Allah Korkusu ve Sevgisi
M. Ali KAYA
Din duygusu insan kalbinde bulunan “Allah korkusu”dur. Allah’tan korkmayı içine alan ve Allah’ın yasaklarından kaçınmayı gerektiren “Takva” dinin gereği ve özüdür. Tüm peygamberler ve bilhassa bizim peygamberimiz (sav) insanlara Allah’tan korkmayı tavsiye etmişlerdir.[/B] Allah’ı sevmek iddiası boş bir iddiadır. Zira insan ancak beşerî ilişkilerde “sevgi” unsurunu kullanabilir. Allah’ı sevmek bununla karıştırılırsa bu Allah’ın izzetine ve azametine uygun düşmediği için kişi mecazi aşklar gibi Allah’a aşık olması düşünülemez. Bu durumda Allah’ı sevmek emrine ve elçisine itaat şeklinde olabilir. Bir padişahı seven ona “aşık olma” iddiası ile değil, ona her durumda itaat etmesi ve rızasını kazanmaya çalışması şeklinde bunu gösterir. Bu nedenle yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde
“Şayet Allah’ı seviyorsanız, sevme iddiasında bulunuyorsanız peygamberine itaat ediniz ki Allah da sizi sevsin” (Âl-i İmran, 3:31) ferman ederek peygambere itaat olmadığı zaman sevgi iddiasının yalandan ibaret olduğunu ifade etmektedir.
Allah sevgisini ifade eden “Muhabbetullah” ancak Allah’ı tanımak demek olan “Marifetullah”tan sonradır. Marifetullah ise “Allah’a ve Resulüne itaatten” sonradır. İtaatin olmadığı yerde muhabbetullah iddiası şeytanın aldatmasından ibarettir. Nitekim yüce Allah “Şeytan Allah konusunda sizleri aldatmasın” buyurarak, Yahudi ve Hristiyanların
“Bizler Allah’ın sevgilileri ve oğullarıyız” (Mâide, 5:18) “Biz Allah’ı seviyoruz, Allah da bizi seviyor, hal böyle olunda Allah sevdiklerini cehennemde yakmaz”(Bakara, 2:111) buyurarak günah işlemeye cesaret bulur ve nefsini arzularından geri çevirmez her türlü günahı işlemekten geri durmazlar. Henüz buluğ çağına gelmeyen çocuklara Allah konusunda bilgi verirken elbette azap eden ve cehenneme insanlar dolduran bir Allah inancı anlatılmamalıdır. Allah’ın rahmeti ve nimetleri daha çoktur ve bunların anlatılması, her şeyin Allah’ın nimeti olduğunu ve mün’im-i hakikinin Allah olduğunu anlatmak gerekir. Bu onların kalbinde ve gönlünde Allah’a karşı bir sevgi oluşturur. Ancak bu işin bir yönüdür. Diğer yönü de Allah’ın kâfirlere ve isyankârlara azap etmesidir. Allah mü’min ve muvahhitleri sever, kâfir ve münafıklardan, zalimlerden ve fasıklardan intikamını alır. Allah’ın celal ve gadabı da bunu gerektirir. Allah’ın nimetleri ne derece çok ise azabı ve kahrı da o derece fazladır. Her ikisini de dengeli bir şekilde anlatmak ve öğretmek gerekir.
İnsan kalbinde bulunan “Sevgi ve Korku” her ikisi de Allah’a yönelmeli ve kalbin derununa “Muhabbetullah” ve “Haşyetullah” şeklinde yerleşmesi gerekir. işte bu durumda “Takva” kalbde yerleşmiş olur. O insan da günahlardan sakınarak tam bir “müttaki” olur. Allah korkusunun ve sevgisinin ölçüsü itaattir. Allah korkusu kişiyi günahlardan uzaklaştırırken, Allah sevgisi de ibadete ve itaate sevk eder ve etmelidir. Bu ikisi bulunmazsa kişinin Allah sevgisi ve kokusu boş bir iddiadan ibaret kalır. Bu konuda şaşmaz ölçü “İtaat ve ibadettir.” Zira korkunun alameti günahlardan sakınmak, sevginin alameti ise ibadete yönelmektir.
Kul Allah’ı niçin sever?
Sevginin kaynağı “kemal, cemal ve ihsandır.” Mükemmel olan her şey sevgiye layıktır. Bir şey ne kadar mükemmel ise insan ona meftun olur, kemalini gördükçe ona olan sevgisi de artar. Güzellik de kalben sevilen bir sıfattır. Bir şey ya bizzat güzeldir veya sonuçları itibarıyla güzeldir. İnsanın güzel olan şeylere karşı muhabbeti vardır. Ondaki güzellik ne derece mükemmel ise sevgi de o derece fazlalaşır. Sonunda hayran olmaya kadar gider. Yine bir şeyin sonunun güzel olduğunu bilirse ona kavuşmak için çekilen sıkıntı ve meşakkati de insan sevmeye başlar. Sonunda başarı olan çalışma ve yorgunluğu sevmek ve sabırla buna devam etmek bunun içindir. İhsan ise bizzat sevilir. Zira “
insan ihsanın ve kendisine iyilik yapanın kölesidir.” Herkes kendisine karşılıksız vereni ve yardımcı olanı sever, insan olarak yapılan iyiliğin ve ihsanın altında kalmak ve ezilmek istemez. Mutlaka o da kendisine ihsan ve ikramda bulunana bir şeyler yapmak ister. İşte insan Allah’ın kemalini, cemalini ve ihsanını gördükçe ve anladıkça ona olan sevgisi artar. Bu nedenle muallimlerin ve vaizlerin sohbet ve öğretilerinde Allah’ın kemalinden, cemalinden ve ihsanından çokça bahsetmeleri gerekir.
Kişi neden Allah’tan korkmalıdır?
Allah sonsuz celal, azamet ve kudret sahibidir. Azamet ve büyüklük, kudret ve celal kalplerde korku meydana getirir. Bu nedenledir ki insan depremden, yelden ve selden korkar. Çünkü bunlar Allah’ın kahr ve azabının hafif bir tecellisidir. Aynı şekilde kendisini zehirleyecek olan yılandan ve parçalayacak olan aslandan kokar. Bunlar da Allah’ın kahr ve azabının küçük bir tecellisidir. Aynı şekilde insan ölümden ve cehennemden korkar, zira bunlar da Allah’ın kahrının tecellisidir. Hayat cemalinin tezahürü olduğu gibi ölüm de kahrının tecellisidir. İnsanın Allah’tan korkması kahrın, azabın, cezanın ve insana zarar veren bütün şerlerin Allah’tan geldiğini ve onun emir ve iradesi ile olduğunu bilmesinden kaynaklanır. Lütuf ve ihsan Allah’tan olduğu gibi bunun zıddı olan kahr ve azap da Allah’tandır. Öyle ise kişi Allah’ın kahrına ve azabına uğramaması için korkarak günahlardan sakınması gerekir. Zira mükâfatın vesilesi itaat ve ibadet olduğu gibi, kahrın ve azabın vesilesi, sebebi ve celp edicisi de günahlar ve isyanlardır. Bu nedenle Allah’tan korkmak aklın, vicdanın ve dinin gereğidir. İnsanın itaat ve iyilikte bulunması, hayra ve ibadete yönelmesi ancak Allah’ın azabından ve ikabından korkarak günahlardan sakınması iledir. Şerden ve günahtan kaçmadan hayra yönelmek mümkün değildir. Bunun için peygamberimiz (sav) “
Hikmetin başı Allah korkusudur” (Münavi, Feyzu’l-Kadir, 3:547) buyurmuşlardır.
Yüce Allah Kendisinden Korkmamızı İster:
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “
Şayet inanıyorsanız düşmandan, mahlukattan değil benden korkun!” (Âl-i İmran, 3:175) buyurur. Ayrıca Allah’ı bilen ve tanıyanların Allah’tan daha çok korkacaklarını ifade etmek için “Allah’ın
kulları içinde gereği gibi Allah’tan korkanların ancak alimler olduğunu” (Fatır, 35:28) açıkça ifade eder. İnsanın Allah’ı sevmesi aşığın maşuğunu sevmesi ve Allah’tan korkması padişahtan korkması şeklinde değildir ve böyle anlaşılmamalıdır. Allah sevgisi olan muhabbetullah kulun Allah’a itaati ve mahlukata şefkatle muamele etmesi şeklindedir. Böyle bir arif “yaratılanı yaratandan dolayı sever ve onlara şefkatle muamele eder, değerini ve kıymetini biler, israfa ve zulme yönelmez. Muhabbetullahın ölçüsü budur.
Aynı şekilde Allah korkusu da günahlardan sakınmak ve ibadete yönelmek şeklindedir. Bu korkuya “Haşyetullah” denir. Haşyet, içerisinde kuru bir korku barındırmayan, mahlukattan korkmaya ve kaçmaya benzemeyen, kişiyi Allah’a yaklaştırmaya, azamet ve kudretine hayran olmaya sevk eden, Allah’tan uzaklaştırmayan ve yakınlaştıran bir korkudur. Bir kısım ârifler bu korkuyu çocuğun annesinin tokatlarından kaçarak yine şefkatli sinesine sığınmasına benzetirler. Allah korkusunun alameti ve gereği Allah’a itaat ve günahlardan kaçınmadır. Bu nedenle peygamberimiz (sav) “İsmet” sıfatına dikkatimizi çekerek “Allah’tan en çok korkanınız benim!” buyurmuşlar ve “
Ben hem namaz kılarım, hem gece uyurum. Hem oruç tutarım hem de iftar ederim. Kadınlarla da evlenirim. Bedeninizin üzerinizde hakkı vardır, eşlerinizin üzerinizde hakkı vardır” (Ebu Davud, Salat, 317) buyurarak Allah korkusunun dengeli bir şekilde ihkak-ı hak etmek, her hak sahibine hakkını vererek adalet ve hakkaniyeti gözetmek, birini yaparken diğerini ihmal etmemek şeklinde ümmetine ders vermiştir.
Mü’minlerin Allah korkusu nasıl olmalıdır?
Mü’minlerin imana dayanan Allah korkusu farklıdır ve itaati gerekli kılar. Bu nedenle yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde
“İman edenlerin Allah’a olan sevgisi müşriklerin kendilerine ilah edindikleri şeylere olan sevgisinden daha fazladır” (Bakara, 2:165) buyurur. Mü’minlerin sevgisi iddiadan öte itaate ve amele dayanan bir sevgidir. Muhabbetullah ancak “Marifetullah” sırrına eren havas tabakasının anlayacağı ve yanlış yorumlamayacağı bir makam olduğu ve avam sevgiyi daha çok “mecazi sevgi” “mecazi aşk” ola mahlukata olan sevgi ile karıştıracakları için peygamberimiz (sav) sabah akşam namazlardan sonra okumayı teşvik ettiği Haşr Suresinin son ayetlerinde yüce Allah şöyle buyurur:
“Ey İman edenler! Allah’tan korkun! Herkes yarın için ne gönderdiğine baksın. Allah’tan korkun! Muhakkak ki Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdardır” (Haşr, 59:18) buyurarak halkın Allah’tan korkmasını ve günahlardan sakınmalarını öğütler. Yüce Allah yine Teğabün Suresinde
“Gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun. Dinleyin ve itaat edin, kendi hayrınız ve menfaatiniz için infak edin. Kim nefsini cimrilikten korursa onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir” (Tegabün, 64:16) buyurarak emrolunan şeylerde gücün yettiği kadar itaatle mükellef olan insan, yasaklanan şeylerde ise kesinlikle uzak duracaktır. Haramlardan kaçmaya gücüm yetmiyor” şeklinde bir bahane olamaz.
Sonuçta haramı yapmamak bir güç ve fiil istemez. Emredilenleri ise insan ancak gücü nispetinde yapabilir; zira yapmak fiili bir çabayı ve gücü gerektirir. Bu nedenle peygamberimiz (sav) “Size emrettiğim hususlarda gücünüz yettiğince itaat ediniz. Yasakladığım hususlarda ise kesinlikle kaçınınız” (Buhari, İ’tisam, 2; Müslim, Fedail, 130; Hac, 412; İbn-i Mâce, Menâsik, 2) buyurmuşlardır.
Sonuç olarak: Allah’ın celali ve cemâlî isimleri ve bu iki silsileyi takip eden celâlî ve cemâlî tecellileri vardır. Bu iki tecelli havf ve reca, ümit ve korku, muhabbet ve haşyet şeklinde tezahür etmektedir. Bu iki dengeyi korumak gerekir. Allah sevgisi ve korkusu kuşun uçmasını sağlayan iki kanat gibidir. Yerine göre ikisini de ihmal etmemek gerekir. Dengeli bir şekilde devam ettirmek “sırat köprüsünü geçmek” gibidir. Sonuçta cennet ve cehennem şeklinde tecelli edecektir.