Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Aile Kitapliği (3 Kullanıcı)

sivetok

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,251
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
18
Web Sitesi
img141.imageshack.us
Güne, ailece yapılan kahvaltıyla başlayın

kahvalti.jpg

Sabah kahvaltısı aile birlikteliği açısından çok önemli.
Günümüz şartları, az zamanda çok şey yapmayı, evinize, çocuklarınıza, kendinize iyi bakmanızı, işinizi başarılı bir şekilde devam ettirmeyi gerektiriyor.



Tüm bu hızlı tempo ve yapılması gerekenlerin yoğunluğu, evlilik hayatında araya çocukların da girmesiyle eşlerin görüşmelerini ve birbirlerine vakit ayırmalarını asgariye indirebiliyor. Gerçek şu ki, eşiniz hayat yolunda beraber yürüdüğünüz arkadaşınız, can yoldaşınız. Bu nedenle yoğun ve türlü sıkıntıyla geçen hayatınızda, evliliğinizi korumak ve beslemek için bazı şeylere dikkat etmeniz gerekiyor. Ve ailecek yapılacak kahvaltılar da bunlardan biri.

Birçok ailede mesai günlerindeki sabah saatleri genellikle telaş içinde geçen koşuşturmalı saatlerdir. İşe gidecekler, okula gidecekler, hele anne de çalışıyorsa bu telaş biraz daha fazlaca yaşanabiliyor. Tüm bunlara rağmen, üşengeçlik göstermeden biraz daha erken kalkmak ve kahvaltıyı bir öncelik haline getirmek önemlidir. Aile fertleri, kendilerine gün içinde gerekli olacak hem maddi hem de manevi enerjiyi sağlıklı bir kahvaltıyla alabilirler. Ama kimi zaman sabah saatlerinde iştahsızlık kimi zaman yorgunluk ve zamansızlık gerekçe gösterilerek aile fertleri kahvaltı yapmadan, alelacele evden çıkıyor. Oysaki bizim değerlerimizde sabah seher vaktinde geçirilen zamana ve güne erken başlamaya ayrı bir önem verilir. Kahvaltısız başlanan bir gün, yorgun, stresli ve konsantrasyon bozukluklarıyla geçiyor. Çocuğunuz içinse sabah alınacak besinler, onun güne zinde ve öğrenmeye hazır biçimde başlamasının yanında, yetişkinlik dönemi boyunca sağlıklı bir beslenme kültürü oluşturması açısından önemli.

Sabahın erken vaktinde yaşanan iştahsızlığı aşmanın en kolay yolu kahvaltıyı tüm aile fertleriyle birlikte yapmaktır. Bu sayede, hem sağlıklı beslenmenin hem de aile içinde sevgi bağlarının güçlenerek güne birlikte başlamanın keyfi yaşanabilir. Özellikle de birbirine zaman ayıramamaktan şikâyetçi olan çiftler için uyku mahmurluğunu yenip kahvaltıyla güne erken başlamaları bulunmaz bir fırsat olabilir.

Güzel bir kahvaltıdan sonra hanımların eşini ve çocuklarını sevgi dokunuşları ve dua ile uğurlaması, aile içinde sevgi bağlarını güçlendirirken hem de geleceğin eşleri olacak çocuklarımız için iyi birer model oluşturacaktır. Aynı şekilde evin beyleri de müsait oldukları ölçüde bunu yapmalılar.

* Psikolojik Danışman

Abdullah Purtaş*
Zaman
13 Aralık 2007, Perşembe
 

sivetok

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,251
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
18
Web Sitesi
img141.imageshack.us
Ödev yapmıyor! diye şikâyet eden anne babaların da bitirmesi gereken ödevler var!

Ödev yapmıyor! diye şikâyet eden anne babaların da bitirmesi gereken ödevler var!


aile.jpg


Birçok aile için ortak nokta çocukların ev ödevlerine karşı gösterdikleri dirençtir. Aileler suçu genelde çocukta bulur. Ama başarılı bir eğitim hayatı için anne-babaların da yapması gereken ev ödevleri olduğunu hiç düşündünüz mü?

Eğitim hayatının vazgeçilmez ögesi olan "ev ödevi" birçok öğrenci için kâbus niteliğinde olabiliyor. Okula ve derslere ısınamamış, sorumluluğunun farkında olamayan çocuklar ödevlerini aksatıp, ders çalışma tempolarını düşürebiliyor. Ancak buna karşılık anne ve babalar bu sorunu aşabilmek için pedagojiyle bağdaşmayan çeşitli yöntemlere başvurabiliyor. Ev ödevleri çocuklara öz disiplini, sorumluluk duygusunu, ders çalışma alışkanlığını kazandırmak ve öğrendiklerini pekiştirmek amacıyla veriliyor. Ev ödevleri, öğrenci ile anne ve babası arasında iletişime sebep olan bir metottur. Eve getirilen her ödev bir sürü soru, kargaşa ve olumsuz duyguyu da beraberinde getirebilir ve bunlar sizinle çocuğunuz arasında problem çıkmasına neden olabilir. Çocuklara, sınıfta eğitim ve öğretim adına öğretilenler kuramsal olarak kazanım sağlasa da evde bunların uygulamaya geçilmesi ve alışkanlık haline gelmesi adına anne ve babaya da görevler düşmektedir.

Anne-babalar düzenli aralıklarla öğretmenler ile görüşerek, ev ödevleri hakkındaki tutum ve beklentilerinin nasıl olması gerektiğini, çocuklarına ev ödevlerinde nasıl yardımcı olacaklarını öğrenmeli.

Çocuğunuzun ders çalışmasına veya ev ödevini yapmamasına sebep olabilecek olumsuz ortamların ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Çocuğunuzun rahat çalışabileceği bir odası ve odasında dikkatini dağıtmayacak bir ortamın sağlanması, çalışması için gerekli araç-gerecinin olması, odanın ısısının ve aydınlatmasının yeterli olması ödevlerini yapılmasını kolaylaştıracaktır. Çocuğunuzun ders çalışmasına ve ödev yapmasına engel olabilecek televizyon, internet, müzik, arkadaş grubu, telefon vb. etmenler çalışmaya ve ödevlerin yapmasına engel olabilir. Ama çocuğun sosyal gelişimi adına faydalı olsa da bunlara ayıracağı zaman çocukla birlikte planlanmalı ama tamamen ortadan kaldırılmamalı.

Eğer çocuğunuzun bir odası yoksa, evin bir yerinin ders çalışma köşesi olarak oluşturulması ve bu yerinin sabitleştirilmesi çocuğunuza sunulabilecek alternatif olarak değerlendirilebilir. Çocuğunuzla dersini çalışması ve ödevini yapması adına zamanının planlaması yapılmalı ve televizyon seyretmeye, internet, arkadaş gruplarıyla olmaya ve benzer sosyal faaliyetler de hazırlanan bu planlamanın içinde yer almalı.

Anne ve babaların aşırı derecede denetleyici, baskıcı, sürekli uyarıcı ve cezalandırıcı oluşu çocukların ödevlerden hoşlanmamasına sebep olur. Yardım istediği anda çocuğunuzun yanında olduğunuzu hissettirmeniz ödev yapma ve ders çalışma ile ilgili oluşabilecek birçok problemleri ilk baştan çözecektir. Ayrıca çocuğun ödevini bitirince takdir edilmesi öz güven ve öz disiplininin gelişmesini sağlayacaktır. *Psikolojik danışman

Şenol Yiğit*
Zaman
11 Aralık 2007, Salı
 

sivetok

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,251
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
18
Web Sitesi
img141.imageshack.us
Annenin endişesi bebekte gaz yapıyor

Annenin endişesi bebekte gaz yapıyor

sut.jpg



Bebeğinizdeki aşırı ağlama ve huysuzluk gaz sancısının habercisi olabilir. Gaz sancılarına ise birçok farklı etken yol açabiliyor. Özellikle annenin endişeli ve gerilimli hali, bebeklerde kendini gaz sancısı olarak gösterebiliyor.



Bebeklerde günde üç saatten fazla süren ve sebebi belli olmayan aşırı ağlama ve huysuzluk hali olarak tanımlanan gaz sancısı (kolik) yeni doğan her on bebekten birini etkiliyor. Genellikle bebekliğin ikinci ve üçüncü haftasında başlayan ve beşinci ayın sonuna kadar devam eden gaz sancıları, genelde iyi beslenen ve çok emen bebeklerde görülüyor. Annenin endişeli hali, doğum sonrası depresyon, annenin hamilelikte ve emzirme sırasında sigara kullanması gibi etkenler de gaz sancılarını tetikliyor. Sema Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Köksal Binnetoğlu, "Kolikli bebekler, haftada birkaç gün, iki veya üç saat ağlayabilirler. Kolik nöbetleri, birkaç dakika sürebileceği gibi, üç saat ya da daha uzun bir süre devam edebilir. Ataklar genelde akşam saatlerinde başlar ve gece 23.00-24.00 gibi sonlanır.'' şeklinde konuşuyor. Bu süreçte bebeklerdeki ağlamalar genellikle aniden başlar ve belirli bir sebebi yoktur. Ağrı esnasında bebek kızarır, kakasını yapar gibi olur ve ayaklarını karnına çeker. Sancıların, anne ve babanın kötü bakımı ile ilgili olmadığını belirten Dr. Binnetoğlu, ebeveynleri kendilerini suçlamamaları ve sakin olmaları konusunda uyardı.

Öte yandan uzmanlar, bebeğinizde kolik olduğunu düşünüyorsanız, problemin sebebinin bir hastalık olup olmadığını netleştirmek için bir uzmana başvurmayı öneriyor. Çünkü bazen, ortakulak enfeksiyonu, idrar yolu enfeksiyonu, göze yabancı cisim kaçması gibi rahatsızlıklar da kolik ağrısına benzer ağlama krizlerine sebep olabiliyor.

Gaz sancısının sebepleri

İnek sütüne alerji ya da aşırı duyarlılık

Olgunlaşmamış sindirim sisteminin sebep olduğu güçlü bağırsak kasılmaları

Yanlış emzirme tekniği (anne göğsünün uç kısmının emilmesi ve bebeğin hava yutması)

Bebeğinizdeki hormonal değişiklikler

Annenin endişeli hali, doğum sonrası depresyon

Annenin sigara kullanması


Gaz sancısı çeken bebekler için ne yapılabilir?

Kucağınıza alın ve sakinleştirmeye çalışın; bu, bebeği gevşetir ve uyutur.

Kucağınızda gezdirirken sırtına yavaşça masaj yapın.

Hafif ısıtılmış bir havlu ile karnına masaj yapın.

Elektrikli süpürge, saç kurutma makinesi ya da başka bir cihazla ritmik hareket ve ses oluşturun

Bebeğinizi dizlerinize midesinin üstüne yatırın ve sırtını ovuşturun.

Kendini rahat ve güvende hissetmesi için bebeğinizi bir battaniyeye sarın.

Piyasada kolik ağrıları için bazı ilaçlar bulunuyor; ancak kullanmadan önce doktorunuza danışın.


Çağlar Avcı / İstanbul
Zaman
15 Aralık 2007, Cumartesi
 

sivetok

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,251
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
18
Web Sitesi
img141.imageshack.us
Çocukların korkularını ciddiye alın, alay edip küçümsemeyin!

Çocukların korkularını ciddiye alın, alay edip küçümsemeyin!



cocuk.jpg

Hayal dünyaları son derece geniş olan çocuklar, korkularını bastırmakta zorlanabiliyor. Çizgi film kahramanlarını gerçek sanıp, birçok şeyden ürkebiliyorlar. Onlara "amma da korkaksın!" demek problemi çözmüyor.



Çocukların özellikle geceleri eve girecek kötü adamlardan, hırsızdan, canavardan, hayaletten, kedi-köpek gibi hayvanlardan korkması kimi zaman komik gelse de ciddiye alınması gereken durumlar arasında yer alıyor. Küçük yaştan itibaren zihne yerleşen korku duygusu yetişkinlikte de etkisini gösteriyor. Davranış Bilimleri Enstitüsü'nden Psikolog Şeyda Özdalga, tehlikeli bir durumdan kaçınma duygusu olarak gelişim yaşına göre korkunun normal olduğunu belirtiyor. Ancak, çocuğun normal hayatını sürdürmesini engelleyecek seviyeye gelen korkuların ciddiye alınması ve doğru bir yaklaşımla çözülmesi gerektiğini söylüyor. Korkunun öğrenilen bir duygu olduğuna dikkat çeken Özdalga'ya göre, hayali korkular okul öncesi dönemde başlıyor. Çocuk korkuyu öncelikle ailesinden, yakın çevresinden, televizyondan, bilgisayar oyunlarından öğreniyor. Anne-babanın korktuğu durumlardan korkuyor.

Anne, köpek gördüğü zaman tepki gösteriyorsa çocuk onun korkulacak bir şey olduğunu öğreniyor. Bazen de çocuk şartlanıyor. Köpeği severken zarar verdiyse korku geliştiriyor. Özellikle okul öncesi dönemde çocukların televizyonlardaki şiddet içerikli görüntüleri gerçek sandığını belirten Özdalga şöyle konuşuyor: "Anne-babaların bilgi vermesi gerekiyor. Silahın olduğu yerde elbette öfke, kızgınlık, intikam gibi olumsuz duygular, ölüm ve kan oluyor. Ailelerin sınırlayıcı olması gerekir."

Çocuğa, "öcü geliyor" demeyin

Korkularını anlatmalarına fırsat verin.

Alay edip küçümsemeyin. 'Erkek adam korkar mı, bundan da korkulur mu, sen bebek misin?' gibi ifadeler kullanmayın..

Çocuğa model olun. Kedi, köpek gibi hayvan korkularında sakin yaklaşın. Kendiniz de korksanız bile belli etmeyin. Bir kedi tırmalamışsa bunu bütün kedilerin yapmayacağını anlatın.

Düştüğü zaman aşırı hassasiyet göstermek de, acımadı demek de doğru değil. Gerçekte canı yanmış olan çocuk anlaşılmadığını düşünür ve kendini kötü hisseder. Düştükten sonra annesinin korktuğunu gören çocuk, canı çok yanmamış olsa da aynı şeyi yaşamaktan korkar.

Cesur olduğu, korkmadığı durumları destekleyin. Hep olumsuza odaklanmak yerine olumluyu da alkışlamak gerekir.

Çocuğu, öcü geliyor, ağlarsan iğneciye götürürüm, yaramazlık yaparsan polise veririm ve cin/peri gibi şeylerle korkutmayın.

Çocuğu korkusuyla yüzleştirin. Korktuğu yerlere birlikte gidin. Asansörden korkuyorsa, birlikte binin. Önce sadece bir kat çıkarak korkulacak bir şey olmadığını gösterin. Denizden korkan bir çocuğu zorla suya sokmak yerine önce suyun kenarında kendi kendine oynamasına fırsat verin. Suyla oynarken korkusunu aşar.

Çocuklar karanlıkta bir şey gözükmediği için kendilerini güvende hissetmez. Karanlıkta evde bir şey değişmeyeceğini gösterin. Karanlığı eğlenceli hale getirin. Mum yakıp komik oyunlar yapın. Karanlıktan korkan çocukla birlikte yatmak doğru değil. Bir süre odasında durarak korkusu telafi edilebilir.

'Evimize canavar giremez' demek, canavarın varlığını kabul etmektir. Bundan önce çocuğun kafasındaki canavar algısının ne olduğunu öğrenin.

Çocukların yalnız kalmaktan korkmaması için birdenbire yanlarından kaybolmayın.

Anne-babalar 3-4 yaşlarında bazı kuralları çocuklara daha net göstermeye başlar. Ayrı yatılacak, kendi sorumlulukları olacak, evin kurallarına uyulacak gibi.

Şemsinur Özdemir
Zaman
20 Aralık 2007, Perşembe
 

sivetok

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,251
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
18
Web Sitesi
img141.imageshack.us
Çocuklar yaramaz da, anne babalar hep yarar(lı) mı?

Çocuklar yaramaz da, anne babalar hep yarar(lı) mı?


aile.jpg


Ebeveynler için en kolay şey çocuklarının beğenmedikleriyönlerini eleştirmektir. Sorumluluklarından kaçan, "biz böyle değildik" diyen anne-babalar kolaya kaçmamalı.
Anne babalar olarak zamane çocuklarından hep şikâyetçi olur ve "bizim zamanımızda.." diye başlayan sözlerle günlerimiz geçer.



Gerçekten de doğrudur, şimdiki çocukların davranışları ile eski çocukların davranışları arasında çok farklılıklar vardır. Genellikle bu farklılıklarda olumsuz davranışlar fazladır. Çocukların ders çalışmadığından, özgüven eksikliğinden, paranın ve eşyaların değerini bilmediklerinden şikâyetçi oluruz. Peki, neden böyle olduğunu hiç düşündük mü? Neden çocuklarımız bizim yetiştiğimiz gibi yetişmiyorlar?

Çocukların çocuk gibi davranmadıklarından, istediğimiz davranışları sergilemediklerinden yakınıyoruz. Ama anne babalar olarak, bizler gerçekten üzerimize düşen görevleri yapabiliyor muyuz? Çocuklarımıza olumlu davranışlar kazandırmak için onlara iyi modeller sunabiliyor, kendimiz bu rolü üstlenebiliyor muyuz? Çocuklarımızın karınlarını doyurduğumuz kadar, kalplerini de doyurabiliyor muyuz? Çocuklarımızı mı, yoksa başarılarını mı seviyoruz? İşlerimize zaman ayırdığımız kadar çocuklarımıza da zaman ayırabiliyor muyuz? Çocuklarımızdan beklediğimiz saygıyı, anne babalar olarak birbirimize gösterebiliyor muyuz? Bu sorular daha uzatılabilir. Gerçek çocuklar istiyorsak, gerçekten anne-baba olmamız gerekmiyor mu? * Psikolojik danışman

Çocuk, nasıl eğitilirse öyle büyür

Eğer bir çocuk, sürekli eleştirilmişse, kınama ve ayıplamayı öğrenir.

Eğer bir çocuk, kin ortamında büyümüşse, kavga etmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk, alay edilip aşağılanmışsa, sıkılıp utanmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk, sürekli utanç duygusuyla eğitilmişse, kendini suçlamayı öğrenir.

Eğer bir çocuk, hoşgörü ile yetiştirilmişse, sabırlı olmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk, desteklenip yüreklendirilmişse, kendine güven duymayı öğrenir.

Eğer bir çocuk, övülmüş ve beğenilmişse, takdir etmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk, hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse, adil olmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk, güven ortamı içinde yetiştirilmişse, inançlı olmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk, kabul ve onay görmüşse, kendini sevmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk, çevresinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse, iyi bir dost ve arkadaş olmayı öğrenir.

Ziya Köse*
Zaman
23 Aralık 2007, Pazar
 

sivetok

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,251
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
18
Web Sitesi
img141.imageshack.us
Sevincimiz yüzümüze aksetmeli

Sevincimiz yüzümüze aksetmeli


sevinc.jpg


Her türlü sıkıntıya rağmen gülebilmeli, enerjimizi bayram kucaklaşmalarından almalıyız.
Bayramlar maddi-manevi zenginliklerin insanların üzerine yağdığı zaman dilimleridir. Hem dini hayatımızda hem de toplumsal hayatımızda çok ayrı yerleri vardır. Bayramlar gelip geçiyor ve küskünler hâlâ barışamıyorsa her iki taraf için de bu çok ciddi bir zaaftır.



Bu, büyük ya da haklı olan tarafın "şefkat" eksikliğini gösterdiği gibi, küçük ya da haksız olan tarafın da inatçı ve "saygı" problemi yaşadığını gösterir. Bayramlar barışmak için fırsattır. Siz uğraşırsınız, yüzünüzü yıkıp barışmak için el uzatan taraf siz olursunuz da karşı taraf cevap vermezse o zaman Rabbinize karşı mesuliyetiniz kalkar. Çünkü bir müminin bir başka müminle üç günden fazla küs kalması doğru değildir. Bayram günlerinde herkes kendi imkan ve kabiliyetleri ölçüsünde neşe içindeyken biz "ayrık otu" gibi bir kenara kös kös oturamayız. Hasta olabiliriz, borçlu olabiliriz, derin anlaşmazlıklar içinde olabiliriz. Ama her derdin devası, her hastalığın ilacı, her borcun edası bayram günlerinin bereketlerinde saklanmıştır. Yıllardır haberleşemediğiniz, görüşemediğiniz akrabalarınız, dostlarınız ve arkadaşlarınızla görüşmek, onların dualarını almak kim bilir sizin için ne gibi maddi ve manevi kapılar açacaktır.

Kırk yılda bir görüştüğümüz insanlarla nispetçi duygularla değil samimi hislerle muhatap olalım.

Sıla-i rahim berekettir. Annemizin-babamızın ve diğer aile büyüklerinin ellerini öpüp, gidemiyorsak telefon edip hayır dualarını almalıyız. Dinimizde Allah'a ibadetten sonra anne ve babaya saygı ve iyilik emredilmiş, onlara karşı "öf" demek dahi yasaklanmıştır. Akraba ve komşularla tebrikleşerek, karşılıklı sevgi ve saygı duyguları aktarılmalı, karşılaştığımız herkesle selâmlaşarak tebrikleşmeliyiz. Tanıdıklarımızı ziyaret ederek hatırlarını sormalı ve gönüllerini almalıyız.

Hastanelerde ve evlerde yatan hastaları görmeli, şifa dileklerimizi sunmalıyız. Yetimlerle ve kimsesiz çocuklarla ilgilenip onları okşamalı ve onlara anne ve baba gibi davranmalıyız. Çevremizdeki yoksullara ve bakıma muhtaç çocuklara yardım ellerimizi uzatmalı, onların da bayram sevinci yaşamalarını sağlamalıyız.

Bayram günlerinde kabristanlar da bayram etmeli. Bizden hayır dua bekleyen ölülerimizin mezarlarına giderek onlara dua etmeli, ruhları için hayır ve hasenatta bulunmalıyız. Tanıdıklarımızdan dargın olanları barıştırmaya çalışmalı ve aralarını bulmalıyız. Her zaman olduğu gibi bayram günlerinde de İslâm'ın emrettiği şekilde çevremizdeki insanlara iyi davranmalı, incitici davranışlardan sakınmalıyız.

Bayram ziyaretlerinde sohbetlerimiz Allah rızası için olmalı. Konuşmalarımız "sahici" olmalı, "Ee, daha daha nasılsınız!"lar, "Siz dana mı kestiniz? Biz de düve kestik. Kaç kilo et çıktı?"lardan öteye geçmeli. Müslümanların, ortak sorunları konuşma gündemimizde yer almalı.

Kurban'ın özünü Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Hacer'in teslimiyetleri oluşturuyor. O yüzden her hanım Hz. Hacer'in (ra), her baba Hz. İbrahim'in (as), her oğul da Hz. İsmail'in (as) teslimiyetinden kendine dersler çıkarabilmeli. Aile&Sağlık

Zaman
22 Aralık 2007, Cumartesi
 

musa____

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Ara 2007
Mesajlar
260
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37

sevinc.jpg


Her türlü sıkıntıya rağmen gülebilmeli, enerjimizi bayram kucaklaşmalarından almalıyız.
Bayramlar maddi-manevi zenginliklerin insanların üzerine yağdığı zaman dilimleridir. Hem dini hayatımızda hem de toplumsal hayatımızda çok ayrı yerleri vardır. Bayramlar gelip geçiyor ve küskünler hâlâ barışamıyorsa her iki taraf için de bu çok ciddi bir zaaftır.



Bu, büyük ya da haklı olan tarafın "şefkat" eksikliğini gösterdiği gibi, küçük ya da haksız olan tarafın da inatçı ve "saygı" problemi yaşadığını gösterir. Bayramlar barışmak için fırsattır. Siz uğraşırsınız, yüzünüzü yıkıp barışmak için el uzatan taraf siz olursunuz da karşı taraf cevap vermezse o zaman Rabbinize karşı mesuliyetiniz kalkar. Çünkü bir müminin bir başka müminle üç günden fazla küs kalması doğru değildir. Bayram günlerinde herkes kendi imkan ve kabiliyetleri ölçüsünde neşe içindeyken biz "ayrık otu" gibi bir kenara kös kös oturamayız. Hasta olabiliriz, borçlu olabiliriz, derin anlaşmazlıklar içinde olabiliriz. Ama her derdin devası, her hastalığın ilacı, her borcun edası bayram günlerinin bereketlerinde saklanmıştır. Yıllardır haberleşemediğiniz, görüşemediğiniz akrabalarınız, dostlarınız ve arkadaşlarınızla görüşmek, onların dualarını almak kim bilir sizin için ne gibi maddi ve manevi kapılar açacaktır.

Kırk yılda bir görüştüğümüz insanlarla nispetçi duygularla değil samimi hislerle muhatap olalım.

Sıla-i rahim berekettir. Annemizin-babamızın ve diğer aile büyüklerinin ellerini öpüp, gidemiyorsak telefon edip hayır dualarını almalıyız. Dinimizde Allah'a ibadetten sonra anne ve babaya saygı ve iyilik emredilmiş, onlara karşı "öf" demek dahi yasaklanmıştır. Akraba ve komşularla tebrikleşerek, karşılıklı sevgi ve saygı duyguları aktarılmalı, karşılaştığımız herkesle selâmlaşarak tebrikleşmeliyiz. Tanıdıklarımızı ziyaret ederek hatırlarını sormalı ve gönüllerini almalıyız.

Hastanelerde ve evlerde yatan hastaları görmeli, şifa dileklerimizi sunmalıyız. Yetimlerle ve kimsesiz çocuklarla ilgilenip onları okşamalı ve onlara anne ve baba gibi davranmalıyız. Çevremizdeki yoksullara ve bakıma muhtaç çocuklara yardım ellerimizi uzatmalı, onların da bayram sevinci yaşamalarını sağlamalıyız.

Bayram günlerinde kabristanlar da bayram etmeli. Bizden hayır dua bekleyen ölülerimizin mezarlarına giderek onlara dua etmeli, ruhları için hayır ve hasenatta bulunmalıyız. Tanıdıklarımızdan dargın olanları barıştırmaya çalışmalı ve aralarını bulmalıyız. Her zaman olduğu gibi bayram günlerinde de İslâm'ın emrettiği şekilde çevremizdeki insanlara iyi davranmalı, incitici davranışlardan sakınmalıyız.

Bayram ziyaretlerinde sohbetlerimiz Allah rızası için olmalı. Konuşmalarımız "sahici" olmalı, "Ee, daha daha nasılsınız!"lar, "Siz dana mı kestiniz? Biz de düve kestik. Kaç kilo et çıktı?"lardan öteye geçmeli. Müslümanların, ortak sorunları konuşma gündemimizde yer almalı.

Kurban'ın özünü Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Hacer'in teslimiyetleri oluşturuyor. O yüzden her hanım Hz. Hacer'in (ra), her baba Hz. İbrahim'in (as), her oğul da Hz. İsmail'in (as) teslimiyetinden kendine dersler çıkarabilmeli. Aile&Sağlık

Zaman
22 Aralık 2007, Cumartesi

ALLAH RAZI OLSUN...
Allaha Emanet Olun...
 

sivetok

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,251
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
18
Web Sitesi
img141.imageshack.us
Ayda bir gün oruç tutmak kalp sağlığına çok iyi geliyor

Ayda bir gün oruç tutmak kalp sağlığına çok iyi geliyor



oruc.jpg

ABD'de yapılan bir araştırma, ayda bir gün oruç tutanların, tutmayanlara göre daha az kalp damar tıkanıklığı hastalığına yakalandığını ortaya koydu. Kilosu, yaşı, yüksek kolesterolü ve kan şekeri olanlar araştırmaya dahil edildiğinde bile kalp hastalığı oruç tutanlarda yüzde 8 oranında çıktı.



Amerikalı tıp uzmanlarının yaptığı son araştırma, ayda bir gün tutulan orucun kalp hastalıklarını önlemeye yardımcı olduğunu ortaya çıkardı. Son bilimsel çalışma, Müslümanların Ramazan ayı dışında tuttukları pazartesi ve perşembe oruçlarının sağlıklı yaşam açısından önemli olduğu görüşünü de destekliyor. Utah eyaletinde inançları gereği sigara gibi bazı kötü maddeleri kullanmayan Mormonlar üzerine yapılan araştırma, ilginç sonuçlar verdi. Yasak olduğu için sigara içmeyen Mormonların daha az kalp rahatsızlığına yakalandığını tespit eden bilim adamları, yeni araştırmada Mormonların ayda bir tuttukları orucun da kalp sağlığına yardım ettiğini ortaya çıkardı. Mormonların yoğun olarak yaşadığı Utah'ta yapılan araştırma, ayda bir gün oruç tutanların, düzenli olarak oruç tutmayanlara göre daha az kalp damar tıkanıklığı hastalığına yakalandığını ortaya koydu.

Utah Salt Lake City Üniversitesi uzmanları, araştırmayı 1994-2002 yılları arasındaki hastalar arasında, oruç tutanların tıbbi kayıtlarını inceleyerek gerçekleştirdiler. Bütün hastaların 4 bin 629'unda kalp hastalığı ya da kalp yetmezliği teşhis edildi. (Yüzde 70) Mormonlarda kalp hastalığı oranı yüzde 61, Mormon olmayanlarda ise yüzde 66 oldu.

Tütün kullananlar ve farklı sebepler dahil edildiği halde Mormonlarda kalp damar hastalığı oranının Mormon olmayanlara göre yine düşük olduğu anlaşıldı. Mormonların dinî inançları üzerinde duran bilim adamları; aylık oruç tutan, kahve, çay ve alkolden uzak duran, haftada bir günü dinlenerek ve kiliseye giderek geçiren bu kişilerin kalp damar hastalıklarında en çok hangi davranışın etkili olduğunu araştırdılar. 515 Mormon üzerinde yapılan çalışma; sadece oruç tutmanın kalp riskinde büyük bir değişiklik yaptığını ortaya koydu. Oruç tutanların sadece yüzde 59'una kalp hastalığı teşhisi konurken, oruç tutmayanlarda kalp damar tıkanıklığı hastalığı oranı yüzde 67 çıktı. Kilosu, yaşı, şekeri, yüksek kolesterolü ve kan şekeri olanları işin içine kattıklarında bile oruç tutanlarda yüzde 8 oranında kalp hastalığı düşük tespit edildi.

Çalışma sonucu ortaya çıkan yeni rapor, American Heart Association'a (Amerikan Kalp Derneği) sunuldu. Amerika'nın Utah eyaletinde yaşayanların yüzde 70'ini oluşturan Mormonlar, inançları gereği her ayın ilk pazar günü oruç tutuyorlar.

Resmî adı "The Church of Jesus Christ of Latter Day Saints (İsa Mesih'in Ahirzaman Azizleri Kilisesi)" olan Mormonluk, 1830 yılında, Joseph Smith Jr adlı bir Hıristiyan'ın oluşturduğu dinî hareket. Diğer Hıristiyan gruplarca Hıristiyan olarak kabul edilmiyorlar. Mormonlar ise, kendilerini Hıristiyan görüy or; ancak Katolik, Protestan ya da Ortodoks geleneklerle bağları olmadığını dile getiriyor. İncil ve Tevrat dışında, Mormon kitabı dedikleri kitapları var. Yarısı ABD dışında olmak üzere 13 milyon civarında Mormon olduğu tahmin ediliyor. ABD'deki Mormonların çoğunluğu Utah eyaletinde yaşıyor.

İdris Gürsoy
Zaman
16 Aralık 2007, Pazar
 

sivetok

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,251
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
18
Web Sitesi
img141.imageshack.us
Nar ve nar suyu, karaciğer ve böbrek dahil her hastalığa deva

Nar ve nar suyu, karaciğer ve böbrek dahil her hastalığa deva



nar.jpg

Ordu Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Turan Karadeniz, kalbi kuvvetlendiren nar suyunun, karaciğer zafiyetini giderdiğini, mide iltihabını ve ağrısını geçirdiğini söyledi.



Karadeniz, narın Türkiye'de batı, Güneydoğu Anadolu, Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinde yetiştiğini belirtti. Nar meyvesinin yüzde 15'inin karbonhidrat, yüzde 0,8'inin protein olduğunu, ayrıca B1 ve B2 vitaminleri ile kalsiyum, fosfor ve demir bakımından zengin olduğunu ifade eden Karadeniz, "Nar mideyi temizlemekte, deniz tutmasına karşı iyi gelmektedir. Ayrıca nar içindeki zarları ile yendiğinde mide ülserini iyileştirmektedir." dedi.

Nar suyunun böbrek ve karaciğer hastalıklarına karşı çok faydalı olduğuna dikkati çeken Turan Karadeniz, şu bilgileri veriyor:

Nar suyu yüksek tansiyon hastalığının tedavisinde, kalp ağrılarında, basur hastalığının tedavisinde faydalı olmaktadır.

Böbrek zafiyetine karşı nar suyu içilmesi yararlıdır.

Nar suyunun harareti giderici özelliği bulunmakta, şeker ve kurdeşen hastalığına iyi gelmektedir.

Kalbi kuvvetlendiren nar suyu, karaciğer zafiyetini gidermekte, mide iltihabını ve ağrısını geçirmektedir.

Nar ekşisi şeker hastalarına tavsiye edilmektedir.

Nar şırasının şekerle hazırlanan şerbetinin idrar söktürücü özelliği vardır.

Romatizma ağrılarının hissedildiği eklem ve uzuvlara nar şırası sürüldüğünde, ağrı kesici özelliği bulunmaktadır.

Bayılmalara karşı nar şerbeti içilmelidir. Tatlı nar suyu, ses kısıklığı ve zatürreye karşı şifalıdır.

Narın meyvesi ve suyunun yanı sıra çiçekleri ve kabuğu da yararlarıdır. Nar çiçeği bağırsak yara ve iltihaplarını iyileştirir. Boyun tutulmasında nar çiçeği lapası boyna konursa şifalı gelir.

Narın kabuğu çay gibi demlenerek içildiğinde, mide ve bağırsak hastalıkları ile ishal ve dizanteriye karşı oldukça faydalı olmaktadır. Trabzon, aa

Zaman
25 Aralık 2007, Salı
 

sivetok

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,251
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
18
Web Sitesi
img141.imageshack.us
Soğuk havada gözleri koruyun

Soğuk havada gözleri koruyun


lens.jpg


Soğuk havalar ve zorlu kış şartları göz sağlığımız ile ilgili büyük bir tehlike unsuru olarak karşımıza çıkıyor.



Kış aylarında; alerji, kızarıklık, çapaklanma, kaşıntı, sulanma, yanma, batma ve ağrı ile kendini gösteren göz enfeksiyonları, erken tedavi edilmediği takdirde gözün kaybına neden olabiliyor. Memorial Göz Merkezi'nden Op. Dr. Mustafa Temel, kimyasal maddelerle temas, tedavi edilmemiş gözlük kusurları, kontakt lens kullanımı ile göz ve el temizliğine dikkat etmemenin hastalıklara davetiye çıkardığını belirtiyor.

Özellikle kornea tabakasında oluşan enfeksiyonların görmeyi de etkileyebildiğine dikkat çeken Temel, ''Bu durum kalıcı görme kayıplarına yol açabilir hatta tedavi edilmediği takdirde gözün kaybına kadar da gidebilir.'' uyarısında bulunuyor.

Kış aylarında yeterli havalandırılmayan ev, ofis gibi kapalı mekanlar, kalorifer ve klimalar ile bilgisayarlar gözler için tehlike oluşturuyor. Bu tür ortamlarda pek çok kişi göz kuruluğu problemi ile karşı karşıya kalıyor. Bulunulan ortamın sık sık havalandırılması, klimaların dikkatli kullanılması, hava akımının doğrudan göze gelmesinin önlenmesi, bilgisayar karşısında saatlerce kalınmaması ve doktor kontrolünde alınacak suni gözyaşı damlaları göz kuruluğunu gidermenin etkin yolları olarak gösteriliyor.

Çağlar Avcı, İstanbul

Zaman
13 Aralık 2007, Perşembe
 

sivetok

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,251
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
18
Web Sitesi
img141.imageshack.us
Ağzınız mı kokuyor; o halde dilinizi de fırçalamalısınız

Ağzınız mı kokuyor; o halde dilinizi de fırçalamalısınız


dis.jpg


Günümüzde birçok insanda görülen ve ortama rahatsızlık veren ağız kokusu birkaç yöntemle ortadan kaldırılabiliyor. Uzmanlar dişeti hastalığı, diş çürüğü, problemli dolgu ve ağzında tükürüğün az bulunmasını sebepleri arasında gösterdiği ağız kokusunun, düzenli fırçalama ve diş hekimine gidilmesiyle ortadan kaldırılabileceğini ifade ediyor.



Ayrıca, bu zamana kadar çok duymadığımız dilin fırçalanması da kokunun engellemesinde fayda sağlıyor.

Özel Yeşiltepe Polikliniği Diş Hekimi Murat Sözmen, çevremizdeki birçok insanda ağız kokusunun büyük bir sorun olarak karşılarına çıktığını belirtiyor. İnsandaki ağız kokusunun yüzde doksan nedeninin diş ve dişeti hastalıklarından kaynaklandığına dikkat çeken Sözmen, kokunun önlenmesi için düzenli diş fırçalamanın ve diş ipi kullanmanın öneminden bahsediyor. Çünkü ağız kokusunun en temel sebebi diş aralarında kalan gıda artıkları. Bunun yanında ağızda kokuya sebep olan, çürük, problemli dolgu, dişeti çekilmesi ve diş taşı sorunu bulunuyorsa mutlaka bir diş hekimine gitmeniz tavsiye ediliyor. Çünkü dişlerinizi düzenli fırçalasanız da bunların tedavisi diş hekimi koltuğundan geçiyor.

Sözmen'in, kokuya neden olan faktörler arasında bahsettiği diğer bir önemli gerekçe ise ağızdaki tükürük miktarı. Ağızda salgılanan tükürüğün yıkayıcı etkisi bulunması, dişleri temizleyerek, ağızdaki zararlı maddelerinin etkisini azaltıyor. Tükürüğün az olması bu etkiyi zayıflatıp, ağız kokusuna sebep oluyor. Sözmen, ''Böyle durumlarda hastada diş taşı çok olur. Koku da fazla. Bir de dişini iyi fırçalamıyorsa tehlike ciddi boyutlara ulaşır. Kişi bol su içmeli ve düzenli diş fırçalamalı ki denge sağlansın.'' diyor. Sözmen öte yandan, dilin de fırçalanmasının ağız kokusunu engellemede önemli olduğu vurgusunu yapıyor. Çünkü sigara, çay ve kahve içenlerde dil pası oluşuyor. Bu da kokuya neden oluyor. Sözmen bu durumda 'dişlerinizi fırçaladıktan sonra dilinizi de mutlaka fırçalayın.'' şeklinde konuşuyor.

Diş heki mi Murat Sözmen, dişte oluşan ve başta kokuya sebep olan diş taşlarının temizlenmemesi durumunda dişin çekilmesinin söz konusu olabileceğini aktarıyor. Sözmen, "Diş, taşları zamanla diş eti çekilmesine neden olur. Bu durum diş ile dişeti arasında derinliği açar. En son olarak dişi sadece kemik tutar. Diş enfeksiyona açık hale gelir. Sallanır. Çekilmesi zaruri olur.'' diyor. Sözmen ayrıca, 20'lik dişlerin de uygun çıkmaması durumunda çekilebileceğini anlatıyor.

Et kalıntıları da koku yapar

Diş hekimi Murat Sözmen ''Etler lifli gıda olduğu için diş aralarında kalabiliyor. Bu da diş fırçalamayla ya da diş ipiyle çıkarılmaz ise kokuya sebep olabilir.'' uyarısında bulunuyor. Bu etlerin çıkarılmasında kürdan kullanmanın tehlikeli olabileceğini anlatan Sözmen, ''Bu enfeksiyona neden olur. Bu durumda ağız sağlığı tehlikeye girer.'' dedi.


Çağlar Avcı / İstanbul
Zaman
25 Aralık 2007, Salı
 

sivetok

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,251
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
18
Web Sitesi
img141.imageshack.us
Evliliğinizi hiç bakıma aldınız mı? Evliliğinizi hiç bakıma aldınız mı?

Evliliğinizi hiç bakıma aldınız mı? Evliliğinizi hiç bakıma aldınız mı?

Evliliğinizi hiç bakıma aldınız mı?

aile.jpg
aile.jpg
aile.jpg



"Alo, hayatım neredesin?"
"Arabayı servise götürdüm de."
"Yine mi? Daha geçen gün götürmedin mi? Senin de bir ayağın serviste. Varsa yoksa araban."



"Senin de bir ayağın alışveriş merkezinde varsa yoksa evin."

Evet, erkekler arabalarına, kadınlar evlerine itina gösterir.

Öyle erkekler var ki, arabasının sesini dinler. "Acaba bu ses nereden geliyor? Egzoz mu patladı? Frenler mi boşaldı? Motorun yağı mı bitti? Lastikler mi eskidi? Bu arabanın burası neden çizilmiş?" der dururlar.

Kadınlar, "Ay bu halının burasına ne dökülmüş? Bu masa neden eskimiş? Bu perdeler niye yıpranmış? Eve iyi bir bakım yapmak gerek. Mutfak masraflarını kısarak evin eşyalarını değiştireyim." diye hesap yaparlar...

Peki ama kaç erkek ve kaç kadın eşini gözbebeği gibi koruyor? 'Evliliğim nasıl gidiyor?' diye düşünüyor? Arabasının aksi sesini dinleyen erkek, eşinin çıkardığı ufak tefek seslere kulak verip "Hanımdan bu ses neden çıkıyor? Bir yanlış mı yapıyorum? Evi mi ihmal ediyorum? Sevgimi mi belli etmiyorum? İlgim mi azaldı? Ondaki, bu memnuniyetsizliği gidereyim" diye düşünüyor mu?

Arabasını bakıma aldığı gibi evliliğini bakıma alıyor mu? Ülfet denilen, sevgiyi yutan canavarı öldürüyor mu? Eşinin mutluluğu için davranışlarında değişiklik yapıyor mu? Yoksa hep eşinden gelen cızırtılara "Şu cızırtıyı kes" demekle mi yetiniyor?

Tek görevinin para kazanmak olduğunu düşünüp sonra da eve gelip TV'nin karşısında çayını, kahvesini yudumlayarak eşinin ve çocuklarının bütün sıkıntılarına kulağını mı tıkıyor?

Eşiyle iki çift laf etmeden koltukta uyuya mı kalıyor? Çalışma odasına çekilip "beni rahatsız etmeyin" diye hobileriyle mi ilgileniyor?

Peki ya hanımlar?

Evini temiz tutmak için gösterdiği özeni eşinin gönlünü hoş tutmak için gösteriyor mu? Yerdeki bir kırıntıyı hemen alıp çöpe attığı gibi eşinin kalbine attığı küçük bir sıkıntı tohumunu nisyan toprağına atıp çürütüyor mu? Yoksa onu günlerce kalbinde saklayıp sık sık eşinin önüne serip "filan zaman sen benim kalbime böyle bir kin tohumu atmıştın" diyerek kendini tamamen koyverip:

"Boş ver, nasıl olsa alan aldı satan sattı" veya "beni beğenen beğendi" "beğenilmeye gerek yok" mu diyor?

Tek görevini ev temizleyip yemek yapıp çocuklarla ilgilenmek olarak mı görüyor? Akşam yorgun olarak eve gelen eşiyle ilgilenmek yerine takip ettiği dizilerin karşısında taş mı kesiliyor?

Sanırım her erkek, arabasına, her kadın da evine gösterdiği itinayı eşine gösterse bütün evlilikler ilk günkü gibi mutluluğunu sürdürerek canlılığını korur.

Gülay Atasoy
Zaman
27 Aralık 2007, Perşembe
 

kibaraggul

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Tem 2007
Mesajlar
210
Tepki puanı
0
Puanları
0
Bilgiler için teşekkür ederim ..özellikle evlilik hakkındaki yazı çok güzel yazılmış..
Size birşey sormak istiyorum,forum nasıl açılıyor???ben bir türlü bulamıyorum ya..:A:A
 

sivetok

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,251
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
18
Web Sitesi
img141.imageshack.us
Bilgiler için teşekkür ederim ..özellikle evlilik hakkındaki yazı çok güzel yazılmış..
Size birşey sormak istiyorum,forum nasıl açılıyor???ben bir türlü bulamıyorum ya..:A:A

Sayın kibaraggul kardeşim yorum için teşekkür ederim.

Forumda açmak istediğiniz konu içeriği ile ilgili bölüm tıkladıktan sonra açılan sayfanın sol üst kısmında YENİ KONU diye bir buton var orayı tıklarsanız pencere açılır. Buraya istediğniz konuya yazabilirsiniz.
Kıs oldu ama sanırım gerisini halledebilirsiniz değerli kardeşim olmazsa yardımcı olmaya hazırım selametle s.a.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt