öldüğü zaman neyle karşılaşacağını düşündü. İnsanlar ölünce
gerçekten yok mu oluyorlardı. Yoksa kendisine şimdiye kadar öğretildiği gibi ölüm bir
yokoluş muydu? Tabi ki Meryem bu soruların cevabını bilmiyordu. Bildiği tek şey, bu
yolculuğa çıktığından beri tuhaf duygular içerisinde olduğuydu. Şimdilik bu duruma bir
cevap bulamıyordu.

Bu Esnada Çeçen Karargahında

Komutan Mus'ab mücahitleri toplamıştı. Caharkale'deki rus karargahına bir baskın
düzenleyeceklerdi. Planın ayrıntıları üzerinde görüşüyorlardı.

Mus'ab:--Cemal sen iki kişi ile beraber doğu tarafından saldıracaksın. Ama ateş menziline
girmeyeceksiniz. Şerif sen de yanına iki kişi al ve batı tarafından karargaha ateş et. Ahmet
ile yanındakiler de güney yönünden saldıracaklar. Ben yanımdakilerle beraber karargahın
arkasından saldıracağız. Unutmayın siz sadece hedef şaşırtacaksınız. Ve kesinlikle kimse
ateş menziline girmeyecek. Anlaşıldı mı arkadaşlar?
Mücahidler bir ağızdan:--Anlaşıldı komutanım!

Mücahidler planladıkları gibi saldırıya geçtiler. Ruslar öğle uykusundaydı. Birden silah
sesleri gelince hepsi paniğe kapıldı hatta bu kargaşada birbirlerini vuran bile oldu. Onlar
durumu anlayana kadar Mus'ab ve yanındakiler ruslara öldürücü darbeyi vurmuştu bile.
Bilanço ağırdı:75 rus ölmüştü. 150 kadar da yaralı vardı. Bu yaralıların çoğunun durumu ise ağırdı. Bu baskında mücahidler yüklü miktarda silah ve mühimmat da ele geçirmişti.
Mücahidlerin keyfine diyecek yoktu. Hep bir ağızdan "Allah-u Ekber" diye tekbir getiriyorlardı. Bu baskınlar rusları oldukça yıldırmıştı. Hemen hemen hepsi uyuşturucu kullanıyordu. Ve bu da mücahidlerin işine yarıyordu.

Mus'ab:--Kardeşler! Alemlerin Rabbi olan Allah'a (cc) hamdolsun. Bu günümüz de epeyce verimli geçti. Allah'ın (cc) yardımı olmasa kesinlikle onlarla başa çıkmamız mümkün değil. Sakın ola ki Allah'ı (cc) hatırımızdan çıkarmayalım. Hendek ve Huneyn Gazvelerini unutmayın ki. Hendek Gazvesinde müslümanlar emre itaatsizlik ettiğinden yenildiler. Huneyn de ise savaşın ilk bölümünde kendi güçlerine güvendiler ve mağlup olmakla yüz yüze geldiler ama ikinci bölümde ise Allah'ı (cc) hatırladıkları ve O'na güvendikleri için galip geldiler.

Diğer Yandan Rus Kafilesi

Rus kafilesi yola çıkmıştı. Ufak tefek bazı aksiliklerin dışında herhangi bir problemle karşılaşmamışlardı. Akşama doğru yine bir yerde konakladılar. Ama meydana gelen olay nedeni ile bu sefer düzlük bir yerde konaklamışlardı. Akşam yemeğini yemişlerdi. Bir süre havadan sudan ve başlarına gelen o olaydan bahsettikten sonra herkes........

DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU


 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
BEŞİNCİ BÖLÜM


...Derin bir uykuya daldı. Epeyce meşakkatli bir yol katettikleri için nöbetçi hariç herkes hemen uyudu. Hatta nöbetçi bile uykuya daldı. Nöbetçi olmak onlar için sadece hayatta kalmak içindi ne de olsa. Ama müslüman için ise nöbetin apayrı bir yeri vardır. Müslüman lar "Allah için nöbet tutan gözlere cehennem ateşinin haram kılınıdığını" çok iyi biliyorlardı.
Bu da müslüman ile kâfirler arasındaki başka bir fark.
Meryem uykuya daldıktan sonra acaip bir rüya gördü. Rüyasında ak sakallı bir adam ve örtülü bir kadın herşeyin mükemmel olduğu, çeşit çeşit meyvelerin, pınarların, akarsuların türlü türlü kuşların öttüğü bir yerde bulunuyor ve Meryem'i yanlarına çağırıyorlardı. Diğer yanda ise İgor içinde ateş yanan bir kuyunun içerisinde bir taraftan cayır cayır yanıyor, diğer yandan ise Meryem'in boğazına bir kement atmış onu da ateşe doğru sürüklüyordu.
Meryem İgor'un yanına gitmek istemiyor, o aksakallı adam ve kadından yardım istiyordu.
Ancak onlar: "Biz sana yardım etmeye memur değiliz, çünkü sen o ateşteki adamın emrindesin ve onun dediklerini yapıyorsun. Şayet onun emirlerine karşı gelirsen sana yardım edebiliriz" diyorlardı. Meryem onlara kim olduklarını sorduğunda ise, onlar: "Biz senin,yıllar önce ruslar tarafından ŞEHİD edilen anne ve babanız" dediler. Meryem bir yandan avaz avaz bağırıyor, bir yandan da İgor'un yanına gitmemek için direniyordu. İgor'un içinde olduğu çukura bir kaç adım kalmıştı ki.....

BEŞİNCİ BÖLÜMÜN SONU

 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ALTINCI BÖLÜM


...birden ip koptu, Meryem geriye doğru düştü, İgor ise ateş çukuruna gömüldü, hem de
avaz avaz bağırarak. Meryem'in anne ve babası: "Kızım, sakın bu adamın dediklerini yapma,
bu sefer kurtuldun ama, bir dahaki sefere kurtulacağından emin değiliz. Hem hayat her zaman
ıfrsatlarla dolu değil."
Meryem bağırarak uyandı. Uykudakilerin hepsi yataktan fırladı. Silahlarına sarıldılar,
hepsi korkmuştu. Svetlana:" Ne oldu, ne var?" Meryem: "Yok bir şey, kabus gördüm, tamam
geçti," dedi.

