RE: AİLEMİZ VE BU AİLEDE BİZE DÜŞENLER
Hayat devam ediyor ve biz sürekli konuşuyoruz. Ailede, apartmanda, işte, okulda, sokakta, alış–verişlerde sürekli konuşuyoruz. Peki, konuşmamızın güzelleşmesi ve hikmetle buluşması için neler yapmamız gerekiyor? Efendimizin sav Ya hayır söyle, ya da sus ikazı ne kadar kulağımıza küpe? Yarınımızın geleceği çocuklarımıza bu konuda ne kadar yardımcı olabiliyoruz, yahut bu konuda kendimiz acaba ne kadar yeterliyiz, hiç kendimizi sorguluyor muyuz? 0–15 yaş arası çocuk ve gençlerin güzel konuşma, meramını güzel ifade etme, konuşurken edepli ve edebi olabilme, söz sanatlarını bilip uygulayabilmelerinde ne kadar faydamız dokunuyor? Huzurlu ve sağlıklı bir iletişime sahip bir aile ortamını sağlayabilmek için konuşma ve kendini ifade etme anlamında çok çalışmamız gerekiyor. Bu dosyamızda bu konuya ışık tutabilecek ana başlıklar belirlemeye çalıştık. Her konuda olduğu gibi bunda da ilk sırayı çocuk eğitimi alıyor. Eğitimci–yazar Ali Çolak, çocuk eğitiminin artık anne karnında başladığını belirterek, “Dolayısıyla dil eğitiminin de anne karnında başlayacağını söylemek yanlış olmasa gerek.” diyor. Çünkü ona göre, çocuğun psikolojisi annenin hamilelik dönemindeki yaşantısıyla doğrudan ilişkili. Mutlu bir hamilelik süreci geçiren annelerin çocukları daha rahat, sıkıntılı bir dönem geçiren annelerin çocukları ise daha stresli oluyor. Bilinçli anneler özellikle hamilelik döneminde çocuklarına kitap okuyor, Kur’an ve müzik dinletiyorlar. Çocuğun bundan etkilendiği ve olumlu tepki verdiği ise bilimsel olarak belirlenmiş durumda. Dil öğrenme konusunda Türkiye’de ciddi bir sıkıntı var. Ali Çolak, “Türkiye’de ailede bir dil eğitimi verildiği söylenemez. Biz anadilimizi sokakta öğreniriz. Sokaktan öğrendiğimiz yanlış kalıplar ve sokak diliyle eğitime, hayata başlarız.” diyor. Sokak dilinin düzelebilmesi için de herkesin kapısının önünü süpürme anlamında konuşmasını güzelleştirmesi gerekiyor. Genç neslin özellikle de TV dizilerinden etkilenen öğrencilerin ilginç bir dil kullanımı gelişmiş durumda. Ali Çolak, “Bu dili bilmeyenler hayretler içinde kalabilirler. 12–17 yaş arası kuşak kendine has bir dil kullanıyor. Hatta dil de kullanmıyor ünlemlerle, beden diliyle ve tamamen reklam filmlerinden alınmış repliklerle anlaşıyor ve bir takım garip sesler çıkarıyor. Okulların dağılma saatinde bir lisenin önüne gidin, teybinizi açın çok korkutucu bir dille karşılaşacaksınız.” diyor. Düşünebilmek için kavramlar, mefhumlar ve sözcükler gerekiyor. Hiçbirisi yoksa geriye konuşmak değil “anlaşmak” kalıyor ki, ona da tarzanca deniyor. Çolak, “Dil düşüncenin ürünüdür. Düşünüyorsanız dil vardır. Kelime hazineniz ne kadar kıtsa, düşünce zenginliğiniz de o kadar kıttır.” diyerek kavramlar ve semboller dünyasının önemine dikkat çekiyor. Anadil sevgisini ve edebiyatımızı inşa eden muhteşem edebi metinleri okumak ve onlarla muhatap olabilmenin lezzetini yaşamak ve genç nesillere aktarabilmek gerekiyor. Çocuklar elbette Batı’dan ve Doğu’dan birçok dili öğrenecek. Ancak, uzmanların uzlaştığı bir ortak nokta var ki, kendi dilini yeterince öğrenememiş, kendi diline hakim olamamış hiçbir insanın bir başka dile hakim olabilmesi mümkün değil.