Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ABDÜLHAMİD ve YAHUDİ (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
MİLLİYETÇİ PADİŞAH (*)

Necip Fazıl Kısakürek





Ulu Hakan üzerindeki, zulüm, adaletsizlik, müstebitlik gibi ithamlar hususî fasıllarda cevaplarını aldılar. Şimdi bu ithamlardan bir kısmını da bu toplayıcı bahiste hülasa ettikten sonra büyük insanın sayısız müsbet taraflarından birkaçını ele alabiliriz:

Milliyetçi… Evet, Abdülhamîd Hân, milliyetçi bir Padişahtı ve bu duygusunu, esas bildiği ümmetçilik ruhunu örselemeksizin, aynı ruha tâbi kılarak muhafaza etmenin sırrına ermişti. O’nun gözünde her şey ruhî muhtevadan yani imân ve İslâm’dan ibaretti, kavimcilik de ancak bu ruhî muhtevaya liyâkat, riayet ve hizmet belirttiği nisbette tutunabilirdi.

Bu gayeyledir ki, idaresi altındaki koca imparatorluğun, Arnavut, Arap, Çerkez, Laz, Boşnak, Tatar, Gürcü, Türk’e yakın veya uzak bütün unsurlarını Hassa Ordusunda ve muhafız birliklerinde toplamış, bu arada anavatan unsuru Mehmedcikler yatağı Anadolu ve Anadolulu’ya da daima aynı ölçünün emri altında, o ölçüye ehliyet bakımından hususi bir kıymet vermiş ve saf Anadolu çocuklarından bazı birlikler kurdurtmuştu.

Fakat, İslâmî gayeye tâbi bu milliyetçiliğini asla açığa vurmuyor ve bu nazik yol üzerinde bir ayrılık çıkmasından, daimi vehmi sayesinde, kaygı duyuyordu. Bir vak’a, O’nun bu milliyetçi cephesini pek canlı olarak gösterir.

Kendisi daima bir demir karyola üzerinde sürdüğü gayet sade hayat plânı içinde, bir sabah penceresini açıp bahçeyi seyretmeye başlar. O sırada Anadolulu bir bahçıvan çiçekleri ve tarhları sulamaktadır ve Padişah’tan haberi yoktur.

Bahçıvanın yanına yine Padişah’tan haberi olmayan bir genç Arnavut subay gelir. Bahçıvan birdenbire farkına varamadığı bu subayın üzerine su mu sıçratır, ne olur, şu veya bu sebebten öfkelenen subay bahçıvana:

-Pis Türk!

Diye haykırır.

Ve işte o zaman, Ulu Hakan Abdülhamîd Hân’ın pencereden sesini duyarlar:

-Unutmayınız ki, ben de bir Türküm!

Arnavut subay, Padişah’ı görünce donup kalır ve korkusundan hemen oracığa düşüp bayılır.

Abdülhamîd, pencereye doğru koşanlara:

-Kaldırın şu patavatsızı buradan!..

Diye hitab eder ve gözden kaybolur.



(*) Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd Hân sh.367-368









Aylık Dergisi Sayı: 6
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
filistinli-cocuk.jpg


“İNSAN OLMAK” YAHUT “HAYAT HAKKINA PAYDOS DEMEK”!
Gülçin Şenel

Lânetli kavim Yahudiler (Allah’ın gazabı üzerlerine olsun), Müslüman Gazze halkını katletmeye devam eder ve bütün dünya seyrederken, en çok şu sözleri duyuyoruz; “insanlık ayıbı”, “insanlığımızdan utanıyoruz”, “bu nasıl insanlık?” vesaire… Bu sözlerin muhatabı olan Yahudiler aslında “insan” falan değil, onlara “insanlık” atfederek yormayalım bu yüzden kendimizi.
Peki, bizim “insanlığımız” ne durumda? İşte bu sual, toplum olarak “hâlâ” adam olamayışımızın belki başlıca sebebi olarak, sürmekte olan savaş ve katliamların sorumluluğunu da öyle etrafta filan değil, kendimizde aramamız gerektiğini bize ihtar ediyor. Kâfir kâfirliğini yapacak! Peki “Müslüman-insan”, Müslümanlığını-insanlığını yapıyor mu?
İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun son kitabı “İNSAN -Erkek ve Kadın-”, tam da bu suale cevablarla dolu bir eser. Mütefekkir, meseleyi dünya görüşümüz (Büyük Doğu-İBDA) merkezinde ele alırken, psikolojiden felsefeye tüm Batı tecrübesini de süzgeçten geçiriyor ve pırıl pırıl ölçülerle başbaşa bırakıyor okuyucusunu-muhatabını. Kitabtaki “insanlık” süzgecinden geçmeyi başaramayan tortularda, sanki günümüz insanlığını seyrediyoruz; başıboş, ruhsuz ve muhtevasız et-beden yığınlarını…
Şöyle diyor Mütefekkir: “İnsanlık, Allah’a halife olma mertebesidir. Allah’ın halifesi olan herkes, bu mertebeyi ve ismi hak eder… HALİFE, HALİFESİ OLDUĞU KİMSENİN ÖZELLİKLERİYLE GÖZÜKÜR; BU SEBEBLE BEŞER TÜRÜNÜN HER FERDİ HALİFE OLMADIĞI GİBİ, ŞEKİL YÖNÜYLE İNSAN DESEK DE, İNSANLIK MERTEBESİNİ HAK ETMİŞ BİR İNSAN DA DEĞİLDİR. Böyle bir insan, hayvan insandır.” (1)
Diğer taraftan insanın hayatındaki mânâ arayışına, Batıda ortaya çıkan bir “psikolojik yaklaşım”dan bahsediliyor eserde. İnsanın kendi varoluşunun mânâsını arayış tecrübesinin üzerinde yoğunlaşan “Logoterapi”dir kendisinden sözedilen:
“İnsanın anlam arayışı, içgüdülerin “tali-ikinci derecede, sonradan gelen” bir akıllaşması değil, hayatındaki temel bir güdüdür. Bu anlam, sadece kişinin kendisi tarafından bulunabilir oluşuyla ve böyle olması gereğiyle, eşsiz ve özel yapıdadır; ancak o zaman bu, kişinin kendi anlam talebini doyuran bir önem kazanabilmektedir. Bazı otoritelere göre anlamlar ve değerler, “savunma mekanizmalarından, tepki oluşumlarından ve yüceltmelerden öte bir şey değildir”. Ama bana göre, ben sadece “savunma mekanizmalarım” uğruna yaşamak istemeyeceğim gibi, sadece “tepki oluşumlarım” uğruna ölmeye hazır da olmam. Öte yandan insan, kendi idealleri ve değerleri için yaşayabilme, hatta ölme kabiliyetine sahibtir.” (2)
Günümüzdeyse, yaşadığımız toplumda, bu mânâ arayışının yerine, makam, mevkî, hedonizm ve servet ikâme ediliyor besbelli. Gençler apolitikleştirilmiştir, hayatlarına mânâ verecek yüksek bir hedef ve soylu bir dâvâ yoktur. Bu sebeble “kariyer”de de başarılı olamamaktadırlar. Geçenlerde bir tiyatroda oynanan “Sokrat’ın Son Gecesi” isimli oyunu, “günümüze hitab etmiyor” diye eleştiren “ünlü” tiyatrocu, bilmeden bir doğruya parmak basıyor aslında. Çünkü günümüzde, Sokrat’ın insan hayatındaki mânâ arayışına karşılık verecek “ıstırablı” insan zümresi yok da ondan.
Sadece adı Müslüman, fakat kendisinin ne olduğunu ve niçin varolduğunu bilmeyen, aramayan, sormayan; etiketlerden sıyrılıp, hakiki insana, yani müslümana ulaşamayan “ıstırabsız” insan… Bütün İslâm coğrafyasında yaşanmakta olan bu savaşlar, bu katliamlar, işte biz “insan olamadığımız” için sürüyor. Bunu anlamak ve Üstad Necib Fazıl’ın diliyle “Ya Herrû Ya Merrû” demek çok mu zor? Şöyle haykırıyor Üstad:

“YA HERRÛ YA MERRÛ!
GÖZÜKARA İsrail komandolarının Beyrut Hava Alanında gösterdikleri marifet malûm... “Marifet” kelimesini alay mânâsında kullandığımı sanmayınız! Hâdiseden Arap âlemi ve onun arkasında İslâm dünyası o kadar hicap duymak mevkiindedir ki, eğer elinden hiçbir şey gelemeyecekse, şu acı, yakıcı, eritici itirafta bulunsa yeridir:
Yahudiler, baş düşmanı oldukları İslâm dininin hamle ve hareket icaplarına, bugün, müslümanlardan veya müslüman geçinenlerden daha yakın bulunuyorlar!
Birkaç gözükara, helikopterle havadan iniyor, sivil hava meydanındaki uçakları yakıyor, ortalığı talan ediyor, sonra basıp gidiyor da, ne orada, ne de sonra kendi topraklarında bir mukabele görebiliyor. Araplar, yahudileri, bir nevi teşkilâtından başka bir şey olmayan bir (konsey)e şikayet etmekle kalıyor; ve bu küstahların küstahı harekete karşı biricik tepki, gülünç bir teessüf edasiyle birkaç kuruşluk sadaka hakkının tasdikinden ileriye geçemiyor.
Koca Arap, hatta İslâm âleminde birkaç fedaî yok mudur ki, içi dinamit dolu bir uçakla (pike) şeklinde İsrail’in başlıca hava üssüne çivi gibi saplansın ve yalınız oradaki uçakları değil, yüzlerce insanı da kendileriyle beraber havaya uçursun?
Ya herrû, ya merrû!
Ya gerçek müslüman olmayı bilmek, yahut hayat hakkına paydos demek...” (3)


1) Salih Mirzabeyoğlu, İnsan –Erkek ve Kadın-, İBDA Yayınları 2008, s. 26
2) A.g.e., s. 332
3) Necib Fazıl Kısakürek, 1001 Çerçeve-4, Toker Yay., 1969, s. 93
Baran Dergisi, 16 Ocak 2009
DİĞER MAKALELER
- Yitirilmiş Bir Gelenek: Bed'i Besmele
- Oryantalizm ve Oryantalist Ressamlar
- "Sürrealizm Benim!"
- "İslâmsız" Mevlana Törenleri
- Kapital, Hürriyet ve Üçüncü Göz



 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Faşist İsrail askerlerinin ölüm kusan tişörtleri Tel Aviv'de bir firmanın ürettiği tişörtlere Filistinlileri aşağılayan fotoğraf ve slogan basıldığı ortaya çıktı. Haaretz'in haberine göre bu tişörtleri giyen İsrail askerleri Filistinlilerin acısıyla alay ediyor.
22/03/2009
1713.jpg
Gazze'de katliama imza atan İsrail askerleri, şimdi de Filistinlilerin ölümüyle dalga geçmeye başladı. Tel Aviv'de bir firmanın ürettiği tişörtlere Filistinlileri aşağılayan fotoğraf ve slogan basıldığı ortaya çıktı. Haaretz'in haberine göre bu tişörtleri giyen İsrail askerleri Filistinlilerin acısıyla alay ediyor.

Bir askerin üzerindeki tişörtte hamile bir Filistinli kadının vücudu hedef tahtası ve onun altında 'Bir atışta iki ölü' yazısı dikkat çekiyor. İnsanı dehşete düşüren bir diğer tişörtte ise "Her Arap annesi bilsin ki, oğlunun kaderi ellerimizde" ifadesi yer alıyor. İnsanı dehşete düşüren bir başka tişörtte ise Filistinli bir çocuğa atfen 'daha küçük, daha zor' deniyor. İsrailli bir asker bu ifadenin çocukları vurmanın hem ahlaki açıdan hem de hedefin daha küçük olmasından kaynaklanan zorluğuna vurgu yaptığını anlatıyor.
41721.jpg


İsrailli askerlerin Gazze'deki katliam ile ilgili itiraflarını yayımlayan, Yahudi din adamlarının askerleri motive etmek için dini mesajlar gönderdiğini duyuran Haaretz gazetesi, bu sefer de İsrail ordusunun hiçbir etik kaygı duymadan Filistinlilerin ölümlerini alaya alan giysileri kullandığını yazdı. İsrail'de yayımlanan gazete, söz konusu kıyafetleri kullanan askerlerin görüşlerine de yer verdi.

Komutanların onayı var
41722.jpg


Tişörtleri evde ve askerî birlikler içinde giydiklerini, dışarıya bunlarla çıkmadıklarını söyleyen askerler, basılacak çizim ve yazıların komutanların onayından geçtiğini anlatıyor. Ancak, bu noktada ortak bir karar mekanizması yok. Bazı birliklerde yasaklanan tişörtler, bir başkasında serbest olabiliyor. Baskı merkezinin müdürü Haim Yisrael, birkaç kez komutanların 'nasıl böyle bir tişört basabilirsiniz' diye çıkıştığını, kendisinin ise onlara bu yerin özel bir şirket olduğunu, içerikle ilgilenmediğini söylediğini aktarıyor. Ürünleri en çok alanların İsrail'in keskin nişancı birliklerindeki askerler olduğu ifade ediliyor. İsmini vermek istemeyen bir asker, giysilerdeki konularla hayatlarında da karşılaştıklarını dile getiriyor. Kendisinin de bir kere silahı olmayan bir kadını yasak bir bölgenin yakınında olduğu için vurduğunu anlatan İsrailli keskin nişancı, Haaretz muhabirinin "Herhalde bunun için pişmansındır." demesi üzerine "Hayır, kimi vurmam gerekiyorsa, vururum." şeklinde konuşuyor.

'Geldik, gördük, yıktık'

İsrailli askerlerin favorisi olan bir başka tişörtte ise dev bir şeytan bir camiyi parçalarken resmediliyor. Bu resmin üzerinde de 'Sadece Tanrı affeder' ifadesi var. Yine bir başkası, kaybettikleri yakınlarının mezarları başında feryat eden Arap kadınlarının gösterildiği bir çizimi ve popüler bir şarkı sözüne atıfla 'Sonrasında ağlarlar, sonrasında ağlarlar' ifadelerini içeriyor. İsrail ordusunun üyeleri, Roma İmparatoru Sezar'ın 'Geldim, Gördüm, Yendim' sözlerinden hareketle 'Geldik, Gördük, Yıktık' diye de baskı yaptırmış. Askerlerden bazıları, söz konusu ifadelerin çok fazla bir şey ifade etmediğini, meselenin abartılmaması gerektiğini savunuyor. Askerleri ifadelerine göre Filistinlileri aşağılayan bu baskılar ceket ve pantolonlarda da kullanılabiliyor. Dış Haberler Servisi

Filistinlilerin Kudüs'teki kültür etkinliklerine yasak


İsrail, Arap Birliği tarafından üç yıl önce "2009 Arap Kültür Başkenti" ilan edilen Kudüs'te Filistin Yönetimi tarafından düzenlenmesi planlanan kültürel etkinlikleri yasakladı. "Arap Kültürünün Başkenti Kudüs" adı altında İsrail'in Arap nüfuslu kentlerinden Nasıra'da da yapılması planlanan etkinliklerin iptaline gerekçe olarak, 2000 yılı intifadasından sonra, Kudüs'te Filistin Yönetimi'nin faaliyetlerinin yasaklanması gösterildi. Ancak etkinliklerin Arapların Kudüs üzerindeki Filistin egemenliğine vurgu yapmayı hedeflediği için yasaklandığı dile getiriliyor.
41723.jpg


İsrail İç Güvenlik Bakanı Avi Dichter de etkinlik teşebbüslerinin önlenmesi talimatını verirken, Filistinliler karara tepki gösterdi. Nasıra Belediye Başkanı Ramiz Carayesa, Dichter'i Araplara karşı katı söylemleriyle tanınan aşırı sağcı İsrail Evimiz partisi lideri Avigdor Lieberman ile yarışmakla suçlayarak, demokrasiye ve fikir özgürlüğüne inanan herkesi bu yasağa karşı çıkmaya çağırdı. Festival Komitesi Başkanı Necva Silvadi de tehditlerin planlarını değiştirmeyeceğini, küçük çaplı etkinlikler yapacaklarını söyledi. İsrail, 1967'de Kudüs'ün Filistinlilerin yaşadığı Doğu kesimini de işgal etmişti. Filistinliler Kudüs'ü, gelecekteki Filistin devletinin başkenti olarak görüyor.

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
YA HERRÛ YA MERRÛ!
GÖZÜKARA İsrail komandolarının Beyrut Hava Alanında gösterdikleri marifet malûm... “Marifet” kelimesini alay mânâsında kullandığımı sanmayınız! Hâdiseden Arap âlemi ve onun arkasında İslâm dünyası o kadar hicap duymak mevkiindedir ki, eğer elinden hiçbir şey gelemeyecekse, şu acı, yakıcı, eritici itirafta bulunsa yeridir:
Yahudiler, baş düşmanı oldukları İslâm dininin hamle ve hareket icaplarına, bugün, müslümanlardan veya müslüman geçinenlerden daha yakın bulunuyorlar!
Birkaç gözükara, helikopterle havadan iniyor, sivil hava meydanındaki uçakları yakıyor, ortalığı talan ediyor, sonra basıp gidiyor da, ne orada, ne de sonra kendi topraklarında bir mukabele görebiliyor. Araplar, yahudileri, bir nevi teşkilâtından başka bir şey olmayan bir (konsey)e şikayet etmekle kalıyor; ve bu küstahların küstahı harekete karşı biricik tepki, gülünç bir teessüf edasiyle birkaç kuruşluk sadaka hakkının tasdikinden ileriye geçemiyor.
Koca Arap, hatta İslâm âleminde birkaç fedaî yok mudur ki, içi dinamit dolu bir uçakla (pike) şeklinde İsrail’in başlıca hava üssüne çivi gibi saplansın ve yalınız oradaki uçakları değil, yüzlerce insanı da kendileriyle beraber havaya uçursun?
Ya herrû, ya merrû!
Ya gerçek müslüman olmayı bilmek, yahut hayat hakkına paydos demek...” (3)


1) Salih Mirzabeyoğlu, İnsan –Erkek ve Kadın-, İBDA Yayınları 2008, s. 26
2) A.g.e., s. 332
3) Necib Fazıl Kısakürek, 1001 Çerçeve-4, Toker Yay., 1969, s. 93
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
-II. Abdülhamid Dönemi (1876- 1909)-”<!--[if !supportFootnotes]--><!--[endif]-->


Av. Ali Rıza Yaman
34.jpg
‘Siyasetin davası, ‘Remz Şahsiyet’leri başa alarak şahsiyetimizi yeniden bulmaktır.’<!--[if !supportFootnotes]-->[ii]<!--[endif]--> Daha ziyade şahsiyet davası çekenler için ehemmiyet belirten bu şahısların en önemli hususiyeti; zıt unsurları şahsında bir ahenge kavuşturmuş olmalarıdır. Bu yüzdendir ki onlar ancak kendi gerçeklikleri içinde değerlendirilmelidir.

Kendi gerçekliği içinde değerlendirilmesi gereken ve pek nâdir olan remz şahsiyetlerin başında Abdulhamid Han gelir.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Abdulhamid Han, remz hüviyetinden dolayı aynı zamanda da, gerek sahip olunan siyasi şuur açısından, gerek dünyayı doğru okuma açısından, gerek fikrî namus açısından, bir nevi kriterdir.
Zıtları bünyesinde birleştirmiş bir şahsiyet olduğundan dolayı O’nu anlamak için evvelâ şahsiyet olma tasası çekmek gerekmektedir. Bu tasanın sahipleri ya O’ndan nefret ediyor yahut da O’nu bir kriter mevkiinde görecek kadar meselelerin mihverine koyuyor. Bu iki zümrenin haricinde bir üçüncü zümre daha var ki bu zümre, O’nu ‘tarafsız bölge’de, objektif, değer yargılarından arınmış, ‘saf’ bilim anlayışı ile kritik etmeye çalışır.
Bu kritiklerde ekseriyetle; ‘Abdülhamid iki uç akım tarafından iki farklı şekillerde ifade edilir. Kimileri onu müstebit ve Kızıl Sultan olarak görür ve ifade ederken, kimileri de onu Ulu Hakan olarak ifade eder. Oysa ki O, ne Kızıl Sultandı ve ne de Ulu Hakan’dı…’ türünden ibareler görülür.
‘Beni bilenler bilir, hakemler hakkında konuşmayı sevmem de, konuşmam da’ şeklinde cümleye başlayan ve fakat devamında mütemadiyen hakemler hakkında konuşan futbol yorumcularını andıran bu tezatlı ifadeleri etmeye sebep, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, daha ziyade şahsiyet olma tasası çekmemektir. Zira sırf ilmî bir saikle yapılan çalışmalar son kertede herhangi bir terkibe eremiyor ve iş malumatfuruşluktan öteye geçemiyor. Oysa ki Abdulhamid Han dönemi her şekil, suret ve cephesiyle ele alınması gereken bir dönem olup, ‘mikro-tarihçilik’in hakikatinin bihakkın gösterileceği bir alandır.
Geneli kucaklayayım derken işi malumatfuruşluğa yahut da belge-vesika fetişizmine vardıranların aksine Selim Deringil imzalı “İktidarın Sembolleri ve İdeoloji -II. Abdülhamid Dönemi (1876- 1909)-” isimli eser bizce mühim bir çalışmadır.
Bu vb. eserlerden, gerek ‘nesnel gerçeklik alanı’nda yapılan ilmî araştırmaların verimi olduğunu ve gerekse ‘nesnel gerçeklik alanı’nın mahiyet ve kapsamını hatırımızdan çıkarmadığımız müddetçe, azami nispette istifade etmek mümkün.
Selim Deringil; ‘Bu çalışmanın temel savı, 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu’nda bir ‘meşruiyet bunalımı’nın yaşandığıdır. Bu, hem içsel hem de dışsal boyutları olan bir bunalımdı.’ diyor ve ekliyor:
‘Dışsal boyut, Osmanlı Devleti’nin, uluslararası sistemde meşru bir devlet olarak kabulünü sağlamaya yönelik çetin mücadeleydi. İçsel boyut ise, devletin topluma fiziksel ve ideolojik olarak görülmedik ölçülerde nüfuz etmeye başlamasıyla artan ‘meşruiyet açığı’nın üstesinden gelme mücadelesiydi.’<!--[if !supportFootnotes]-->[iii]<!--[endif]-->
Üzerinde hususen durulması gereken can alıcı cümle şu: ‘Devletin topluma fiziksel ve ideolojik olarak görülmedik ölçülerde nüfuz etmeye başlamasıyla artan meşruiyet açığı…’
Bir devlet bir cemiyete gerek fizikî ve gerekse ideolojik olarak, hem de görülmedik ölçülerde nüfuz etmeye çalışıyor, ama bu hâl, bir meşruiyet krizine sebebiyet veriyor ve kriz büyüyor, çatlak giderek açılıyor.
İyi ama nasıl ve niçin?
S. Žižek’e ‘gerçeğin çölü’ tespitini yaptıran fikrî süreç, şüphesiz onun ‘egemen ideolojinin koordinatları’nı sorgulamasına paralel bir şekilde şekillenmiştir. ‘Egemen ideolojinin koordinatları’ kendini en çok; iktidarın iradesini dayatırken kullandığı enstrümanlarında ve de icra araçlarında belli eder.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Abdülhamid Han dönemine kadar gelen ve birçok alanda egemenliğini derinden hissettiren ‘egemen ideoloji’ ve bu ideolojinin en net biçimde görüldüğü iktidar ve bunu meşrulaştırma telâkkisi, Batı kaynaklıdır. Bu telâkki anayasalaştırma faaliyetleri sürecinde daha bir sarahate ermekte olup, kadim Roma gerçekliğinin bu sürece etkisi yadsınamaz boyuttadır. Meşrulaştırıcı unsurlar, iktidarını res publica üzerinden ifade edip temellendiren, her türden sosyal, siyasî, iktisadî, içtimaî… dinamikleri kanun kaynaklı yetki alanlarına isnat ederek şekillendiren Romalılardan mirastır.
Res publica, Avrupa’nın ‘modern devleti’nin politik ve idari yapılarını rasyonelize edilmesi sürecine büyük katkı sağlamıştır. Roma gerçekliğinin sirayeti bununla da kalmamış, ‘Roma vatandaşlığı’ telâkkisi, Batı’nın yeni değerlerini bünyesinde taşıyacak olan ‘medenî vatandaş’a dönüşmüştür. ‘Medenî vatandaş’, sivilizasyon sürecini geçirendir. Medenî vatandaşı ifade eden ‘civility’ kavramında mündemiç olan değerlerin izini ve fikrî arka plânını ‘Roma vatandaşlığı’nda bulmak hiç de zor değildir.
‘Medenî vatandaş’, ‘aşkın olan’ın yeryüzüne indirilmesi sürecinde şekillenen değerlerin taşıyıcısı olup, şiddetten arınan, sivil olandır. Şiddetten arınma temelli kendini ifade eden vatandaşın iktidar ve devlet telâkkisi de yine şiddet ekseninde şekillenecektir. En bildik, yakın zamana kadar en hâkim ve en klâsik devlet tanımı malûm: ‘Devlet, şiddet kullanma tekelini elinde bulundurandır.’
Şiddet kullanmanın tekelleşmesinin Batı için bir gerçekliği vardır. Zaten gücü merkezîleştiren de bu gerçekliktir. Güç merkezîleşince bunu dağıtmak, halka indirmek, tabana yaymak gerekmektedir ki, rasyonel yönetim anlayışına dayanan modern bürokrasi bu süreçte şekillenir.
Peki ‘modern devlet’in mütemmim cüzü olan bürokrasinin şekillenmesiyle iş bitiyor muydu? Hayır.
Şiddet kullanma bir tekele alındı, bu tekelin sahibine devlet denildi, devlet iktidarını bürokrasi üzerinden ifade edip tabana yaydı…
Ama ya devlet zorbalaşır, elindeki tekeli fütursuzca kullanırsa ne olacak? Ona kim ve nasıl mukavemet edecek, onu kim ve nasıl sınırlandıracak, onu kim ve nasıl kontrol edecek?
Bildik mânâsıyla anayasalaştırma faaliyetleri bu vb. suâllere cevap verme sürecinde doğar.<!--[if !supportFootnotes]-->[iv]<!--[endif]--> Bu süreçte hukuk ile devlet arasındaki münasebetlerin mahiyeti de değişir. Hukuk, iktidarın gücünü sınırlandırma sürecinde yeni bir değer kazanır, yeni süreçte ona ayrı bir işlevsellik atfedilir. ‘Modern hukuk’ bu atıfla birlikte zatî itibariyle değil de işlevselliği itibariyle mühim bir ‘şey’ olur. ‘(…)Modern devlet Tanrı’nın, ulusun kendi Geist’ının ya da bilinmeyen tarihsel güçlerin bir armağanı olarak verilmemiştir, ‘yapma’ bir gerçekliktir. (…)Modern devletin bu yapay niteliği, onun, örneği ‘politeia’da olduğu gibi toplumla özdeş ve hattâ toplumsal olarak en ideal, mükemmel varoluş ereği olarak değil de, toplumdan ayrı bir varlık (entity)’ diye anlaşılmasını da mümkün kılmaktadır.’<!--[if !supportFootnotes]-->[v]<!--[endif]-->
Yapma bir varlık olan ‘modern devlet’, kendisini, pozitif olan modern hukukla realize ve tahkim eder. Devletin kurucu iradesi pozitif hukukun şahsında tecelli eder.<!--[if !supportFootnotes]-->[vi]<!--[endif]--> Hukuk ile devlet arasındaki münasebet karşılıklıdır; hukuk, kurucu iradeye hayatiyet ve işlerlik kazandırdığı için devleti, devlet, hukuk vaz’ettiği, yürürlüğe koyup onu tatbik ettiği için hukuku var ediyor.
Hukuk ile devlet arasındaki karşılıklılık esaslı münasebet ve bunun mahiyeti son kertede iktidarın niteliğini, kullanılışını, icra araçlarını, enstürmanlarını, en önemlisi de iktidarın yaslandığı dünya görüşünü belirliyor.
Bütün bu süreç, son derece dinamik bir süreç olup, ardında belli değerleri, belli kültürleri, belli yaşanmışlıkları, belli evreleri barındırır ve cemiyetine göre has ve hususilik belirtir.
Peki Osmanlı gibi devlet ve cemiyetler ‘anayasal süreç’ sürecini geçirmemişse ne olacaktır?
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ikinci-abdulhamit.jpg
‘Anayasal süreç’ sürecini geçirmeyen devletin erkânı kendini bu süreci yaşamaya mecbur görürse işte orada sıkıntı başlar ve bu sıkıntı günümüze kadar sirayet eder. İşin bu noktasında Kemal Karpat’ın şu tespiti mühimdir: ‘Türkiye’nin modern siyasal sistemi, sürekli değişen dinamik bir sosyoekonomik yapıyla dışarıdan alınmış statik anayasa modelleri arasındaki etkileşimin ürünü olarak ortaya çıkmıştır’<!--[if !supportFootnotes]-->[vii]<!--[endif]-->

Dışarıdan alınan ve bizim bünyemizde statikleşen anayasal metinler ve iktidarı meşrulaştırma biçimleri, en başta ‘adab geleneği’ olarak ifade edilen yönetim anlayışını örselemiştir.
Adab geleneği ‘hakkaniyet dairesi’ çerçevesinde şekillenir. Bu çerçeveye göre; ‘Hükümdar askerleri olmadan iktidar sahibi olamaz, askerler parasız olmaz, tebaanın refahı olmadan para olmaz ve adalet olmadan halkın refahı olmaz.’
Devletin ideali, iktidarın varoluş biçimi budur: Adaleti tesis etmek.
İktidarı temsil eden padişahın mükellefiyeti de bu çerçevededir. İktidarın tanımı ve bunu meşrulaştırıcı unsurları da yine aynı çerçevede belirir.
Türkiye’nin ‘illk anayasal metin’i şeklinde ifade edilen Sened-i İttifak, esasında iktidarı tek başına temsil eden padişahın ve onun adına iş görmekle mükellef olan yönetimin düştüğü zafiyetin, resmiyet ve aleniyet plânına dökülmüş hâlidir. Bu zafiyet yeni bir dönemin habercisidir. Bu dönem; Tanzimat Dönemi’dir.
Bir dönemi başlatan, bir döneme adını verense sadece bir fermandır: Tanzimat Fermanı.
1876’de ilân edilen, hazırlanırken Belçika anayasası esas alınan, ‘anayasal metin’ olarak tavsif edilen ferman ile birlikte, pozitivist-seküler bir ilmî anlayışın hâkim olduğu mekteplerden yetişen ve tedricen merkezî bir hüviyete bürünen devletin bürokrasisinde görev alanlar, bürokrasinin daha bir işlevsellik kazanmasına paralel olarak, büyük bir nüfuza erişti.
Gülhane Hatt-ı Hümayun’un ilânı ile başlayan süreçten 1876’ya gelene kadar, iktidarı temsil eden ve onun adına iş gören icra organlarının ve iktidarın enstürmanlarının konumunda çok ciddi mahiyet değişikliğine gidilmiş, karar süreçlerinde katılımcılık ve eşitlik esas alınmıştır.
‘Katılımcılık’ın ve ‘eşitlik’in esas alınması, ilân edilen fermanların nirengi noktasının ilke hâline gelen bu değerler olması, geçmişte II. Mahmut’un bağrında birçok dine, birçok kavme mensup olan insanı barındıran topraklara hâkim olmasına bakmaksızın, ‘herkes benim önümde eşittir.’ demesi ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun ilânı, dikkate değer hususlar olup, Gülhane Hattı Hümayun’un hangi sebep ve nedenlere istinaden ilân edildiğine ve o dönemden Kanun-i Esasi’ye kadar gelen sürece dair ipucu vericidir.
Tanzimat döneminde ilân edilen fermanlardan sonra, yönetim ilke ve usullerinde çok büyük değişiklikler yaşandı. Adab geleneğinin yerini bürokratik aşkıncılığa bırakması ile birlikte; adaleti tesis etmekle mükellef olduğu için iktidarı tek başına elinde bulunduran padişahın adına iş gören iktidarın icra organları, bürokratik bir hüviyet kazandı, karar alma süreçlerinde söz sahibi olan yeni birçok kurum ve kurullar belirdi. Bu düzenlemeler kanunlaştırma faaliyetlerini de beraberinde getirdi. Kanunlaştırma faaliyetleri de seküler bir zihniyeti. Seküler zihniyet de, ‘vatandaşlık’ tanım ve taleplerini…
Abdulhamid Han işte her mânâda bir kuşatılmışlığın yaşandığı bu süreçte tahta çıkar ve ülkeye 33 yıl hâkim olur. ‘Müstebit’ ve ‘gerici’ yaftasının asılmasını, ona bu yaftayı asmadaki saiki, yukarıda çok kısaca özetlemeye çalıştığımız, bürokratik aşkıncılık sürecinde aramak yanlış olmayacaktır.
‘İleri’ olduğu vehminde olan birçok bürokrattan daha ‘ileri’ bir seciye belirten, ‘modern olan’ı onlardan daha iyi anlayan ve anladığı için de iktidarını hiçbir komplekse girmeden ‘modern devlet’in sembolleri üzerinden ifade edebilen, bütün bunların neticesi hâlinde de ‘Devletin topluma fiziksel ve ideolojik olarak görülmedik ölçülerde nüfuz etmeye başlamasıyla artan meşruiyet açığı’nı nispeten kapatıp, iktidarını tahkim eden biridir Abdülhamid Han.
‘Padişahım Çok Yaşa’ sözü, bunun bir seremoni hâlini alması, devlet iktidarını temsil eden nişânların halk tarafından her yerde asılır hâle gelmesi, bunun bir ihsan olarak telâkki edilmesi, vs, vs…
Bütün bunlar, Abdülhamid Han’ın iktidarı yeniden tanımlamasına, onu yeniden meşrulaştırmasına, ama bunu şapşalca bir taaccüple değil de tasarruf edici bir şekilde yapmasına sadece birkaç misâldir.
Hepsi de dâhiyanedir.
Ve hepsi O’nun ‘Remz Şahsiyeti’ne âittir.
Bütün bunların -hele o dönemdeki- mânâsını anlayabilmek ve de bu mânâyı siyasetimize katık yapabilmek için Selim Deringil’in değerli çalışması güzel bir malzeme sunmaktadır.
Yazarın; ‘(…) ihtişam ve gösterişin devletler arasında bir rekabet biçimine dönüştüğü bir dünya bağlamında, Saltanat ve Hilâfet’in simgesel dilinin yeniden canlandırılmasından başka bir şey değildir.’<!--[if !supportFootnotes]-->[viii]<!--[endif]--> dediği sahne; ‘Padişahım Çok Yaşa!’ sahnesidir.
Abdülhamid Han’ın hâ’l edilmesinin üzerinden 100 yıl geçmiş olsa da, şahsiyetimizin yeniden kazandırılıp ‘asırlık şahsiyetsizlik’e son verilmesi ve simgesel dilin yeniden canlandırılması adına bu sahneyi tekrar tekrar yaşamak ve yaşatmak durumundayız: ‘Padişahım Çok Yaşa!’
<!--[if !supportEndnotes]-->
<!--[endif]--> <!--[if !supportFootnotes]--><!--[endif]--> Selim Deringil, ‘İktidarın Sembolleri ve İdeoloji –II. Abdülhamid Dönemi (1876-1909)’, Çeviren: Gül Çağalı Güven, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Nisan-2007.

<!--[if !supportFootnotes]-->[ii]<!--[endif]--> Aylık Dergisi, ‘Önsöz’, Sayı: 49, s.1.

<!--[if !supportFootnotes]-->[iii]<!--[endif]--> S. Deringil, s.211

<!--[if !supportFootnotes]-->[iv]<!--[endif]--> Anayasalaştırma namına ciddi bir şekilde kodifikasyona gidilmesi tarihin sadece belli bir ân’ında, 19. yüzyılda görülür. Yani ‘anayasalaştırma’nın öyle zannedildiği yahut zannettirildiği gibi âlemşümul bir yönü yoktur. Anayasayı sadece iktidarın sınırlandırılması yönüyle ele alır ve o şekilde ifade edersek, ilk anayasal faaliyete benzeyen bir anlaşma olarak, 1215 tarihli Manga Carta’yı görürüz. O da zatî itibariyle değil de kendisinden sonra gerçekleşen hâdiselere sirayeti sebebiyle mühim olup, özünde tahta geçmek isteyen (Yurtsuz) Jean ile zamanın derebeyleri arasında yapılan bir anlaşmadan ve bu anlaşmada Jean’ın tahta geçmek için verdiği tavizlerden ibarettir.

<!--[if !supportFootnotes]-->[v]<!--[endif]--> Gıovanni Poggi, ‘Modern Devletin Gelişimi –Sosyolojik Bir Yaklaşım-’ İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları-2001, 116-119.

<!--[if !supportFootnotes]-->[vi]<!--[endif]--> Burada kastedilen ‘pozitif hukuk’, belli bir zaman ve mekânda yürürlükte olan hukuk değildir. Burada kastedilen, insan tarafından vaz’edilen yapma bir hukuktur.

<!--[if !supportFootnotes]-->[vii]<!--[endif]--> Kemal H. Karpat, ‘Türkiye’de Siyasal Sistemin Evrimi -1876-1980-’, İmge Kitabevi- 2007, s.7

<!--[if !supportFootnotes]-->[viii]<!--[endif]--> S. Deringil, s. 32.

Aylık Dergisi Sayı: 50
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Abdülhamid en büyük OSMANLI HALİFESİ....YAHUDİYE GEÇİT VERMEDİ...NUR İÇİNDE YAT ULU HAKANIMIZ...ALLAHCC SENİN HALİNDEN BİZLERİDE HALLENDİRSİN...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Abdülhamit Han'ın torununun torunu vefat etti. II. Abdülhamit`in torununun torunu Selim Ethem, tedavi gördüğü Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi`nde 67 yaşında vefat etti.
16/04/2009
1919.jpg
II. Abdülhamit`in oğlu Şehzade Mehmet Selim`in kızı Nemika Sultan`ın torunu olan Selim Ethem, bir süredir Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi`nde tedavi görüyordu.

İznik`teki bir çiflik evinde İngiliz asıllı eşi Azize Ethem`le birlikte mutlu bir hayat süren Selim Ethem`in cenazesi, yarın Yeşil Camii`de öğle namazına müteakip kılınacak cenaze namazının ardından toparğa verilecek. Selim Ethem, 1942`de Lübnan`da doğmuştu.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Kudüs'te 'son Osmanlı Alayı'nın izleri


Birinci Dünya Savaşı'nın en şiddetli muharebelerinin gerçekleştiği cephelerden biri de Sina - Filistin Cephesi'ydi.

Osmanlı, taarruz cephesi olarak açtığı Sina Filistin'de, Süveyş ve Mısır'ı alarak, İngilizlerin Hindistan ile ilişkisini kesmeye çalışıyordu. İngiltere ise Filistin'le birlikte, Arap Yarımadası'na ve böylece petrole tam hakimiyet elde etme amacı güttü.

59148.jpg

59149.jpg

59151.jpg

59179.jpg

59178.jpg

59177.jpg

59174.jpg

59168.jpg

59167.jpg

59166.jpg

59163.jpg

59162.jpg

59157.jpg

59155.jpg

59154.jpg

59153.jpg

59150.jpg




 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Ulu Hakan Abdulhamid Han
Allahım helal etmiyorum!

Şahsımı değil, milletimi bu hale getirenlere, hakkımı helal etmiyorum!

Beni, benim için lif lif yolsalar, cımbız cımbız zerrelerimi koparsalar, sarayımı yaksalar, hanümanımı, hanedanımı söndürseler, çoluğumu gözümün önünde parçalasalar helal ederdim de Sevgili’nin (Salallahu Aleyhi ve Sellem) yolunda yürüdüğüm için beni bu hale getiren ve milletimi ateşe atan insanlara hakkımı helal etmem..

Allahım!
Mukaddes isimlerine kurban olduğum Allahım!

Ya Âdil!

Bana “Kızıl Sultan” adını takan ve devrilmem için ellerinden geleni yapan Ermenileri, şimdi beni devirenlere parçalatıyorsun! Bu cellatları da, kim bilir, kimlere parçalatacaksın?..

Fakat Yâ Rahman!..

Adaletinle tecelli edersen hepimiz kül oluruz! Bize acı! Resûlünün, Sevgilinin, Kainatın Efendisinin nurunu kaydeder gibi olduğu için bu hale gelen millete, rahmetinle, fazlınla, lütfunla tecelli et!

Yâ Kâdir!


Kundaktaki yavruyu gagasına almış, kaçıran leş kuşunu düşürüp çocuğu kurtarmak ancak senin kudretine sığabilir. Leş kuşlarının gagasında kundak çocuğuna dönen milletimi kurtar Allahım!

Ya Ma’bud !..


Ömrümde tek vakit farz namazı kaçırdığımı hatırlamıyorum! Ama tek vakit namazım olduğunu iddiaya da nefsimde kuvvet bulamıyorum!.. Huzurunda eğileceğime kaskatı kalıyorum ve duada ruh teslim edeceğime yatağımda kıvranıyorum! Sana kulluk gösteremeyen bu kulunu affet Allahım!

Eğer, yılları tesbih dizisince süren hükümdarlığımda Seni bir kere anabildim, Resûlüne bir an bağlanabildimse, duamı, o bir kere ve bir an yüzü suyu hürmetine kabul et!

Yâ Sübhan!


Şu titrek elleri, Kıyamet gününde sana “Ümmetim, ümmetim!” diye yalvaracak olan Habibinin eteğinde, şimdi “Milletim, milletim!”diye dilenen bu ihtiyarın duasını geri çevirme! Milletimi evvelâ “Ba’sü ba’de’l-mevtsiz” bir ölümle yok etmeye götüren sahte kurtarıcılar ve sahta kurtuluşlardan kurtar; ve ona bir gün gelecek kurtarıcıları, gerçek kurtuluşu nasib eyle!..

Benim artık bu dünya gözüyle görebileceğim hiçbir saadet ümidim kalmadı. Bari felâketi olsun bana daha fazla gösterme Allahım!


Ayakta duramaz, haldeyim! Vadem ne gün dolacak Allahım?.. “

Ulu Hakan (Radıyallahü Anh)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Yahudi'nin Abdülhamîd'den alıp veremediği ve ona ne yüzden düşman kesildiği üzerinde düşünmek ve sebep aramak yersizdir. Bu sualin cevabını bizzat Yahudi, Yahudi'nin tipi ve seciyesi verir. Yahudi'nin ne olduğunu bilen, onun Abdülhamîd'e niçin düşman olduğunu da bilir.
Yahudi, tek bir cümleyle; dünyada dinî, millî ve fikrî birlik adına ne varsa onu lif lif çözmeye , bozmaya, harabetmeye me'mur, bozguncu ve fesatçı tipidir.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
haham.jpg



Organ mafyasını bir haham yönetiyormuş



ABD'de aralarında Yahudi din adamları, siyasetçi ve belediye başkanlarının da bulunduğu, 44 kişilik kara para aklama ve organ ticareti örgütü çökertildi




ABD, son yılların en geniş çaplı kara para aklama ve organ ticareti şebekesine yapılan baskınla çalkalanıyor. ABD'nin New Jersey ve New York şehirlerinde Federal Soruşturma Bürosu (FBI) tarafından yürütülen operasyonlar çerçevesinde aralarında beş haham, iki politikacı ve üç belediye başkanının bulunduğu 44 kişi, 3 milyon doları aşan uluslararası kara para aklama ve organ ticareti suçlamasıyla tutuklandı. FBI'nın 2 yıldır yakından takip ettiği organize şebekenin yardım dernekleri çatısı altında organ ticareti gerçekleştirdiği, 10 bin dolara satın alınan böbreklerin 160 bin dolara satıldığı öğrenildi.

HAHAMBAŞI BAŞROLDE

Soruşturmada, kara para aklama, haraç, sahte markalı ürün ve organ ticareti yapan şebekenin, milyonlarca doları yine Yahudi din adamlarının işlettiği hayır kurumları üzerinden akladığı ortaya çıktı. Şebekenin ABD'nin yanısıra İsviçre ve İsrail ile de aktif bağlantısı olduğu belirtildi. Suriye Yahudi Cemiyeti ve Brooklyn Sinogogu Hahambaşı Saul Kassin'in 2007-2009 yılları arasında sahte Gucci ve Prada marka ürünleri satmaktan elde edilen milyonlarca doların aklanma işleminde rol oynadığı belirlendi. Tutuklananlardan 15'inin kara para aklama işleri ile direk bağlantısı tespit edilirken, şebekenin kamu yolsuzluklarına karıştığı da ortaya çıktı. Soruşturma kapsamında tutuklanan belediye başkanları ve politikacılar ise şehirdeki inşaat sektörü yolsuzluklarına karışmakla suçlanıyor.


25 Temmuz 2009
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com

[FONT=comic sans ms,sans-serif]
resim83224_1.jpg
İşte Sultan Abdülhamit'in büyük planı


[/FONT]​
[FONT=comic sans ms,sans-serif]
[/FONT][FONT=comic sans ms,sans-serif]
Osmanlı Padişahı Cennetmekan Sultan 2. Abdülhamid Han'ın, Osmanlı'nın menfaatlerini korumak amacıyla Avrupa'da yaşayan Müslümanları güçlü birer lobi olarak örgütlediği ortaya çıktı. İngiltere Müslümanlar Konseyi'nden (MCB) Dr. Cemil Şerif'in yaptığı araştırmada, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında, İngiltere'deki Müslüman toplum ile İstanbul'daki Halife arasında, Osmanlı'nın Londra Büyükelçiliği aracılığıyla mektuplaşmalar olduğu ve İngiltere'de o dönemde yaşayan 4 bin dolayındaki Müslümanın Sultan Abdülhamid'e bağlılık bildirdiği ortaya konuluyor.

İNGİLİZ MÜSLÜMANLARI, SULTAN ABDÜLHAMİD'E BAĞLILIKLARINI BİLDİRDİ
Aynı zamanda İngiltere Müslümanlar Konseyi Bilim ve Araştırma Komitesi Başkanı olan Dr. Cemil Şerif, İngiltere'de 19. ve 20. yüzyılın başındaki Müslümanlarla ilgili yazacağı yeni kitabıyla alakalı İstanbul'daki Osmanlı Arşivleri Müdürlüğü ve Londra'daki British Library'de araştırmalar yaparken ilginç bilgilere ulaştı. Yaptığı araştırmada Sultan 2. Abdülhamid'in başa geçtiği 1876 yılından vefatına kadar İngiltere'deki Müslüman toplum ile çok iyi ilişkiler kurduğunu söyleyen Dr. Şerif, Müslüman toplumun da Sultan Abdülhamid'e bağlılık bildirdiğini söyledi.

AÇIKLAMALAR
Londra'da MCB merkezinde vakit gazetesine, yaptığı araştırmalarda elde ettiği çarpıcı bilgileri anlatan Dr. Cemil Şerif, Osmanlı Arşivleri Müdürlüğü'ndeki Londra Sefareti'ne ait belgelerin hala açılmadığını ve bu belgelerin de tarihçilere açılarak dönemin olaylarına ışık tutulacağına inandığını belirterek, araştırmasında İngiltere'deki Müslümanların Sultan Abdülhamid döneminde Osmanlılar için bir lobi faaliyeti gibi çalıştığına ulaştığını kaydetti.

SULTAN'A BAĞLILIK MEKTUBU
Şerif, “Mesela 1886'da İngiltere'de Encümen-i İslam, Sultan Abdülhamid'in İslam toplumlarını bir araya getirme projesinden etkilenerek 1903'te isimlerini Pan-İslam Toplumu olarak değiştiriyor. Bu kuruluşun o dönemdeki lideri Abdullah Mamun Sühreverdi, Londra'daki Osmanlı Büyükelçisi'ne 1904 yılında bir mektup göndererek Sultan Abdülhamid'e olan bağlılığını tekrarlıyor” dedi.

LONDRA'DA, BULGARİSTAN VE GİRİT'TEKİ MÜSLÜMAN KATLİAMI PROTESTO EDİLDİ
Dr. Şerif'in yaptığı araştırmada ortaya çıkan belgelere göre, İngiltere'de Sultan Abdülhamid'e bağlılık bildiren ve Encümen-i İslam (daha sonra Pan-İslam Toplumu) ismiyle örgütlenen Müslüman toplumu, 1894'te Batılı ülkeler Osmanlı İmparatorluğu'na Ermeniler konusunda baskı uygulamaya başladığında, Londra'da bir araya toplanarak bir protesto eylemi düzenliyor. Bulgaristan'da katledilen Müslümanlar için yürüyen ve Batılı devletlerin Bulgarlara verdiği desteği protesto eden Londra'daki Müslümanlar, üç yıl sonra 1897'de de Rumlar'ın Girit Adası'ndaki Müslümanları katletmesini protesto ediyor. Arşivlere göre, Müslümanlar, ayrıca bir toplantı yaparak İngiliz Hükümeti'nin Girit'teki katliama sessiz kalmaması çağrısı yapıyor.

İNGİLİZ GAZETELERİNDE, SULTAN ABDÜLHAMİD'İ SAVUNAN İLANLAR YAYINLANDI
Dr. Şerif'in araştırmasında, o dönemde çok küçük bir topluluk olmasına rağmen etkin bir mücadele yürüten İngiltere'deki Müslümanlarla ilgili dikkati çeken bir başka bulgu ise, İngiliz gazetelerinde yayınlanan ve Sultan Abdülhamid ile Müslümanları savunan ilan ve mektuplar... Müslümanların başta The Times gazetesi olmak üzere o dönemdeki İngiliz gazetelerinde Sultan Abdülhamid'i savunan mektuplar yayınlattığına işaret eden Dr. Şerif, Müslüman toplum ile Osmanlı İmparatorluğu Büyükelçi Yardımcısı Halil Halid Bey arasında çok iyi ilişkiler olduğuna dikkati çekiyor:

HALİL HALİD BEY İLE İNGİLTERE MÜSLÜMANLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER
“O dönemde İngiltere'deki Müslümanlar bir yandan İngiltere'ye bağlılıklarını göstermek zorundayken, aynı zamanda usta bir şekilde Osmanlılara da bağlılıklarını gösterdiler. Osmanlı Büyükelçi Yardımcısı Halil Halid Bey, Müslüman toplumla çok iyi ilişkilere sahipti ve Müslüman kuruluşlar tarafından organize edilen birçok toplantıya katılıyordu. Hatta 1905'te vefat eden Müslüman liderlerden Bedrettin Tayebi'nin cenazesine katıldı. Halil Halid Bey, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu ve Müslümanlar arasındaki diyalogu güçlendirmek için elinden geleni yaptı. Eğer Osmanlı Arşivleri Müdürlüğü'ndeki Londra Sefareti arşivi açılırsa, Halil Halid Bey ile ilgili çok daha fazla bilgiye ulaşılabilecektir.”

OSMANLI NİŞANI TAŞIDIĞI İÇİN İNGİLİZ İSTİHBARATINCA TAKİP EDİLDİ
İngiltere'deki Müslüman toplumun liderlerinden Abdullah Mamun Sühreverdi ile Muşhir Hüseyin Kidvai'nin İstanbul'a davet edilerek Sultan Abdülhamid tarafından Mecidiye Nişanı ile ödüllendirildiğini kaydeden Şerif, Londra'ya döndükten sonra Osmanlı İmparatorluğu'na ait bu nişanı sürekli göğsünde taşıyan Muşhir Hüseyin Kidvai'nin uzun süre İngiliz istihbaratının takibinde olduğunu söyledi.

LİBYA SAVAŞI'NDA OSMANLI'NIN YARDIMINA KOŞTU
Araştırmalarında elde ettiği belgelere göre 1917'de Müslüman olmadan önce bile Muhammed Marmaduke Pickthall'in İngiltere'de Osmanlı'yı savunduğunu ve 1914'te Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla İngiltere'de ‘ulusal tehdit' olarak görüldüğünü söyleyen Cemil Şerif, Londra'daki Müslümanların Osmanlı İmparatorluğu'na büyük bir sadakat gösterdiğini ifade etti: “İngiltere'deki önde gelen Müslümanlardan biri olan Dr. Muhtar Ahmed Ensari, Londra'daki Charing Cross Hastanesi'nden mezun olduktan yıllar sonra Hindistan'a gitti. İtalya'nın 1912'de Kuzey Afrika'da Osmanlı'yla savaşa girmesi üzerine, Hindistan'da doktorlardan oluşan bir delegasyonla yaralıları tedavi etmek için Osmanlı İmparatorluğu'na geldi ve yaralıları tedavi etti.”

BİR ASIR ÖNCEKİ KAYGILAR DEVAM EDİYOR
Dr. Şerif, İngiltere'de yüzyıl önce yaşamış olan Müslüman toplum ile bugünkü Müslüman toplumun kaygı ve endişelerinin aynı olduğuna da dikkat çekiyor: “Mesela o dönemde Londra'daki Müslümanlar, Bulgaristan'daki Müslümanların, Girit'teki Müslümanların katledilmesine karşı Londra caddelerinde protestolar yapıyorlar. Bugün yine aynı şekilde buradaki Müslümanlar Irak'ın, Afganistan'ın işgaline karşı mitingler ve toplantılar düzenliyor.”

TÜRK TARİHÇİLERE İŞBİRLİĞİ ÇAĞRISI
Yaptığı araştırmada, Bernard Lewis gibi oryantalistlerin Pan-İslam'ın dini değerler taşıyan bir hareket olmaktan ziyade politik bir hareket olduğuna dair iddiasının yanlışlığını ortaya koyduğunu da kaydeden Dr. Şerif, bunun en önemli göstergesinin de Londra'daki Pan-İslam hareketinin politik bir kariyer edinmekten ziyade İslam kardeşliği duygusuyla hareket etmesi olduğunu belirtti. Sultan Abdülhamid ve İngiltere'deki Müslümanlar arasındaki ilişkileri görünce, araştırmalarını genişlettiğini ve İstanbul'daki ESAM Kütüphanesi'nden de yararlanacağını söyleyen Dr. Şerif, Türkiye'deki tarihçilerle de bu konuda işbirliği yapmak istediğini bildirdi.

SULTAN ABDÜLHAMİD'E BAĞLILIK MEKTUBU
Şerif, “Mesela 1886'da İngiltere'de Encümen-i İslam, Sultan Abdülhamid'in İslam toplumlarını bir araya getirme projesinden etkilenerek 1903'te isimlerini Pan-İslam Toplumu olarak değiştiriyor. Bu kuruluşun o dönemdeki lideri Abdullah Mamun Sühreverdi, Londra'daki Osmanlı Büyükelçisi'ne 1904 yılında bir mektup göndererek Sultan Abdülhamid'e olan bağlılığını tekrarlıyor” dedi.

LONDRA'DA, BULGARİSTAN VE GİRİT'TEKİ MÜSLÜMAN KATLİAMI PROTESTO EDİLDİ
Şerif'in arşivlerden elde ettiği bilgilere göre, 1894'te Batılı ülkeler Osmanlı'ya Ermeniler konusunda baskı uygulamaya başladığında, Londra'da bir araya toplanarak bir protesto eylemi düzenliyor. Bulgaristan'da katledilen Müslümanlar için yürüyen ve Batılı devletlerin Bulgarlara verdiği desteği protesto eden Londra'daki Müslümanlar, üç yıl sonra 1897'de de Rumlar'ın Girit Adası'ndaki Müslümanları katletmesini protesto ediyor. Arşivlere göre, Müslümanlar, ayrıca bir toplantı yaparak İngiliz Hükümeti'nin Girit'teki katliama sessiz kalmaması çağrısı yapıyor.
[/FONT]
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com

Ulu Hakan Abdulhamid Han
Allahım helal etmiyorum!

Şahsımı değil, milletimi bu hale getirenlere, hakkımı helal etmiyorum!

Beni, benim için lif lif yolsalar, cımbız cımbız zerrelerimi koparsalar, sarayımı yaksalar, hanümanımı, hanedanımı söndürseler, çoluğumu gözümün önünde parçalasalar helal ederdim de Sevgili’nin (Salallahu Aleyhi ve Sellem) yolunda yürüdüğüm için beni bu hale getiren ve milletimi ateşe atan insanlara hakkımı helal etmem..

Allahım!
Mukaddes isimlerine kurban olduğum Allahım!

Ya Âdil!

Bana “Kızıl Sultan” adını takan ve devrilmem için ellerinden geleni yapan Ermenileri, şimdi beni devirenlere parçalatıyorsun! Bu cellatları da, kim bilir, kimlere parçalatacaksın?..

Fakat Yâ Rahman!..

Adaletinle tecelli edersen hepimiz kül oluruz! Bize acı! Resûlünün, Sevgilinin, Kainatın Efendisinin nurunu kaydeder gibi olduğu için bu hale gelen millete, rahmetinle, fazlınla, lütfunla tecelli et!

Yâ Kâdir!

Kundaktaki yavruyu gagasına almış, kaçıran leş kuşunu düşürüp çocuğu kurtarmak ancak senin kudretine sığabilir. Leş kuşlarının gagasında kundak çocuğuna dönen milletimi kurtar Allahım!

Ya Ma’bud !..

Ömrümde tek vakit farz namazı kaçırdığımı hatırlamıyorum! Ama tek vakit namazım olduğunu iddiaya da nefsimde kuvvet bulamıyorum!.. Huzurunda eğileceğime kaskatı kalıyorum ve duada ruh teslim edeceğime yatağımda kıvranıyorum! Sana kulluk gösteremeyen bu kulunu affet Allahım!

Eğer, yılları tesbih dizisince süren hükümdarlığımda Seni bir kere anabildim, Resûlüne bir an bağlanabildimse, duamı, o bir kere ve bir an yüzü suyu hürmetine kabul et!

Yâ Sübhan!

Şu titrek elleri, Kıyamet gününde sana “Ümmetim, ümmetim!” diye yalvaracak olan Habibinin eteğinde, şimdi “Milletim, milletim!”diye dilenen bu ihtiyarın duasını geri çevirme! Milletimi evvelâ “Ba’sü ba’de’l-mevtsiz” bir ölümle yok etmeye götüren sahte kurtarıcılar ve sahta kurtuluşlardan kurtar; ve ona bir gün gelecek kurtarıcıları, gerçek kurtuluşu nasib eyle!..

Benim artık bu dünya gözüyle görebileceğim hiçbir saadet ümidim kalmadı. Bari felâketi olsun bana daha fazla gösterme Allahım!

Ayakta duramaz, haldeyim! Vadem ne gün dolacak Allahım?.. “

Ulu Hakan Abdülhamid Han(Radıyallahü Anh)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
6.jpg

Yâ Sübhan!

Şu titrek elleri, Kıyamet gününde sana “Ümmetim, ümmetim!” diye yalvaracak olan Habibinin eteğinde, şimdi “Milletim, milletim!”diye dilenen bu ihtiyarın duasını geri çevirme! Milletimi evvelâ “Ba’sü ba’de’l-mevtsiz” bir ölümle yok etmeye götüren sahte kurtarıcılar ve sahta kurtuluşlardan kurtar; ve ona bir gün gelecek kurtarıcıları, gerçek kurtuluşu nasib eyle!..


Ulu Hakan Abdülhamid Han(Radıyallahü Anh)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
=mürmüdük;1241605]
yâ sübhan!

şu titrek elleri, kıyamet gününde sana “ümmetim, ümmetim!” diye yalvaracak olan habibinin eteğinde, şimdi “milletim, milletim!”diye dilenen bu ihtiyarın duasını geri çevirme! Milletimi evvelâ “ba’sü ba’de’l-mevtsiz” bir ölümle yok etmeye götüren sahte kurtarıcılar ve sahta kurtuluşlardan kurtar; ve ona bir gün gelecek kurtarıcıları, gerçek kurtuluşu nasib eyle!..

ulu hakan abdülhamid hanradıyallahü anh
abdülhamid'i anlamak herşeyi anlamak olacaktır...
nfk.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Abdülhamidin Filistin Çığlığı

http://anadoluhaberim.com/editor/11-bahadir-serhad.html
Sultan II. Abdülhamid devrinde Filistinde yaşanacakların onlarca yıl evvelinden görüldüğü anlaşıldı
Abdülhamid’in Filistin Çığlığı

Dr. Hüseyin Özdemir’in kaleme aldığı, Yitik Hazine Yayınları tarafından yayınlanan Abdülhamid’in Filistin Çığlığı isimli eserde İsrail devleti kurulmadan yarım asır evvel Osmanlıların Filistin’deki İsrail tehlikesini ön gördükleri ortaya konuluyor. Padişaha 4 Ağustos 1891’de sunulan bir raporda “… bundan beş on sene evvel en fazla on kuruş kıymeti olan bir arazi bugün Yahudiler tarafından iki yüz üç yüz ve bazen daha ziyade bir kıymetle satın alınmaktadır. Ziraat ehli, paraya olan tamahı(düşkünlüğü) ve bu taifenin desiselerine (hilelerine) dayanamayıp arazisini teslime mecbur kalmaktadır. Bugün Hayfa’dan Azze’ye kadar olan sahilleri yüzde elli orandaki bir kısmını tasarruflarına alarak diğeri mühim mevkilerde hayret verici bir şekilde büyük ve Avrupa’dakilere benzer köyler-koloniler teşkil edip tam usulüne uygun ziraat etmektedirler. Faraza beş sene zarfında yalnız bir köyde iki milyon kök üzüm yetiştirdikleri ve tarım için her uygulamayı içeren gayet muntazam bir mektebden ziraat erbabı yetiştirdikleri gibi birçok sanayi çeşidini içeren muntazam bir mektebden dahi maharetli sanatkârlar yetiştirmektedirler. Zaten şimdiden Kudüs ve havalisinin san’at, ticaret ve zira’ati ellerine geçirdiklerinden bundan beş on sene sonra müslim ve gayr-i müslim ahali, o yörede ellerinde bulunan araziyi mecbur kalarak Yahudilere satacaklar şimdi Yahudilere nisbeten yüzde on, on beş mertebesinde olan dükkân ve mağazalarını kapayıp bütün Filistin topraklarını Beni İsrail’e teslim ile Kudüs’ten gideceklerdir.”
Yaşananlara karşı Sultan II. Abdülhamid, 16 Nisan 1900’de emir yayınlayarak sadece Müslüman göçmenlerin Osmanlı topraklarına girişine izin verilmesini, gayrimüslim unsurlara müsaade edilmemesini isteyerek tedbir almaya çalışır.

abdulhamit.jpg
Hükümet, padişahın iradesinin “İslami olmayan muhacirlerin kabul edilmemesi merkezinde olduğu” nu dikkate alarak, gelen Yahudi ve Hristiyan olan Kossakların geldikleri ülkelere iade edilmesi gerektiğine karar verir. 21 Kasım 1900 tarihinde “İbranî Misafirler İçin Mukaddes Topraklara Giriş Şartları” adı altında yeni bir nizamname ilan etmiştir. Dört maddeden oluşan bu yeni nizamnamenin birinci maddesinde, dünyanın herhangi bir ülkesinden kalkıp Filistin’i ziyaret etmek isteyen her Musevi’ye, her şeyden önce üzerinde mesleği, milliyeti ve yolculuk sebebinin yazılı olduğu bir tezkere ya da pasaport edinme zorunluluğu getirilmiştir. İkinci maddesinde, Musevilerin Filistin’e vardıkları zaman bu tezkereleri pasaport memurlarına teslim etmeleri, bunun karşılığında ise kendilerine geçici ziyaret ve oturma tezkeresi verileceği, Musevilerin 30. günün sonunda Filistin bölgesini terk etmek zorunda oldukları, aksi takdirde konsoloslukların onayı ve Osmanlı zaptiyelerinin yardımıyla sınır dışı edilecekleri belirtilmiştir. Nizamnamenin üçüncü maddesi ile Filistin bölgesindeki mahallî karakolların tezkereyi verdikleri kişilerin adlarını, Filistin’e giriş tarihlerini ve adreslerini aylık sicillere geçirme zorunluluğu getirilmiştir. Nizamnamenin dördüncü maddesinde ise, süresi dolan Musevilerden “kırmızı tezkere” alınarak orijinal pasaportlarının verilmesi ve bu işlemden sonra gönderilmeleri bildirilmiştir.

Bu tedbirlere karşı Filistin’e yerleşemeyen Yahudiler yakın mahallere yerleşmeye başlar. Osmanlı Meclisinde yabancı ülkelerden göç eden Musevilerin Arz-ı Filistin’de iskanları yasak olduğu gibi, Arz-ı Filistin civarı ile Suriye ve Beyrut vilayetleri dahilinde iskanları da yasaklanır.

Ancak alınan bütün benzer tedbirler Filistin’e göçü önlemeye yetmeyecektir. Özellikle bölgede açılan hastane ve okulların faaliyetleri ve köylülerin topraklarını yüksek bedellerle Yahudi yerleşimcilere kaçak yollarla satmaları yarım asır evvelinden Filistin’in kaybına yol açacaktır. Ne yazık ki Sultan II. Ab

ABDÜLHAMİD’İN FİLİSTİN ÇIĞLIĞI

Filistin Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların tarih aynasıdır bir bakıma. Abdülhamid’in Filistin Çığlığı, eski inançlarını kaybeden ve Hıristiyanlık dönemi başladıktan sonra yeni dine en çok direnen Yahudilerin, batıl ve bencil bir ideoloji oluşturarak Kudüs'e sahip olmak için verdikleri mücadele, fitne ve ihtilallerinin, dinmeyen kan ve gözyaşlarının tarihi yansımasıdır. Sultan II. Abdülhamid Han’ın, “Ecdâd-ı izâmımın kan karşılığında memalik-i şahanemize ithal ettiği bir karış toprağı dünya altınına vermem, veremem...” “… zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz.” sözleriyle İslam adaleti ve hoşgörüsünün yerine zulmün hâkim olma mücadelesine karşı bir çığlıktır.

Kitap beş bölümden meydana geliyor.

1. bölüm: Filistin’in idarî, dinî ve sosyal tarihine genel bir bakış

2. bölüm: Filitin’de kutsal ve tarihi mekanların tanıtımı

3. bölüm: Filistine Yahudi yerleşimi

4. bölüm: Büyük devletlerin Hristiyanlara ve Yahudilere hamilik
yapması

5. bölüm: Filitin’e Yahudi yerleşiminin önlenmesi için alınan önlemler

Kitapta Filistin’le ilgili tarihi, siyasi, sosyal bilgiler genel olarak verildikten sonra Osmanlının son döneminde Yahudilerin Filistin’e yerleşme mücadeleleri üzerinde ağırlıkla durulmuş. Filistin’e Yahudi göçü meselesine Sultan II. Abdülhamid Han’ın, çok hassasiyetle bakmasına, Yahudi göçünü önleme ve Yahudilerin Filistin”de toprak satın almalarını yasaklamasına rağmen, Yahudi göçü ve yerleşiminin önlenemeyişinin sebepleri, kitapta üzerinde durulan en önemli hususların başında geliyor.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt