Bunun adı milli duyarlılık değil ki. Suça ortak olmak.
Yabancılara şikayeti onurumuza yediremiyoruz. Bu milli gururumuzu incitiyor. Uzun süre şikayet etmemekte direndik. Ama bir gün, İnsan Hakları Komitesi koridordan geçerken bizim çocuklardan birisi, Almanca olarak “Zemin 1-2-3’ü kontrol edin” diye bağırdı. Heyet duruyor, kapıyı açtırıyor. O koğuşa giriyorlar, sadece bir kokluyorlar ve diyorlar ki: “Bu koğuşta insan yaşayamaz, kapatılsın.” 45 dakikada koğuş kapatıldı. Ondan sonra başka bir psikolojiye kapıldık. Yani kendi devletimize, hukukumuzu koruması için yaptığımız müracaatlara cevap verilmiyor, ama dışarıdan biri geliyor ve bunu kapattırıyor. O olay, yaşadığımız işkencelerin mutlaka anlatılması gerektiğini ortaya çıkarttı. Ama biz yine de ailelerimize işkence gördüğümüzü söylemedik.
Üzmemek için mi?
Üzmeyelim diye. Ama sol grup, böyle değil. Annesiyle görüş kabinine girdiği anda feryadı basıyor. Onlar da hemen oradan çıkıyor, Başbakanlık’ın önüne gidiyorlar. Aileleriyle ellerini arkada tutarak görüşüyordu arkadaşlarımız, şişlikleri görmesinler diye. Ben hiç ailemi ziyarete istemedim. Sadece açık görüşte, bayramlarda benim ailem geldi. Bizde yaşadıklarımızı abartma değil de, azaltma gibi bir özellik var. Genel olarak bir ülkücü karakteri bu. Ben cezaevinde arkadaşlara yazı yazın, şiir yazın dedim. Bir kompozisyon yarışması verdim. Orada kader konusunu inceleyeceksiniz dedim. Cezaevindeki arkadaşlarımız içersinden edebiyatçı, şair, roman yazarı çıkmalı. Bunları yalnız onlar yazabilir. Ancak, tevekküle sahip olan birisinin acılarını dışarıya yansıtabilmesi, o acılarından şikayet ederek bir roman, bir hikaye, bir şiir çıkartması son derece zordur.
Bunu bir eksiklik olarak görüyor musunuz?
Biz elbette kaderimize değil ama yaşadıklarımıza isyan etmeliydik. Bu kadere isyan değildi ki. Kadere karşı gelmek değildi.
Bir hamlık vardı o zaman hepinizde.
Aslında bu hayat görüşünde bir hamlık değil. Başkalarının hayatını sona erdirmek Allah’ın iradesindedir. İşkence, zulüm, dinimizin reddettiği bir eylem. Haksızlık ve adaletsizlik kabul edilmeyecek bir yaklaşım. Tabii bunu kendimiz yapmadığımız için başkasının yapmasını da istemiyoruz, karşı çıkıyoruz. Fakat dışarıya feryat ederek, ağlamak, sızlamak, bağırmak, çağırmak da onurumuza yediremediğimiz şeyler.
Bunun altında biraz kibir de var ama...
Kibir mi dersiniz, gurur mu dersiniz yoksa bu feryadı da aşağılanma gibi algılayan bir psikoloji mi? Biz bu kötü muamelelerin hepsini beraber yaşadık. Sola ne yapılmışsa, bize de aynısı yapıldı. Ama solda isyan kültürü var. Bu isyan kültürünün getirdiği tahrikle karşı tarafta çatışma ortamına daha fazla girme eğilimi var.
Size işkence yapanlarla daha sonra hesaplaştınız mı?
Hayır. Yedi buçuk sene kaldım içerde. Zeki Kaman, beni ilk yakalayan komiser haber gönderdi, “Kesinlikle ben işkence yapmadım. Dürüst Oktay yaptı“ diye. Dürüst Oktay haber gönderdi bazı kişilerle, “Ben yapmadım, Zeki Kaman’lar yaptı” diye. İkisi de birbirlerini suçladılar. Sonra Zeki Kaman gece rüyasına girdiğimi, çocuklarını okula gönderemediğini, korktuğunu, kesinlikle ilgisinin olmadığını söyledi. Ben de “Biz hukuk dışında asla bir şey düşünmeyiz. Çocuklarına yönelik en küçük bir kaygı içerisinde bulunmamalıdır. Çocukları okullarına gitsin.” diye haber gönderdim. Ama herhalde vicdanı çok rahat etmedi, bir trafik kazasında çok ciddi şekilde ağır yaralandı, arkasından da, vefat ettiğini duydum.
Dürüst Oktay?
O hâlâ görevli.
Hiç yüz yüze gelmediniz mi?
Hayır.
Bana niye bunu yaptın, ne hissettin, bunu nasıl yapabildin, sen insan mısın vs. demek istemediniz mi?
Bunlar sorulmalı, hala soruyoruz ama ben yasanın dışında bir şey düşünmedim. Yasal yönden de yapacağımız kadarın yaptık. İkisi hakkında dava açtım ama bunu nasıl delillendireceksiniz? Ben savcılığa başvurdum. Mahkemeye gelen doktor raporlarında kafamda bir yarık, parmağımda yanık izi, ayak tırnağımın deforme olduğu, kollarımın altında, omuzumda çürümelerin olduğu yazılmış. Ama mahkeme “Bunların işkenceden dolayı bir iz olduklarına dair delile rastlanmamıştır” diyor. O zamanki savcı Nurettin Soyer’in, işkence sırasında yüzünü gördüğümü, gözlerim bağlıyken ayakkabısı ve pantolonunu gördüğümü, sonra bir ara falaka sırasında yüzünü gördüğümü ifade ettim. “Peki bunu delillendirebilir misin?” diyorlar. Ben kiminle delillendireyim?