Bir Mektuba Başlanmıştı...
Bir Mektuba Başlanmıştı...
Bir Mektuba Başlanmıştı...
Mehmet SUCU
"Sevgili Saniyeciğim;
Bu mektubu şu çöl akşamında, iki kızımız ve senden uzakta sizleri hayal ederek bitirmek istiyorum..." sözleriyle bir mektuba başlanmıştı.
I. Dünya Savaşı yıllarıydı. Yıl 1915, aylardan ekim, günlerden cumaydı. Yüzbaşı Sermet Fahir Efendinin mektubuydu bu. Sermet Fahir Efendi, 38. Alay 24. Tabur 31. Bölük Kumandanı'ydı. İngilizlerden Mısır'ı ve Kanal’ı geri almak için yola çıkan orduyu kahraman yüzbaşı Anadolu'ya getiriyordu. Vazifesini müdrikti. Kendisine emanet edilen Mehmetleri ailelerine sağ salim teslim etmeliydi. Her Mehmet'in bir bekleyeni vardı. Sermet Fahir de bekleniyordu. Sahralar yağmuru, tohumlar baharı, geceler neharı nasıl beklerse, o da öyle bekleniyordu. Saniye Hanımefendi bekliyordu Sermet Fahir Efendi'yi. Ama o kendini düşünmüyordu. Komutası altındaki Mehmetlerin kurtulmasını, bekleyenlerine kavuşmasını düşünüyordu. Zaman zaman bu zorlu yolculukta pusuya düşürülüyor, her yönden taarruza uğruyorlardı. Kim bilir kaç taarruz püskürttüler, ne zahmetler yaşadılar…
Mukaddes değerlerin korunması/yüceltilmesi misyonu ve tazecik fidanlardan oluşan bir topluluğun mesuliyeti onun omuzlarına yüklenmişti. Hangi vazifenin eri kılınmışsa, onu bihakkın yapmalıydı. Yoksa en ulvî değerler geleceğe nasıl taşınabilir, Hakk'ın hatırı başka türlü nasıl âli tutulabilirdi ki?
Bir avuç aldatılmış bedevinin yol gösterdiği İngilizlerdi, karşılarındaki. Mısır'ı, Süveyş Kanalı'nı almak belli ki tatmin etmemişti onları. Mehmetçiğin Anadolu'ya -Son Karakol'a- ulaşmasına mâni olmak istiyorlardı. Dönüş yolundaki ordu, bu sefer Birüssebi denen mevkide gündüzün kavurucu sıcağı, yerini gecenin ayazına bıraktığı noktada konaklamıştı. Sermet Fahir Efendi bu mola yerinde biraz dinlendikten sonra mektubuna başlamıştı: "Sevgili Saniyeciğim, bu mektubu şu çöl akşamında, iki kızımız ve senden uzakta...." Bu mektupta kin yoktu, sevgi vardı; şikâyet yoktu, metanet vardı; nefret yoktu, hasret vardı; isyan yoktu, rıza vardı. Hakk uğrunda yaşamayı ve ölmeyi, boyunda taşınan ve iki tarafı da kullanılan madalyon gibi kabullenme vardı. Hayatı ölüm kadar reddetme, ölümü hayat kadar yaşanabilir görme anlayışı vardı.
Tam bu sırada Yozgatlı Emir Eri Emin Çavuş çadırdan içeri girdi. Yüzbaşı, başını mektuptan kaldırdı. Elindeki kamış kalemi masaya bıraktı, ne olduğunu sordu. Yozgatlı Emin Çavuş, karşı tepenin ardında hareket eden karaltılar gördüklerini, anlaşılmaz sözler duyduklarını aktardı. Emin Çavuş, komutana, "Müsaade ederseniz bir keşif kolu çıkaralım, etrafı bir kolaçan edelim." dedi. Sermet Fahir Efendi, biraz düşündü. İzin vermedi, veremezdi. Çünkü Emin Çavuş'un, memleketinden baba olduğunu bildiren haberi hatırladı. İzin veremezdi, vermedi. Taze babayla taze bebeyi ayırmayı içine sindiremedi. İhtimal ki "Sen yeni baba oldun, bebenin yüzünü görmeden nereye?" dedi. Başkasını yaşatmak için ölmek hizmetti. Hayatta kalmak ücret olduğu için, hizmette önde ücrette geride kalmak iktiza ettiği için izin veremezdi, vermedi.
Fahir Efendi: "Ben önden gideyim, sen bana birkaç el bombası hazırla. Keşif koluyla siz beni arkadan takip edin." dedi. Karanlık gecede yüzbaşı ve peşindekiler sürüne sürüne karartıların yakınına vardılar. Fahir Efendi elindeki iki bomba ile aşağıdakileri haklayacağını hesapladı. Yüzbaşı, çocukluğundan beri dilinden hiç düşürmediği Âyete'l Kürsi'yi okudu ve ayağa kalkıp el bombasını savurdu. Bir infilak... Bomba hedefini bulmuştu. Diğer bomba sağ elindeydi. Besmele çekip bunu da fırlattı. Bir feryat daha koptu. Yüzbaşı, kum tepesinin dibindeki askerlerine kendisini takip etmeleri için işaret verdi.
Bombası kalmamıştı; ama tabancasında birkaç mermi vardı. Onlar da harcanacaktı. Bir müddet sürünerek hedefe biraz daha yaklaştı. Bu arada düşman da toparlanmıştı. Ortalık birden aydınlandı. Daire şeklinde bir ışık, Sermet Fahir Efendinin bulunduğu tepeciği tarıyordu. Sermet Fahir sağa sola sürünerek ışıktan kurtulmaya çalıştı; ama projektörden kurtulamadı, gözleri kamaşmıştı... Az sonra düşman makineleri üzerine boşaldı. Arkasından bir Kelime-i Şehadet, sonra bir şehit...
....
"Sana mı kıydılar yüzbaşım, hele kurban olayım az dayan, var geliriz yüzbaşım, hele bir dayan, kor muyuz kanını düşman eline." Ses Yozgatlı Emin Çavuş'undur. Emin Çavuş ve arkadaşları kumandanlarının bulunduğu yere vardılar; ama Sermet Fahir Efendi artık askeriyeden terhis olup, şehitler ordusuna katılmıştır.
Sermet Fahir Efendinin ömrü düşmanın imhasını görmeye yetmemişti. Emin Çavuş ve arkadaşları ihtimal ki düşmanı haklamışlardı. Yoksa Emin Çavuş, Sermet Fahir Efendinin mektubunu sahibine nasıl ulaştırıverirdi? Evet, Sermet Fahir Efendi'nin mektubu yarım kalmıştı. Yazdıklarıyla sevdiğine, çocuklarına özlemini dile getirmiş; yazamadıklarıyla, yani yaşadıklarıyla ayrı bir şahsiyet timsali olduğunu ortaya koymuştu. Yaşatmak için yaşamak vardı, hattâ yaşatmak için ölmek... En önemlisi; Sermet Fahir Efendi, Emin Çavuşu bebesine; Emin Çavuş, Sermet Fahir Efendiyi biiznillah Saniye'sine kavuşturdu:
"Sevgili Saniyeciğim;
Bu mektubu şu çöl akşamında, iki kızımız ve senden uzakta, sizleri hayal ederek bitirmek istiyorum. Ve yine istiyorum ki bu mektup hiç bitmesin.."
Saniye Hanımefendi aldı mektubu göğsüne bastırdı; kokladı, öptü, Sermet'inin kokusunu aradı, ağladı ağladı. Onunki ayrı bir destandı. Cephe gerisinde yazılan destanların cephede yazılanlardan farkı yoktu. Bir mektup yarım kalmıştı. Saniye Hanım, senelerce Sermet'ine kavuşacağı anı bekledi. Sevgisi hiç eksilmedi. Seneler sonra kendisiyle görüşen bir yazara, Saniye Hanım şöyle diyordu: "Şehitler ki evliya mertebesindedirler; beyime malum olmuş mektubu bitiremeyeceği... Çavuşu Emin'in bu mektubu bana getirip verdiği altmış yıldan bu tarafa kaç kez okudum, kaç kez ağladım, kaç kez ölüp ölüp dirildim bilemem. Ama ölmedim beyim, Sermet'im hiç yanı başımdan ayrılmadı. -Çamlıca tepelerine dönerek 'İşte' dedi- orada bulutların ötesinde akşama izin verecekler, verecekler ve gelip soframdaki minderine yine bağdaş kuracak. Cepheye gitmeden bir gece evvelki soframızda olduğu gibi…"
Saniye Hanımefendi ile konuşan yazarımızın çok güzel ifade ettiği gibi diyoruz: "Şimdi dostlar, yerinizden doğrulun ve ellerinizi semaya açarak Yüzbaşı Sermet Fahir Efendi'ye, üç milyona yakın şehit ve gaziye vede bu azız vatan ve tum ıslam cografyalarında yıtırdıgımız mukaddes suhedalarımızın ve fahrı kaınat efedımızın ruhu serıflerıne bır fatıha okuyalım . saygıdan ve sevgıdendır . ınsaallah