Çeçen Karargâhında

Mücahidler mayın döşeme hazırlığı yapıyorlardı. Son günlerde rus karargâhına epeyce araç
gelip gidiyordu. Baskını haber almışlar ve buna misilleme yapma kararını vermişlerdi. Rusların
direncini kırmak gerekiyordu.

Komutan Mus'ab:--Yolun batı tarafını mayınlamamız gerekiyor, bunun için iki gönüllü lazım.
Hüseyin ve Ahmet:--Tamam komutanım, biz gönüllüyüz, zaten çoktandır sıranın bize gelmesini bekliyorduk. Emir buyurursanız hemen yola çıkmak istiyoruz.
Komutan Mus'ab:--Tamam çocuklar, hemen hazırlığınızı yapın ve sabah olmadan bu işi bitirin.
Mayın timi gerekli hazırlığı yaptı. Yanlarına yola döşeyecekleri patlayıcıları aldılar ve yola koyuldular. Mücahidlerin karargâhı dağlık bir bölgedeydi, rus karargâhı ise onlardan daha aşağıda ve düzlük bir yerdeydi. Çok dikkatli olmaları gerekiyordu. Ayrıca herhangibir aydınlatma aracı kullanma imkanları da yoktu. En ufak bir işaret rusların dikkatini çekecek ve görevlerini yerine getiremeye bileceklerdi. Böyle bir lüksleri ise yoktu. Yanlarına dağdan aşağı inmelerine yardımcı olacak
gece görüş dürbünlerini aldılar. Bu dürbünleri rus karargâh baskınında ele geçirmişlerdi. Çok
işlerine yarıyordu. Dikkatli bir şekilde aşağıya inmeye başladılar, bir kaç yerde kayma tehlikesi atlattılar ama Allah'ın yardımı sayesinde herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmadan düzlüğe inmeyi başardılar. Rus karargâhının yakınından geçmeleri gerekiyordu ve çok dikkatli olmalıydılar.
Karargâhın yanında bir dere yatağı vardı. Kışın suyun dolu olduğu dere yazın kuruyordu. Dere yatağına girdiler ve oradan yürümeye başladılar. Tam nöbetçi kulübesinin olduğu yere varmışlardı ki...

ALTINCI BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
YEDİNCİ BÖLÜM


...Bekçi kulübesinin yanından geçerken, kulübeden konuşma seslerinin geldiğini duydular.
Bu kötü bir durumdu. Şayet yakalanırlarsa muhakkak çatışmaya gireceklerdi, çatışmaya
girmek ise patlayıcının yerleştirilememesi demekti. Çok zor bir durumdaydılar. Yapacakları
tek şey nöbetçiyi bıçakla etkisiz hale getirmekti. Hüseyin kulübeye yaklaştı ve nöbetçinin
sızdığını, o konuşma seslerinin uykusunda sayıklayan nöbetçiden geldiğini gördü ve rahat-
ladı. Nöbetçiyi haklamasına gerek kalmamıştı. Nöbetçiyi haklamak daha büyük bir riskti.
Çünkü devriye varsa nöbetçinin öldüğünü görecek ve hemen arama yapacaklardı. Hüseyin
geri döndü ve Ahmat'e durumu bildirdi. Hemen yollarına devam ettiler. Epeyce bir müddet
sonra patlayıcıyı yerleştirecekleri yere varmışlardı. Vakit kaybetmeden derhal patlayıcıyı
yerleştirdiler. Bu seferki patlayıcı hatırı sayılır boyuttaydı. Düşmana epeyce zaiyat vere-
bileceklerdi. Son kontrolleri yaptıktan sonra geriye döndüler. Nöbetçi kulübesinin yanından
geçerken, nöbetçinin hâlâ uyumakta ve sayıklamakta olduğunu gördüler. Birbirlerine
bakıp gülümsediler. Bir ara nöbetçiyi haklamayı düşündülerse de sonradan bu fikirle-
rinden vazgeçtiler.Çünkü nöbetçi ölürse şayet,patlayıcının yerleştirildiğini tesbit etme
ihtimali de olabilirdi. Ve dağı tırmanmaya başladılar. Epeyce bir müddet sonra karargâh'a
vardıları. Komutana durumu anlattılar. Komutan ikisine de teşekkür etti ve duada bulundu.
Artık yapılacak şey araçların geçeceği uygun bir zamanı beklemek ve patlayıcıyı patlatmaktı.

Kafilede Son Durum

Ertesi gün kahvaltıdan sonra yola koyuldular. Başından geçen olaylardan sonra, Meryem'in
zihni allak bullak olmuştu. Hayal meyal bişeyler de hatırlamaya başlamıştı. Çok küçükken köyleri baskına uğramıştı. Kadın, erkek,çocuk ve yaşlı demeden hemen hemen herkes katledilmişti.
Meryem'de İlâhi Takdir gereği sağ kalmıştı. Daha dört yaşında olduğundan onu öldürmeyip
yanlarına almışlardı. Daha sonra ise Meryem bir rus gibi yetiştirilmiş ve diğerlerine yaptıkları
gibi onu da tehlikeli işlerde çalıştırmaya başlamışlardı. Bir çok arkadaşının ölüme gönderil-
mesine bir anlam veremiyordu Meryem, ama şimdi ise bazı şeyleri daha iyi anlıyordu. Diğer
yandan ise Çeçenlere karşı da kinle doldurulmuştu. Aklı karmakarışıktı. Meryem'in böyle düşüncelere daldığı bir sırada, birden.........

YEDİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
SEKİZİNCİ BÖLÜM


...bir patlama sesi duyuldu, araba sağa sola savruldu. Herkes arabanın içine yattı. Silahlarını hazırladı. O esnada araba sarsılarak durdu. Herkes etrafa baka baka aşağıya indi. Çok korkmuşlardı. Aşağıya indiklerinde patlamanın nedenini öğrenmekte gecşkmediler. Ön sol lastik patlamıştı. Derin bir nefes aldılar. Herkes birer bardak su içti. Şoku atlattıktan sonra, yedek lastiği söylene söylene taktılar ve yola koyuldular.

Çeçen Karargâhında

Ruslar son baskından sonra oldukça öfkeliydiler. Zaten kendi karargahlarından da hatırı sayılır bir fırça yemişlerdi. Karargâhlarından duydukları laflar yenilir yutulur cinsinden değildi.
Bu da öfkelerini bir kat daha arttırmıştı. Ne yapıp edip bunun intikamını almalıydılar. Hemen bir plan yaptılar. Gece karanlık bastırınca saldırıya geçeceklerdi. Gece görüş özelliğine sahip helikopterler de saldırıya katılacaklardı. Zafer kesin gibiydi. Mücahidler sürekli rus karargâhını gözetim altında tutuyordu. Gözetlemeden sorumlu mücahid Komutan Mus'ab'a gelerek:
--Komutanım, sanırım rus karargâhında fevkalade bir durum var. Dürbünle siz de bir baksanız iyi olur. "Tamam" dedi, Komutan Mus'ab ve dürbünün başına geçti. Ruslar hatırı sayılır bir miktarda mühimmatı bir yere yığıyorlardı. Ayrıca bazı askerlere de ekstradan silahlar veriliyordu.
Savaş konusunda çok tecrübeli olan Komutan Mus'ab:--Kardeşlerim, dedi. Sanırım ruslar bu gece bize saldırıda bulunacaklar. Herkes görevlendirildiği yerde mevziye yatsın. Yanınıza alabileceğiniz kadar silah ve mühimmat alın. Ayrıca akşam namazını cemaatle kılacağımız gibi namazda kunut duası da yapacağız. Ve Rab'bimizden bizi muzaffer kılması için dua edeceğiz.
Allah (cc) yâr ve yardımcımız olsun. Mücahidler: "Amiiiiiiiiiinnnnnnnnnnn" dediler. Komutan: "Herkes oldukça sessiz olsun, çünkü yüksek sesle tekbir getirirsek onların planlarının farkına vardığımızı anlayabilirler," dedi.Hemen herkes akşam yemeğini yedi. Akşam namazı da olmak üzereydi. Abdestlerini aldılar, namaza hazırlık yaptılar, ezanı bu sefer biraz daha kısık sesle okudular. Ve akşam namazına durdular. Komutan Mus'ab imamlık yapıyordu. Huşu içerisinde namazlarını kılıp Allah'a (cc) hulusi kalp ile dua ettikten sonra helalleşip mevziye gittiler ve Rusları beklemeye başladılar. Tam o esnada..........

SEKİZİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
DOKUZUNCU BÖLÜM

Bir patlama sesi duyuldu. Havada bir alev topu belirdi. İki rus helikopteri çarpışmıştı. O sırada bir helikopter de mücahidlerin roketi ile düştü. Helikopterlerin patlaması ortalığı aydınlatmıştı.
Bu fırsattan yararlanan mücahidler rusların üzerine ateş yağdırmaya başladı. Ruslarda karşı saldırıya geçti ama geç kalmışlardı. Gece geç saatlere kadar süren çatışma rusların geri çekilmesiyle nihayete erdi. Mücahidlerden de şehid olan ve yaralananlar vardı. Ortalık henüz sakinleşmediği için neyin ne olduğu tam olarak belli değildi. Mücahidlerden inleyen yaralılara derhal müdahale edildi ama karanlıkta tam bir müdahale sözkonusu değildi. Bir müddet sonra tanyeri ağarmaya başladı. Herkes abdestini aldı. Mücahidlerden yarası hafif olanlar da abdestlerini alıp namaza durdular. Namazı yine her zaman olduğu gibi komutan kıldırdı. Namazdan sonra, nasib
ettiği zafer nedeniyle Rabbimize bol bol ve içten dualar edildi. Ortalık ta aydınlanmıştı. Hemen yaralıların durumuna bakıldı. 3 tane Şehid vardı. 8 tane de yaralı. Yaralılardan ikisinin durumu ağırdı. Karargâhta tam teşekküllü bir müdahale sözkonusu değildi. En kısa zamanda yaralıların cephe gerisine sevkedilmesi gerekiyordu. Tabi bu o kadar da kolay değildi. Hem ulaşım imkanları sınırlı ve hem de etraf rus kaynıyordu. Hatta bazen yaralıların yurt dışına, diğer Müslüman ülkelere gönderilmesi gerekiyordu. Yaralılara hemen ilk müdahale yapıldı. Hafif yaralılarda herhangibir problem yoktu. Yaralılardan birinin kanaması vardı. Kanamanın durdurulması gerekiyordu. Hemen yaralı yere turnike uygulandı ama yaralı mücahid çok kan kaybetmişti, hemen ameliyata alınıp kan verilmesi gerekiyordu. Ve fakat buna imkan yoktu. Bir süre sonra yaralı mücahidin ağzından:" Eşhedu en la ilahe illellah Ve eşhedu enne Muhammedun Rasulullah"
şehadet kelimesi döküldü ve başı yana kaydı. Gözlerinin içi ise gülüyordu. Diğer mücahidler
ise ağlıyorlardı. Arkadaşlarına bir şey yapamamak onlara çok dokunmuştu. Ama elden ne gelirdi ki. Aslında onlar bu duruma alışıktı. Ve hepsi mütevekkildi ama yine de böyle durumlar onları etkiliyordu. Ve hepsinin gözlerinin önüne gününü gün eden, sofrasında nerdeyse kuş sütü eksik olmayan ve en ufak bir baş ağrısında bile avrupalara giden sözüm ona Müslümanlar geliyordu. Ah ediyorlardı ah, ama ne çare. Diğer mücahidin durumu ise, Şehid olan kardeşine nazaran daha iyiydi. Vücudunun çeşitli yerlerinde yaralar ve bir iki kırık mevcuttu. Karargâhtaki doktor hemen yaralarını pansuman yapıp kırıkları sardı ve ellerinde bulunan ağrı kesicilerden içirerek ağrılarının dindirilmesine çalıştı. Daha sonra şehidler defnedildi. Kur'an okundu, dualar edildi. Defin işleminden sonra sabah kahvaltısı yaptılar. Kahvaltı dediysek biraz kuru ekme
çökelek ve çay. Neyse ki çayları boldu. Kahvaltının ardından bulundukları tepeden aşağı doğru baktıklarında ise….

DOKUZUNCU BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ONUNCU BÖLÜM Bir rus askeri elinde beyaz bayrak sallıyordu. Mücahidlerden biri de beyaz bayrak alıp onun
yanına indi. Ne istediğini sordu. Rus asker ölü ve yaralılarını almak istediklerini, bu esnada ise herhangi bir çatışma istemediklerini söyledi. Mücahid biraz beklemesini, konuyu komutanına iletmesi gerektiğini söyledi ve yukarı çıktı. Durumu komutan Mus'ab'a bildirdi. Komutan da teklifi kabul etti. Yalnız ölü ve yaralı sayısı hakkında bilgi almaları gerektiğini söyledi ve mücahidi gönderdi. Mücahid aşağıya indi ve komutanının isteğini iletti. Rus askeri de durumu kendi komutanına bildirmesi gerektiğini bildirerek gitti. Bir müddet sonra geri geldi ve isteklerinin kabul edildiğini bildirdi. Mücahid yukarı çıktı ve durumu aktardı. Bunun üzerine mücahidler aşağıya inip rus kayıplarını araştırdılar. Bilanço ağırdı. Rus kayıpları 127 ölü ve hatırı sayılır bir kısmı ağır olmak üzere 215 yaralı. Mücahidler yukarı çıkıp şükür namazı kıldılar ve bol bol dua ettiler. Ruslar gelip ölü ve yaralılarını götürdüler. Aslında fena da olmamıştı. Şayet ölüler götürülmemiş olsaydı yakında kokacak ve mücahidleri rahatsız edeceklerdi. Bu arada yola döşenen patlayıcı için ise uygun bir zaman kollanıyordu.

Bu Esnada Moskova'da
İgor rusların uğradığı hezimeti haber almıştı. Hemen telefonun başına geçmiş ve cepheyi
aramıştı. Karargâh komutanı da ağır yaralılar arasındaydı. İgor telefona çıkan yetkiliye ağza
alınmayacak sözler söylemiş ve oradaki herkesi kazığa oturtacağını belirterek telefonu ka-
patmıştı.
Anlamıyorum, dedi İgor. Nasıl oluyor da bir avuç asi ile başa çıkamıyoruz? Bunlar, bu gücü
nerden buluyor, ölümden korkmuyorlar mı? Bir zamanlar dünyanın ikinci süper gücüydük.
Birini dize getirmek için adımız bile yetiyordu, ama gel gör ki bir avuç asi ile başa çıkamıyoruz.
unu anlamak mümkün değil.
Allah'ın (cc) varlığından habersiz olan İgor'un bunu anlaması elbette mümkün değildi. Şayet
İgor biraz aklını kullanıp "İslâm Tarihi'ni" okuma zahmetine katlansaydı, tüm bunların cevabını
bulurdu. Ama feraset sadece müslümanlara has bir özellikti. Biz İgor'u düşünceleri ile başbaşa
bırakalım ve kafilede son durum ne ona bakalım, İnşallah.

Kafilede Son Durum Tekerleğin patlaması da yaşanan olayların üzerine tuz biber ekmiş ve moraller iyice bozulmuş-
tu. Aslında onlara kalsa hemen geri döneceklerdi ama ne fayda ki emir altındaydılar ve verilen
görevi yerine getirmeliydiler. Başka çareleri de yoktu. Kafilede görevli diğer askerlerin amacı bir
an önce karargâha varıp Meryem'i Mücahidlerin arasına göndermekti. Ondan sonra rahatlayacak
ve geri döneceklerdi. Ama daha önlerinde epeyce meşakkatli bir yol vardı. Onlar bu düşüncelerle
yola devam ederlerken birden…


ONUNCU BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ON BİRİNCİ BÖLÜM

...Rus askerleri ile karşılaştılar. Ruslar arabanın etrafını sardılar ve silahların namlularını
arabadakilere çevirdiler. Araçtakileri aşağıya indirip teker teker aradılar. Tam kötü muamele
yapmaya başlıyacaklardı ki, kafilenini komutanı yanlarında getirdikleri emri gösterdi. Bunun
üzerine rus askerleri hemen esas duruşa geçip özür dilediler. Kafile komutanı rus devriye komu-
tanına, bundan sonra ruslar tarafından herhangi bir kötü muamele maruz kalmamaları, ya da
kazaya kurban gitmemeleri için, diğer rus birliklerine örtülü bir biçimde bilgi verilmesini istedi.
Devriye emri yerine getirdi. Kafile araca binip yola koyuldu.

Çeçen Karargâhında

Bu arada Çeçen Karargâhında bir hareketlenme vardı. Çeşitli islâm ülkelerinden yeni mücahidler
gelmişti. Herkes çok heyecanlıydı. Sanki birbirlerini kırk yıldır tanıyorlarmış gibi, birbirlerine sarıldı-
lar. Duygulu anlar yaşanıyordu. Herkes sevinç gözyaşları döküyordu. Koyu bir muhabbet başla-
mıştı. Yeni gelen mücahidler çok heyacanlıydı. Hemen savaşa girmek istiyorlardı. Komutan Mus'ab
bu istek üzerine gülümsedi. Onlara dua etti ve: "Kardeşlerim siz buraya cihad etmeye geldiniz,
maceraya değil. Şayet hemen düşmana saldırırsak savaş taktiğini bilmeyen ve tecrübesiz olan
siz kardeşlerimizin çoğunu şehid verme durumu ile karşı karşıya kalabiliriz. Biz ise bunu istemiyoruz.
Acele tmenize gerek yok. Savaş istemiyoruz ama maalesef burada savaşmama imkanımız yok.
O istediğiniz an da gelir inşaallah. Ama önce sıkı bir eğitimden geçmeniz lazım. Bugün dinlenin
yarından tezi yok eğitime tabi tutulacaksınız. Hadi bakalım şimdi akşam yemeği vakti, sonra da
akşam namazını kılacağız.
Komutan Mus'ab Alarahman'ı çağırdı ve...

ONBİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64

ONİKİNCİ BÖLÜM

Alarahman! dedi komutan, misafirimiz gelmek üzere, sen şimdi Caharkale'ye (Grozni)
git, gri renkli bir minibüsle gelecek. Kiminle irtibata geçeceğini öğren ve gel. Bu konuda
öğrenebildiğin tüm bilgileri öğren, gözünü dört aç. Hadi Allah (cc) yardımcın olsun.
Tamam, dedi Alarahman. Senin hiç endişen olmasın, elimden geleni yapacağım. Allah'a emanet olasınız.
Alarahman karargahtan aşağıya doğru yola koyuldu. Kimseye görünmemek için
Caharkale'ye ters istikametteki yolu takip ederek ovaya indi. Tanınmamak için kıyafetini değiştirdi, fakir ve dünyadan haberi olmayan bir kişi kılığına girdi. Bir kaç yerde rus noktasından geçti, ama kayda değer bir problemle karşılaşmadı. Caharkale'ye varan Alarahman, mücahidlerin oradaki casusu Mir Hüseyin'in evine gitti. Aralarındaki parola nedeniyle kapıyı üç kere çaldı. Mir Hüseyin etrafı kolaçan ederek kapıyı açtı ve Alarahman'ı içeri aldı. Birbirlerine sarıldılar. Hal hatır sorduktan sonra Mir Hüseyin, Alarahman'a gelişinin sebebini sordu. Alarahman durumu Mir Hüseyine bildirdi. Mir Hüseyin: Aslında ben gelecek olan misafirin kiminle irttibata geçeceğini tahmin ediyorum ama tam emin değilim, dedi.
Alarahman: Kim? diye sordu. Olcayto, dedi Mir Hüseyin. Bunu öğrendiğim iyi oldu, dedi
Alarahman. Böylece işim daha da kolaylaşacak. Şayet misafir geldiğinde Olcayto ile irtibata geçerse bu demektir ki Olcayto bir hain. Bu durumda Olcayto'yu derdest edip ondan Ruslarla ilgili bilgi elde etmek lazım.
Çok dikkatli ol, dedi Mir Hüseyin. Olcayto çok sinsi biri. Sakın ola ki kimliğini açığa çıkaracak harhangibir harekette bulunma. Olcayto karşısındaki kişiyi deşifre etmek için her yola başvurur. En çok yaptığı şey Mücahidlere hakaret etmek. Çok soğukkanlı olmalısın. Ben alıştım ama sen bu konuda daha acemisin, bu yüzden sakın fazla konuşmaya girme.
Anladım dedi, Alarahman. Sen merak etme. Olcayto'nun hesabını sonraya bırakırız. Hem şimdilik onun dirisi bize daha çok faydalı. Bu arada demlenen çaylar geldi. Birer bardak çay dolurdular çaylarından bir yudum almışlardı ki...

ONİKİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

melankolik5288

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Nis 2009
Mesajlar
2,774
Tepki puanı
1,751
Puanları
163
Yaş
36
Selamunaleyküm yüreğinize sağlık devamını sabırsızlıkla bekliyorum
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
Ve aleykum selam ve rahmetullah! Ahan da devam inşaallah. Fiemanillah.
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Mir Hüseyin pencereden dışarıya baktı. Gelen Olcayto'ydu. Alarahmana dönerek: Gelen Şeytan'ın çırağı Olcayto'dur. Sakın ola ki kendini ele verecek bir harekette bulunma. Sen benim köyden gelen yeğenimsin, sakın unutma. Ve çok konuşmaya da girme. Kısa kısa cevap ver. Bunun foyasını meydana çıkarmamız lazım.
Mir Hüseyin kapıyı açtı. Olcayto içeri girdi. Selam verdi. İstemeyerek de olsa selamını aldılar.
Olcayto: Mir Hüseyin kim bu adam? dedi, Olcayto.
Mir Hüseyin: Yeğenimdir, bu sabah köyden geldi.
Olcayto: Ya öyle mi! Demek köyden geldi ha! Ne var ne yok köyde. Köylüler nasıl. Mücahidler geliyor mu köye?
Alarahman: Şehirdekiler nasılsa, köydekiler de öyle. Ruslardan başka da köye gelen yok.
Olcayto: Allah (cc) mücahidlere yardım etsin. Onlardan olmasa ruslar bizi perişan ederdi.
İyi ki mücahidler var.
Olcayto böyle demekle, Alarahman'ın tepkisini ölçüyordu. Alarahman kırk yıllık tiyatro sanatçısı gibi rol yapıyordu. Ser verdi sır vermedi Alarahman. Olcayto daha bir çok şey söyledi ama nafile. Herhangibir şey elde edemeyeceğini anlayınca da çıktı gitti.
Ohh! dedi Mir Hüseyin. Hele şükür, bir an için hiç gitmeyecek sandım. Böylece bu adamın hain olduğu gün gibi ortaya çıktı. Aslında bunu şimdi ortadan kaldırmak vardı ama, ne fayda ki yaşaması bizim için, şimdilak daha hayırlı.
Evet, dedi Alarahman, şimdilik yaşaması daha hayırlı. Gelen misafirim bununla irtibata geçip geçmeyeceğini öğrenmemiz lazım.

Mücahidlerin Karargâhında

Bu arada Mücahidlerin karargâhında hummalı bir faaliyet vardı. Yeni gelen mücahidlerin, eski mücahidlere ve ortama ısınmaları için çalışma yapılıyordu. Fazla zorluk çekmedi yeni gelen mücahidler. Değil mi ki "Müslümanlar kardeşti". O halde yabancılık çekmek niye. Zaten bu kardeşlik duygusu değil miydi onları sıcak yuvalarından ta buraya kadar getiren. Yeni gelen mücahidler, komutandan kendilerine görev verilmesini istediler. Komutan herne kadar onlara misafir olduklarını bir kaç gün daha beklemelerini istediyse de. Mücahidler: "Kardeşlerimiz çalışırken bizim oturmamız yakışık almaz," diyerek buna itiraz ettiler. Bununüzerine Komutan
herkese yapmaları gereken işleri söyledi. Bugünden itibaren, nöbetler bir yeni bir eski mücahid olmak üzere ikişer kişi tarafından tutulacaktı. İçi içlerine sığmıyordu yeni mücahidlerin. Keyiflerine de diyecek yoktu. Diğerleri de görevlendirildikleri işleri yapmak üzere, görev yerlerinin yolunu tuttular.

Kafilede Son Durum

Kafile kayda değer bir problemle karşılaşmadan yoluna devam ediyordu. Ufak tefek bazı aksiliklerin dışında herşey normal gidiyordu. Akşamı geçirecek düzlük bir yer bulmuşlardı.
İlk hadisenin ardından şimdiye kadar dağlık bir yerde mola vermemişlerdi. Şimdiki mola yerleri ise çok güzel bir manzaraya sahipti. Yollarının üzerinde bir dere akıyordu, suyu tertemizdi. Dered ellerini yüzlerini yıkadılar. Etref da yemyeşildi. Sanki cennetten bir köşeydi. Hemen çadırları kurdular, 3 tane çadırları vardı. Çadırlardan birinde Meryem ve diğer kadın asker olan Svetlana kalıyordu. Diğer iki çadırda ise üçer asker kalıyordu.
Akşam yemeğini yiyip çaylarını içmiçlerdi. İçlerinden bazısı ise çay yerine votka içmeyi
tercih etmişti. Vakit bir hayli ilerleyince herkes çadırına çekildi. Bu arada gökyüzü de bulutlanmaya başlamıştı. Onlar buranın iklimine yabancıydılar. Buralarda genellikle temmuz hatta ağustosta bile yağmur yağıyordu. Hava yağışlı ama soğuk değildi. Tam uykuya dalacakları sırada birden...........

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Bir gökgürlemesi sesi duyuldu ve ardından şimşekler çaktı. Dereye en yakın olan çadıra yıldırım vurdu. Çadırdakilerin kısa ve tiz çığlıkları duyuldu. Sonra sesleri kesildi. Yanan çadırın yanarken çıkardığı sesler gelmeye başladı. Herkesin korkudan nerdeyse gözleri yuvalarından fırlamıştı. Bir müddet hepsi hareketsiz kaldı. Neden sonra kendilerine gelir gibi olunca, hemendışarı fırlamışlardı ama çok geçti artık. Çadırdakiler çoktan ölmüşlerdi ve çadırdan da sadece geriye çadır demirleri kalmıştı. Moralleri altüst olmuştu. Kendilerine bu görevi veren İgor'a lanetler yağdırıyorlardı. Ne çare ki ellerinden birşey gelmiyordu. Yanan çadır etrafı aydınlatmıştı. Derenin de ağzına kadar sel suları ile dolduğunu görmüşlerdi. Karşıya geçmek imkansızdı. Bu da başka bir belaydı. Bulundukları yer. Rus birliklerine çok uzaktı ve hem nevaleleri ve hem de yakıtları az kalmıştı. Askerlerden bir çıldırmış gibiydi. Üstüste gelen olaylar aklını başından almıştı. Kafile komutanı askere iki yumruk atmak suretiyle bayıltmıştı.
Yağmur da durmuştu. Hemen kazma küreklerle bir çukur azıp kömüre dönen üç askerin cesedini gömdüler. Taşın yuvarlanması olayından sonra yanlarına en yakın birlikten portatif kazma ve kazma almışlardı. Komutan herkese çadırına girmelerini emretti. Ve uyumaya çalışmalarını söyledi. Uzunca bir süre kimseyi uyku tutmamıştı. Sabaha yakın Meryem kendinden geçti.
Rüyasında anne ve babasını bir kez daha gördü. Annesi şefkatle ona bakıyordu. "Kızım, dedi annesi, başınıza gelenleri görüyorsun. Bütün bunlar sana birer ikazdır. Aklını başına almazsan onların düçar olduğu akıbet seni de bekliyor. Diğer yandan İgor elinde kement ateş çukurunun içerisinden Meryem'e bakıyor ve onu kendine doğru çağırıyordu. Meryem bu sefer geri geri gitmeye başlamıştı. Gittikçe İgor'dan uzaklaşıyordu. Anne ve babası ona gülümseyerek bakıyordu.
Kuşluk vaktinde Meryem uyandı. Hâlâ gördüğü rüyanın etkisindeydi. İçinde Mücahidlere karşı bir sevgi oluşmuştu. Ama bu duygular henüz taze idi. Saf değiştirmesi için yeterli bir güce sahip değildi. Komutanın sesi ile kendine geldi. "Derenin suyunun çekilmesi lazım. Bu durumda burada su çekilene kadar konaklamak zorundayız. Bayanlar çalı çırpı ve yenebilecek otları toplasın biz de av hayvanı aramaya gideceğiz. Yiyeceğimiz ve yakıtımız az. Yakıtımız ancak ilerimizde bulunan karakola kadar yeter. Bu nedenle aracı kullanma lüksümüz yok. Yiyecekleri de idareli kullanmalıyız, dedi ve iki askerle birlikte ormana daldı.

Caharkale'de

Olcayto gittikten sonra. Alarahman Mir Hüseyin'e: Olcayto'yu takip etmemiz lazım. Kiminle görüşüyor bunu öğrenmeliyiz. Onun ardına takabileceğin güvenli biri var mı yoksa ben mi gidiyim," dedi.
Mir Hüseyin: Bu işi çin deneyimli birinin olması lazım. Beni tanır ve hemen farkeder. Bu nedenle de hem biz tehlikeye düşeriz hem de Olcayto kendini gizler. Sanırım senin gitmen daha iyi olur. Tamam, dedi Alarahman. Yalnız kılık değiştirmem lazım. Kolay, dedi Mir Hüseyin. Hemen gidip bodrum kattan eski elbiseler getirdi. Alarahman elbiseleri giydi, sakalının bazı yerlerini beyaza boyadı. Sırtına da bir kambur yerleştirdi. Dilenci kılığına girmişti. Mir Hüseyin etrafı gözetledi, hiç kimsenin olmadığından emin olunca Alarahman'a dışarı çıkmasını söyledi. Alarahman dikkatli bir şekilde dışarı çıktı. Mir Hüseyin'in tarif ettiği istikamete doğru yola koyuldu. Bir evin köşesini dönmüştü ki....

ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ONBEŞİNCİ BÖLÜM

Bir rus devriyesi ile burun buruna geldi. Rus askerleri hain hain bakmaya başladılar.
İlk defa bu adamı görüyorlardı. Alarahman hemen sağır ve dilsiz taklidi yaparak Ruslardan para istedi. Ruslar Alarahman'ın numarasını yuttular. Yüz ifadeleri değişti. Alarahman yakalarına yapıştı bırakmıyor. En son rusların biri cebinden madeni bir para çıkardı, Alarahmana uzattı ve devriye hızla oradan uzaklaştı. Hallerinden: "Nereden çattık bu adama yahu" der gibi bir durum vardı. Alarahman için için gülüyordu. Ama bir dahaki seferi de böyle bir şeyi yapmama kararı almıştı. Çünkü rusların hepsi bunun kadar ahmak ve cömert değildi. Alarahman, Mir Hüseyin'in tarif ettiği yere vardı. Olcayto eve giriyordu. Alarahman bir köşeye oturdu, dileniyormuş gibi yapmaya başladı. Epeyce bir müddet sonra adamın biri Olcayto'nun evine geldi. Etrafına bakındıktan sonra kapıyı çaldı. Alarahman iyice saklanmıştı. Onu
herhangibirinin görmesi mümkün değildi. Olcayto kapıyı açtı, o da sağa sola bakındı ve
adamı içeri aldı. Olcayto'nun penceresinin yanında çalılık benzeri gür bir ağaççık vardı.
Bir adamı rahatlıkla gizleyebilecek durumdaydı. Etrafta da kimseler yoktu. Alarahman
seri bir şekilde o ağaççığın altına girdi. Olcayto ya tedbirsizdi ya da kendinden son derece emin olacak ki pencereyi açık bırakmıştı. Konuşmaları rahatlıkla duyuluyordu. Konuşmalardan içeridekinin rus ve adının da Aleksander olduğu anlaşılıyordu.
Aleksander: Evet Olcayto ne gibi haberlerin var.
Olcayto: Efendim fevkalade bir durum yok. Mir Hüseyin'in evine biri geldi, kontrol etmeye gittim ama korkulacak bir şey yok. Dünyadan haberi olmayan ahmak bir adam.
(Ben sana bunun hesabını sormaz mıyım Olcayto, dedi Alarahman. Ama ne fayda ki
Olcayto'nun daha yaşaması lazımdı. Dirisi ölüsünden daha gerekliydi şimdilik)
Aleksander: Gözünü dört aç Olcayto. Kuş uçmaması lazım. Başımıza gelenleri sen de biliyorsun. Son bir ay içerisinde yüzlerce ölü ve yaralı verdik. Bu nedenle çok dikkatli olmak zorundayız. Asilerin içerisinde bir adamımız olacaktı ki köklerini çok kısa sürede kazırdık.
Neyse o isteğimiz de yakında olacak. Moskova'dan bir kadın geliyor, Çeçen asıllı ama tam bir rus gibi yetişti. Onunla sen irtibata geçeceksin. Onu bir şekilde asilerin içine sokmamız lazım. Sanırım bu çok zor olmayacak. Kendisine bir takım İslâmî bilgiler de verilmiş durumda.
Olcayto: Bu çok iyi olur. O zaman bu kadar sıkıntı çekmeye gerek kalmayacak.
Alarahman duyacaklarını duymuştu. Hemen oradan uzaklaştı. Mir Hüseyin'in evine geldi.
Mir Hüseyin'e durumu anlattı.
Alarahman: Mir Hüseyin, birinin karargâh'a gidip bu duyduklarımı komutana bildirmesi lazım. Bunu yapabilecek kimse varmı?
Mir Hüseyin: Evet, Abdulkadir bunu yapabilir. Sen dinlen ben onu çağırmaya gidiyorum.
Mir Hüseyin çıktı. Bir müddet sonra geri döndü. Yanında 18-20 yaşlarında yağız bir delikanlı duruyordu. Alarahman'a:
İşte Abdulkadir. Ona ne yapması gerektiğini söyle.
Alarahman: Komutana git ve şu duyduklarımı ona teker teker anlat. Benim ne yapmam gerektiğini sor ve komutan ne emrederse onun dediğini yap. Bunları yapabilecek misin?
Abdulkadir: Elbette, ben zaten bu işler için buradayım. Aslında savaşa katılmayı çok
istiyorum ama bana burada ihtiyaç olduğu için buradayım.
Alarahman, Abdulkadir'e dua edip onu gönderdi.

Kafilede Son durum

Askerler dağa gitmişlerdi. Meryem ve Svetlana ise etrafı kolaçan edip, dişe dokunur ne varsa toplamışlardı, ebegümeci, yabani nane, yabani sarımsak, semizotu ve buna benzer daha bir çok şey. Bir müddet sonra askerler döndüler bir tilki vurmuşlardı. Ateş yaktılar tilkiyi yüzüp şişe geçirdiler. Tilkinin eti de mis gibi kokuyordu. Böyle durumlarda doğrusu kaplumbağa bulsalar onu da yiyeceklerdi. Derenin suyu gittikçe düşüyordu. Böyle giderse ertesi gün akşama doğru yola çıkabileceklerdi.

Çeçen Karargâhında

Komutan Mus'ab mücahidleri etrafına toplamıştı. Rutin derslerden birini yapıyordu. Konu Sahabelerin Hayatıydı. Alt başlık Ashâb'ın Yiğitliğiydi. Komutan anlatmaya başladı.
Bezzâr'ın tahricine göre bir gün Ali (ra) (cemaata):
--Ey cemaat! Bana insanların en yiğidinin kim olduğunu söyleyebilir misiniz? diye sorar.
--Sensin, ey mü'minlerin Emiri! derler.
Hz. Ali:
--Filhakika ben, kiminle dövüşmüşsem ondan kâmilen hakkımı almışımdır. (Ama o ben
değilim) siz bana halknı en bahadırını söyleyiniz. Cemaat:
--Biz bilmiyoruz, kimdir?
Ali (ra):...





ONBEŞİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ONALTINCI BÖLÜM


...Ebu Bekir'dir (ra). Çünkü Bedir savaşında biz, Allah Resûlü (sav) için bir çardak yapmıştık.
Müşriklerden birinin Resûlullah'a (sav) saldırmaması için "Peygamber'in yanında kim kalacak?" dediğimizde, vallahi buna Ebû Bekir'den başka yanaşan çıkmamıştı. Sell-i seyf ederek Peygamber Efendimiz'in (sav) başı ucunda o, durmuştu. Müşriklerden biri Resûlullah'a (sav) hücum ettiğinde Ebû Bekir de anında ona karşılık veriyordu. İşte insanların en yiğidi!
Evet kardeşlerim. Sahabelerin yiğitliğini görüyorsunuz. Sahabeler bizim için örnektirler. Sahabelerin hayatlarından alacağımız çok dersler vardır.
Bugünlük dersimiz bu kadar. Yarın inşaallah Hz. Ömer'in (ra) yiğitliğinden bahsedeceğiz. Şimdi hepiniz serbestsiniz. Tim komutanları burada kalsın, onlarla konuşmamız gereken konular var.
Diğerleri hemen oradan ayrılarak, görevli olanlar görev yerlerine diğerleri de uygun yerlerde istirahata çekildiler. Tim komutanları yalnız kalınca Komutan:
Kardeşlerim! dünya çapında ses getirecek bir eylem yapıp içinde bulunduğumuz zulme dikkat çekmemiz lazım. Müslüman ülkeler dahil, maalesef tüm dünya bize duyarsız. Hiç olmazsa müslü-
manların dikkatini çekmeliyiz. Bunun için de Moskova'da bir eylem yapmalıyız. Bu konuda fikri olan söylesin.
Malik: Komutanım çok doğru bir tesbit böyle bir eyleme gerçekten ihtiyacımız var. Ama bu eylemi yapabilmemiz için de araç ve silah ile mühimmat lazım.
Komutan: Elbette ki araç ve mühimmat temin etmeliyiz. Allah'ın (cc) izniyle onları temin ederiz.
Selman: Komutanım ses getirecek bir eylem gerçekleştirmeliyiz ve ben bu eyleme timim ile talibim.
Diğer tim komutanları da göreve talip oldular ama göreve ilk talip olan Selman ve timinin bu iş için görevlendirilmesi kararlaştırıldı. Şimdi sıra araç ve mühimmatın teminine gelmişti.
Komutan bu konularda usta olan Ebubekir'i çağırdı. Ebubekir geldi.
Komutan Ebubekire: Ebubekir....

ONALTINCI BÖLÜMÜN SONU
 

ahmetmeydani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2012
Mesajlar
149
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
64
ONYEDİNCİ BÖLÜM

...Ebubekir! Bize araç ve mühimmat lazım. Şu rus askeri ile irtibata geç, bir miktar para ver ve gerekli malzemeyi temin et. Ebubekir: Başüstüne komutanım! Ben hemen gözetleme yerine gidip, o rus askerinin nöbete gitmesini bekliyeyim.
Komutan: Tamam Ebubekir, Allah yardımcın olsun.
Ebubekir hemen gözetleme yerine gidip rus nöbetçilerini kontrole başladı. Aradan bir saat geçmişti ki Ebubekir'in devamlı irtibata geçtiği rus asker nöbet yerine gitti.
Yeri gelmişken hem bu rus ve hem de diğer rus askerler hakkında biraz bilgi verelim.
Diğer gayri müslim askerler gibi, rus askerleri arasında da sürekli uyuşturucu ve alkol kullanımı yaygındı. Bu rus askeri de uyuşturucu müptelası olan biriydi. Çok cüz-i bir para karşılığı istenilenden daha fazla silah ve benzeri malzeme elde etmek mümkündü. Buna tank, top, araç ve benzeri malzemeler dahildi.
Ebubekir vakit kaybetmeden dağın eteğinden aşağıya doğru inmeye başladı. Dağın yamacı çok dikti. Aşağıya inmek çok meşakkatli ve dikkat isteyen bir işti. Epeyce bir zaman sonra Ebubekir aşağıya inmeyi başardı. Çalılıklar, taşlar ve benzeri engelleyicileri kendisine siper edinen Ebubekir rus askerinin bulunduğu yere yaklaştı. Baykuş sesi gibi bir ses çıkararak rus askerinin dikkatini çekmeyi başardı. Rus askeri etrafına bakındı, kimsenin kendisini görmediğinden emin olunca da Ebubekir'in yanına vardı.
Ne istiyorsun? dedi rus askeri.
Ebubekir: Bir araç ve yeteri kadar silah ile mühimmat ve rus üniforması lazım. Rus askeri: Ne kadar para getirdin?
Ebubekir: 200 dolar.
Rus askeri: 200 dolar yetmez.
Ebubekir: 250 olsun.
Rus askeri: Araç için 100, silah ve mühimmat için 150 ve üniformalar için de 200 dolar istiyorum.
Ebubekir: Bu istediğin miktar çok. En son 300 dolar veririm.
Rus askeri: Olmaz 450 den aşağı olmaz.
Ebubekir: Peki sen bilirsin, ben gidiyorum.
Ebubekir birkaç adım atmıştı ki...

ONYEDİNCİ BÖLÜMÜN SONU
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt