ADALETIMAHZA
Kayıtlı Kullanıcı
Raşîd
Allah (c.c.), Raşîd’dir. Yani Cenâb-ı Hak sonsuz kemâl sahibidir; her sözü hak ve doğru olan, doğruyu ve hakkı emreden, doğruya ve hakka hidâyet edendir. Allah Teâlânın sözlerinde ve kelâmında aslâ yalan ve hilâf bulunmaz. Kullarını doğruya, istikâmete ve hak yola hidâyet eden bizzat Rabb-i Raşîd’dir. O, bütün kâinatı sonsuz mükemmellikteki sıfatlarıyla yaratır, yönlendirir ve yönetir. Cenâb-ı Allah kullarının işlerini en iyi sonuca, en kâmil neticeye ulaştırır. Dînini kâmilen gönderir ve insanları kemâlâta, hayra, iyiliğe, rüşte ve en doğru yola davet eder ve eriştirir. Cenâb-ı Allah rüşt ve iyi ahlâkta insanların yardımcısıdır.
Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) bildirdiği Râşid ismi ve bu ismin mübalağa şekli olan Raşîd ismi Kur’ân’da geçen “rüşd” mastarından türemiştir.
İlgili âyetleri inceleyelim:
Cenâb-ı Hak, kendi nâzil buyurduğu hak dinini ve hakîkat yolunu “rüşt” lafzıyla şöyle ifâde buyurmuştur: “Dinde zorlama yoktur; rüşd (doğruluk) dalâletten, iman küfürden iyice ayrılmıştır.” “Rüşd (doğruluk) yolunu görseler, onu yol edinmezler, sapıklık ve fesat yolunu gördüklerinde ise o yolu tutarlar.”
“Biz rüşd (doğru) yoluna ileten hârikulâde bir Kur’ân’ı dinledik ve ona îmân ettik. Artık biz Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.”
Âlemde her şeyde sonsuz bir hareket olduğunu beyan eden Bedîüzzaman, kâinatın bir ağaç gibi bütün zerreleri ve cüz’leri ile mükemmelliğe meylettiğini ve mükemmelliğe doğru yürüdüğünü kaydeder. Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, bu umûmî mükemmellik meylinin dışında, insanda ayrıca bir yükseliş meyli de bulunmaktadır. Bu yükseliş meyli her insanda bir çekirdek gibidir; tecrübeler vâsıtasıyla açılır, gelişir ve insanı bir çok başarıya götürür.
Bedîüzzaman, Alîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak olan şu kâinatın Yaratıcısının, doğru sözlü peygamberlerine bildirdiği vaat ve vaîdini, yani mükâfât ve cezâ ile ilgili sözünü yerine getirmemesinin kâbil olmadığını belirtir. Nitekim Cenâb-ı Allah’ın vaat ve vaîdinde bulunduğu iş ve emirler, Kendi kudretine geçmiş baharın sayısız varlıklarını gelecek baharda kısmen aynen ve kısmen mislen iâde etmesinden daha kolay, daha hafîf ve daha rahattır. Cenâb-ı Hakkın vaadini ifâ etmesi de, hem bize, hem her şeye, hem Kendisine, hem rubûbiyet saltanatına pek çok lâzımdır. Sözünü îfa etmekten vazgeçmesi ise, iktidarının izzetine ve ilminin ihâtâsına zıttır. Çünkü sözünde durmaması ya cehâletten, ya da âcizlikten gelir. Oysa Cenâb-ı Hak âcizlik ve cehâlet gibi noksan sıfatlardan münezzeh ve müberrâdır. Dahası hulf, hilâf ve aldatmak, hiçbir vecihle Allah’ın izzetine ve haysiyetine yakışmaz. Nitekim, bütün görünen şeyler ve işler Allah’ın sıdkına, doğruluğuna, hakkâniyetine ve rüştüne şehâdet etmektedirler.
Bedîüzzaman’a göre, bütün mevcûdât ve kâinatın tüm hâdiseleri Cenâb-ı Hakkın hak söyleyen sâdık kelimeleri hükmünde, doğru söyleyen nâtık âyetleri hüviyetindedir. Cenâb-ı Hak ebediyeti vaat etmiştir, bu vaadini dilediği anda yapacaktır. Bir mahkeme-i kübrâyı açacak, bir saadet-i uzmâyı—inşaallah—verecektir. Allah’ın kudretinin zâtî ve Zât-ı Akdesin zarûrî lâzımı olduğunu beyan eden Bediüzzaman Saîd Nursî, görünen her şeyin sınırsız sür’at içinde sayısız çokluk ve gâyet intizam ile; sonsuz kolaylık içinde gayet güzel san’at, maharet ve sağlamlık ile ve hadsiz ucuzluk ve karışıklık içinde gayet kıymetli ve tam bir ayrıştırma ile îcat edilmelerinin, kudretin zıddı olan aczin Allah’ın kudretine hiçbir şekilde ârız olamayacağına işâret ettiğini kayd eder.
Bedîüzzaman’a göre, insan bir yolcudur. Çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam etmektedir. Bu geçici dünyada en büyük bir fânî, en küçük bir insanın hayâlini bile doyurmamaktadır. Çünkü insanın ebede uzanmış emelleri, kâinatı ihâta etmiş fikirleri ve ebedî saadetin her çeşidine yayılmış arzûları vardır ve bu arzular insanı ebedî hayata namzet kılmaktadır. İnsan ebede gidecektir. Bu dünya ona yalnız bir misâfirhâne hükmündedir ve âhireti için bir bekleme salonundan ibârettir.
Allah (c.c.), Raşîd’dir. Yani Cenâb-ı Hak sonsuz kemâl sahibidir; her sözü hak ve doğru olan, doğruyu ve hakkı emreden, doğruya ve hakka hidâyet edendir. Allah Teâlânın sözlerinde ve kelâmında aslâ yalan ve hilâf bulunmaz. Kullarını doğruya, istikâmete ve hak yola hidâyet eden bizzat Rabb-i Raşîd’dir. O, bütün kâinatı sonsuz mükemmellikteki sıfatlarıyla yaratır, yönlendirir ve yönetir. Cenâb-ı Allah kullarının işlerini en iyi sonuca, en kâmil neticeye ulaştırır. Dînini kâmilen gönderir ve insanları kemâlâta, hayra, iyiliğe, rüşte ve en doğru yola davet eder ve eriştirir. Cenâb-ı Allah rüşt ve iyi ahlâkta insanların yardımcısıdır.
Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) bildirdiği Râşid ismi ve bu ismin mübalağa şekli olan Raşîd ismi Kur’ân’da geçen “rüşd” mastarından türemiştir.
İlgili âyetleri inceleyelim:
Cenâb-ı Hak, kendi nâzil buyurduğu hak dinini ve hakîkat yolunu “rüşt” lafzıyla şöyle ifâde buyurmuştur: “Dinde zorlama yoktur; rüşd (doğruluk) dalâletten, iman küfürden iyice ayrılmıştır.” “Rüşd (doğruluk) yolunu görseler, onu yol edinmezler, sapıklık ve fesat yolunu gördüklerinde ise o yolu tutarlar.”
“Biz rüşd (doğru) yoluna ileten hârikulâde bir Kur’ân’ı dinledik ve ona îmân ettik. Artık biz Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.”
Âlemde her şeyde sonsuz bir hareket olduğunu beyan eden Bedîüzzaman, kâinatın bir ağaç gibi bütün zerreleri ve cüz’leri ile mükemmelliğe meylettiğini ve mükemmelliğe doğru yürüdüğünü kaydeder. Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, bu umûmî mükemmellik meylinin dışında, insanda ayrıca bir yükseliş meyli de bulunmaktadır. Bu yükseliş meyli her insanda bir çekirdek gibidir; tecrübeler vâsıtasıyla açılır, gelişir ve insanı bir çok başarıya götürür.
Bedîüzzaman, Alîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak olan şu kâinatın Yaratıcısının, doğru sözlü peygamberlerine bildirdiği vaat ve vaîdini, yani mükâfât ve cezâ ile ilgili sözünü yerine getirmemesinin kâbil olmadığını belirtir. Nitekim Cenâb-ı Allah’ın vaat ve vaîdinde bulunduğu iş ve emirler, Kendi kudretine geçmiş baharın sayısız varlıklarını gelecek baharda kısmen aynen ve kısmen mislen iâde etmesinden daha kolay, daha hafîf ve daha rahattır. Cenâb-ı Hakkın vaadini ifâ etmesi de, hem bize, hem her şeye, hem Kendisine, hem rubûbiyet saltanatına pek çok lâzımdır. Sözünü îfa etmekten vazgeçmesi ise, iktidarının izzetine ve ilminin ihâtâsına zıttır. Çünkü sözünde durmaması ya cehâletten, ya da âcizlikten gelir. Oysa Cenâb-ı Hak âcizlik ve cehâlet gibi noksan sıfatlardan münezzeh ve müberrâdır. Dahası hulf, hilâf ve aldatmak, hiçbir vecihle Allah’ın izzetine ve haysiyetine yakışmaz. Nitekim, bütün görünen şeyler ve işler Allah’ın sıdkına, doğruluğuna, hakkâniyetine ve rüştüne şehâdet etmektedirler.
Bedîüzzaman’a göre, bütün mevcûdât ve kâinatın tüm hâdiseleri Cenâb-ı Hakkın hak söyleyen sâdık kelimeleri hükmünde, doğru söyleyen nâtık âyetleri hüviyetindedir. Cenâb-ı Hak ebediyeti vaat etmiştir, bu vaadini dilediği anda yapacaktır. Bir mahkeme-i kübrâyı açacak, bir saadet-i uzmâyı—inşaallah—verecektir. Allah’ın kudretinin zâtî ve Zât-ı Akdesin zarûrî lâzımı olduğunu beyan eden Bediüzzaman Saîd Nursî, görünen her şeyin sınırsız sür’at içinde sayısız çokluk ve gâyet intizam ile; sonsuz kolaylık içinde gayet güzel san’at, maharet ve sağlamlık ile ve hadsiz ucuzluk ve karışıklık içinde gayet kıymetli ve tam bir ayrıştırma ile îcat edilmelerinin, kudretin zıddı olan aczin Allah’ın kudretine hiçbir şekilde ârız olamayacağına işâret ettiğini kayd eder.
Bedîüzzaman’a göre, insan bir yolcudur. Çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam etmektedir. Bu geçici dünyada en büyük bir fânî, en küçük bir insanın hayâlini bile doyurmamaktadır. Çünkü insanın ebede uzanmış emelleri, kâinatı ihâta etmiş fikirleri ve ebedî saadetin her çeşidine yayılmış arzûları vardır ve bu arzular insanı ebedî hayata namzet kılmaktadır. İnsan ebede gidecektir. Bu dünya ona yalnız bir misâfirhâne hükmündedir ve âhireti için bir bekleme salonundan ibârettir.